Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İnsan Hayatının Gayeleri... (1 Kullanıcı)

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
İnsan Hayatının Gayeleri...

golgeli_hayat.jpg


Soru:
11. Söz'deki hayatın gayelerini, mahiyetini ve suretini misaller ile açıklayabilir misiniz?

Cevap:
Varlıkların var oluş nedenleri üzerinde insanlar sürekli kafa yordukları halde vahyin dışındaki düşünceler karanlık bir yolda önünü el yordamı ile belirlemeye çalışan kişilerin görüş mesafesini aşamamışlardır. Bu yolda pek çok felsefe adamı kafa patlatırcasına uğraş vermiş, ancak gerçek manada insanın ve diğer varlıkların var oluş gayeleri hakkında bir fikir birliğine varamamışlardır.

Peygamberler vahyin taşıyıcıları olarak bu varlıkları yaratan zatın doğru habercileri olarak kâinatın, varlıkların ve insanın yaratılış gayelerini çok net ve ittifakla aynı şekilde açıklamışlardır.

Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ışığında bu konuda akla gelebilecek soruları da göz önünde bulunduran Said Nursi, varoluş nedenleri ve yaratıcının “yaratma” isteğini, Allah’ın kendini kitabında vasıflandırdığı isimlerle (esma-i Hüsna ile) izah etmektedir.
Esmanın eşyada tecelli ve tezahürleri varlığı ve yaratma faaliyetinin nedenini anlamada anahtar kavramlardır.

Said Nursi ayrıca insana verilen pek çok duygu ve cihazların da bu konuyu (hayatın ve varlıkların gayelerini) anlamada bir vahid-i kiyasi (bir ölçü aleti) olarak nazara vermektedir.
Özellikle insana takılan “ene” yani “ben duygusu”nun yaratıcının fiillerini anlamada ölçü olarak kullanılması, konuyu açıklığa kavuşturmada önemli bir ipucu olmuştur. Diğer duygu ve aletlerin her birisinin gayesi de Allah’ın nimetlerini anlamada ve tartmada insan için şükür, muhabbet ve marifet aleti olacağını belirtmektedir.

Kâinatta görülen sonsuz güzellikteki varlıkların teşhir edilerek sergilenmelerinin nedeni olarak Allah’ın Cemal ve Kemal sıfatlarının bir tezahürü, yansıması ve gereği olduğunu Nur Risalelerinin çeşitli yerlerinde anlatan
Bediüzzaman, bu isimlerin tezahürlerini seyretmek üzere, müştak seyircilerin ve mütehayyir istihsan edicilerin (hayretle Allah’a sığınanların) varlığının gerekliliğine vurgu yapmıştır.
İnsanların yaratılışının gerçek gayesinin bu âlem sergilerine davet edilen şuur sahibi varlıklar olarak, hayret içinde tebrik ve teşekkür duyguları ile harika sanatları takdir edebilme kabiliyetleridir.
Peygamberleri de bu âlemin sergi saraylarına davet edilen şuurlu varlıkların muallimi, onları davet eden zatın habercileri ve onları bu âleme davet eden zatın davetlilerden nasıl razı olacağını anlatan ve bu sergi saraylarında nasıl gezileceğini bildiren birer öğretici olarak anlatmaktadır.

Esma-i Hüsna ile ebedi bir hayatın, ölümden sonraki dirilme ve bâkî bir hayatın ispatının anlatıldığı “Haşir Risalesinde (10. Söz);
Allah’ın Cemal ve Kemal sıfatlarına sahip olduğu ve bu isimlerin tezahürleri olan misilsiz güzellikleri ve gizli defineleri olan yaratıcının, bunları önce bizzat kendisinin müşahede ettiği, daha sonra başkalarının nazarıyla bakmak için şuur sahibi varlıkları da yarattığı belirtilmiştir.

“İşte şu derece âli, nazirsiz (Benzersiz), gizli bir cemal (güzellik) ise, kendi mehâsinini(güzelliklerini)bir mir'atta (aynada)görmek ve hüsnünün derecâtını (güzelliğinin derecelerini) ve cemâlinin mikyaslarını (kıyaslamalarını) zîşuur (şuurlu) ve müştak (çok istekli) bir aynada müşahede etmek (görmek) istediği gibi, başkalarının nazarıyla yine sevgili cemâline bakmak için, görünmek de ister. Demek, iki vecihle (şekilde) kendi cemâline bakmak; biri, her biri başka başka renkte olan aynalarda bizzat müşahede etmek; diğeri, müştak olan seyirci ve mütehayyir (hayrette) olan istihsancıların (Allah’a sığınıcıların) müşahedesiyle (görmeleri ile) müşahede etmek (görmek) ister. Demek, hüsün ve cemal, görmek ve görünmek ister. Görmek, görünmek ise, müştak seyirci, mütehayyir istihsan edicilerin vücudunu ister.”
(10. Söz 4. Hakikat)

İşaratu’l-İ’caz adlı tefsirinde de; “….Hamdin en meşhur mânâsı, sıfât-ı kemâliyeyi izhar etmektir (mükemmel sıfatları göstermektir).
Şöyle ki: Cenab-ı Hak, insanı, kâinata câmi (her şeyi içinde toplayan) bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi (ihtiva eden) şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esma-i Hüsnâdan her birisinin tecellîgâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa (emanet) bırakmıştır.

Eğer insan, maddî ve manevî her bir uzvunu Allah'ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi (âdet olan şükrü) îfa (eder) ve şeriate (Allah’ın emirlerine) imtisal ederse (uyarsa), insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden isme bir mir'at ve bir ayna olur.
O vakit insan, ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet (görünen âlem) ve âlem-i gayba (görünmeyen âleme) bir hülâsa (öz) olur ve her iki âleme tecellî eden, insana da tecellî eder. İşte bu cihetle, insan, sıfât-ı kemâliye-i İlâhiyeye (İlahi kemalin sıfatlarına) hem mazhar olur, hem muzhir (gösteren) olur.

Nitekim Muhyiddin-i Arabî, “Ben gizli bilinmez bir hazine idim. Mahlukatı yarattım ki, beni tanısınlar.
”(İşaratü’l-İ’caz, s: 23; Hadis Kaynağı için bkz. Keşfu’l-Hafa, 2:13)
Hadîs-i şerifinin beyanında, "Mahlûkatı yarattım ki, Bana bir ayna olsun ve o aynada cemâlimi göreyim." demiştir.

Bu ifadeleri 11. Söz’de biraz daha açan Bediüzzaman;
“Her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher (gösteri yeri) açsın, içinde sergiler dizsin, ta nâsın enzarında (insanların nazarlarında) saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san'atının harikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin.
Ta, cemal ve kemâl-i mânevîsini iki vecihle müşahede etsin: Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaik-âşinâsıyla (Kendi çok hassas nazarıyla) görsün.
Diğeri, gayrın (başkasının) nazarıyla baksın.” diyerek yine bu enteresan risalenin sonunda insana takılan duygu ve cihazların gayelerini kısaca şöyle anlatmaktadır.

İnsan Hayatının Gayeleri

1-İnsana takılan çok çeşitli duyguların terazileri ile ilahi rahmet hazinelerinden sunulan nimetleri her bir duygu ile hissederek “KÜLLİ ŞÜKRETMEK”,

2-İnsanın fıtratına konulan, yaratılıştan insana verilen cihaz ve aletlerin anahtarları ile Allah’ın Kudsi isimlerinin gizli definelerini açarak o zatı o esma ile “TANIMAKTIR”,

3-Dünya denilen (teşhirgah-ı âlemde) sergilerde diğer mahlûkat nazarında esma-i ilahiyenin tezahürleri olan garip sanatlarını ve latif cilvelerini BİLEREK hayatınla TEŞHİR VE İZHAR etmektir. Adeta bir sanatkârın eserlerini üzerlerinde giyerek diğer seyircilere sunum ve gösteri (teşhir ve izhar) yapan modeller gibi bilerek hayatınla modelliğini yapmaktır. Bu anlamda her hayat sahibi özellikli bilinç –şuur sahibi insanların hayatlarının gayesi, Allahın isimlerinin tezahür ve tecellileri olan garip sanatları hayatları ile diğer tüm varlıklara DÜNYA GÖSTERİM MERKEZİNDE sunmaktır.

4- Hayatı veren ve onu devam ettiren Allah’ın Rab isminin tecellisi olan hayatın devamında lisan-ı kal (söz) ve lisan-ı hal dilleri ile Rububiyetine karşı ubudiyetini ilan etmektir. Açıktan yapılması farz olan ibadetlerle özellikle namaz ile ve namaza davet olan ezanın tabirleri ile UBUDİYETİ/KULLUĞU diğer varlıklara, âleme ilan etmektir. Tekbir, tesbih, tehlil (Lâ ilâhe illâllah sözünü tekrarlama), namaz ve ezanın diğer tabirleri bir kavli dua olmanın ötesinde âleme insanların hayatları ile bir ubudiyet ilanlarıdır.

5- Hayatın bir diğer gayesi, hayatı yaratanın huzuruna görünmektir. Şahid-i Ezeli tabiri ile kendi Cemal ve Kemalinin tecellilerini önce bizzat müşahede eden, sonra müştak olan seyirci ve mütehayyir olan istihsan edicilerin nazarıyla müşahede etmek istemesi sırrınca, hayatla varlıklar ve özellikle insanlar o Şahid-i Ezelinin huzurunda bir resmigeçit töreninde Esma-i İlahiyenin cilveleri olan insanlığın tüm güzel duygu ve latifelerini o resmigeçit töreninde Şahid-i Ezeli olan Yaratıcılarının, Allah’ın müşahedesine sunmaktır.

6- Hayat sahipleri hayatları ile bu hayatın teşekkürünü TAHİYYAT, TESBİHAT VE ARZ-I UBUDİYET ile bilerek yaratıcılarına sunmak ve tefekkürle ŞEHADET etmektir.

7- İnsan hayatının bir önemli gayesi de insana verilen ve insanın gücü ve kuvveti ile sınırlı olan “cüz’i ilim”, “cüz’i kudret” ve cüz’i irade” gibi duygular sayesinde Allah’ın mutlak ve sınırsız olan “mutlak ilim, kudret ve irade” sıfatlarını anlamada bir ölçü (vahid-i kiyasi) yaparak anlamaktır.

8- Hayat ile insan, şu alemdeki mevcudatın her birisinin kendine mahsus diller ile yaratıcılarının vahdaniyetine ve Sani’lerinin Rububiyetine (Sanatkarlarının terbiye ediciliğine) dair yaptıkları ilanları fehmetmek/anlamaktır.

9- İnsan hayatındaki “acz-zaaf”, “fakr-ihtiyaç” ikilemleri ile yaratıcının kudret ve gınasını/ zenginliğini ölçebilmektir. Kendi aczi ve zaafı ile yaratıcının kudretini, fakr ve ihtiyaçlarının sonsuzluğu ile de Rabbinin gına ve zenginliğini hayatla öğrenmektir. Rububiyetin gücünün derecesini anlamaktır.
(Bkz. Sözler,11. Söz, 10. Söz 4. Hakikat, İşaratü’l-İ’caz, s:17-24)

Alıntı: Ekrem AKMAN
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
...

...

Her insan başına gelenleri İMTİHAN çerçevesinde tefekkür ederse kendi imtihanını rahatça müşahede edecek ve Rabbisinin onu yeryüzüne başıboş salıvermediğini, daima ilahî bir murakabe altında bulunduğunu görecektir:
"Yaa, sizi hakîkaten boş yere yarattığımızı ve sonunda bize döndürülmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz!"
(Mümi-nün, 115)
"İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor!"
(Kıyame, 36)
Eğer öyle zannediyorsanız hata ediyorsunuz.
 

ayşe.a

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Tem 2008
Mesajlar
3,140
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Her insan başına gelenleri İMTİHAN çerçevesinde tefekkür ederse kendi imtihanını rahatça müşahede edecek ve Rabbisinin onu yeryüzüne başıboş salıvermediğini, daima ilahî bir murakabe altında bulunduğunu görecektir:
"Yaa, sizi hakîkaten boş yere yarattığımızı ve sonunda bize döndürülmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz!"
(Mümi-nün, 115)
"İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor!"
(Kıyame, 36)
Eğer öyle zannediyorsanız hata ediyorsunuz.


emeğine sağlık mustafa abicim..
hayatta hiçbirşeyin boş olmadığını biliyoruz ki insan bunların en önemlisi..
emeğine sağlık selam ve dua ile..:a03:
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Esselamünaleykum...Hayırlı Cumalar...

Esselamünaleykum...Hayırlı Cumalar...

SORU:

Nev’-i insanın en büyük gayesinin ebedî hayat olduğu ve yine nevi insanın en ehemmiyetli ve umumî duasının beka olduğu nazara veriliyor.
Halbuki insanların tamamı ahireti ve bekayı bilmiyor.
Acaba bu cümleyi müminler açısından mı anlayacağız?
Değilse, bütün insanların ebedîyetle ilişkisini nasıl izah edersiniz?

CEVAP:

Bütün insanların ruhlarında “ebedî yaşama” arzusu vardır.
Müminler, bu arzunun ahiret hayatı için verildiğini bilir ve o âlem için hazırlık yaparlar. İbadet eder, ilim tahsil eder, tefekkür eder, sadaka verirler.
O âlemdeki ebedî saadetlerine zarar verecek her türlü haramdan ve günahtan da hassasiyetle sakınır ve kaçınırlar.

İnanmayan insanlarda da bu arzu vardır, ancak onlar bu arzularının tatmini için hastalanmamaya özen gösterir, sıkça muayene olur, spor yapar ve vücutlarına zarar verecek şeylerden sakınırlar.
Onlarda beka arzusu, dünyadaki varlıklarının azami derecede sıhhatli ve rahat geçmesine özen gösterme şeklinde kendini gösterir.

Nur Külliyatında şu önemli tespite yer verilir:

“ Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”
Mektubat, 24. Mektup

Ana rahminde insana takılan maddî cihazlara karşılık bu âlemde onların ihtiyaçlarına cevap verecek varlıklar yaratılmıştır.
Meselâ, insana göz takıldığı için dünyaya güneş, elektrik ve sair ışık kaynakları yerleştirilmiştir.
İnsana kulak verildiği için bu dünyada sesler yaratılmıştır.
Midenin ihtiyaçları için yer yüzü rızıklarla doldurulmuştur.

Aynı şekilde, insan ruhuna takılan “ebedî yaşama arzusunun” da mutlaka cevabı verilecektir.
Bu cevap, şu fani dünyada verilmediğine göre, bu dünyadan sonra ebedî bir âlem yaratılacak ve insan o âleme gönderilecektir.

Bütün insanların ortak gayesi olan “ebedî yaşama”, böylece tahakkuk edecektir.

“… İşte hiç yalan söylemeyen fıtrat ve fıtrattaki şu kat'î ve şedid ve sarsılmaz meyl-i saadet-i ebediye, saadet-i ebediyenin tahakkukuna dair vicdana bir hads-i kat'î veriyor.”
Sözler - 29. Söz, 5.Medar

“İnsanın fıtrat-ı zîşuuru olan vicdanı, saadet-i ebediyeye bakar, gösterir.
Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse "Ebed!.. ebed!" sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahluktur.”
Sözler - 29. Söz, 8.Medar
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Esselamünaleykum...Hayırlı Cumalar...

Esselamünaleykum...Hayırlı Cumalar...

emeğine sağlık mustafa abicim..
hayatta hiçbirşeyin boş olmadığını biliyoruz ki insan bunların en önemlisi..
emeğine sağlık selam ve dua ile..:a03:

Allah CC. razı olsun değerli kardeşim...

Biz Kimiz?
Nereden Geldik?
Ne İçin Geldik?
Nereye Gidiyoruz?


Bu soruları kendimize soralım inşallah...
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Esselamünaleykum...

Esselamünaleykum...

Varlıkların manevî sözleri

www_yeniresim_com_-_gl_resimleri_-_masmavi_gl.jpg


Yunus Emre’nin çimenlere basamadığını ve çiçekleri koparamadığını; çünkü zikir ve tesbihlerini işittiğini biliyoruz.

Efendimiz (sas) mucizelerinden olarak şunlar rivayet edilmektedir:

İbn-i Mes’ud diyor ki:
“Biz, Resûl-i Ekrem Aleyhisselam’ın yanında taam yerken, taamın tesbihlerini işitiyorduk.”
(Buhari, Menâkıb, 25)

Enes bin Mâlik diyor ki:
“Resûl-i Ekrem Aleyhisselam’ın yanında idik. Avucuna küçük taşları aldı; mübarek elinde tesbih etmeye başladılar. Sonra Ebu Bekir’is-Sıddık’ın eline koydu, yine tesbih ettiler.”

Ebu Zerr-i Gıfarî rivayetinde ise ifade şöyledir:
“Hz. Ebu Bekir’den sonra Hz. Ömer’in eline koydu; yine tesbih ettiler. Sonra aldı yere koydu, sustular. Sonra yine aldı, Hz. Osman’ın eline koydu, yine tesbihe başladılar.”

Hz. Enes ve Ebu Zerr bundan sonra diyorlar ki:
“Ellerimize koydu, sustular.”
(Mecmeu’z- Zevâid, 5/179)

Zaten Kur’an-ı Kerim’de;
“Yedi kat gök, dünya ve onların içinde olan herkes Allah’ı takdis ve tenzih eder. Hatta hiçbir şey yoktur ki, Ona hamd ile tenzih (tesbih) etmesin. Ne var ki, siz onların bu tesbih ve takdislerini iyi anlayamazsınız. Bunca azametiyle beraber, kullarının gaflet ve cürümlerine karşı, O, Halim’dir. Gafur’dur; pek sabırlı, müsamahalı ve bağışlayıcıdır.”
(İsra Sûresi, 17/44) buyrulmaktadır.

Efendimiz (sas) Mirac’da işte mahlukatın bu tahiyyelerini, zikir ve tesbihlerini bütün mahlukat namına Cenab-ı Hakk’a takdim etmiştir.
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Esselamünaleykum...

Esselamünaleykum...

1109760474yunusvr0iw8.jpg
 

deniz hışır

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Haz 2008
Mesajlar
145
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
ewt bunlar insanı kendine getiriyor. ama yeterince bu konularla ilgilenmiyoruz. bakıyorum fikra ve mizah bölümüne daha fazla ilgi var. arkadadşlar orda konu açmak için adeta yarışıyo. kimseyi kınamıyorum. ama bu bizim amacımızı aşıyor ya amacımıza ulaştırmıyor. site de ki arkadaşlara duyrulur. allah a emanet olun. emek harcayanlardan da allah razı olsun......:B
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Esselamünaleykum...

Esselamünaleykum...

ewt bunlar insanı kendine getiriyor. ama yeterince bu konularla ilgilenmiyoruz. bakıyorum fikra ve mizah bölümüne daha fazla ilgi var. arkadadşlar orda konu açmak için adeta yarışıyo. kimseyi kınamıyorum. ama bu bizim amacımızı aşıyor ya amacımıza ulaştırmıyor. site de ki arkadaşlara duyrulur. allah a emanet olun. emek harcayanlardan da allah razı olsun......:B

Allah CC. razı olsun değerli kardeşim...
Uyarılarınız inşallah dikkate alınır...
Allaha emanet olun...
 

deniz hışır

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Haz 2008
Mesajlar
145
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
rica ederm. inş. ama daha fazla uyarılmalı gençler bu konuda uyarmayınca ipin ucu kaçıyor maalesef.. hassasiyetiniz için teşekkür ederm. aslında arkadaşlardan biri bu konu da çok anlamlı ve faydalı bir konu açabilir. aklıma gelmişken burda dile getireyim dedim. inş bu site amacına ulaşır. hayırlı akşamlar herkese..:a16:
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Esselamünaleykum...

Esselamünaleykum...

rica ederm. inş. ama daha fazla uyarılmalı gençler bu konuda uyarmayınca ipin ucu kaçıyor maalesef.. hassasiyetiniz için teşekkür ederm. aslında arkadaşlardan biri bu konu da çok anlamlı ve faydalı bir konu açabilir. aklıma gelmişken burda dile getireyim dedim. inş bu site amacına ulaşır. hayırlı akşamlar herkese..:a16:

Allah CC. razı olsun cümlemizden...
Hayırlı ve güzel ve faydalı paylaşımlarda bulunmak duasıyla kardeşim...
Allaha emanet olun...
 

serranur27

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Mar 2009
Mesajlar
383
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
tövbe suresinden
.yeni okudugum 6.söz beni çok etkiledi sizlerle paylaşmak istedim
ALTINCI SÖZ


-1-
-2-


Nefis ve malını Cenâb-ı Hakka satmak ve Ona abd olmak ve asker olmak ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciği dinle:

Bir zaman, bir padişah, raiyyetinden iki adama, herbirisine emâneten birer çiftlik verir ki; içinde fabrika, makine, at, silâh gibi herşey var. Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan, hiçbir şey kararında kalmaz. Ya mahvolur veya tebeddül eder, gider.

Padişah, o iki nefere, kemâl-i merhametinden bir yâver-i ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu:

"Elinizde olan emânetimi bana satınız. Tâ sizin için muhâfaza edeyim. Beyhûde zâyi olmasın. Hem, muharebe bittikten sonra size daha güzel bir sûrette iâde edeceğim. Hem, güyâ o emânet, malınızdır; pek büyük bir fiat size vereceğim. Hem, o makine ve fabrikadaki âletler, benim nâmımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek; hem fiatı, hem ücretleri birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de, siz âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masârifâtını tedârik edemezsiniz. Bütün masârifâtı ve levâzımâtı ben deruhte ederim. Bütün vâridâtı ve menfaati size vereceğim. Hem de terhisât zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte, beş mertebe, kâr içinde kâr. Eğer bana satmazsanız; zâten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhâfaza edemiyor; herkes gibi elinizden çıkacaktır. Hem beyhûde gidecek, hem o yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız. Hem o nâzik kıymettar âletler, mîzanlar, istimâl edilecek şâhâne mâdenler ve işler bulmadığından, bütün bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhâfaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak. Hem, emânette hıyânet cezasını göreceksiniz. İşte beş derece hasâret içinde hasâret. Hem de bana satmak ise, bana asker olup, benim nâmımla tasarruf etmek demektir. Adi bir esir ve başıbozuğa bedel, âlî bir padişahın has, serbest bir yâver-i askeri olursunuz."


--------------------------------------------------------------------------------

1- Rahman ve Rahim olan Allahın Adıyla
2- Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara Cennet vermek sûretiyle satın almıştır. (Tevbe Sûresi: 111.)
Onlar, şu iltifatı ve fermanı dinledikten sonra, o iki adamdan aklı başında olanı dedi:

"Başüstüne, ben maaliftihar satarım. Hem, bin teşekkür ederim."

Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbîn, ayyaş; güyâ ebedî o çiftlikte kalacak gibi, dünya zelzelelerinden, dağdağalarından haberi yok. Dedi:

"Yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam."

Biraz zaman sonra, birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki, herkes haline gıpta ederdi. Padişahın lütfuna mazhar olmuş, has sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri öyle bir hale giriftâr olmuş ki; hem herkes ona acıyor, hem de "Müstehak!" diyor. Çünkü hatâsının neticesi olarak hem saadeti ve mülkü gitmiş, hem ceza ve azab çekiyor.

İşte, ey nefs-i pürheves! Şu misâlin dürbünü ile hakikatin yüzüne bak:

Ammâ, o padişah ise, ezel ebed sultanı olan Rabbin, Hâlıkındır.

Ve o çiftlikler, makineler, âletler, mîzanlar ise, senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zâhirî ve bâtınî hasselerindir.

Ve o yâver-i ekrem ise, Resûl-i Kerîmdir.

Ve o ferman-ı ahkem ise, Kur'ân-ı Hakîmdir ki, bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi şu âyetle ilân ediyor:

-1-


Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki; durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: "Mâdem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip, ibkâ etmek çaresi yok mu?" deyip düşünürken, birden semâvî sadâ-i Kur'ân işitiliyor.


Der: "Evet, var. Hem, beş mertebe kârlı bir sûrette güzel ve rahat bir çaresi var."

Suâl: Nedir?



--------------------------------------------------------------------------------

1- Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara Cennet vermek sûretiyle satın almıştır. (Tevbe Sûresi: 111.)
Onlar, şu iltifatı ve fermanı dinledikten sonra, o iki adamdan aklı başında olanı dedi:

"Başüstüne, ben maaliftihar satarım. Hem, bin teşekkür ederim."

Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbîn, ayyaş; güyâ ebedî o çiftlikte kalacak gibi, dünya zelzelelerinden, dağdağalarından haberi yok. Dedi:

"Yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam."

Biraz zaman sonra, birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki, herkes haline gıpta ederdi. Padişahın lütfuna mazhar olmuş, has sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri öyle bir hale giriftâr olmuş ki; hem herkes ona acıyor, hem de "Müstehak!" diyor. Çünkü hatâsının neticesi olarak hem saadeti ve mülkü gitmiş, hem ceza ve azab çekiyor.

İşte, ey nefs-i pürheves! Şu misâlin dürbünü ile hakikatin yüzüne bak:

Ammâ, o padişah ise, ezel ebed sultanı olan Rabbin, Hâlıkındır.

Ve o çiftlikler, makineler, âletler, mîzanlar ise, senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zâhirî ve bâtınî hasselerindir.

Ve o yâver-i ekrem ise, Resûl-i Kerîmdir.

Ve o ferman-ı ahkem ise, Kur'ân-ı Hakîmdir ki, bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi şu âyetle ilân ediyor:

-1-


Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki; durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: "Mâdem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip, ibkâ etmek çaresi yok mu?" deyip düşünürken, birden semâvî sadâ-i Kur'ân işitiliyor.


Der: "Evet, var. Hem, beş mertebe kârlı bir sûrette güzel ve rahat bir çaresi var."

Suâl: Nedir?



--------------------------------------------------------------------------------

1- Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara Cennet vermek sûretiyle satın almıştır. (Tevbe Sûresi: 111.)
Elcevap: Emâneti sahib-i hakikisine satmak. İşte o satışta, beş derece, kâr içinde kâr var.

Birinci kâr: Fânî mal bekâ bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî olan Zât-ı Zülcelâle verilen ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkîye inkılâb eder. Bâkî meyveler verir. O vakit, ömür dakikaları, âdetâ tohumlar, çekirdekler hükmünde, zâhiren fenâ bulur, çürür. Fakat, âlem-i bekâda saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler. Ve âlem-i berzahta ziyâdar, mûnis birer manzara olurlar.

İkinci kâr: Cennet gibi bir fiat veriliyor.

Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin kıymeti, birden bine çıkar. Meselâ, akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, öyle meş'um ve müz'ic ve muacciz bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesini ve gelecek zamanın ahvâl-ı muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz'âc ve tâcizinden kurtulmak için gâliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikisine satılsa ve Onun hesâbına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazînelerini ve hikmet defînelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyyâ eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.

Meselâ, göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, geçici, devamsız bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniyeye bir kavvat derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesâbına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlaacısı ve şu âlemdeki mu'cizât-ı san'at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.

Meselâ, dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesâbına, mide nâmına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazînelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

İşte ey akıl, dikkat et! Meş'um bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede?

Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvat nerede, kütüphâne-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede?

Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazîne-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?

Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü'min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvâfık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü'min, imâniyle Hâlıkının emânetini, Onun nâmına ve izni dairesinde istimâl etmesidir. Ve kâfir, hıyânet edip nefs-i emmâre hesâbına çalıştırmasıdır.
Dördüncü kâr: İnsan zayıftır, belâları çok; fakirdir, ihtiyacı pek ziyâde; âcizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdânı dâim azab içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar; ya sarhoş veya canavar eder.

Beşinci kâr: Bütün o âzâ ve âletlerin ibâdeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri en muhtaç olduğun bir zamanda Cennet yemişleri sûretinde sana verileceğine, ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşâhede, ittifak etmişler.

İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan, şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasâret içinde hasârete düşeceksin.

Birinci hasâret: O kadar sevdiğin mal ve evlât ve perestiş ettiğin nefis ve hevâ ve meftun olduğun gençlik ve hayat zâyi olup kaybolacak. Senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.

İkinci hasâret: Emânette hıyânet cezasını çekeceksin. Çünkü, en kıymettar âletleri en kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin.

Üçüncü hasâret: Bütün o kıymettar cihazât-ı insaniyeyi hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp, hikmet-i İlâhiyeye iftira ve zulmettin.

Dördüncü hasâret: Acz ve fakrın ile beraber, o pek ağır hayat yükünü zayıf beline yükleyip, zevâl ve firâk sillesi altında dâim vâveylâ edeceksin.

Beşinci hasâret: Hayat-ı ebediye esâsâtını ve saadet-i uhreviye levâzımâtını tedârik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir sûrete çevirmektir.

Şimdi satmaya bakacağız. Acaba, o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar? Yok! Kat'â ve aslâ! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zîrâ, helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır. Allah'a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah nâmına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesâbiyle vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse istiğfar etmeli: "Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et. Emânetini kabzetmek zamanına kadar bizi emânette emîn kıl. Amin!" demeli ve Ona yalvarmalı.
bizlerde inşallah Allaha asker olanlardan ve helal dairesinde yaşayanlardan oluruz inşallah...
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Esselamûaleykum...

Esselamûaleykum...

Değerli serranur27 Kardeşim...
Faydalı katkılarınız için Allah CC. razı olsun...
Hayatımızın gayesi doğrultusunda yaşamak duasıyla inşallah...
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Esselamûaleykum...

Esselamûaleykum...

16765_214250819100_587329100_2947807_6231553_n.jpg


Bir köy muhtarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz, bir harf kâtipsiz olamaz; biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?

Ey insan!
Aklını başına al.
Hiç mümkün müdür ki: Bütün enva’-ı mahlukatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hacetlerine “Lebbeyk!” dedirten
Zât-ı Zülcelal seni bilmesin, tanımasın, görmesin?

Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor.
Senin gibi zaîf-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahluka koca kâinatı müsahhar etmek ve onun imdadına göndermek; elbette hikmet ve inayet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-ı rahmettir.

Elbette böyle bir rahmet, senden küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve safî bir hürmet ister.
İşte o hâlis şükrün ve o safî hürmetin tercümanı ve ünvanı olan “Bismillahirrahmanirrahîm”i de.
O rahmetin vusulüne vesile ve o Rahman’ın dergâhında şefaatçı yap.
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Esselamûaleykum...Hayırlı Ramazanlar...

Esselamûaleykum...Hayırlı Ramazanlar...

5651_126666284100_587329100_2307493_1988237_n.jpg


İnsan ve vazifesi...

Kendini başıboş zannetme.
Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan; hiçbir şeyi gayesiz, nizamsız göremezsin.
Nasıl sen nizamsız, gayesiz olabilirsin.

İnsan ebed için yaratılmıştır.
Onun hakiki lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u edebiyedir.
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Esselamûaleykum...

Esselamûaleykum...

Dünya mâdem fânîdir...

67711_443534847637_89361212637_5531867_4372468_n.jpg


“Dünya mâdem fânîdir!
Hem mâdem ömür kısadır!
Hem mâdem gāyet lüzumlu vazîfeler çoktur!
Hem mâdem hayât-ı ebediye burada kazanılacaktır!
Hem mâdem dünya sâhibsiz değil!
Hem mâdem şu misâfirhâne-i dünyanın gāyet Hakîm ve Kerîm bir Müdebbiri (idârecisi) var! Hem mâdem ne iyilik ne fenâlık, cezâsız (karşılıksız) kalmayacaktır!
Hem mâdem لَايُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهاَ [Allah, kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutmaz] sırrınca teklîf-i mâlâyutâk (gücün yetmediği teklif) yoktur!
Hem mâdem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır (tercîh edilir)!
Hem mâdem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır!
Elbette en bahtiyâr odur ki;
dünya için âhiretini unutmasın, âhiretini dünyaya fedâ etmesin,
hayât-ı ebediyesini hayât-ı dünyeviye için bozmasın,
mâlâyâni (faydasız) şeylerle ömrünü telef etmesin;
kendini misâfir telakkī edip (kabûl edip) misâfirhâne sâhibinin emirlerine göre hareket etsin;
selâmetle kabir kapısını açsın saâdet-i ebediyeye (Cennete) girsin!”

(Mektûbât, 16. Mektûb)
 

elifeslem

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Nis 2010
Mesajlar
682
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Esselamın Aleyküm ve Rahmetullah,
Rabbim cümlemizi bahtiyar etsin.Allah'ım bizleri bu dünya uğruna ahiretini heba edenlerden eylemesin.Bu dünya öyle bir yerki tuzaklarla dolu,her tarafımız dikenler,taşlar ve dipsiz çukurlarla dolu.Sağ olun Hocam;biraz gevşeme gösterdiğimde sohbetlere gider,toparlanırdım.Şimdi gidemiyorum ama bu sayfalar beni yalnız bırakmıyor.Allah c.c razı olsun.Selam ve baki dualarımla.........
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Esselamın Aleyküm ve Rahmetullah,
Rabbim cümlemizi bahtiyar etsin.Allah'ım bizleri bu dünya uğruna ahiretini heba edenlerden eylemesin.Bu dünya öyle bir yerki tuzaklarla dolu,her tarafımız dikenler,taşlar ve dipsiz çukurlarla dolu.Sağ olun Hocam;biraz gevşeme gösterdiğimde sohbetlere gider,toparlanırdım.Şimdi gidemiyorum ama bu sayfalar beni yalnız bırakmıyor.Allah c.c razı olsun.Selam ve baki dualarımla.........

Ve Aleykumselam Kardeşim...
Dualarınıza gönülden amin kardeşim...
Allah Celle Celalühu cümlemizden razı olsun inşallah...
Faydalanmak duasıyla inşallah...
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,138
Tepki puanı
7,437
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
İnsan Hayatının Gayeleri...

golgeli_hayat.jpg


Soru:
11. Söz'deki hayatın gayelerini, mahiyetini ve suretini misaller ile açıklayabilir misiniz?

Cevap:
Varlıkların var oluş nedenleri üzerinde insanlar sürekli kafa yordukları halde vahyin dışındaki düşünceler karanlık bir yolda önünü el yordamı ile belirlemeye çalışan kişilerin görüş mesafesini aşamamışlardır. Bu yolda pek çok felsefe adamı kafa patlatırcasına uğraş vermiş, ancak gerçek manada insanın ve diğer varlıkların var oluş gayeleri hakkında bir fikir birliğine varamamışlardır.

Peygamberler vahyin taşıyıcıları olarak bu varlıkları yaratan zatın doğru habercileri olarak kâinatın, varlıkların ve insanın yaratılış gayelerini çok net ve ittifakla aynı şekilde açıklamışlardır.

Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ışığında bu konuda akla gelebilecek soruları da göz önünde bulunduran Said Nursi, varoluş nedenleri ve yaratıcının “yaratma” isteğini, Allah’ın kendini kitabında vasıflandırdığı isimlerle (esma-i Hüsna ile) izah etmektedir.
Esmanın eşyada tecelli ve tezahürleri varlığı ve yaratma faaliyetinin nedenini anlamada anahtar kavramlardır.

Said Nursi ayrıca insana verilen pek çok duygu ve cihazların da bu konuyu (hayatın ve varlıkların gayelerini) anlamada bir vahid-i kiyasi (bir ölçü aleti) olarak nazara vermektedir.
Özellikle insana takılan “ene” yani “ben duygusu”nun yaratıcının fiillerini anlamada ölçü olarak kullanılması, konuyu açıklığa kavuşturmada önemli bir ipucu olmuştur. Diğer duygu ve aletlerin her birisinin gayesi de Allah’ın nimetlerini anlamada ve tartmada insan için şükür, muhabbet ve marifet aleti olacağını belirtmektedir.

Kâinatta görülen sonsuz güzellikteki varlıkların teşhir edilerek sergilenmelerinin nedeni olarak Allah’ın Cemal ve Kemal sıfatlarının bir tezahürü, yansıması ve gereği olduğunu Nur Risalelerinin çeşitli yerlerinde anlatan
Bediüzzaman, bu isimlerin tezahürlerini seyretmek üzere, müştak seyircilerin ve mütehayyir istihsan edicilerin (hayretle Allah’a sığınanların) varlığının gerekliliğine vurgu yapmıştır.
İnsanların yaratılışının gerçek gayesinin bu âlem sergilerine davet edilen şuur sahibi varlıklar olarak, hayret içinde tebrik ve teşekkür duyguları ile harika sanatları takdir edebilme kabiliyetleridir.
Peygamberleri de bu âlemin sergi saraylarına davet edilen şuurlu varlıkların muallimi, onları davet eden zatın habercileri ve onları bu âleme davet eden zatın davetlilerden nasıl razı olacağını anlatan ve bu sergi saraylarında nasıl gezileceğini bildiren birer öğretici olarak anlatmaktadır.

Esma-i Hüsna ile ebedi bir hayatın, ölümden sonraki dirilme ve bâkî bir hayatın ispatının anlatıldığı “Haşir Risalesinde (10. Söz);
Allah’ın Cemal ve Kemal sıfatlarına sahip olduğu ve bu isimlerin tezahürleri olan misilsiz güzellikleri ve gizli defineleri olan yaratıcının, bunları önce bizzat kendisinin müşahede ettiği, daha sonra başkalarının nazarıyla bakmak için şuur sahibi varlıkları da yarattığı belirtilmiştir.

“İşte şu derece âli, nazirsiz (Benzersiz), gizli bir cemal (güzellik) ise, kendi mehâsinini(güzelliklerini)bir mir'atta (aynada)görmek ve hüsnünün derecâtını (güzelliğinin derecelerini) ve cemâlinin mikyaslarını (kıyaslamalarını) zîşuur (şuurlu) ve müştak (çok istekli) bir aynada müşahede etmek (görmek) istediği gibi, başkalarının nazarıyla yine sevgili cemâline bakmak için, görünmek de ister. Demek, iki vecihle (şekilde) kendi cemâline bakmak; biri, her biri başka başka renkte olan aynalarda bizzat müşahede etmek; diğeri, müştak olan seyirci ve mütehayyir (hayrette) olan istihsancıların (Allah’a sığınıcıların) müşahedesiyle (görmeleri ile) müşahede etmek (görmek) ister. Demek, hüsün ve cemal, görmek ve görünmek ister. Görmek, görünmek ise, müştak seyirci, mütehayyir istihsan edicilerin vücudunu ister.”
(10. Söz 4. Hakikat)

İşaratu’l-İ’caz adlı tefsirinde de; “….Hamdin en meşhur mânâsı, sıfât-ı kemâliyeyi izhar etmektir (mükemmel sıfatları göstermektir).
Şöyle ki: Cenab-ı Hak, insanı, kâinata câmi (her şeyi içinde toplayan) bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi (ihtiva eden) şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esma-i Hüsnâdan her birisinin tecellîgâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa (emanet) bırakmıştır.

Eğer insan, maddî ve manevî her bir uzvunu Allah'ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi (âdet olan şükrü) îfa (eder) ve şeriate (Allah’ın emirlerine) imtisal ederse (uyarsa), insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden isme bir mir'at ve bir ayna olur.
O vakit insan, ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet (görünen âlem) ve âlem-i gayba (görünmeyen âleme) bir hülâsa (öz) olur ve her iki âleme tecellî eden, insana da tecellî eder. İşte bu cihetle, insan, sıfât-ı kemâliye-i İlâhiyeye (İlahi kemalin sıfatlarına) hem mazhar olur, hem muzhir (gösteren) olur.

Nitekim Muhyiddin-i Arabî, “Ben gizli bilinmez bir hazine idim. Mahlukatı yarattım ki, beni tanısınlar.
”(İşaratü’l-İ’caz, s: 23; Hadis Kaynağı için bkz. Keşfu’l-Hafa, 2:13)
Hadîs-i şerifinin beyanında, "Mahlûkatı yarattım ki, Bana bir ayna olsun ve o aynada cemâlimi göreyim." demiştir.

Bu ifadeleri 11. Söz’de biraz daha açan Bediüzzaman;
“Her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher (gösteri yeri) açsın, içinde sergiler dizsin, ta nâsın enzarında (insanların nazarlarında) saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san'atının harikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin.
Ta, cemal ve kemâl-i mânevîsini iki vecihle müşahede etsin: Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaik-âşinâsıyla (Kendi çok hassas nazarıyla) görsün.
Diğeri, gayrın (başkasının) nazarıyla baksın.” diyerek yine bu enteresan risalenin sonunda insana takılan duygu ve cihazların gayelerini kısaca şöyle anlatmaktadır.

İnsan Hayatının Gayeleri

1-İnsana takılan çok çeşitli duyguların terazileri ile ilahi rahmet hazinelerinden sunulan nimetleri her bir duygu ile hissederek “KÜLLİ ŞÜKRETMEK”,

2-İnsanın fıtratına konulan, yaratılıştan insana verilen cihaz ve aletlerin anahtarları ile Allah’ın Kudsi isimlerinin gizli definelerini açarak o zatı o esma ile “TANIMAKTIR”,

3-Dünya denilen (teşhirgah-ı âlemde) sergilerde diğer mahlûkat nazarında esma-i ilahiyenin tezahürleri olan garip sanatlarını ve latif cilvelerini BİLEREK hayatınla TEŞHİR VE İZHAR etmektir. Adeta bir sanatkârın eserlerini üzerlerinde giyerek diğer seyircilere sunum ve gösteri (teşhir ve izhar) yapan modeller gibi bilerek hayatınla modelliğini yapmaktır. Bu anlamda her hayat sahibi özellikli bilinç –şuur sahibi insanların hayatlarının gayesi, Allahın isimlerinin tezahür ve tecellileri olan garip sanatları hayatları ile diğer tüm varlıklara DÜNYA GÖSTERİM MERKEZİNDE sunmaktır.

4- Hayatı veren ve onu devam ettiren Allah’ın Rab isminin tecellisi olan hayatın devamında lisan-ı kal (söz) ve lisan-ı hal dilleri ile Rububiyetine karşı ubudiyetini ilan etmektir. Açıktan yapılması farz olan ibadetlerle özellikle namaz ile ve namaza davet olan ezanın tabirleri ile UBUDİYETİ/KULLUĞU diğer varlıklara, âleme ilan etmektir. Tekbir, tesbih, tehlil (Lâ ilâhe illâllah sözünü tekrarlama), namaz ve ezanın diğer tabirleri bir kavli dua olmanın ötesinde âleme insanların hayatları ile bir ubudiyet ilanlarıdır.

5- Hayatın bir diğer gayesi, hayatı yaratanın huzuruna görünmektir. Şahid-i Ezeli tabiri ile kendi Cemal ve Kemalinin tecellilerini önce bizzat müşahede eden, sonra müştak olan seyirci ve mütehayyir olan istihsan edicilerin nazarıyla müşahede etmek istemesi sırrınca, hayatla varlıklar ve özellikle insanlar o Şahid-i Ezelinin huzurunda bir resmigeçit töreninde Esma-i İlahiyenin cilveleri olan insanlığın tüm güzel duygu ve latifelerini o resmigeçit töreninde Şahid-i Ezeli olan Yaratıcılarının, Allah’ın müşahedesine sunmaktır.

6- Hayat sahipleri hayatları ile bu hayatın teşekkürünü TAHİYYAT, TESBİHAT VE ARZ-I UBUDİYET ile bilerek yaratıcılarına sunmak ve tefekkürle ŞEHADET etmektir.

7- İnsan hayatının bir önemli gayesi de insana verilen ve insanın gücü ve kuvveti ile sınırlı olan “cüz’i ilim”, “cüz’i kudret” ve cüz’i irade” gibi duygular sayesinde Allah’ın mutlak ve sınırsız olan “mutlak ilim, kudret ve irade” sıfatlarını anlamada bir ölçü (vahid-i kiyasi) yaparak anlamaktır.

8- Hayat ile insan, şu alemdeki mevcudatın her birisinin kendine mahsus diller ile yaratıcılarının vahdaniyetine ve Sani’lerinin Rububiyetine (Sanatkarlarının terbiye ediciliğine) dair yaptıkları ilanları fehmetmek/anlamaktır.

9- İnsan hayatındaki “acz-zaaf”, “fakr-ihtiyaç” ikilemleri ile yaratıcının kudret ve gınasını/ zenginliğini ölçebilmektir. Kendi aczi ve zaafı ile yaratıcının kudretini, fakr ve ihtiyaçlarının sonsuzluğu ile de Rabbinin gına ve zenginliğini hayatla öğrenmektir. Rububiyetin gücünün derecesini anlamaktır.
(Bkz. Sözler,11. Söz, 10. Söz 4. Hakikat, İşaratü’l-İ’caz, s:17-24)

Alıntı: Ekrem AKMAN

Allah razı olsun..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt