Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah ın sevdıği kulu (1 Kullanıcı)

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
63

Allah'ın sevgili kulu


Allah'ın sevgili kullarından biri bir rüya görür; rüyasında kendisine şöyle denir: "Sabah olunca, karşına ilk çıkanı ye, ikinci çıkanı sakla, üçüncü çıkanın dileğini kabul et, dördüncü geleni üzme, beşinciden de kaç!"


Sabah oldu; dışarı çıktı. Yola koyulup gitti. Karşısına bir dağ çıktı. Bu koca dağı görünce şaşırdı. Kendi kendine şöyle dedi: Rabbim bana bunu yememi emretti. Sonra şöyle dedi: Rabbim bana gücümün yetmeyeceği bir şeyi emretmez. Onu yemeye karar verdi. Dağa doğru yürüdü. Yaklaştıkça dağ küçüldü. Tam yaklaştığı zaman koca dağ bir lokmaya dönüşmüştü. Onu tutup yedi, baldan tatlı buldu. Allah'a hamdetti, yürüyüp gitti.



Karşısına altından bir leğen çıktı. Şöyle dedi: Rabbim, bunu da saklamamı emretti. Bir çukur kazdı, onu gömdü. Yürüdü, az gittikten sonra dönüp baktı. Leğen toprak yüzüne çıkmıştı. Geri döndü, tekrar gömdü. Biraz gitti; baktı ki, yine çıkmış bir daha gömdü, yine toprak üstüne çıktı. Kendi kendine, "Ben emredileni yaptım." diyerek bırakıp gitti.



Karşısına bir kuş çıktı. Peşinden bir şahin onu kovalıyordu. Kuş ona şöyle dedi: "Ey Allah'ın sevgili kulu, beni sakla. Bana yardım et." Onu aldı. Koynuna sakladı.



Peşinden şahin geldi; şöyle dedi: "Ey Allah'ın sevgili kulu, ben açım. Sabahtan beri de bu kuşun peşindeyim. Onu yakalamak istiyorum. Kısmetime engel olma. Kendi kendine şöyle dedi: "Üçüncünün dileğini yapmam emri verildi, yaptım. Dördüncüyü üzmemem emredildi. Şimdi ne yapacağım? Bu işe şaştı. Sonra bıçak aldı; kendi uyluğundan bir parça et kesti, şahine attı; o da kapıp kaçtı. Daha sonra kuşu saldı.



Bundan sonra, yürüyüp gitti. Kokmuş bir leş gördü. Onu da bırakıp kaçtı.



Akşam olunca şu duayı yaptı: "Ya Rabbi, emrini yerine getirdim. Bu işlerin manası ne ise bana bildir."



Daha sonra, rüyasında şöyle anlatıldı: "Birinci görüp yediğin öfkedir. Önce koca bir dağ gibi görülür; sabırla öfke yutulursa, baldan tatlı olur. İkincisi iyi amelindir. Ne kadar saklarsan sakla; yine meydana çıkar. Üçüncüsü, sana bırakılan bir emanettir, ona hıyanet etme. Dördüncüsü şudur: Bir insanın sana bir dileği ulaşırsa, onu yerine getir; isterse sana lâzım olan bir şey olsun. Beşincisi gıybettir. İnsanların gıybetini edenlerden kaç."



Şüphesiz her şeyi bilen Allah'tır !!!
 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
63




IŞIĞA YÜRÜMEK

Bir gurup arıyla sineği bir şişeye koyuyorlar. Şişenin taban tarafını ışığa doğru, açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru yerleştiriyorlar. Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru üşüşüyorlar . Ama şişenin tabanı cam ve onların da yabancısı olduğu bir madde olduğundan çıkmayı başaramıyorlar. Bu arada sinekler, şişenin ağzına doluşuyorlar ve karanlıkta dışarı çıkıp kayboluyorlar. Ağzı açık olan şişeden karanlık tarafa doğru tek bir arı bile gelmiyor. Camın önünde ışığa doğru çabalarına devam ediyorlar... İnsanın aklına hemen arıların akılsızca davrandıkları geliyor. Ancak daha derinlemesine düşününce, karşımıza bir anıt gibi dikilen gerçek çok farklı oluyor.

Çok basit gelen bu deney beni oldukça düşündürdü. Arıların ne kadar akıllı varlıklar olduğunu hepimiz biliyoruz. Sinekler ise malum hayvanlar. Arılar ne kadar temizse adı üstünde, sinekler de o kadar iğrençtirler. Arılardan korkarız bizi sokarlar diye ama, sineklerden midemiz bulanır.

Evet, ışığa doğru yürüyenlerin önünde her zaman engeller olacaktır kuskusuz. Onlar, engellere rağmen ışıktan vazgeçmeyenlerdir. Ne tür engel olursa olsun önlerinde, çabalarını sürdürenlerdir. Ve bu uğurda da gerektiğinde ölebilenlerdir. Yürek, azim, sevgi, ilkeler, dürüstlüktür bunu yaptıran. Kendine saygı, yasadığı topluma saygıdır.

Sinekler, karanlıkta sıvışan kaçaklardır. Karanlığa yürüyenlerdir. Karanlık düşüncelerdir. Şişenin ağzının karanlığa bakmasının onlarca hiç bir önemi yoktur . Sinsi, ilkesiz, yüreksiz, korkak varlıklardır. SADECE Kendi yaşamları söz konusudur. Nerede yemek varsa, nerede rahat yasayacaklarsa, nerede çok para kazanacaklarsa oraya giderler. Onlar için karanlık olması önemli değildir açık ağızların.

Arıyı kovalamak isterseniz savaşır. Engellere aldırmaz. Amacı sadece ışığa ulaşmaktır. İğnesini sapladığında öleceğini bilerek savaşır. Ve değerleri için ölür. Ama sinekler kaçarlar. Sonra yılışık yılışık tekrar dönerler kovaladığınız yere. Yemeklerinize, kollarınızın üstüne tünerler. Pis ayaklarıyla ezerler yaşadığımız her yeri.

Arılar yumurtalarını yalnızca kovanlarına bırakırlar. Oysa sinekler her yere yumurtlar, her yerde ürerler. Onlar için yumurtalarını bırakacakları yerin bile hiç önemi yoktur...

ENGELLERE RAĞMEN IŞIĞA YÜRÜYENLERE, IŞIĞA ULAŞMAK İÇİN ÇABALAYANLARA, IŞIK SAÇANLARA SEVGİLER, SAYGILAR.......
 

Gök Kubbe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Ara 2008
Mesajlar
3,422
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
29
paylaşım için teşekkürler aALLAH CELLE ve CELALÜHU hepimizden razı olsun
 

abı_hayat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
5,186
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
40


Tek kelimeyle harikaydı kardeşim, emeğinize sağlık.....
 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
63



Ölüm, anlatılabilir mi?
Ölüm, anlatılabilir mi? Ölüm, anlatılabilecek bir şey değil. Sanki vucûdumda bir diken ağacı var. Sanki gökler çökmüş de ben yerle bu ikisi arasında sıkışmışım...Resûlullah sallAllahü aleyhi ve sellem, Ensârdan birinin başı ucunda ölüm meleğini gördü. Ona hitâben dedi ki: - Ey ölüm meleği! Dostuma iyi muâmele et. Zîrâ o bir mü'mindir. Ölüm meleği cevâben dedi: - Yâ ResûlAllah! Ben her mü'mine iyi muâmele ederim. Ben insanoğlunun rûhunu alırım. Rûhunu aldığım şahsın âile efrâdından, yakınlarından birisi vâh edince derim ki: Bu feryad da ne? - Bu feryâd da ne? Allaha yeminle söylerim ki, biz ona zulmetmedik. Ecelini geriye bırakmadığımız gibi öne de almadık. Onun rûhunu almakta bizim bir müdâhalemiz yoktur. Sizler, ey bu ölünün yakınları! Eğer Allahın hükmüne rızâ gösterirseniz, ecrini alırsınız. Yok, O'nun hümüne râzı olmaz, feryâd-figân ederseniz günâha girersiniz. Sizin bize bir kapınız, bir merdiveniniz yoktur. Fakat biz size mutlak yine geleceğiz. Sakının, sakının. İster karada olsun, ister denizde, ister muhkem evlerde bulunsun, isterse çadırlarda. Hiç bir âile efrâdı yoktur ki, ben, her gün mutlaka onların yüzüne dikkatle bakmış olmıyayım. Hattâ öyle ki, onların küçüklerini de büyüklerini de tanırım. Her birini şahsen tanırım. Allaha yeminle söylerim ki, yâ ResûlAllah! Ben şânı yüce olan Allahın emri olmadan bir sivrisineğin rûhunu bile kabzedemem!...Hazret-i Ömer, Ka'b-ül-Ahbâr'a dedi ki: - Ey Ka'b, bize ölümden bahset. - Ölüm, insanoğlunun vücûduna sokulmuş bir diken ağacına benzer. Bu ağacın her bir dikeni onun bir damarına batar. Sonra o ağacı kuvvetli bir insan şiddetle çeker. Her bir dikeni bir damara saplanan bu ağaç, çekilince kopardığını koparır, bıraktığını bırakır... Dört şey vardır ki, onların kadrini ancak dört kişi bilir:

1- Gençliğin kadrini ancak ihtiyarlar bilir.
2- Selâmetin kadrini ancak belâya düçâr olanlar bilir.
3- Sıhhatin kadrini ancak hastalar bilir.
4- Hayâtın kadrini de ancak ölüler bilir.

Ölümü niçin anlatmazlar?
Abdullah ibni Ömer anlatır: Babam sık sık şöyle derdi: - Ölmek üzere olan, fakat aklı başında bulunan birisi, yanındakilere ölümü niçin anlatmaz şaşarım!.. Nihâyet gün oldu. Babama da ölüm geldi. Aklı başındaydı. Konuşabiliyordu da. Kendisine dedim ki: - Babacığım, ecel gelmeden önce sen, "Ölmek üzere olan, fakat aklı başında bulunan birisi, yanındakilere ölümü niçin anlatmaz şaşarım!" derdin. Benim bu hatırlatmama cevâben dedi ki: - Ey oğulcuğum! Ölüm, anlatılabilecek bir şey değil. Bununla berâber sana ondan bir nebze bahsedeyim. Allaha yeminle söylerim, şu ân, iki omzumda sanki birer dağ var. Sanki rûhum iğnenin deliğinden çıkarılıyor. Sanki vucûdumda bir diken ağacı var. Sanki gökler çökmüş de ben yerle bu ikisi arasında sıkışmışım
 

_ZÜMRA_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Eki 2007
Mesajlar
9,962
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
45
Selamün aleyküm ablacım çok güzel paylaşımlar koymuşsun okudum. Allah razı olsun senden.
 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
63

SELAMÜN ALEYKÜM CANLARIM RABBİM HEPINIZDEN RAZI OLSUN O NURLU GÖZLERİNİZLE OKUDUGUNUZ İÇİN ALAHA EMANET OLUN
 

elifffff

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
1,217
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
35
Allah razı olsun ablacım,çok güzeldi...
 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
63



Gencin Tövbesi
--------------------------------------------------------------------------------


Allahü teâlâ, peygamberi Musa aleyhisselâma hitap edip
" (Ey Musa! Filân mahallede, bizim dostlarımızdan biri vefât etti. Git onun işini gör. Sen gitmezsen, bizim rahmetimiz onun işini görür) buyurdu.
Hazret-i Musa, emir olunduğu mahalleye gitti.
Oradakilere:
-Bu gece, burada, Allahü teâlânın dostlarından biri vefât etti mi? diye sorunca:
-Ey Allahın peygamberi! Allahü teâlânın dostlarından hiç kimse vefât etmedi. Ama, filân evde zamanını kötülüklerle geçiren fâsık bir genç öldü. Fıskının çokluğundan, hiç kimse onu defnetmeye yanaşmıyor, dediler.
Musa aleyhisselâm:
-Ben onu arıyorum, buyurdu. Gösterdiler.
Hazret-i Musa, o eve girdi. Rahmet meleklerini gördü.Ayakta durup, ellerinde rahmet tabakları olup, Allahü teâlânın rahmet ve lütfunu saçıyorlardı.Hazret-i Musa, yalvararak münacaat etti:
-Ey Rabbim! sen buyurdun ki, o''Benim dostumdur.'' İnsanlar ise fâsık olduğuna şahitlik ediyorlar. Hikmeti nedir?
Allahü teâlâ:
(Ey Musa! İnsanların onun için fâsık demeleri doğrudur. Ama, günahından haberleri var, tövbesinden haberleri yok. Benim bu kulum, seher vakti, toprağa yuvarlandı ve tövbe etti. Bizim huzurumuza sığındı. Ben ki, Allah'ım! Onun sözünü ve tövbesini kabul ettim. Ona rahmet ettim ki, bu dergâhın ümitsizlik kapısı olmadığı anlaşılsın!) buyurdu
 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
63
En iyi Buğday En iyi Buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır.
Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir.
Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.
 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
63
Kavak ağacı ile kabaktan hayata dair dersler Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak ağacı boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.

Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş.

Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:

"Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?"

"On yılda", demiş kavak.

"On yılda mı? diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

"Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!"

"Doğru,"demiş ağaç."Doğru."

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak önce üşümeye, sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağı doğru inmeye başlamış.

Sormuş endişeyle kavağa:

"Neler oluyor bana ağaç?"

"Ölüyorsun,"demiş kavak.

"Niçin?"

"Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.”
Ey Nefsim! Görüyorum ki tamamen dünya ile haşır neşir oldun tamamen ona bağlandın. Ondan hiç ayrılmak istemiyorsun. Gittikçe dünya muhabbeti ve mal hırsı her yanını sarıyor. Bir gün ölüm gelip seni biriktirdiğin maldan ve sevdiğin dünyadan ve dostlarından, arkadaşlarından ayıracağını düşünemez oldun. Öfke ile kalp kirdin, bilmezmisinki bir kalp kirmak kabeyi yikmak gibidir?
bilmezmisin???
 

Kur'ana sevdalı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Ara 2008
Mesajlar
2,706
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
48
S.a Ablacığım!Maşaallah döktürmüşsün.Rabbım senden razı olsun,bunlar ne güzel paylaşımlar böyle ya.İnşaallah devamını bekleriz,sağolasın,emeğine sağlık kardeşim.
 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
63


KİBİR
Seyyid Ahmet hazretleri Akhisar toprağını nurlandıran büyüklerdendir.bir çok kerameti vardı biri şöyledir:
O devirde Molla Mehmet adında ilmiyle mağrur bir kimse vardı. Kibirinden dolayı Seyyid Ahmeti çekemiyordu.
Bu mağruru adam çıktı bir gün evinden ve tutu dergahın yolunu. Aklı sıra imtihan edecekti bu büyük veliyi.
Dergahın kapısına varınca iki talebe gördü kapıda.
Kendisini bekliyorlardı.
onu güler yüzle karşıladı gençler
-Buyrun efendim hocmızda sizi bekliyor.
Adam şaşırdı.
- Bir yanlışlık olmamlı. ben habersiz geliyorum
çocuklar gülümsediler
-Siz Molla Ahmet degilmisiniz?
-Evet.
-Filan köyden gelşiyormusunuz
- Evet
Adam şaşkınlık içinde girdsi dergaha. O esnada Seyyid Ahmet hazretkleri sohbet ediyorlardı.O girince iltifatla karşıladı.
- Buyrun hoşgeldiniz.
- Hoşbulduk.
Ve yer göstedi kendisine sonrada sohbete devem etti.
Buyurduki.
- Kibirden çok sakınınız.Peygamber efendimiz "Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse Cennete giremez" buyuruyor.
Biri sordu:
- Kibir nedir hocam?
- Kibir Allah'ın kullarına hakret gözü ile bakmakve kendini herkesten üstün görmektir. - "Bende kibir yoktur demeyin sakın.Bir dağı iğne ile kazıp yerinden kaldırmak, kalpten kibiri söküp amkatan daha kolaydır. Ve ekledi:
- Başkalarını imtihana yeltenmekte kibirdendir. Bu son cümle yetti Mola Ahmede.Anladı hatasını kalkıp elini öptü ve bir daha eyrılmadı yanından.
 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
63



avucunuzdakı kalebek
Zamanın birinde iki tane kız kardeş varmış.çok akıllıymışlar ve zamanla etrafındakiler onların sorularına cevap veremez olmuş.Anneleride kızları alıp dağdaki bilğenin yanına götürür.

Kızlar bilgeyle karşılaşınca kızlar çok mutlu olmuşlar fakat zamanla bilgenin her şeyi bilmesi canlarını sıkmış.Bilgenin bilemeyecegi bir soru düşünmeye başlamışlar.

Kızlardan biri "Buldum" diye sevinmiş."iki elimin arasına bir kelebek koyacagım ve bilgeye soracagım avucumda kelebek var. Canlımı ölümü diye.Canlı derse avucumu bastırıp kelebegi öldürecegim.Ölü derse kelebegi bırakacagım ve her ne derse cevabı bilemeyecek"

Kızların biri kapalı tutugu elini bilgeye uzatır ve "Avucumdaki kelebek canlımı, ölümü " diye sorar.
Bilge cevaplamadan önce kızın gözlerine bakar ve şu cevabı verir:
"SENİN ELLERİNDE KIZIM. SENİN ELİNDE"
Hayımızda mutlu olmakta, üzülmekte bizim ellerimizde.Tam avucumuzun içinde..
 

ruyet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Selâmün aleyküm kardesim çok güzel paylaşımlar Allah razı olsun selametle.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt