Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İSLÂM'DA YÖNETİM NİZAMI Halife’nin Yetkileri Halife devletin kendisidir. Devlete a (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
60
İSLÂM'DA YÖNETİM NİZAMI

Halife’nin Yetkileri

Halife devletin kendisidir. Devlete ait bütün yetkilere sahiptir. Buna göre Halife aşağıdaki yetkileri elinde bulundurur:

a- Şer’î hükümleri benimser ve uygular. Böylece benimsediği şer’î hükümler itaat olunması gereken kanunlar haline gelir ve muhalefet caiz olmaz.

b- Devletin hem iç hem de dış siyasetinden sorumludur. Ordu komutanı kendisidir. Savaş ilan etme, barış ve ateşkes yapma ve diğer antlaşmaları imzalama hakkına sahiptir.

c- Yabancı elçileri kabul eder ve reddeder. Müslüman elçileri tayin eder ve azleder.

d- Yardımcıları ve valileri tayin ve azleden odur. Yardımcılar ve valiler ümmet meclisine karşı sorumlu oldukları gibi Halife’ye karşı da sorumludurlar.

e- Baş kadıyı, daire müdürlerini, ordu komutanlarını, kurmay başkanlarını ve sancak başkanlarını tayin eder. Bunların hepsi Halife’ye karşı sorumludurlar. Ümmet meclisine karşı ise sorumlulukları yoktur.

f- Devlet bütçesinin belirlenmesinde kullanılan şer’î hükümleri benimser. Bütçenin bölümlerini belirler. İster gelirlerle, ister giderlerle ilgili olsun her alan için gerekli meblağları tespit eder.

Bu yetkilerin deliline gelince: Vakıası itibariyle dinin hükümlerini uygulamak ve İslâm davetini bütün dünyaya taşımak için tüm dünyadaki Müslümanların genel başkanlığı olan Hilâfet bu yetkilere sahip olmayı gerektirmektedir. Diğer taraftan "devlet" kelimesi bir terimdir. Milletlerin bakış açılarının değişmesine göre değişik anlamlar alır.

Mesela batılılar devlet derken toprak üzerinde yaşayanları ve yöneticilerin toplamını anlatmak isterler. Çünkü onlara göre devlet, vatan adını verdikleri sınırlar üzerinde kurulur. Egemenlik halkındır. Yönetim, ferdi değil kolektiftir. Bu anlayışa göre devlet, vatan, vatandaşlar ve yönetim işini yürüten yöneticilerin toplamından meydana gelir. Bu bakımdan onlara göre bir devlet başkanı yöneticilerin başı demektir, yani bütün yöneticilerin başıdır.

İslâm’da ise daimi sınırlar yoktur. Çünkü İslâm davetinin bütün dünyaya duyurulması gerekir. Sınırlar, İslâm egemenliğinin bir başka ülkeyi kuşatması ile sürekli olarak değişir. İslâm’a göre "Vatan", kişinin sürekli olarak ikamet ettiği yer anlamına gelir. Yani onun evi ve ülkesi anlamına gelir. Vatan kelimesinin anlamı bu kadarla sınırlıdır. Egemenlik ise ümmetin değil, şeriatındır. Hem yöneticiler hem de ümmet şeriatın iradesi ile yönetilirler. Yönetim toplumsal değil ferdidir. Rasulullah (s.a.v.) aşağıdaki hadislerde şöyle buyurmaktadır: "Üç kişi yolculukta olursa birilerini emir tayin etsinler.” [1]

Bir başka hadiste de şöyle buyurmaktadır: "Üç kişi yola çıkacak olurlarsa içlerinden birini emir tayin etsinler.” [2]

"İki Halife’ye beyat edildiği takdirde onlardan ikincisini öldürünüz.” [3]

Bu nedenle İslâm’ın devlete yüklediği anlam diğer sistemlerin yüklediği anlamdan farklıdır. İslâm’a göre devlet, "egemenlik" ve "mülkiyet"ten ibarettir. Devletin yetkileri ise yöneticilerin yetkileridir. Yönetimi üstlenen kişi Halife olduğundan dolayı Halife devlet demektir.

Rasulullah (s.a.v.), Medine'de İslâm Devleti’ni kurduğundan itibaren, yönetimi elinde bulundurmakta, bütün yetkiler elinde toplanmaktaydı. Yönetimi ilgilendiren her türlü yetki onun elindeydi. Hayatı boyunca bu böyle idi. Daha sonra raşid Halifeler geldi. Her bir Halife yönetimi bütünüyle eline alıyor, yönetimi ilgilendiren bütün yetkilere sahip oluyordu. İşte bu uygulamalar, Halife’nin devlet olduğunun delilleridir. Yine Peygamber (s.a.v.) "emir"e karşı çıkmaktan sakındırırken "sultadan / otoriteden çıkmak" ifadesini kullanmış ve şöyle buyurmuştur: "Her kim emirinden hoşuna gitmeyecek bir şey görürse sabretsin. Çünkü sultanın -yönetim yetki ve alanının- dışına bir karış kadar dahi olsa çıkan bir kişi (bu haliyle) ölürse mutlaka cahiliye ölümü üzerine ölür.” [4]

Hilâfet mü'minlerin emirliği demektir. Halife otoritenin kendisidir. Otoritenin tüm yetkilerine sahiptir. Yani Halife "devlet" demektir. Devletin tüm yetkilerine sahiptir. Bu yetkilerin toplu delili budur. Yukarıda sayılan Halife’nin sahip olduğu yetkiler, devletin yapısında var olan yetkilerin listelenmesi demektir. Bu yetkilere dair detaylı hükümleri açıklamak için bu listeleme yapılmıştır.

Az önce geçen altı fıkranın etraflı bir şekilde delillendirilmesine gelince:

"a" fıkrasının delili, Ashab-ı Kiramın icmasıdır. Şöyle ki; Kanun bir terim olup şu anlama gelir: "İnsanların gereğince hareket etmeleri için yönetici tarafından çıkarılan emirlerdir." Kanun şöylece tanımlanmıştır: "Yöneticinin insanları karşılıklı ilişkilerinde uymaya mecbur ettiği kuralların toplamıdır." Yani yönetici bir takım hükümleri emredecek olursa, bu hükümler kanun halini alır ve insanları buna uymaya mecbur eder. Eğer yönetici emretmeyecek olursa bunlar kanun olmaz ve insanları da bunlara uymaya mecbur edemez. Müslümanlar şeriatın hükümlerine göre hareket ederler. Bu nedenle Müslümanlar yöneticinin emir ve yasakları doğrultusunda değil Allah'ın emir ve yasakları doğrultusunda yürürler. Müslümanlar açısından yöneticinin emirleri değil şer’î hükümler bağlayıcıdır.

Ancak şer’î hükümleri anlama hususunda sahabeler farklı görüşlere sahiptirler. Bazılarının şer’î nasslardan anladıkları diğerlerinin anladıklarından farklı olmuştur. Sahabelerin her birisi şer’î nasslardan kendi anlayışına göre hareket ediyordu. Böylece herkesin kendi anlayışı kendisi hakkında Allah'ın hükmünü teşkil ediyordu. Fakat öte yandan ümmetin işlerini göz önünde bulundurma gereğince, bütün Müslümanların tek bir görüşe göre hareket etmesini gerektiren şer’î hükümler vardır. Bu tür konularda herkesin kendi içtihadına göre hareket etmesi uygun olmaz. Nitekim Sahabenin hayatında bu olay fiilen gerçekleşmiştir.

Ebu Bekir (r.a.) beytülmala gelen malların Müslümanlar arasında eşit olarak dağıtılmasını uygun görmüştür. Çünkü o, tüm Müslümanların eşit hakka sahip olduğu görüşündeydi. Ömer (r.a.) ise Rasulullah (s.a.v.)'e karşı savaşanlarla onun yanında, onunla birlikte savaşanlara verildiği kadar verilmesinin, fakire zengin gibi davranılmasının uygun olmayacağı görüşündeydi. Ancak Ebu Bekir Halifeydi. Dolayısıyla kendi görüşüne göre uygulama yapılmasını emretti. Yani Ebu Bekir, malın eşit olarak dağıtılması görüşünü kabul etti. Bu hususta Müslümanlar da ona uydular. Hakimler ve valiler de bu görüşe göre hareket ettiler. Ömer de bu konuda Ebu Bekir'e boyun eğdi ve Ebu Bekir'in görüşü gereğince uygulama yaptı ve onu yerine getirdi.

Ancak Ömer Halife olunca Ebu Bekir'in görüşünden farklı bir görüşü kabul etti. Eşitlik esasına göre değil üstünlük esasına göre malın dağıtılması şeklindeki görüşünün uygulanmasını emretti. Beytülmaldaki mallar İslâm’a girmede öncelik sırasına ve ihtiyaç oranına göre dağıtıldı. Müslümanlar da bu hususta ona uydular. Valiler ve hakimler de bu görüşü uyguladılar. Böylece sahabeler; imamın belirli hükümleri benimseyip gereğince uygulama yapılmasını emredebileceği, kendi içtihadlarına ters düşse bile kendi görüşleri ve içtihadları ile amel etmeyi terk ederek Halife’nin görüşüne itaat etmeleri gerektiği hususunda icma etmişlerdir. İşte Raşid Halifelerin benimsedikleri bu hükümler kanun olarak algılanmış ve uygulanmıştır. Bu nedenle şer’î hükümleri benimseme yolu ile kanun yapma yetkisi (bu anlamıyla) yalnızca Halife’nin yetkisindedir. Kayıtsız ve şartsız olarak ondan başkası bu yetkiye sahip değildir.

"b" fıkrasında anlatılanların delili ise; Rasulullah (s.a.v.)'in uygulamalarıdır. Vali ve hakimleri tayin edip, onları hesaba çeken, denetleyen kendisi idi. Alım-satımı kontrol ediyor ve aldatmayı engelliyordu. Malı insanlar arasında dağıtıyor, işsiz kimselere iş bulmak için yardımcı oluyordu. Devletin bütün içişlerini kendisi takip ediyordu. Hükümdarlarla muhatap oluyor, heyetleri kabul ediyor ve devletin tüm dışişlerini idare ediyordu. Aynı şekilde Peygamber fiilen ordu komutanlığını da üstlenmiş idi. Katıldığı gazalarda bizzat savaş komutanlığını kendisi idare ediyordu. Seriyyeler gönderiyor ve komutanlarını tayin ediyordu. Hatta Üsame b. Zeyd'i, Şam topraklarına göndermek üzere gidecek seriyyenin başına tayin ettiğinde Üsame'nin yaşının küçüklüğünden dolayı ashab, bu tayinden hoşlanmamıştı. Fakat Rasulullah (s.a.v) onun komutanlığını kabule Ashabı mecbur etti. Bu olay, Halife’nin en üst komutan olmakla kalmayıp ordunun fiili komutanı olduğunu göstermektedir.

Rasulullah (s.a.v), Kureyşlilere, Kurayzaoğullarına, Nadiroğullarına ve Kaynukaoğullarına, Hayber yahudilerine ve Bizanslılar'a karşı da savaş ilan etmiştir. Yapılan her savaşı bizzat o ilan etmiştir. Tüm bunlar, savaş ilan etmenin Halife’nin yetkisinde olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde yahudilerle, Müdlicoğullarıyla ve onlarla antlaşmalı bulunan Damraoğullarıyla antlaşmaları akteden de Rasulullah (s.a.v)'dir. Eyle hükümdarı Yuhanna b. Raube ile çeşitli anlaşmalar yapmıştır. Hudeybiye antlaşmasını da o akt etmiştir. Müslümanlar Hudeybiye antlaşmasından memnun kalmamalarına rağmen antlaşmayı fesh etmemiş, ashabın görüşlerini reddederek antlaşmanın yürürlüğe girmesini sağlamıştır. Bu uygulamalar, ister barış antlaşması olsun ister başka türlü antlaşmalar olsun tüm anlaşmaları imzalama yetkisinin Halife’ye ait olduğunun delilidir.

"c" fıkrasında anlatılanlara gelince; Müseyleme'nin iki elçisini ve Kureyş'in elçisi Ebu Rafi'iyi Rasulullah (s.a.v) kabul etmiştir. Yine Rasulullah (s.a.v.), Herakl'e, Kisra'ya, Mukavkıs'a, Hiyra kralı Haris el-Ğassani'ye, Yemen Kralı Haris el-Himeyri'ye ve Habeş Kralı Necaşi’ye elçiler göndermiştir. Hudeybiye'de Osman b. Affan'ı Kureyş'e göndermiştir. Rasulullah (s.a.v.)'in yaptığı bu uygulamalar, elçileri kabul ve reddetme, elçiler gönderme yetkisinin Halife’ye ait bir yetki olduğunun delilleridir.

"d" fıkrasının delillerine gelince: Valileri tayin eden Peygamber (s.a.v.)'in kendisiydi. Muaz'ı Yemen'e vali olarak tayin etmişti. Valileri görevlerinden alıp azleden de oydu. Bahreynilerin şikayetçi olmaları nedeniyle el-Ala el-Hadrami'yi Bahreyn valiliğinden azletmiştir. Bu olay, valilerin Halife’ye karşı sorumlu oldukları gibi hem yönettikleri kimselere hem de ümmet meclisine karşı sorumlu olduklarının delilidir. Çünkü ümmet meclisi tüm vilayetlerin temsilcilerinden oluşmaktadır. Valiler açısından durum böyledir. Yardımcılarına gelince Peygamber'in iki yardımcısı vardı ki bunlar Ebu Bekir ve Ömer idi. Hayatı boyunca bunları görevlerinden alıp, başkalarını göreve getirmedi. Yardımcı, yetkilerini Halife’den aldığından ve Halife’nin vekili durumunda olduğundan dolayı vekile kıyasen Halife’nin, yardımcısını görevden almak (azletmek) hakkı vardır. Çünkü vekil tayin eden kimsenin, tayin ettiği vekili azletmek yetkisi vardır.

"e" fıkrasında anlatılanlara gelince: Bunun da delili şudur: Rasulullah (s.a.v.) Ali (r.a.)'i Yemen hakimliğine tayin etmişti. Amr b. As'dan gelen rivayet şöyledir: "İki hasım, Rasulullah (s.a.v.)'ın huzuruna geldiler. Bana, ey Amr! Aralarında hüküm ver” dedi. “Ey Allah'ın Rasulü! Bu iş benden çok sana yakışır” deyince şöyle dedi: "Eğer aralarında verdiğin hükümde isabet edersen, senin için on hasene vardır. Eğer yanılırsan senin için bir hasene vardır.” [5]

Ömer (r.a.) de hakim tayin eder ve azlederdi. Mesela Şureyh'i Kufe'ye, Ebu Musa'yı Basra'ya kadı olarak tayin ettiği gibi Şurahbil b. Hasene'yi de Şam valiliğinden azletmiş, onun yerine Muaviye'yi vali olarak tayin etmişti. Şurahbil ona şöyle demişti: “Sen, beni korkaklığımdan dolayı mı yoksa hainliğimden dolayı mı azlettin?” Ömer: "Hiçbirisinden dolayı değil. Fakat ben, birisinden daha güçlü olan diğerini tayin etmek istedim."

Ali (r.a.) de önce Ebu Esved'i tayin etmiş sonra azletmişti. Ebu Esved: “Hangi hainliğimden hangi suçumdan dolayı beni azlettin?” deyince Ali (r.a.) şöyle dedi: "Sesinin, davacıların sesinden daha yükseğe çıktığını gördüm."

Ömer de, Ali de bu işi sahabelerin gözleri önünde ve onların bilgisi altında yaptığı halde onlardan birisine karşı hiç kimse tepki göstermedi. İşte bütün bunlar genel olarak Halife’nin hakimleri tayin etme yetkisine sahip olduğunun delilidir. Aynı şekilde kendisi yerine vekaleten hakim tayin edebileceğini de göstermektedir. Bu ise vekalete kıyasen varılan bir sonuçtur. Zira yetkileri dahilinde olan bütün hususlarda kendisi adına başkalarını vekil tayin edebilir. Tıpkı tasarrufta bulunması caiz olan bütün konuların yanında başkasını vekil tayin etmek hususunda olduğu gibi.

Daire müdürlerini tayine gelince, Rasulullah (s.a.v.) devlet işlerini görmek üzere yazıcılar tayin etmişti. Bunlar da daire müdürleri konumunda idi. Mesela el-Muaykıb b. Ebi Fatıma ed-Devsi'yi hem mühründen, hem de ganimetlerden sorumlu olmakla, Huzeyfe b. el-Yemen'ı da Hicaz meyvelerinin miktarını tahmin edip kayd etme işiyle, Zübeyr b. Avvam'ı zekât mallarını yazmakla, Mugire b. Şu'be'yi de borçlanma ve karşılıklı muamelatı yazmakla görevlendirmiş ve benzer tayinlerde bulunmuştur.

Ordu kumandanları ile sancak emirlerine gelince: Rasulullah (s.a.v.) Kureyşlileri deniz kenarında karşılaması için Hamza b. Abdulmuttalib'i 30 kişiye kumandan tayin etmişti. Muhammed b. Ubeyde b. Haris'i 60 kişinin başına kumandan tayin etmiş ve onu Râbiğ vadisine Kureyşlileri karşılamaya göndermişti. Sa'd b. Ebi Vakkas'ı da 20 kişinin başına kumandan tayin ederek Mekke taraflarına göndermişti. Rasulullah (s.a.v.)'in ordu komutanlarını tayin etmesi, ordu komutanları ve sancak emirlerini tayin yetkisinin Halife’ye ait olduğunun delilidir.

Buraya kadar saydığımız görevlilerin tümü Rasulullah (s.a.v.)'e karşı sorumlu iken başka herhangi bir kimseye karşı sorumlu değillerdi. Bu uygulamalar; hakimlerin, daire müdürlerinin, ordu komutanlarının, kurmay başkanlarının ve diğer görevlilerin yalnızca Halife’ye karşı sorumlu olduğunu gösterir. Ümmet meclisine karşı da sorumlulukları yoktur. Halife’nin yardımcıları ve valilerin dışında kalanlar ümmet meclisine karşı sorumlu değildirler. Amiller de yardımcılar ve valiler gibidir. Çünkü bunlar da yöneticidirler. Bunların dışında ise ümmet meclisine karşı sorumlu kimse bulunmamaktadır. Aksine bunların hepsi Halife’ye karşı sorumludurlar.

"f" fıkrasında anlatılanlara gelince: Devlet bütçesinin gelir kaynakları ve bu gelirlerin harcanacağı yerler ancak ve ancak şer’î hükümlerle düzenlenir. Şer’î hüküm gereği olmadıkça tek bir kuruş toplanmayacağı gibi şer’î bir hükme uygun olmayan tek bir kuruş da harcanamaz. Ancak harcamaların teferruatlı dökümü ya da bütçenin bölümleri Halife’nin görüşüne ve içtihadına havale edilir. Aynı şekilde gelir bölümleri de böyledir. Mesela haraci araziden alınacak harac veya cizye miktarını belirleyen odur. İşte bunlar ve benzerleri gelir bölümleri ile ilgili örneklerdir. Şu alana şu kadar, hastahanelere şu kadar harcansın diyecek olan da odur. Bunlar ve benzerleri ise harcama bölümlerini teşkil eder. İşte Halife’nin görüşüne bağlı olan hususlar bunlardır. Kendi görüş ve içtihadına göre bunu belirleyecek olan Halifedir.

Çünkü amillerden gelirleri Rasulullah (s.a.v.) alıyor ve bunları ilgili yerlere harcıyordu. Bazı valilere gelirleri toplama ve harcama izni verdiği de olmuştur. Nitekim Muaz'ı Yemen'e vali tayin ettiğinde böyle olmuştur. Daha sonra raşid Halifelerin her birisi de Halife sıfatıyla gelirleri topluyor, kendi görüş ve içtihadına göre bunları harcıyordu. Bu uygulamalarından dolayı onlardan herhangi birisine karşı çıkan da olmadı. Halife’nin dışında herhangi bir kimse tek bir kuruşu dahi toplamadığı ve tasarrufta bulunmadığı gibi, izin vermediği kimseler de bu hususta bir kuruş dahi harcayamıyordu. Nitekim Ömer'in Muaviye'yi vali olarak tayin etmesinde de aynı durumu görmekteyiz. Muaviye'ye genel bir valilik vermiş olduğundan, Muaviye gelirleri topluyor ve harcıyordu. İşte bütün bunlar devlet bütçesinin bölümlerinin Halife tarafından açıklandığını veya bütçenin kendisine vekil tayin ettiği kimse tarafından belirlendiğini göstermektedir.

İşte Halife’nin yetkilerine dair detaylı açıklamaların yine detaylı delilleri bunlardır. Bütün bunları da Peygamber'in şu buyruğu topluca ifade etmektedir: "İmam çobandır ve güttüklerinden sorumludur.” [6] Yani yönetilenlerin işlerinin görülmesiyle alakalı her şey Halife’nin yetkisi altındadır ve ona aittir. Halife bu konuda dilediği kimseye, dilediği çerçevede, dilediği şekilde -vekalete kıyasen- vekil tayin edebilir

[1] Ebu Davud, 2242; Bezzar, İbni Ömer yoluyla rivayet etmiştir
[2] Ebu Davud, 2241; Ebu Said el-Hudri yoluyla rivayet etmiştir
[3] Müslim, 3444; Ebu Said el-Hudri’den rivayet etmiştir
[4] Müslim, 3439
[5] Ahmed b. Hanbel, 17157
[6] Buhari, 2232; Ahmed b. Hanbel, 5753; Abdullah b. Ömer’den
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt