Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Esma-i hüsna (1 Kullanıcı)

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
" En güzel isimler Allah'a mahsustur. O'na bu güzel isimlerle dua edin. "
( A'râf Suresi - 180 )
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
el'VEDÛD

el'VEDÛD

O, bütün mahlûkatm hayrını isteyen, onlara ihsan edendir.
Bu isim, (Rahim) isminin mânasına yakın bir anlam taşımaktadır. Ancak şu farkla: Rahmet (kendisine merhamet edilene) i gerektirir. Kendisine merhamet edilense muhtaç ve muztardır. Rahim, ( Merhamet eden =, esirgeyen) in işleri, kendisine merhamet edilecek her bakımdan zayıf olan varlığı İcab ettirir. Vedûd'un efali ise bunu gerektirmez, esirgeme bir sevgi neticesinden ileri gelir.
Cenab-ı Hakkın, esirgenen kimseye karşı merhamet murat etmesinin, insanların duyduğu (Hadis) bir duygu ile nasıl alâkası yoksa, onlara karşı olan sevgisinin bir tezahürü olan keramet, nimet ve ihsanı murat etmesi de insanlar hakkında (Hadis olan) sevgi gibi hususlardan öyle münezzehtir.
Esirgenen kişi veya sevilen kişi hakkında bu iki mefhum (yani rahmet ile meveddet «Sevgi») ancak onların yararı için kasd edilir; Allah"ın meyle ihtiyacı olduğu için değil..
Kullara vasıl olacak yarar, merhamet ve meveddet «sevgi»nin özüdür ki, İşte Allah hakkında tasavvur edilen de bundan başkası değildir.
TENBÎH :
Kullardan bu isme ve bu vasfa lâyık olan o kişidir ki, Allah'ın mahlûkatına karşı daima iyilik murad eder. Kendisi için arzuladığını onlar için de arzular. Hattâ onların menfaatlerini kendi menfaatlerine tercih eder: Nitekim ruhen kemâle ermişlerden biri şöyle haykırmıştır:
«Cehennem üstünde bir köprü olmak isterim. Taki üzerimden halk geçsin de ateşe" duçar olmasınlar!..»
Bu ulvî duygu ancak, zor anlarda, insanların kin ve öfkeleri ile karşılaşıldığı hallerde tezahür eder Tıpkı Peygamber Aleyhisselâmın mübarek dişleri şehid edilip, nur cemali kana boyandığındaki Kainata, ibret verici hali gibi:
«Allahım, ümmetimi hidayet et! Çünkü onlar (Hakikati) bilmezler.» görüyorsunuz ya, onların kötülükleri, Peygamberin onlara karşı, iyilik istemesine mani olmamıştır.
Ve yine. Hazreti Ali (K.V.)'ye şöyle emretmişlerdir:
«Mukarrebleri geçmek istersen, seni ziyaret etmeyeni ziyaret, et seni mahrum bırakana ver, sana haksızlık edeni de afv et!.,
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
el'MECÎD

el'MECÎD

O, Zâtı Şerif, Efali Cemil, ikramı ve nimeti cezil (bol) olandır.
Zâtın şerefine güzel işler de mukarrin olduğu zaman mecd (şerefli) derler.
Mecid de aynı mânâya gelir fakat bunlardan birisi daha çok ziyadelik ifade eder.
Yani (El-Mecid) ismi şerifi (Macidden), fazla olarak; Celil, Vehhab ve Kerim isimlerinin mânalarını da cemetmektedir..
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
el-BAİS

el-BAİS

Bu, Dirilme günü halkı dirilten, kabirlerden halkı kaldıran, gönüllerde saklı olanları meydana çıkaran demektir..
(Aslında) Bais: ahiretteki dirilmedir. Bu ismin tam mânâsiyle mânâsını bilmek ve anlamak, Ba'sın hakikatini bilmeye bağlıdır. Bu ise en derin ve en çetin bilgiler zincirindendir.
İnsanlardan bir çokları bu hususta yanlış tevehhümlere kapılırlar. Bunu çeşitli şekillerde izaha çalışırlar, derler ki, ölüm yokluktur, ba'as, yok olduktan sonra yeniden diriltmektir, aynen birinci diriltme, canlandırma gibi..
Bir kere onların ölümün yokluk olduğunu, zannetmeleri yanlıştır. İkinci diriltmenin de birinci gibi olduğunu sanmaları da yanlıştır.
Ölümün yokluk olduğunu sanmak bâtıldır. Çünkür kabir, ya ateş çukurlarından bir çukurdur; yahut da cennet bahçelerinden bir bahçe..
Ölmüş olanlar da ya mutlu kişilerdir ki, onlar ölü değildirler: «Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilâkis onlar, Rableri katında diridirler. Ya da şaki (bahtsız) kişilerdir ki, onlar da diridirler. Bedir Vak'asında Resûlüllâh (S.A.V.) onlara (ölen kâfirlere) şöyle seslenmişlerdir:
«Allahın bana vadettiğini doğru buldum; sizde vaad ettiğini doğru buldunuz mu?»
Kendisine, öldürülen kişilere nasıl sesleniyorsunuz, onlar sizi duyarlar mı? diye sorduklarında cevaben şöyle buyurmuşlardır:
«(Öyle bir duyarlarki) söylediğimi, siz onlar kadar duyamazsınız! Lâkin, onlar cevab vermeye muktedir değillerdir»
İşin iç yüzüne vakıf olan Erbâb-ı Basiret, insan varlığının ebediyet için halk olduğunu bilir ve anlarlar. Ona yokluk arız olmaz (Ölümleri bîr intikalden ibarettir.)
Evet bazan cesedle ilgisi kesilir de kendisi hakkında öldü derler, Bazan cesede iade edilir de hakkında diriltildi derler.
Bu mevzuu etraflıca anlatmak için bû kitabır hacmi müsait değildir.
Dirilmenin, ilk yaratılış gibi ikinci bir yaratılış olduğunu sananlar da bu zanlannda yanılmışlardır Çünkü diriltmek ilk canlandırışlarına uymayan yepyeni bir yaratma fiilinden ibarettir. Aslında: insan oğlunun bir çok dirilmesi, (Allah tarafından kendisine hayat verilmesi) vardır, onun diriltilmesi iki defadan ibaret değildir.
Bakınız Allah, ana karında mudğa (et parçası) nı ve pıhtıyı yarattıktan sonra «Bilâhare onu, başka yaratılışla inşa ettik» buyurmuştur.
Hattâ nutfe, topraktan yaratılmış, mudğa da nutfeden yaratılmıştır. Ruh da Aleka'dan sonra yaratılmıştır. Ruh şerefli bir şey, bir Emr-i Rabbani olduğu için Allah onun hakkında . Kur'an'da «Bilâhare onu başka bir yaratılışla inşa ettik» buyurmuştur. Ve yine «Sana Ruhtan soruyorlar. De ki O Rabbimin emrindendir» buyurmuştur.
Ruhun aslı yaratıldıktan sonra, insanların his (duyuları) yaratılmıştır ki, bu başka bir yaratılıştır. Sonra yedi yaştan sonra ki, sabinin mümeyyiz haline getirilmesi de bir yaratılış sayılmalıdır. Aradan onbeş . sene gibi bir müddet geçtikten sonra akıl yaratılmaktadır. İnsan oğlunun her safhası bir hal sayılmak itibarı ile yeni bir yaradılış sayılabilir. Sonra velayet mertebesine ulaşması (bu herkese mahsus değildir tabiî..) başka bir yaratılış sayılmalıdır. Daha sonra Peygamberliğin bazı insanlara Allah tarafından verilmesi yepyeni bir yaratma işidir. Bu da bir nevi diriltmedir. Peygamberleri gönderen hiç şüphe yok ki, Allahtır, O'nları ve bütün insanları kıyamet günü yeniden diriltecek olan da yine Allah'tır.
Beşikteki çocuk, nasıl mümeyyiz bir sabinin anladığını anlayamıyorsa, mümeyyiz bir sabi de aklı başına gelen yani akıl-baliğ olan bir kimsenin anladığını anlayamaz.
Her aklı başında olan kişi de velayet (velilik) ve Nübüvvet (Peygamberlik) halini anlamakta güçlük çeker. •
Çünkü velayet, aklın yaradılışı ötesindeki bir safhadır, aklın, temyiz ötesinde bir safha olması gibi. Temyiz de Havas (duyular) m yaratılışından sonra gelen bir safhadır..
Evet insanoğlunun tabiatında, bilmediği ve görmediği hususları inkâr etmek vardır. Velilik ve Peygamberlik derecesine ermiyen ve bunu anlamıyan bazı kişilerin bunları inkâr etmesi gibi.
Hattâ onların tabiatında, ikinci hayatı yani ahiret hayatını, bilmedikleri ve görmedikleri için inkâr etme huyu vardır.
Akîl-bâliğ olan kişide görülen ilerlemeleri, henüz o kıvamda olmayan küçük mümeyyiz sabi bir türlü kabul etmez ve onu muhal sayar.
Görmediği bir şeye iman eden kişi, gaybe iman etmiş demektir ki, Saadetin anahtarı budur işte!..
Sini Rüşte eren kişi ile henüz bu çağa gelmiyen kişi arasındaki fark nasıl kabil-i kıyas değilse, dünya hayatı ile ahiret hayatı arasındaki fark da kabil-i kıyas değildir. Çünkü Ahiret hayatı bambaşka bir hayattır:
Orada insanlar Allahın huzuruna çıkatılacaktır. Ya Allah tarafından kabul edilecekler veya da reddedileceklerdir. Ya Allah'ı görenlerden olacaklar ve ya da O'nun Cemalini müşahade etmekten mahrum bırakılmış kişilerden olacaklardır.
Allah tarafından Hüsn-ü Kabul görenler hiç şüphe yok ki, Alây-ı Illiyyine çıkacaklar, red edilenlerse Esfel-i safiline indirileceklerdir.
İki hayatın arasında münasebet yoktur, dediğimiz zaman bu, isim yönündendir. Çünkü neşeti bâ'sı bilmiyen kişi, Bais'in ismini nerden bilecek?.. Bunun açıklanması uzar!. Onun için bu konuyu burada keselim.
TENBÎH :
Ba'sın (diriltmenin) hakikati, ikinci bir inşa ile ölülere can vermektir. Cehalet.ise en büyük ölümdür! İlim en şerefli hayattır..
Allah, Kitab'da (Kur'an'da) ilimle cehli zikr etmiş ve bunlara hayat ve memat ismini vermiştir.
Kişiyi, cehalet derecesinden ilim derecesine yükseltene, onu ikinci defa diriltti derler. Ona güzel bir hayat yaşattı derler. •
Bu itibarle eğer ilmi meydana getirmekte ve halkı Allah'a çağırmakta kulun bir rolü varsa bu bir nevi (Mecazî anlamda) İhya sayılır, ki bu, Peygamberler ve Alimlerden kendilerine varis olacakların rütbesidir!..
 

ebuzer25

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Ağu 2008
Mesajlar
1,845
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
ALLAH razı olsun yusuf kardeşim cok faydalı güzel bir paylaşım hepsını okuyamadım ama inşallah fırsat buldukca okumaya calısacagım..hayırlı ramazanlar...
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
ALLAH razı olsun yusuf kardeşim cok faydalı güzel bir paylaşım hepsını okuyamadım ama inşallah fırsat buldukca okumaya calısacagım..hayırlı ramazanlar...

Mevlam cümlemizden razı olsun inşaallah kardeşim
Hayırlı, bereketli ramazanlar
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
eş'ŞEHİD

eş'ŞEHİD

Şehid, Alim demektir. Ama biraz farkları vardır. Allah hem meydanda olanı, hem de gizli olanı, bilir.
İlim mutlak olarak nazarı itibare alındığında O, (ALLAH) Alimdir. Gaybe izafe edildiğinde O, Habir'dir, Zahirî işlere izafe edildiğinde O, Şehiddir.. Bununla beraber kıyamet günü, bildiği ve gördüğü hususlarla halk şahid olacaktır!
Bu isim hakkında söyliyeceklerimiz, Alim ve Habir (isimleri) hakkında söylediklerimizden farksız olacağından mevzuu burada bitireceğiz. Aynı şeyleri tekrarlamayacağız..
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
el'HAK

el'HAK

Bu, Bâtıl'in karşılığında olan bir isimdir. Eşya zıdları ile açıklanır.
Verilen her haber, ya mutlak batıldır; yahut da mutlak Haktır. Yahut da bir yönden Hak, bir yönden batıldır.
Mümteni bizatihi (Olan) mutlak batıldır. Vacib bizatihi olan mutlak haktır. Mümkün bizatihi Vacib, biğayrihi (Olansa) bir yönden haktır, diğer yönden bâtıldır.
O, zatı bakımından varlığı olmadığı için batıl; başkasından dolayı varlık kazanması bakımından ise Haktır.. «Onun Vechinden başka herşey helak olucudur..» Ezel, ebed bakımından bu böyledir. Çünkü ondan başka her şey zatı itibarı ile varhğa müstahak değildir (yani varlığı kendinden değildir.) Lâkin bir bakıma (onun cihetinden) varlığa hak kazanmıştır.
Böyle olan şey ise, bizatihi bâtıldır; biğayrihi Haktır.
İşte hakiki Hak, her hakikatin kendisinden alındığı bizatihi Hak olandır. Mutlak Hak budur!
Aklın müsadif olduğu ma'kule, mevcuda mutabakatı bakımdan Hak denilmiştir. Çünkü ona zatı itibârı ile mevcud demektedir. Onu idrak eden akla izafetle de Ona Hak denilmiştir. .
Öyleyse Hak olmak itibarı mevcudattan buna en Ahak olan şüphesiz ki Allah'tır. Marifetlerin en doğrusu da marifetûllahtır. Çünkü O, kendi nefsinde Haktır, Ezelen ve ebeden malûma mutabıktır. Bu, başkasının varlığını bilmek gibi değildir. Çünkü bu, o başka var oldukça var olur. Yok olunca o inanç Bâtıla dönüşür. Çünkü O, mutekidin zatı için doğru bir itikad olmamıştır. Zira O, bizatihi değil de liğayrihi mevcuttur.
Bu Hak (doğru) kelimesi sözler hakkındada kullanılarak, (Hak söz; boş söz) denilebilir.
Şu halde en doğru söz: (Lâ ilahe illallah.) kavlidir. Çünkü bu söz, ezelen, ebeden bizatihi doğrudur.
Öyleyse Hak, ayandaki varlığa, zihinlerde ki varlığa (ki o, marifettir) dilde olan varlığa (ki o konuşmaktır) itlak ediliyor.
Hak olmak itibarı ile eşyanın en ahakki, vücudu (varlığı) bizatihi ezelen ve ebeden sabit olan, marifeti ezelen ve ebeden doğru olan, varlığına yapılan şehadetin ezelen ve ebeden doğru olandır!..
Bütün bu saydıklarımız, hakiki varlığın (Allahın) Zâtine mahsustur; başkasına değil!..
TENBÎH :
Bu isimden kulun hazzı şu olmalı:
Her şeyden önce Kul, kendini bâtıl (Boş) saymalı ve bilmelidir ki, Allah'tan başka hiç bir varlık Hak (Gerçek) değildir. Kul her ne kadar gerçek ise de o kendi nefsi ile gerçek değil Allah'ın sayesinde Allah'ın izni ile gerçektir. Çünkü o, onunla mevcuddur, (Allah onu yarattığı için var olmuştur), Zâti ile mevcud değildir (yani varlığı kendinden değildir.) Çünkü kendi bizatihi boştur. Allah onu halk etmeseydi mevcud olmayacaktı...
Bu sebebledir ki, «Enel-Hak» diyen yanılmıştır. Ancak iki te'vil onu kurtarabilir:
I) Bu sözü ile kendisi Hak tarafından yaratılmış olduğunu kasd etmesi ki, bu tevil uzak bir ihtimaldir. Çünkü lâfzın bu mânâ ile uzak veya yakından hiç bir alâkası yoktur. Sonra bu, kendisine has olan bir şey

değildir. Çünkü Allah'dan maada bütün her şey Allah tarafından yaratılmıştır.
2) Daima Hakla beraber olmak. Öylesine onunla olmak ki, ondan başka hiç bir şeyi gözü görmez!
İnsan, bir şey uğrunda kendisini gayp ederse yani kendini ona tam mânasiyle verirse sanki o şey haline gelmiş olur.. Şairin sözü gibi:
«Ben sevdiğim kişiyim sevdiğim' kişi de bendir.» Ehli Tasavvuf, mevcudiyetleri bakımından kendilerini yok görünce, lisânlarında Allah'ın isimlerinden biri olan (Hak) lâfzı dolaşmağa başlamıştır.
Kelâm ehli, ef'alle istidlali çok ileri safhaya götürdükleri için, lisânlarından umumiyetle Allah'ın El-Bari ismini dolaştırmışlardır.
İnsanların çoğu O'ndan başka -(Allah'dan başka) gördükleri şeyle Allanın varlığını isbata çalışırlar.: «Onlar, (Allahın) göklerde ve yerdeki o muazzam mülkü saltanat (in) a, Allahın yarattığı herhangi bir şeye, belki ecellerin yaklaşmış olduğuna da hiç bakmadılar mı? Artık bundan sonra hangi bir söze inanacaklar ki?
Sıddîkler Ondan başka hiç bir şey görmezler onun için ona, yine onunla istişhad etmeye çalışırlar «Rabbinin her şeye şahit olması sana kâfi değil nıi?»
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
ALLAH razı olsun kardeşim

Amin
Cümlemizden inşaAllah
Allah'a c.c emanet

....................
[FONT=&quot].......İbnu Şihâb şöyle dedi: Bana Temîmîler'in azâdlısı olan İbnu Ebî Enes haber verdi ki, ona da babası Mâlik ibn Ebî Âmir, Ebû Hureyre'den işittiğini tahdîs etmiştir: Ebû Hureyre şöyle diyor*du: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ramazân ayı girdiği zaman gök kapıları açılır ve cehennem kapıları kapatılır, şeytânlar da zincirlenir[/FONT]. ''Buhari''
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
el'VEKÎL

el'VEKÎL

O, işler, kendine havale edilendir. Lâkin işler kendine havale edilen iki kısımdır:
1) Bazı işler kendine havale edilen ki, bu tam değil, noksandır.
2) Herşey kendine havale edilen.. Bu da ancak Allah için bahis konusu olabilir..
Kendisine işler havale edilen, ya bizatihi değil de, tevkil ve havale suretiyle havaleye müstahaktır ki, bu nakısdır. Çünkü O, Havale ve tevliyeye muhtaçtır. Ya da bizatihi buna mustahakktır. Bütün işler ve kalpler ona çevrilmiştir. Lâkin bunlar, başkası tarafından tevliye ve tafviz tankı ile değildir; bil'âkis buna bizatihi müstahak olmuştur. İşte bu, Vekil-i Mutlakın ta kendisidir!
Sonra Vekil, kendisine havale edilenleri tam manasıyla yerine getiren ve hepsini değil de bazısını yerine getiren olmak üzere ikiye ayrılır.
İşte Vekil-i Mutlak o varlıktır ki, kendisine havale edilenlerin hepsini noksansız olarak yapar ve tamamlar. İşte bu da yalnız ve yalnız Allah'dır!
Bu anlattıklarımızdan, kulun bu ismin mânâsından ne kadar hazzı olduğunu anlamış bulunuyorsun!.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
el-KAVİY - el-METIN

el-KAVİY - el-METIN

Kuvvet, tam bir kudrete delâlet eder. Metanetse, kuvvetin şiddetine delâlet eder.
Allah-ü Teâla, tam bir kuvvete sahip olmak bakımından kavi, gücünün çok şiddetli olması itibarı ile de Metindir!
Bu iki isim de Kudret mânalarındandır ki bahsi ileride gelecektir...
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
el'VELÎY

el'VELÎY

O, seven ve yardım edendir. Sevgisinden ne kasd edildiğini yukarıda izah ettik. Yardım etmesinden ne kasd edildiği de açıktır. Yani dostlarına yardım eder; din düşmanlarını kahr-ü perişan eder. Allah buyurmuştur «Allah iman edenlerin velisidir.» Yine buyurmuştur: «Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah şüphesiz iman edenlerin velisi (yardımcısı) dır. Kâfirlere (gelince Hakiykaten) Onların velisi (yardımcısı) yoktur.»
TENBÎH :
Kullardan veli olan o kişidir ki: Allah'ı, onun dostlarını sever, Allah'ın emirlerini tutar, kullarına yardım eder, düşmanları ile mücadele eder.
Şeytan ve nefis hiç şüphe yok ki Allah'ın düşmanlarındandır. Onlarla çarpışmak, onların sırtını yere getirmek, lâzımdır. Çünkü her kim, onlarla çarpışıp da Allahln emrini yapmak suretiyle Allah'a yardım ederse, Allah dostları ile dost düşmanları ile de düşman olursa işte o, kullardan veli olmuş kimselerden olmuş olur..
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
el-HAMÎD

el-HAMÎD

O, övülen demektir. Allah-ü Teâla ezelde kendi zâtını övmüş ve ebede kadar da kulları onu övecektir!
Bu, zikri edenlerin zikrini göz önünde tutarsak, Cemâl, Uluv ve Kemâl sıfatlarına dönüştüğünü görürüz!
Çünkü Hamd, Kemâl Sıfatlarını zikretemekten ibarettir!..
TENBÎH:
Kullardan Hamîd o kişidir ki, inançları, ahlâk ve amellerinden ötürü herkes tarafından övülür.. İşte Peygamber (S.A.V.) ona yakın olan Peygamberler, veliler ve ilmi ile amil olan alimler bu vasfa lâyık olanlardır. Her birerleri, kendi inanç ve ameline göre övülür.
Kullardan hiç kimse, kusurdan hali olmayacağından, övülecek huyları ne kadar çok olursa olsun yine de mutlak Hamîd olamaz. Çünkü mutlak Hamid ancak ve ancak Allah'tır!...
el-MUHSÎ
O, Alimdir. Lâkin İlim Malûmata izafe edildiği zaman, malûmatı kuşatmak ve onu saymak hiç şüphe yok ki, İhsa adını alır. Öyleyse gerçek Muhsî ilmi her şeyi ihata eden, ve herşeyin mikdarını bilip eksiksiz tastamam sayabilendir.
Kul, her ne kadar bazı şeyleri bilip sayabilirse de her iyi hattâ bir çok şey sayamıyacağından hakiki Muhsi olamaz! Şu halde mutlak Muhsî yalnız ve yalnız Allah'tır! Kulun bundaki rolü ilim sıfatında olduğu gibi yok denecek kadar azdır!.
el'MUBDÎ el'MUİD
Bu ismin mânası, Mucid (icad edici) demektir. Ne var ki, eğer icad bir benzeri ile mesbuk değilse ibda tesmiye edilir. Benzeri ile mesbuk ise iade tesmiye edilir.
Başlangıçta insanları halk eden şüphesiz ki Allah'tır. Onları haşr etmek suretiyle tekrar iade edecek (yaratacak) olan yine O'dur! Eşyanın hepsi O'ndan olmuştur, yine ona avdet edecektir. O'nunla başlamıştır, yine Onunla avd i edecektir..
el'MUHYÎ - el'MÜMÎT
Bu da aşağı yukarı icad manasındadır. Ancak şu farkla:
Mevcut (var olan) eğer hayat ise bunu yapmaya ihya (diriltmek) denilir; yok eğer mevt (ölüm) ise bunu yapmaya imâte (Öldürmek) tesmiye edilir.
Ölümü de, hayatıda Allah'tan başka kim yaratabilir. Bunların hepsini Allah yaratmıştır.. Dirilten de, öldüren de ancak O'dur!
Hayatın mânasına, El-BAİS ismini şerh ederken anlatmıştık, tekrarına lüzum görmüyoruz!..
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
el'HAYY
O, dâima uyanık ve yapıcıdır. Çünkü fi'ili ve idraki olmayan ölü demektir!
İdrakin en az derecesi, idrak edenin, kendi nefsini bilmesidir. Kendini bilmeyen (tanımayan) cemat ve ölüdür! Şu halde tam manâsıyla, kayidsız şartsız diri olan, bütün varlıklar kendi fiili, bütün idrak edilecekler kendi idraki tahtında bulundurandır. Bunların hepsi hiç şüphe yok ki Allah için bahis konusu olabilir. İşte bu sebebten Allah gerçek ve kayidsız şartsız Haydir. Ondan başka her canlının hayatı, (diri olması) İdraki ve fiili kadardır (yani onlarla ölçülebilir) ki, mahduddur..
Sonra canlı varlıklar da derece derecedir; Yukarda buna işaret etmiştik: Melekler, insanlar ve hayvanlar arasındaki derece farkları gibi...
el'KAYYÛM
Şunu iyi bil ki:
Eşya başlıca ikiye ayrılır;
1 — Araz ve vasıflar gibi mekâna muhtaç olup da. kendi nefisleri ile kaim olmayan,
2— Mekâna muhtaç olmayan ve kendi nefsi ile kaim olduğu söylenen: Cevher gibi.. Ancak Cevher, her ne kadar kendi nefsi ile kaim ise de bir mahalle (yere) muhtaç değilse de, kendinde bulunması şart olan bazı
şeylerden hali değildir. Bu itibarle ona kendi nefisle kaimdir, deyemeyiz. Çünkü o, kıyamında (ayakda durmasında) başkasının varlığına muhtaç olmaktadır, mahalle (yere) muhtaç değilse de..
Kendi zatı ile kaim olmasında, hiç bir yere, hiç bir şeye muhtaç olmayan'a (Kaimun bi nefsihi mutlaken) denir. Kendi nefsiyle kaim olmasında hiç bir şeye muhtaç olmayan, bununla beraber, her mevcud kendi sayesinde ayakta durabilen, Onsuz, eşya için varlık, tasavvur edilemeyene de KAYYÛM denilir. Çünkü O'nun kıvamı kendi zatı ile, olduğu gibi her şeyin kıvamı da onunla olmuştur.. İşte bu vasıf ancak Allah'a lâyıktır! Kulun bu vasıfdan hazzı, Allah'dan başkasından müsteğnî olduğu kadardır..

el'VACİD
Hiç bir şeye ihtiyacı olmayan demektir. Bu kelime -El'Fakid (yitiren) kelimesinin karşılığında kullanılır. Kişi, ihtiyacı olmayan birşeyi kayıb ettiği zaman, fakid sayılmaz.
Zâtına ve zâtının aaline taallûk etmeyen bir şey elde ettiği zaman da da kendisine Vacid denilmez.
Öyleyse Vacid, İlâhi sıfatlar babında mutlaka bulunması gereken hususlara ihtiyaç duymaksızın kendisinde bulunan demektir. İşte bu, Allah için mevcuttur. O, (Allah) bu itibarle Vacid olumuştur. Hem de Vacid-i Mutlak!
Ondan başkası, bazı ahlâkî faziletler ve kemalâtlar elde edebilse de ona Vacid denilemez. Çünkü o bunun yanında elde edemediği bir çok şeyler kaybetmiştir..
Bir şeyler elde edebilse dahi madunu olan kişilere nisbeten bir şey elde etmiştir, hepsi o kadar...
el-MACİD
Bu, El-MECİD Mânâsındadır: Alim'in Alim mânâsında olduğu gibi...
Ancak aralarındaki fark şudur. Sıfatı müşebbehe Olan El- A'LİM'de mâna ziyadeliği vardır. Yukarıda bu bahis geçmiştir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
el'VÂHİD
O, bölünmeyen, ikilenmeyen (Bir ikincisi olmayan) demektir.
BÖLÜNMEYEN: CEVHER VAHİD gibidir. Taksim kabul etmeyene Vahid denilmesi, onun parçası olmamasındandır. Nokta da böyledir, parçası yoktur...
ALLAH birdir demek, zatında bölünmesi imkânsız demektir.
İkilenmeyen (ikincisi) olmayan bir şeye misal verecek olursak buna güneşi misal verebiliriz. Çünkü Onun eşi (bir daha onun gibi güneş) yoktur.
Bunun, cisim olması itibarı ile zatında parçalanmak suretiyle inkısam kabul etiğini söyliyebiliriz. Ne var ki bunun eşi yoktur! Fakat bir eşinin bulunması mümkündür..
Tek olan mutlak tek olan, bir ikincisi bulunmayan ve bulunması mustahil olan ezelde, ebedde tek olan ancak Allah'tır..
Kulun tek olması, kendi ebnal cinsine nisbeten bazı ahlâki üstünlükleri haiz bulunması babından mecazî anlamdadır. Çünkü her ne kadar bazı hususlarda eşsiz olursa da, zamanla eşsiz olduğu haslette onun gibi olacak hattâ onu geçecek biri çıkabilir..
Öyleyse kayıdsız şartsız tek olmak, eşsiz olmak ancak ve ancak Allah'a mahsustur.
es'SAMED
O, ihtiyaç ve dileklerde kendisine müracaat edilen arzu ve bütün istekler kendisine sunulandır. Çünkü sonsuz büyüklük ve ihsan O'ndadır.
Allah, gerek din ve gerek dünya işleri için, insanları kime muhtaç etmişse, şüphe yok ki, bu vasıftan ona ihsanda bulunmuş olur.
Ne varki mutlak Samad her bakımdan kendisine baş vurulup sığınılandır. Bu da hiç şüphe yok ki, Allah'tır..
el'KADÎR el'MUKTEDİR
Bu iki (ismin) manası, kudret sahibi demektir. Ancak şu farkla:
El- Muktedir ismi mübalağa (ziyadelik) bakımından biraz da fazla mânâ ifade etmektedir.
- Kudret, irade ve ilmin takdiri ile bir şey icad etmek kabiliyetidir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
el'MUKADDİM el'MUAHHİR
Yaklaştıran da uzaklaştıran da O'dur. Kimi yaklaştirmışsa, onu takdim, kimi uzaklaştırmışsa onu tehir etmiştir..

Peygamber ve dostlarını, kendisine yaklaştırmakla takdim, düşmanlarını kendisinden uzaklaştırmak, kendi ile onlar arasını perdelemekle tehir etmiştir.
Bir kıral iki şahsı kendisine yaklaştırırsa ve fakat birini kendine daha yakın bir yerde oturtsa tabi onu diğerinin önüne geçirmiş olmakla takdim etmiş olur. Önde olma keyfiyeti, ya yer bakımından olur veyahut rütbe bakımından...
Şüphesiz, kendisinden uzakta olana muzaftır (nisbet edilmiştir) O..
Bunda bir maksad olmalıdır. (Kâinatta bütün varlıkların maksadı hiç şüphe yok ki,) Allah'tır..
Allah katında mukaddem olan hiç şüphe yok ki Mukarreb olandır...
Önce melekleri, sonra peygambeıleri, daha sonra velileri ve onları takiben de (ilmi ile amil olan) âlimleri takdim etmiştir, (diğer mahlûkata..)
Her tehir edilen, makabline nisbeten takdim edilmiştir. Her takdim edilen de mabadine nisbeten takdim edilmiştir..
İşte Mukaddim de Muahhir de Allah'tır. Çünkü onların (yani Kulların) ilerlemesini veya gerilemesini gördüğümüz zaman, onları ilerleten veya himmetlerini ibadetten azaltıp gerileten kim olduğunu anlamakta güçlük çekermiyiz hiç? İşte bunlann hepsi Allah'tandır. Bunun için de O, hem Mukaddimdir (ilerleten), hem Muahhirdir (gerileten)..
Takdim ile tehirden murat, rütbe bakımından ilerleme veya gerilemedir.
Demek ki ilerleyen, kendi bilgi ve kabiliyeti ile değil de Allah'ın ilerletmesi sebebiyle ilerlemiştir. Geriliyen de öyîe}
Bu iddiamızı isbatlayacak iki ayet:
«Şüphe yok ki, kendileri için bizden en güzel (bir saadet) sebkelmiş (takdir edilmiş) olanlar, işte bunlar oradan (cehennemden) uzaklaştırılmışlardır.»
«Eğer biz dileseydik herkesi elbette hidayete erdirirdik. Fakat benden (sadır olan şu): «Cehennemi bütün cinlerle insanlardan (niceleri ile) muhakkak dolduracağım» sözü hak olmuştur.
TENBÎH:
Fiiller sıfatından kulun hazzı meydandadır. Bu sebeble, mevzuun uzamasını istemediğimizden her isimde aynı şeyleri tekararlamaktan sarf-ı nazar ettik.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt