Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

- “EY NEBÎ! KÂFİRLERLE, MÜNÂFIKLARLA CİHAD EYLE; ONLARA SERT Çık!..” (9/73 (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Mektubattan
MEVZUU:
a) Ehl-i sünnet vel-cemaat görüşüne göre itikadı düzeltmek...
b) Fıkha dair hükümleri öğrenmek...
c) İslâm’ın garipliğinden şikâyet ve onun tervîcine, teyidine teşvik...

NOT: İmâm-ı Rabbânî Hazretleri bu mektubu Seyyid Ferid’e yazmıştır.

Allah-u Taâlâ muininiz ve yardımcınız olsun; bilhassa sizin için ayıp sayılacak ve yersiz düşecek işlerde...

Bilmiş olasın ki: Teklif erbabına (aklı başında, büluğ çağına gelenlere) vacip olan, işlerin başında, “Ehl-i sünnet vel-cemaat ulemâsının reyine uygun şekilde itikadı düzeltmek” gelir... Allah-ü Taâlâ onların çalışmalarını şükrâna lâyık eylesin... Çünkü necat, o büyüklerin görüşlerine göre hareket etmeye bağlıdır; onlar “fırka-i naciye”dir. Onlar Resûlullah’ın ve ashabının yolundadır...
Allah’ın salâtları ve selâmları ona ve diğerlerine olsun...
KUR’AN’DAN VE HADİSTEN ÇIKARILAN MUTEBER İLİMLER, ANCAK BU ZATLARIN ÇIKARIP ALDIKLARI KISIMLARDIR.
Her mübtedî (bid’atçı) ve sapık, fasid akidesini, fasid zannı ile Kur’an’dan ve hadisten alır. Halbuki, Kur’an ve hadisten alınan her mânâ mefhumu mûteber değildir.

Kıymetli İmam Turpeştî’nin, itikadları tashih için yazdığı risâle cidden münasiptir. Daha kolay anlaşılır. Ancak, anlatılan bu risâlede, deliller üzerinde enine boyuna durmuştur. Bunun için, ondan bir mesele çıkarabilmek zordur. Sırf itikada dair meseleleri tazammun eden bir başka risâle olsa, daha uygun ve daha münâsib olur.

Bu arada hatırıma şöyle bir şey geldi: Bu bâbda bir risale yazayşm. Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını tazammun etsin. Ondan başka bir şey almak dahî kolay olsun. Eğer böyle bir şey yapmak müyesser olursa, yazdıktan sonra emrinize yollayacağım.

İtikadı, anlatıldığı biçimde tashih ettikten sonra, mutlaka lâzımdır ki: Helâl, haram, farz, vâcib, sünnet, mendup, mekruh ve fıkıh ilminin mükellef kıldığı diğer ilimleri öğrenesin. Aynı şekilde, bunları öğrenip muktezasına göre amel etmek dahî zarurîdir.

Uygun düşer ki: Talebelerden bazılarna Farisî ibarelerle yazılan bazı fıkıh kitaplarını okumak emri verile... Meselâ: “Mecmuâ-i Hanî” ve “Umdet’ül-İslâm” gibi...
Allah korusun, zarurî sayılan îtikâda dair meselelerden birine halel gelirse, ebedî necattan mahrûmiyet tahakkuk eder. Ama amelî işler böyle değildir; onda bir yanlışlık olursa, tevbe edilmemiş olsa dahî, affolunup geçilmesi mümkündür. isterse onlarla muaheze olsun... Zira işin sonunda necat tahakkuk edecektir. işin aslı îtikâdı düzeltmektir.

Hazret-i Hâce Ahrar’dan naklen, şöyle dediği anlatıldı:
- “Bize hâllerin ve vecidlerin tümü verilse, hakikatimiz dahî Ehl-i sünnet vel-cemaat akidesi ile temiz ve müzeyyen olmayınca, o hâlleri ve vecidleri hızlandan başka bir şey yerine koymayız... Eğer bizde kusur ve noksanlık olsa, hakikatimiz dahî Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadına uygun olsa, böyle bir şeyde hiç beis görmeyiz...”
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, bizi ve sizi, onların hoşnut olunan yolunda sabit kılsın. Ona ve âline salât ve selâm...

Lahor tarafından bir derviş geldi; şöyle anlattı:
- Şeyh Ciyo, cuma namazına, eski Nuhhas Mescidi’ne gitmiş.
Daha sonra dedi ki:
- Meyan Refiüddin, şeyh’e iltifat ettikten sonra, şeyh Ciyo için, evinin yakınına bir büyük mescid yaptırmış...
Bunun için Allah’a hamdettim. Allah-u Taâlâ, ihsan buyurduğu başarısını artırsın... Bu gibi sevindirici haberleri duyunca, gayet gurur hâsıl oluyor. Son derece seviniyoruz.

Ey Seyyid!
Bu zamanda İslâm cidden gariptir. İslâm’ın takviyesi için bu zamanda bir fulüs sarf etmek, altından ve ve gümüşten binlercesinin sarfı yerine geçer...
Ne saadettir ki, bu devlete erenin nasibi nasıl olur!..
Dinin takviyesi; her zaman ve bütün insanlar tarafından yapılması ne kadar güzel ise de, bu, İslâm’ın garip kaldığı zamanlarda ve sizin gibi mürüvvet, himmet, fütüvvet, ehl-i beyt-i nübüvvet sahibi kimselerden gelmesi daha güzel ve daha iyi olur... Zira, bu devlet sizin tâife-i âliyyenizden yayılmaktadır. Böyle bir şey sizde zâtîdir; sizin dışınızdakilerde ârızîdir. Verâset-i nebeviyyenin hakikatı ise, bu büyük işin tahsilidir.
Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz), bu mânâda ashâba şöyle buyurdu:
- “SİZ, ÖYLE BİR ZAMANDASINIZ Kİ, EMREDİLENİN ONDA BİRİNİ BİRİ TERK ETSE HELÂK OLUR. SİZDEN SONRA, BİR ZAMAN GELECEK; O ZAMAN, BUNLARIN ONDA BİRİ İLE AMEL EDEN NECAT BULACAK!..”
işbu vakit, Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz)’in anlattığı vakittir; bu kavim ise, geleceği anlatılan kavimdir.
Bir şiir:
“Geliniz ey kahramanlar toptan bu yana;
Ganîmet var, müdafii yok andan yana...”

BU SIRALARDA, GUYENDUVAL KÂFİR LÂİNİN KATLEDİLMESİ İYİ OLDU. ONUN HANG_ NİYETLE OLURSA OLSUN; MERDUD HİNDULARIN KIRILMASINA SEBEB OLMUŞTUR. AMA, HELÂK EDİLMESİ HANGİ GARAZA MEBNÎ OLURSA OLSUN. KÜFFÂRIN BU ŞEKİLDE AÇIK DÜŞÜRÜLMESİ, MÜSLÜMANLARIN ZAMANDAN KAZANDIKLARIDIR.
FAKİR, O KÂFİRİ KATLİNDEN ÖNCE RÜYADA GÖRDÜM: BU ZAMANIN SULTANI (İMÂM-I RABBÂNÎ HAZRETLERİ’NİN KENDİSİ), ŞİRK EHLİ REİSİNİN BAŞINI KOPARIYORDU. GERÇEK OLAN ŞU Kİ: BU KATLEDİLEN KÂFİR, ŞİRK EHLiNiN REİSİ VE KÜFÜR EHLNİN ÖNDE GİDENİ İDİ... ALLAH ONLARI HİZLANA UĞRATSIN!
Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi Vesellem) Efendimiz, şirk ehline şu ibâre ile bedduâ etmiştir:
- “ALLAHIM, ONLARIN TOPLULUKLARINI DAĞIT, CEMİYETLERİNİ BÖL; BİNALARINI HARAB ET; ONLARIN GÜÇLÜ KUVVETLİLERİNİ AL!..”
İslâm’ın ve Müslümanların izzeti, ancak kâfirlerin ve küfrün açık düşürülmesindedir. Cizye almaktan dahî gaye: Küffarı açık düşürmek ve onları alçaltmaktır!
İSLÂM EHLİNİN DÜŞKÜNLÜĞÜ, KÂFİRLERİN ÜSTÜNLÜĞÜ KADAR OLUR. BU İŞ ÜZERİNDE İYİ UYANIK OLMAK GEREK. ÇOKLARI BU MÂNÂYI ZAYİ ETTİ. ŞUMLUĞUNDAN DİNİNİ HARAB ETTİ. ONU TOZ DUMAN EDİP SAVURDU. Hâlbuki Allah-ü Taâlâ’nın emri şudur:
- “EY NEBÎ! KÂFİRLERLE, MÜNÂFIKLARLA CİHAD EYLE; ONLARA SERT ÇIK!..” (9/73)Bu mânâdan ötürü, küffarla cihad etmek ve onlara sert davranmak dinî zarûretler arasındadır.

Geçen asırlarda çıkan kâfir âdetlerinin kalıntısı, cidden müslümanların kalblerine ağır gelmektedir. Hâlbuki bu zamanda, zamanın sultanının küfür ehline bir teveccühü kalmamıştır. Bu durumda Müslümanlara gereken -ama gücü yeten müslümanlara-: Bu şerlilerin âdetlerindeki kötülükleri sultana bildirmektir. Onların def edilip giderilmesi için çabalamaktır. Onların öyle kalmasının sebebi: Kendilerinin kötü olduklarını sultanın bilmemesidir. Bu durumda İslâm ulemâsına uygun düşer ki: Gideler ve bu küfür ehli âdetlerinin şenâatını bildireler. Zira, _şer’î hükümlerin tebliği için harikulâde işler göstermeye ve kerametler izhar etmeye hacet yoktur.
Kıyamet günü, “şeriat hükümlerini tebliğetmeden oturmak, bu mânâda bir tasarrufta bulunmamak”, özrü kabul edilmeyecektir.
Peygamberler, mevcûdâtın en faziletlileri oldukları halde, şer’î hükümleri tebliğ ettiler. Kendilerinden bir mûcize ve âyet taleb edildiği zaman şöyle dediler:- “ÂYETLER VE MÛCİZELER ANCAK ALLAH KATINDADIR. BİZE DÜŞEN VAZİFE: ANCAK AÇIKTAN TEBLİĞİDİR.” ANCAK, ALLAH-Ü TAÂLÂ DİLERSE, BU SIRALARDA BU CEMAATIN HAKİKATINA UYGUN BİR HADİSE YARATIR... (YANİ MÛCİZE VEYA KERÂMET KABÎLİNDEN...)•Her hâlükârda, şer’î meselelerin hakikatına muttalî olmak zarurîdir. Eğer bu işte bir ihmâl vâki olursa, bu işin ahdi, ulemanın ve sultana yakın olanların boynuna borç olarak kalır.Bu işlerin îfası sırasında, dedikodu mahiyetinde eziyet hâsıl olursa, bunu büyük bir saâdet bilmelidir. Görmez misin peygamberler ne kadar eziyete katlandılar ve ne kadar zahmet çektiler. Hatta onların en faziletlisi olan Resûlullah Sallâllahu Aleyhi Vesellem Efendimiz şöyle buyurdu:- “BANA EZİYET OLUNDUĞU GİBİ HİÇ BİR PEYGAMBERE EZİYET OLUNMAMIŞTIR.”Bir şiir:“Ömrüm bitti, söz vecdim bitmez saymakla;Gece sona erdi, yetin bu kadarla...”

Vesselâm vel-ikram!..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
«Yüzsüzün Bekleyişi»
Otur sen şeytanî vaatte

Hesapsız vade ümit sahte!

Bozulmasın keyfin ey kütük

Haksıza karşı itaatte!

Gözü saksı altında böcek

Rahat kazanç istirahatte!

Ne ektin bilmem ne biçersin

Ümit mihrakı şefaatte!

Aklını başına sersem kul

Beklemek hakkı şecaatte!

Gerçek fikir şimdide vade

Yürek tetikte göz saatte!.....

Salih MİRZABEYOĞLU
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İbn Abbas (r.a)’tan rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v) Mekke’den çıkarılınca, Ebu Bekir şöyle dedi: “Müşrikler kendilerine gönderilen Peygamberi Mekke’den çıkardılar. Biz, Allah için varız ve dönüp dolaşıp O’na varacağız ama onlar mutlaka helak olacaklar.” Bunun üzerine hac sûresi 39. ayeti nazil oldu: “Kendileriyle savaşa girişen mü’minlere zulme uğramalarından dolayı savaş izni verildi. Şüphesiz Allah, o mü’minlere yardım ulaştıracak güçtedir.” Ebu Bekir diyor ki: “Bu ayet nazil olunca ileride mutlaka bir savaş olacağını anladım.” İbn Abbas diyor ki: “Savaş hakkında ilk inen ayet budur.” (Bkz. 15/94, 16/125, 2/191, 9/5, 2/244) (Tirmizî, Tefsirül Kur’an: 23)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İbn Abbas (r.a)’tan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) Mekke’de iken Abdurrahman b. Avf ve bazı kimseler Rasûlullah (s.a.v)’e gelerek; “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz müşrik iken daha fazla itibar görüyorduk; iman edince küçük düştük, zelil olduk” (bu yüzden bize savaş için izin ver) dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v): “Ben affetmekle emrolundum, bu sebeple onlarla savaşmayın. Allah sizi Medine’ye hicret ettirdikten sonra bize savaşmayı emretti fakat Müslümanlar savaştan çekindiler. Bunun üzerine Allah: Nisâ sûresi 77. ayetini indirdi: “Kendilerine ellerinizi savaştan çekin, namazlarınıza dikkatli ve devamlı olun, zekatınızı verin, denilenlerden haberin yok mu?” Ama onlara Allah yolunda savaşmaları emredilince bazısı Allah’tan korkması gerektiği gibi hatta daha da büyük bir korkuyla insanlardan korkmaya başlar ve: “Ey Rabbimiz! Neden bize savaşmayı emrettin? Keşke bize biraz mühlet verseydin” derler deki: “Bu dünyanın keyfi ve rahatlığı çok kısadır. Ama ahiret, yolunu Allah ile bulanlar için en hayırlısıdır. Çünkü hiçbiriniz kıl kadar bile haksızlığa uğramayacaksınız.” (Sadece Nesâi rivâyet etmiştir.)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ebu Hüreyre (r.a)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Cevami-ul Kelim = Az sözle çok şey ifade edecek bir konuşma tarzı ile veya Kur’an ile gönderildim. Allah düşmanların kalbine korku salarak bana yardım etti. Bir keresinde ben uyuyordum; yer yüzü hazinelerinin anahtarları getirilip avucuma konuldu.” Ebu Hüreyre diyor ki: “Rasûlullah (s.a.v), ahirete göçtü gitti siz hala dünyalık peşinde koşturup durmaktasınız.” (Buhârî, Cihad: ve Siyer: 121; Müslim, Salatül Müsafirin: 34)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ebu Hüreyre (r.a)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Lâ ilâhe illallah” deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Kim “Lâ ilâhe illallah” deyip iman ederse, malını ve canını benden kurtarmış olur. Ancak Allah’ın yasalarına göre yapıp yapmayacağı şeylerden dolayı hesabını Allah görecektir.” (Buhârî, Zekat: 1; Tirmizî, İman: 1)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ebu Hüreyre (r.a)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) vefat edince Ebu Bekir halife oldu. Araplardan bir kısmı zekat vermek istemeyip, dinden dönerek, irtidad edip kafir oldular. Ebu Bekir de ordu hazırlayıp onlarla savaşacağını bildirince, Ömer şöyle dedi: “Ey Ebu Bekir onlara karşı nasıl savaşabiliriz? Halbuki Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştu: “İnsanlar “Lâ ilâhe illallah” deyinceye kadar onlarla savaş etmekle emrolundum. Kim Lâ ilâhe illallah derse, o kimse malını ve canını benden kurtarmış olur. Ancak Allah’ın yasalarına göre yapıp yapmayacağı şeylerden dolayı insanların hesabını Allah görecektir.” Ebu Bekir şöyle dedi: “Namazla zekatı birbirinden ayıranlarla mutlaka savaşacağım çünkü zekat malî bir yükümlülüktür. Vallahi Rasûlullah (s.a.v)’e zekat olarak verdikleri bir dişi oğlağı bana vermezlerse bundan dolayı onlarla savaşırım.” Bunun üzerine Ömer: “Vallahi anladım ki halifenin savaş konusundaki bu kararı, Allah’ın Ebu Bekir’in gönlüne verdiği bir genişlikten dolayıdır. Bu sebeple Ebu Bekir’in hak yolda olduğunu ve savaşın da hak olduğunu bildim.” (Tirmizî, İman: 1; Buhârî, Zekat: 1
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan ve Resûlü'nden ve mü'minlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkarmadan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
(9-TEVBE/16)
Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz. Gerçeten
Allah, ihsan edenlerle beraberdir.
(29-ANKEBUT/69)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Hadis No : 0985Ravi: Ebu Saidi'l-HudriTanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Size, insanların en hayırlısı ve en şerlisini haber vermiyeyim mi! İnsanların en hayırlısı o kimsedir ki, kendi veya başkasının atı sırtında ya da yaya olarak, ölünceye kadar Allah yolunda çalışır, insanların en şerlisine gelince o da, Allah'ın Kitabını okuyup (emir ve yasaklarına) riayet etmeyen kimsedir."
Kaynak: Nesai, Cihad 8, (6,11-12)
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
BİZ CİHADIN TÜRKİYEDE EDEBİYETINI DAHİ YAPAMIYORUZ.....
.....AFGANİSTAN ŞEHİDİMİZ BİLAL YALDIZCI......


ÖLÜME MEYDAN OKUMAYI ÖLÜMDEN KORKMAMAYI ÖLÜMÜ ÖLÜMSÜZLÜK BİLMEYİ YENİDEN YAŞAYACAĞIM VE TADACAĞIM....
......BİLAL YALDIZCI.....


YA RABBİ... TUĞLASINDA TAŞINDA KANI VE TERİ OLAN BU MÜBAREK ŞEHİTLERİN YOLUNDAN YÜRÜMEMİ NASİP ET...
.....AFGANİSTAN ŞEHİDİMİZ TEKİNER TAYFUR.....


BİZLER İSLAMIN VE CİHADIN EDEBİYATINI DEĞİL TATBİKATINI YAPMALIYIZ........
.....AFGANİSTAN ŞEHİDİMİZ RECEP ŞAHİN........


BİR GÜN KÖR BİR KURŞUNA SERSERİ BİR BIÇAĞA HEDEF OLURSA BU VÜCUDUM BİLİNİZKİ İNANCIMDAN DOLAYIDIR DÜNYA İÇİN DÜNYADA TEK BİR DÜŞMANIM BİLE YOKTUR SİZDE EY KARDEŞLERİM ÖLÜMLE YAN YANA DOLAŞMAKTAN KORKMAYIN.......


.....BURSADA RAMAZANDA İÇKİ SATAN VE KÜFÜRLE KURBAN KESEN KASABA TBLİĞE GİTTİĞİNDE KASAP ELİNDEKİ BIÇAĞI ŞEHİDİMİZİN KALBİNE SAPLAYARAK ŞEHİD ETMİŞTİR.
.....ŞEHİD AHMET AKTAŞ......



ANARŞİSTLER ŞEHİD AHMET AKTAŞIN EVİNİN DUVARLARINA SÜREKLİ YAZI YAZARLARDI.. VE ŞEHİDİMİZ CEVABEN ....KALPLERE İMAN YAZMAK LAZIM DUVARLAR ONLARIN OLSUN........

BU GÜN ECEL GELDİ BİRGÜN DAHA MÜSADE ETMELERİ İÇİN YALVARDIM VE. SANA BİRGÜN DAHA BAĞİŞLADILAR ŞİMDİ SEN O GÜNDE OLDUĞUNU FARZET.....
....ŞEHİD AHMET AKTAŞ......


BOSNA HERSEĞE CİHADA GİTMEK İSTEYEN İLHAN ATLIYA BABASI İZİN VERMEZ VE İLHAN ATLI ŞU CEVABI VERİR....
BABA SENİN SÖZÜNÜ ÜÇ YERDE DİNLEMEM....

1...BANA İÇKİ GETİR DE GETİRMEM...
2...NAMAZ KILMA DE KILARIM....
3....ALLAH CC YOLUNDA CİHAD ETME DE EDERİM..... VE BOSNADA ŞEHİD DÜŞTÜ....


VE ŞEHİD İLHAN ATLININ BABASI...VE ŞİMDİKİ DÜŞÜNCESİ.....

BABALAR ÇOCUKLARINIZI ALLAH (cc) YOLUNDAN SAKINDIRMAYIN.....SEKİZ ÇOCUĞUM DAHA VAR VE BEN BERABER OLMAK KAYDIYLA ALLAH (cc) YOLUNDA SAVAŞMAYA HAZIRIM.......
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İNSANI, CESARETİ VE FİKİRLERİ OLUŞTURUR



Resmi tam görebilmek için buraya Tıkla
İyi ve kötünün kaynağı cesarettir; bizi iyi ve kötüye yönelten cesaretimizdir. Cesaret, iyi ve kötüyü tercihimiz; kötülük yapan da cesaretle yapar, iyilik yapan da. Şecaat ise, iyilerin cesaretine özgü bir kavram…

İyi ve kötüye tercihimizi ise fikirlerimiz belirler. Fazilete göre mi yaşamalı, hazza göre mi yaşamalı?
Faziletin de hakikatine göre yaşamak söz konusu olabileceği gibi, fazilete inanıp ona göre yaşamamak durumu da söz konusudur. Nasıl bir anlayış, kültür, gelenek veya hasılı hayat tarzına bağlıysak öyle yaşarız. Hayat, tercihlerden ibarettir ve tercihleri insanı oluşturur. Hayatımız, kader sırrı içinde, fakat bizim elimizde. Mesuliyetimiz de burada, insan olma memuriyetimiz de. İnsanda, ulvî yön de var, suflî yön de. İnsan, ruh ve nefs zıt kutuplarından meydana gelmiştir ve birinden birini gerçekleştirmek üzere yeryüzüne gönderilmiştir.Nasıl yaşıyorsak, tercihlerimiz nasılsa biz oyuz. Cesaretimiz, kendimize ve çevremize dik duruşumuz, irademiz ve şahsiyetimiz…

Hiçbir fikre inanmadan yaşamak da bir fikirdir, “fikirsizlik fikri”dir.

Fikirsizlik söz konusu değil; herkesin bir fikri var, hırsızın da bir fikri var, çalmak-çırpmak. Başıboşluğa inananın da fikri olur. Bu mânâda yavşaklık da bir hayat tarzıdır, yalakalık da. Savaş mütefekkiri Clausewitz’in meşhur eserinden vereceğimiz iktibasta geçen, “savaş bir tehlike alanıdır” sözünü, “hayat bir tehlike alanıdır” diye okuyabileceğimizi belirttikten sonra, cesaretle ilgili pasajı veriyoruz: “Savaş bir tehlike alanıdır, onun için cesaret savaşçı erdemlerin başında gelir.

İki türlü cesaret vardır: Birincisi kişisel cesarettir; ikincisi, kaynağını ister bir dış otoriteden, ister vicdan dediğimiz iç güçten alsın, sorumluluk karşısındaki manevî cesarettir.

Burada bunlardan sadece birincisinden söz edeceğiz. Kişisel cesaret de yine iki türlüdür. Birincisi, ister kişinin bünyesinden ve karakterinden, ister ölümden korkmamasından, ister alışkanlıktan ileri gelsin, tehlikeyi umursamazlıktır. Bu sürekli bir haldir. İkinci tür cesaret ise, tutku, yurtseverlik, coşkunluk gibi olumlu etkenlerden ileri gelebilir. Bu takdirde, cesaret sürekli bir hâl olmaktan çok bir heyecan, bir duygudur. Bu iki tür cesaretin farklı etkileri olduğu kolayca anlaşılır. Birincisi daha güven vericidir, çünkü ikinci bir tabiat haline gelmiş olduğu için insanı hiçbir zaman terk etmez.
İkincisi ise insanı çoğu zaman daha ileri götürür. Metanet daha çok birinci tür cesarete özgü, atılganlık ve gözüpeklik ise ikincisine vergidir. Birincisi aklı serin tutar; ikincisi bazen zihnî faaliyeti kamçılarsa da, çoğu zaman insanın aklını başından alır. İkisi birleşince ortaya cesaretin en mükemmel şekli çıkar.”

Cesaretin fikirle birleşmesine şöyle işaret ediyor Clausewitz: “Savaş maddî çaba ve anılarla dolu bir alandır. Bunlara dayanmak için, insanın ister yaradılıştan ister sonradan kazanılmış olsun, bu acılara aldırış etmemesini sağlayan belli bir fizik ve moral güce sahip olması gerekir. Bu niteliklere sahip ve sağduyusunu kendisine kılavuz edinmiş bir insan iyi bir savaş aracıdır. Vahşi ya da yarı uygar halklarda bu niteliklere sık sık rastlarız.

Savaşın ona gönül verenlerden neler istediğini daha yakından inceleyecek olursak, zekâ ve diğer entelektüel yeteneklerin başta geldiğini görürüz. Savaş belirsizlikler alanıdır: harekâtın dayandığı unsurların dörtte üçü kalın bir sis tabakasının ardında saklıdır. Başka her alandan daha çok savaş alanında, gerçeği sezgi ile bulup çıkarmak için ince ve nüfuz edici bir zekâya ihtiyaç vardır.” Usame bin Laden’e soruyorlar:

“Niye cihad?” Allahın Aslanı lakaplı mücahid cevap veriyor:

“Cihad gibisi var mı?”… Ne hoş!

Kaynak:Baran Dergisi/Kazım GÖKBAYRAK
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
spacer.gif
Kuşanmak Yada Sloganlarla Deşarz Olmak



Kelimelerin öksüz kaldığı anlar olur. Sözcükler yetimdir. Düşünü kurduğunuz dünyayı birilerinin tırtıkladığını görürsünüz. Ne bırakıp gidebilir ne kalmayı sindirebilirsiniz. Düşler kurarız yarına dair. Umut en taze ekmeğimizdir. Kavga desen yol arkadaşımız. Kederimize küstüğümüz anlarımız vardır da kaderimize sözümüz yoktur. Yaşamak aslında ağır bir düştür başlı başına. Bu dünya yazacak çok şey bırakmamış söylenen her şey daha öncesinde de söylenmiş. Bizim söylediklerimizse geçmişin bir tekrarı ya da hatırlatmasıdır yalnızca. Yeni şeyler söyleme iddiasında değiliz. Yalnızca söylenilmiş ama kaale alınmamış şeyleri yeniden hatırlatma endişesidir yazdıklarımız. Hem Aristo’da öyle demiyor mu? “Dünyada hiçbir söz yoktur ki daha önce söylenmiş olmasın”. Adem’le başlamadı mı insana isimlerin öğretilmesi. İncil, kendinden öncesini; Tevrat, yine kendinden öncesini ve Kur’an’da kendinden önceki vahiyleri tasdik edip aynı mesajları ilettiğini ifade etmez mi? Öyleyse söylenilecek her şey söylenmiştir. Yapılması gereken şey başkadır. Karl Marx “Bu zamana kadar gelen filozoflar dünyayı yargıladılar bundan sonra ise dünyayı değiştirmek gerek” der. Evet, tamda aradığımız cümle bu: “Dünyayı değiştirmek”. Kendi dünyamızdan başlayan bir değişimle mümkün olan dünyanın değişimi. “İman eder ve sakınırsanız…” diye başlayan Nur suresinin 55. ayeti de aynı konuya dikkat çekiyordu. Yani Marx’ın söylemek istediği şeyi insanın psikolojik dünyasını da hesaba katarak Marx’tan 1200-1300 yıl önce vazeden bir ilahi kanun var. Konuyu dağıtmadan konuya dönecek olursak diyeceğimiz odur ki dünyamızı değiştirerek dünyanın değişmesine nasıl katkıda bulunabiliriz? Çok beylik bir cümle mi oldu dersiniz! Dedik ya yaşamak başlı başına ağır bir düştür. Her kim ki kendini bu düşün içinde buldu, düşünü yaşamak zorundadır. Çünkü insan yaşamından başkasıyla sorguya çekilmeyecektir.
Zalimler için yaşasın cehennem diye haykırmak belki acımızı bir nebze olsun dindirebiliyor ama yaralarımızı sarmaya yetmiyor. Peygamberimiz (s.a.v) “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltin, imkanınız yetmiyorsa dilinizle düzeltin eğer buna da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğzedin. Buğzetmekse imanın en zayıf noktasıdır” buyuruyor. Resul, kendisini takip edenlere şu kuvvetli mesajı veriyor. Zulmü gördüğünüzde ilk yapılacak şey onu eylemle düzeltmek. Burada bir nefes alalım. Eylemin gerçekleşebilmesi için eylemi yapacak bir alt yapının bireyde olması lazım. Eylemi niçin yaptığını bilen ve eylemin vahyi altyapısına sahip bir birey olmalı. Bu ne demek? Bu şu demek bireyin vahyi sorumluluğundan haberdar olması ve bu sorumluluğuna sahip çıkacak bir kaygıyı sürekli üzerinde bulundurması gerek demek. Yani, Allah’la sürekli irtibat halinde bir kul. İkinci seçenek: Zulmü dille düzeltmek. Yani eyleme gücü yetmeyen bireyin gerçeği haykırması. Zalime sizin eylemleriniz zalimcedir demesi veya etrafındaki bireylere yapılan zulmü işaret ederek vahyi kuşanan bir nesil olunması gerekliliğini hatırlatıyor olması. Bu eylemde oldukça yiğitçedir. Son seçenek ise eğer insan kolaycılığa kaçmadan ve üzerine düşen vahyi sorumluluğu olması gerektiği gibi kuşanıyor da ama imkanları yukarıdaki her iki seçeneği yapmasına imkan tanımıyorsa bu da kabul görecek bir eylem olmaktadır. Ama bu aynı zamanda müminin acziyetinin de ilanı demektir. Yaşadığımız dünya bizim aczimizin dibe vurduğu bir dünyadır. Sorumluluklarımıza sahip çıkmadan yalnızca buğzederek bu zalimlerin üstesinden gelemeyiz. Vahyi altyapıyı kuşanmış ve Allah için adanmış birer yürek olmadan hiçbir engeli aşamayız. Kahrolsun İsrail, Kahrolsun ABD, ve kahrolsun işbirlikçiler demek bizi vicdanen belki rahatlatır ama kahrolsun demekle zalimler kahrolmaz. Taa ki vahyi sorumluluğunu içtenlikle yerine getirmiş, yapması gerekenler noktasında eksik bırakmamış gücünün son deminde kahrolsun diyen yüreklerin sesi Allah katında bir değer bulur. Belki o vakit kahrolur zalimler. Çünkü Allah bizlerin elleriyle o zalimlerin helak olmasını dilemektedir. “Verdikleri sözü bozan, Peygamber'i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır. Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.” 9/13,14
Bu ayet hiç kuşkusuz önemli bir sünnetullahı dillendirmektedir. Kahrolsun nutukları yerine bizlerin elleriyle kafirlerin rezil olmasını ve yenik düşmesini istemektedir. Öyleyse yapılması gereken şey öncelikle bizim ellerimizle gerçekleşmesi mümkün olacak olan o gerçeği hayata geçirmek için çalışmaktır. Evvela vahyi anlamak, özümsemek ve gereklerini kendi dünyamızda yerine getirmek için bir uğraş vermek. Sonrası malum; bireyden topluma uzayıp giden ve kendiliğinden ortaya çıkan bir dizi toplumsal sorumluluklarla yol haritasının belirmesi. Sabra’da, Şatilla’da, Yafa’da, Gazze’de, Cenin’de, Irak’ta, Ruanda’da ve dünyanın bir çok yerinde yaşanan zulümler, tecavüzler, kadın ve çocukların öldürülmesi, yer altı ve yer üstü kaynakların sömürülmesi elbette ki görülmeyecek, es geçilebilecek şeyler değil. Kabil’in nasıl ki her günahtan bir payı olduğunu düşünüyorsak bizimde yaşanan bu zulümlere seyirci kalmakla bu günahlardan bir payımız olduğunu bilelim. Ya vahyi kuşanıp kendi payımıza düşen sorumluluklara sahip çıkacağız ya da nemelazımcı kimliğimize bürünüp dünyanın kötülüğüne, kötü kalmasına yardım edip bundan da Allah katında sorumlu olacağız. Zalimler için yaşasın cehennem derken kendi zalimliğimiz için de bir cehennem yaratacağız.
Biz üzerimize düşeni yerine getirdiğimiz zaman sloganlara gerek kalmadan kahrolacak tüm zalimler. Çünkü yasa böyle. Biz Allah’a kayıtsız ve şartsız güvenip yola devam ettikçe ve imanımıza bağlı kaldıkça elbette ki zalimlerin tahtına Allah ateş verecektir. Ve onlara ateş sabah akşam sunulacaktır. Evet, elimizde fazla seçeneğimiz yok. Ya mümin olarak onurumuza sahip çıkacağız ya da zillet içinde başkalarının kölesi olacağız. Böylelikle mümin olma vasfımızı da yok etmiş olacağız. Soru şu: Kabil mi olacağız İbrahim mi?

İSLAMVEHAYAT.COM

resimsiz.jpg

Bünyamin Zeran
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt