Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Abdullah bin Mübarek: Lanet edici değil ıslah edici olmalı (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Horasan, vaktiyle İslâm’a beşiklik yapmış, değerli fıkıh ve tasavvuf âlimleri yetiştirmiş aziz beldedir. Cüneyd-i Bağdadî, Bişr-i Hafi, Seriyyü’s Sakafî ve sohbetini edeceğimiz Abdullah bin Mübarek Hazretleri gibi tasavvuf büyüklerinin buralarda yetiştiklerini düşünürsek bölgenin değerini daha rahat anlamış oluruz.
Hicri 118’de (M. 736) Merv’de dünyaya gelen Abdullah bin Mübarek, zamanında her geçen gün daha fazla zenginleşen dinî ilimlerin tasavvuf bölümünü iyice hazmetmiş, çevresindeki maneviyat büyüklerini de ziyaret ederek, coşan iç dünyasını onlardan aldığı ilhamlarla da tahkim ve tezyin etmiştir.

Fakirlik ve mahrumiyet gibi geçici şeyler İbn-i Mübarek gibi maneviyat büyüklerinin gönül dünyalarını asla karartmamış, bir bağda bekçilik etmek bile onları küçüklük hissine itmemiştir. Bilâkis böylesine tenha ve tefekküre müsait yerlerde, gönüllerini Yaradanlarına bütün samimiyetleriyle açmış, olanca melekeleriyle Rabb’lerine teveccüh edip, manevî feyiz ve ilhamlara mazhar olma fırsatı elde etmişlerdir.

Nitekim bir keresinde bekçilik ettiği bağın sahibi gelip, İbn-i Mübarek’ten olgun üzüm ve nar istemiştir. Ancak, İbn-i Mübarek’in getirdiği üzüm ve narların henüz ekşi olduğu anlaşılmış, bağ sahibi ikinci defa gönderdiğinde de yenecek lezzette meyve getirmediğini görünce sormuş: “Evlâdım, sen burada bekçi değil misin? Neden olgunlaşanlardan getirmiyorsun?”

İbn-i Mübarek’in cevabı şu olmuştur: “Efendim, siz beni bağınıza bekçi tutarken üzüm ve narlarınızdan yiyebileceğimi söylemediniz ki, hangisinin olgunlaştığını anlayıp size getireyim? Bu bakımdan fazla bilgiye sahip değilim.”

Bekçisindeki bu doğruluk ve sadakat karşısında büyük bir takdir hissine kapılan zengin bağ sahibi, durumu iyice tedkik eder, Abdullah’ın takvasının diğer hareketleriyle de te’yid edildiğini görünce, tereddütsüz teklifini yapar: “Abdullah, benim kızıma talip olanlar çoktur. Ancak, onların hiç birinde sende gördüğüm takva kuvvetini görmedim. Belki de onlar servetimin çokluğunu düşünmekteler. Şayet rıza gösterirsen, kızımı sana yerip seninle iftihar etmeyi arzuluyorum.”

Abdullah, böylece hizmetini ettiği zenginin kızını alır ve bu servetle İslâm’a daha fazla hizmet imkânı elde edip, manevî feyizlerini daha geniş sahalara neşretme fırsatı bulur. Demek, o günlerin fakiri böyle fakir, zengini de böyle zengindi.




--------------------------------------------------------------------------------


Sahabeye hayrandı

Kendisi ikinci hicrî asrın başında yaşadığı ve Resûlüllah Efendimiz’i görmek şerefine nail olmadığı için sahabeden sayılmaz, ancak, sahabenin kadrini iyi bilir, eşsizliğini takdir ederdi. Bir gün şöyle bir sual sordular: “Resûlüllah’ın yanında bulunmuş olan Hazret-i Muâviye mi efdâl, yoksa daha sonra birinci asrın sonunda gelmiş olan Halife Ömer bin Abdülâziz mi?”

Şöyle cevap verdi: “Vallahi, Muâviye’nin Resûlullah’ın arkasında giderken yuttuğu tozlar Abdülâziz’den efdâldir. Cemaatle namaz kılarken Resûlullah, “Semia’llahü limen hamideh” dedi. Muâviye de, “Rabbena leke’l hamd” dedi. Bu söz de öylece, bakî kaldı. Bundan gayrı ne söylenebilir?”

Abdullah bin Mübarek, itaatsizlikle bulunan çocuğundan şikâyete gelen bir babaya sordu:

“Sen oğluna hiç beddua ettin mi?”

“Evet, canımı çok sıktığı zamanlarda ettim.”

“Sen kendi elinle kötü yapmışsın çocuğuna. Baba ve annenin çocuğu hakkındaki duası reddolunmaz. Resûl-i Ekrem Efendimiz, mübarek dişini kıran kavmine: “Yâ Rab, kavmime hidâyet eyle. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!” diye dua etti. Sen de böyle bir anlayış içinde olsaydın, ziyan etmezdin. Resûl-i Ekrem’in bu sabrı ve metaneti ziyan getirmedi, sonunda kavminin imanlarına sebeb oldu.”

Fırat yakınlarında “Hiyt” denilen kasabada hicrî 182 yılında vefat etti.


***


Hikmetli sözleri:

* Oturup bin lira sadaka vermektense çalışıp bir lira borç vermek efdâldir.

* Helal nafaka için çalışmak tevekkülü bozmaz.

* Eğer gıybet edecek olsam anâ-babamı gıybet ederdim. Hiç olmazsa sevabımı onlara vermiş olurdum!

* Zengine karşı vakarlı, fakire karşı alçak gönüllü olmak tevazudur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt