Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İşaret Yazıları (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Fal Okları

Fal Okları

İslam Tarihini okuyanlar bilir..
Resulullah (s.a.v.)'in nübüvvetinden önce Mekke ida­resinde Sidanet, Şikayet, Rifade, Kıyade, Nedve, Sifaret, Nizaret, Kubbe, İşar ve Ezlam gibi görevler vardır. Bu gö­revlerden konumuzla ilgili olarak İşar ve Ezlam üzerinde duracağız.
Mekke müşrikleri tarafından yürütülen bu görev, Ez­lam denilen fal okları ile fal açmak görevidir. Fal okları, o zaman Kabe'nin içinde bulunan Hubel putunun önünde çekilirdi.
Hubel putunun yanında, fal açtıracakları isteklerini karşılayacak şekilde yedi ok bulunurdu. Mesela bu oklar­dan birinin üzerinde “El-Akl” yani “Diyet” yazılıydı. Öldürü­len bir insanın diyetini kimin ödeyeceği konusunda anlaş­mazlığa düşüldüğünde bu oklar çekilir, diyet oku kime çıkarsa diyeti o öderdi. Oklardan birinin üzerinde “Neam” (Evet), diğer birinin üzerinde “La” (Hayır) yazılıydı. Araplar bir işi yapmayı tasarladıktan zaman bu oklan çekerler, evet oku çıkarsa o işi yaparlar, hayır oku çıkarsa o işten vazgeçerlerdi. Dördüncü okta “Miyah” (Sular) yazılıydı.
Kuyu kazılması tasarlandığı zaman oklar çekilir, sular oku çıkarsa kuyuyu kazarlardı.
Diğer üç okun üzerinde ise “Minkum” (Sizdendir), “Mulsak” (İlişiktir) ve “Min gayrikum” (Sizden değildir) kelimeleri yazılıydı. Bu oklar tanınmayan birisinin onlardan mı, onlardan değil mi, zararlı mı, zararsız mı olduğunu an­lamak için çekilirdi.
Evet,
İslam öncesi Mekke'nin gidişatı bu fal oklarına bağlıy­dı. Bunları okurken içten içe gülümseyen, müşrik arapların içine düştüğü pu ilkel durumu alaylı bir küçümsemeyle hor gören kimseler olabilecektir. Bu kimseler ilkel ve batıl olan bu durumu yadırgayacaklar ve hayretle şöyle diyecek­lerdir.
“Bir topluluk, durumlarını ilgilendiren bazı kararları, akibetlerini veya kaderlerini, fal oklanna nasıl bağlayabilirler?”
Ne diyebiliriz ki!
Tabi ki doğruya, doğru diyeceğiz. Gerçekten bir top­luluğun kaderi, bir topluluğun akibeti, fal oklarına teslim edilmemeliydi!.
Gerçi fal okları çekilirken, yüzde elli doğruyu bulma, yüzde elli isabetli karar verme, yüzde elli selamete kavuşma şansı vardı, vardı ama, yanlışa düşme ve yanlış karar verme durumu da yüz­de elliydi.
Velhasıl yüzde elli riskli bir durumdu. Toplumu ilgi­lendiren meselelerde fal okları çekmek, toplumun akibetini yüzde elli riske sokmaktı!.
Nitekim bazı vatandaşlar, Mekke müşrikleriyle ilgili bu meseleyi okuduktan sonra, T.B.M.M. ne bakacaklar ve mecliste fal okları gibi bir saçmalığın bulunmadığını göre­rek, bu çağdaş yapıdan gurur duyacaklardır.
Ne yalan söyleyeyim, aynı kanaatte değilim!.
Mesela T.B.M.M. için altın üzerine sedef kakmalı yedi tane fal oku hazırlatılsa, bu oklar meclis başkanına verilse ve sonra da?.
“ABD'nin sömürgesi olalım mı, olmayalım mı?”
“Batıya bağlanalım mı, bağlanmayalım mı?”
“AT’ın şeyine girelim mi, girmeyelim mi?”
“Para babalannı kollayalım mı, kollamayalım mı?”
“Vergi adaleti olsun mu, olmasın mı?”
“Halka bazı gerçekleri açıklayalım mı, açıklamayalım mı?”
“Vatandaşa merhamet edelim mi, etmeyelim mi?... gibi umud yitirilen konularda fal okları çekilse ne olur?”
Bunu hiç düşündünüz mü?
Fazla düşünmenize hiç gerek yoktur!.
Çünkü ne olacağı bellidir!.
Dünya emperyalizminin çıkarlan yüzde ellilik bir riske girerken, vatandaşın da yüzde elli kurtulma şansı olacaktır!.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Cennete Davet

Cennete Davet

Resulullah (s.a.v.)'in davetine icabet ederek ona üm­met olan dünya müslümanlarının, Efendimiz (s.a.v.)'in bu davetini yaşadıkları topluma götürmeleri gerekir. İlahi davete icabet etmek, aynı zamanda bu daveti yüklenmek ve bu daveti insanlara taşı­maktır. Nitekim Efendimiz (s.a.v.)'in davetini dinleyen cin­lerden bîr grup. İlahi davete İcabet ettikleri gibi bu daveti kendi kavimlerine de iletmişlerdir.
“Hani cinlerden bir kaçını, Kur'an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri, zaman dediler ki: “Kulak verin” sonra (dinleme işi) bitirilince de kendi kavimlerine (birer) uyarıcı-korkutucular olarak döndüler.”
Efendimiz (s.a.v.)'in İslam adına bizlere örnek teşkil eden bütün hal, hareket ve sözleri, bizler için değerli birer sünnet olmakla beraber: sünnet-i seniyenin en kamil ör­neklerinden birisi, insanları hidayete ve kurtuluşa davet et­mektir. Nitekim alemlere rahmet olarak gönderilen Resu­lullah (s.a.v.)'in yoluna ve sünnetine tabi olmak;. İlahi davete icabet etmekle beraber, insanları Allah'a davet et­mekle mümkündür.
“Dedi ki: “Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Al­lah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.”
Yaşadıkları toplumlarda ma'rufu emredip, münkerden sakındırmakla yükümlü olan dünya müslümanları, insanları hüküm ve hikmetle cennete davet etmek durumun­dadırlar. Davet meseleleri ve bu meseleleri gündeme getiriş tarzı ise, Kur'an'ı Kerim ve muhatap aldığımız in­sanların durumu dikkate alarak belirlenmelidir.
Bazı kardeşlerimiz ne yazık ki davet meselelerini ken­dilerine göre değerlendirerek, kendileri için en önemli olan hususlara, gündeme getirdikleri davetlerde öncelik vermektedirler. Oysa bizler için oldukça önemli olan bazı hususlar, muhatap aldığımız insanlar için hiç de önemli ol­mayabilir!.
Mesela bazı müslümanlar günümüzdeki emperyalist zihniyetin özelliklerini topluma götürürken, bu zihniyetin küfür zihniyeti olduğu üzerinde uzun uzadıya durmakta ve bu emperyalist müstekbirleri halka tanıtırlarken, her fırsat­ta onların şu vasıflarını gündeme getirmektedirler.,
“Bu müstekbirler, Allah'ın hükümleriyle hükmetmi­yorlar!”
Bu satırları okuyan kardeşlerimiz “Peki bu söyledikle­rimiz yalan mı? Veya bu durum, gözardı edilecek bir durum mu?” diyebileceklerdir.
Elbetteki gözardı edilecek bir durum değil!.
Ancak şu hususa dikkat çekmek istiyoruz ki,
bir politikacının veya bir yöneticinin “Allah'ın hüküm­leriyle hükmetmemesi” bizler için, biz müslümanlar için önemli bir husustur.
Allah'ın hükmüyle hükmetmemek, bizlerin, biz müminlerin tepki gösterecekleri bir küfürdür.
Müminliği veya müslimliği yeterince bilmeyen, henüz kendi nefislerinde ve kendi yaşantılarında dahi Allah'ın hü­kümleriyle hükmetmeyen insanlarda ise, bu sözün bizlerdeki anlamı, bizlerdekî yankısı yoktur.
Dolasıyla insanlara dünya müstekbirlerini tanıtırken, müminlik bilinciyle tepki gösterilecek hususlardan ziyade, insanlık bilinciyle tepki gösterilecek hususlara ağırlık ver­memiz gerekir. Mesela zulüm olayı, dini, dili veya ırkı ne olursa olsun, bütün insani vicdanların doğal olarak tepki gösterecekleri, nefretle karşılayacakları bir olaydır. Nitekim bütün bir insanlığı muhatap alan Kur'an'ı Kerim'in birçok yerinde, toplumlara iletilmesi gereken İlahi mesaj, toplum­sal vicdanı harekete geçirebilecek böylesi örneklerle birlik­te iletilmektedir.
Dini yalanlamakta olanı gördün mi.
İşte yetimi itipkakan,
“Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.”
Şanı yüce Rabbimiz bu ayet-i kerimelerde dini yalan­layan kimselere dikkat çekip, bu kimseleri insanlara tanıtırken, örnek olarak verilen eylemler, bütün insani vicdanları sarsacak eylemlerdir. Toplumun içinde garip garip, mah­zun mahzun dolaşan yetimlerin itilip kakılması, biçare yok­sulların doyurulmaması ve bunun da ötesinde doyurulmaya teşvik edilmemesi; insan vicdanının kabul edebileceği ey­lemler değildir.
Zalimlerin ve müstekbirlerin bu zulümlerine işaret edi­lerek, haktan uzaklaşmanın ne anlama geldiği, insanları hangi eylemlere sürüklediği beyan edilmektedir.
İşte zulmün bu veçhesi, bu açıklıkla verildikten sonra, hak ve hakikatin bu meseleye nasıl yaklaştığı da beyan edilmektedir. Mesela Kuranı Kerim'de yetimlere nasıl yaklaşıldığını ve İslam toplumunda yetimlerin durumunu inceledikten sonra, gayri ihtiyari şunu demiştim.
“İslam toplumunda yetim olmalıymışık!.”
Çünkü yetim olmayan çocukların birer anne ve baba­sı olmasına karşın, yetimlere bütün bir İslam toplumu annelik vs babalık etmektedir. Bütün bir toplumdan şefkat, bütün bir toplumdan merhamet görmektedirler.
En çok yadırganan kölelik hukuku da böyledir.
İslam'dan önce sosyal yaşantıda bulunan fakat İs­lam'ın getirdiği hükümlerle ve kölelerin azad edilmesine ilişkin teşviklerle, bir müddet sonra vakıa olarak ortadan kalkan kölelik hukukunda dahi; bu şefkat, bu merhamet vardır. Kapitalist bir toplumda işçi olmaktansa, İslam top­lumunda köle olmak gerçekten çok daha iyidir. Çünkü kö­lesi olan herhangi bir müslüman, kölesine zulmetmekten menedildiği gibi, bu kölesine yediğinden yedirmek, içtiğinden içirmek, giydiğinden giydirmekle mükelleftir. Nitekim bir hacı­nın yanında asgari ücretle çalışan evli bir kardeşimize, müslüman olduğunu iddia eden o hacıya gidip “Senin ya­nında işçi değil, köle olmak istiyorum” demesini söyledik. T.C. hükümetinin İşçi hukukunu severek kabul eden hacı (!), İslam'ın kölelik hukukunu her nedense kabul etmemiş­tir!. Çünkü İslam'daki kölelik hukukunu kabul ettiği zaman, o müslümana yediğinden yedirmesi, giydiğinden giydirme­si gerekmektedir. Oysa saygıdeğmez hacının sadece mut­fak masrafı, müslümana verdiği asgari ücretin üç-dört katı­dır.
Bu örnekleri fazlalaştırmamız, İslam'ın rahmetinden ve insanlara merhametinden daha birçok örnekler vermemiz mümkündür. Çünkü İslam, severek ve sevinerek tebliğ edebileceğimiz, insanlara onurla anlatabileceğimiz bir gerçektir.
Tabi ki, insanları hak ve hakikate davet ederken, dünya emperyalizminin gerçek veçhesini günyüzüne çıkarırken, bu insanlara, onların anlayabilecekleri bir düz­lemde hitap etmemiz gerekir. Muhatap aldığımız insanları öncelikle anlamamız ve bu insanlara anlıyabilecekleri bir üslupla, anlayabilecekleri örneklerle daveti iletmemiz gere­kir.
İlahi davetin en asli meseleleri, hepimizin bildiği gibi din ve tevhid gerçeğidir. Yaşadığımız toplumdaki milyon­larca insan, din ve tevhid gerçeğinin dışında ve bu gerçek­lerden bihaber olmalarına rağmen, bu insanların 'Önemli bir kesimi müslüman olduklarını hararetle iddia etmektedir­ler!.
Onların bu iddialarına karşı çıkmamıza, bu iddialarını tasdik veya tekzip etmemize ve bu düzlemde tartışmamıza hiç gerek yoktur. Bu insanlara yaklaşırken, bunları iddia ettikleri müslümanlığa, kendilerini nisbet ettikleri İslam'a davet etmek durumundayız.
Müslümanın nasıl inanması gerektiğini, nelerden sakınacağını,
neleri yapacağını anlaşılır bir dille ve muhatabın du­rumuna göre peygamber ifade etmemiz, açıklamamız gerekmektedir.
Bu kimseleri ürkütmeden, bu kimseleri tepkisel davranışlara sevketmeden, ken­dilerini nisbet ettikleri İslam'a, “Bu bizim Kitab'ımızdır” dedikleri Kur'an'ı Kerime açık, apaçık bir şekilde davet etmeliyiz.
İnsanlarımıza bütün bu gerçekleri, İnsanlarımızın an­layabileceği bir şekilde götürebilirsek, onların hidayetleri­ne, onların kurtuluşlarına vesile olabiliriz. Bir insanın hida­yetine vesile olmamız İse, hadis-i şerifte de beyan edildiği gibi dünyaya ve dünyanın içindekilerine sahip olmamızdan hayırlı, çok daha hayırlıdır.
Bir eve sahip olabilmek için yıllarca çalışabilen müslümanlar, tüm dünyaya sahip olmaktan daha hayırlı olan bir insanın kurtuluşuna vesile olmak için, sabırla ve sebatla neden çalışmasınlar ki.
Kur'an'ı Kerime göre bir İnsanın kurtarılması, bütün bir insanlığın kurtarılması gibidir. Nitekim bütün bir insanlığı kurtarmayı amaçlayan İslam davası, insanlann bir bir kurtanlmasıyla gerçekleşmektedir. Birlerin kurtarılması, yine birlerden meydana gelen milyonların kurtarılmasını gerçekleştirebilecektir.
İşte müslümanîarın bu rahmetli yaklaşımlarıyla, tevhid akidesini anlıyan ve bu akideye teslim olarak İslam dinine giren insanlar, hiç kuşkusuz ki kurtuluşa yö­nelen insanlardır.
Yapmadıklarını söyleyen ve oturdukları yerden insan­lara cennet yolunu tarif eden şaşkınlar gibi değil, gerçek birer cennet yolcusu olarak, insanları bu güzel, bu güpgüzel yolda, yol arkadaşlığına davet edeceğiz..
 

Kur'ana sevdalı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Ara 2008
Mesajlar
2,706
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
48
S.a. Yusuf kardeş!
Baştaki yazınızın hemen hemen tamamını okudum ve de çok üzüldüm kardeşim.
Diyanetin böyle bir hutbesini hiçbirzaman dinlemedim vede birsürü vaiz arkadaşım var hepside birbirinden değerli arkadaşlar.
Hiçbirzamanda Diyanet imansızların kayığına binmedi vede binmeyecektir.
Önceki dönemlerde her kuruma baskılar oldu elbette,yöneticilerin durumlarına göre,ama şimdi halimize şükretmemiz lazım.
Cuma namazı ve beşvakit namazlı bir Cumhurbaşkanımız,Başbakanımız var elhamdülillah.
Sizin söylediğiniz o devirler geride kaldı,şimdi böyle bir yazıyı ben şahsen çok gereksiz buluyorum.
İyikide Diyanet var,iyikide ortalığı karıştırmak isteyen bazı kanallarda fetbazlık yapan,din adına fetva veren sapıkların oyununu bozuyor.
Selam ve dua ile kardeşim.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
S.a. Yusuf kardeş!
Baştaki yazınızın hemen hemen tamamını okudum ve de çok üzüldüm kardeşim.
Diyanetin böyle bir hutbesini hiçbirzaman dinlemedim vede birsürü vaiz arkadaşım var hepside birbirinden değerli arkadaşlar.
Hiçbirzamanda Diyanet imansızların kayığına binmedi vede binmeyecektir.
Önceki dönemlerde her kuruma baskılar oldu elbette,yöneticilerin durumlarına göre,ama şimdi halimize şükretmemiz lazım.
Cuma namazı ve beşvakit namazlı bir Cumhurbaşkanımız,Başbakanımız var elhamdülillah.
Sizin söylediğiniz o devirler geride kaldı,şimdi böyle bir yazıyı ben şahsen çok gereksiz buluyorum.
İyikide Diyanet var,iyikide ortalığı karıştırmak isteyen bazı kanallarda fetbazlık yapan,din adına fetva veren sapıkların oyununu bozuyor.
Selam ve dua ile kardeşim.

Aleyküm Selam
Tabiki bir yazıyı anlayabilmek için tamamını okumak lazım değilmi.

Neyse, aslında o yazıda değinilmek istenen konu sizin mesajınızın başında yapmış olduğunuz s.a gibi bir şey, Yani bazı şeyler gizlendi halada gizlenmeye devam ediyor.Mesela sizin yapmış olduğunuz gibi 8-10 satırlık bir yazı yazabiliyorsunuz ama 10 harfli bir kelimeyi yazmıyorsunuz.İşte eleştirilen kısımda aslında bu.Bazı şeyleri hep eksik anlatıldı S.A daki gibi, yada anlatılmadı.
Sizi eleştirmedim yanlış anlamayın, yazınızdan örnek verdim sadece.

Belki bu yazıda dediğiniz tarihlerden kalma bir yazıdır.

Ayrıca Diyanette çok değerli hocalarımız olduğu için Elhamdülilah diyoruz tabiki.Birde şu her cuma elinde hutbeye kağıtsız çıkabilecek, vaazı, merkezi sistemden değilde camimizin hocasından duyabileceğimiz hocalar yetiştirebilirseler çok daha iyi olacak inşaallah.
Selam ve dua ile
 

Kur'ana sevdalı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Ara 2008
Mesajlar
2,706
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
48
Aleyküm Selam
Tabiki bir yazıyı anlayabilmek için tamamını okumak lazım değilmi.

Neyse, aslında o yazıda değinilmek istenen konu sizin mesajınızın başında yapmış olduğunuz s.a gibi bir şey, Yani bazı şeyler gizlendi halada gizlenmeye devam ediyor.Mesela sizin yapmış olduğunuz gibi 8-10 satırlık bir yazı yazabiliyorsunuz ama 10 harfli bir kelimeyi yazmıyorsunuz.İşte eleştirilen kısımda aslında bu.Bazı şeyleri hep eksik anlatıldı S.A daki gibi, yada anlatılmadı.
Sizi eleştirmedim yanlış anlamayın, yazınızdan örnek verdim sadece.

Belki bu yazıda dediğiniz tarihlerden kalma bir yazıdır.

Ayrıca Diyanette çok değerli hocalarımız olduğu için Elhamdülilah diyoruz tabiki.Birde şu her cuma elinde hutbeye kağıtsız çıkabilecek, vaazı, merkezi sistemden değilde camimizin hocasından duyabileceğimiz hocalar yetiştirebilirseler çok daha iyi olacak inşaallah.
Selam ve dua ile

Selamün aleyküm kardeşim.
Var hemde çok var,elinde kağıt olmadan saatlerce konuşacak çok değerli hocalarımız var kardeşim.
Rabbım ilmiyle amil eylesin inşaallah.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
İslamiyet ve Cahiliyenin birbirleriyle mücadelesi

İslamiyet ve Cahiliyenin birbirleriyle mücadelesi

Abdullah Büyük - Vakit

İnsanlığı, doğruya, güzele, iyiliğe çağıran; yalanı, ikiyüzlülüğü, sahtekârlığı olmayan insanlar, bilenlerdir, anlayanlardır.
İnsanlığı, yanlışa, batıla, çirkine, günahın her çeşidine, çağıran, sahtekârlığı meslek edinen, vuran, kıran, öldüren, bombalayan insanlar da bilmeyenlerdir.
Birbirine zıt olan bu iki insanın birisi İslam’ın safında bulunurken, diğerinin bulunduğu yer cahiliyedir. Mesajımızın konu başlığına İslamiyet ve Cahiliyenin birbirleriyle mücadelesi, savaşı desek, daha yerinde olur. Bu mücadele, bu savaş, insanlık tarihinde iki dönemde olmamış, geriye kalan tüm zamanların içinde sürekli olarak varlıklarını göstermişlerdir. Bu iki dönemin birincisi Hz. Âdem dönemidir. Oğullarından Habil ile Kabil’in savaşıdır. İkinci dönem ise Hz. Nuh dönemidir.
Son üç asırlık geçmiş zamanımızı ve yaşanan olayları gözümüzün önüne getirerek, üç hafta devam edecek bu mesajımızı, dikkatle okumanızı rica ediyorum. Cumhuriyet döneminin sevimsiz ve itici olaylarını da bu mesajın ışığında değerlendirme imkânı bulacağız. Ve mesajımız başlıyor:
Bir davetçi düşünün, o diyor ki; “İslâm, çağın ve her çağın hayat dinidir. Yani hayat tarzıdır. Bu söz cahiliyetin uykusunu kaçırır. Beynine kan sıçramıştır sanki. Bu hususta cahiliyeyi kesin tavır içinde görürüz. Fakat çok sinsi olduğu için kendisini ilk başta ele vermek istemez. Kendisini rahatsız eden sesin sahibini etkisiz, tesirsiz bırakmakla işe başlar. Şöyle der cahiliye;
“Ona bakmayınız... Zavallıların biridir o... Delidir, bunaktır, çağdışı bir insandır. Medeni yaşayıştan uzaktır... Bağnazdır... Fikirleri tehlikelidir... Ortalığı karıştırandır... Bozguncudur... Fitnecidir...”
İşte cahiliye işe böyle başlar. Davetçiyi, yani iyi düşünen, ülkesini ve milletini seven güzel insanları gözden, gönülden düşürmek için söylenmesi icap edeni söyler. Gayesi davetçiyi yalnız bırakmaktır. Onu yalnızlığa mahkûm etmektir.
Eğer bu dönemde, yani cahiliyenin davetçiyi tesirsiz hale getirme döneminde başarı elde edilirse, cahiliye düğün dernek yapar, sevinir, kasılır. Fakat olan, hak davete muhatap olanlara olmuştur. Ne olmuştur?
İslâm çağ ve bütün çağların dini, sözü kısılınca, o takdirde din (İslâm) sadece dua ve ibadet dini olarak derin bir uykuya sokulur. Camiler cansızlarla dolar. Hikâye ve uydurma kıssalarla vakitler öldürülür. Bunun tabii sonucu olarak Müslümanlar ruhtan kopup şekle, surete bağlı kalırlar. Keyfiyeti bırakıp kemiyetin peşine takılırlar. Her yerde muhteşem camiler, Kur’an kursları, yurt binaları ve benzeri tesisler vücuda getirirler. Fakat içinde kimin, nasıl yetiştirileceği üzerinde düşünmezler.
Şimdi suç kimin? Cahiliyenin mi, davetçinin mi, yoksa davet edilenlerin mi? Burada iki şey, yani cahiliye ve davetçi vazifesini yaptı. Fakat davetçiye kulak tıkayanlar vazifesini yapmadılar. Ve böylece cahiliyenin ömrünü uzatmaya vesile oldular, sebep oldular.
Peki, nasıl olması icap ediyordu? Nasıl olacak, tıpkı Mekke dönemindeki Nebevî davete kulak verenler gibi olması lazımdı.
Hak davete “evet” diyenler oldu. Azdı, ezilenlerdendi, fakirlerdi. Ne çıkar ki, bunlar davetçinin davetinde engel olamazlar. Veya davetçiye bir ayıp veya noksanlık getiremez. Bu hassas gelişmeyi, cahiliyenin adım adım gerici, çağdışı gibi kullandığı silahlar geri tepmiş. Davetçinin etrafında tek tek kadrolaşma meydana gelmiş. Bu merhalede iş ciddiyete girmiştir. Cahiliyenin paçaları tutuşur. Her türlü sahte tebessüm ve tavırlara bürünerek davetçiye gelir. Bu seferki gelişi farklıdır. Alaya aldığı davetçiyi, ciddiye almaya mecburdur artık:
“Gel seninle uzlaşalım” der cahiliye... Ne istiyorsun söyle? Para mı, kadın mı, riyaset mi, evet bunların hangisini istiyorsan iste, kabul eder ve anlaşırız. Cahiliyenin bu uzlaşma teklifleri zamanımız müslümanları tarafından hiç de yabana atılacak teklifler değildir. Çok cazibeli, çok cömertçe bir tekliftir bunlar. Her babayiğit reddedemez. Bir de işin içinde baş olma sevdası varsa, hiç kaçırılmayacak tekliflerdir bunlar.
Acaba cahiliyenin bu cömertçe teklifinin altında ne yatsa beğenirsiniz. Ne olacak, gayet kolay: Tevhidi hareketi kontrol altına almak ve aslî çizgisinden saptırarak tesirsiz hale getirmek.
Bu sinsi düşünceyi cahiliye düşünürken, her halde davetçi de aval aval bakmıyor gelişmelere. Cahiliyenin tekliflerini dinler ve bir çırpıda cevabını verir: “Hayır!” Davetçi bu olumsuz cevabı şahsı adına söylememiştir. 610 yılından başlayıp, zamanına kadar seyrini takip eden tevhidi hareketin içinde bulunan müslümanlar, şehitler, gaziler, mücahidler adına bu cevabı vermiştir. Çünkü davetçi bilmektedir ki, bu din babasının malı değildir. Bu din ümmetindir. Ya hep, ha hiç. Koskoca ümmet adına konuşmak kolay mı?
Bu cahiliye ki, Hz. Âdem’den başlayıp Hz. Muhammed’e gelinceye kadar binlerce peygamberin karşısına çıkmıştır, karşısında olmuştur, hak davetlerine karşı gelmiştir. Üstelik Peygamber kanı akıtılmasına sebep olmuştur. Şimdi bir davetçi, Hak için ortaya çıkmış bir davetçi, cahiliye ile uzlaşabilir mi? Hâşâ, Hz. Musa ile Firavun’u, Hz. İbrahim ile Nemrud’u, Hz. Muhammed ile Ebu Cehil’i uzlaşmakla suçlayabilir mi? Asla... Bakalım cahiliyenin tavrı nasıl sürecek?
........

İki merhalede başarılı olamayan cahiliyenin son bir kozu kaldı. Hak davetçisinin sesini ve davetini keseceği bir kozu: Baskı ve zulüm...
İlk merhalede davetçi ile alay eden, ona ağır ithamlarda bulunan cahiliye, ikinci merhalede davetçiye uzlaşma teklifi götürmüştü. Davetçinin yalnız kalmadığını, bir güç ve kuvvet olduğunu tespit eden cahiliye, karşı taraftan taviz koparmak için uzlaşma teklifi götürür. Fakat davetçi bunu da reddeder. Bu tavize yanaşmaz. Hem de şiddetle reddeder. Cahiliyenin bir daha uzlaşma metnini getireceği yüzü ve ümidi kalmamıştır.
Şimdi sıra baskı ve zulme gelmiştir. Cahiliye kendine göre atağa geçecektir. Ne dersiniz, cahiliye bu kullanacağı silahla başarılı olur mu acaba?
O cahiliye değil miydi, batılı hak suretine koyarak gösteren? Fert ve toplumların basit düşüncelerini istismar edip onları aldatan ve insanları kandıran?
O cahiliye değil miydi suret-i Hak’dan görünerek, insan yığınlarını İslam’dan uzaklaştırıp, ona düşman yapan?
O cahiliye değil miydi Allah’a iman ettiğini söylediği halde, Allah’tan gelen her şeyi reddeden?
O cahiliye değil miydi asırlardır Hz. Peygamber’e olmadık iftirayı atıp gözden ve gönülden düşürtüp, ümmetin kalbine tereddüt sokmak isteyen?
Yine o cahiliye değil miydi batıl ideolojilerle, fikirlerle akıl, nesil, mal, can ve din emniyetine son veren?
Böyle bir düşman kolay kolay tasını tabağını toparlayıp davetçiyi terk eder mi zannediyorsunuz? Hayır, onun kendine has usulleri, taktikleri vardır. O usul ve taktikleri silah olarak asırlarca Hak safta, Hak için mücadele edenlere kullanmıştır. Hz. Nuh’a, Hz. İbrahim’e, Hz. Musa’ya ve Hz. Muhammed’e aynı silahı değişik taktiklerde kullanmıştır:
Alay etmek, maya tutmayınca uzlaşma teklifi götürmek, bu da olmayınca baskı ve zulme başvurmak. İşte cahiliyenin genel karakteri budur.
Burada dikkat edilmesi icap eden bir nokta vardır. O da davetçinin tavize yanaşmamasıdır. Eğer davetçi işin başında az bir taviz vererek, cahiliyeden çok taviz koparacağını tahmin ve hesap ediyorsa, burada müthiş bir yanılgıya düşer. Çünkü cahiliyeden koparılacak taviz ne kadar büyük olursa olsun, davetçi tarafından verilen çok küçük taviz dahi Allah’ın yardımını kesmektedir.
Cahiliye taviz koparamayacağını anlayınca atağa geçer, baskı ve işkence ile. Fakat şu gerçeğe kesin olarak inanmalıyız ki, cahiliyenin bu merhalede başarı gösterdiği, zafere ulaştığı görülmüş bir hadise değildir. Tam bunun aksine cahiliyenin bu baskı ve işkencesi İslâm davetçisini bilemiş, davetçiye uyan kimseleri artırmış ve bunlardan daha önemlisi, davetin dışında kalan insanlar da, böylece cahiliyenin gerçek yüzünü anlama imkânı bulabilmişlerdir.
Baskı ve çile... Bir müslüman davetçi için uzakta kalan bir hadise değildir. Zaten kelime-i tevhidi okurken, kazalı, belalı, çileli, cihadı olan bir dine inandığına dair karar vermiş ve tevhid mukavelesini bu inanç ile imzalamıştı davetçi müslüman. Her amelin bir rüknü olduğu gibi, inandığı İslâm davasının da bir rüknü vardır: Çile, baskı, işkence. Yoksa İslâm davetçisi Sezar usulü, teslim olup harbin bitmesini isteyen bir inanca sahip değildir. Cahiliyeye teslim olmak demek, altında imzası olan mukaveleyi ihlal etmek olur. Bu iş şaka götürmez, kendi irade ve dilemesi ile mukaveleye imza atan müslüman davetçi derhal tevbe ederek imzasını yeniler. Bir daha yazboz tahtası haline getirmemek şartı ile.
Cahiliyenin bu merhalede yaptığı baskı ve işkence neticesiz kalır. Afganistan’da, Eritre’de, Moro’da vs. gibi yerlerde deneyip de muvaffak olamadığı gibi, baskı ve işkence merhalesinde de başarısız kalır cahiliye. Planlar kurar, tuzaklar hazırlar, ağır tehditlerde bulunur, anlayacağınız elinden gelen her şeyi ortaya kor. Fakat iş işten geçmiştir. Bakalım cahiliye ile müslüman davetçi neticede nereye varacaklardır...
 

berat05

Yönetici
Katılım
26 Eki 2007
Mesajlar
7,764
Tepki puanı
1,035
Puanları
163
Yaş
48
Konum
Gönlün olduğu yerde
esselamünaleykümverahmetullahiveberakatuhu

esselamünaleykümverahmetullahiveberakatuhu

Hayırlı geceler değerli kardeşim
Bir kaç sayfa okuyabildim ancak gerisi gelecek inşallah


Okuduğumuz her bir yazı & karakter insanın kendinde bir soru işareti bırakıyor.....Biz ne kadar doğruları yapıyoruz?

Her bir konunuz ayrıca düşünmeye sevk ediyor....


Rabbim O'nun (celle celaluhu) rızası içinde yaşamayı nasip eylesin inşallah


Bu yazılara ihtiyaç var değerli kardeşim....


Edebiyat bölümünde bu tür yazılara ihtiyacımız var..

selametle
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt