Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bel'am b. Baura(l.a) -Bu kıssayı okuyupta ibret almayanın durumu bu adamdan acıdır. (1 Kullanıcı)

Reyhani_konyevi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Mar 2012
Mesajlar
834
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
175. Sen onlara âyetlerimizi verdiğimiz halde, onlardan sıyrılıp çık*mış, derken şeytanın kendisine uydurduğu ve sonunda az*gınlardan olmuş kimsenin haberini oku!

Kitap ehli Tevrat'tan öğrendikleri bir kıssayı zikretmektedir. Burada ken*disine "âyetlerin verildiği" kişinin tayini hususunda farklı görüşler vardır.

İbn Mes'üd ile İbn Abbas, bu kişinin Musa (a.s) döneminde yaşamış ve İs*rail oğullarından Bel'âm -Nâim de denilmektedir- b, Bâurâ olduğunu söyle*mişlerdir. Bu kişi baktığı vakit arşı görebilecek durumdaydı. İşte yüce Allah'ın: "Sen onlara âyetlerimizi verdiğimiz halde... kimsenin haberini oku" buy*ruğunda kastedilen odur.

Dikkat edilecek olursa "âyetimiz" denilmemiştir. Onun meclisinde söyle*diklerini yazan öğrencilere ail oniki bin mürekkep hokkası bulunurdu. Da*ha sonra bu kâinatın bir yaratıcısı olmadığına dair ilk kitap yazan kişi nok*tasına kadar geldi. Malik b. Dinar der ki: Bel'âm b. Bâurâ, imana davet et*mek üzere Medyen kiralına gönderildi. Medyen kiralı da ona birçok bağış*larda bulundu, iktalar verdi, onun dinine tabi olup, Hz. Musa'nın dinini de terk etti. işte bu âyet-i kerimeler onun hakkında nazil olmuştu.

el-Mu'temir b. Süleyman ise babasından şöyle dediğini nakletmektedir: Bel'âm'a peygamberlik verilmişti. Bel'âm duası kabul edilir bir kimse idi.[27] Musa, zorbalarla döğüşmek üzere İsrailoğulları ile birlikte gelince, bu zor*balar Bel'âm b. Baura'dan Hz. Musa'ya beddua etmesini istediler. O da Hz. Musa'ya beddua etmek İsteyince, dili kendi adamlarına bedduaya döner ol*du. Bu husus kendisine söylenince, bu sefer: Duyduğunuz sözlerden başka*sını söylemeye gücüm yetmiyor dedi ve dili göğsüne kadar sarktı. Bunun üze*rine: Arlık dünya da ah/ret de elimden gitti. Geriye hile, aldatma ve tuzak*lardan başka elimde birşey kalmadı. Sizin için bazı hilekârlıklar yapacağım. Benim görüşüm odur ki, kızlarınız) onlara karşı çıkartınız. Şüphesiz Allah zi*naya buğz eder. Eğer bu işi yapacak olurlarsa onlar da helak olup giderler. Bel'âm'ın dediklerini yaptılar. İsrailoğullan zinaya başladı. Yüce Allah da üzer*lerine taunu gönderdi. Onlardan yetmiş bin kişi Öldü. Bu rivayeti tamamiy-le es-Sa'lebî ve başkaları zikretmiş bulunmaktadır.

Yine rivayet edildiğine göre Bel'âm b. Bâurâ Hz. Musa'nın zorbaların şeh*rine girmemesi için dua etti. Onun duası kabul olundu ve Hz. Musa Tiîı'de kaldı. Bunun üzerine Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, biz hangi günalı sebe*biyle Tih'de kaldık? Yüce Allah, Bel'âm'ın bedduası sebebiyle deyince, Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, onun bana bedduasını kabul buyurduğun gibi be*nim de ona bedduamı kabul buyur. Sonra da Hz. Musa yüce Allah'ın ismi azam bilgisini ondan alması için dua etti. Yüce Allah da BeFâm'ı içinde bu*lunduğu halden sıyırıp aldı.

Ebu Hamid el-Ğazzâlî de "Minhâcü'l-Ârifln" adlı eserinin son bölümle*rinde şöyle demektedir: Ariflerden kimisini şöyle derken dinledim: Pey*gamberlerden birisi, yüce Allah'a Bel'âm'ın durumu ve kendisine verilen bun*ca âyet ve kerametten sonra neden kovulduğunu sordu. Yüce Atlah şöyle bu*yurdu: Bir gün dahi Bana verdiklerime karşılık şükretmedi. Eğer bütün bun*lardan sonra bir defa olsun şükretmiş olsaydı ona verdiklerimi almazdım.

ikrime de şöyle demektedir: Bel'am peygamber idi ve ona kitap verilmiş*ti. Mücahid de şöyle demiştir: Bel'am'a peygamberlik verilmişti. Kavmi ona susması mukabilinde rüşvet vermişti. O da bu dediklerini yapmış ve bulun*dukları halde onları bırakmıştı.

e!-Maverdî ise şöyle demektedir: Ancak, bu doğru olamaz. Çünkü yüce Al*lah, taatini terkedip masiyetine yonelmeyeceğinİ bildiği kimselerden başka*sını peygamber olarak seçmez,

Abdullah b. Arar b. el-Âs ile Zeyd b. Eşlem ise şöyle derler: Bu âyet-İ ke*rime Sakifli Umeyye b. Ebi's-Salt hakkında inmiştir. O, daha önce indirilmiş kitapları okumuş, yüce Allah'ın da o dönemlerde bir peygamber gönderece*ğini öğrenmiş, gönderilecek bu peygamberin kendisi olmasını temenni etmiş*ti. Fakat yüce Allah Muhammed (sav)'ı peygamber olarak gönderince onu kıs*kanmış ve onu inkâr etmişti. İşte Rasulullah (sav)'ın kendisi hakkında: "Şi*iri ile iman etmiş, fakat kalbiyle kâfir olmuştur"[28] dediği kişi odur.

Said b. el-Müseyyeb de der ki: Bu âyet-i kerime Ebu Âmir b. Sayfî hak*kında nazil olmuştur. Bu kişi cahiliye döneminde rahiplerin giyindikleri kıl*dan elbiseler giyerdi. Ancak, Peygamber CsavVın peygamberliğini inkâr etti. Şöyle ki; Medine'de Peygamber (sav)'ın huzuruna girip şöyle dedi; Ey Mu*hammed, senin bu getirdiğin şey nedir? Hz. Peygamber: "Ben, İbrahim'in di*nini, hanif dinini getirdim." O; ben de o din üzereyim deyince, Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Hayır, sen hanif dini üzere değilsin. Çünkü sen, ona o dinde olmayan şeyleri sokmuş bulunuyorsun." Bunun üzerine Ebu Âmir şöyle dedi: Bizden kim yalan söylüyorsa Allah onu kovalanmış, kovulmuş ve tek başına canını alsın. Bunun üzerine Peygamber (sav) da: "Öyle olsun. Al*lah, bizden kim yalan söylüyorsa dediğin şekilde onun canını alsın." O, bu sözleri söylerken Rasulullah (savVın Mekke'den çıkışına işaret etmek istiyor*du. Ebu Âmir de Şam'a çıkıp gitti, Kayser'e uğrayıp, münafıklara da şunu yaz*dı: Haydi hazırlıklarınızı yapınız. Ben, Kayser'in yanından size Muhammed'i Medine'den çıkartmak üzere bir ordu ile geleceğim. Ancak, Şam'da tek başına Öldü. îşter "Zarar vermek için... ve Allah'a ve Rasulüne harp açan kimseye de bekleyip gözetlemek için bir mescid edinenler..." (et-Tevbe, 9/107) âyeti onun hakkında nazil olmuştur ki, ileride et-Tevbe Sûresi'nde (be*lirtilen âyetin tefsiri 1. başlıkta) gelecektir.

İbn Abbas da bir rivayette şöyle demektedir: Bu âyet-i kerime yaptığı tak*dirde kabul olunan, üç tane duası olan bir kimse hakkında nazil olmuştur. Bu kişinin "el-Besus" adında bir hanımı vardı, bundan da bir oğlu olmuştu. Hanımı, senin kabul olunan üç duandan birisini bana ayır deyince, adam bi*risi senin için olsun, ne emredersin diye sorunca, hanımı şöyle demiş: Allah'a, beni, İsrailoğullan arasında en güzel kadın haline getirmesi için dua et, de*di. İsrailoğullan arasında kendisi kadar güzel bir kadın olmadığını anlayın*ca kocasından yüz çevirdi. O da bu sefer yüce Allah'a onu havlayan bir kö*pek haline dönüştürmesi için dua etti. Böylelikle o kadın hakkında iki du*ası gitti. Bunun üzerine kadının çocukları gelip şöyle dediler: Bizim bu işe tahammülümüz yok. Annemiz bir köpek oldu. Herkes ondan dolayı bizi ayıp*lamaktadır. Haydi, Allah'a önceki haline onu döndürmesi için dua et, dedi*ler. O da dua etti, yine eski haline döndü. Böylelikle üç duası da o kadın hak*kında gitmiş oldu. Ancak bilinci görüş daha meşhur ve çoğunluğun kabul et*tiği görüştür.

Ubade b. es-Samit der ki: Bu âyet-i kerime Kureyş hakkında inmiştir. Al*lah, kendilerine Muhammed (sav)'a indirmiş olduğu âyetlerini verdiği halde, onlar o âyetlerden sıyrılıp çıktılar ve onları kabul etmediler. îbn Abbas der ki: BeFam, zorbaların şehrinden idi. Yemenli olduğu da söylenmiştir.

"Onlardan sıyrılıp çıkmış" yanî, yüce Allah'ı bilmekten uzaklaşmıştı. Ya*ni, Allah ondan bilmiş olduğu ilimleri çekip almıştı. Hadis-i şerifte Peygam*ber (say)'ın söyle buyurduğu nakledilmektedir: "İlim iki türlüdür. Kimi ilim kalptedir. İşte fayda veren ilim odur. Kimi İlim de dil üzerindedir. İşte yüce Allah'ın Adem oğluna karşı delili de budur."[29]

İşte, Bel'am ve benzerlerinin ilmi de bu kabildendir. Böyle bir ilimden Al*lah'a sığınır ve bize hakka ulaşma muvaffakiyetini ve tahkik üzere ölmeyi lüt*fetmesini dileriz.

Sıyrılıp çıkmak (el-İnsilâlı); çıkmak anlamındadır. Yılan gömlek (deri) de*ğiştirdiği vakit bu kökten gelen fiil kullanılır. Bunun, kalbedilmiş ifadelerden olduğu da söylenmiştir. Yani, âyetler ondan sıyrılıp çıkmıştır.

"Şeytanın kendisine uydurduğu" yani, şeytanın kendisine eriştiği kim*se demektir. Mesela; "Kavme yetiştim" anlamındadır,

Bu âyetin yahudiler ve lı iristi yanlar hakkında indiği de söylenmiştir. On*lar Muhammed (sav)'in peygamber olarak gelmesini bekleyip durdular, ama sonra onu inkâr ederek kâfir oldular. [30]



176. Eğer dileseydik, onu bunlar sebebiyle yükseltirdik. Fakat o ye*re mıhlandı ve nevasına uydu. Artık onun durumu, üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan, kendi haline bırakırsan da yine dilini uzatıp soluyan bir köpeğin durumuna benzer. İşte âyetlerimizi yalanlayan toplulukların durumu budur. Artık sen kıssayı anlat. Belki iyice düşünürler.

177. Âyetlerimizi yalanlayarak kendilerine zulmetmekte olanla*rın durumu ne kötüdür!

"Eğer dileseydik onu bunlar sebebiyle" yani, bu âyetlerle amel etmesi suretiyle "yükseltirdik."

Burada kastedilen kişi Bel'am'dır. Yani, Biz dilemiş olsaydık isyan etme*den önce onun canını alır ve cennete yükseltirdik. "Fakat o, yere mıhlandı."

İbn Cübeyr'le es-Süddî'den rivayete göre yere meyletti. Mücahid ise, ona mey*lederek huzur buldu. Yani, yerin lezzetlerine meyletti, orada huzuru aradı.

"Mıhlanmak" asıl anlamı itibariyle bir yerden ayrılmamak anla*mındadır. Bir kimse bir yerde ikamet edip oradan ayrılmayacak olursa, denilir. Şair Züheyr der ki:

el-Ğarkad'da bulunan ve senin uğradığın diyarlar kimlerindir?

Suyun üzerinden aktığı yerinden ayrılmayan kalıcı sert taştaki yazı gibi."

Sanki bu buyrukta kastedilen anlam: O, yerin lezzetlerine bağlandı da on*lardan ayrılmadı şeklinde olduğundan "yere mıhlandı" ifadesi kullanıldı. Çün*kü dünya metaı yerin üzerindedir.

"Ve nevasına uydu" yani, şeytanın kendisine süslediklerinin ardından git*ti. Onun hevâsmın kâfirlerle birlikte olduğu söylendiği gibi; hanımının rıza*sına uydu diye de açıklanmıştır. Çünkü hanımı birtakım malları elde etme ar*zusuna kapılmıştı. O bakımdan onu Hz. Musa'ya beddua etmeye mecbur et*mişti.

"Artık onun durumu... bir köpeğin durumuna benzer" buyruğu müp-teda ve haberdir. "Üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan" buyruğu da şart ve cevaptır. Ve bu, ha! mahallindedir. Yani o, dilini sarkıtarak soluyan köpe*ğe benzer. Buyruğun anlamı şudur: O, tek bir isi devam ettirir, gider ve hiç-bİr masiyetten korkup çekinmez. Bu durumuyla o, köpeğe benzer. Çünkü kö*pek, her halükârda diiini sarkıtıp solur. İster onu kov, ister kovma. O yine böyledir.

İbn Cüreyc der ki: Köpek, yüreksiz bîr hayvandır. Onun üzerine gitsen de dilini sarkıtıp solur, bıraksan da dilini sarkılıp solur. İşte hidayeti terk ede*nin hali de böyledir. O korkaktır, yüreksizdir.

el-Kuteybî der ki: Dilini sarkıtıp soluyan herşey, ya çokça bitkin düştü*ğünden, yahut da susuz kaldığından dilini sarkıtıp solur. Ancak köpek böy*le değildir. O, yorgun ve bitkin halde iken de dilini sarkıtıp solur, rahatken de, hasta iken de, sağlıklı iken de, suya kanmışken de, susuzken de hep böy*le yapar. Allah onu âyetlerini yalanlayan kimselere misal vermiş ve şöyle bu*yurmuştur: Sen, böyle birisine öğüt versen de sapılır, onu bıraksan da sapı*tır. O, tıpkı bıraktığın zaman da dilini sarkıtıp soluyan, kovaladığın zaman da dilini sarkıtıp soluyan köpek gibidir, yüce Allah'ın şu buyruğu da bunu andırmaktadır: "Siz, bunları doğru yala çağırsanız size uymazlar. Onları ça-ğırsanız da, susmuş olsanız da size karşı (tavırları) birdir." Cel-A'raf, 7/193.)

el-Cevlıen der ki: Köpek, yorgunluktan, yahut susuzluktan dolayı dilini dışan çıkartacak olursa, denilir. Aynı şekilde insan da yorgunluktan bitkin düştüğü vakit, onun hakkında da bu tabir kullanıitr.

Yüce Allah'ın: "Üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan" buyruğuna ge*lince; çünkü sen, köpeğe hamle yapacak olursan havlar ve geri dönüp ka*çar. Onu bırakacak olursan, bu sefer o senin üzerine gelmeye kalkışır ve hav*lar. İster senin üzerine gelirken, ister senden kaçıp giderken kendisini yorar. Böyle bir durumda ise, susuzluktan dolayı dilini dışarı çıkartıp soluma hali onda görülür.

et-Tirmizî el-Hakim de "Nevâdiru'l-Usul" adlı eserinde şöyle demektedir:

Böyle bir kimsenin yırtıcı hayvanlar arasında köpeğe benzetil iş sebebi, kö*peğin yüreksiz oluşundan dolayıdır. Onun dilini sarkıtarak soluması yürek-sizliğindendir. Diğer yırtıcı hayvanlar böyle değildir. Bundan dolayı onlar so*lumazlar. Köpeğin bu haline gelince; Adem (a.s) yer yüzüne indirilince, düş*man (şeytani onun bu haline sevindi, Bunun üzerine yırtıcı hayvanlara git*ti, o yırtıcı hayvanları Hz. Adem'in üzerine kışkırttı. Köpek yırtıcı hayvanlar arasında onun arkasından en hızlı koşanlardan olmuştu. Bunun üzerine Hz. Cebrail, Medyen'de Hz. Musa'ya verilen ve Allah'ın Hz. Musa'ya Firavun ve ileri gelenlerine karşı bir mucize olarak verdiği asayı indirdi. Bu asada bü*yük bir güç yaratılmıştı. Asa, cennette bulunan Mersin ağacındandı. Hz. Cebrail bunu, o gün Hz. Adem'e üzerine gelecek yırtıcı hayvanları onunla ko*valamak üzere vermiş ve rivayet olunduğuna göre ona, köpeğe yaklaşıp, eli*ni başı üzerine koymasını emretmiş idi. İşte bundan dolayı köpek Hz. Adem'e alışmış, fakat o asanın gücünden dolayı da yürekliliğini kaybetmiş*ti. Elini başının üzerine koyduğundan dolayı günümüze kadar Hz. Adem'e ve onun çocuklarına da alışmış ve böylelikle onun soyundan gelen Adem oğullarının koruyucularından birisi olmuştu. Eğitilip avcılık öğretilecek olur*sa, o da eğitilir ve kendisine öğretilenleri öğrenir. İşte yüce Allah'ın: "Allah'ın size öğrettiklerinden kendilerine öğreterek yetiştirdiğiniz..." (el-Mâide, 5/4) buyruğunda anlatılan budur.[31]

es-Süddî der ki: Bel'am, bundan sonra köpeğin dilini sarkıtıp soluması gi*bi dilini sarkıtıp solumaya başlamıştı.

Te'vil ilmini bilenlerin çoğunun görüşüne göre bu misal, kendisine Kur'ân verildiği halde gereğince amel etmeyen herkes hakkında umumidir. Bunun her münafık hakkında olduğu söylenmiş ise de birinci görüş daha sahihtir.

Mücalıİd, yüce Allah'ın: "Artık onun durumu üstüne varsan da dilini sar*kıtıp soluyan, kendi haline bırakırsan da dilini sarkıtıp soluyan bir kö*peğin durumuna benzer" buyruğu hakkında şöyle demiştir: Yanî sen, onun üzerine bineğinle, yahut ayağınla varacak olsan o dilini sarkıtıp solur, bıra*kacak olsan da aynı şekilde dilini sarkıtıp solur. İşte, Allah'ın Kitabını oku*yup ondaki hükümler gereğince amel etmeyenin durumu da böyledir.

Mücahid'den başkaları da der ki: Bu, en kötü bir benzetmedir. Çünkü o, böyle birisini nevasına kendisi adına lıiç bir zararı önleyemiyecek bir tevbe-yi sağlayamıyacak hale gelinceye kadar yenik düşmüştür, onu -üzerine ister varılsın, ister varılmasın- ebediyen dilini sarkıtıp soluyan bir köpeğe benzet*miştir. Böyle bîr köpek, hiçbir şekilde dilini sarkıtıp solumaktan kendisini alıkoyamaz.

Şöyle de denilmiştir: Korkmadığı kişiye öncelikle saldırıp korkutmak, fa*kat daha sonra da en değersiz bir şeyi ele geçirmesi karşılığında bu serkeş*liğinin sükûn bulması köpeğin düyundandır. Allah, köpeği dine dair husus*larda rüşveti kabul ederek sonunda Rabbinin âyetlerinden sıyrılıp uzaklaşan kimseye bir misal olarak vermiştir.

Buna göre âyet-i kerime, üzerinde dikkatle düşünen kimseye şunu gös*termektedir: Hiçbir kimsenin ne ameline, ne de ilmine aldanmaması gerekir. Zira kişi sonunun ne olacağını bilemez.

Ayrıca bu âyet-i kerime bir hakkı ortadan kaldırmak, yahut değiştirmek üzere rüşvet almanın yasakhğına delil teşkil etmektedir. Buna dair açıklama*lar, el-Maide Sûresi'nde (5/42. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Âyet-i kerime, -açıkladığı bir delili bulunması hali dışında- alim bir kim*senin taklid edilmesini de yasaklamaktadır. Çünkü Şanı yüce Allah, böyle bir kimseye âyetlerini verdiği halde, onun bu âyetlerden sıynhp uzaklaştığını ha*ber vermektedir. O bakımdan aynı durumun başkasının başına da gelebile*ceğinden korkulması ve hiçbir alimin, delilini açıklamadıkça sözünün kabul edilmemesi gerekir.

Yüce Allah'ın: "İşte âyetlerimizi yalanlayan toplulukların durumu bu*dur. Artık sen kıssayı anlat. Belki İyice düşünürler. Âyetlerimizi yalanla*yarak kendilerine zulmetmekte olanların durumu ne kötüdür" buyrukla*rı da bütün kâfirlere dair verilmiş bîr örnektir.

Yüce Allah'ın: "Olanların durumu ne kötüdür" buyruğu ile benzer olarak; o şey ne -çirkindir anlamında- ne kötüdür! de*nilir, Burada fiil lazımdır (geçişsizdir). Şeklinde de gelir. O vakit, bu haliyle de geçişli (müteaddi) olur. Yani, onların örnekleri ne kadar çirkin ve kötüdür. İfadenin takdiri ise, Bu kimselerin mi*sali, misal olarak ne kötüdür! şeklinde olup, muzaf hazfedilmiş ve temyiz ol*mak üzere; Misali, durumu kelimesi de nasbeditmiştir.

el-Ahfeş der ki: Burada mecazi olarak durum (mesel) kavmin kendisi gi*bi İfade edilmiştir. Halbuki; Kavim (mealde...lar) kelimesi mübtedâ olarak, yahut da bir mübtedâ takdiri ile merfu' olur. İfadenin takdiri de şöy*le olun Örnek olarak kötü olan örnek, o topluluğun misalidir. Ebu Alî de bu ifadeyi şöyle takdir etmiştir: Örnek olarak o toplumun örneği ne kadar kötüdür!

Âsim el-Cahderi ile el-A'meş, Kötü örnek o kavmin du*rumudur ki... diye; Örnek kelimesini, Ne kötüdür! dolayısıyla merfu' olarak okumuşlardı.

-KURTUBİ TEFSİRİ Araf suresi 175-177.ayetler tefsiri-
 

Reyhani_konyevi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Mar 2012
Mesajlar
834
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
İMAM KURTUBİ



Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubi Ensari ve Hazrecli bir soydandır. Endülüs’e yerleşmiş bir aileden gelmedir. Hicri 640 / m. 1242-1243 yılında Kurtuba’da doğmuş, Endülüs’den Mısır’a hicret ederek hicri 671 / m. 1273 yılında Minye’de vefat etmiştir. Kurtubi’nin birçok eseri mevcuttur. Fıkıh, siyer, akaid vs. Tüm İslam coğrafyasınca bilinen en meşhur eseri Kur’an Tefsiri olan “el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an” adlı eseridir.
Kurtubi’nin tefsiri, ahkam tefsiridir. Fıkhi incelikleri detaylı bir şekilde anlatan tefsirdir. Kitabın telif amacını söyle açıklar.


“Ömrüm boyunca Allah’ın kitabıyla meşgul olmayı, bütün takatimi Kur’an hakkında özlü bir açıklama yazmaya harcamayı uygun gördüm. Bu açıklama; tefsir, dil, i’rab ve kıraatlere dair nükteler ve incelikler ile sapıklık ve doğrudan, haktan uzaklaşmış yolları izleyenlerin kanaatlerini reddini ihtiva etsin. Sözünü edeceğimiz ahkam (Kur’an hükümleri) ve ayetlerin nuzülüne dair hususlara tanıklık edecek pek çok hadisler, ayet ve hadislerin manalarını bir arada telif eden, onların müşkil (problemli zorlu) delillerini, selefin ve selefe tabi olan halefin sözleri ile beyan eden bir muhtevaya sahip olsun, istedim. Ben bunu kendim için bir hatırlatma ve öğüt, kabre gireceğim gün için bir azık, ölümümden sonra da salih bir amel olsun diye hazırladım.”
Kurtubi tefsirinde, ilk önce Kur’an'ı, Kur’an’la izaha çalışır. Ele aldığı konuyla alakalı ayetlere atıflarda bulunur.


Sonra hadisleri zikr eder, hadis ile ilgili bolca malumat verir ve yorumlarda bulunur.
Sahabe ve tabiinden gelen nakillere yer verir, onların kritiğini yapar.
Dilbilgisi yönünü detaylı inceler. Kelimenin yapısını, kendi dönemine kadar kelimenin nasıl kullanıldığını, cümle yapısı içindeki yerini detaylıca inceler.
Dil alimlerinin farklı görüşlerini serdeder. Sonra da o kelimeye yüklediği manayı, hükmü dille bağlantılandırır ve kanaatini izhar eder.
Çokça Arap şiirinden örnekler verir. Dilin dayanaklarını sağlam bir zemine oturtur.


Kurtubi kıraat farklılıklarına da çok yer verir ve her bir mezhebin delillerini de açıklar.


Fıkhi bir meseleyi açıklarken tafsilatlı açıklamalarda bulunur. Ayetten çıkan fıkhi hükümleri maddeler halinde zikreder. Sadece bağlı bulunduğu Maliki mezhebiyle sınırlı kalmaz. Tüm mezheplerin görüşlerini delilleriyle açıklar. Zaman zaman diğer mezhepleri tercih ettiği de görülür.
Bazen de “derim ki” diye başlar ve kendisine ait özel kanaatini belirtmekten çekinmez.


Kurtubi Tefsiri’nde Kur’an’ı anlamak isteyenler için bolca malzeme vardır. Kur’an’ı anlamak ve yaşamak isteyenler, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an’a kayıtsız kalamazlar.
Anlaşılır bir dil, itinalı bir baskı ile okuyucuya sunulmuştur.





İmam Kurtubi’nin el- Câmiu li- Ahkâmi’il-Kur’an Tefsiri



Endülüs İslam diyarının yetiştirdiği ender ilim adamlarından, tefsir alanında söz sahibi İmam Kurtubî’nin yazdığı EL-CÂMİU Lİ AHKÂMİ’L-KUR’ÂN bir bakıma kendisinden sonra yazılan tefsirlerin kaynağıdır. Özellikle hükümlere ait konularda müfessirimizin ne denli yetkin ve Kur’ân’a hakim olduğunu tefsirine bakan herkes görebilir. Bu yönüyle “yepyeni” vasfına kelimenin tam manasıyla layık bir tefsir...


Bu tefsir okuyucumuz için ilk defa tercüme edilmesi açısından “yepyeni” olduğu kadar; esas gününden beri çağını aşan dolgun ve yetkin bir tefsir olduğundan dolayı da “yepyenidir.” Okuyucu dilden kaynaklanan kaynaklara ulaşamama problemini EL-CÂMİU Lİ AHKÂMİ’L-KUR’ÂN tercümesiyle büyük ölüde hal etmiş olacak. Yayınevimiz tüm olumsuzlukları göz alarak, ticari açıdan pek elverişli olmayan bir ortamda bu teşebbüste bulundu.




Müfessir Kurtubi


Tam adı: Muhammed b. Ahmed b. Ebi Behr’dir. Ensar soyundan ve Hazrec kabilesine mensup... yitirilmiş İslam diyarlarından “Endülüs’ün Kurtuba”sından... bundan dolayı kısaca “Kurtubi” diye bilinir. Endülüs ve Kurtuba, binlerce İslam alimi yetiştirmiş olduğu halde; yalnızca “Kurtubi” denildi mi; çoğu kere sadece bizim müfessirimiz ve onun muhteşem “tefsiri” hatıra gelir.


Gençlik yılları, ilk tahsil hayatı, yetişmesi ve olgunluk dönemini Kurtuba ve çevresinde geçiren müfessirimiz; daha sonraları Frankların ve diğer Avrupa haçlılarının ardı arkası kesilmeyen hücum, baskın ve tacizlerinin de etkisiyle; babasının bir haçlı saldırısı sonucu şehid edilmesinden sonra Kurtuba’dan ve Endülüs’ten hicret etmek zorunda kalır. Endülüs’te tahsil hayatına başlayan müfessirimiz, tahsilini İskenderiye’de tamamlar. Daha sonra Mısır’ın Said bölgesi şehirlerinden olan Minye’ye yerleşir. İlim öğrenerek, öğreterek, zühd ve takvaya riayet ederek, saraydan ve siyasi ortamdan uzak, erdemli bir hayattan sonra 9 Şevval 671/30 Ekim 1273 tarihinde hakkın rahmetine kavuşur. Minye’de, Kurtubi’nin mezarı ve kendi adını taşıyan bir mescidi bulunuyor.




Kurtubî’nin Bazı Hocaları


Kurtubî, Endülüs’te de Mısır’da da çağın değerli hocalarından ders aldı. Onları dinledi. Bunlar sarasında tefsirden hadise, fıkıhtan,lugat, usul ve tarihe kadar İslâm İlim Tarihi’nde önemli bir yere sahip ilim adamları vardır. Mesela, Ebu Hucce diye bilinen Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed el-Mufhim adıyla Müslim‘in Sahih’ini şerhetmiştir. Kurtubî de bu eserin bir bölümünü kendisinden dinlemiştir. Değerli muhaddis, et-Terğib müellifi Hafız el-Münzirî de onun hocalarındandır...
Hadis, fıkıh ve dilbilimde seçkin olan hocalarından aldığı eğitim Kurtubî’nin, tefsirine boylu boyunca yansımıştır.





Kurtubi’nin Kaynakları


Kurtubi’nin Tefsirinden tespit edildiği kadarıyla- çeşitli İslamî ilim dallarına dair yazılmış yüzü aşkın kaynaktan yararlandığını görüyoruz. Bunları genel hatlarıyla birkaç grupta toplayabiliriz:



1. Tefsirler (Rivayet tefsirleri, Dirayet tefsirleri, İşari tefsiri);
2. Kur’an tarihine, kıraat ilmine ve Kur’ân lafızlarına (Garibu’l-Kur’ân’a) dair eserler
3. Hadis, hadis fıkhı ve sirete dair eserler
4. Akaid ve kelama dair eserler
5. Fıkha dair eserler
6. Arap dilinin çeşitli yönlerine dair eserler..



Böyle bir ilim adamının, tefsirini bunca sağlam kaynağa dayalı olarak telif etmiş olması, Niçin Kurtubi ? Sorusuna kısmen bir cevap teşkil eder. Zahid, takva sahibi, ahire işlerinden kendilerini ilgilendiren şeylerle meşgul olan; zamanını yüce Allah’a yönelmek, ibadet etmek ve telif ile değerlendirdi.


Kurtubî hakkında ipuçları verir düşüncesiyle bir iki örnek...


“Malik b. Enes der ki ‘Çağımızda insaftan az hiç bir şey yoktur.’ Derim ki: Bu, Malik’in döneminde böyle idi. Çağımızda ise fesat alabildiğine yaygınlaşmış... ilim siyaset için talep edilir olmuştur...
Bu, kişiyi takvasızlığa iter ve Allah’tan korkmayı terke götürür.” (el-Bakara 32 ayetin tefsiri, 2. başlıkta)

Kurtubî, zühdün gereğini ve önemini sık sık vurgular, mutlaka Kurân ve Sünnet çerçevesi içerisinde kalınması gerektiğinin özellikle altını çizer. (mesela bakınız:Ş en-Nisa 36. ayet, 1. başlık; el-Hicr 3. ayet, 2. başlık; el-Mide 87. ayet, 3. başlık vs...)
Kurtubi, çağın mesellerini yakından takip eden ve İslâma uygun tavırları belirlemeye çalışmış önemli ilim adamlarımızdan biridir.
Mesela; Nisa 59. ayetini açıklarken ibn Huveyzimendad’dan naklen şunları anlatır;” yöneticiye itaat Allah’a isyanı gerektiren hususlarda itaat vacip değildir. Bundan dolayı biz şöyle deriz: Günümüz yöneticilerine itaat de, onlara yakın olmak da onları tazim etmek de caiz değildir....”
Kurtubî, Kur’ân ve Sünnete dayalı olmayan hükümleri ve bu hükümlerinin koruyucularını reddetmekte; bunların başkaları tarafından kabul edilmesinin caiz olmayacağını açı bir dille ifade etmektedir... (Al-i İmran 64, et-Tevbe 31, 37. ayetlerinin tefsirinde görüldüğü gibi.)


Ona göre ; “Allah’ın hükümlerine aykırı hüküm koymak, O’nun varlığını inkar etmek, Peygamberler göndermediğini söylemekle eş bir küfürdür...” “ Günümüz hakim ve yöneticileri bizatihi rüşvetçilerin kendileridir; rüşvetçi oldukları zannolunan kimseler değil...” (el-Bakara 188. ayet, 6. başlık)
Kurtubî, Müslümanların çeşitli problem ve musibetlerinin ana sebebini bulup ortaya çıkartmaya çalışan bir müfessirdir. Tefrikayı ve grupların birbirlerine düşman olmalarını, müslümanlara karşı kafirlerinden yardım isteyecek kadar dini haysiyet ve gayretin azalmasını, Müslümanların kafirlerin hükmü altında kalmalarından en önemli sebepleri olarak göstermektedir. (el- Bakara 86. ayet 4. başlık.)
O, sahip olduğu Kur’’âni bakışı açısıyla çağının dini, sosyal ve ahlaki şartlarını; fert, toplum ve tarih boyutlarıyla ele alan, değerlendiren, bu hususlarda Rabbani Sünnetler’e işaret eden; bunlara açıklık getirmeye çalışan bir müfessirdir.





II. Kurtubî'nin Tefsiri'ni Yazdığı Tarih:



Kurtubi, Tefsiri'ni yazma gerekçesini açıklarken şunları söylemektedir: "Müstakil olarak farz ve sünneti beyan eden bütün şer'î ilimleri ihtiva eden, semânın emininin arzın eminine indirdiği kitap olan Allah'ın Kitabı (Kur'ân-ı Kerim) olduğundan, ömrüm boyunca bu kitapla uğraşmayı, ona özlü bir*takım notlar yazmak suretiyle bütün gücümü bu uğurda harcamayı uygun gör*düm. Bu özlü açıklama birtakım tefsir, dil, i'rab ve kıraat ile ilgili nükteleri... ihtiva etsin (istedim)." (7)



Daha önceden de değindiğimiz gibi Kurtubî'nin babası 627 yılı Ramazan ayının üçüncü günü (16. VII. 1230) sabahında düşmanın yaptığı bir baskın sonucu şehicl edilmişti. (S)

Yine Kurtubî'nin, Endülüs'te bir vesile ile düşmanın önünden kaçışından söz ettiğini gördüğümüz gibi (9) Tefsiri'nin çeşitli yerlerinde Mısır'a gidişin*den, Mısır'da kalışından söz ettiğini de görmekteyiz. (l0)

Bütün bunlar bizlere, Tefsiri'ni Endülüs'te bulunduğu dönemlerde yazma*ya başlamamış olduğunu göstermektedir. Çünkü, babasının şehid düşmesi mü*nasebetiyle babasına yıkanıp gömülmesi hususunda ona şehid muamelesi mi yapacağı, yoksa normal bir mevta muamelesi mi yapacağına dair hocaları*na soru sorduğunu görüyoruz.

Diğer taraftan, Endülüs'ten düşman önünden kaçışını, düşman tarafından kovalanışını Tefsiri'nde zikretmesi, Mısır'a gelip Mısır'dan söz etmesi şunla*rı göstermektedir: Babasının şehadeti sırasında Kurtubî henüz ilim tahsili ya*pan bir kimse idi. Sözünü ettiği tarihî olayları Tefsiri'nde tesbit etmiş olma*sı ise, en azından bunları tescil ettiği satırları bu olayların vukuundan son*ra yazdığını göstermektedir. Diğer taraftan Kurtubî, Tefsiri'nde eserlerinin bir çoğuna da atıfta bulunmaktadır.

Bütün bunlara istinaden diyebiliyoruz ki: Kurtubî, Tefsiri'ni öğrencilik ha*yatını bitirdikten, te'life başlayıp pek çok eser yazdıktan sonra yazmaya baş*ladığı gibi, bazı eserlerinden Tefsiri'nin önemli bir bölümünden sonra gözet*meye başlamış olması da Tefsiri'ni yazdığı süre içerisinde adını verdiği bu eserleri yazıp bitirmiş olması ihtimalini hatıra getirmektedir.

Tefsiri'ni te'life başlaması ve bitirmesi ile ilgili bir tarih tesbit etme imkâ*nımız bulunmamakla birlikte kendisinin ifadesiyle "ömrünü vakfetmeyi uy*gun gördüğü" bir uğraşı alanı olarak Allah'ın Kitabını seçmiş olduğundan sözetmesi, olgunluk döneminin büyük bir bir bölümünde bu Tefsirini te'lif et*tiğini söylemek mümkün görünmektedir.

(7) Kurtubî, Tefsir, I, 2,3.

(8) IV, 272, Âl-i İmrân. 3/169-170. Ayetler, 5. başlık.

(9) X. 270, el-isrâ, 17/45. âyetin tefsiri.

(10) Meselâ, IX, 175. Yusuf, 12/26-29. âyetler, 3- başlık; IX. 265, Yûsuf, 12/100. âyet 2. baslık;
X, 422, el-Kehf. İH/50, âyet; XV. 141, es-Sâffât, 37/180-182. âyetler, 2. baslık v.s...




Kendi İfadesiyle Tefsirini Telif Amacı ve Usûlü:



Kurtubi, bu konuda Tefsirinin Mukaddimesinin baş taraflarında şunları söy*lemektedir: "... ömrüm boyunca onunla (Allah'ın Kitabı ile) meşgul olmayı, bütün takatimi onun hakkında özlü bir açıklama (ta'lik) yazmaya harcama*yı uygun gördüm. Bu açıklama tefsir, dil, i'rab ve kıraatlere dair nükteler ile sapıklık ve doğrudan uzaklaşmış yolları izleyenlerin (kanaatlerine) reddini ihtiva etsin; sözünü edeceğimiz ahkâm ve âyetlerin nüzulüne dair hususla*ra tanıklık edecek pek çok hadisler, bu ikisinin manalarını bir arada te'Iif eden, onların müşkil delillerini, selefin ve onlara uyan halefin sözleri ile beyan eden bir muhtevaya sahip olsun, istedim. Ben bunu kendim için bir hatırlatma ve öğüt, kabre gireceğim gün için bir azık, ölümümden sonra da salih bir amel olsun diye hazırladım..." (11)

Çünkü Kurtubîye göre, Allah'ın Kitabı'nı bilen bir kimsenin, yasakların*dan kaçınması, Kur'ânda kendisine açıklanan şeyler gereğince ibret ve öğüt alması, Allah'tan korkup takvalı olması, O'nun gözetimi altında olduğunu bi*lip O'ndan haya etmesi gerekir. Çünkü Kur'ân ilmini elde etmiş bir kimse*ye peygamberlerin yüklerinin sorumluluğu yükletilmiş ve o kimse Kıyamet gününde bu Kitaba muhalefet eden çeşitli din mensuplarına karşı şahidlik ede*cek konuma yükselmiş bir kimsedir. Zira yüce Allah: 'Böylece sizleri insan*lara karşı şahidler olasınız diye vasat bir ümmet kıldık" (el-Bakara, 2/143) di*ye buyurmaktadır. Şunu belirtmek gerekir ki, Kur'ân-ı Kerimi bilip de ondan yana gaflete düşen bir kimseye karşı ilahi delil, ona karşı kusurlu davranıp onu öğrenemeyen kimseye göre daha ileri ve sağlam derecede konulmuş de*mektir. Kendisine Kur'ân bilgisi verilmekle birlikte ondan yararlanmayan, ya*saklarından uzak kalması istenmekle birlikte bu yasaklardan çekinmeyen, çir*kin günahlar ve rezil edici suçlar işleyen bir kimseye karşı Kur'ân-ı Kerim hiç şüphesiz aleyhinde bir delil ve ona karşı bir hasım olacaktır... O halde, yü*ce Allah'ın Kitabını ezberlemek ve bellemek özelliği ile mümtaz kıldığı kim*seye düşen görev, o Kitabı gereği gibi okumak, ibarelerinin hakikatleri üze*rinde gereği gibi düşünmek, hayret verici gerçeklerini kavramaya çalışmak, garip (anlaşılmıyan) lafızlarını da açıklamaya çalışmak olmalıdır... (lZ)

İşte Kurtubi, böylece Tefsirini te'Iif ediş sebeplerini bizlere kısaca anlat*maktadır.

Kurtubi, bu eserini te'Iif ederken, tefsirî nükteleri, lügavî açıklamaları, i'rab ve kıraatlere dair bilgileri, sapık mezhep ve kanaat sahiplerinin görüşlerini reddetmeyi, âyetlerin ahkâmı ve nüzulüne tanıklık edecek pekçok hadis-i şe-

(11)I, 2-3.

(12)I, 2.

rifi tanık olarak göstermeyi, bunların müşkil olanlarını selefin görüşleri ve ha*leften onlara tabi olanların açıklamaları ile açıklamaya çalışacağını belirtmek*le birlikte; Tefsiri'ni te'lif ederken riâyet edeceğini bildirdiği diğer şartları da şöylece açıklamaktadır:

"Bu kitabı yazarken riâyet etmeyi taahhüt ettiğim şartım şudur: Sözleri sa*hiplerine, hadisleri musannıflarına izafe edeceğim. Denildiğine göre bir sö*zün söyleyene izafe edilmesi ilmin bereketindendir." Kurtubi kendisini bu*na özellikle dikkat edeceğini belirtmesine iten sebepleri de şöylece açıkla*maktadır:

"Çoğu zaman fıkıh ve tefsir kitaplarında, hadis müphem olarak zikredil*mekte, o hadisi hadis kitaplarına muttali olan kimseler dışında kimin kitabın*da kaydettiği bilinememektedir. Böylelikle bu konuda yeterli bilgisi olmayan bir kimse şaşırır kalır. Neyin sahih olduğunu, neyin olmadığını bilemez. Bu*nu bilmek ise büyük bir ilimdir. O bakımdan hadisi, kitabında kaydeden ön*der imamlara izafe etmedikçe bir kimsenin hadis ile ihticac etmesi veya onu delil göstermesi kabul olunmaz... İşte biz, bu kilapda bu kabilden birtakım hususlara işaret edeceğiz. Doğruya ulaşmak başarısını ihsan eden Allah'tır."



Kurtubi, kıssalar ve ahkâmı açıklamak hususunda da nelere dikkat ede*ceğini şöylece izah eder: "Ben, müfessirlerin naklettikleri kıssaların, tarihçi*lerin zikrettikleri haberlerin pek çoğunu nazarı itibara almıyaeağun. Bundan kaçınılmaz olanlar ile açıklama için müstağni kalınamıyacak olanlar müstes*nadır. Bunun yerine ahkâm âyetlerini, bu âyetlerin anlamını açığa çıkartan, ilim taleb eden kimseye muktezâlarının ne olduğunu gösteren bir takım me*selelere dair açıklamaları koymayı uygun gördüm. O bakımdan bir yahut iki ve daha fazla hüküm ihtiva eden herbir âyet-i kerimeyi açıklarken, âyetin ih*tiva ettiği nüzul sebepleri, gürip lafızların ve hükümlerin açıklanmasına da*ir birtakım meseleler (başlıklar) ile açıklama yoluna gittim. Eğer âyet-i keri*me herhangi bir hüküm ihtiva etmiyorsa, o âyet ile ilgili tefsir ve te'vil ka*bilinden açıklamaları zikretmekle yetindim ve bu, kitabın sonuna kadar böylece devam edip gitti." (l:5)



Daha sonra Kurtubî, tefsirine: "el-Câmiu li Ahkâmil-Kur'ân ve'l-Mübey-yin Lima Tedammanahü Mine's-Sünneti ve Âyi'l-Furkân (Kur'ân Ahkâmını Bünyesinde Toplayan ve İhtiva Ettiği Sünnet ve Furkan Ayetlerini Beyan Eden)" diye adlandırdığını belirttikten sonra; yüce Allah'tan bu amelini yal*nızca kendisi için halis kılmasını, bununla kendisini, anne-babasını ve Allah'ın rızasını murad eden kimseleri lütfuyla faydalandırmasını niyaz etmektedir. Sonra da Kur'ân-ı Kerim'in faziletlerine dair rivayetleri zikrederek Mukaddi*mesinin diğer bölümlerini tamamlamaktadır.

(13) i, 3.



Kurtubî’den Etkilenen Alimler


Kurtubî’den yaklaşık bir asır sonra yaşamış Tefsiru’l-Kurâni’l-Azim müellifi ibn Kesir; Fethu’l-Kadir Şevkanî; Mehasinu’t-Te’vîl müellifi Cemaluddin el-Kasımî; Edvau’l-Beyan müellifi eş-Şankıtî; Hak Dini Kur’an Dili müellifi Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır; İslam Fıkhı Ansiklopedisi adlı eseriyle tanınan Dr. Vehbe ez-Zuhayli’nin telif ettiği et-Tefsiru’l Munir adlı eseri..
İmam Kurtubî’nin tefsirinden nakil yapmış ondan etkilenmiş müfessirlerin sadece bir kısmıdır...
Ayrıca ibn Hacer el-Askalanî’nin Fethu’l-Bari adlı Buhari Şerhi’nde görüldüğü gibi; tefsir dışında eser vermiş müelliflerin de Kurtubî’den etkilendiği bilinen bir husustur....
İslam ilim tarihinde itibar görmüş bunca müfessir ve ilim adamının itibar ettiği ve etkilendiği bir tefsir olması; eserin önemini bir kat daha arttırmaktadır.




Kurtubî ve Tefsiri Hakkında söylenenlerden Bazıları


“Şerefi oldukça yüksek olan bu muazzam tefsir için kilometrelerce yolculuk yapmaya değer. Bu tefsir kendi alanında kâmildir.” ( Muhammed ez-Zehebî, Tarihu’l-İslam, XXV, 166)


“Kurtubî’nin Câmiu li-Ahkâmi’il-Kur’an adlı büyük Kurân Tefsiri, tefsirlerin en değerlilerinden, en faydalılarındandır. O, tefsirine gereksiz hikayeleri almamış, Kurân ahlakını, delillerden hüküm çıkarma yolları zikretmiştir.” (ibn Ferhün, ed-Dibac- II, 309)
Câmiu li- Ahkâmi’il-Kur’an Tefsiri; tetkik ve tahkik yolunu seçmiş meşhur müfessir İbn Atiyye’nin izini ve üslubunu takip etmiştir. Tefsiri bu ilmî anlayışın bir ürünüdür. (ibn Haldun, Mukaddime, s. 440).
“Kurtubi; Kur’ân’ı tefsir eden hacimli bir kitap telif etmiştir... bu eseri en eğerli ve en faydalı tefsirlerdendir.”


(Celaluddin es-Suyuti’nin öğrencilerinden ed-Dâvûdî, Tabakatu’l-Mü-fessrîn, II, 65-66)
“İmam Ebû Abdullah el- Kurtubî... Câmiu li-Ahkâmi’il-Kur’an adlı eserin sahibidir. Bu tefsirinde selefin görüşleri nakletmiştir.
Hadisin manalarını ortaya çıkartan, tasnifi güzel, nakli iyi, önder bir ilim adamıdır.” İbnu’l-Îmâd, Şezerâtu’z-Zeheb, V, 335)
“ Ebû Abdullah el- Kurtubi, Endülüs’te yetişen büuük alimlerden biridir. Tefsirde, hadiste, hilâfıyâtta (mezhepler arası görüş ayrılıkları ilminde) derya idi...
Bu büyük müfessir, tefsirinde rivâyet tarikine (yoluna) itina etmiş, dirâyet itibariyle de muvaffakiyet göstermiştir...
bu tefsir lisaniyata (Arap dili ilimlerine) hilâfıyata, muhaddislerin cerh ve ta’diline dair birçok tafsilatı camidir...”


Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubi Ensari ve Hazrecli bir soydandır. Endülüs’e yerleşmiş bir aileden gelmedir. Hicri 640 / m. 1242-1243 yılında Kurtuba’da doğmuş, Endülüs’den Mısır’a hicret ederek hicri 671 / m. 1273 yılında Minye’de vefat etmiştir. Kurtubi’nin birçok eseri mevcuttur. Fıkıh, siyer, akaid vs. Tüm İslam coğrafyasınca bilinen en meşhur eseri Kur’an Tefsiri olan “el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an” adlı eseridir.
Kurtubi’nin tefsiri, ahkam tefsiridir. Fıkhi incelikleri detaylı bir şekilde anlatan tefsirdir. Kitabın telif amacını söyle açıklar.


“Ömrüm boyunca Allah’ın kitabıyla meşgul olmayı, bütün takatimi Kur’an hakkında özlü bir açıklama yazmaya harcamayı uygun gördüm. Bu açıklama; tefsir, dil, i’rab ve kıraatlere dair nükteler ve incelikler ile sapıklık ve doğrudan, haktan uzaklaşmış yolları izleyenlerin kanaatlerini reddini ihtiva etsin. Sözünü edeceğimiz ahkam (Kur’an hükümleri) ve ayetlerin nuzülüne dair hususlara tanıklık edecek pek çok hadisler, ayet ve hadislerin manalarını bir arada telif eden, onların müşkil (problemli zorlu) delillerini, selefin ve selefe tabi olan halefin sözleri ile beyan eden bir muhtevaya sahip olsun, istedim. Ben bunu kendim için bir hatırlatma ve öğüt, kabre gireceğim gün için bir azık, ölümümden sonra da salih bir amel olsun diye hazırladım.”
Kurtubi tefsirinde, ilk önce Kur’an'ı, Kur’an’la izaha çalışır. Ele aldığı konuyla alakalı ayetlere atıflarda bulunur.


Sonra hadisleri zikr eder, hadis ile ilgili bolca malumat verir ve yorumlarda bulunur.
Sahabe ve tabiinden gelen nakillere yer verir, onların kritiğini yapar.
Dilbilgisi yönünü detaylı inceler. Kelimenin yapısını, kendi dönemine kadar kelimenin nasıl kullanıldığını, cümle yapısı içindeki yerini detaylıca inceler.
Dil alimlerinin farklı görüşlerini serdeder. Sonra da o kelimeye yüklediği manayı, hükmü dille bağlantılandırır ve kanaatini izhar eder.
Çokça Arap şiirinden örnekler verir. Dilin dayanaklarını sağlam bir zemine oturtur.


Kurtubi kıraat farklılıklarına da çok yer verir ve her bir mezhebin delillerini de açıklar.
Fıkhi bir meseleyi açıklarken tafsilatlı açıklamalarda bulunur. Ayetten çıkan fıkhi hükümleri maddeler halinde zikreder. Sadece bağlı bulunduğu Maliki mezhebiyle sınırlı kalmaz. Tüm mezheplerin görüşlerini delilleriyle açıklar. Zaman zaman diğer mezhepleri tercih ettiği de görülür.
Bazen de “derim ki” diye başlar ve kendisine ait özel kanaatini belirtmekten çekinmez.
Kurtubi Tefsiri’nde Kur’an’ı anlamak isteyenler için bolca malzeme vardır. Kur’an’ı anlamak ve yaşamak isteyenler, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an’a kayıtsız kalamazlar.

Anlaşılır bir dil, itinalı bir baskı ile okuyucuya sunulmuştur.





İmam Kurtubi’nin el- Camiu li- Ahkami’il-Kur’an Tefsiri



Endülüs İslam diyarının yetiştirdiği ender ilim adamlarından, tefsir alanında söz sahibi İmam Kurtubi’nin yazdığı EL-CÂMİU Lİ AHKÂMİ’L-KUR’ÂN bir bakıma kendisinden sonra yazılan tefsirlerin kaynağıdır. Özellikle hükümlere ait konularda müfessirimizin ne denli yetkin ve Kur’ân’a hakim olduğunu tefsirine bakan herkes görebilir. Bu yönüyle “yepyeni” vasfına kelimenin tam manasıyla layık bir tefsir...
Bu tefsir okuyucumuz için ilk defa terceme edilmesi açısından “yepyeni” olduğu kadar; esas gününden beri çağını aşan dolgun ve yetkin bir tefsir olduğundan dolayı da “yepyenidir.” Okuyucu dilden kaynaklanan kaynaklara ulaşamama problemini EL-CÂMİU Lİ AHKÂMİ’L-KUR’ÂN tercemesiyle büyük ölüde hal etmiş olacak. Yayınevimiz tüm olumsuzlukları göz alarak, ticari açıdan pek elverişli olmayan bir ortamda bu teşebbüste bulundu.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt