Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

1. DERS: (Bakara Suresi, 1 - 7) Mü’minler ve Kâfirler (1 Kullanıcı)

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
1- الم Elif, Lâm, Mîm.”
Huruf-u Mukattaa

Elif, Lâm, Mîm.” Bu ve emsali lafızlar, kendileriyle kelimelerin meydana geldiği harflerin isimleridirler.

İbnu Mes’ud, Hz. Peygamberden şöyle rivayet eder:
“Kim Allahın kitabından bir harf okursa, ona bir hasene verilir. Hasene ise, on katıyladır. “Elif lâm-mim” bir harftir demiyorum. Lakin elif bir harftir, lâm bir harftir, mim bir harftir.”

Bu harflerle, Kur’ana muaraza etmek isteyenlere meydan okunmuştur.[SUP][SUP]1[/SUP][/SUP]

Eğer Kur’an Allahın kelâmı değil insan sözü olsaydı, ona muaraza edenler birbirlerine yardım da etmelerine rağmen buna yakın şeyler söylemekten elbette âciz kalmazlardı.

Böylece, bu ifadeler Kur’anın bir nevi i’cazını gösterir. Daha ilk ifadelerinde, muhataplarının kulaklarına bu i’cazı duyurur. Çünkü harfleri isimleriyle söylemek okuma yazma bilen ve öğreten kimselere hastır. Kur’anı kendisinden dinledikleri Hz. Peygamber ise, okuma yazması olmayan bir ümmîdir. Ondan kitabet ve tilavetin meydana gelmesi, doğrusu hiç beklenmeyen garip bir durumdur, harikulâdedir.

Hem de sûre başlarında geçen bu harfler, öyle dizilmişlerdir ki, büyük edipler de bunu yapmaktan aciz kalır. Şöyle ki:

Sûre başlarında yer alan bu harfler (huruf-u mukattaa) on dört tanedir.

Bu ise, -şayet lâm elif doğrudan bir harf sayılmazsa- harflerin yarısıdır.

Bu harfler, yirmidokuz defa sûre başlarında yer alır, bu ise, hece harflerinin sayısıdır.

Kur’an-ı Kerimde huruf-u mukataa bir, iki, üç, dört ve beş harfli olarak zikredilir.[SUP][SUP]2[/SUP][/SUP]

Huruf-u mukataanın, sûrelerin isimleri olduğu da söylenmiştir.

Ayrıca, bu harflerin, kendilerinin de içinde bulundukları bazı kelimelere bir işaret olduğuna dikkat çekilmiştir.

İbnu Abbasın şöyle dediği rivayet edilir: “Elif, Allahın ihsanlarına, lâm harfi lütfuna, mim harfi de mülkünü işarettir.”

Yine O’ndan şöyle bir rivayet vardır:
“Elif – lâm – mim’in manası: Ben Allahım, bilirim, demektir.”

İbnu Abbasa göre, elif harfi Allaha, lâm harfi Cibrile, mim harfi Muhammede işaret eder. Yani, “Kur’an, Cibrilin lisanı ile Allah tarafından Hz. Muhammede (asm) indirilmiştir.”
Bu harflerin, ebced ve cifir yoluyla kavimlerin müddet ve ecellerine işaret olduğunu söyleyenler de vardır. Rivayete göre, Yahudilerden bir grup Hz. Peygambere geldiğinde, onlara Bakaranın başından “Elif – lâm – mim’i” okudu. Onlar, ebced yoluyla bunu hesaplayıp dediler: Müddeti yetmiş bir yıl olan bir dine nasıl girelim?

Rasulallah (asm) onlara tebessüm etti. Bunun üzerine, “başka da var mı?” dediler. Hz. Peygamber onlara “elif – lâm – mim – sad”, “elif - lâm – ra” ve “elif – lâm – mim – ra”yı okudu. Bunun üzerine, “bize iş karıştı. Hangisini esas alacağımızı bilmiyoruz” dediler.

Bu harflerin Kur’anın isimleri olduğu da söylenmiştir.

Keza, bunların Allahın isimleri olduğuna da dikkat çeken olmuştur.

“Elif – lâm – mim”le alâkalı şöyle bir nükteye dikkat çekilir:
Elif, harfi boğazın gerisinden çıkar. Burası, harflerin çıkış yerlerinin başlangıcıdır.
Lâm harfi dilden çıkar, bu da harflerin mahrecinin ortasıdır.
Mim harfi ise dudaktan çıkar, bu da harflerin mahrecinin sonudur. Demek ki, kulun kelâmının hem evveli, hem ortası, hem de sonu Allahı zikir olmalıdır.

Bu harflerle ilgili olarak, “bunlar sadece Allahın bildiği birer sırdır” görüşüne de yer verilir. Buna yakın bir görüş, dört halifeden ve sahabeden rivayet edilir. Belki de onlar “bu harfler Allah ile Rasulü arasında birer sırdır, hem birer rumuzdur, diğer insanlar bunlara muhatap değillerdir” manasını murat ettiler. Çünkü bir mana ifade etmeyen şeyle hitap etmek, uygun
bir şey değildir.
 

Sedaa_*

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 May 2012
Mesajlar
2,150
Tepki puanı
6
Puanları
0
Yaş
23
Yuppppppiii ders :) :) :) :) :)

Allah razı olsun :)
 

deniz14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2007
Mesajlar
707
Tepki puanı
6
Puanları
0
Konum
BOLU
1- الم Elif, Lâm, Mîm.”
Huruf-u Mukattaa

Elif, Lâm, Mîm.” Bu ve emsali lafızlar, kendileriyle kelimelerin meydana geldiği harflerin isimleridirler.

İbnu Mes’ud, Hz. Peygamberden şöyle rivayet eder:
“Kim Allahın kitabından bir harf okursa, ona bir hasene verilir. Hasene ise, on katıyladır. “Elif lâm-mim” bir harftir demiyorum. Lakin elif bir harftir, lâm bir harftir, mim bir harftir.”

Bu harflerle, Kur’ana muaraza etmek isteyenlere meydan okunmuştur.[SUP][SUP]1[/SUP][/SUP]

Eğer Kur’an Allahın kelâmı değil insan sözü olsaydı, ona muaraza edenler birbirlerine yardım da etmelerine rağmen buna yakın şeyler söylemekten elbette âciz kalmazlardı.

Böylece, bu ifadeler Kur’anın bir nevi i’cazını gösterir. Daha ilk ifadelerinde, muhataplarının kulaklarına bu i’cazı duyurur. Çünkü harfleri isimleriyle söylemek okuma yazma bilen ve öğreten kimselere hastır. Kur’anı kendisinden dinledikleri Hz. Peygamber ise, okuma yazması olmayan bir ümmîdir. Ondan kitabet ve tilavetin meydana gelmesi, doğrusu hiç beklenmeyen garip bir durumdur, harikulâdedir.

Hem de sûre başlarında geçen bu harfler, öyle dizilmişlerdir ki, büyük edipler de bunu yapmaktan aciz kalır. Şöyle ki:

Sûre başlarında yer alan bu harfler (huruf-u mukattaa) on dört tanedir.

Bu ise, -şayet lâm elif doğrudan bir harf sayılmazsa- harflerin yarısıdır.

Bu harfler, yirmidokuz defa sûre başlarında yer alır, bu ise, hece harflerinin sayısıdır.

Kur’an-ı Kerimde huruf-u mukataa bir, iki, üç, dört ve beş harfli olarak zikredilir.[SUP][SUP]2[/SUP][/SUP]

Huruf-u mukataanın, sûrelerin isimleri olduğu da söylenmiştir.

Ayrıca, bu harflerin, kendilerinin de içinde bulundukları bazı kelimelere bir işaret olduğuna dikkat çekilmiştir.

İbnu Abbasın şöyle dediği rivayet edilir: “Elif, Allahın ihsanlarına, lâm harfi lütfuna, mim harfi de mülkünü işarettir.”

Yine O’ndan şöyle bir rivayet vardır:
“Elif – lâm – mim’in manası: Ben Allahım, bilirim, demektir.”

İbnu Abbasa göre, elif harfi Allaha, lâm harfi Cibrile, mim harfi Muhammede işaret eder. Yani, “Kur’an, Cibrilin lisanı ile Allah tarafından Hz. Muhammede (asm) indirilmiştir.”
Bu harflerin, ebced ve cifir yoluyla kavimlerin müddet ve ecellerine işaret olduğunu söyleyenler de vardır. Rivayete göre, Yahudilerden bir grup Hz. Peygambere geldiğinde, onlara Bakaranın başından “Elif – lâm – mim’i” okudu. Onlar, ebced yoluyla bunu hesaplayıp dediler: Müddeti yetmiş bir yıl olan bir dine nasıl girelim?

Rasulallah (asm) onlara tebessüm etti. Bunun üzerine, “başka da var mı?” dediler. Hz. Peygamber onlara “elif – lâm – mim – sad”, “elif - lâm – ra” ve “elif – lâm – mim – ra”yı okudu. Bunun üzerine, “bize iş karıştı. Hangisini esas alacağımızı bilmiyoruz” dediler.

Bu harflerin Kur’anın isimleri olduğu da söylenmiştir.

Keza, bunların Allahın isimleri olduğuna da dikkat çeken olmuştur.

“Elif – lâm – mim”le alâkalı şöyle bir nükteye dikkat çekilir:
Elif, harfi boğazın gerisinden çıkar. Burası, harflerin çıkış yerlerinin başlangıcıdır.
Lâm harfi dilden çıkar, bu da harflerin mahrecinin ortasıdır.
Mim harfi ise dudaktan çıkar, bu da harflerin mahrecinin sonudur. Demek ki, kulun kelâmının hem evveli, hem ortası, hem de sonu Allahı zikir olmalıdır.

Bu harflerle ilgili olarak, “bunlar sadece Allahın bildiği birer sırdır” görüşüne de yer verilir. Buna yakın bir görüş, dört halifeden ve sahabeden rivayet edilir. Belki de onlar “bu harfler Allah ile Rasulü arasında birer sırdır, hem birer rumuzdur, diğer insanlar bunlara muhatap değillerdir” manasını murat ettiler. Çünkü bir mana ifade etmeyen şeyle hitap etmek, uygun
bir şey değildir.


Allah c.c razı olsun..paylaşım için teşekkür ederim..ellerine sağlık..
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Allah razi olsun begenmenize coooook memnun oldum ayetler uzun oldugu icin ve tefsir oldugu icin her gun bir ayet paylasmak istiyorum..rabbimin izniyle boyle hic sikilmadan okumus olacaz..okuyan gozlerinize saglik rabbim nurlandir o gozleri ::)
 

AcizBirKul.

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ağu 2012
Mesajlar
635
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Evet bende takipçisiyim artık tefsir derslerinin :)
Güzel düşünmüşsün Behiye kardeşim her gün bir tane olması yerinde olur.
Okuyup anlamamız açısından İnşAllah
Konuyu başından gördüğüm için çok mutluyum :)
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
ذَلِكَ الْكِتَابُ İşte o kitap.”
“İşte o kitap” ifadesi, indirilmesi vaad edilen Kur’ana işarettir. Cenab-ı Hak şöyle bildirir:
Doğrusu biz sana ağır bir söz ilka edeceğiz.” (Müzzemmil, 5) Mukaddes kitaplarda da Kur’andan bahsedilmiştir.[SUP][SUP]3[/SUP][/SUP]

لاَ رَيْبَ فِيهِOnda hiç bir şüphe yoktur.”

Bunun manası “açık ayetleri, parlak delilleri sebebiyle, akıllı kişi düzgün bir bakışla ona baktığında, onun mu’cize seviyesinde ilâhî bir vahiy olduğundan şüphelenmez” anlamına gelir. Yoksa “kimsenin onun hakkında bir şüphesi yoktur” demek değildir. Görmez misin, Allahu Teâlâ şöyle bildirir: “Eğer kulumuza indirdiğimizden bir şüphe içinde iseniz, haydi onun mislinden bir sûre getirin.” (Bakara, 23)

Bu ayet, onlardan şüpheyi uzak görmedi, ama onlara, kendilerini rahatlatacak yolu gösterdi.

O da, onun herhangi bir sûresine muaraza için ellerinden geleni yapmalarıdır.

Bunu yapamadıklarında şu tahakkuk eder: Demek ki, Kur’anda şüpheye mecal yok, onda tereddüde mahal olacak bir yer bulunmamaktadır.

Şu manaya geldiğine de dikkat çekilmiştir: “O Kur’anda müttakiler için asla bir şüphe yoktur.”

Rayb, (şüphe) kelimesi, nefsin bir şeye mutmain olmayıp tereddütte kalması hâlidir. Şek de aynı manayı bildirir. Çünkü şek, nefsi tereddüde sevkeder, itminana engel olur. Hadiste şöyle bildirilmiştir: “Şüpheli şeyi bırak, şüpheli olmayana bak.”

Çünkü şek, tereddüde sevkeder, sıdk ise itminana sebeptir.

هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ Müttakiler için yol göstericidir.”

Kur’an, onları hakka sevkeder. Hidayetin manası, delâlet, yani rehberlik yapmaktır.

Bu rehberliğin, maksada ulaştıran bir rehberlik olduğuna dikkat çekilmiştir.

Herhalde ya biz, ya da siz mutlak bir hidayet üzereyiz veya açık bir dalalet içindeyiz.” (Sebe, 24) ayetinde hidayet kelimesi dalalet kelimesine mukabil olarak kullanılmıştır.

Kur’an hidayetinin müttakilere has kılınması, bu rehberlikten onların istifade etmeleri ve O’nun ayetlerinden yararlanmaları sebebiyledir. Yoksa Kur’anın yol göstermesi umum insanlaradır. Bir başka ayette “O, insanlara bir rehberdir” (Bakara, 185) denilmesi bunu gösterir.

Kur’an hidayetinden özellikle takva ehlinin istifade etmesi şuna da işaret eder: Ona dikkatle bakanlardan, ancak aklını keskin kılan ve o aklı ayetleri tefekkürde ve mu’cizelere bakmakta kullanan kimse faydalanabilir. Çünkü Kur’an, sıhhati korumak için gereken faydalı gıdalar gibidir. Eğer bünye sağlıklı değilse, o faydalı gıdalar bir işe yaramaz. Şu ayet, bu manaya işaret eder:

Biz Kur’ân’dan, mü’minler için bir şifa ve rahmet indiririz.” (İsra, 82)

Kur’an ayetleri içinde mücmel – müteşabih ayetlerin olması, O’nun yol gösterici olmasına zarar vermez.

Müttaki kelimesi vikaye kelimesinden gelir. Kişinin zararlı şeylerden kendini korumasını ifade eder. Şeriat örfünde “kendini ahirette zarar verecek şeylerden koruyan kimseye verilen isimdir.”

Takvanın üç mertebesi vardır:

1-Şirkten sakınmak.

Bu, ebedi azaptan kurtulmayı netice verir.
“…Ve onları takva kelimesi üzerinde durdurdu.” (Fetih, 26) ayeti bu manaya bakar.[SUP][SUP]4[/SUP][/SUP]

2-Günah fiillerden kaçınmak.

Bazı âlimler küçük günahları terk etmeyi de buna dâhil etmişlerdir.

Şeriatta bu, “takva” namıyla meşhurdur. Şu ayet, bu mertebeye bakar: “O beldelerin halkı iman etseler ve günahlardan korunsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bereketler açardık.” (A’raf, 96)

3-Kalbinin derinliklerini (sırrını) Hak’tan meşgul edecek şeylerden uzak kılmak ve bütün benliğiyle Allaha yönelmektir.

Bu, hakiki takvadır. Şu ayetten matlup olan da budur: “Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla korkun.” (Âl-i İmran, 102)

Konumuz olan, “Müttakiler için yol göstericidir” ayeti üç cihetle de tefsir edilmiştir.

Bakara sûresinin başında yer alan bu dört cümle, birbiriyle son derece kuvvetli irtibatlı olduğundan, ayrıca atıf kullanılmamıştır. Her bir sonraki cümle, öncekini isbat eder.

الم Şuna delalet eder: Kendisiyle meydan okunan Kitap, onların da kullandıkları
böyle harflerden meydana gelmiştir.

ذَلِكَ الْكِتَابُ İkinci cümle olup meydan okuma cihetini ortaya koyar.
لاَ رَيْبَ فِيهِ Üçüncü cümle olup kitabın kemâline şehadet eder. Yani, ilâhî kitap olan Kur’an son derece kemâldedir. Bütün hükümlerinin hak ve yakînî olması bunu gösterir.
هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ Dördüncü cümledir. Bu da Kur’anın hak olduğunu, çevresinde şek ve tereddüde mahal olmadığını te’kid eder.

Veya öncekilerden yola çıkılarak sonrakiler isbat edilebilir. Şöyle ki:
Evvela, kendisiyle meydan okunan ve benzerini getirmekten aciz kaldıkları kitabın, onların da bildiği harflerden müteşekkil olduğu nazara verildi.
Buradan şu sonuç ortaya çıktı: Demek ki, o kitap, en mükemmel bir kitaptır. Öyleyse ona asla bir şüphe arız olamaz. Çünkü, kendisi hakkında şek ve şüphenin olması, mükemmelliğe aykırıdır ve en büyük noksandır. Böyle bir kitap, hiç şüphesiz müttakilere rehberdir.

Bu dört cümlenin her birinde, cezaletli bir nükte vardır.[SUP][SUP]5[/SUP][/SUP] Şöyle ki:
Birinci cümlede hazf ve hükmün illetiyle beraber maksada bir remiz vardır.
İkinci cümlede elif – lâm – ile (“el kitab” şeklinde gelmesiyle) azametini bildirme vardır.
Üçüncü cümlede, batıl bir manayı vehmettirmemek için zarfın te’hiri vardır.[SUP][SUP]6[/SUP][/SUP]
Dördüncü cümlede hem hazf, hem daha etkili anlatım için masdar ile tavsif etmek, azametini beyan için elif – lâmsız getirilmesi ve hidayetin müttakilere has olduğunu beyan etmek vardır.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
3- ِالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ Onlar gayba iman ederler.”Önceki ayette geçen “müttakîn” kelimesi, “takva sahipleri” anlamındadır.Takva ise, lüzumsuz şeyleri terk etmek anlamına gelir. Kur’anın müttakilere yol gösterici olduğunu beyandan sonra, “onlar gayba iman ederler…”denilmesi, o müttakileri belli kayıtlarla beyan eder.[SUP][SUP]7[/SUP][/SUP]Bu durumda, onların takva sahibi olmalarını bildirerek kötülüklerden uzak olmalarına, devamında bildirilen özelliklerle de güzel vasıflarla süslenmelerine işaret edilmiştir. Bu, önce demirin paslarını alıp, ardından da istenilen bir şekil verilmesine benzer.Veya takva kelimesi bütün iyilikleri yapmak ve her türlü kötülükten kaçmak şeklinde de değerlendirilebilir. Buna göre, müttakiler burada belli vasıflarla anılmıştır. Bunlar da, amellerin aslı ve hasenatın esası olan iman etmek, namaz kılmak ve Allah yolunda vermektir. Çünkü bunlar kalp, beden ve malla ilgili amellerin başlıcalarıdır. Bunları yapanlar genelde diğer hayırlı amelleri de yaparlar, günahlardan da uzak kalırlar. Cenab-ı Hakkın şu sözüne bakmaz mısın: “Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor.” (Ankebut, 45)Hz. Peygamber de şöyle der:“Namaz dinin direğidir.”“Zekât, İslâmın köprüsüdür.”Ameller içinde “gayba iman, namazı düzgün kılmak ve zekâtı vermek” özelliklerinin nazara verilmesi, bunların “takva” ismi altına giren diğer amellere üstünlüğünü ortaya koyar.İman”, “emn” kelimesinden alınmış olup, lügatte “tasdik etmek” anlamındadır.Istılah olarak ise iman; tevhid, nübüvvet, yeniden diriliş ve ahirette amellerin karşılığını görmek gibi Hz. Muhammedin dininden olduğu kati olarak bilinen esasları tasdik etmektir.Hadisçilerin ekserisi, Mu’tezile ve Hariciler nezdinde, iman üç şeyden meydana gelir:1-Hak bir itikad.2-Bunu tasdik etmek.3-Muktezasıyla amel etmek.İtikatta problemi olan münafıktır, ikrarda (tasdikte) problemi olan kâfirdir, amelde problemi olan fasıktır, Hariciler nezdinde ise, amelde problemi olan da kâfirdir. Mu’tezile ise, amelde problemi olanı küfre dâhil etmez, ama mü’min de saymaz.[SUP][SUP]8[/SUP][/SUP]Gerçekte ise iman, tasdikten ibarettir. Buna delalet eden durumlardan biri, Cenab-ı Hakkın imanı kalbe nisbet etmesidir. Mesela:-“İşte onlar o kimselerdir ki, Allah onların kalplerine imanı yazdı.” (Mücadile, 22)-“Kalbi iman ile mutmain olduğu halde küfre zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, işte onlara Allah’tan bir gadab vardır.” (Nahl, 106)-“Onlar öyle kimselerdir ki, Allah, onların kalplerini temizlemek istememiştir.” (Maide, 41)[SUP][SUP]9[/SUP][/SUP]-“İman henüz kalplerinize girmedi.” (Hucurat, 14)[SUP][SUP]10[/SUP][/SUP]Cenab-ı Hakkın Kur’anın nice yerinde sahih ameli imana atfetmesi de iman ve amelin farklı şeyler olduğunu gösterir.Ayrıca Cenab-ı Hak, mü’minlerin günahlarına da dikkat çekmiştir. (Yani, günah sahibi olmak mü’mini kâfir yapmaz) Mesela:-“Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından affedilirse,marûf (aklın ve dinin gereklerine uygun) bir yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir.” (Bakara, 178)-“Eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarında sulh yapın.” (Hucurat, 9)[SUP][SUP]11[/SUP][/SUP]-“İman edip de imanlarına bir zulüm bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır.” (En’am, 82)[SUP][SUP]12[/SUP][/SUP]İmandan maksad kalp ile tasdik olduğuna göre, acaba mücerret tasdik yeter mi? Yoksa ona imkânı olan kimsenin dil ile ikrarda da bulunması gerekir mi? Bu konuda ihtilaf edilmiştir. İkincinin esas alınması daha doğru görülmektedir. Çünkü Allahu Teâlâ, ihmâli olan cahilden ziyade onu söylemekten kaçınanı kınamıştır.Gayb, masdardır. “Sonra hepiniz, gaybı da görülen âlemi de bilene döndürüleceksiniz.” (Tevbe, 94) Bu ayette, “şehadet” kelimesi gibi “gayb” kelimesinin de masdar olarak gelişi, mübalağa ifade eder. Gaybtan murat, hissin idrak etmediği ve aklın bedihî olarak gerekli görmediği gizli şeydir.[SUP][SUP]13[/SUP][/SUP]Gayb, iki kısımdır:1-Delili olmayan gayb.2-Delili olan gayb.Birinciye misal, şu ayettir:Gaybın anahtarları O’nun katındadır.” (En’am, 59)İkinciye misal ise, Allahın varlığı ve sıfatları, ahiret günü ve halleri gibi durumlardır. Konumuz olan ayetteki gayb, bu ikinci kısımdandır.Ancak, ayetteki “gayb” kelimesi, cümle içinde hâl olarak da düşünülebilir.O zaman mana şöyle olur: “Onlar, sizin gıyabınızda da iman ederler. Münafıklar gibi yapmazlar. Çünkü münafıklar, iman edenlerle karşılaştıklarında “Âmenna” derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise “biz gerçekten sizinleyiz. Biz ancak mü’minlerle alay eden kimseleriz” derler. Veya iman edilen şeylerin gaybta olması açısından da bakılabilir.Şöyle rivayet edilir:“Kendisinden başka ilah olmayan Allaha yemin ederim ki, hiçbir kimse gayba imandan daha efdal bir imanda bulunmadı.” İbnu Mes’ud, bunu rivayetten sonra “Onlar gayba iman ederler” ayetini okur.Gaybtan muradın kalp olduğu da söylenmiştir, çünkü kalp de gözden ıraktır. Yani, “Onlar kalpleriyle iman ederler. Yoksa dilleriyle kalplerinde olmayanı söyleyen kimseler gibi yapmazlar.”وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ Ve namazı ikâme ederler.”Onlar, namazın rükünlerini mu’tedil bir şekilde yaparlar, namazın fiillerine gölge düşürecek durumlardan namazı korurlar.Keza, onu eda etmek için ciddi bir gayret içinde olurlar, fütur getirmezler, gevşeklik göstermezler.“Namazı kılarlar” demek yerine, kıyam kökünden gelen “ikâme ederler” denilmesi, namazda aynı zamanda kıyam da bulunduğundandır. Nitekim namazdan diğer rükünleriyle de bahsedilmiştir. Kunut, rükû, sücud, tesbih gibi.[SUP][SUP]14[/SUP][/SUP]Ancak, ilk nazara verilen mana daha zâhirdir. Çünkü daha meşhurdur ve hakikate daha yakındır. Böyle ifade edilmesi, medhedilmeye layık olan namazın farz ve sünnet şeklindeki zahiri hududlarına ve huşu ve kalben Allaha yönelmek gibi batınî hukuklarına riayet edilen namaz olduğuna uyarıda bulunur. Yoksa namazında gafil olanların namazı medhe layık değildir.Bundan dolayı Kur’anda “salat” kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu kelime “dua” anlamına da gelir. Zaten, namazda dua da bulunmaktadır.وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ Ve onlara rızık olarak verdiklerimizden (Allah yolunda) infak ederler.”Rızık, lügatte “pay” anlamındadır. Allahu Teâlâ şöyle bildirir:Ve rızkınızı, yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz?” (Vakıa, 82)Mu’tezile mezhebi, Allah haramdan faydalanmayı men etmiş ve ondan sakınmayı emretmiş iken, haramdan imkân vermesini muhal görerek “haram, rızık değildir” dediler. Bu ayetle de delil getirip “görmez misin, Allahu Teâlâ burada rızkı nefsine isnat ederek, onların mutlak helalden infak ettiklerine dikkat çekti. Çünkü haramdan vermek, medhi icap ettirmez. Ve Allah şu ayette de rızık olarak verdiklerinden bir kısmını haram kılan müşriklerikınadı:De ki: Allah’ın sizin için indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi? Yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yunus, 59)Ehl-i Sünnet ise, üstteki ayette Allahın rızkı nefsine isnad etmesini tazim ve infaka teşvîk olarak anladılar. Diğer ayetteki zemmi (kınamayı) da haram olmayan bir şeyin haram kabul edilmesi yönünden değerlendirdiler. Ayrıca rızkın harama da şümulüne şu hadisten delil getirdiler:Hz. Peygamber Amr Bin Gurre’ye şöyle der: “Allah seni temiz bir rızıkla rızıklandırmıştı. Ama sen, Allahın sana helâl kıldığına bedel, Allahın sana haram kıldığı rızkı seçtin.”Ayrıca, şu nokta da önemlidir: Şayet haram rızık rızık değilse, ömrü boyunca haram yiyen birisi rızıklanmamış sayılacaktır. Hâlbuki şu ayette de görüldüğü gibi durum böyle değildir:Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hûd, 6)Bir şeyi infak etmek, onu elden çıkarmaktır. Şayet Arabçada ilk iki harfi sırasıyla N-F olan kelimeleri tek tek incelesen, hepsinde gitmek ve çıkmak manasına bir delâlet bulursun.Bu infaktan anlaşılan, malı farz ve nafile olarak hayır yolunda sarfetmektir.Ayetteki infakı, “zekâtlarını verirler” şeklinde açıklayan, infakın en efdal şeklini zikretmiş olur veya kardeşi hükmünde olan sadakaya yakınlığı sebebiyle, burada tahsis etmiş olur.Ayette, mefulün öne alınması, yapılacak infakın başkasının malından değil, bizzat Allahın verdiğinden yapılmasına özen gösterilmesi içindir.[SUP][SUP]15[/SUP][/SUP]Ayette “onlara rızık olarak verdiklerimizi” denilmeyip “rızık olarak verdiklerimizden infak ederler” denilmesi yasaklanmış olan israftan mükellefi men etmek içindir.[SUP][SUP]16[/SUP][/SUP]Ayette, Allahın ikram ettiği bütün zahirî ve batınî nimetlerden başkalarına infak etmekte belli bir kayıt olması da muhtemeldir. Hz. Peygamber şöyle buyurur:“Bir kısım ilim vardır ki, bazı hazineden infak edilmediği gibi, başkasına söylenmez.”Bazıları da şöyle diyerek, Allahın rızık olarak verdiklerinin sırf maddî rızık olmadığına dikkat çekmişlerdir: “Onlar, kendilerine özel olarak verdiğimiz marifet nurlarından başkalarına da feyz olarak verirler.”
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
4- َ والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ “Ve onlar hem sana indirilene iman ederler, hem de senden önce indirilenlere.”


Ayette, Abdullah Bin Selâm gibi ehl-i kitaptan iman edenler nazara verilmektedir. Bu ayet, önceki “Onlar gayba iman ederler” ayetine atfedilmiştir. Bunlar da onlarla beraber medhedilen müttakilere, özel olanların genel içinde dâhil olması şeklinde, dâhildirler. Çünkü biraz sonra iki defa َأُوْلَئِكَ “işte onlar” ifadesi gelecektir. Bunlardan birincisi şirk ve inkârdan kurtulup iman edenlerdir.
İkincisi ise, önceden iman etmiş olan kitap ehlinden İslâma girenlerdir. Böylece her iki ayet, müttakileri iki kısmıyla tafsil etmektedir. Bu atıf, İbnu Abbasın görüşüdür.
Veya ayet “müttakiler” ifadesine atıftır, müttaki mü’minleri beyan eder. Sanki şöyle ifade etmiş olur: “Kur’an, şirkten sakınanlara ve diğer dinlerden iman edenlere bir rehberdir.” Burada “Ve onlar hem sana indirilene iman ederler, hem de senden önce indirilenlere” ayetinden murat, doğrudan doğruya önceki iman ettiği bildirilen kimseler olması da muhtemeldir.[SUP]17[/SUP]
Yani, onlar, aklın idrak ettiklerine toptan iman ettikleri gibi, bu imanı tasdik eden bedenî ve mâlî ibadetleri de yaparlar. Aynı zamanda ancak haber yoluyla bilinebilenlere de iman ederler.

Ayette والَّذِينَ “onlar ki…” ifadesinin iki defa tekrar edilmesi her iki yolun farklılığına bir tenbihtir.

Veya onlardan bir taife, ehl-i kitaptan İslama girenlerdir. Bu durumda onların ayette bahsi, genel içinde özelin yer alması kabilinden olur. Mesela, “Melekler geldi” dedikten sonra ayrıca Cebrail ve Mikaili de söylememiz gibi. Bu tarzda, genel içinde kitap ehlinden bazılarına dikkat çekilmesi, şanlarının yüceliğini göstermek ve emsallerine teşvikte bulunmak içindir.

İnzal, bir şeyi yüksekten aşağıya indirmektir. İlahi kitapların nüzülü, meleğin ruhanî bir alışla Allahtan alması veya levh-i mahfuzdan hıfz şeklinde alıp indirmesi ve peygambere bildirmesi şeklinde olabilir.

Ayette “onlar sana indirilene iman ederler” denilmiştir. Bundan murat, Kur’anın tamamı ve şerîatın (dinin) tümüdür.
Ayette her ne kadar bir kısmı indirilmemiş ise de inzal fiilinin geçmiş zaman kipiyle ifadesi, henüz inmemiş olanlar da tağlip yoluyla inmiş gösterilmesindendir veya inmesi beklenenleri, sanki inmiş gibi olmasındandır. Bunun bir nazirini şu ayette görürüz: (Ahkaf, 30) Çünkü Cinler Kur’anın tamamını dinlememişlerdi ve o vakitte Kur’anın tamamı henüz inmemişti.

Ayette “hem de senden önce indirilenlere iman ederler” ifadesinden maksat; Tevrat, İncil ve önceki semavi diğer kitaplardır. Onların hepsine toplu olarak iman etmek farz-ı ayndır. Peygamber efendimize indirilene ise, onunla ibadet ettiğimiz için ayrıntılarıyla iman etmek farz olur. Ancak bu herkese tek tek farz olmayıp, farz-ı kifaye yoluyladır. Çünkü herkesin Kur’anı ayrıntılarıyla bilmesi vacip olsa, bu sıkıntıya ve maişette problemlere
yol açar.

وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ “Ahirete de kesin olarak onlar iman ederler.”
Ahirete de öyle tereddütsüz inanırlar ki, “cennete ancak Yahudiler ve Hristiyanlar girecek”, ve “cehennem ateşi bize sayılı günler dışında dokunmayacak” gibi batıl inanışlar, bu imanla ortadan kalkar.
Keza, bu yakînî imanla,
-“Cennet nimetleri dünya nimetleri cinsinden mi olacak, yoksa farklı
mı olacak?
-Cennet devam edecek mi?” şeklindeki tereddütlerden kurtulurlar.
Ayette “Ahirete de kesin olarak onlar iman ederler” denilmesi, ehl-i kitaptan İslâma girmeyenlere bir tarizdir. Yani, onların ahiret hakkındaki itikadı, gerçeğe mutabık değildir ve bir yakînden sadır olmamıştır.

Yakîn, tefekkür ve istidlal yoluyla bir şeyi şek ve şüpheden uzak bir şekilde bilmektir. Bundan dolayı Allahu Teâlânın ilmi ve zarurî bilgiler yakîn ile nitelendirilmez.
Ahiret kelimesi “ahir”, yani “diğer” kelimesinin müennesidir. “İşte şu ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz.” (Kasas, 83) ayetinde geçtiği gibi, “dâr” (yurt) kelimesinin sıfatıdır. “Dünya yurdu” yerine kısaca “dünya” denilmesi gibi, “ahiret yurdu” yerine de kısaca “ahiret” denilmektedir.[SUP]18[/SUP]
 

teslimiz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Eyl 2012
Mesajlar
34
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
29
Çok çok çok güzel bi paylaşım, Radiyallahu ankii abla :) okuyordum, bir yandan da not alıyordum bir kaç yerini, dayanamayıp bitirmeden gelip yazma ihtiyacı hissettim. lütfen, 7. ayetten sonra bitirme eğer seni yormayacaksa, takibindeyim bu konunun.. tekrar diyorum, Allah senden razı olsun :)
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Çok çok çok güzel bi paylaşım, Radiyallahu ankii abla :) okuyordum, bir yandan da not alıyordum bir kaç yerini, dayanamayıp bitirmeden gelip yazma ihtiyacı hissettim. lütfen, 7. ayetten sonra bitirme eğer seni yormayacaksa, takibindeyim bu konunun.. tekrar diyorum, Allah senden razı olsun :)
tesekkur ederım ::)
ben her zaman gıremıyrum ama sen kuranı kerım.rg
gırebılırsın..rda butun tefsırler var rdanda takıp edebılırsın..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt