Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Beklenen müslümanlara yaratılış ve insanlık tarihi (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Yusuf Aleyhisselam'ın Rüyası

Yusuf Aleyhisselam'ın Rüyası

Lut kavminin helakından sonra, dünya hayatı yi­ne devam ediyordu. Şanı yüce Rabbimiz İbrahim Aleyhisselam'a ihtiyarlık yıllarında ikinci bir oğul olarak İshak Aleyhisselam'ı lütfetmişti. Sare validemizden doğan İshak Aleyhisselam'ın da ilerliyen yıllarda Yakup isminde bir oğlu olmuştu. İbrahim ailesine nimeti­ni tamamlayan, İsmail'e, İshak'a ve Yakup'a hidayet eden. herbirini salihlerden ktian Rabbimiz; onları hida­yete yönelten önderler yani peygamberler olarak seç­miş, onlara salih amelleri, namaz kılmayı ve zekat ver­meyi vahyetmişti. İman ve ihlas ile sadece Allah'a ibadet eden, dünyada yaşarken ahireti düşünen, ahire-ti dikkate alan bu salih müslümanlar, Allah katında da seçkinlerden ve hayırlı olanlardandı. Kimi seçeceğini, hangi kutlu aileye nimetini nasıl tamamlayacağını hakkıyla bilen Rabbimiz, hiç kuşkusuz ki hüküm ve hikmet sahibiydi.
Evet, yıllar geçiyordu.
İshak Aleyhisselam'ın oğlu olan Yakub Aleyhisselam birkaç kez evlenmiş ve ilk hanımından on, ikinci hanımından ise Yusuf ve Bünyamin olmak üzere iki oğlan çocuğu olmuştu. Bu oniki oğul arasında, Yusuf Aleyhisselam'ın çok farklı bir güzelliği vardı. Hal ve hareketleri de bir başkaydı Yusuf Aleyhisselam'ın. Fe­raset sahibi bir peygamber olan Yakub Aleyhisselam, bu küçük oğlundaki iç ve dış güzelliğini farketmiş, bü­tün oğullarını sevmesine rağmen, Yusuf Aleyhisselam'a daha farklı bir yakınlık, bir sıcaklık hissetmişti.
Yusuf Aleyhisselam bir babasının yanına ge­lerek “Babacığım, ben rüyamda onbir yıldızla, güneşi ve ayı bana secde ederlerken gördüm” dedi. Rüyala­rın yorumunu çok iyi bilen Yakub Aleyhisselam, oğ­lundan duyduğu bu haber üzerine Önce çok sevindi. Demek ki Allah (Celle Celaluhu) nimetini tamamlaya­cak ve bu güzel oğluna da peygamberlik verecekti. Gönlünde bu sevinci yaşayan Yakub Aleyhisselam, di­ğer oğullarını düşününce bir anda endişelendiğini his­setti!. Çünkü insanın en büyük düşmanı olan şeytan Aleyhillane, bu rüyayı kullanarak diğer oğullarını haset ve kıskançlığa düşürebilirdi!. Nitekim Adem Aleyhisselam'ın oğlu Kabil'i Habil'e kışkırtan ve Kabil'in kardeş katili olmasına neden olan aynı şeytan değil miydi!.
Yakub Aleyhisselam yüzünde beliren bu endişe ile oğluna dönerek “Oğlum, bu rüyanı kardeşlerine sakın anlatma, yoksa onlar sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır” dedi. Bu ika­zı yaptıktan sonra kendisine hayret dolu gözlerle ba­kan Yusuf Aleyhisselam'ın başını okşayarak “Oğlum, Rabbin seni seçkin kılacak, sana sözlerin yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak'a ni­metini tamamladığı gibi senin ve Yakub ailesinin üze­rindeki nimetini de tamamlayacaktır. Hiç şüphe yok, senin Rabbin bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir” di­yerek, bu güzel rüyanın, güzel yorumunu yaptı.
Yusuf Aleyhisselam'ın baba bir anne ayn olan di­ğer kardeşleri, büyük dedeleri İbrahim Aleyhisselam'ın ve dedeleri İshak Aleyhisselam'ın seçilmiş birer pey­gamber olduğunu biliyorlar ve yine bir peygamber olan babalarından sonra kendilerinin de seçilebileceği­ni umuyorlardı. Birbirlerine söylemeseler de, gönül bahçelerinde gizli gizli' suladıkları bir umud çiçeği idi bu!.
“Hocam, peygamberliği istemek veya umud et­mek doğru mudur?”
“Bana göre doğru değildir Merve. Çünkü Allah'tan korkan bir mümin, gereğini yapamam endişesiyle on kişinin basma bile imam olmak istemez. Meselenin gerçek yüzü böyle iken, sorumluğu ve yükümlülüğü çok daha fazla olan peygamberliği istemek veya umud etmek, her halde doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Kaldı ki peygamberlik görevi dileyene değil, Rabbimizin dilediği ve dileyerek seçtiği müslümanlara veril­mektedir.”
İçlerinde taşıdıkları böyle bir peygamberlik umu­du ile babalarının gözüne girmeye çalışan bu kardeş­ler, Yakub Aleyhisselam'ın sevgisine ve yakınlığına çok önem veriyorlardı. Fakat gördükleri bir gerçek vardı ki babalan Yakub Aleyhisselam, Yusuf'a ve onun ana ba­ba bir küçük kardeşi olan Bünyamin'e karşı daha ya­kın, daha sıcak yaklaşıyordu.
Oniki oğulun babası olan ve bütün oğullarını se­ven Yakub Aleyhisselam'ın Yusuf'a ve Bünyamin'e bi­raz daha düşkün olması, bu meseleyi çok önemseyen diğer oğulların dikkatini çekmiş ve şeytanın üflemesi ile içlerindeki kıskançlık ateşini tutuşturuvermiştü. İçle­rini yakan bu kıskançlık ateşini bir süre birbirlerine hiç söylemediler. Fakat aynı duygular içinde olduklarını anlayınca bir araya geldiler ve “Yusuf ve kardeşi baba­mıza bizden daha sevgilidir. Oysa ki biz, yardımlaşan güçlü bir topluluğuz. Doğrusu babamız, (onları tercih etmekle) açıkça bir yanlışlık içindedir” diyerek, içlerin­deki kıskançlığı dışarıya vurdular.
Artık bu meseleye şahsi yaklaşmıyorlardı. Kan bağını dikkate alarak önemsedikleri husus peygamber­liğin kendilerine verilmesi değil, aynı anneden olan bu on kardeşten herhangi birine verilmesiydi. Zaten Yu­suf ve Bünyamîn'i dışarıda tutarak “Biz birbiriyle yar­dımlaşan güçlü bir topluluğuz” derken; “Peygamberlik bizlerden birisine verilirse, o kişiye tüm gücümüzle se­ve seve yardım edebiliriz” demek istiyorlardı. Önemli olan bu kutlu görevin, aynı anne babadan olan on kar­deşten birisine verilmesiydi.
“Hocam, bu çok yanlış bir düşünce!.”
“Tabi ki çok yanlış Hamdi!. Şanı yüce Rabbimız ane baba ayrı bile olsa tüm mü'minlerin gerçek birer kardeş olduklarını beyan ederken; aynı babadan olma­larına rağmen anneleri farklı olduğu için böyle bir ay­rımcılığa gidenler, elbetteki ciddi bir yanlışlık içindedir­ler. Şeytani kışkırtmalar ile böyle bir yanlışlığa düşen bu kardeşlerin dikkate almadıkları diğer bir husus ise; bir peygamber olan babalarının sevgi ve yakınlığını, Allah' m sevgi ve yakınlığından daha çok önemsemeleridir. Oysa Yakup ailesinden bir peygamber seçilecek olsa bile. bu seçimi Yakup Aleyhisselam değil, sadece ve sadece Allah (Celle Celaluhu) yapacaktı.
İçlerini yakan bu kıskançlık ateşiyle bir araya ge­len ve “Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgi­lidir...” diyerek, içlerindeki kıskançlığı dışarıya vuran bu kardeşler, daha sonra ne yapacaklarını, ne yapma­ları gerektiğini konuşmaya başladılar. Şeytanın körük­lediği kıskançlık duygusu ile kendilerinden geçmiş bi­rer kör gibiydiler!. Peygamber oğulları olmalarına rağmen, her şeyden haberdar olan Allah'ı unutmuşlar ve Allah korkusundan uzaklaşmışlardı sanki!. İçlerinde en ileri gidenleri “Yusuf'u öldürün veya onu bir yere atıp bırakm ki babanızın yüzü ve sevgisi yalnızca size kalsın. Ondan sonra da (tevbe ederek) salih bir toplu­luk olursunuz” dediler. Gerçekten üzerinde durulması gereken bir yaklaşım, üzerinde düşünülmesi gereken bir ifadedir bu. Yusuf'u öldürdükten sonra (tevbe ederek) salih bir topluluk olursunuz!.
Bir insanın ağzından çıkmasına rağmen insan ak­lının ve düşüncesinin mahsulü olmayan bu ifade; ko­vulmuş şeytanın katıksız bir sözü, bir yaklaşımı, bir vesvesesiydi. Yanlış duygulara kapılmalarına rağmen yine de Allah'a inanan ve salih bir topluluk olmak is­teyen bu kardeşlere, şeytan Aleyhİllanenin sağ taraf­tan yaklaşmasıydı. Bu şeytani yaklaşımda insanları gü­nahtan ve kötülüklerden uzaklaşmaya davet eden bir Allah inancı yerine; insanların ne yaptıklarıyla pek il­gilenmeyen, onların sadece tevbe etmelerini önemse­yen ve onları affetmek için her zaman hazır ve nazır bekleyen bir Allah inancı bulunmaktadır. Tarih boyun­ca İsraiioğuîlan tarafından benimsenen ve İsrailoğulla-nnı azgınlığa sürükleyen bu şeytani yaklaşımda; sosyal hayatın içine hiç girmeden ve insanların yaşantılarına hiç müdahale etmeden onların günahlarını affetmekle meşgul olan Allah (Celle Celaluhu), ne hazindir ki kili­selerde günah çıkartan papazlar gibi algılanmıştır. Hiç kuşkusuz ki şanı yüce Rabbimizi bu yaklaşımdan ten­zih ediyor ve O'nu en yüce sıfatlarla takdis ediyoruz.
Şeytanın vesvesesi ile söze dönüşen “Yusuf'u öl­dürün veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü ve sevgisi yalnızca size kalsın. teklifi, Rabbimizin lü­tuf ve merhameti ile kardeşlerden bir çoğunun hoşuna gitmemişti. Nitekim söze girerek “Eğer mutlaka bir şey yapacaksanız, Yusuf'u öldürmeyin. Onu (kervan yolundaki) kuyunun derinliklerine bırakıverin de. ora­dan geçen bir yolcu kafilesi onu alsın'” dediler. Apaçık bir zulüm ve vahşet içeren öidürme teklifinden sonra gelen bu ikinci teklif, kardeşlerin hepsine iyi ve merhametli(!) bir teklif gibi gözüktü.
Artık karar vermişlerdi.
Şimdi önemli olan. kardeşleri Yusuf'u hiç yanın­dan ayırmak istemeyen babalarını ikna etmeleri ve Yu­suf'u alarak bir gezintiye çıkmalarıydı. Ancak bir kaç kez teklif etmelerine rağmen, babaları Yusuf'un kendi­leriyle gelmesine izin vermiyordu. Fakat yine de bu tekliflerinde ısrar ederek “Ey Babamız!. Sana ne olu­yor ki Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun? Oysa ger­çekten biz, onu seven ve onun iyiliğini isteyenleriz. Sen onu yann bizimle gönder ki kardeşimiz dileğince yesin, oynasın. Kuşkusuz biz onu koruyup-gözetiriz”
dediler.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Yusuf Aleyhisselam'ın Rüyası

Yusuf Aleyhisselam'ın Rüyası

Yakub Aleyhisselam öylece oğullarına baktı. Söy­ledikleri sözlerdeki güzellik, ne yazık ki gözlere yansımıyordu!. Ancak onların gözlerinde gördüğü bu gü­vensizliği, onların yüzlerine karşı söylemek de isteme­di. Hüzünlü ve endişeli bir ses tonu ile “Onu götürme­niz beni gerçekten üzer. Çünkü sizier ondan habersiz İken, onu kurdun yemesinden korkuyorum” dedi. Ba­balarının bu endişesini gidermek için “Andolsun ki biz birbirini kollayan güçlü bir topluluk iken kurt onu yer­se, bu durumda hepimiz aciz kimseler oluruz. Bu ola­cak iş değil!.” dediler. Oğullarının bu ısrarı ve Yusuf'un da gitmek istemesi üzerine ne diyeceğini bilemeyen Yakub Aleyhisselam, İlahi bir takdirle karşı karşıya ol­duğunu hissederek onlara izin verdi.
Kardeşleriyle birlikte bu gezintiye çıkan Yusuf Aleyhisselam, sevinç ve heyecan içindeydi. Şimdiye kadar hiç görmediği yerlere gelmişti. Kardeşleri bir sü­re Yusuf Aleyhisselam'ı izlediler. Çocuksu bir sevinç içinde etrafına bakıyor, oradan oraya koşturuyordu. Ancak Yusuf Aleyhisselam1 in bu masumca davranışla­rı, onları kararından vazgeçirmemişti. Kuyunun başına giderek Yusuf Aleyhisselam1 yanlarına çağırdılar. Ku­yuya bir şey düşürdükleri bahanesiyle “Senin beline ip bağlayarak kuyuya indireceğiz!.” dediler. Büyüklerine karşı itiraz nedir bilmeyen Yusuf Aleyhisselam, kardeş­lerinin bu isteğini kabul etti. Yusuf Aleyhisselam'ın gömleğini çıkardıktan sonra beline ip bağlıyarak kuyu­ya indirdiler. Küçük Yusuf'un yeryüzüyle yegane irtiba­tı, ellerinde tuttukları bu ipti artık!. Birbirlerinin yüzü­ne baktıktan sonra, hep birlikte tuttukları ipi, hep birlikte bırakmaya karar verdiler.
“Hocam, niye hep birlikte?”
“Güzel bir soru Veli. Bu işi hepbirlikte yapmak istemelerinin nedeni, bu suça hepsinin iştirak etmesi ve yarınlarda hiç kimsenin konuşmaması veya babalarına karşı kendisini temize çıkarmaması içindi!. Nitekim böylesi düşüncelerle bu kararı verdikten sonra hepbirlikte tuttukları İpi, hepbirlikte bırakmışlar, bırakıvermişlerdi. Kuyunun derinliklerine bırakıldığı an, önce bunun bir kaza olduğunu düşünen küçük Yusuf, kardeşlerinin bir şey yapmalarını ve kendisini kurtarmala­rını bekliyordu!.”
Fakat gelmiyordu, gelmiyordu bu yardım!.
İşin garip tarafı, kendisini kuyunun derinliklerine bırakan kardeşleri, kuyunun başından ayrılmaya ve oradan uzaklaşmaya başlamışlardı!. Yusuf Aleyhısse-lam hüzünlü bir şaşkınlık içine girmişti!. Hepbirlikte ne yapıyorlardı, ne yapmak istiyorlardı ki bunlar!. Oysa ahileriydi, kardeşleriydi bu insanlar!. Bütün bu olup bitenleri bir türlü anlayamayan Yusuf Aleyhisselarn, en­dişe ve hüzün dolu bir sesle çağırmak istedi kardeşle­rini. Fakat bunun ne faydası olurdu ki? Kendisini bu kuyunun derinliklerine bırakanlar, zaten onlar değil miydi? Gördüğü rüya üzerine babasıyla yaptığı konuş­mayı hatırladı. Bir peygamber olan babası “Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa onlar sana bir tu­zak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düş­mandır.” demişti. Babasının sözünü ettiği tuzak, belki de böyle bir tuzak olmalıydı.
Kardeşlerinin kurduğu bu tuzak, yaptıkları bu zu­lüm üzerine derin bir keder içine giren Yusuf Aleyhisselam, kalbine hüzün veren bu duygular içinde ne ya­pacağını bilmiyordu!. Kuyunun derinliklerinden seslense bile, kime seslenecek ve kime sesini duyura bilecekti ki!. Oysa kuyunun derinliklerindeki bu küçük Yusuf'u gören ve işiten, büyük bir Rahman vardı. Ni­tekim onun bu durumunu hakkıyle gören, hakkıyle İşi­ten ve Rahman olan Rabbimiz, keder ve endişe için­deki küçücük Yusuf'a seslenerek “Ey Yusuf. Andolsun ki (buradan kurtulacak ve) kendileri farkında değilken. sen onlara bu yaptıklarını haber vereceksin” diye vahyetti. İşte bu vahiy üzerine durdu, İnsanlara seslen­mekten vazgeçti ve kendisini karanlık kuyunun sessiz­liğinde Rahman’in takdirine bırakıverdi Yusuf Aleyhisselam.
Yakub Aleyhisselam, içinde büyük bir endişe ol­masına rağmen yine de oğlu Yusuf’un döneceğini umud ediyordu. Akşam üstüne doğru bütün oğulları ağlar vaziyette yanına geldiler. Yakub Aleyhisselam'ın gözleri Yusuf'u aradı onların arasında. Fakat ne kadar bakarsa baksın Yusuf yoktu, oğİu,yoktu, oğulcağızı yoktu onların arasında!. Babalarının bu perişan halini gören oğullar “Ey Babamız, gerçek şu ki biz oraya git­tik ve Yusuf'u da yiyeceklerimizin yanında bırakarak yarışmaya başladık. Fakat biz birbirimizle yarışırken onu kurt yedi. Şimdi biz doğruyu söyleyenler olsak da, senin bize inanmayacağını biliyoruz” dedikten sonra üzerine kan sürdükleri Yusuf'un gömleğini, sözlerine bir delil olarak Yakub Aleyhisselam'a verdiler.
Bir hüzün yumağı haline gelen Yakub Aleyhisselam, başını iki yana salhyarak “Hayır” dedi. Oğulları­nın söylediklerine inanmamıştı, kesinlikle inanmamıştı. Yakup Aleyhisselam!. Çünkü hem Yusuf'un kendisine anlattığı rüyasında, hem de bu güzel oğlunun anlamlı gözlerinde. Allah tarafından seçilmişİiği görmüştü, bizzat görmüştü Yakup Aleyhisselam.
Ve Allah. seçmeyi dilediği bir mü'rnini, seçeceği bir müslümanı kurtlara yedirmezdi. Bu düşünceler içinde oğullarının gözlerine teker teker baktı. Hepsinin gözünde aynı tedirginlik, aynı yalan vardı. Bu işi ortaklaşa yaptıklarına ve aralarında hakka şahitlik yapacak birisi ol­madığına göre onlarla tartışmanın, onlarla cedelleşmenin hiçbir faydası yoktu. Yüreğindeki hüzün ile oğullarına dönerek, acı ile titreyen bir sesle “Nefsiniz, sizi yanıltıp böyle bir işe sürüklemiş. Sizinle faydasız bir tartışmaya girmeyecek, güzel bir şekilde sabretme­ye çalışacağım. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı, kendisinden yardım isteyebileceğim sadece Allah'tır” dedi.
Yakub Aleyhisselam, dudağından dökülen bu söz­ler ve yüreğindeki Yusuf sevgisi ile uzun yıllar sürecek olan bir hasret dönemine girmiş oluyordu. Tabi ki bu imtihanı yaşarken kendisini de sorguluyor, nerede ve nasıl bir hata yaptığını anlamak istiyordu. Hep o cüm­le, oğullarına söylediği o cümle yankılanıyordu kulak­larında.
“Yusuf'u bir kurdun yemesinden korkuyorum!.” Allah'a tevekkül ettikten ve Yusuf'unu Allah'a emanet ettikten sonra, neden böyle bir korkuya kapıl­mıştı ki!. Doğru muydu, doğru muydu, doğru muydu bu!. içinden yükselen bu sorulara başını iki yana sallıyarak “Hayır” cevabını veriyordu. Çünkü korku tevek­külü bozardı. Nitekim Allah'a tevekkül zırhını çatlatan, tevekkülde gedikler açan, belki de duyduğu bu korku, duyduğu bu endişe olmalıydı!.
Gerçi ilk defa, ilk defa böyle bir unutkanlığa düştüğünü hissetti. İşte bunu ve bu İlahi takdirin hikmetini düşününce, ya­şanması gereken bir imtihanın engellenemeyeceğini, kesinlikle engellenemeyeceğini bir kez daha anladı...
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Yusuf Aleyhisselam Ve Azizin Karısı

Yusuf Aleyhisselam Ve Azizin Karısı

Kardeşleri gittikten ve ses seda kesildikten sonra, kuyunun karanlıklarında kalan Yusuf Aleyhisselam bir çocuk saflığı ile yaşadıklarını tekrar tekrar düşünüyor ve kardeşlerinin niye böyle bir şey yaptıklarını yeniden anlamaya çalışıyordu!. Babası Yakub Aleyhisselam “Oğlum, şeytan insanın en büyük düşmanıdır” demiş­ti. Çok doğru bir söz olmalıydı bu. Herhalde şeytan, bu lanetli şeytan aldatmıştı kardeşlerini. Yoksa abileri, yoksa kardeşleri kendisine neden kızsın, onu neden kuyuda bıraksınlardı ki!. Yaşadığı olayı bu şekilde dü­şününce, abilerine kızmadığını fakat onlara çok ciddi bir şekilde acıdığını hissetti.
Zaman geçiyor fakat gelen giden olmuyordu!.
Aydınlık yüzü ile kuyunun daracık ağzına bakıyor, biri­lerinin, bir yardım vesilesinin gelmesini bekliyordu, beklemeye devam ediyordu Yusuf Aleyhisselam. Ge­celeri kuyunun karanlığından gökyüzüne bakarken, Allah'ın azametini düşünüyor, Allah'ı zikrediyor ve yaşadığı hiçbir an Allah'tan umudunu kesmiyordu. Elbetteki Rabbi olan Allah ona yardım edecek, ona bir yar­dım vesilesi gönderecekti.
Böylece bir süre. sabır ve tevekkül sahibi bir çocuğun dayanabile­ceği kadar bir süre geçtikten sonra, kuyunun başına bir yolcu kafilesi geldi. Kafilenin sucusu, su almak için kovasını kuyuya sarkıttı. Kuyunun içinde oldukça zor günler geçiren Yusuf Aleyhisselam. aşağı doğru sarkı­tılan bu kovayı görünce. Rahman olan Rabbimizin kendisine uzanmış yardım elini görmüş gibi sevinerek Allah'a hamdetti. Ve bütün gücünü toplayarak tuttu, tutunuverdi kovaya!.
Oldukça ağırlaşan kovayı yukarıya çeken sucu “Hey müjde, bu bir çocuk” diyerek sevincini İfade et­ti. Çünkü onlar için böyle bir erkek çocuğu, satabile­cekleri ticari bir mal idi. Dolayısıyla oldukça bitkin olan ve kendi kendine bir şeyler sayıklayan bu küçük çocu­ğu hiç dinlemeden, ticari bir mal olarak kendilerine alı­koydular.
Yolcu kafilesi tekrar yola koyulmuş ve hiçbir şeyin farkında olmayan Yusuf Aleyhisselam bilmediği bir ül­keye ve bilemediği bir hayata doğru yol almaya başla­mıştı. Bu yolcu kafilesi Mısır'a geldiğinde, Yusuf Aley­hisselam' esir pazarına götürdüler. Küçük ve bitkin bir çocuk olan Yusuf Aleyhisselam, esir pazarındaki alıcı­lar için değerli ve önemsenecek bir köle değildi. Fakat Mısırlı bir Aziz, Yusuf Aleyhisselam'a uzun uzun baktı. Hasta ve bitkin görünen bu küçük çocukta, hiç kimse­nin göremediği birçok güzelliği farketmiş gibiydi. Dolayısıyla hiçbir alıcısı ve talibi olmayan Yusuf Aleyhisselam'ı, çok ucuz bir fiyata satın alarak evine getirdi.
Mısırlı Azizin, rivayetlere göre ismi Züleyha olan genç bir hanımı vardı. Çok güzel bir hanım olan Züleyha'nm, hiç çocuğu yoktu. Mısırlı Aziz, Yusuf Aleyhisselam'ı Züleyha'ya vererek “Bunun yerini üstün tut ve ona güzel bak. Umulur ki bize bir yararı dokunur, ya da onu evlad ediniriz” dedi. Yusuf Aleyhisselam'i böylelikle güzel ve güvenilir bir yere yerleştiren Rabbimiz, ona sözlerin ve rüyaların yorumunu öğretti. Er­ginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verilirdi. Çünkü emrinde galip olan Allah (Celle Celaluhu), iyi­lik yapanları böyle ödüllendirmektedir.
Esir pazarına getirildiğinde sıradan bir çocuk gibi gözüken ve hiç önemsenmeyen Yusuf Aleyhisselam, yıllar geçkitçe büyümüş ve dünya tarihinin en güzel de­likanlısı olmuştu. Normal veya tabi karşılanacak bir güzellik değildi bu!. Sanki kainattaki bütün güzellikler ve aydınlıklar, Yusuf Aleyhisselam'ın cemalinde yani yüzünde toplanmış gibiydi!. Alışılmışın çok dışında olan bu güzellikte, fiziki kusursuzluğun ötesinde nurani bir atmosfer de vardı. Her insan topraktan yaratıl­mıştı ama. Yusuf Aleyhisselam'ın toprağı sanki nurla yoğrulmuş, nurla şekillendirilmişti!.
Yusuf Aleyhisselam hiç kuşkusuz ki bu güzelliğini bir gurur, bir böbürlenme değil, sadece ve sadece bir şükür vesilesi olarak kabul ediyordu. Kendisini böylesi­ne güzel yaratan Allah'ın, bu güzelliklerle mukayese edilemeyecek olan İlahi güzelliğini düşünüyor ve başı­nı öne eğerek “Güzel olan Sen'sin, güzelin ve güzelli­ğin ta kendisi gerçekten Sen'sin, Sen'sin ya Rabbi” di­yerek, Allah'a hamdü senalarda bulunuyordu.
Yusuf Aleyhisselam'ın bu güzelliği.
Mısır'lı Aziz'ın hanımı olan Züleyha'da sabır ve ta­hammül gücü bırakmamıştı. Yusuf Aleyhisselam'a önçeleri güzel sözlerle yaklaşmak istedi!. “Ey Yusuf, yü­zün ve cemalin ne güzel” dediğinde, Yusuf Aleyhisse­lam başını öne eğerek “Bu yüzüm ve cemalim, bir gün toprak olacak” derdi. “Ey Yusuf, ne güzel gözlerin var” dediğinde ise “Bu gözlere kabirde kurtlar düşecek ve bu gözler kurtların yemeği olacak” diyerek, hanımı­nın arzularını kendisinden uzaklaştırmak isterdi.
Bir gün şeytanın kışkırtması ile nefsani arzuları­nın önüne geçemeyen Züleyha, Yusuf Aleyhisse­lam'dan faydalanmak, onunla beraber olmak istedi. Mısır'lı Aziz'in evde olmadığı bir vakitte kapılan sımsıkı kapatarak “İstek ve arzularım senin içindir, yanıma gelsene” dedi. Yusuf Aleyhisselam, Züleyha'nın kendi­sini neye davet ettiğini çok iyi biliyordu.
Bir an durakaldı!.
Züleyha, her erkeğin beraber olmak isteyebilece­ği çok güzel bir kadındı. Bir erkek olarak belki kendisi de onu isteyebilir, belki kendisi de onu arzulayabilirdil. Ancak sonra, sonra ne olacaktı!. Çok ihlaslı bir insan olan Yusuf Aleyhisselam, Rabbirnizin lutfuyla bu ola­yın sonrasını düşündü. Züleyha ile böyle bir olay yaşar ise, bu olayın sonrasında utanç, bu olayın sonrasında pişmanlık, bu olayın sonrasında azap vardı. Böyle bir utancı yaşar ise Allah'a ne diyecek, nasıl hesap vere­cekti ki. İşte bu gerçeklerle kendisini toparlayarak “Allah'a sığınırım. Çünkü O benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa er­mez” dedi.
“Hocam, Yusuf Aleyhisselam’ın “O benim efen­dimdir, yerimi güzel tutmuştur.” cevabı çok güzel.”
“Elbetteki çok güzel Fatih. Ancak yine de bu ce­vapta senin farkettiğîn güzelliği dinlemek isteriz.”
“Mısırlı Aziz Yusuf'u bir köle olarak aldığında, ha­nımına götürmüş ve “Bunun yerini güzel tut” demişti. Dolayısıyla Mısırlı Azizin hanımı uzun yıllar Yusuf'a gü­zellikle davranmış ve onun yerini üstün tutmuştu. Yu­suf Aleyhisselam uzun yıllar gördüğü iyi muameleyi ve yerinin güzel tutulmasını Züleyha'dan bilseydi, Züleyha'ya karşı kendini borçlu hissedebilir ve onun teklifi karşısında tereddüte düşebilirdi. Çünkü insanlar kendi­lerine yapılan iyiliği, kendilerine yapılan güzel davra­nışları genellikle vesileden bildikleri zaman, kendilerini bu vesileye karşı borçlu veya minnet altında hissedebilmektedirler. Oysa Yusuf Aleyhisselam böyle yapma­mıştır. Çocukluğundan beri bir köleliği, bir tutsaklığı yaşamasına rağmen “Benim Efendim, benim gerçek sahibim Allah'tır” demiş ve yerinin güzel tutulmasını da sadece ve sadece Allah'tan, Allah'ın lütuf ve yardı­mından bilerek, Züleyha'nın teklifini kabul etmemiştir.
“Senden Allah razı olsun Fatih. Bir peygamberin davranışını, bir peygambere yakışır şekilde izah ettin. Evet. Fatih kardeşinizin de belirttiği gibi gördüğü her hayrı, hayrın gerçek Sahibi Allah'tan bilen ve zina gi­bi çirkin bir fiilin muhtemel akibetlerini düşünen Yusuf Aleyhisselam, Rabbimizin bu yardımı ile nefsi arzuları­na meyletmemiş ve hiç tereddüt etmeden “Allah'a sı­ğınırım. Çünkü O benim efendimdir, yerimi güzel tut­muştur.” Gerçek şu ki zalimler kurtuluşa ermez cevabını vermişti.
“Tabî ki Züleyha'nın hiç beklemediği bir cevaptı bu!.”
Gözü dönmüş bir şekilde yerinden kalkarak, Yu­suf Aleyhisselam'ı yakalamak istedi. Her ikisi birden kapıya doğru koştular. Yusuf Aleyhisselama yetişen Züleyha, onu gömleğinin arkasından tutarak kendine doğru çekti. Ancak nefsinin arzularına ve Züleyha'nın çekmesine rağmen durmadı, hiç duraksamadı bu gü­zel müslüman. Nitekim Züleyha'nın arzusu ve Yu­suf'un Allah korkusu arasında gerilen gömlek, bu ger­ginliğe daha fazla dayanamayarak yırtılıverdi!. Kapının yanına geldiklerinde ise Mısırlı Aziz ile karşılaşıverdiler. Züleyha bir anda ne yapacağını şaşırdı!. Kendisi için utanç verici bu durumdan kurtulabilmek için Yusuf Aleyhisselam'ı suçlayarak “Ailene böyle bir kötülük is­teyenin, zindana atılmaktan veya acıklı bir azabtan başka, cezası ne olabilir?” dedi.
Hiç beklemediği böyle bir suçlama karşısında şaş­kındır, şaşırmıştır Yusuf Aleyhisselam. Öylece kendisi­ne bakan Mısırlı Azize ne diyeceğini, nasıl cevap vere­ceğini bilemedi. Çünkü suçlu da olsa bir insanın ayıbını söylemek, bir insanı utandırmak, Yusuf Aleyhisselam’ın hiç hoşlanmadığı bir şeydi. Fakat sustuğu takdirde de kendisi, bizzat kendisi hiç taşıyamayacağı bir utancın altına girecekti. Bu çelişkili düşünceler için­de başını öne eğerek dudaklarını açtı ve zor duyulabi­lecek bir sesle “Onun kendisi benden murad almak is­tedi” diye fısıldadı.
Hanımının ve Yusuf Aleyhisselam’ın birbiriyle çe­lişen bu cevaplan üzerine tereddütc düşen Mısırlı Aziz, ne yapacağını ve kimi suçlayacağını bilemedi' Ancak Züleyha'nın yakınlarından olan bir kadın. Mısırlı Azizle konuşarak “Eğer Yusuf'un gömleği ön taraftan yırtılmassa bu durumda kadın doğruyu söylemiştir, kendisi ise yalan söyleyenlerdendir. Şayet Yusuf'un gömleği arkadan çekilip-yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan söylemiştir ve Yusuf doğruyu söyleyenlerdendir” dedi.
Kadının bu sözlerini gayet doğru bulan Mısırlı Aziz. Yusuf Aleyhisselam'in gömleğine baktı. Gömle­ğin arkadan çekilip yırtıldığını görünce, Züleyha'ya dö­nerek ve nefsi zafiyetle entrikalar üreten tüm kadınla­rı kastederek “Doğrusu bu. sizin düzeninizdir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür” dedi. Sonra durdu, ne yapması gerektiğini düşünmeye başladı. Olay aydınlanmıştı ama, aydınlanan bu olayı şehir halkı du­yarsa hem kendisi, hem de ailesi rezil olurdu. Böyle bir rezalet çıkmasını kesinlikle istemeyen Mısırlı Aziz, bu olayı örtmeye karar verdi.
Sessiz ve sakin bir şekilde kendisi hakkında veri­lecek kararı bekleyen Yusuf Aleyhisselam'a dönerek ve ona hanımını göstererek “Yusuf, sen bundan yüz çevir” dedi. Sonra kızgın ve kırgın bakışlarını hanımı­na çevirdi. Hüzün ve kırgınlık dolu bir suskunluğun ar­dından “Sen de günahın dolayısıyla bağışlanma dile. Doğrusu sen günahkarlardan oldun” diyerek, nefsine çok ağır gelen bu olayı kapatmak istedi.
Mısırlı Aziz olayı bu şekilde kapattığını sanmasına rağmen olay gizli kalmamış, şehirdeki birçok kadının kulağına gitmişti. Hepsinin evinde uşak ve cariyeler bulunan bu kadınlar, yaptıkları her dedikoduda Züleyha'yı kınamaya başlamışlardı. Birbirlerinin yüzüne kınayıcı bir hayret ile bakarak “Azizin karısı kendi uşağı­nın nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki onun sevgisiyle yanıp tutuşuyormuş. Doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görmekteyiz'” diyorlardı.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Yusuf Aleyhisselam Ve Azizin Karısı (devamı)

Yusuf Aleyhisselam Ve Azizin Karısı (devamı)

Şehirdeki üst düzey kadınların böylesi dedikodu­larını duyan Züleyha, önce ne yapacağını düşündü. Kendisi hakkında böyle konuşan kadınlar, elbetteki Yusuf'u ve Yusuf'un güzelliğini hiç görmemişlerdi. Oy­sa Yusuf'u görseler, kendisi hakkında böyle konuşa­mazlar, kendisini böyle kınayamazlardı. Çünkü kendi­si Yusuf'u her gün görmesine rağmen, onu her görüşünde yeni görmüş gibi heyecana kapılıyor, onun cemaline bakarken dünyadan koptuğunu ve bambaş­ka alemlere gittiğini hissediyordu. Hatta bir gün döşe­ğe yaslanmış bir şekilde elindeki bıçakla meyve yerken Yusuf yanına gelmiş ve Yusuf'a bakarken elindeki bı­çakla parmağını kestiğini bile farketmemişti. Gerçi bu olayı kimseye söylememiş, kimseye anlatmamıştı Zü­leyha!.
Çünkü asil ve soylu bir kadının uşağına bakar­ken böyle bir duruma düşmesi, o asil ve soylu kadın için gerçekten utanılacak bir durumdu!.
Bu olayı hatırlayan Züleyha'nın gözleri yavaş ya­vaş açılmaya ve sinsi bir sevinçle parlamaya başladı. Çünkü şehirde kendisinin dedikodusunu yapan asil ka­dınlara, ne yapması gerektiğini çok iyi anlamıştı artık. Nitekim bu anlayışla onlara haber göndererek, onların hepsini evine davet etti. Gelen misafirlerini güleryüzle karşılayıp, rahatça oturup-dayanacakları yerler hazırladı. Önlerine çeşitli meyveler koyarak, bu meyveleri soymaları için hepsine birer bıçak verdi. Kadınlar elle­rindeki bıçak ile meyveleri soymaya başlayınca, za­manlamaya çok dikkat eden Züleyha hemen Yusuf Aleyhisselam'ın yanına giderek “Haydi çık ve onlara görün” dedi.
Yusuf Aleyhisselam kadınların yanına çıkınca, bü­tün kadınlar büyük bir hayret şokuna girmişlerdi!. Ön­lerinde duran Yusuf Aleyhisselam'a baktıkça, hayal ufuklarını aşan bu güzellik karşıstnda kendilerinden geçtiler. Yusuf Aleyhisselam'ı bir anda karşılarında gö­rünce, meyve soymakta'olan ellerine “Durun, hele biraz durun” demeye bile fırsat bulamamışlardı!. Bıçak tutan elleri bilinçsiz bir şekilde yine işliyordu!. Ve elle­rindeki bıçaklarla, hiç farkında olmadan ellerini kes­meye, ellerini doğramaya başladı bu kadınlar!.
“Ellerini kestiklerini hissetmiyorlar mıydı?”
“Hiç, ama hiç hissetmiyorlardı Merve. Çünkü on­lar ilk kez gördükleri güzellik karşısında sanki başka dünyalara, sanki başka alemlere gitmişlerdi!. Nitekim Yusuf Aleyhisselam'ın cemaline baktıkça, gördükleri güzelliği anlamaktan ve tanımlamaktan aciz kalarak “Suphanallah!, Bu bîr insan değil, olsa olsa yüce bir melektir” demeye başlamışlardı!.
Hayretten uzak sakin bakışlarla olayı izleyen ve kurduğu planın bir gereği olarak zaten beklediği bu gelişmelerden hiçbir şaşkınlık duymayan Züleyha, Yusuf Aleyhisselam ile kadınların arasına girerek “Kendisi hakkında beni kınadığınız işte budur” dedi. Züleyha'nın bu sözü ile kendilerine gelen ve kanlı ellerine bakarak ne yaptıklarını fârkeden kadınlar, birbirlerine utangaç gözlerle bakmışlar ve nasıl bir duruma düştük­lerini anlamışlardı. Gizli bir utanç içinde olan kadınla­rın bu durumuna bakan Züleyha, artık kendisini çok iyi hissediyordu. Çünkü şehrin öndegelen asil kadınları, bir uşağın güzelliği karşısında ellerini kesmişler, hiç farkında olmadan ellerini doğramışlardı!. Kendisinin Yusufun nefsinden murad almak istemesi ne kadar küçültücü bir olaysa, asil kadınların içine düştüğü bu durum da o kadar küçültücüydü!. Şimdi bu kadınlar ne diyecekler, eşlerine ve yakınlarına bu olayı nasıl izah edeceklerdi ki?
Tabi ki bütün bu soruların cevabı Züleyha'daydı!.
Çünkü kadınların büyük olasılıkla böyle bir duru­ma düşeceğini bilen ve bu nedenle olayı dikkatlice or­ganize eden Züleyha, bu olayın devamını da düşün­müş ve misafiri olan asil kadınları da içine alan bir düzen kurmuştu. Kurduğu bu düzeninin yegane hede­fi, yine Yusuf'tu, yine Yusuf Aleyhisselam'dı. Çünkü Züleyha için Yusuf'tan vazgeçmek, vazgeçebilmek mümkün değildi. Kaldı ki şimdi yanında, bu düzeninde kendisine ister istemez yardım edebilecek asil kadınlar da vardı.
Kurduğu düzenin kendisine verdiği güvenle açık­ça konuşmayı tercih eden Züleyha, mahcup gözlerle kendisine bakan misafirlerine “Andolsun ben onun nefsinden faydalanmak istedim, o ise iffetini korudu. Fakat yine andolsun ki, eğer kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve mut­laka küçük düşürülenlerden olacak” dedi. Ve bu sözle­rinden sonra, Yusuf Aleyhisselam'a sadece iki seçenek bırakan planını anlattı. Bu plana göre Yusuf Aleyhis­selam ya Züleyha'nm isteğini kabul edecek; ya da ka­dınlara kötülük yapmakla, belki de elindeki bıçakla on­lara saldırıp-onları yaralamakla suçlanacak ve ellerinden yaralanan bu kadınların ortak ifadesiyle zin­dana atılarak, küçük düşürülenlerden olacaktı!. Züleyha'ın bu sözleri karşısında, kadınlardan hiçbiri ona itiraz edemedi. Çünkü bütün kozlar, kendilerini bir uşak karşısında aciz ve açması bir duruma düşüren Züleyha'nın elindeydi!. Dolayısıyla kurduğu bu düzen ve yapmak isteği şey konusunda, Züleyha'ya karşı çıkma­yacaklarını belirttiler.
Bütün olup-biteni endişeli gözlerle izleyen ve na­sıl bir düzenle karşı karşıya olduğunu çok iyi anlayan Yusuf Aleyhisselam, kadınların hep birlikte katıldığı bu düzen karşısında “Ya Rabbim, benim için zindan, bun­ların beni kendisine çağırdıkları şeyden daha sevimli­dir. Onların kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara eğilim gösterebilir ve cahillerden olurum” diyerek Allah'tan yardım istedi. Her duayı işiten ve her şeyi hakkıyle bilen Rabbimiz, Yusuf Aleyhisselam'ın duasını kabul ederek, kadınların hileli düzenlerini on­dan uzaklaştırdı.
Kadınların hileli düzeninden kurtulan, Allah'ın yardımı ile onlara hiçbir eğilim göstermeyen Yusuf Aleyhisselam, kendisine atılan iftira konusunda ise yal­nızlığa düşmüştü. Çünkü kadınların hepsi ağız birliği ile kendisini suçlamışlar, belki de bu suçlamalarına açık bir delil olarak yaralı ellerini göstermişlerdi!. Suçlama­ları dinleyen ve delilleri gören yetkililer, Yusuf Aleyhisselam’ın gözlerindeki masumiyet aydınlığını farketseler de, deliller istikametinde onu belli bir vakte kadar zindana atmaya karar verdiler.
Böylelikle zindanın yolu gözükmüş, Yusuf Aleyhisselam için zindan günleri başlamıştı artık..
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Karanlık Zindanın, Aydınlık Mahkumu!.

Karanlık Zindanın, Aydınlık Mahkumu!.

Küçük yaşlarda kuyuya atılan ve kuyunun karan­lıklarında günlerce kalan Yusuf Aleyhisselam, bu sefer bir kuyuya değil karanlık bir zindana atılmıştı. Tabi ki her iki olayda da suçsuz, her iki olayda da masumdu Yusuf Aleyhisselam. Fakat bütün bunlar, yaşanması gereken İlahi bir takdirdi. Çünkü bir insanın olgunlaş­ması ve içinde yaşattığı güzel duyguların mayalanma­sı, bazı acılara ve imtihanlara bağlı ise, Yusuf Aleyhis­selamın imtihanları da böyle bir tutsaklık çizgisinde gelişiyordu.Yusuf Aleyhisselam ile birlikte iki genç de zinda­na girmişti. Kendilerine iyilik üzere yaklaşan Yusuf Aleyhisselam'ı kısa zamanda sevmişler, onu kendileri­ne yakın hissetmişlerdi. Birgün bu gençlerden birisi;
“Ben rüyamda kendimi şarap sıkıyorken gördüm.” de­di. Öbürü de:
“Ben de kendimi başımın üstünde ek­mek taşıyorken gördüm; kuş da ondan yiyordu” dedik­ten sonra;
“Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni, iyilik yapanlardan görmekteyiz.” di­yerek, gördükleri bu rüyaların yorumunu, bu rüyaların tabirini öğrenmek istediler.
“Hocam, siz de rüyaların yorumunu yani tabirini biliyor musunuz?”
“Ben rüyanın ne olduğunu bilmiyorum ki Merve, tabirini bileyim!.”
“Hocam, hiç rüya görmediniz mi?”
“Elbetteki gördüm ve görüyorum Hamdi!. Fakat rüyanın hakikati hakkında yeterli bir bilgiye sahip ol­madığımı düşünüyorum. Bildiğiniz gibi yarınlarda ger­çekleşecek olan yaşanmamış her gün veya yaşanma­mış her hadise bizim için gaybdır. Salih denilen rüyalar ise, bizler için gayb olan'bu hadiselerin, uyku halinde iken aynen veya müteşabih olaylar ve anlamlı sembol­ler ile bizlere yansımasıdır.
“İşte rüyanın tarifini yaptınız hocam!.”
“Mesele bu kadar basit değil Merve!. Bu konuda bilmediklerim, bildiklerimden çok daha fazladır. Mese­la rüyayı neyimizle algılıyoruz? Kalbimizle mi, nefsi­mizle mi, beynimizle mi, ruhumuzla mı, bilmiyorum!. Gerçek hayata müteşabih olan hangi olay veya hangi sembol; niye, neden ve nasıl bazı şeyleri ifade ediyor, bilmiyorum!. Rüyalardaki önemli semboller kişiye özel olmadığına yani her kim görürse görsün aynı gaybi manaları ifade ettiğine ve bizlerde de gayb bilgisi bu­lunmadığına göre; uyku halindeyken neyimizle, nere­ye uzanıyor ve ilim sahipleri için gaybi bir gerçeklik ifade eden bu sembolleri nerede görüyoruz, bilmiyo­rum!. Uyanıkken bile şeytanı farketmekte zorlanırken, rüyalarımızda Resulullah (Aleyhissalatu vesselam) dı­şında her kimliğe bürünebilecek olan şeytanı nasıl farkedebileceğimizi, dolay isiyle salih veya şeytani rüyayı birbirinden nasıl ayırabileceğimizi bilmiyorum!. Şimdi bana sadece bir kısmını zikrettiğim bu bilmediklerimin cevabını verirseniz, sizlerle rüya ve rüya tabiri hakkın­da biraz konuşabiliriz.
“Hocam, biz konumuza yani gerçek hayatı yo­rumlamaya devam edelim.”
“Çok güzel söyledin Fatih!.
Mü'minler olarak dikkate almamız gereken rüyalarımız, yoruma ve zorla­maya gerek duymayan açık ve salih rüyalarımız olmalıdır. Bu konudaki Nebevi nasihat ise gönlümüze huzur ve sevinç veren salih rüyaların anlatılması ve bu rüyaların hayra yorumlanmasıdır. Gönlümüze sıkıntı veren karışık rüyaların ise hiç kimseye anlatılmadan, Allah'a sığınma duaları ile kapatılıp-örtülmesidir. Evet, şimdi konumuza dönüyoruz. Yusuf Aleyhisselam gördükleri rüya vesilesiyle kendisine kulak veren, kendisini dinlemek isteyen bu gençlere, öncelikle kendisini daha iyi tanıtmak istedi. İman ve ihlas dolu bir sesle “Size rızıklanacağınız bir yemek gelmeden önce, ben size onun yorumunu, onun tabirim haber veririm. Bu. Rabbimin bana öğretiklerindendir. Bu zindana girme nedenim ise, Allah'a iman etmeyen ve ahireti de inkar edenlerin dinlerini, onların hayat tarzlarını kabul etmediğim içindir. Ben zinadan korkmayan ve hakkı gizleyen bir topluluğun dinini terkettim. Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Bizim, Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamız olamaz. Bu, bize ve İnsanlara Allah'ın lütuf ve ihsanmdandır. Ancak insanlardan çoğu şükretmezler” diyerek, içinde bulunduğu duruma ve tevhidi din anlayışına açıklık getirdi. Sonra İlahi gerçekleri tebliğ ederek “Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı bir­çok Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa Kahhar olan bir tek Allah mı? Sîzin Allah'tan başka taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Oysa hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler” dedi.
“Hocam. Yusuf Aleyhisselam “Birbirinden ayrı birçok Rabler” derken neyi kastediyor?”
“Güzel bir soru Veli. Allah'a şirk koşulan toplum­larda, birbirinden ayrı birçok putlar, birçok sahte ilah­lar vardır. Allah'a eş koşan müşriklerin, bunlann hep­sinden sakınmaları ve bunların hepsini ayrı ayrı hoşnut etmeleri gerekmektedir. Tabi ki kolay bir iş değildir bu!. Çünkü Rab yerine koydukları her putun farklı is­tekleri, farklı emirleri olmaktadır. Meseleye günümüz­den örnek verecek olursak, mesela devleti ilahlaştararak, ilahlaştırdıkları bu devlet kademelerinde bir üst makama geçmek isteyen şaşkınlar vardır. Bunlar terfi edebilmek ve bir üst makama geçebilmek için, birer Rab olarak gördükleri müdürleri, genel müdürleri, kaymakamları, valileri, bakanları ve başbakanları, ayrı ay­rı hoşnut etmek durumundadırlar. Hovarda bir müdü­rü hoşnut edebilmek için onunla pavyona, muhafazakar bir kaymakamı hoşnut edebilmek için onunla camiye gitmek zorunda kalan bu şaşkınlar, çe­lişkilerle dolu zorlu ve karmaşık bir hayatın içinde sürüklenirler. Halbuki sadece Allah'a yönelen ve sadece Allah'ı hoşnut etmek isteyen müslümanlann. böylesi çelişkileri yoktur. Hangi durumla karşılaşırlarsa karşı­laşsınlar sadece ve sadece Allah'ı razı etmeleri gerekti­ği için, hiçbir çelişkiye düşmeden Allah'ın hükmüne yönelerek, Allah'ın hoşnutluğunu gözetirler. Sadece Allah'ı hoşnut etmeyi amaçlayan bu yaklaşımın netice­si ise, hem dünyada ve hem de ahirette kendilerinin de hoşnut olması, hoşnut edilmeleridir.
Hocam, bazı durumlarda Allah'ı hoşnut etmek için İlahi hükmü yaşamak, nefsimize ağır geliyor ve nefsimiz bundan pek hoşlanmıyor!.
Bu her insanın, her müslümanın zaman zaman yaşadığı bir durumdur Seda hanım. Rabbimizin bazı hükümlerine yeterince iman etmemiş ve bu hükümler nefsimize yeterince mutmainlik vermemiş ise; bu hükümlerin yaşanmasında nefsi zorlanmayı hissedebili­yoruz. Tabi ki meselenin güzel ve anlamlı yönü, nefsin hoşnutsuzluğuna rağmen yine de Allah'ın hoşnutluğu­nun gözetilmesi ve İlahi hükmün yaşanmasıdır. Ayrıca şu hususun da dikkate alınması gerekir ki, şeytani amellerde, ameli işlerken nefsi hoşnutluk daha sonra hoşnutsuzluk hissedilirken; Rabbani amellerde bunun tam tersi olmaktadır.
Rabbani bir ameli işlerken hissedebileceğimiz nefsi hoşnutsuzluk, İlahi hükmün pratiğine ilk adımı atarken hissedebileceğimiz bir hoşnutsuzluktur. Hük­mü yaşadıktan sonra ise nefsimiz de dahil olmak üze­re her şeyimizle bir hoşnutluk ortamına girmeye baş­ladığımızı hissedebiliriz. Çünkü bu hoşnutluk, şanı yüce Rabbimizin mü'minlere açık bir vaadidir. Rah­man olan Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de mü'minleri ve mü'minlerin mutmain nefislerini muhatap alarak;
“Rabbine, hoşnut etmiş ve hoşnut edilmiş olarak don.” buyurmaktadır. Bu apaçık ifadeden de anla­yacağımız gibi, Allah'ı hoşnut etmenin sonrası ve akibeti, hoşnut olmaktır. Dolayısıyla herhangi bir insan veya herhangi bir müslüman kendisini gerçekten hoş­nut etmek ve bu hoşnutluğu kalıcı olarak yaşamak is­tiyorsa, bunun en kestirme ve en gerçek yolu, Allah'ı hoşnut etmesidir. Çünkü Rahman ve Rahim olan Rabbimiz Kendisini hoşnut etmeyi dileyen bütün mü'min­leri hoşnut etmekte, onları kalplere ve nefslere mut­mainlik veren gerçek bir huzura kavuşturmaktadır.
Evet, tekrar kıssamıza dönecek olursak, Yusuf Aleyhisselam zindan arkadaşlarına “Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı birçok Rabler mi daha hayırlıdır, yok­sa Kahhar olan bir tek Allah mı?...” diye sormuştu. Bu ifadede Rabbimizi Kahhar sıfatıyla zikretmesinin önemli bir nedeni, şanı yüce Rabbimizin İlahlaştırılan bütün putları ve bunları Rab yerine koyarak onlara ibadet edenleri Kahhar sıfatıyla kahredeceğini açıkça beyan etmek içindir.
Yusuf Aleyhisselam zindan arkadaşlarına bu apa­çık tebliğden sonra, onların gördükleri rüya ile ilgili so­rularını yanıtladı.
“Ey zindan arkadaşlarım, ikinizden biri efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılacak ve kuş onun başından yiyecek. İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz iş (artık) olup bitmiştir.” diyerek, rüyalarını yorumlamış oldu. Yorumun sonunda “İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz iş, artık olup bitmiştir” de­mesi ise, bizlere Resulullah (Aleyhissalatu vesselamın bazı karışık ve karanlık rüyaların hiç kimseye anlatıl­madan, Allah'a sığınma duaları ile kapatılması gerek­tiği nasihatini hatırlatıyor. Çünkü Yusuf Aleyhisselam'ın yorumdan sonra “Bu iş artık olup bitmiştir” demesi; rüyadaki soyut mesajın, (anlatıldıktan ve yo­rumlandıktan sonra) gerçek hayata ilk somut adımı gi­bi gözüküyor.
“Hocam, bir insanın yüzüne karşı öleceğini söy­lemek doğru mu?”
“Seda hanım, bunu Rabbimiz Kur'an-ı Kerim’de sık sık yapıyor, her insana öleceğini, mutlaka ve mut­laka öleceğini bildiriyor!. Sıhhatli insanlara bile her an ölebileceklerini söylememiz gerekirken, hastalık veya başka nedenlerle bunun açık işaretlerini almış kimselerden niye saklayacağız ki? Ona içinde bulunduğu du­rumu açıkça söyler, ölüme ilişkin işaret ne kadar kuv­vetli olursa olsun, yine de her şeyin Allah'ın takdirine bağlı olduğunu açıklar ve bu gerçekleri dikkate alarak yüzünü Allah'a dönmesini, önündeki ömürün kısalığı­na veya uzunluğuna hiç bakmadan, ölüme hazır bir şekilde yaşamasını tavsiye ederiz.
Nitekim bu gerçeği gizlemeyen, zindan arkadaşlarının rüyasını Allah'tan öğrendi­ği kesin bir ilim ile açıkça yorumlayan Yusuf Aleyhisselam, daha sonra bu kesin bir ilim ile kurtulacağını söylediği gencin yanına giderek “Efendinin yanında beni an, benim durumumu anlat” dedi. Yusuf Aleyhis selam'ın durumunu ve suçsuzluğunu çok iyi bilen bu genç, bir süre sonra zindandan çıktı ve efendisinin ya­nında hizmete başladı. Ancak şeytanın unutturmasıyla efendisine zindandaki Yusuf Aleyhisselarn'dan ve onun durumundan hiç bahsetmedi. Böylece Yusuf Aleyhisselam daha nice yıllar zindanda kaldı.
“Hocam, insan bir gün unutsa, öteki gün hatırlar. Bu genç hiç mi hatırlamamış?”
Uzun yıllar hiç hatırlamamış Veli. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de bildirildiği gibi “Şeytan ona unutturdu” buyuruluyor. Şeytan öyle unutturmuş ki, uzun yıllar geçme­sine rağmen hiç hatırlamamış. Bizim burada üzerinde durmamız gereken husus, bir peygamberin tenbihine ve temennisine, şeytanın nasıl müdahale edebildiği ve­ya bu müdahale hakkını nasıl bulduğudur!.
“Öyle değil mi?”
“Doğru söylüyorsunuz. Şeytan nasıl oluyor da bir peygamberin tenbihini unutturarak, o peygamberin çok uzun yıllar zindanda kalmasına neden olabiliyor!.”
“Evet arkadaşlar, bu soruyu düşündüğümüz za­man, şu gerçeklerle karşılaşabiliriz. Şeytan Aleyhillaneye bu müdahale hakkını veren, herşeyi hakkıyle gö­ren ve bilen Allah (Celle Celaluhu) idi. Çünkü kurtulmak için araya bir vesile koymak veya Allah'ın izniyle bir vesileden yardım beklemek, bizler için çok tabi bir şey olmasına rağmen; Yusuf Aleyhisselam gibi bir peygamber için, çok çok küçük de olsa bir hata idi. Rahman olan Rabbimiz, özellikle tüm peygamberlerin sadece Kendisine yönelmelerini, ne isteyeceklerse önemle ve öncelikle Kendisinden istemelerini dilemek­tedir.”
“Kaldı ki Yusuf Aleyhisselam’ın bu konuda daha özel bir konumu da vardı. Çünkü uzun yıllar önce ku­yuya bırakıldığında, hiçbir vesilenin ve habercinin bulunmadığı o kuyunun karanlık derinliğinde, Rahman olan Allah onu görmüş, ona seslenmiş ve onu kurtar­mıştı. Bu apaçık yardımı yaşayan Yusuf Aleyhisselam'ın, zindan arkadaşına “Efendinin yanında beni an, benim durumumu anlat” demesi, elbetteki Rabbimizin hoşnutlukla karşılayacağı bir söz değildi. Çünkü bu sö­zü bizler gibi ayakta durmakta zorlanan sıradan bir müslürman değil, Yusuf yani Kerim oğlu, Kerim oğlu, Kerim oğlu Kerim olan Yusuf Aleyhisselam söylüyor­du.
Yusuf Aleyhisselam zindan arkadaşına bu sözü söylemeye niyetlendiğinde, şanı yüce Rabbimiz. “Ey Yusuf!. Sen zindana onların hükmüyle girmedin ki, onların merhametiyle veya adaletiyle çıkasın!. Benim veli olduğum. Benim dost ve yardımcısı olduğum bir kulu, Bana rağmen kim zindana atabilir ki!. O halde Benim, sadece Benim İlahi takdirimle orada bulunu­yorsan, Ben'den başkasına niye haber gönderiyor­sun?” deseydi, Yusuf Aleyhisselam bir anlık hata ile söyleyeceği o sözden hemen uzaklaşmaz mıydı?
Elbetteki uzaklaşırdı.
Ancak bu olay, gerçekleşmesi mukadder olan bir İlahi takdirdi. Daha önce Yusuf Aleyhisselam'ı kurtla­rın yemesinden endişe eden Yakup Aleyhisselam'ın bir anlık korkusunu nasıl yorumlamışsak; Yusuf Aleyhisselam'ın bu çok küçük hatasını da aynı şekilde yorumlamamız gerekir. Çünkü İlahi takdir gereği yaşanması gereken bir imtihan, bazen küçük bir gaflet ve küçük bir hata vesilesiyle de olsa illa ki yaşanacaktı. Bu İlahi takdirin önüne geçmek veya bu İlahi takdiri değiş­tirmek mümkün değildi.
Şimdiki takdir ise Yusuf Aleyhisselam'ın uzun yıllar zindanda kalması, karanlık zindandaki sabır ve tevekkül ile nur do­lu bir iç aleme kavuşmasıydı!.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Kralın Rüyası

Kralın Rüyası

Yıllar geçiyor, zindanda ve zindan dışında hayat sürüp gidiyordu. Tabi ki zindanda geçen zaman, dışa­rıdakinden daha farklı yaşanıyor, daha farklı algılanı­yordu!. Çünkü görece olan zaman, kendilerini sosyal hayatın hergün değişen yeni dalgalan içine bırakan in­sanlar için bir nehir gibi hızla akarken; zindanın hiç değişmeyen karanlık duvarları arasında yaşayan insan­lar için adeta donuyor ve bu kaskatı donukluk içinde sanki milim milim ilerliyordu. Oysa zaman denilen sü­reç, aslı itibariyle hep aynıydı, hep aynı tempoda ilerliyordu.
Mesela yıllar önce İnsan Dergisini aylık olarak yayınlarken, bir yandan haftanın belirli günleri pazarda süpürge satıyor, bir yandan derginin gündemindeki konular için Kur'an bütünlüğünde araştırmalar yapıyor ve bütün yazılan titizlikle hazırlamaya çalışıyor, basım maliyeti İzmir'e nazaran biraz daha düşük olduğu için üç-dört günlüğüne Ankara'ya giderek ve oradaki tale­be evlerinde kalarak dergiyi bastırıyor, dergileri alacele paketleyip pullarını teker teker yalarken, bir son­raki dergi gündemini düşünmeye başlıyor ve bu koşuşturma arasında Türkiye'deki kardeşlerimizle gö­rüşebilmek için, bir hafta on gün süren Türkiye gezile­rine çıkıyorduk. Şimdilerde hayretle karşıladığım bu tempoyu yaşadığımız o günlerde, İslamİ kaygılarla yol­ları zindana düşen kardeşlerimizle de mektuplaşıyorduk.
Bunları anlatmamın nedeni, zindandaki kardeşle­rimizle aynı zaman sürecini yaşamamıza rağmen, bu süreci çok farklı algılamış olmamızdır. Aynı süreç için­de zamanla yarışan bizler, zamanın nasıl geçtiğini hiç anlayamazken; zindandaki kardeşlerimiz için zaman, geçmek bilmeyen bir süreçti!. Zaman denilen şeyi, üzerine bindiğimiz bir ata benzetirsek, yoğun bir tem­po içinde olan bizler bu atın çok hızlı gitmesinden şi­kayet ederken; zindandaki kardeşlerimiz ise çok ağır ilerlemesinden şikayet ediyordu!. Ancak biraz önce de belirttiğim gibi hep aynı tempoda ilerleyen zaman bi­zim bu şikayetlerimizi hiç dikkate almıyor, üzerindeki biniciler her ne kadar “Çüüş” veya “Deeh” derlerse desinler, bu sözleri hiç umursamadan bildiği tempoda ilerliyordu.
Evet, bütün bu anlattıklarımızdan da anlaşılacağı gibi, zamanın zindanda yaşanması bir insan için çok zor ve çok farklı bir şeydi. Çünkü zaman mefhumu aynı ol­masına ve aynı tempoda ilerlemesine rağmen, zama­nın kişilere ve kişilerin konumuna göre algılanışı çok farklıydı!. Görece olan zamanın algılanışı, yaşam hızıy­la yakından ilgili olduğu için, bu sürecin durağan bir hayatın hakim olduğu zindanda geçirilmesi, elbetteki çok daha zor oluyordu. Hele ki bu insan Yusuf Aleyhisselam gibi bir iftira sonucu zindana girmişse ve ma­sumiyet duygularıyla zindanda geçirilen bu süre. riva­yetlere göre on uzun yıl olmuşsa, bu gerçekten katla­nılması çok zor bir durumdu.
Ancak bu çok zor durumu yaşayan kimse, Allah'ı seven ve Allah için sabretmeyi bir ibadet telakki eden güzel bir mü'min, güzel bir Yusuf ise; elbetteki Allah o mü'mini zindanda yalnız bırakmıyor ve o mü'min için güzel bir zindan arkadaşı, o mümin için gerçek ve yeterli bir veli, bir dost oluyordu. Hiç kuşkusuz ki meselenin bilincinde olan her mü'min için büyük bir nimet ve büyük bir lütuftu bu. Çünkü böyle bir mü'min için Allah gibi bir dost ile zindanda yaşa­mak, Allah'tan uzak bir şekilde saraylarda ve köşkler­de yaşamaktan elbetteki çok daha güzel, çok daha an­lamlı bir durumdu.
On uzun yıldır zindanda olan Yusuf Aleyhisselam, karanlık zindanda Rahman'ın aydınlattığı böylesi duygularla muhteşem bir sabrı ve tevekkülü yaşarken; zindana hiç de uzak olmayan bir sarayda yaşayan Mı­sır kralı ise son günlerde oldukça karmaşık bir rüya görmeye başlamıştı. Birçok kez arka arkaya gördüğü bu rüyanın yorumunu merak ederek, ülkesinin ileri ge­len kahinlerini ve. bilginlerini topladı. Onlara “Ben rü­yamda yedi cılız ve zayıf ineğin, yedi semiz ve besili ineği yediğini görüyorum. Ayrıca yedi yeşil başak ile diğerlerini kuru görüyorum” diyerek, gördüğü bu rüya­nın tabir edilmesini istedi.
Ülkenin önde gelen kahin ve bilginleri “Bunlar çok karmaşık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilemeyiz” dediler. Bu konuşmaları duyan ve daha önçeleri Yusuf Aleyhisselam'ın zindan arkadaşı olan hiz­metçi, uzun yıllar sonra Yusuf Aleyhisselam'ı hatırlaya­rak “Ben size bu rüyanın tabirini bildireceğim. Beni hemen zindana gönderin” dedi.
“Hocam, daha önce şeytan unutturmuştu ama şimdi herhalde Allah hatırlatmıştır.”
“Dikkatin için teşekkür ederim Veli. Belirttiğin gibi elbetteki Allah hatırlatmıştır. Zaten Yusuf Aleyhisselam’ın artık kurtulmasını murad ederek, krala birçok kez o rüyayı gösteren de şüphesiz Allah idi. Çünkü bir­çok İlahi yardım, insanlara Allah'ın yarattığı bazı se-bebler ve bazı vesilelerle ulaşır. Kurtuluşu veya yardımı sadece vesileden bilerek, bu vesileyi yaratan Allah'ı gö-zardı eden kimseler; ne yazık ki açık bir nankörlüğe düşerek, kendileri için bir nimet olması gereken vesi­leyi, başlı başına bir musibet haline getirmektedirler.
Evet, Rabbimizin lutfu ile uzun yıllar sonra Yusuf Aleyhisselam'ı hatırlayarak zindana giden bu hizmetçi, “Ey Yusuf, ey doğru sözlü insan!. Yedi semiz ineği, yedi cı­lız inek yiyor ve yedi yeşil başak ile diğerleri kurul. Bu rüyayı yorumla ki, insanlara doğru bir cevap ile döne­yim ve belki onlar (da vereceğin bu cevapla senin doğruluğunu) öğrenmiş olurlar” dedi. Yusuf Aleyhisselam bu hizmetçiye geçmişle ilgili hiçbir soru sormadı, “Sa­na tenbih ettiğim halde Efendinin yanında beni niye anmadın” diyerek onu hiç kınamadı. Çünkü Yusuf Aleyhisselam'ın şükür ve iman duyguları içinde İlahi cevabını çok iyi bildiği sorulardı bunlar. Dolayısıyla bu konulara hiç girmeden, görülen rüyamn görünmeyen yorumunu açıklamaya başladı.
Kendisini dikkatlice dinleyen hizmetçiye “Siz yedi yıl önceleri gibi ekin ekmeye devam edin. Ancak her yıl bunları biçtikten sonra yiyeceğiniz olan az bir kıs­mın dışında kalanları başağında bırakın. Bu yedi yılın ardından, yedi kurak sene gelecek. Bu yedi kurak se­ne (tohumluk olarak) sakladığınız az bir miktar dışında, daha önce biriktirdiğinizi yiyip bitirecek. Daha sonra bunun arkasından bol yağışlı bir yıİ gelecektir ki. İn­sanlar o yıl sıkıntıdan kurtulacak ve ürünlerini sıkıp hayvanlannı sağacaklar” dedi. Yusuf Aleyhİsselam bu sözlerle hem rüyanın tabirini yapmış ve hem de sıkın­tıya düşmemeleri için ne yapmaları gerektiğini açıkla­mıştı.
“Hocam, insanların iftirası yüzünden uzun yıllar zindanda kalan Yusuf Aleyhisselam'da, insanlara karşı yine de bir kin ve düşmanlık oluşmamış!.”
“Aferin Hamdi. Bizlere yaşından büyük bir olgunluğu ve anlayışı gösteriyorsun. Söylediğin gibi toplum tarafından dışlanmasına ve haksız yere suçlanarak zinana atılmasına rağmen toplum düşmanlığı hissetme­yen Yusuf Ateyhisselam, yaşadıklarını insanlardan deği Allah'tan bilmekte ve her mü'min, her peygamber gibi insanlara yine de merhametle yaklaşmaktadır.”
Rüyasının bu açıklıkta tabir edilmesinden ve yapı­lan önerilerden çok etkilenen kral “Onu bana getirin” diyerek, Yusuf Aleyhisselam'ın zindandan çıkarılması­nı emretti. Görevli elçi bu emir ile zindana geldiğinde Yusuf Aleyhisselam'ı bu haber ile müjdelediğinde, dalgın ve düşünceli gözlerle elçiye bakan Yusuf Aleyhisselam’ın yüzünde bir heyecan veya sevinç ifadesi elirmedi!. Belki içinden Allah'a hamdü senalarda bulunmuştu ama, yine de kralın bir sözü üzerine bu zin­dandan çıkmak istemiyordu. Çünkü gerçekten suçlu ise, efendisine ihanet eden bir hain olarak bu zindan­dan çıkmasının hiçbir anlamı yoktu. Fakat hiç suçu ol­mamasına rağmen dedikodular ve iftiralar nedeniyie uzun yıllardır bu zindana terkedilmiş ise, bu iftiraların kesinlikle ve kesinlikle açığa çıkarılması gerekiyordu. Bunları düşündü Yusuf Aleyhisselam!. Çok uzun yıllardır zindanda olmasına ve gökyüzü­ne hasret kalmasına rağmen, çıkmadı, çıkmak isteme­di bu zindandan!. Kendisini zindandan çıkarmaya ge­len elçiye dönerek “Efendine git ve ona “Ellerini kesen o kadınların durumu neydi?” diye soruver. Doğrusu benim Rabbim, onların hileli düzenlerini gerçekten bilen­dir” dedi. Bunları söyleyerek “Aslında Rabbim ve ben. onların nasıl bir düzen kurduklarını biliyoruz. Ancak onlara sorarak, sizin de öğrenmenizi ve bu meselenin açığa çıkmasını istiyoruz” demek istemişti. Yusuf Aleyhisselam’ın bu yaklaşımı, uzun yıllar hapiste kaldıktan sonra tahliye olma­nın ne anlama geldiğini bilmeyen kimselerin kolayca anlayabilecekleri bir yaklaşım değildir. İssız bir çölde uzun zamandır susuzluktan kavrulan bir kimsenin, kendisine uzatılan suyu almaması, almak istememesi gibi bir yaklaşımdır bu!. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de kıssalara, sanki bu kıssaları bizzat yaşamış gibi İman eden Resulullah (Aleyhissalatu vesselam) Efendi­miz “Kerim oğlu. Kerim oğlu, Kerim oğlu Kerim; İb­rahim oğlu İshak oğlu Yakub oğlu Yusuf'tur. Şayet, Yu­suf'un kaldığı müddetçe hapiste ben kalsaydım da sonunda bana elçi gelseydi, çıkma hususunda davete icabet ederdim” diyerek, Yusuf Aleyhisselam1 in gerçekten çok zor ve üstün bir tavır gösterdiğine işa­ret etmektedir.
Tabi ki kral da şaşmış, kral da şaşırmıştı Yusuf Aleyhisselam in bu tavrı karşısında. Çok uzun yıllardır zindanda yatan bir in­san, nasıl olur da hemen zindandan çıkmaz, çıkmak is­temezdi!. Bu sorunun cevabını düşündükçe, zindanda yatan Yusuf Aleyhisselam'a karşı takdir duygulan his­setti içinde. Uzun yıllardır zindanda yatan bu mahkum, gönderdiği elçisine “Efendine git ve ona 'Ellerini kesen o kadınların durumu neydi?' diye soruver. Doğrusu be­nim Rabbim, onların hileli düzenlerini gerçekten bilen­dir” demişti.
Toplumun uzun yıllar önce duyduğu ve bildiği bir hadiseydi bu!.
Aziz'in karısı oİan Züleyha'nın davetine icabet eden asil kadınların, aynı gün elleri kesiimişti. Bu ka­dınlar ellerinin kesilmesini insanlardan saklamamışlar veya saklayamamışlar. ancak bu olayla ilgili olarak hep birlikte Yusuf'u suçlamışlar ve onun zindana atılması­na sebeb olmuşlardı!. Şimdi zindandaki bu Yusuf suç­suz olduğunu söylüyor ve olayın aydınlanmasını isti­yordu.
Olay hakkında ön araştırma yapan ve yeterli toplayan Kral, daha sonra kadınları çağırarak “Yu­suf'un nefsinden murad almak istediğinizde sizin duru­munuz neydi? diye sordu. Artık olayın kesinlikle gizlenemeyeceğini farkeden kadınlar “Haşa!. Allah için söylemek gerekirse, biz onun hiçbir kötülüğünü görmedik” diyerek, Yusuf Aleyhisselam'a yöneltilen tüm iftiraların asılsız olduğunu ifade ettiler. Kadınların bu apaçık şahitliği üzerine, Mısır'lı Aziz’in karsı olan Züleyha da
“İşte şimdi hak ve hakikat ortaya çıktı. Ger­çek şu ki, onun nefsinden ben murad almak istemiş­tim. O ise gerçekten doğru olanlardan ve doğruyu söyleyenlerdendir” dedi.
Kadınların bu şahitliği ile meselenin açığa çıktığı­nı öğrenen Yusuf Aleyhisselam 'İşte bu İtiraf, (Mısır'lı Aziz’in) yokluğunda kendisine ihanet etmediğimi bilme­si içindi. Gerçekten Allah, ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmaz” dedikten sonra bir süre sustu. Şeytanın her an kışkırtmak istediği nefsini düşü­nerek ve bu nefse karşı Allah'ın yardımına her an muhtaç olduğunu çok iyi bilerek “Ben yine de nefsimi temize çıkarmam. Çünkü gerçekten nefis, Rabbimin kendisini esirgediği dışında var gücüyle kötülüğü em­redendir. Şüphesiz benim Rabbim, bağışlayandır, esir­geyendir” diyerek sözlerini bitirdi.
Mesele böylelikle açıklık kazandıktan sonra. Yu­suf Aleyhisselam'a karsı sevgisi ve saygısı daha da ar­tan kral “Onu bana getirin, onu kendime bağlı kıla­yım” diyerek, onu huzuruna çağırdı. Yanına gelen Yusuf Aleyhisselam ile bir süre konuştuktan sonra, onun temizliğine ve güvenilirliğine şahit olarak “Artık sen bizim yanımızda güvenilir bir insan ve önemli bir mevki sahibisin” dedi. Mısır kralının haksız ve batıl şartlar içermeyen böyle bir teklifiyle karşılaşan Yusuf Aleyhisselam, Rabbimizin izni ve dilemesi ile krala dö­nerek beni ülke hazineleri üzerinde yetkili kıl. Çünkü ben bu işleri iyi bilen, iyi bir koruyucuyum” dedi. Rab­bimizin dilemesiyle Mısır kralı bu teklifi kabul etmiş ve Yusuf Aleyhisselam yeryüzünde güç ve imkan sahibi olmuştu. Hocam bu olayı Örnek göstererek, “Yusuf Aleyhisselam kralın batıl dinine göre hazine bakanlığı yap­mışsa, müslümanlar da tağuti sistemlerde benzer ba­kanlıklar yapabilir” görüşünü savunanlar var.
Böylesi batıl söylentileri, ne yazık ki ben de duyu­yorum Fatih!. Müslüman olduklarını iddia eden bu kimseler peygamberleri örnek alarak kendilerini pey­gamberlere benzetmeye çalışacakları yerde: kendi po­litik duruşlarını örnek alarak, peygamberleri kendüerine benzetmeye çalışmaktadırlar!. Oysa herhangi bir peygamberin yaşadığı bir olayı veya davranışı, kendi nefsimize ve keyfimize göre yorumlamaktan Allah'a sığınmamız gerekir. Çünkü mufassal olan yani zikretti­ği ayetleri ilk açıkiama ve yorumlama hakkını kendin­de gören Kur'an-ı Kerim, müslümanlar da dahil olmak üzere hiçbir insana böyle bir hak vermiyor. Dolayısıy-le Yusuf Aleyhisselam gibi bir peygamberin bu olayını doğru yorumlamak ve doğru anlayabilmek için, hiç ol­mazsa Kur'an-ı Kerim'deki peygamber tanımları, peygamberlerin ne için gönderildiği ve ne yapıp ne yap­mayacakları dikkate alınması gerekir. Sadece bu küçük dikkatle Kur'an'a yöneldiğimiz zaman bile. peygam­berlerle ilgili olarak Rabbimizin beyan ettiği şu gerçek­leri görmemiz mümkündür.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Kralın Rüyası (devamı)

Kralın Rüyası (devamı)

“Biz her peygamberi, ancak Allah'ın izniyle kendisi­ne itaat edilmesi için gönderdik..”.,“Andotsun, biz her ümmete: “Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının” (diye tebliğ etmesi için) bir peygamber gönderdik.”
“Onlar neredeyse, sana vahyettiğim izden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşürecek­lerdi; o zaman da seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştınnasaydık, andolsun, sen onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda, biz sana, ha­yatın da kat kat, ölümün de kat kat (acısını) taddırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın.”
“Eğer o (Peygamber), bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı, muhakkak onu kuvvetle yakalar­dık. Sonra onun can damarım mutlaka keserdik. O za­man sizden hiçbiriniz araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.”
Şimdi açık gözlerimizle bu apaçık gerçeklere ba­karken, bütün bu gerçeklere gözlerimizi kapatarak “İn­sanları tağuttan kaçınarak Allah'a kulluğa davet et­mekle yükümlü olan Yusuf Aleyhisselam, hazine sorumluluğunu aldıktan sonra kulluk ve peygamberlik sorumluluğunu unutarak tağutun icraatçisi oldu!.” di­yebilir miyiz? Allah ile peygamberlerinin arasını ayır­mamakla mükellef olan biz müminler “Yusuf Aleyhis­selam çok az da olsa kralın dinîne eğilim göstererek tağutun icraatçisi oldu, alemlerin Rabbi olan Allah da buna rıza gösterdi, onu kuvvetle yakalayıp can dama­rını koparmadı!.” diyebilir miyiz?
“Allah'a sığınırız hocam.”
“Tabi ki Allah'a sığınmamız gerekir Veli. Batıl dini reddettiği için zindana giren ve zindanda bir esir durumundayken bile “Bu zindana girme nedenim, Allah'a iman etmeyen ve ahireti de inkar edenlerin dinlerini, onların hayat tarzlarını kabul etmediğim içindir. Ben zinadan korkmayan ve hakkı gizleyen bir topluluğun dinini terkettim. Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Bizim. Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamız olamaz. Bu bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır. Ancak insanlardan çoğu şükretmez­ler. Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı birçok Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa Kahhar olan bir tek Allah mı? Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Oysa hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, ken­disinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler”' diyerek tüm batıl dinlere ve tağuta karşı tev­hidi duruşunu açıkça beyan eden Yusuf Aleyhisselam, Allah'ın rıza ve dilemesiyle güç ve iktidar sahibi olduk­tan sonra mı batıl dinlerin sessiz bir icraatçısı olacak?
“Elbetteki hayır!.”
Yusuf Aleyhisselam’ın bizzat talip olduğu güç ve imkan, İlahi ölçülere göre meşru ve makbul bir imkan­dı. Çünkü şanı yüce Rabbimiz Yusuf Aleyhisselam'ın bu konumuyla ilgili olarak “İşte böylece biz yeryüzün­de Yusuf'a güç ve imkan verdik. Öyle ki, orada (Mı­sır'da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rah­metimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba ğratmayız.” buyurmaktadır. Rabbimizin “Biz kime di­lersek rahmetimizi' nasib ederiz” buyruğu ile nasip et­tiği bu rahmet içerikli makam, hiç kuşkusuz ki şirk, kü­für ve batıl dinlere tavizden uzak bir makamdı. Nitekim Yusuf Aleyhisselam'ın bu görevini (günümüz­deki şaşkınlar gibi değil) İlahi vahyin ışığında dosdoğru anlayan Resulullah (Aleyhissalatu vesselam) Efendi­miz, kendisine devlet başkanlığı teklifiyle gelindiği ve sadece “Bizim ilahlarımız hakkında konuşma” ricasın­da bulunulduğu zaman. Mekke'nin ileri gelen insanla­rının teklif ettiği bu devlet başkanlığını kabul etmemiş, batıl bir dine taviz içeren bu teklifi hemen reddetmişti. Çünkü kendisi gibi bir peygamber olan Yusuf Aleyhisselam'ın ne yapıp ne yapamayacağını kesinlikle bilen Efendimiz (Aleyhissalatu vesselam), Yusuf Aleyhisselam'ın bu görevinde, batıl dinlere en ufak bir taviz ol­madığını çok iyi biliyordu.
“Hocam kralın dini, nasıl bir dindi? Mahiyetini yeterince bilmiyorum Veli. Zina ve tevbe olayına bakışları, insanlara yardım ve azınlıklara yaklaşım gibi özellikleri dikkate alınırsa, tahrif edilmiş semavi bir dîn veya bazı ölçülerini semavi dinlerden alan beşeri bir din olduğu söylenebilir. Ancak kralın di­niyle ilgili olarak belirtmemiz gereken önemli bîr özel­lik, bu din iktidar olmasına rağmen, dayatmacı bir din değildir. Çünkü daha sonra kayıp su kabı bahsinde de göreceğimiz gibi, bu yönetim şeklinde hiç kimseye kralın dini dayatılmıyor, herkese ve her azınlığa kendi dinine göre davranıhyordu. Zaten dinde zorlamayı ka­bul etmeyen İslam da böyle bir yaklaşımı meşru ve ma­kul gördüğü için, Medine İslam devletinin ilk kurulu­şunda Resulullah (Aleyhissalatu vesselam) bu yaklaşımı tatbik etmiş ve bu devlete tabii olan yahudilere, kentli dinlerine göre hükmetmiştir.”
Evet, Yusuf Aleyhisselam’ın göreviyle ilgili söz konusu batıl yaklaşımlara bu kısa cevabı verdikten sonra konumuza devam ediyoruz. Uzun yıllar zindanda kaldıktan sonra Rabbimizin rahmetiyle yeryüzünde güç ve imkan sahibi oîan Yusuf Aleyhisselam, artık istediği yere gidecek ve istediği yerde konaklayabilecekti!. Uzun yıl­lar zindanda kalmış bir insan için elbetteki çok önem­li bir imkan ve nimet olan bu durum, hiç kuşkusuz ki iyilik yapanların ecirlerini, zayi etmeyen Rabbimizin açık bir rahmeti idi. Yusuf Aleyhisselam gibi iman edenler ve kötülükten sakınanlar için ahiret karşılığı ise, elbetteki çok daha güzel, çok daha hayırlıydı.
“Hocam, Yusuf Aleyhisselam ile Züleyha ne za­man evlenmişler?”
“Evlendiklerini bilmiyorum Merve!. Ben Kur'an ve sünnette, böyle bir haberle karşılaşmadım.”
“Birçok kitapta Yusuf ile Züleyha arasındaki sev­dadan bahsedilir.”
Bizlere ulaşan sahih haberlerde, Yusuf Aleyhisselam’ın böyle bir sevdasından da hiç bahsedilmiyor. Kaldı ki Züleyha'nın Yusuf'a karşı duygularının, gönül kaynaklı bir sevdadan değil, nefs kaynaklı bir arzu ve tutkudan kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü sevda gerçeğiyle karşılaşan ve gerçekten sevdalanan insan­lar, sevdalandıkları kişiden herkesin isteyebilecekleri bedeni ve maddi şeyleri değil, o kişide hiç kimsenin ulaşamadığı, ulaşıp da farkedemediği öz güzelliği ister­ler. Çünkü gerçek sevda sahipleri, sevdalandıkları kişi­nin toprak bedenini değil bu özünü görmüşler, bu öz güzelliğine sevdalanrmşlardır.
“Yani kitaplarda yazıldığı gibi evlenmemişler mi? Merve hanım, Yusuf ile Züleyha evlendirmeden rahat etmeyecek gibisiniz!. Ben o kitapların, neye da­yanarak böyle yazdıklarını bilmiyorum. Başka bir Yu­suf'tan ve başka bir Züleyha'dan bahsediyorlarsa, buna bir itirazım olmaz. Ancak meseleye Kur'an-ı Kerim'de zikredilen Yusuf Aleyhisselam açısından baktı­ğımız zaman, bütün bu olayları kesinİikle bir aşk hika­yesi olarak görmüyoruz. Yusuf Aleyhisselam kendisini zinaya davet eden, bu çirkin davetten bir türlü vazgeç­meyen, kadınlarla bir olup kendisine düzen kuran, suçsuz bir şekilde zindana atılmasına neden olan, uzun yıllar zindanda kalmasına rağmen Allah'tan korkarak veya pişmanlık duyarak Yusuf Aleyhisselam’ın suçsuz­luğunu açıklamayan, ancak kralın zorlaması iîe diğer kadınların itiraflarından sonra hakka şahitlik eden bir kadınla niye evlensin kî!. Dolayısıyla olayın bizlere açık yönü konusunda bunları söyledikten sonra, bizlere giz­li kalmış yönlen konusunda da “Allah bilir” diyerek bu meseleyi noktalıyoruz.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Yusuf Aleyhisselam ile Bünyamin

Yusuf Aleyhisselam ile Bünyamin

Kralın rüyası gerçekleşmiş, yedi sene süren bolluk ve bereketten sonra yine yedi sene sürecek olan şiddetli bir kuraklık başlamıştı. Tabi ki İlahi bir imtihan, insanlar için apaçık bir imti­handı bu. Rabbimiz böyle bir imtihanla toplumları karşılaştırdığı gibi, çoğu kez bireysel olarak insanları da karşılaştırmaktadır. Birçok insan hayatlarının bir döne­minde bollukla karşılaştıktan sonra, bu bolluğun ardın­dan sıkıntılı bir dönemle de karşılaşabilmektedir. Şayet bu bolluk döneminde Rabbimizin emrine uyarak itidal üzere olmuş yani cimrilik yaparak sıkmamış ve israfa yönelerek saçıp savurmamış ise, bolluğun ardından gelen sıkıntılı dönemi daha rahat geçirebilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de beyan edildiği gibi açık bir imtihan­dır bu!. Çünkü şanı yüce Rabbimiz rızkımızı bazen genişleterek ve bazen kısarak bizleri imtihan edeceğini açık bir şekide bildirmektedir.
Rüyada işaret edilen şiddetli kuraklık her tarafı kasıp-kavurmaya başladığında, ülkenin her tarafındaki insanlar gibi Yusuf Aleyhisselam'ın kardeşleri de erzak alabilmek için onun huzuruna geldiler. Onlar Yusuf Aleyhisselam'ı tanımadıkları halde, Yusuf Aleyhisse­lam onların hepsini tanımıştı. Kuyuya bırakıldığı günü hatırladı. Kardeşleri tarafından kuyuya bırakıldığında Allah (Ceile Celaluhu) kendisine “Ey Yusuf. Andolsun kendileri farkında değilken, sen onlara bu yaptıklarını haber vereceksin” diye vahyetmişti. Demek ki Allah'ın vadettiği o gün geimiş. o gün yaklaşmıştı artık.
Yusuf Aleyhisselam kendisini hîç tanıtmadan kar­deşleriyle konuştu, onlara izzet ve ikramda bulundu. Erzak aile nüfusuna göre verileceği için, aileleri hak­kında onlardan bilgi aldı. Buraya getirmedikleri ayrı anneden bir kardeşleri daha olduğunu söylediklerinde “Onu da getirseydiniz, erzak payınız çok artardı” dedi. Çünkü öncelikle kardeşini, kardeşi Bünyamin'i yanına getirmek istiyordu. Onların erzak yüklerini hazırlayın­ca “Bana babanızdan olan diğer kardeşinizi de getirin. Görüyorsunuz ki ben konukseverlerin en hayırlısıyım ve ölçüyü tam tutmak zorundayım. Şayet onu bana getirmeyecek olursanız, artık bundan başka size vere­bileceğim başka bir ölçü yoktur ve bana da yaklaşma­yın” dedi.
Yusuf Aleyhisselam’ın bu kesin tavrı karşısında “Onu babasından istemeye çalışacağız ve herhalde bu­nu yapabileceğiz” diyerek huzurdan ayrıldılar. Yusuf Aleyhisselam yardımcılarına “Onların erzak karşılığı verdikleri sermayelerini, erzak yüklerinin içine koyun. Belki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da yine geri dönerler” dedi.
Aldıkları bir miktar erzak ile Yakup Aleyhisselam'ın yanına dönen kardeşler “Ey babamız, (sayıca noksan olduğumuz için) ölçek bizden engellendi. Bu durumda kardeşimizi bizimle gönder de daha fazla erzak alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız” dediler, Ya­kup Aleyhisselam’ın hiç duymak istemediği bir teklifti bu. Çünkü Yusuf Aleyhisselam'ın yokluğunda Bünyamin'e sarılmış, kendisini Bünyamin ile teskin etmeye çalışmıştı. Hem bunlar hangi yüzle kendisinden Bünyamin'i istiyorlardı ki!. Uzun yıllar önce Yusuf'u götü­ren ve kendisini Yusufsuz bırakan bunlar değil miydi!. Yakup Aleyhisselam bakışlarını gelen erzağa çe­virdi. Gerçekten azdı bu erzak ve kendilerine yetecek gibi değildi!. Fakat bunlara, bunlara nasıl emanet ede­bilirdi ki Bünyarnin. Duyduğu bu güvensizlik ile “Da­ha önce size güvenerek kardeşini emanet ettiğim gibi, şimdi de onu mu emanet etmemi İstiyorsunuz?” dedi ve yıllar önceki hatasını tekrarlamamak için “Hiç kuşkuşuz ki Allah en hayırlı koruyucudur ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir” diye ekledi.
Yakup Aleyhisselam’ın oğulları erzak yüklerini açıp da sermayelerinin kendilerine geri verilmiş oldu­ğunu gördüklerinde “Ey babamız, daha ne isteriz ki!. İşte sermayemiz bize geri verilmiş, bununla yine ailemize erzak getiririz. Sen kardeşimizi bizimle gönder ki hem erzak alalım ve hem de bir deve yükü daha fazla ilave ettirelim. Biz kardeşimizi koruruz. Gördüğün gibi bu getirdiğimiz erzak, az bir ölçektir” dediler.
Bir an düşündü, ne yapacağına hemen karar ve­remedi Yakup Aleyhisselam!. Daha sonra oğullarını yanına çağırarak “Bana'etrafınızın çepeçevre kuşatıl­ması dışında, onu ne olursa olsun mutlaka bana geti­receğinize dair Allah adına kesin bir söz verinceye ka­dar, onu sizinle asla gönderemem” dedi. Oğullarının hepsi, hepbîrlikte kesin bir söz verince “Allah, söyle­diklerimize karşı vekildir” diyerek, Bünyamin'i götür­melerine izin verdi.
Hazırlıklar yapılıp, yola çıkılacağı zaman, Yakup Aleyhisselam “Ey çocuklarım, şehre hep birlikte tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne yapsam, Allah'ın takdirini sizden engelleye­mem. Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na tevekkül et­melidirler” diyerek nasihat etti çocuklarına.
“Hocam, niye ayrı ayrı kapılardan girmelerini is­tedi?”
“Seda hanım, bu sadece bir tedbir idi. Şehir halkı­nın dikkat ve nazarlarını üzerlerine çekmemek için, böyle bir nasihatta bulunmuştu çocuklarına. Rabbimizin öğrettiği bir ilim sahibi olan Yakup Aleyhisselam, tedbiri umursamayan kimselerden olmamak için söy­lemişti bunu çocuklarına. Yoksa kendisi de biliyordu ki, tedbir çoğu zaman takdiri değiştirmezdi. Nitekim “Ben ne yaparsam yapayım. Allah'ın takdirini sizden engelleyemem” cümlesi, bildiği ve iman ettiği bu gerçeği ifade etmektedir.”
Bünyamin'i de yanlarına alan onbir kardeş şehre geldiklerinde, babalarının kendilerine emrettiği gibi ay­rı ayrı kapılardan girdiler. Yusuf Aleyhisselam'ın yanı­na çıktıkları zaman, Yusuf Aleyhisselam onları yine güzelce ağırladı. Sonra bir vesileyle kardeşlerini gönderip, Bünyamin'le yalnız kaldığı zaman öylece baktı yıllardır görmediği kardeşine. Rahmet ve merhamet duygulan ile gözleri dolmuştu Yusuf Aleyhisselam'ın. Bünyamin de şaşırmıştı!. Bu gül yüzlü, güzel gözlü in­san niye ağlıyordu kil. Yusuf Aleyhisselam kardeşini bağrına basarak “Ben Yusuf'um, ben Yusuf'um, ben senin kardeşinim” dedi gözyaşları arasında. Ve karde­şine bütün olup-bitenî anlattıktan sonra “Artık üzülme, artık onların yaptıklarına üzülme” diyerek teskin etti, Bünyamin'i.
Yusuf Aleyhisselam. kardeşi Bünyamin'le birlikte elbetteki babası Yakup Aleyhisselam'ın yanına gitmek ve kardeşine kavuştuğu gibi anne babasına da kavuş­mak isterdi. Bu isteğini engelleyebilecek, hiçbir dünye­vi neden de yoktu. Çünkü kendisine güç ve imkan verildiğini beyan eden ayet-i kerimelerde de belirtildiği gibi Yusuf Aleyhisselam istediği yere gidebilir, istediği yerde konaklayabilirdi.
Ancak şanı yüce Rabbimiz, ilk baştan beri olayların bir başka şekilde gelişme­sini diliyor ve bu konuda Yusuf Aleyhisselam’a ne yap­ması gerektiğini vahyediyordu. Nitekim bu İlahi dileğin gerçekleşmesi için, Yusuf Aleyhisselam'ın öncelikle kardeşi Bünyamin'i alıkoyması gerekecekti. İşte bu İla­hi dilek istikametinde hareket eden Yusuf Aleyhisselam, kardeşlerinin erzak yükleri hazırlanınca, kendi planı veya düşüncesi olarak değil, bîr olayın gerçekleş­mesini murad eden Rabbimizin emri ile su kabını giz­lice Bünyamin'e ait yükün içine bıraktı.
Kardeşleri gitmek için hazırlandıklarında, bir gö­revli yanlarına gelerek “Ey kafile, sizler gerçekten hır­sızsınız” diye seslendi kendilerine!. Hepsi şaşırmışlardı ve kendilerine seslenen görevliye doğru giderek “Siz ne arıyorsunuz, neyi kaybettiniz?” diye sordular. Gö­revli “Hükümdarın su tasını kaybettik. Kim onu getirir­se kendisine bir deve yükü erzak vereceğiz” dediğinde, olayları sessizce izleyen Yusuf Aleyhisselam kardeşleri­nin yanına gelerek “Ben de buna kefilim” dedi.
Kardeşleri omuzlarını kaldırarak “Allah'a andolsun ki, biz buraya fesat çıkarmak için gelmedik ve biz hırsız da değiliz” dediler. Yusuf Aleyhisselam düşünce­li gözlerle kendilerine bakarken, orada bulunan görev­liler “Şayet yalan söylediğiniz ortaya çıkarsa, size gö­re bunun cezası nedir?” diye sordular. Daha önce kralın dini konusunda belirttiğimiz gibi, azınlıklara kra­lın dinine göre değil, kendi dinlerine göre ceza verili­yordu. Nitekim kendilerine yöneltilen bu soru karşısın­da hiç duraksamayan kardeşler “Bize göre bunun cezası, tas kimin yükünde çıkarsa cezası kendisidir ya­ni kendisinin alıkonulmasıdır. Biz zulmedenleri böyle cezalandırırız” dediler.
Yusuf Aleyhisselam, Rabbimizin düzenlediği plan gereği Bünyamin'in yükünden Önce diğer kardeşleri­nin yüklerini aramaya başladı. Daha sonra Bünya­min'in yüküne yönelerek, su tasını o yükün içinden çıkardı. Kralın dinindeki hükümlere göre. böyle bir suçu işleyen kimse alıkonulamazdı. Ancak Yusuf Aleyhisselam Rabbimizin dilemesi ve yol göstermesi ile bir yol­cu veya azınlık konumunda olan kardeşlerini kendi dinlerine göre cezalandırmış ve böylelikle Bünyamin'i alıkoymuştu.
Yusuf Aleyhisselam’ın tenbihi üzerine Bünyamin'in hiçbir tepki vermemesi ve “Ben böyle bir şey yapmadım” dememesi, diğer kardeşlerin az da olsa Bünyamin'den şüphelenmelerine neden olmuştu. Ni­tekim bu şüphe ve kızgınlık ile Bünyamin'e bakarak “Şayet çalmış bulunuyorsa, bundan önce onun karde­şi de çalmıştı” dediler.
“Hocam, Yusuf Aleyhisselam neden hırsızlıkla suçladılar?”
“Bilmiyorum Merve!. Bazı rivayetlerde Yusuf Aleyhisselam küçük bir çocuk iken, yakınlarında bulunan bir putperestin putunu gizlice alarak kırdığı belirtilse de: bana hiç de makul ve inandırıcı gelmeyen bu ola­yı mı kastettiler, yoksa uzun yıllardır babalarının sevgi­sinden uzak kalmanın acısıyla “Bizlerden babamızı ve babamızın sevgisini çaldı!.” demek mi istediler, bilmi­yorum!.”
“Ancak bizlerin bilmediği bu cevabı, Yusuf Aleyhisselam çok iyi biliyordu. Kardeşlerinin bu söz ile ne­yi kastettiklerini, kendisiyle ilgili olarak neyi yanlış yaladıklarını çok iyi bilmesine rağmen, bu cevabı söylemedi ve bunu açıklamadı kardeşlerine. Kendisine ağır gelen bu söze hiçbir karşılık vermeyen ve Allah için sabreden Yusuf Aleyhisselam. kalbinden geçen “Gerçekten kötü konumda olan sizsiniz. Sizin düzmekte olduklarınızı Allah daha iyi bilir” sözlerini de seslendirmedi ve gizli tuttu içinde!.
Netice olarak Bünyamin'in kalması kesinleşince. bu sefer de babalarını düşündü diğer kardeşler!. Baba­larına ne diyecekler, bu olayı nasıl açıklayacaklardı ki!. Oysa Bünyamin'i geri getirecekleri konusunda, baba­larına kesin bir söz vermişler ve bu sözlerine Allah'ı şa­hit getirmişlerdi. Son bir çare ile Yusuf Aleyhisselam'a dönerek “Ey Vezir, emin ol ki Bünyamin'in kendisine çok düşkün yaşlı bir babası var. O buna dayanamaz. Sen onun yerine bizlerden birisini alıkoy. Doğrusu biz seni iyilik yapanlardan görmekteyiz” dediler.
Tabi ki Yusuf Aleyhisselam'in kabul edeceği bir teklif değildi bu. Başını iki yana sallıyarak “Eşyamızı kendisinde bulduğumuzdan başkasını alıkoymaktan Allah'a sığınırız. Çünkü başkasını alıkoyarsak zalimler­den oluruz'” cevabını verdi. Bu teklifleri de kabul edil­meyince Yusuf Aleyhisselam'dan umudlarını keserek, meseleyi kendi aralarında görüşmek üzere bir kenara çekildiler.
Ne yapacaklarını bilmiyorlardı!.
En büyük kardeşleri, geçmişten duyduğu utanç ve pişmanlık içinde başını öne eğerek “Babanızın size karşı Allah adına kesin bir söz aldığını ve daha önce Yusuf konusunda yaptığınız aşırılığı bilmiyor musunuz? Artık ben, ya babam bana müsaade edinceye veya Allah bana ilişkin hüküm verinceye kadar buradan ke­sin olarak ayrılmam. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır” dedi. Kendisiyle ilgili bu kesir, kararı verdikten sonra kardeşlerine dönerek ekledi.
“Siz babanıza dönün ve deyin ki “Ey babamız, se­nin oğlun gerçekten hırsızlık etti. Biz ancak bildiğimize şahitlik ediyoruz. Gaybı elbetteki bilemeyiz. Bizlere inanmıyorsan orada bulunduğumuz şehir halkına veya birlikte geldiğimiz kervana sor. Biz gerçekten doğruyu söyleyenleriz.”
Ve böylece, babalarının yanına dönmeye karar verdiler..
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
Euzubillahimineşşeytaniracim , Bismillahirrahmanirrahim.
Halim ve Kerim olan Allah'tan başka ilah yoktur.
Arş-ı Azam'ın Rabbi noksan sıfatlardan münezzehtir.
Hamd alemlerin Rabbine aittir.
Allah'ım, rahmetine vesile olacak amelleri, mağfiretini celbedecek esbabı taleb ediyor, her çeşit günahtan koruman için yalvarıyor, her çeşit iyilikten zenginlik, her çeşit günahtan selamet diliyoruz.
Ya Rabbil alemin, affetmediğin hiçbir günahımızı, kaldırmadığın hiçbir sıkıntımızı bırakma!
Her günahımızı bağışlamanı, her kederimizi gidermeni, nzana uyan her duamızı görmeni diliyoruz.
Hangi amelden hoşnut isen onu bize lutfunla ver ve rahmetinle kolaylaştır ey Rahman ve Rahim olan, bizlere lutfuyla rahmet eden Rabbim.



Güncelleme...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt