Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kimlik Tercihi (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Selamün Aleyküm Ve Rahmetullahi Değerli kardeşlerim

Kavram kargaşası yaşadığımız şu yıllarda neyin ne olduğunu ne olmadığını ne anlayabildik nede yıllardır anlatabildiler bizlere.
Bizlerde ne olduğumuzu bilmeden/bilemeden, bilmediğimiz/bilemediğimiz kavramları sahiplenir gördük kendimizi malesef,Peki nedir bu kavramlar?
Laiklik...
Demokratlık...
Laik demokratlık...
Demokrat müslüman...
Laik müslüman... vs
İşte bunların tanımını, bunların ne olup ne olmadığını kısa bir süre zarfında inşaAllah sizlerle paylaşacağım.Faydalı olabilmek temennisi ile...
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi üzerinize olsun

Paylaşacağım kitaptan konu başlıkları
Önsöz
KONUYLA İLGİLİ DÖRT SORU..
1- Allah'a İnanıyor Muyuz?.
2- Son Peygamber Resulullah (s.a.v.)'e İnanıyor Muyuz?.
3- Kur'an-ı Kerîm'e İnanıyor Muyuz?.
4- Kur'an-ı Kerim, Yaşamamız Gereken Evrensel Bir Kitab Mıdır?.
DÖRT SORUYA GÖRE MÜSLÜMANLIK..
DÖRT SORUYA GÖRE LAİKLİK..
DÖRT SORUYA GÖRE DEMOKRATLIK..
SONUÇ..
Önsöz

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve biz­leri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (c.c.)'a mahsus­tur.
Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetince sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa'ya, aline, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmeti üzerine olsun.
Karmaşık ve çalkantılı bir dönemde yaşıyoruz. Neyin ne olduğu veya nelerin ne olmadığı açıklık ka­zanmış değil. Hatta meseleler o kadar girili bir hal almış ki, birbirine zıd unsurlar dahi, birbiriyle ilintili ve birbiriyle benzer olarak algılanabiliyor. Bunun on açık örneği, İslam ile demokrasiyi veya müslümanlık ile laikliği ideolojik kardeş görme eğilimleridir.
İdeolojik düzlemdeki bu kavram kargaşası tabi ki topluma da yansımış ve içinde yaşadığımız toplum, ne idiğü belirsiz bir kimlik girdabına sürüklenmiştir.
Hiç düşündünüz mü bilmiyorum!.
Resulullah (s.a.v.)'in son peygamber olduğu ve yeni bir peygamber gönderilmeyeceği bilinen bir gerçektir. Bu gerçeği bilmemize ve bu gerçeğe iman et­memize rağmen yine de farazi olarak düşünelim.
Acaba Resulullah (s.a.v.) içinde yaşadığımız bu topluma tekrar gönderilseydi ne olurdu?
Efendimiz (s.a.v.), bu toplumu nasıl tanımlardı?
Tabi ki bu tanımlama, topluma yönelteceği bazı sorular ve bu sorulara karşılık alacağı cevaplara göre belirlenecekti. Nitekim bütün bir topluma yönelteceği sorular ve alacağı cevaplar muhtemelen şöyle ola­caktı.
“Alemlerin Rabbi olan Allah'a inanıyor musu­nuz?”
Bütün bir toplumdan ortak bir haykırış.,
“Evet Ya Resulullah”
Bu haykırış karşısında oldukça umudlanan Efendimiz (s.a.v.)'in ikinci sorusu.
“Allah'ın Resulü olduğuma ve Kur'an-ı Kerim'e inanıyor musunuz?”
Bütün bir toplumdan, ortak ve bütüncül bir haykırış daha.
“Elbette Ya Resulullah”
Böyle bir toplumla ilk defa karşılaşan ve bu ha­yati sorulara böylesine coşkulu ve olumlu bir cevap alan Resulullah (s.a.v.) gerçekten mesud olmuştur.
Çünkü sorun kalmamıştır artık!.
Bu toplumu meydana getiren insanlar Allah'a, Resulüne ve Kur'an-ı Kerim'e inandıklarına göre çözülmeyecek sorun, aşılmayacak engel yok demekti!.
Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ı hamd ile teş­bih ve tekbir eden Resulullah (s.a.v.), önündeki kosko­ca topluma umud ve rahmet dolu gözleriyle tekrar ba­karak son soruyu sorar.
“Şeriat istiyor musunuz?”
Kısmi evetleri bastıran üçüncü bir haykırış daha.
“Hayır Ya Resulullah”
Efendimiz (s.a.v.) belkide göğe yükseltildiği Miraç mucizesinde yaşamadığı bir hayreti yaşıyor!.
“Nasıl olurdu?”
Allah'a, Resulüne ve Kur'an-ı Kerim'e inandıkla­rını, iman ettiklerini söyleyen bir' toplum, Allah'ın hükümlerine karşı nasıl böyle bir cevap verebilirdi!.
Efendimiz (s.a.v.), sorumu herhalde yanlış an­ladılar diyerek tekrar sorar.
“Allah'ın şeriatını istiyor musunuz?”
“Maazallah Ya Resulullah!.”
Mübarek gözleri hayretle biraz daha açılan ve böyle bir durum karşısında şaşkınlıktan kurtulama­yan Efendimiz (s.a.v.), topluma yönelttiği sorulara de­vam etmek ve ne idiğü belirsiz bu durumun aslını öğrenmek istemektedir. Ancak yanına büyük bir hürmetle gelen resmi bir görevli “Lütfen şeriat propa­gandası yapmayınız!” diyerek önündeki mikrofon deni­len aleti almış ve kürsüden inmesini istirham etmişti!.
Gerçekten şaşılacak ve şaşılası bir durumdu bu!.
Kitlenin ön saflarında duran bazı din görevlileri ise, bu durum karşısında şaşıran Efendimiz (s.a.v.)'i aydınlatmak(l) gayesiyle çığrışmaya başlamışlardı.
“Ya Resulullah, bizler laik müslümanlarız!.”
“Ya Resulullah, bizler demokrat müslümanlanz!”
Bu gibi çığırışlarla şaşkınlığı daha da artan Efendimiz (s.a.v.), meydandaki bir heykele dikkatlice ve git gide artan bir hüzünle bakmaya başlamıştır. Çünkü meydandaki heykelin başı üstüne oturan şey­tan aleyhillane, lanetli gözleriyle Efendimiz (s.a.v.)'e bakmakta ve “Senin ümmetini ne hale getirdim” diye­rek kahkahalarla gülmektedir.
Şeytandan ve şeytanın şerrinden Allah'a sığınan Resulullah (s.a.v.)'in, farazi olarak verdiğimiz bu örnekten ve böylesi bir toplumdan, şu ayet-i kerimeleri okuyarak uzaklaştığını görüyoruz.
“De ki: “Rabbim, eğer onlara va'dolunan (azab)i mutlaka bana gösterecek sen,”, “Rabbim, bu durumda beni zulmeden kavmin içinde kılma.”
İlahi kelam ile ifadesini bulmuş olan bu duaya, bütün müslümanlarla birlikte biz de amin diyoruz.
Evet, Efendimiz (s.a.v.)'in hayret ve şaşkınlıkla karşılayabileceği bu durumu, bizler hiç de şaşkınlıkla karşılamıyoruz!. Bunun bir nedeni, böylesi durumları, böylesi halleri birer realite olarak kabul edişimiz ve bu realiteyi kanıksamış olmamızdır. Bir diğer nedeni ise bu topluma ne adına ne verildiğini, Allah adına konuşan bel'amların, şeriatı nasıl ve ne şekilde tanıttıklarını biliyor olmamızdır. Nitekim bu kitap çalışmasında, şaşkınlıkla karşılamadığımız bu şaşı­lası duruma, bellibaşlı dört soru çerçevesinde kısa bir açıklama getireceğiz.
Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki bu kitap çalışmasını, laikler veya kemalistler veya demokratlar illa gerçek müslüman olsunlar, illa şeriata inansınlar diye kaleme almadım. İsteyen laik, isteyen kemalist, isteyen demokrat olsun.
Herkesin tercihi kendinedir!.
Bu toplum şeriata göre yönetilsin şeklinde bir ta­lebim, bir dayatmam da yok. Çünkü her toplum, layık olduğu sistemle, layık olduğu idarecilerle yönetile­cektir.
Meselenin bu gibi yönleri beni fazlaca ilgilendir­miyor.
Bir müslüman olarak beni ilgilendiren önemli ve öncelikli husus, tertemiz hakikatleri beyan eden İslam ve müslüman kavramlarının yozlaştırılmaya çalışıl­masıdır.
İşte buna kimsenin hakkı yoktur!.
Bizlerde laiklik kavramını iğdiş etme hakkı ol­madığı gibi, laiklerde veya demokratlarda da müslü­man kavramını iğdiş etme hakkı yoktur.
Laikliğin nasıl ki kendi esaslarına göre bir tanımı varsa, Müslümanlığın da kendi esaslarına göre bir tanımı vardır. İslam'ın ve İslam'a teslim olan müslümanın ne olduğunu, ne olmadığını şanı yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerimde beyan etmiştir.
Hiç kuşkusuz ki kafamıza göre İslam, midemize göre müslümanlık tanımı olmaz, olamaz!.
Dolayısıyla bu kitab çalış­ması, laiklerin veya demokratların illa müslüman olmalarını değil, söz konusu kimliklerin iğdiş edilme­mesini ve bu kimliklerin kendi kulvarlarında değer­lendirilmesini amaçlamaktadır.
Her kimlik, kendine özgü kulvarda ele alınır ve kendine özgü kulvarda değerlendirilirse, hiç kuşkusuz ki hem kimlik kargaşası olmayacak ve hem de kimlik tercihinde bulunmak isteyen insanlar, neyi seçip, neyi seçmediklerinin farkına varacaklardır.
Diyeceksiniz ki, “Toplumda yaşanan koskoca kimlik kargaşasına, bu küçücük kitab yeter mi?” Yeter, inanın ki yeter!. Anlayana ve anlamak isteyene, çok bile gelir!.
Selam ve rahmet, İslam'a layık tüm insanların üzerine olsun.
Mehmed ALAGAŞ
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Konuyla ilgili dört soru

Konuyla ilgili dört soru

Herhangi bir insanın laîk veya demokrat olması, hiç kuşkusuz ki bir kitap çalışmasında ele alınacak bir konu değildir. Herhangi bir insan laik veya demokrat olduğu gibi, hem faşist hem laik veya hem kapitalist hem demokrat da olabilir. Bütün bunlar, yaşadığımız çağda garipsenmeyen, gayet normal karşılanan durumlardır!.
Bizim bu kitab çalışmasında üzerinde duracağımız konu, herhangi bir insanın değil, “Ben müslümanım” di­yen ve bu ifadesinde samimi olan bir insanın aynı za­manda laik veya demokrat olup-olamayacağıdır. Daha açık bir ifadeyle bir müslümanın, müslümanlık vasfını muhafaza edebilmek şartıyla laik veya demokrat olup olamayacağını değerlendireceğiz.
Bu meseleyi değerlendirirken İslam'ı, laikliği ve de­mokrasiyi geniş bir çerçevede anlatarak ve bunların ben­zer veya farklı yönleri üzerinde uzun uzadıya durarak meseleyi karmaşık bir hale getirecek değiliz.
Bizlere göre gayet açık, fakat birçok çevreye göre karmaşık gözüken bu meseleye ne önyargı ile yaklaşacak ve ne de kişisel kanaatlerimizle meseleyi sulandırmaya çalışacağız.
Laikliğin veya demokratlığın ne olduğu belki tartışı­lacak bir mevzudur. Ancak İslam ve müslümanlığın tari­finde, böylesi kişisel tartışmalara ve farklı kanaatlere yer yoktur. Çünkü müslümanlığın tarifi, insanların kişi­sel görüşlerine ve farklı kanaatlerine bırakılan bir tarif değildir.
Müslümanlığın ne olup, ne olmadığını, şanı yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de beyan etmiştir. Nitekim bu kitap çalışmasında müslümanı ve müslümanlığı tanımlarken, müslümanın temel vasıfla­rıyla ilgili dört soru soracak ve bu dört soruyu Kur'an-ı Kerimi esas alarak cevaplandıracağız.
Bu cevaplandırmadan sortra, Kur'an-ı Kerim'in tanımına göre müslüman olan bir insanın, bu tanım çerçevesinde laik veya demokrat olup-olamayacağını değerlendireceğiz.
Hiç kuşkunuz olmasın ki gayet kısa ve gayet açık bir değerlendirme olacaktır bu!. Her akıl sahibinin ra­hatlıkla anlayacağı, anlayabileceği açıklıkta bir değer­lendirme!.
Konuyla ilgili ele alacağımız ilk soru, “Allah'a inanıyor muyuz?” olacaktır.


1- Allah'a İnanıyor Muyuz?


Birçoklarına göre çok abes ve birçoklarına göre çok gereksiz bir sorudur bu!.
Ne demek “Allah'a inanıyor muyuz?”
Tabi ki, elbetteki, hiç kuşkusuz ki evet..
Bütün bir yurt sathında verilen bu ortak cevab, be­nim açımdan yeterli veya tatmin edici bir cevap değildir Çünkü “Allah'a inanıyor musunuz?” sorusuna “Evet” ce­vabını veren insanların büyük bir çoğunluğunun Allah'ı inkar etmediklerine ve küçük bir çoğunluğunun da Al­lah'a iman ettiklerine inanıyorum!. Nitekim Allah'ı inkar etmeyen büyük çoğunluk, Allah'ı inkar etmemekle Al­lah'a iman ettiklerini sanmakta ve bunu samimi bir iddia olarak ileri sürmektedirler!.
Diyeceksiniz ki, Allah'ı inkar etmemek ile Allah'a iman etmek arasında ne fark vardır?
Aslına bakılırsa herhangi bir fark olmaması gerekir­di!. Allah'ı inkar etmeyen bir insanın, inkardan uzak­laşmakla imana yaklaşması ve bunun bir neticesi olarak Allah'a iman etmesi, hakkıyle iman etmesi gerekirdi.
Fakat durum böyle midir?
Yaşadığımız coğrafyadaki Allah'ı inkar etmeyen in­sanlarda, Allah'a İman vasfı var mıdır?
Bu konudaki kişisel kanaatim ne yazık ki olumsuz­dur. Çünkü toplum kesiminden tanıdığım insanların büyük çoğunluğunda .Allah'ı inkar etmeme vasfını açık bir şekilde müşahade etmeme rağmen, Allah'a iman vasfını kısmen görebilmiş veya hissedebilmiş değilim!.
Allah'ı inkar etmemek hususunda gösterdikleri asa­biyet, Allah'a iman hususunda yok denecek kadar az!. Allah'ın varlığını inkar etmekle ilgili açık küfürlerden koşar adım uzaklaşmalarına rağmen, Allah'a imanla ilgili ve imanın gereği olan eylemlere yürüyerek de olsa bir yaklaşma, bir yakınlaşma yok!
Ne garip değil mi!.
Bu anlattığımız husus tabi ki meselenin bir yönü­dür. Meselenin diğer yönü ise Allah'a İman ettiklerini id­dia eden insanlardaki yanlış ve eksik Allah telakkisidir.
Samimi bir şekilde “Allah'a iman ediyoruz” diyen in­sanların, kullandıkları ifade aynı olmasına rağmen bu ifadede kastettikleri Allah telakkisi birbirinden farklıdır!.
“Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur.” deyi­şini benimseyen birçok insana göre, gözden ırak olan Allah, gönülden de ırak olmuştur!.
Bu insanlara “Allah” dediğiniz zaman, başlarını göğe kaldırarak ilgilerini ve dikkatlerini çok uzaklara yöneltirler. Çünkü inandıkları Allah, uzaklarda, çok uzaklarda bulunan bir Allah'dır. İnandıkları Allah, yerleri ve gökleri yaratmış ve sonra da çok uzaklarda bulunan makamına çekilmiştir!.
Bazılarının kastettikleri Allah telakkisi ise kainatı yaratan, yağmuru yağdıran, bitkileri bitiren, tüm canlıla­rın rızkını veren fakat yarattığı ve yaşattığı insanların yeryüzünde ne yaptıklarına, nasıl idare olunduklarına hiç karışmayan bir Allah telakkisidir!.
İnsanlara “Kul hakkı yemeyin, Benim hakkımı ne yaparsanız yapın!.” buyuran bir Allah telakkisidir bu!.
İnsanlara “İyi ve doğru olun!” buyruğunu veren, an­cak bu iyiliğin ve doğrulunun ölçüsünü, ne olduğunu bildirmeyen bir Allah telakkisidir bu!.
Daha açık bir ifadeyle, çok daha açık bir ifadeyle, yaşarken değil, öldükten sonra dikkate alınması gereken bir Allah telakkisidir bu!.
Allah (c.c.) hakkındaki bu yanlış ve eksik telakkileri daha fazla anlatmamıza tabi ki gerek yoktur. Gerek duyduğumuz husus, alemlerin Rabbi olan Allah'ın doğru, dosdoğru tanınmasıdır. Bu doğru tanımlama ise, hiç kuşkusuz ki bizlere dosdoğru bilgiler veren Kur'an-ı Kerim'i dikkate almamızla mümkün olacaktır. Bu sınırlı kitap çalışmasında, Allah (c.c.)'ı dosdoğru tanımakla ilgili yüzlerce ayet-i kerimeden sadece birkaç tanesini zikret­mekle yetineceğiz.
Zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah (c.c.)'ı uzaklarda, çok uzaklarda telakki edenlere, Kur'an-ı Kerim şu açık gerçeği bildirmektedir.
“Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamanndan daha yakınız.”
Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ın yeryüzündeki insanlara ve toplumlara karışmasını istemeyen ve O'nu göklerin Rabbi olarak kabul edenlere, hiç de hoşlarına gitmeyecek şu gerçek zikredilmektedir.
“(Allah) Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'hun adaşı olduğunu biliyor musun?”
Cemaat veya parti liderleri anıldığı zaman oldukça heyecanlanan ancak Allah (c.c.) anıldığı zaman kalple­rinde en ufak bir kıpırtı, en ufak bir titreşim olmayan in­sanlara, Allah'a hakkıyle iman eden mü'minlerin şu özelliği beyan edilmektedir.
“Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; onlar, kendilerine isabet eden musibetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir.”
Şanı yüce Rabbimizin isim ve sıfatlarıyla ilgili birçok ayet-i kerimeden sadece birkaç tanesinde şöyle buyurulmaktadır.
“O Allak ki O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı (görünmeyen olanı) da, görüneni de bilendir. Rahman ve Rahim olan O'dur.”, “O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir (bütün mülkün sahibidir); Kuddûs'tur; Selamdır; Mü 'rain 'dir; Müheymin'dir; Azizdir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koşmakta ol­duklarından çok yücedir.”, “O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) ku­sursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu teşbih etmektedir. 0 Aziz ve Hakimdir.”
Evet, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ı, Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen bu İlahi gerçekler istikametinde böylece tanımamız ve O'na böylece inan­mamız, îman etmemiz gerekiyor.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
2-Son Peygamber Resulullah (s.a.v.)'e İnanıyor Muyuz?

2-Son Peygamber Resulullah (s.a.v.)'e İnanıyor Muyuz?

Sizler de karşılaştınız mı bilmiyorum!.

Toplum arasında aydın geçinen ve açık sözlü olan bazı kimseler, Allah'a İnandıklarını ancak Peygamber (s.a.v.)'e inanmadıklarını söylüyorlar!.
Kur'an-ı Kerim ifadesiyle Allah ve Resulü (s.a.v.)'in arasını ayıran, Allah'a inanıp, Resulüne inanmayan bu kimselerin, elbetteki öncelikle Allah'a olan imanlarını gözden geçirmeleri gerekir.
Bu kimseler nasıl bir Allah'a inanıyorlar ki, inandıkları Allah, ondört asırdır yegane İlah olarak sadece Allah'a inanan milyarlarca samimi mü'minin Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)'e tabi olmalarına izin vermiştir!.
Bu kimseler nasıl bir Allah'a inanıyorlar ki, inandıkları Allah, inanmadıkları Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)'i gizli ve açık yardımlarla desteklemiş, onu aziz ve bahtiyar etmiştir!. Bu mümkün müdür?
Geçmiş dünya tarihinde görüldüğü gibi herhangi bir sapığın peygamberlik iddia etmesi, Allah adına iftira­larda bulunması mümkündür, mümkündür de, Allah ın böyle bir sapığı aziz ve bahtiyar etmesi mümkün müdür?
Elbetteki mümkün değildir. Nitekim tarihteki tüm yalancı peygamberlerin zelil akibetleri açık olduğu gibi, Kur'an-ı Kerim'in bu konudaki hükümleri de açıktır.
“Eğer o (Peygamber), bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı, Muhakkak onu kuvvetle yakalardık. Sonra onun can damarını mutlaka keserdik. O zaman sizden hiçbiriniz araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.”
Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in muhteşem yüceliği, onun bir beşer sözü olmadığına apaçık bir delil olduğu gibi, Kur'an-ı Kerim'de Resulullah (s.a.v.)'i ikaz ve itham eden ayet-i kerimelerin bulunması da, bu ilahi kelamın kesinlikle ve kesinlikle Peygamber (s.a.v.)'in sözü olma­dığına ayrı bir delildir.
Allah'a inandıklarını ancak Resulullah (s.a.v.)'e inanmadıklarını söyleyen kimseler, hiç kuşkusuz ki yaşadığımız toplumda gayet azınlıkta bulunan kimseler­dir. Toplumun büyük ekseriyeti, Allah'a ve O'nun Re­sulü Hz. Muhammad Mustafa (s.a.v.)'e inandıklarını ifade eden ve bu ifadelerinde gerçekten samimi olan in­sanlardır. Dolayısıyla bu insanların Peygamber (s.a.v.)'e inanıp, inanmadıkları üzerinde değil, sadece bu inancın Kur'ani gerçeklerle yeniden gözden geçirilmesi üzerinde duracağız.
Bütün müslümanların inandıkları, iman ettikleri Resulullah (s.a.v,), bir peygamber olarak niye gönderil­miştir ve gönderildikten sonra ne yapmıştır?
Şanı yüce Rabbimiz bu önemli soruya Kur'an-ı Ke­rim'de şöyle cevap vermektedir.
“Andolsun, size içinizden sıkıntıya düşmeniz onun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere de şefkatti ve esirgeyici olan bir peygamber gelmiştir.”
“Biz seni alemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik.”
“O, ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onla­ra Kitab ve hikmeti öğreten bir peygamberi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içindeydiler.”
Alemlere rahmet olarak gönderilen, mü'minlere Al­lah'ın ayetlerini okuyan ve onları ârındırıp-temizleyen Resulullah (s.a.v.), bu hali ve bu yaşantısı ile tüm dünya müslümanlarına örnek olmaktadır. Nitekim Kur'an-ı Kerim bu örnekliğe işaret etmekte ve tüm müslümanların Efendimiz (s.a.v.)'den örnek almaları gerektiğini zikretmektedir.
“Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Re­sulünde güzel bir örnek vardır.”
Acaba bu örneği yeterince alıyor, bu örneği yaşıyor ve bu örnekliği gösterebiliyor muyuz?
Ne yazık ki hayır!.
Yaşadığımız toplumda peygamber varisi olduk­larını söyleyen birçok din görevlisinde de bu örneği ve bu örnekliği görebilmemiz mümkün değildir!. Nitekim günümüz toplumundaki insanlara “İmamlık bir işiniz var mı?” diye sorduğunuzda, bu insanların akıllarına hemen ölüler gelmekte ve buna göre bir cevap vermektedirler!. Çünkü kendilerine imam denilen birçok din görevlisinin en önemli ve en asli işleri, ölülerle ilgili işlerdir!.
Oysa Resulullah (s.a.v.) böyle mi yapmış, ümme­tine böyle mi örnek olmuştu?
Mescide gelen insanlara namaz kıldırmak ve ölüleri defnetmek için mi gönderilmişti?
Mescide gelerek namaz kılan insanların, mescidden çıktıktan sonra ne yaptıklarıyla, nelere yöneidikleriyle, nasıl ve ne şekilde yönetildikleriyle hiç ilgilenme­miş miydi?
Hem neden ordu komutanı ve devlet başkanı olmuştu ki!. Kontenjan boşluğu veya politikacı kıtlığı mı vardı?
Devlet başkanı iken hangi şeyhülislam'dan fetva almış veya hangi devlet başkanına şeyhülislamlık yap­mıştı?
Sultanlara şeyhülislamlık yapmayıp da, nefs ve hevalarına göre fetva isteyenlere müftülük mü yapmıştı?
insanları Allah adına uyarıp-korkuturken, hakim otoritenin desturunu mu, yoksa İslam'ın düsturunu mu dikkate alıyordu?
Apaçık cevabları kendi içinde olan bütün bu soru­lar, Efendimiz (s.a.v.)'î gerçekten örnek almak isteyen tüm müslümaniarın dikkate almaları gereken sorulardır. Ayrıca konu bu noktaya gelmişken, İlahi daveti gün­deme getiren günümüz müslümanlanna “Allah ile kul arasına girilmez” diyerek çığırtkanlık yapanlara da şunu sormak istiyorum.
Resulullah (s.a.v.) sizin söylediğiniz manada Allah ile kul arasına girmemiş midir?
Sizin söylediğiniz manada Allah ile kul arasına gi­rerek, insanlara Allah'ın emir ve nehiylerini bildirip, in­sanları Allah'ın yoluna davet etmemiş midir?
“Allah ile kul arasına girilmez” ifadesi, fıtri açıdan doğru, ancak onların kullandığı manada yanlış ve şey­tani bir ifadedir. Çünkü her fırsatta verdiği vesveselerle Allah ile kul arasına girerek insanları Allah'ın yolundan çevirmek isteyen şeytan aleyhillane, bu şaşkınları “Allah ile kul arasına girilmez” diye çığırtarak, Allah ile kul ara­sına kendisinden başkasının girmesini istememektedir!.
Netice olarak Allah ile kul arasına giren şeytandan değii de, insanları hakka davet eden salih müslümanlardan rahatsız olan bu çığırtkanlar, böylesi yaklaşımlar ve Allah'ı değil şeytanı memnun etmekte ve şeytanın dostu olmaktadırlar.
Peygamber (s.a.v.) ve peygamberlikle ilgili olarak bildirilen diğer bir gerçek ise Efendimiz (s.a.v.)'in son peygamber oluşudur.
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin ba­bası değildir; ancak o, Allah'ın Resulü ve peygamber­lerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.”
Hiç düşündünüz mü?
Efendimiz (s.a.v.)'in peygamberliği, örnek ve reh­ber olma vasfı, ne zamana kadar sürecek bir vasıf, ne zamana kadar sürecek bir misyondur?
İşte yukarıdaki ayet-i kerime, bu sorunun cevabını vermekte ve Resulullah (s.a.v.)'irı son peygamber olduğunu beyan etmekle, bu peygamberliğin dünya yaşantısının sonuna yani kıyamete kadar süreceğini bil­dirmektedir.
Bu gerçeği görmemezlikten gelerek Resulullah (s.a.v.)'in rehberlik ve örneklik misyonunu sadece onun yaşadığı zaman dilimine nisbet edenler, şu ayet-i kerimeyle uyarılmaktadırlar.,
“Muhammed, yalnızca hir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler gelip-geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? îki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah'a kesinlikle zarar veremez. Al­lah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.”
Tabi ki şimdiye kadar anlattıklarımız meselenin daha ziyade imanla ilgili boyutudur. Ancak bunun kadar önemli diğer boyutu ise, sevgi boyutudur. Kur'an-ı Kerim'de meselenin sevgi boyutuyla ilgili olarak şöyle bu­yu rulmaktadır.
“De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşle­riniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resulünden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Al­lah'ın emri -gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.”
“Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha evladır ve onun zevceleri de onların anneleridir..”
Bu ayet-i kerimelerden ne anlamamız gerekir?
Bu ayet-i kerimelerden şu gerçeği anlamamız gere­kir ki; iman ettiğinizi söylediğiniz Resulullah (s.a.v.) siz­lere eşlerinizden, çocuklarınızdan, mallarınızdan ve ken­di nefislerinizden daha sevgili, daha evla değil ise sizler o rahmet peygamberi (s.a.v.)'i pek tanımıyorsunuz ve tanımadığınız bir peygambere iman ettiğinizi söylüyorsunuz demektir.
Çünkü onu tanımaya çalışıpda sevmemek, onu anlamaya çalışıp da hayran olmamak müm­kün değildir.
Yeter ki Resulullah (s.a.v.)'i tanımaya ve anlamaya çalışalım. O rahmet peygamberini tanıdıkça daha çok anlayacak, daha çok anladıkça pek daha çok seveceğiz.
Şahsım adına konuşmam gerekirse, Resulullah (s.a.v.)'i uzun yıllardır anlamaya çalışmama rağmen, birçok vasfını yeterince anlamış, anlayabilmiş değilim. Mesela Kevser suresinde, şanı yüce Rabbimiz Efendi­miz (s.a.v.)'e Kevser'i verdiğini müjdelemektedir.
“Şüphesiz, biz sana Kevser'i verdik.”
Bu İlahi ve müşahhas müjde, hangi gönüle nasıl sığar hiç düşündünüz mü?
Sizi bilmem ama ben düşündüm, düşündüm, düşündükçe düşkünleştim..
Aklım gerilmeye, gerildikçe inlemeye başladı.
Tüm gönlünü Allah'a açan, alemlerin Rabbi olan Allah'ı bizlerden çok daha iyi tanıyan, bizlerden çok daha fazla seven ve bu İlahi müjdenin ne anlama gel­diğini bizlerden çok daha iyi bilen Reslullah (s.a.v.), tüm dengelerini yitirmeden, sevinçten delirmeden bu İlahi müjdeyi gönlüne nasıl sığdırmış, nasıl sığdırabilmişti!.
Ben anlayamıyorum ve anlayamadığım için anla­tamıyorum ya!.
Ancak ben anlatamasam da sizler anlamaya çalışın ve Resulullah (s.a.v.)'i bu anlayışla severek, bu anlayışla iman ediniz.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
3- Kur'an-ı Kerîm'e İnanıyor Muyuz?

3- Kur'an-ı Kerîm'e İnanıyor Muyuz?


İçinde yaşadığımız topluma böyle bir soru yönelt­tiğiniz zaman, müslümanım diyen herkesten ortak ve olumlu bir cevap gelecektir.
“İnanıyoruz, elbette inanıyoruz.”
Kur'an-ı Kerime inandıklarını söyleyen bu insanla­ra “İnandığınız Kur'an-ı Kerim nedir, neleri ihtiva etmek­tedir ve ne için indirilmiştir?” gibi sorular yönettiğiniz za­man ise, bu sorulara aynı coşkulu ve ortak cevabı alamayacak ve genel bir suskunlukla karşılaşacaksınız. Çünkü bu konularda yeterli bilgileri yoktur!.
Kur'an-ı Kerim'e inanmalarına ve inandıklarını sa­mimi bir şekilde ifade etmelerine rağmen, Kur'an-ı Kerim ile ilgili bu gibi soruların cevaplarını bilmezler, bilemez­ler!.
Bir kısmı, Kur'an-ı Kerimin Hırka-ı Şerit gibi kutsal bir emanet olduğuna, müzelerdeki altın kutularda veya raflardaki işlemeli kılıflarda korunması gerektiğine inan­maktadır!.
Bir kısmı, dirilerden ziyade ölüleri ilgilendiren ve ölülere okunması gereken bir Kitab olarak inanmak­tadır!.
Bir kısmı, ondört asır önce ilkel bir kavime gön­derilen ve oilkel kavmin ihtiyaçlarına cevap veren eski bir Kitab olarak inanmaktadır!.
Peki, Kur'an-ı Kerim'e yönelik böylesi inançlar, Kur'an-ı Kerim'e göre sahih inançlar mıdır?
Kur'an-ı Kerim bu mudur ve Kur'an-ı Kerim'e böyle mi inanmamız gerekir?Tabi ki değil!.
“Kur'an'a Yönelirken” isimli kitap çalışmamızda Kur'an-ı Kerim nedir, neleri ihtiva etmektedir ve ne için indirilmiştir? sorularına, bu sorularla ilgili Kur'an-ı Kerim ayetlerini esas alarak cevaplandırmaya çalışmıştık. Dolayısiyle meselenin bu yönünü burada tekrar etmemize ve böyle bir zamanda, kitabın hacmini genişletmemize hiç gerek yoktur.
Meselenin bu yönüyle ilgili olarak en genel mana­da şu gerçeği bilmemiz gerekir ki, Kur'an-ı Kerim bir kültür ansiklopedisi veya geçmişte yaşanan hikayeler manzumesi değildir!.
Yeryüzündeki hiçbir kitab, Kur'an-ı Kerim kadar geçmiş dünya tarihini, Kur'an-ı Kerim kadar günümüzü, Kur'an-ı Kerim kadar ilen uf­kumuzu aydınlatıcı keyfiyete ve özelliğe sahip değildir
Kur'an-ı Kerim, bizlere geçmişten, günümüzden ve geleceğimiz­den apaçık haberler veren, Allah'ın razı olduğu dini, nasıl ve ne şekilde yaşamamız gerektiğini beyan eden eşsiz ve muhteşem bir Kitab'dır.
Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) ile konuşmak iste­yenlerin, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'a durumumuzla, halimizle, akibetimizle, neler yapmamız ve nelerden sakınmamız gerektiğiyle ilgili soru sormak isteyenlerin, müracaat edecekleri yegane kapı, yegane kaynak­tır Kur'an-ı Kerim.
Netice olarak, Kur'an-ı Kerim'in bu genel gerçeklik­lerini bilmemiz ve Kur'an-ı Kerim'e bu gerçekler istikametinde inanmamız, iman etmemiz gerekmektedir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
4- Kur'an-ı Kerim, Yaşamamız Gereken Ev*rensel Bir Kitab Mıdır?

4- Kur'an-ı Kerim, Yaşamamız Gereken Ev*rensel Bir Kitab Mıdır?

Dünya tarihi, bir bakıma hak ve batıl arasındaki mücadelenin tarihidir. İnsanlar, tarihin her döneminde batıla ve sapıklığa meyletmişler ve bu dönemlerde gönderilen peygamberler ile tekrar tekrar hakka davet edilmişlerdir. Peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri İlahi gerçekler, daha önceki peygamberlerin de gündeme getirdikleri uyarıp-korkutmalar olduğu için, her cahiliye toplumu bu İlahi uyarılan geçmişe nisbet etmişler ve “Bu gibi sözler, geçmişte söylenen masalımsı sözlerdir!.” demiş­lerdir.,
“Küfre sapanlar dedi ki: “Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra mı, gerçekten biz mi dirilip-çıkartılacakmışız.”, “Andolsun, bu (dirilme ve azap tehdidi), bize ve daha önce atalarımıza da va'dolunmuştur. Bu, geçmişlerin uydurma masallarından başkası değildir.”
Günümüzde de durum pek farklı değildir. İnsanlara yeniden dirilmekten, cennetten ve cehen­nemden bahsettiğiniz zaman, bu uyarıları çok eskilerde kalmış uyarılar olarak algılamaktadırlar!.
İlahi gerçekleri geçmişe nisbet eden bu anlayış, bu batıl nispetlerinin bir sonucu olarak Kur'an-ı Kerim'in yaşanabilirliğini de geçmişe nisbet etmektedirler!.
Mesela Ku’an'ı Kerimin tek harfinin dahi tahrif edil­mediğini, değiştirilmediğini bilen dünya müstekbirleri, İslam dininin temel kaynak itibariyle berraklığını koruduğunu kabul etmekle beraber, islam dininin ve İslami hükümlerin yaşanabilirliğini geçmişe atfetmekteler, sa­dece geçmişte yaşandığını ve geçmişte yaşanabilece­ğini ileri sürmektedirler!.
İslam'ın genel düzlemde yaşanmasının çok eskiler­de kaldığını, zamanımızda yaşanamayacağını söyleyen emperyalist zihniyet; bu sözü, kendi beşeri sistemlerini esas alarak söylemektedirler. Çünkü onların koydukları kanunlar, onların ileri sürdükleri görüşler, çok kısa bir zaman diliminde eskimekte, birbiriyle çelişmekte, geçersizliği veya yanlışlığı ortaya çıkmaktadır.
Peki İlahi hükümler böyle midir?
Herşeyi hakkıyle bilen Allah (c.c.) dün doğru dedi­ğine, (Rabbimizi tenzih ederiz) bugün yanlış mı diyecek­tir?
Rabbimizin ondört asır önce beyan ettiği bir doğruya yanlış diyebilecek veya bu doğrunun bugünkü insan fıtratına ve toplum gerçeğine göre yanlışlığını sa­vunabilecek bir kişi, tek bir kişi var mıdır?
Şimdiye kadar “İslam'ı eleştiriyorum!.” diyenler veya İslam'ı eleştirdiklerini zannedenler, İlahi hükümlere karşı yalan ve iftiradan Kaşka ne söylemişler, ne söyle­yebilmişlerdir ki!.
Bu kimselere “İslam şeriatı” denilince, haksız men­faatle uzayan bütün tüyleri diken diken olmakta ve İslam şeriatı hakkında akıllarına değil, ağızlarına geleni söylemektedirler!. Nitekim bunların halka yansıttıkları şeriat kavramı, halkın da bu kavramdan ürkmesine, halkın da bu kavramdan çekinmesine neden olmuştur.
Halktan bir kimseye “Şeriat” denilince, öcüyle korkutulan çocuklar gibi paniğe kapılmakta ve gözleri kor­kuyla açılmaktadır!.
Oysa İslam şeriatı demek, İslam dininin hükümleri demektir. Toplumdaki za­limlere “Dur” diyen, toplumsal ahengi ve adaleti sağlayan hükümler bütünlüğüdür.
Peki neden, neden bu kavramdan bu kadar çok korkuyorlar? Kaldı ki bu insanlar, “Dinimiz İslam” diyen insanlardır!. Bir taraftan “Dinimiz İslam” diyecekler, diğer taraftan ise İslam'ın hükümleri manasına gelen “İslam şeriatı” keli­mesinden, aslan görmüş yaban eşekleri gibi kaçışa­caklar!.
Kara değil, kapkara bir mizah örneği olan bu garip durumun nedeni, bu zavallı insanlardan değil, müstekbirlerden kaynaklanan bir nedendir. Basın-yayın faaliyetleriyle bu insanları istedikleri vadiye sürükleyen dünya müstekbirleri, insanların İslam gerçeği karşısın­da da kendileri gibi düşünmelerini empoze etmişlerdir. Nitekim şeriatın ne olduğunu Allah'dan ve Allah'ın Kitâb'ından değil, şeytandan ve şeytanın dostlarından öğrenen bu zavallı insanlara “Şeriat” denilince, cilalı taş devrine dönüleceğini sanmaktadırlar!..
Oysa İslam, bütün bir insanlık için kıyamete kadar her dönemde yaşanacak çağdaş ve evrensel bir dindir. Geçmişte yaşandığı gibi günümüzde de, gelecekte de yaşanabilecek bir dindir. İslam dininde beyan edilen mutlak hükümler, kıyamete kadar bütün bir insanlığı zulümlerden kurtarabilecek; mal, can, akıl, nesi! ve din güvenliğini sağlayarak adaleti gerçek manada tesis ede­cek hükümlerdir.
Ayrıca şu hususun da belirtilmesi gerekir ki, İslam hukuku genel itibariyle dogmatik bir hukuk değildir. Za­mana ve mekana göre değişebilen birçok meselede güncel pratikle iigili mutlak hükümler vazedilmemiş, bu gibi meseleler belli sınır taşlarının dikkate alınması kay-dıyle alimlerin içtihadına, yetkililerin görüşüne bırakıl­mıştır. Mesela zamammızdaki İslam ekonomisi, hiç şüp­hesiz ki Medine İslam Devletinin ekonomisinden çok daha gelişmiş olacaktır.
Ancak bu gelişme, başına buyruk veya bazı zümrelerin menfaatini gözetebilecek bir gelişme değil, yine İslam'ın ekonomiy­le ilgili temel esaslarından hareket edilerek meydana ge­lecek bir gelişmedir. Bu temel esaslardan sapmak de­mek, adaletten sapmak veya diğer bir deyişle zulme yönelmek demektir. Çünkü insan ve toplum gerçeğini hakkîyle bilen Rabbimizin beyan ettiği bu temel esaslar, hangi konuda olursa olsun zamana ve mekana göre de­ğişmeyecek olan evrensel esaslardır.
Sosyal ve ekonomik adaletin gerekliliği, nasıl ki za­mana ve mekana göre değişmeyecek olan evrensel bir gereklilik ise; bu evrensel gerekliliği tesis edecek olan te­mel esaslar da, aynı şekilde evrensel esaslardır.
İslam'ın bu apaçık gerçekliğine rağmen, “İslam bu çağın ihtiyaçlarına cevap veremez!.” di­yen emperyalistler, bu ifade ile insanların ve toplumların değil, kendi haksız ihtiyaçlarını kastettikleri için doğru söylemektedirler!.
İslam dini, gerçekten bu emperyalistlerin gayrimeşru ihtiyaçlarını karşılayacak, zulme dayalı isteklerine olumlu cevap verecek bir din değildir. Sermayeyi kutsal-aştırmayan ve sermayeden yana olmayan İslam dini, hiç kuşkusuz ki sermaye çevrelerince ve bu sermaye çevrelerine bağlı basın-yayın kuruluşlarınca nefretle karşılanacaktır. İslam'ın sermayeye karşı bu tavrını, emeği yücelten ve emeği kutsallaştıran bir tavır olarak algılamak da ayrı bir yanılgıdır. Çünkü yüksek bir bilinç dini olan İslam, emeği de amaç ve keyfiyetine göre değerlendirmektedir. Mesela firavunlara yüksek ehram­lar, piramitler inşa eden kölelerin emeği, İslam'a göre yüce ve kutsal bir emek değildir!.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
4- Kur'an-ı Kerim, Yaşamamız Gereken Ev*rensel Bir Kitab Mıdır?Devamı

4- Kur'an-ı Kerim, Yaşamamız Gereken Ev*rensel Bir Kitab Mıdır?Devamı

İslam, öncelikle ve öncelikle insana değer veren, insani değerleri ön plana çıkaran bir dindir. İnsan fıtratının temel özellikleri nasıl ki zamana ve mekana göre değişmeyen fıtri özellikler ise, bu insan fıtratını koruyan ve gözeten İlahi hükümler de, zamana ve mekana göre değişmeyecek olan evrensel hükümlerdir.
Mesela insanın en temel hakkı olan “Kula kulluğu reddetmek”, İslam'ın son üç asırda gündeme getirdiği bir gerçek değil, dünya tarihinin başlangıcından bu yana savunduğu ilk gerçektir.
Bu meseleye yeterli bir açıklık kazandırmak için, İslam'ı eski ve ilkel bir din olarak algılayanlara şunu sor­mak istiyorum.
İçinde yaşadığımız dünyanın bugünkü hali, Adem (a.s.)'ın veya Nuh (a.s.)'ın savundukları ilk İlahi gerçek olan “Kula kulluğu reddetmek” esasının gerisinde midir, ilerisinde midir?
Dünya insanları, en temel hakları olan “Kuta kul­luğu reddetmek” gerçeğini anlayan ve yaşayan insanlar mıdır?
Cevap verin çağdaş aydınlar, cevap verin basınyayın fedaileri!.
Günümüzdeki dünya insanları, insanı insan yapan “Kula kulluğu reddetmek” gerçeğinin bir milim.önünde midir. yoksa yüz arşın gerisinde midir?
Susuyorsunuz!.
Çünkü cevap veremezsiniz!.
Çünkü kaleminizdeki emziği, çanağınızdaki kemiği alıverirler!.
Çünkü kula kulluk belasıyla ezilen, sömürülen kit­leler bir yana, bizzat kendiniz kula kulluk yapan satılmış lardansınız!.
Bir ev ve araba karşılığında özgürlüğünüzü sa­tıp, kendinizden ve kaleminizden utanmadan özgürlük edebiyatı yapan kölelersiniz!.
Şimdi, karınları tok, efendileri çok olan bu basın-yayın fe­dailerine veya karanlık davetçisi olan aydınlara(!) değil, akıl ve insaf sahibi olan tüm insanlara sormak istiyo­rum.
Bu İlahi davet, günümüz insanlarının ihtiyaç duy­madıkları eski ve eskimiş bir davet midir?
Günümüzdeki dünya insanlarını, insanı insan ya­pan “Kula kulluğu reddetmek” gerçeğine davet etmek yo­bazlık mıdır?
Tüm insanlara dünya tarihinin en ileri, en uç nok­tası olan kıyametten haber vermek ve bu insanları kıyamet sonrası ilahi hesap ile uyarıp-korkutmak gerici­lik midir?
Ondört asır önceki müslümanların sadece Allah'a olan ibadetlerini örnek almak gericilik oluyor da, onbeş-yirmi asır önceki müşriklerin putperestliğini örnek almak ilericilik mi oluyor?
Bütün bu sorulara hemen cevap vermeniz gerek­mez!. Bu sorulan sakince düşünmeniz, bu soruları an­lamaya çalışarak düşünmeye başlamanız bile sizleri hakka ve hakikate yaklaştıracaktır.
Çünkü İslam dini, tarafsızca düşünen, düşünebilen her insanın “Val­lahi doğrudur, Billahi Haktır” diyerek tasdik ve ikrar ede­ceği bir dindir.
Yüce İslam dinini, bu dine nisbet edilen bid'at ve hurafeler çerçevesinde eleştirmek isteyenlerle eibetteki tartışmaya girecek değiliz. Çünkü aslı, astarr belli olma­yan kıssa ve hikayelerle İslam'a nisoet edilen bid'at ve hurafeler, islam adına savunduğumuz değil, İslam adına reddettiğimiz hususlardır, islam adına savunduğumuz ve savunmaktan onur duyduğumuz en önemli ve en öncelikli kaynak, hiç kuşkusuz ki Kur'an-ı Kerim'dir. İslam'ın ikinci kaynağı ise Kur'an-ı Kerimin tahlil, tasdik ve teyid ederek kanatları altına aldığı Sünnet-i Seniyyedir.
Meseleyi bu çerçevede ele alıyor, İslam ile ilgili en önemli ve en öncelikli kaynağımızın Kur'an-ı Kerim olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Dolayısıyla din adına uydurulan hurafeleri değil, İslam'ın en temel kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'i eleştirebilecek, akti ve fikri düzlemde Kur'an-ı Kerimin doğru dediğine yanlış, yanlış dediğine doğru diyebilecek bir akıi sahibi varsa, o akıl sahibine “Beri gel konuşalım, hak ve hakikati tesbit edelim” diyoruz.
Şimdilik daha fazla uzatmak istemediğimiz bu me­selenin başlığı “Kur'an-ı Kerim, yaşamamız gereken evrensel bir Kitab mıdır?” sorusuydu. Bu soruyu Kufan-ı Kerim'e yönelttiğimiz zaman, Kur’an-ı Kerim “Bu nasıl bir soru? Elbetteki kıyamete kadar bana uymanız ve gereğini yaşamanız için gönderildim” diyerek bizlere te­bessüm etmekte ve saflığımızı hoş görerek aşağıdaki ayet-i kerimeler ile meseleye açıklık getirmektedir.
“(Kur'an,) Diri olanları uyarıp-korkutmak ve küfre sapanların üzerine sözün hak olması için (indi­rilmiştir).”
“Bu indirdiğimiz mübarek bir Kitab'tır, Şu halde ona uyun ve korkup-sakının. Umulur ki esirgenirsiniz.”
“Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz?”
Kur'an-ı Kerim'e iman ettiklerini söylemelerine rağmen beşeri anayasaları dikkate aldıkları kadar bu İlahi Kitab'ı dikkate, almayan ve Kur'an-ı Kerim'den biha­ber olan kimseleri, şanı yüce Rabbimiz şu ayet-i kerime ile uyarmaktadır.
“Ve hiç şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.”
Siz Kur'an'dan sorulacak, sorguya çekileceksiniz!. Peki bu sorgu ne olacaktır?
Sadece Kur'an-ı Kerim'e iman edîp-etmedîğiniz mi sorulacaktır?
Dünya yaşantılarında Kur'an-ı Kerimin helal dedi­ğini helal, haram dediğini haram kabul etmeyenler, “Biz Kur'an'â iman ettik!.” diyerek, pratik yaşantılarında hiçbir anlamı olmayan bu ifade ile kurtulacaklarını, kurtuluvereceklerini mi sanıyorlar?
Kur'an-ı Kerim sadece iman edilmesi için gönde­rilen bir Kitab olsaydı, bu soru tabi ki iman edip-etmediğimiz çerçevesinde olacaktı. Ancak Kur'an-ı Kerim hem iman etmemiz ve hem de içindeki hükümlere tes­lim olmamız,
bu hükümleri yaşamamız için gönderilen bir Kitab'dır.
“Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerinde kıldık; Öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva (istek ve tutku)lanna uyma.”, “Çünkü onlar, Allah'tan (gelecek) hiçbir şeye karşı kesin olarak seni bağımsız kılamazlar. Hiç şüphesiz zalimler birbirlerinin velisidirler. Allah ise, muttakilerin velisidir.”
Evet, şanı yüce Rabbimizin bu konuyla ilgili ayetlerini dinleyen sizler, sizler ne diyorsunuz?
Kıyamete kadar bütün bir insanlığının mal, can, akıl, nesil ve din güvenliğini sağlayarak bu insanları zulümlerden kurtaracak ve gerçek adalete kavuşturacak olan evrensel hükümleri beyan eden Kur'an-ı Kerim, kendisine uymamız ve yaşamamız gereken bir Kitab mıdır?
Lütfen cevap veriniz!. islam'ın en temel kaynağı olan Kur'an-ı Kerim, ölülere okunması için mi, yoksa dirilerin yaşaması için mi gönderilmiştir?
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Dört soruya göre müslümanlık

Dört soruya göre müslümanlık

Şimdi müslümanm en asli vasıflarıyla ilgili bu dört sorunun ve bu sorulara verilen cevapların kısa bir değerlendirmesini yapalım. Bu değerlendirmeyi yapabil­memiz için sormamız ve sorulması gereken apaçık soru bellidir.
Bu dört sorudan birine “Hayır” cevabını veren bir kimse, İslam'a ve İslam'ın en temel kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'e göre “Müslüman” bir kimse midir?
Elbetteki hayır!.
Çünkü ilk üç soru, müslümanm en temel akidesiyle, en temel inançlarıyla ilgili asli sorulardır. Müstakil başlıklarda ele aldığımız ve Kur'an-ı Kerim ayetleriyle açıklık getirdiğimiz bu sorular, her müslümanın “Amenna” diyerek inandıklarını ifade edecekleri sorulardır. Kur'an-ı Kerim'in bu sorulara verdiği cevaplar, her müslümanın kuşkusuz kabul edeceği cevaplardır.
İmanla ilgili ilk üç sorudan sonraki dördüncü soru ise iman edilen esaslara teslimiyetle ilgili bir sorudur.
İnandığınız Allah'ın kelamı ve inandığınız Peygam­ber (s.a.v.)in getirdiği yüce bir Kitab olan Kur'an-ı Ke­rim, hem inanılması ve hem de hükümlerine uyularak yaşanılması gereken bir Kitab mıdır?
inanılan esaslara teslimiyetle ilgi olan bu soru da, hiç şüphesiz ki her müslümanın tertemiz bir teslimiyetle cevap vermesi gereken ve cevap vereceği bir sorudur. Çünkü müslim veya müslüman demek, inandığı ger­çeklere teslim olan, inandığı gerçekleri yaşayan demektir.
“Ben müslimim, ben müslümanım” diyen bir insan, herhalde Allah'a inanıp, şeytana teslim olan veya Kur'an-ı Kerim'e inanıp, Kur'an'i inkar eden görüş ve düşünceleri yaşayan bir insan değildir.
“Kur'an-ı Kerim'e inanıyorum” diyen her insanın, Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen her hükme, Kur'an-ı Ke­rim'de beyan edilen her hakikate, Kur'an-ı Kerim'de bey­an edilen her gerçeğe de inanması gerekir.
“Ben Kur'an-ı Kerim'e inanıyorum, iman ediyo­rum!” diyeceksin fakat Kur'an-ı Kerim'de zikredilen;
“Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, ka­firlerin ta kendileridir.” ayet-i kerimesini bilrnemeziikten, görmernezlikten, duymamazlıktan gele­ceksin!..
Bu olacak şey midir?
Kaldı ki İslam'ın ve Kur'an-ı Kerim'in hiçbir kimse­ye, hiçbir partiye, hiçbir devlete “İlla müslüman olun, illa Allah'ın hükümleriyle hükmedin!.” şeklinde bir ısrarı, bir dayatması yoktur. İslam sadece tebliğ eder. Bu tebliğ kabul edilirse hangi nimetlerle, kabul edilmezse hangi musibetlerle karşılaşılacağını beyan eder.
Netice olarak bu bir tercih, bu bir iman, bu bir teslimiyet meselesidir.
İsteyen Allah'ın hükümlerini, isteyen batının ve batılın hükümlerini tercih eder. İsteyen Allah'a, isteyen batıla teslim olur. Tüm insanlara bu tercih hakkını veren şanı yüce Rabbimiz, insanların bu tercihlerinde dürüst olmalarını istemekte, teslim olmadıkları halde “Teslim ol­duk!.” veya inanmadıkları halde “İnandık!” diyenleri şu ayet-i kerimeler ile uyarmaktadır.
İnsanlardan, inanmadıkları halde “Allah'a ve ahiret gününe inandık” diyenler vardır.
“Bunlar Allah'ı ve inananları aldatmaya çalışır­lar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.”
İnanmadıkları halde “İnandık!.”, teslim olmadıkları halde “Müslim yani teslim olduk!” diyenleri, doğruluğa ve dürüstlüğe davet ediyoruz.
“İster faşist, ister kapitalist olun, ancak olduğunuz gibi görünün!.” diyoruz. Kur'an-ı Kerim'in yüceliğine inanmadığınız ve islam'a teslim olmadığınız halde “El­hamdülillah müslümanız” diyerek bizleri değil, kendinizi aldatmayınız!.
Çünkü İslam'a inanan ve Kur'an-ı Kerim'e teslim olan bizler, müslümanın ne olup ne olmadığını sahte ve satılmış din adamlarından değil, ilahi kelamdan öğre­nen insanlarız.
Çünkü inandığımız ve teslim olduğumuz Kur'an-ı Kerim, beyan ettiği apaçık gerçekler ile, kıyamete kadar kendisine inanan ve inanacak olan tüm dünya müslümanlarını, kendisine tabi ve teslim olmaya davet etmektedir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim “Elhamdülillah müslümanız!.” diyen sapıklar; veya ne dediğini bilmeyen şaşkın halk kitlelerini değil, İlahi davetine inanan ve bu kutlu davete icabet eden insanları “Müslüman” vasfıyla sıfatlandırmakta ve “İşte bunlar müslümanlarm ta ken­dileridir” buyurmaktadır. .
Allah'ın dinini, Allah'ın Kitab'ından öğrenen her müslümanın bil­diği ve iman ettiği bu gerçekler, müslümanlığın en te­mel ve en asli vasıflarını beyan eden gerçeklerdir. Dolayısıyla islam'a ve Kur'an-ı Kerim'e göre müslümanlık, Allah'a, Allah'ın Resulü (s.a.v.)'e, Kur'an-ı Kerim'e inan­mak ve bu inanca göre nasıl yaşanacağını beyan eden Kur'an-ı Kerim'e teslim olmakla, bu İlahi gerçekleri yaşamaya çalışmakla kazanılan bir vasıftır.
Daha açık bir ifadeyle Kur'an-ı Kerim'e göre müslüman demek, birer başlık halinde gündeme getirdiğimiz dört so­ruya kuşkusuz ve istisnasız “Evet” demektir.
Diyeceksiniz ki, herhangi bir insanın, Kur'an-ı Kerim'de apaçık beyan edilen bu İlahi gerçeklerin aksini iddia etmesi, iddia edebilmesi mümkün müdür?
Elbetteki mümkündür!..
Yeter ki bu iddiayla birlikte, müslüman olduğunu da iddia etmesin!..
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Dört soruya göre laiklik

Dört soruya göre laiklik

“Dört soruya göre müslümanlık” meselesinde söz hakkını Kur'an-ı Kerim'e vermiş ve Kur'an-ı Kerim'in beyanına sadık kalarak “Bu dört soruya kuşkusuz ve is­tisnasız evet diyenlerin gerçekten müslüman oldukları­nı” ifade etmiştik.
“Dört soruya göre laiklik” meselesinde ise söz hakkını laisizme ve laiklere bırakıyoruz. Çünkü kimlerin müslüman, kimlerin müslüman olmadığı sorusuna ce­vap verme hakkı İslam'ın en temel kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'in hakkı olduğu gibi; kimlerin laik, kimlerin laik olmadığı sorusuna cevap verme hakkı da, laisizmin ve la­iklerin hakkıdır. Dolayısıyla laisizmi ve laikleri muhatap alarak, bu meseleyle ilgili sorulması gereken soruyu on­lara yöneltiyoruz..
Bu dört soruya kuşkusuz ve istisnasız “Evet” ce­vabını veren bir insanı, laik kabul edebilir misiniz?
Hayrola, zor bir soru mu oldu?
İsterseniz sorumu açarak tane tane sorayım.
Alemlerin Rabbi olan Allah'a, yerlerin ve göklerin yegane hakimi olarak iman eden ve bu imanının bir ifa­desi olarak “Hakimiyet Allah'ındır” diyen, son peygamber olan Resulullah (s.a.v.)'e bir önder, bir rehber, bir örnek olarak iman eden, Kur'an-ı Kerim'in muhkem hükümlerle dolu yarısı­nı değil, tek bir harfini dahi inkar etmeden İman eden ve iman ettiği Kur'an-ı Kerim'i yaşamaya çalışan bir insanı, bir müslümanı, laik kabul edebilir misiniz?
“Efendim, laikler de Allah'a, peygambere ve kitablara inanırlar. Bu nedenle laiklik demek, dinsizlik demek değildir!..” diyerek, demagoji yapmaya ve meseleyi su­landırmaya çalışmayınız. Laiklik veya laisizm açısından ilk üç soruya kabaca ve bilinçsizce “Evet” demenin hiç bir sakıncası olmadığını biliyoruz.
Ancak, ilk üç soruya nasıl cevap verildiğini dikkate alarak dördüncü soruya geliniz ve dördüncü soruya verilen “Hiç kuşkusuz ki evet” cevabını değerlendiriniz.
Ne diyorsunuz?
Karşınızdaki her müslüman, müslüman oluşunun bir ifadesi olarak “Kıyamete kadar bötün bir insanlığının mal, can, akıl, nesil ve din güvenliğini sağlayarak bu in­sanları zulümlerden kurtaracak ve gerçek adalete ka­vuşturacak olan evrensel hükümleri beyan eden Kur'an-ı Kerim, hem iman etmemiz ve nemde kendisine tabi olarak yaşamamız gereken İlahi bir Kitab'dır” diyorsa, bu apaçık gerçeği, apaçık bir şekilde ifade eden müslü­manı,laik kabul edebilir misiniz?
Tabi ki etmezsiniz, tabi ki edemezsiniz!.
Çünkü ne laisizmin tanımında, ne de iaik kimlikte böyle bir pratik yaklaşıma kesinlikle ve kesinlikle ruhsat yoktur.
Konuyla ilgili olarak gündeme getirdiğimiz dört soru, islam açısından olduğu gibi, laiklik açısından da değerlendirilmesi ve cevaplandcrıiması gereken soru­lardır. Bu sorulara yeterli cevap verebilmek ve konuya açıklık getirebilmek için, laiklik ve İslam'ın ne olduğu üzerinde durup, bunların kısmi benzerlikleri konusunda tartışmaya girişmek, hiç kuşkusuz ki meseleyi sulandı­racak ve bizleri sağlıklı bir neticeye götürmeyecektir.
Bu soruların ve meselenin en açık cevabını, İslam'ın ve laikliğin ne olduğu boyutunda değil, ne ol­madığı boyutunda daha rahat, çok daha rahat görme­miz mümkündür.
Mesela, herhangi bir yönetimde, Allah'ın toplumsal içerikli evrensel hükümlerini görmemezlikten gelerek insan­ların kişisel görüşlerini birer hüküm, birer kanun haline getirmek, İslam değildir.
Yine herhangi bir yönetimde, Allah'ın toplumsal içerikli evrensel hükümlerini pratiğe koymaya kalkışmak, bu hükümleri birer kanun hâline getirmeye çalışmak laiklik değildir.
İslam'ın ve laikliğin ne olduğu hususunda değil, İslam'ın ve laikliğin ne olmadığı hususundaki bu çok kısa tanımlamamız, umud ediyoruz ki ne müslümanların ve ne ile laiklerin karşı çıkacakları bir tanımlamadır.
İşte bu tanımlamayı dikkate aldığımız zaman, sosyal adaletin ancak ve. ancak adil hükümlerle gerçekleşeceğine ve en adil hükümlerin, Allah'ın hü­kümleri olduğuna inanan bir müslümanın, laik olarak tanımlanması, tanımlanabilmesi mümkün değildir.
Peki, bu şekilde inanan ve inandığına teslim olan bir müslümanın laik olarak tanımlanması mümkün değil­dir, mümkün değildir de, Allah'ın hükümlerini beğenmeyen ve bu hükümle­rin yaşanmasını istemeyen bir laikin, müslüman olarak tanımlanması mümkün müdür?
Bakın yine bir velvele koptu!..
Hakka şahadet etmeyen işaret parmaklarını bana yönelten laikler, “Sen ne demek istiyorsun behey yo­baz? Bizler hepimiz elhamdülillah müslümanız!.” diye­rek üzerime geliyorlar!.
Sakinliğimi değil, sessizliğimi bozarak bir soru soru­yorum.
Sizler hangi kitaba göre müslümansınız?
Laik önderlerin arkalarında bulunan ve “Biz laik müslümanlarız!.” demelerine rağmen ne laikliği, ne de müslümanlığı yeterince bilmeyen saf kimseler “Kur-an-ı Kerim'e göre müslümanız!.” diyecek olsalar da, sözün ve sorunun nereye varacağını bilen ileri gelenleri bunları susturuyorlar!.
İki duvar arasına sıkışan farenin bir delik aradığı gibi bir açığımı, bir gediğimi arayan gözleri, kendilerine merhametle bakan gözlerime takılıyor. Bu laik önder­lerin rahmete ve merhamete karşı alerjileri olacak ki, bana yönelen bakışları hiç de uzun sürmüyor. Netice olarak bizimle veya bizim gibi kıvrımsiz müsiümanlarla değil, kendi yandaşlarıyla konuşmayı tercih ederek, on­lara hitap etmeye başlıyorlar.
“Arkadaşlar, bu yobazlarla ve bu yobaz zihniyetle tartışmaya girmek, bizler için bir seviyesizliktir. Bizler bu seviyesizliğe düşmeyeceğiz!. Müslümanlık, Allah ile kul arasındaki bir meseledir! Hiç kimsenin, hiçbir Kitab'ın (yanındakilerin dürtmesiyle sözü tekrar toparlamaya ça­lışır.) Evet arkadaşlar, hiç kimsenin Allah ile kul arasına girmeye hakkı yoktur!. Bizler laik olmakla en yüce din olan İslam'ı reddetmedik! Bizler laik olmakla Allah'ı reddetmedik! Bizler laik olmakla müslümanlığı reddetme­dik!. Bizler elbetteki müslümanız! Elbetteki müslümanız fakat bu yobazlar gibi şeriatçı, bu yobazlar gibi gerici de­ğiliz!. Bizler, şeriat tehlikesinin ne olduğunu bilen ve şeri­ata geçit vermeyecek olan aydın ve laik müslümanla­rız!..” dedikten sonra bir müddet susuyorlar ve alkış bekliyorlar!. Bu şaşkın topluluğun güdülmesi gerektiğini bilen kolluk görevlilerinin alkışa ve tezahürata başlama­sıyla, bütün bir topluluk alkışa ve tezahürata başlıyor.
“Yobazlar İran'a!..”
“Yobazlar İran'a!..”
Bu cahili çığırışları duyunca, sadece ve sadece “Rabbimiz Allah” dedikleri ve Allah'ın hükümlerine tes­lim olmak istedikleri için yurtlarından sürülmek istenen geçmiş müslümanları hatırlıyoruz. Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde zikredildiği gibi cahili bir topluma gönderilen bütün peygamberler ve bu peygamberlere iman eden mü'minler, cahiliyenin bu dayatmasıyla karşılaşmışlar­dır.
“Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki “Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp -çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri dönecek­siniz” (Şuayb): “Biz istemesek de mi?”dedi.”
“Onlar, yalnızca: “Rabbimiz Allah'tır” demelerin­den dolayı, haksız yere'yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmıyla bir kısmını defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın is­minin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin ola­rak yardım eder. Şüphesiz ki Allah, güçlü olandır, aziz olandır.”
Bu cahili zihniyet, toplumdaki fuhşiyattan, eşcinsellikten, homoseksü­ellikten değil, bütün bunlara karşı olan ve insanları böylesi kötülüklerden sakındırmak isteyen müslümanlardan rahatsız olmakta ve eşcinselleri değil, müslümanları bu yurttan sürüpçıkarmak istemektedirler.
“Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?,” “Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkekle­re yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.”, “Kavminin cevabı: 'Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!” demekten başka olmadı.”
Ne diyorsunuz, tarih tekerrür mü ediyor?
Bir dönemin hüzünlü müslümanı Mehmed Akif Ersoy'un belirttiği gibi, tarihten ibret almayanlar için tarih ne yazık ki tekerrür edecektir. “Yobazlar İran'a” diyerek Kur'an-ı Kerim'e göre müslüman olan insanları bu yurtlan sürmek isteyen ve üstelik nereye gideceklerine dair adres belirten bu cahili zihniyet, asıl itibariyle çelişkilerle dolu bir zihniyettir.
Meydanlarda “Yobazlar İran'a” diye bağıranların büyük çoğunluğu, sosyal ilişkiler vasıtasıyle yakından tanıdıkları birçok yobazı(!), birçok dürüst ve gerçek müslümanı Fıtraten seven ve bu müslümanlardan ken­dilerine bir zarar gelmeyeceğini bilen kimselerdir. Ayrıca bu insanlara “Çocuğunuzun, İslam'ı bilen ve tüm fuhşiyattan uzak olan bu gençler gibi tertemiz birer müslüman mı, yoksa eşcinsel mi olmasını istersiniz?” şeklinde bir soru yönelttiğiniz zaman, çoğundan ortak ve olumlu bîr cevap alıyorsunuz. Bu olumlu cevaplardan sonra aşağıdaki sorulan soruyorsunuz.
O halde bu ülkeden eşcinsellerin veya bu fuhşiyatı körükleyen odakların değil de, böylesi bütün kötülük­lere karşı olan müslümanların sürülmesini neden isti­yorsunuz?
O halde eşcinsellere, fuhşiyat odaklarına, faizle halkın kanını emen tefecilere, kapitalistlere, emperyalist­lere göstermediğiniz tepkiyi, bütün bu kötülüklere karşı olan müslümanlara neden gösteriyorsunuz?
Bu size göre bilinçli ve insaflı bir tepki mi?
Bu sorular karşısında susuyorlar, susuyorlar bu şaşkın insanlar. Bazıları ise “Kardeşim biz sana gevur olduğumuzu söylemedik ki, bizler de zaten müslümanız!.” diyorlar. Hiç kuşkunuz olmasın ki bu şaşkın insan­lar öncelikle müslümanlık iddialarında, bu insanları yönlendiren ekabir ve yönetici takımı ise öncelikle laik­lik iddialarında samimidirler.
Laiklikle birlikte müslüman da olduklarını iddia eden ekabir takımı, müslümanlıklarına en büyük delil olarak Allah'a inandıklarını ileri sürmektedirler. Bu ifade­lerine karşı çıkarak “Sizler Allah'a inanmıyorsunuz” demiyeceğiz.
Zaten laikler Allah'a inanmazlar, Allah'ı inkar ederler şeklinde bir iddiamız da yoktur. Belki de laiklerin büyük bir çoğunluğu Allah'a daha açık bir ifadeyle Allah'ın varlığına inanmaktadırlar. Ancak önemle belirtmek istediğimiz husus, sadece Allah'ın varlığına, var olduğuna inanmak, müslüman olmak manasına gelmez.
“Hakimiyet Allah'ındır” buyruğu karşısında öfke­lenmelerine rağmen söz müslümanlığa gelince “Allah vardır ve biz Allah'a inanıyoruz!.” diyen tanrıtanır laikle­re, “Siz nasıl bir Allah'a inanıyorsunuz!.” demezler mi?
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Dört soruya göre laiklik devamı

Dört soruya göre laiklik devamı

Pratik yaşantıda Resulullah (s.a.v.)'in pak sünnetini inkar etmelerine rağmen söz müslümanlığa gelince “Biz peygambere inanıyoruz!” diyen şaşkınlara, “Siz nasıl bir peygambere inanıyorsunuz!.” demezler mi?
Kur'an-ı Kerim'deki tek bir hükmün konuşulmasın­dan, gündeme getirilmesinden şiddetle rahatsız olma­larına rağmen söz müslümanlığa gelince “Biz Kur’an Kerim'e inanıyoruz!.” diyen sapıklara, “Siz nasıl bir Kur'an-ı Kerim'e inanıyorsunuz!.” demezler mi?
Bütün bu çelişkili durumlarına rağmen illa da mü'min, illa da müslüman olduklarını iddia eden tanrıtanır laiklere "A be şaşkın, sen neye göre mü'min, neye göre müslümansın? diye sormazlar mı?
Lütfen kendinize geliniz, kendinize gelerek haddinizi biliniz!.
İslami prensipleri hiçe saymanıza rağmen “İlla da müslüman olduğunuzu!” hangi hakla ve hangi ölçülere göre iddia ediyorsunuz.
Aynı iddiayı biz yapsak, laiklik prensiplerini pratikte hiçe saymamıza rağmen laik olduğumuzu iddia etsek bizim durumumuza güler­siniz, bizlerle alay edersiniz değil mi?
Mesela söz meydanlarına çıkarak “Ben Atatürk ilke ve inkilaplarının yaşanmasına, devlet yönetiminde bu ilkelerin dikkate alınmasına karşıyım!.” dememe rağ­men söz kemalistliğe geldiği zaman “Ben kalben Kemalistim” desem, bu halime ve bu sözüme ne dersiniz?
Ne diyeceğiniz malumdur!.
Benim bu halime gülerek ve benim bu halimle alay ederek "Behey şaşkın başlatma kalbine, biz senin kalbi­ne değil haline bakarız!." der ve gerçekten kemalist ol­mak istiyorsam, kemalist ilkeleri yaşamam ve yaşatmam gerektiğini söylersiniz değil mi?
Peki, sizler kemalizden ve kemalizmin prensiplerinden, sizler laisizmden ve laisizmin prensiplerinden en ufak bir taviz vermeyeceksiniz de, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) mı İslam'dan ve İslam'ın prensiplerinden ta­viz verecek?
Sizler Allah'ın davetine değil de, Allah mı sizin da­vetinize icabet edecek?
Bu ne kadar safça, bu ne kadar aptalca bir beklen­tidir böyle!.
Oysa şanı yüce Rabbimizin değişmesi ve değiştiril­mesi mümkün olmayan daveti bellidir, Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) genciyle ihtiyariyle bütün bir insanlığı zulümden, sömürüden, fuhşiyattan koruyacak olan İs­lam'a girmeye ve İslam'ın tertemiz kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'e göre birer müslüman olmaya davet etmektedir. Bu İlahi daveti ister kabul eder, ister kabul etmezsi­niz. Bu sizin bileceğiniz bir iş, size kalmış bir tercihtir. Bu tercihte bir zorlama, bu tercihte bir dayatma yoktur. O halde sizler de bir zorlamaya kalkışarak laiklerin illa müslüman veya müslümanların illa laik olabileceğini id­dia etmeyiniz!.
Her kişiyi veya her cemaati, bağlı bulundukları ve teslim oldukları merciye göre tanımlamak, hiç kuşkusuz ki doğru, dosdoğru bir tanımlamadır. O halde bizleri de bu doğru metodla, doğru olarak tanımlayınız. Bağlı bulunduğumuz ve teslim olduğumuz yegane merci Allah (c.c.)'dır. Bizleri doğru tanımlamak için Kur'an-ı Kerim'i açarak alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ı tanımaya çalı­şınız.
Şanı yüce Rabbimiz, insanların hangi hükümlere göre yaşadıklarına ve nasıl idare edildiklerine hiç karışmayan (Haşa) laik bir Rab ise, bizleri de laik olarak tanımlayınız.
Yeter ki açın ve okuyun o Kur'an-ı Kerim'i!..
Şanı yüce Rabbimizin laik olmadığını, laik olama­yacağını bizzat görün!.
Ve, laik olmayan Allah'a kul olan müslümanların da, laik olmadıklarını, laik olamayacaklarını anlayın!.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Dört soruya göre demokratlık

Dört soruya göre demokratlık

Önceden belirttiğimiz dört soruya “Evet” cevabını veren bir insanın laik olup-olamayacağını, laisizmi bile laiklere sormuştuk. Şimdi de bu dört soruya “Evet” ceva­bını veren bir insanın demokrat olup-olamayacağını, de­mokrasinin ne olduğunu bilen demokratlara soruyoruz.
Evet, cevap hakkı sizin ve sizler cevap veriniz.
Müslümanın en temel vasıflarıyla ilgili olarak sor­duğumuz dört soruya “Evet” cevabını veren bir insanı demokrat kabul edebilir misiniz?
İsterseniz sizlere de tane tane sorayım.
Alemlerin Rabbi olan Allah'a, yerlerin ve göklerin yegane hakimi ve mutlak hüküm koyucusu olarak iman eden ve bu imanının bir ifadesi olarak “Hüküm Al­lah'ındır” diyen, son peygamber olan Resulullah (s.a.v.)'e bir önder, bir rehber, bir örnek olarak iman eden, Kur'an-ı Kerimin beyan ettiği her hükme “Vallahi doğrudur, Billahi haktır” diyerek iman eden ve Hakkın hükmüne rağmen halkın görüşünü değil, halkın görüsüne rağmen Hakkın hükmünü tercih eden bir insanı, bir müslümanı, demokrat kabul edebilir misiniz?
“Böyle demokratlık mı olur!.” diyorsunuz öyle değil mi?
Vallahi böyle demokratlığın olmadığını, olamaya­cağını bizler de biliyoruz, biliyoruz da, müslümanım di­yen birçok şaşkına anlatamıyoruz!.
Çünkü onlar daha ziyade İslam'ın ve demokrasi­nin ne olduğu üzerinde durup, birbirine benzer ve birbiri­ne paralel yönlerini ön plana çıkararak “Gerçek demok­rasi İslam'dır, gerçek demokrat müslümanlardır!.” gibi acaip ifadeler kullanıyorlar!. Oysa daha önce de belirt­tiğimiz gibi değerlendirme metodu olarak İslam'ın ve demokrasinin ne olduğu üzerinde değil, ne olmadığı üzerinde durulsa, bu mesele çok daha rahat çözümlenecektir.
Nitekim,
Hakkın hükmüne rağmen halkın veya çoğunluğun görüşünü kabul etmek İslam olmadığı gibi, halkın çoğunluk görüşüne rağmen Hakkın hükmünü kabul et­mek de demokrasi değildir.
Meseleyi daha fazla uzatmaya, karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale getirmeye ne gerek vardır ki!.
Her görüşe açık ve her fikre saygılı olduğunu söyleyen demokrasi, herhangi bir ülkeye laiklikle kolkola girerek'geldiği zaman zaten ilk firesini vermekte ve İlahi kaynaklı bütün görüş ve fikirlere kapalı olduğunu peşinen ilan etmektedir!. Böyle bir ülkede yaşayan ve önceki başlıkta açıklandığı gibi laik olması mümkün olmayan bir müslümanın, hem laik, hem demokrat yani laik-demokrat olması elbetteki hiç mümkün değildir.
Diyelim ki, laiklikle kolkola olan demokrasi, demokratik haysi­yetini kurtarmak için laiklikten ayrıldı!.
Halkında müslüman olan ülkelerde ayrılmaz, ayrılmaz ya, ayrıldığını düşünelim!.
Her fikre ve her görüşe açık olduğunu ifade eden demokrasi, bu ifadesindeki çifte standarttan vazgeçti!.
İster beşeri kaynaklı olsun, ister İlahi kaynaklı ol­sun, her fikre açık olduğunu ilan etti!.
Dolayısıyla karşılaşılan her meselede, her görüşe yer verilecek ve (bütün beşeri sistemlerdeki pratik silsile dikkate alınarak önce uluslarüstü emperyalistlerin, son­ra yerli malı emperyalistlerin, sonra yöneticilerin ve daha sonra da) yönetilen halkların çıkarına en uygun görüş tercih edilecek!.
işte böylesine demokrat bir ülkede bile, herhangi bir müslümanın demokrat olması , demokrat olabilmesi mümkün müdür?.
Tabi ki hayır!.
Çünkü böyle bir ülkede herhangi bir müslümandan veya benden demokrat olmamı isteyenler, asıl itiba­riyle şunu istemektedirler.,
Mesela çözümlenmesi gereken bir sorunla karşılaştık. Bu sorunu çözümleyecek bir hüküm, bir ka­nun aranıyor. Tabi ki herkesin konuşmaya, herkesin görüşlerini bildirmeye hakkı var. Bu hak o kadar geniş tutulmuş ki, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ın dahi konuyla ilgili hükmünü beyan etme hakkı(!) var!.
Nitekim meclis görüşmelerinde Aydın milletvekili şöyle diyecek, Mardin milletvekili böyle diyecek, İsparta milletvekili hem şöyle, hem böyle diyecek ve diyanet iş­leri başkanı da söz alarak “Alemlervekili Allah (c.c.) da böyle buyuruyor” diyecek!.
Bütün bu görüşleri dinleyen ben, koltuğuma yas­lanarak bu görüşleri mukayese edeceğim!.
Hangisinin daha doğru, hangisinin daha adil, hangisinin daha olduğunu araştıracak ve bir tercihte bulunacağım!.
Kendinize gelin beyler!.
Ben bu mukayeseyi, ben bu değerlendirmeyi, ben bu tercihi İslam'a girerken yaptım!. İslam'a girdikten son­ra ise böyle bir mukayese ve böyle bir tercih hakkım yok!.
Sadece benim değil, hiçbir müslümanın böyle bir tercih, böyle bir seçim hakkı yoktur. Çünkü Kur"an-ı Kerim'e göre müslüman olanlar için, Kur'an-ı Kerim'in bu hususla ilgili hükmü açıktır.
“Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min olan bir erkek ve mü'min olan bir kadın için kendi işlerinde seçim hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resulü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır.”
Diyelim ki kendi kendime bazı yorumlar yaparak ve “Hak gelince batıl nasıl olsa zail olacaktır” diyerek bu oylamaya katıldım ve tercihimi haktan yana yaptım. An­cak meclise ve meclistekilerin kalplerine hak gelmediği için batıl zait olmamış ve batıl bir hüküm çoğunluk kararıyla kabul edilmişti!. Tabi ki böyle bir durumda da demokratlığın bir gereği olarak, çoğunluğun kararına saygı duymam ve kabul etmem istenecektir.
Bu arada kalbime vesvese vermekle meşgul olan şeytan aleyhillane “Sen ilk oylamada hakkı tercih ederek müslüman olduğunu kanıtladın!. Artık senden günah gitti!. Allah senin kalbini bildiğine göre bu kararı kabul etmende veya kabul etmiş gözükmende ne mahzur ola­bilir ki!.” diyerek, adeta yalvarmaktadır!.
Euzü.besmele çekerek şeytanı defetmeme rağmen aynı euzübesmele ile şeytanın dostlarını defetmem mümkün olmuyor!. Benden bir karar vermemi, demok­ratlığın bir gereği olarak bu kararı saygıyla kabul etme­mi istiyorlar!.
Tabi ki mümkün değildir bu!.
Toplumu yarınlarda İslam'ın adaletine kavuştur­mak, toplumun yarınlarda müslüman otlmasını sağla­mak (!) için, bugünkü müslümanlığımdan vazgeçmem, vazgeçebilmem tabi ki mümkün değildir.
Nitekim meclisteki demokratlara dönerek “Herşeyi hakkıyle bilen Allah (c.c.)'ın doğru dediğine yanlış, yan­lış dediğine doğru diyen böyle bir kararı saygıyla karşı­lamam ve kabul etmem mümkün değildir!.” diyorum.
Meclisten ortak bir haykırış.
“Böyle demokratlık mı olur? Defol bu meclisten!.”
Allah'ın dininden değil, demokratların meclisinden kovulduğum için seviniyor ve hiç girmediğim meclisten dışarı çıkarak kaldırımlara yöneliyorum.
Gelebildiği noktadan, görebildiği İslam'a teslim olan rahmetli Necip Fazıl'ın “Kaldırımlar” şiirini hatırlıyor ve demokrat bir meclis üyesi değil de, sadece kaldırım müslümanı olmamı nasip eden Rabbime hamd ile şükrediyorum.
Apaçık bir anlatım ile, Kur'an-ı Kerim'e göre müslüman olan bir insanın demokrat olmadığını, demokrat olamayacağını ifade et­memiz, dileriz ki demokratları sinirlendirmez!.
Umud ederiz ki bizleri “İlla demokrat olacaksınız!.” dayatmasıyla karşı karşıya getirmezler!.
Hem böyle bir dayatmada bulunmaları, ne savun­dukları demokrasiye ve ne de sahiplendikleri demokratlı­ğa yakışır. Çünkü her düşünceye, her tercihe saygılı olduğunu iddia eden demokratlık, karşı tarafa demokrat olmama hakkını vermiyorsa, bu demokratlık değil, diktatörlüktür.
Tabi ki bu hususta demokrat vatandaşların değil, demokrat yöneticilerin duydukları bir tedirginlik, yürek­lerinde hissettikleri bir korku vardır. Çünkü demokrasi­nin bir gereği olarak bu insanlara Kur'an-ı Kerim'e göre mü'min, Kur'an-ı Kerim'e göre müslüman olma hakkını verirlerse, bu ileride demokrasi için bir tehlike olabilecektir!. Demokrat olmayan bir çoğunluk ile demokrasiyi yürütmeye çalışmak, yelken takarak dağlan yürütmeye kalkışmak olacaktır!.
İşte böyle bir durumla karşılaşmamak için ne yap­maları ve ne gibi önlemler almaları gerektiğini düşünmektedirler!.
Oysa fazlaca düşünmelerine, şeytan aleyhillaneden yeni, yepyeni bir vesvese beklemelerine hiç gerek yoktur. Çünkü geçmiş firavunların akıl hocası olan şey­tanın, böyle bir durumla karşılaşan geçmiş firavunlara ne önerdiği ve bu firavunların mü'minlere ne söylediği bellidir.,
“Bunun üzerine büyücüler, secdeye kapandılar: “Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik” dediler.”, “(Firavun) Dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona inandınız, iman ettiniz öyle mi?”
İşte aynı şeytanın günümüz firavunlarına da öne­risi aynı istikamette olacak ve onlara şöyle diyecektir.
İnsanların iman etmelerini resmi izine bağlayın ve sadece sizin belirlediğiniz çerçevede iman etmelerine izin verin!.
Kur'an-ı Kerimin evrensel olmadığını ve ondört asır önce nazil olan eski bir Kitab olduğunu söyleyen günümüz emperyalistleri için, Kur'an-ı Kerimin yirmi-dört asır önceden haber verdiği bu şeytani yaklaşım, hiç kuşkusuz ki ne kadar çağdaş, ne kadar evren­sel bir yaklaşımdır!.
Tabi ki şaşırtıcı değildir bu!.
Çünkü onlar asıl itibariyle Kur’an-ı Kerim'de zikre­dilen şeytani yaklaşımları değil, aynı Kitab'da zikredilen Rabbani yaklaşımları evrensel veya çağdaş kabul et­mezler!. Binlerce yıl önceki firavun'un şeytani yaklaşı­mı ise, alemlerin Rabbi olan Allah'ın azabını ve Firavun'un Kızıldeniz'deki akibetini görmemezlikten gelen günümüzdeki firavunlar için son derece çağdaş, son derece evrensel bir yaklaşımdır!.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Dört soruya göre demokratlık Devamı...

Dört soruya göre demokratlık Devamı...

Nitekim “İnsanların iman etmelerini resmi izine bağ­layın ve sadece sizin belirlediğiniz çerçevede iman etmelerine izin verin!.” yaklaşımı, halkında müslüman olan birçok ülkede yürürlükte olan bir yaklaşımdır. Bu gibi ülkelerde iman etmenize, müslüman olmanıza izin verirler, izin verirler ama, öyle kafanıza göre müslümanlık yoktur!.
Kur'an-ı Kerim'e göre müslüman olmak ise hiç yoktur!.
Müslümanlığın ne olup ne olmadığını, nelere inanıp-nelere inanmayacağınızı, Kur'an-ı Kerim'i okumaya ve anlamaya çalışan sizler değil, Hak dinin yalancı peygamberliğine talip olan siyasiler ve bi­lim adamları karar verecektir!.
Asıl itibariyle İslam'ın değil, resmi din anlayışının ne olduğunu,, ne olacağını bunlar belirleyecek ve bu resmi din anlayışı tüm cami­lerde bangır bangır anlatılacaktır!.
Allah'a ve İslam'a inandıkları için camilere koşuştu­ran vatandaşlar ise, Kur'an-ı Kerim'in birçok sayfasını açarak okumaktan ve hükümle ilgili ayet-i kerimelerin dosdoğru manasını vermekten korkan bazı din görevli­lerini dinleyerek, resmi din anlayışının resmi müslimleri durumuna geleceklerdir!.
Gittikleri camilerdeki böylesi din adamlarından, devlet büyüklerine itaat etmenin, vergileri noksan­sız vermenin ve hepsinden önemlisi orman haftasında ağaç dikmenin faziletlerini öğrenecekler ve bu faziletler­le bezeneceklerdir!.
Orman haftasında ağaç diken, yılın elliiki haftasın­da ise her tarafları bellenen bu resmi müslimlere.göre, böylesi camiler gerçekten birer ilim ve irfan yuvasıdır!. Çünkü en küçük meseleler dahi uzun uzadıya anlatıl­makta ve konuyla ilgili İslami hükme bağlanmaktadır!.
Mesela geçen ay sorulan “Orucun zeytinle mi, yoksa hurmayla mı açılması daha eftaldir?” sorusu tam üç haf­ta değerlendirilmiş, konuyla ilgili bütün hadisler anlatıl­mış ve hurmayla açılmasının daha eftal olduğu belirtil­mişti!. Nitekim bu kıymetli va'zunasihatten faydalanan bazı emekliler, o aynı banka faizleriyle birer kutu hurma almışlar ve tüm ramazan oruçlarını bu sünnete bağlı kalarak hurmayla açmışlardı!. İşte bunlar,
bu hale gelen vatandaşlar, resmi ideolojiye göre gerçek birer müslümandırlar!.
Mü'min ve müslüman ol­mak isteyenlerin, ancak ve ancak böyle birer mü'min, böyle birer müslüman olmaları gerekmektedir!.
Kur'an-ı Kerim'in bütününü okuyan, Kur'an-ı Kerim'in bütününe göre müslüman ol­mak isteyen ayrılıkçılar, fitneciler ise birer gerici, birer yobazdırlar. Bu ülkede gericiliğe, bu ülkede yobazlığa ise kesinlikle izin verilmeyecektir!.
Zaten resmi ve gayriresmi medya vasıtasiyle bilinçlendirilmiş olan halk, böy­lesi gericilere, böylesi yobazlara pirim vermeyecektir!.
Ne yalan söyleyeyim!.
Kur'an-ı Kerim'e göre müslüman olan insanlara o kadar çok “Gerici”, o kadar çok “Yobaz” dediler ki, daha önceleri hiç hoşlanmadığım bu kelimelerden, bir miktar hoşlanmaya başladım!. Çünkü bu kelimeler herkesin “Müslümanım” dediği bir toplumda, bana sanki ayrı­calığımı belirten kelimeler oldu!. Nitekim bana “Sen de yobaz mısın?” diyenlere “Yobaz değilim ancak Allah'a hamdolsun ki kendisine yobaz denilen müslümanlardanım!.” diyorum.
Herneyse, sözü daha fazla uzatmayalım.,
İslam'ın en temel kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'i esas aldıkları ve Kur'an-ı Kerim'e göre müslüman ol­mak istedikleri için kendilerine gerici ve yobaz denilen bizim gibi müslümanların demokrat olmadığı, demokrat olamayacağı anlaşılması gereken bir gerçektir. Zaten ilerici ve aydın demokratla bizim gibi müslümanlan demokrat görmedikleri gibi, bizlerin de böyle bir talebi ve iddiası yoktur.
Ancak, bu ilerici demokratlar, demokrat olmayışımızdan hareket ederek, mefhumu muhalifine göre tarif etmesin­ler!. Bunlar demokrat değiller, dolayısıyle demokrasinin şu şu şu gibi bütün ilkelerine karşıdırlar demesinler!.
Demokrasiyi bir bütün olarak kabul etmediğimiz ve dolayısıyle demokrat olmadığımız doğrudur.
Ancak, “Demokrat değiliz” demek, teslim olduğumuz İslami gerçekleri bir inanç bohçasına saklayıp “Bu gerçekleri konuşmaktan ve tartışmaktan yana değiliz!.” demek de­ğildir.
“Demokrat değiliz” demek, “Konuşmaktan değil, kavgadan yanayız!.” demek değildir.
“Demokrat değiliz” demek, “İnsanların güzel ve doğru görüşlerine karşıyız!.” demek değildir.
Demokrat değiliz” demek, demokrasiye tepkisel yaklaşarak “Hem demokraside ve hem de İslam'da bulu­nan bazı yaklaşımları inkar edeceğiz!.” demek değildir.
Bu ifadelerimizden hareket ederek sakın ola ki “De­mek demokrasiye pazarlıklı yaklaşıyorsunuz!. İşinize ge­len tarafı alacak, işinize gelmeyen tarafa da karşı çıkacaksınız, öyle mi?” suçlamasında bulunmayınız!.
Hem bizlerde, hem de demokratlarda bulunan bazı ortak vasıflar, bizlerin demokrasiden değil, Kur'an-ı Kerim'den ve İs­lam'dan aldığı vasıflardır.
Bütün bu vasıflar, demokrasinin en ilkel ataları daha analarının rahminde değil iken, İlahi dinlere tesilm olan müslümanlarda bulunan ve müslümanların yaşadıkları vasıflardı.
Dolayısıyla bir ideolojiden veya bir dinden “İşine gelen tarafı alıp, işine gelmeyen tarafı bırakma” yüz­süzlüğü var ise, bu yüzsüzlüğü yapanlar demokrasinin atalarıdır. Hak dinlerde bulunan bazı görüşleri almışlar ve bu görüşlere kendi görüşlerini de katarak, kendi tencerelerinde bir bulamaç haline getirmişlerdir!.
İşte bizler İslami kimliğimizi bulandırmamak için bu bulamaca karşı çıkıyor ve “Demokrat değiliz” diyoruz.
İnsanlarla diyoloğa, demokratlardan fazla önem vermemize, demokratlardan fazla muhataba söz hakkı verme­sini ve muhatabı dinlemesini bilmemize, insana ve insani değerlere demokratlardan fazla, çok daha fazla değer vermemize rağmen, evet, bütün bunlara rağmen “Demokrat değiliz” derken, önemle ve öncelikle şu gerçeği belirtmek istiyoruz., Kur'an-ı Kerim'e tabi müslümanlar olarak, Hak ve hakikat ölçümüz, çoğunluk veya çoğunlu­ğun kararı değildir. Şanı yüce Rabbimizin hüküm koy­duğu bir meselede, Rabbimizin hükmünü bırakıp zan ve tahminlere göre konuşan çoğunluğa veya çoğunlu­ğun kararına uymamız, Kur'an-ı Kerim ifadesiyle sapma­mız, sapıtmamız demektir.
“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olur­san, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle' yalan söylerler.”
Netice olarak, Rabbimizin hükmüne rağmen halkın veya çoğunlu­ğun hükmüne itibar etmemiz, Hakka rağmen halkın veya çoğunluğun peşine takılmamız mümkün değildir.
Artık anlamış, anlamış olacaksınız ki “Sizler gerçekten demokrat değilsiniz!.” diyeceksiniz.
Ha ağzınız ballansın!.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Sonuç

Sonuç

Önsözde de belirttiğimiz gibi, bu kitabı laikler veya demokratlar illa müslüman ol­sunlar, illa Kur'an-ı Kerim’e teslim olsunlar dayatmasıyla yazmış değiliz. İsteyen, İstediği dini, istediği dünya gö­rüşünü, istediği kitabı, istediği kimliği tercih etmekte serbesttir.
Yeter ki kavram kargaşası olmasın!.
Ne laiklik sulandırılsın, ne de müslümanlık, ne de­mokrasi sulandırılsın, ne de İslam!.
Siz kendi ideolojinize göre, kendi kimlik tanımını yapınız. Laiklik hakkında, demokratlık hakkında, kemalistlik hakkında İstediğiniz kadar, istediğiniz gibi konuşu­nuz. Laikliği veya demokratlığı aslına uygun olarak tarif etmeniz veya aslından uzaklaşarak tahrif etmeniz bizleri pek ilgilendirmiyor.
Bu hususta sizlere laiklik veya demokratlık dersi vererek “Laiklik aslında şudur, demokratlık aslındır bu­dur!.” diyerek, sizleri gerçek laikliğe veya gerçek demok­ratlığa davet edecek de değiliz. Çünkü bizim biricik da­vetimiz, sadece ve sadece Allah'a olan davettir.
Sizler laikliğe veya demokratlığa ister sadık kalın, ister ihanet edin, bu sizin bileceğiniz bir iştir!.
Ancak, söz İslam'a gelince, lütfen susunuz, haddinizi biliniz!.
İslami konularda gelişigüzel konuşarak “İslam as­lında şudur, müslümanlık aslında budur” gibi keyfi tanımlamalardan vazgeçiniz!. “İslam ve müslümanlık aslında şudur” derken, İslam'ın ve müslümanlığın aslını beyan eden Kur"an-ı Kerim'e mi bakıyorsunuz?
Kur'an-ı Kerim'den cımbızla bir ayet-i kerime ala­rak ve bu ayet-i kerimeyi resmi ideolojinize göre yorum­layarak, İslam'ı ve müslümanlığı Kur'an-ı Kerim'e göre tarif ettiğinizi mi sanıyorsunuz?
Bırakın böyle saçmalıkları!.
Bu ülkede yaşayan musevilere, bu ülkede yaşayan hıristiyanlara “Gerçek musevitik veya gerçek hıristiyanlık budur. İlla bu şekilde musevi veya hıristiyan olacaksı­nız!.” dayatmasında bulunmadığınız gibi, Kur'an-ı Ke­rim'e göre müslüman olan insanlara da böyle bir dayatmada bulunmayınız. Cinsel tacizde bulunanları ör­nek alarak, dinsel tacizde bulunmaya kalkışmayınız!.
İslam'ın ve müslümanlığın ne olup, ne olmadığı, Kur'an-ı Kerim'in muhkem ayetleri ile apaçık bir şekilde ortaya konmuştur. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ın yaptığı bu tanımı hiç kimsenin, hiçbir mercinin değiştir­meye, tevil ve tahrif etmeye hakkı yoktur.
Laikliğe veya demokratlığa yeni ve keyfi bir tanım­lama getirme hakkı bizlerde olmadığı gibi, İslam'a ve müslümanlığa yeni ve keyfi bir tanımlama getirme hak­kı da sizlerde yoktur!.
Sizler demokrasi adına bizleri demokrat, laiklik adına bizleri laik görmeyebilirsiniz. Zaten bu manada hiçbir talebimiz ve hiçbir iddiamız da yoktur.
Ancak bizler de sizleri islam adına illa müslüman görmeyebiliriz. Çünkü sizler, demokrasi ve laiklik adına bizleri tanımlama hakkına nasıl sahipseniz, bizler de siz­leri İslam adına tanımlama hakkına sahibiz. Sizler kendi tanımlamanızda nasıl ki demokrasi ve laiklik prensiplerini dikkate alıyorsanız, bizler de sizi tanımlamamızda hiç kuşkusuz ki İslami prensipleri dikkate alacağız.
Bu konudaki itirazınız, bu konudaki dayatmanız niye?
Asıl itibariyle İslam'dan veya müslümanlıktan değil de, “Müslümanım” diyen halktan ayrı düşmekten mi korkuyorsunuz?
Haktan değil de, halktan ayrı düşmenin endişesi mi bu!.
Fakat böyle bir korku ve böyle bir endişe, sahte­karlara özgü bir korku ve sahtekarlara özgü bir endişe değil mü. Oysa sizler, her fırsatta dürüst ve mert olduğunuzu ifade eden kimselersiniz!. Böyle bir korku, böyle bir endişe hiç size yakışıyor mu?
Yoksa bizler mi hata yapıyor,
bizler mi sizi yanlış tanımlıyoruz?
Sizleri İslami prensiplere göre tanımlamamızda bir hatamız, bir yanılgımız var ise, Kur'an-ı Kerim her basi­ret sahibinin göreceği, her akıl sahibinin anlayacağı şekilde ortadadır. Açın Kur'an-ı Kerim'i ve bu yüce Kitab'ın ayetleriyle tenkid edin bizleri!.
Veya tenkid etmeyi bir kenara bırakarak,
Kur'an-ı Kerim'i, islam'ın ve müslümanlığın ne olduğunu, ne olmadığını öğrenmek için okuyunuz.
Bu ciddi araştırmadan sonra “Kur'an-ı Kerim'in yüzondört suresinde ve bütün ayet-i kerimelerinde çe­lişkisiz olarak beyan edildiği gibi İslam ve müslümanlık işte budur” deyiniz. Böyle samimi ve ciddi bir araştırma yaptığınız zaman hiç kuşkunuz olmasın ki sizin tarifiniz ile bizim tarifimiz arasında en ulak bir fark, en ufak bir çelişki olmayacaktır.
Yeter ki okuyun, yeter ki anlamaya çalışın Kur’an-ı Kerim'i.
Fakat, böyle bir niyetiniz, böyle bir endişeniz yok ise, boş laftan öteye geçmeyen boş iddialarınızda ısrar etmeyiniz.
Ve dürüst olunuz, kendinizi ve bizleri dürüst olarak tanımlayınız!.
Birbirimizi dürüst olarak tanımlamamız, bir kısmı­mızın laiklik esaslarına göre laik, bir kısmımızın Islami esaslara göre müslüman olması, elbetteki birbirimizi düşman görmemizi veya kavga etmemizi gerektirmez.
Hem niye kavga edelim ki?
Bildiğimiz doğrulan birbirimize anlatmak ve birbiri­mizi en güzel doğruya davet etmek varken niye kavga edelim?
Bütün bir insanlık tarihi boyunca müslümanlar çok kez kavga etmişlerdir, çok kez dövüşmüşlerdir ama,
hiçbir zaman kavgayı ve dövüşü başlatan taraf ol­mamışlardır. Kavgayı ve dövüşü kendileri başlatmadık­ları gibi, kavgayı ve dövüşü başlatan tarafa da, bu ta­rafın zulüm ve işkencelerine de uzun bir süre sabır göstermişlerdir.
Yalanlanamayacak kadar açık doğrulara, apaçık gerçeklere sahip olan müslümanlar, konuş­maktan ve tartışmaktan neden kaçsınlar, neden kaçınsınlar ki!. Tarihin her döneminde konuşmaktan ve tartışmaktan kaçınarak işi kavgaya ve dövüşe dökmek isteyenler, hak karşısında çaresizliğe düşen, konuşacak sözü, savunacak fikri kalmayan cahiliye olmuştur.
Hakkı tebliğ eden peygamberleri öldürmeye kalkı­şanlar, “Rabbimiz Allah” diyen mü'minleri yurtlarından sürenler veya ateş çukurlarına atanlar, hep bu cahiliye mensuplarıdır.
Son peygamber Resulullah (s.a.v.)'e “Yüce put­larımız aleyhinde konuşma” ültimatomunu verenler fakat İlahi ültimatom gereği bu üttimatonu dinlemeyen Resulullah (s.a.v.)'e ve diğer mü'minlere işkence ve eziyet ya­panlar ve onları yurtlarından sürenler de, hak soz karşısında “Yüce” dedikleri putlarının yüceliğini(!) ve değerini(!) konuşarak anlatmaktan aciz olan aynı cahili­ye mensuplarıdır.
İşte günümüzdeki bazı cahil kafalar ila, aynı yolu ve aynı yöntemi benimseme hevesinde­dirler!. Toplumsal barış ve toplumsal bütünlük adına, İslam ile demokrasiyi, müslümanlık İle laikliği özdeşleş­tirmeye çalışanlar, bu ülkede yaşayan insanları laiklik ve demokratlık dayatmasıyla karşı karşıya getirenler, aynı cahili kafaya sahip kimselerdir.
Öncelikle ve önemle şu gerçeği belirtmek isteriz ki, toplumsal barış, ideolojik düzlemde ve ideolojik kimliklerle gerçekleşmez!. Henüz bu gerçeği farkedemeyen siyasilerin veya sosyologların, uzun asırlar toplumsa barışı sağlayan İslam'ın, bu barışı nasıl sağladığını dikkate aimalan ve hiç olmazsa İslam'ın bu gerçeğinden faydalanmaları gerekir.
Farklı di, din ve ırklara sahip olan insanlara vazi­yet eden Islara, hakim olduğu dönemlerde toplumsal barışı nasıl sağlanıştır?
Bu insanları tek bir kimlikte toplamaya, tek bir kim-likte bütünleştirmeye çalışarak, kimlik dayatmasında mı bulunmuştur?
Hayır, elbetteki hayır!.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Sonuç Devamı...

Sonuç Devamı...

Kimlik tercihi, alemlerin Rabbi olan Allah'ın bütünn insanlara verdiği bir tercih hakkidir. İslam ve İslam'a talip olan müslümanlar da, Allah'ın insanlara verdiği bu hakkı insanlar­dan almamış, insanları kimlik tercihi konusunda muhay­yer bırakmıştır.
Nitekim kimlik dayatmasıyla karşı karşıya kalma­yan, Allah'ın tüm insanlara verdiği teme! insani haklara sahip oSan bu insanlar, farklı din, dil ve ırkalara sahip ol­salar da, toplumsal barış içinde yaşamışlardır.
Lütfen örnek alınız!.
İster müslüman olarak, ister gayrimüslim bir insan olarak örnek alınız!.
Bu ülkede yaşayan insanları, belli kalıplara girme­ye zorlayarak, kimlik dayatmasında bulunmayınız.
Toplumsal barış, ideolojik değil, insani düzlemde sağlanacak, sağlanabilecek bir barıştır. Nitekim tüm müslümanlann değişik dünya görüşlerini sahiplenen insanlarla olan diyalogları, ideolojik birlikteliği şart koşmayan insani düzlemdeki diyaloglardır.
İsiam'ın ve isiarn'a teslim olan müslümanların insana verdiği değeri, diğer ideolojiler de verdiği zaman, hiç kuşkunuz olmasın ki insani düzlemde yeterli barış sağlanacaktır.
Ayrıca şunu da belirtmek isteriz ki, Allah'tan korkmayan emperyalistlerin, müslümanlardan korkmalarına, müsîümanlardan çekinmelerine hiç gerek yoktur. Gerçi çok ciddi ve vahim bir tehdidie karşı karşıya oldukları aşikardır. Böyle bir tehdidle karşı karşıya olduklarını onlardan çok daha iyi biliyor ve bu tehdidin vehametini onlardan çok daha iyi kavrayabiliyoruz.
Ancak, bu tehdidin sebebi ve bu tehdidin sahibi, müslümanlar değildir!.
Kendilerine bu ciddi ve vahim tehdidi yönelten, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'dır. Hiç diKkate al­madığınız, hiç önemsemediğiniz Kur'an-ı Kerim, hem insanları uyarıp-korkutmak ve hem de küfre sapaniann üzerine sözün hak olması için indirilmiştir.
“O, sadece bir öğüt ve apaçık olan Kur'an'dır. Diri olanları uyarıp-korkutmak ve küfre sapanların Üzeri­ne sözün hak olması için (indirilmiştir).”
Diyeceksiniz ki, üzerimize hak olacağı buyurulan bu söz nedir?
Üzerinize hak olacağı buyurulan bu söz, şan? yüce Rabbimizin değişmeyen ve değiştirilmesi mümkün olma­yan sünnetidir. Kur'an-ı Kerimin birçok yerinde defalar­ca zikredilen ve önemine binaen tekrar tekrar açıklanan bu Siahi Sünnet, sizler için gerçekten çok ciddi bir ehdid; sizler için gerçekten çok vahim bir uyandır.
Şanı yüce Rabbimiz, bütün bir insanlık tarihi boyunca yürürlükte olan ve kıyamete kadar yürürlükte olacak olan bu İlahi Sünnetini şu ayet-i kerimelerle beyan et­mektedir.
“Biz, bir ülkeyi yıkıma uğratmak istediğimiz za­man, oranın nimet ve refahtan şımarmış elebaşılarına emirlerimizi bildiririz. Onlar ise onda (emirlerimizde) bozgunculuk yaparlar. Artık onun üzerine hüküm hak olur ve o ülkeyi kökünden helak ederiz.”
Dikkat ediniz, sizleri uhrevi değil, dünyevi bir akibetle uyarıdır bu!.
“Cehennemi hiç görmedik” diyerek, uhrevi akibeti inkar edebilirsiniz. Ancak şanı yüce Rabbimizin bu sünnetiyle dünyada helak olan kavimlerden, yerle bir olan ülkelerden habersizdik diyebilir misiniz?
Şayet habersiz iseniz, Kur'an-ı Kerim'in siz bihaberlere bir tavsiyesi bulun­maktadır.,
“Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler gelip, geçmiştir. Yeryüzünde gezip dolaşın da, (İlahi daveti) yalanlayanların uğradıkları akibet nasıl olmuş bir gö­rün.” “De ki: 'Yeryüzünde gezip dolaşın da, suçlu günahkarların nasıl bir sona uğradıklarını görün.”, “Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece ken­dilerinden öncekilerin nasıl bir akıbete uğradıklarını görsünler. Allah onları yerle bir etti. O kafirler için de bunun bir benzeri vardır.”
Evet, ciddi bir tarihçi veya araştırmacı bir jeolog olarak, Nuh tufanını, Lut kavminin helakini, Kızıldeniz'in yanlışını inkar edebilir misiniz?
Nesilden nesile mütevatir olarak gelen Kıztldeniz mucizesini inkar eden veya kuşkuyla karşılayan tek bir tarihçi var mıdır? Yok ise, Kızıldeniz'de helak olan Firavun'un cesedini müze­ye koyarak, üçbin yıllık bu cesedin neden çürümediğini düşüneceklerine, Kızıldeniz'in neden varıldığını ve Fira­vun'un neden helak olduğunu düşünseler ya!.
Nuh tutanına inanıp, Nuh'un gemisini arayacakları­na, Nuh tufanın nedenini araştırsalar ya!.
Bunları düşünmelerine, bunları araştırmalarına izin vermeyen şeytandan bir an uzaklaşarak, bu gerçekleri düşünseler, bu gerçekleri akletseler ya!.
Çünkü kendileri için gerçekten çok ciddi, kendileri için gerçekten çok vahim bir uyarıdır bu!. Bu İlahi uyarıdan,
alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ın bu İlahi tehdidin­den korkmayanların, yegane Yaratıcı'dan çekinmeyenle­rin, yaratılmış birer mahluk olan müslümanlardan kork­malı ı, müslümanlardan çekinmeleri gerçekten gülünç ve garip bir durumdur!.
Kaldı ki Resulullah (s.a.v.)'i kendilerine örnek alan teslim olan müslümanlar, aşağıda kullanacak değillerdir.,
“Artık sen öğüt verip hatırlat. Sen ancak öğüt verici-hatırlatıcısın. Onlara zor ve baskı kullanıcı değil­sin.”
Şanı yüce Rabbimizin İlahi sünnetiyle ilgili kısaca belirttiğimiz bu hususları yeterince anlamayanlar,
ancak anlamak isteyenler, Kur'an-ı Kerim'e veya Kur'an-ı Kerimin bu meseleyle ilgili ayetlerini içeren “Rabbani yo! ve Sünnetulîah” kitabına müracaat edebi­lirler.
Yeter ki anlamak, yeter ki bilmek istesinler.
Yeter ki Merhum Mehmed Akif'in belirttiği gibi hak­tan örnek, tarihten ibret almayan, almak istemeyen kimselerin durumuna düşmesinler.
“Geçmişten adam hisse kaparmış? Ne masal şey Beşbin senelik kıssa yarım ihsse mi verdi. Tarife tekerrür diye tarif ediyorlar. Hiç ibret alınsa tekerrür mü ederdi?”
Evet, konuyla ve bu kitap çalışmamızla ilgili son sözümüz, sizlerin son tercihiyle ve sonunuzla ilgilidir. Lütfen kendinize geliniz!.
Kur'an-ı Kerim'i okumaya, Kur'an-ı Kerim'i anlama­ya çalışarak, Kur'an-ı Kerim'e göre müslüman olunuz. Öyle bir kimlik tercihinde, öyle bir kimlik tercihinde bulununuz ki, bu kutlu ter­cihiniz sizi Allah'ın hoşnutluğuna, bu kutlu tercihiniz sizi cennete iletsin.

..........................
İnşaAllah anlatılanlar karşısında kendi kimliğimizi sorgulamayı dener ve gerçek kimliğimizin farkına varabiliriz
Selam evvelde ve ahirde üzerinize müminlerin olsun.
Elhamdülillah...

 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nasiplenmek adına güncelleme
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt