Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kuranda dua (1 Kullanıcı)

aldemira

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Kas 2011
Mesajlar
85
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
67
KEVSER SURESİ

Biz sana Kevser'i vahyi, kuranı, hikmeti, rehberliği, nuru, aklı, ilmi, gücü, enerjiyi, muhakemeyi, vicdanı, dünyada her ne gerekli ise tümünü, her türlü nimeti, donanımı verdik.
Öyleyse Rabbin için Onun ilke ve ölçülerine ulaşmak, terbiyesine girmek, Kuran ahlakıyla dirilmek ve diriltmek için, tüm öncelik verdiklerini, uğruna ölesiye koştuklarını, inançlarını, kabullenimlerini, değerlerini, ölçülerini, ilkelerini kurban et, kes, feda et, değiştir, bu konuda çıkacak tüm zorluklara, baskılara karşı dayan, göğüs ger, nahret ki,
Salli yapabilesin Salat, “namazı da içine alan bütün tevhid içerikli eylemler(M Okuyan)” , “Şirke ve tâğûta karşı çaba gösterme/sosyal yardım yapma(H Yılmaz)”, vahyi uygulamaya hazır kulun “Allah karşısında esas duruşudur(M İslamoğlu)” ve bağlılığı eylemle gösterme, uygulama olduğu bilinciyle Allah’a Kurana itaat edesin. Rabbin hizmetine girip, ikra yapıp, vahyi insanlığa, hayata ulaştırabilesin. Kuran ahlakıyla tüm insanlığa örnek ve destek olasın. Kul olmanın, itaat etmenin bağlılık göstermenin, destek olmanın, yardım etmenin ve bunun her hal ve şartta şahidi, örneği, emsali olasın. 6/162 De ki: "Benim salatım, kulluğum, hayâtım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allâh içindir." Ayetini gerçekleştiresin.
Yoksa manası, içi, ruhu ve amacı yok edilmesi sonucu aynı 8/35 namazları da, ıslık çalmadan ve el çırpmadan yani ses ve hareketten ibaret hale getirilen, yerlerde sürünen, diriltilmeyi ve ayağa kaldırılmayı bekleyen, sadece anlamadan ezberlerin tekrar edildiği birkaç rutuel değildir salat ya da namaz.
Salat, aynı zamanda, Allah’a Kurana tam bağlılıktır, eylemdir, uygulamadır. Bağlılığın ve kulluğun idraki, hatırlanması, tazelenmesi, ilanı ve itirafıdır. Vahyi yeryüzüne hakim kılmaya çalışmaktır, destektir, değişimdir, eğitimdir, ikradır, değiştirmektir. 11/87 "Ey Şu'ayb, dediler, senin salatın mı sana, babalarımızın taptığı şeylerden, yahut mallarımız üzerinde dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi emrediyor? Oysa sen, yumuşak huylu, akıllı(bir insan)sın!". 19/59 Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, salatı/Allah’a bağlılığı terk ettiler, şehvetlerine/istek ve arzularına uydular. Onlar kötülük bulacaklardır.
O zaman Asıl sonu kesik olanlar, sana buğzedendir. Kurana, vahye, ikraya, sallaya, bağlılığa, yardıma, desteğe, hayatı değiştirmeye engel olan, olmaya çalışandır. Onlar ebterdir, kesiktir, bitiktir, mahrumdur. Allah’ın hayrından Kurandan kopukturlar. Dünyada zelil olmaya, azap yaşamaya, ahirette de ateşe gitmeye mahkumdurlar.
Gelin bizler de böyle yapalım.
Yaşamımızı gözden geçirip, Allah’tan gayrı bağlandıklarımızı, amaçlarımızı islah edelim, tövbe edip/geri dönüp Rabbimizi, Kuranı yaşam gayesi yapıp, ikra yapalım, sallayı; bağlılığı, destek olmayı, yardımı, bireysel ve toplumsal Kurani eğitimini, değişimini, değiştirmeyi başaralım ki ebter, sonu kesik, bitik olmayalım.
Aldemir

KEVSER SURESİ ÇALIŞMA NOTLARI

(١٠٨-١)
اِنَّا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ
108.1 - İnnâ ağtaynâ kel kevser.
108.1 - Biz sana Kevser'i verdik.


(١٠٨-٢)
فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ
108.2 - Fesalli lirabbike venhar.
108.2 - Öyleyse Rabbin için SALLA ve nahret
• 23/2 Ki onlar, salatlarında saygılıdırlar. 23/3Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. huşu ile yani kalp ve beden olarak Allah'a yönelişte yoğunlaş
• 29/45 Kitaptan sana vahyedileni tivalet et/ oku uy ve salatı ikame et. Çünkü salat kötü ve iğrenç şeylerden meneder. Elbette Allâh'ı anmak, en büyüktür.. Allâh, ne yaptığınızı bilir.
• 4/142 İki yüzlüler, Allâh'ı (gûyâ) aldatmağa çalışırlar. Oysa, O, onları aldatır. Salata kalktıkları zaman da üşene üşene, insanlara gösteriş yaparlar, Allâh'ı pek az anarlar.
• 2/45 Sabırla, salatla Allah'tan yardım dileyin, şüphesiz bu, (Allah'a) saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir. 2/153Ey inananlar, sabır ve salatla yardım isteyin, muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
• 20/14"Muhakkak ben, ben Allâh'ım, benden başka tanrı yoktur, bana kulluk et ve beni anmak, hatırlamak ve hatırlatmak için salat yap."
• 4/102 Sen de içlerinde bulunup onlara namazı başlattığın zaman onlardan bir bölük seninle beraber namaza dursun ve silâhlarını da yanlarına alsınlar. (Namazda olanlar), secde edince arkanıza geçsinler; bu kez namaz kılmayan öteki bölük gelsin, seninle beraber namaz kılsınlar, korunma(tedbir)lerini ve silâhlarını da alsınlar. İnkâr edenler istediler ki siz silâhlarınızdan ve eşyanızdan gaflet etseniz de birden üzerinize bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir günâh yoktur. Ama korunma tedbirinizi alın (uyanık bulunun). Allâh, kâfirlere alçaltıcı bir azâb hazırlamıştır. 4/103 Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde (uzanarak) Allâh'ı anın; güvene kavuştunuz mu namazı (tam) kılın. Çünkü namaz, mü'minlere vakitli olarak farz kılınmıştır.

Salat kavramının daha iyi anlaşılabilmesi açısından Hakkı Yılmaz’ın Tebyinil Kuran adlı eserinden aynen alıntı yapıp aşağıda yer verilmiştir.
“2. Âyet: Öyleyse Rabbin için haniflik et/destekle[şirke ve tâğûta karşı çaba göster/ sosyal yardım yap] ve nahr yap!
Arap edebiyatının önemli sanatlarından biri olan ve daha önce Fatiha sûresinde gördüğümüz “İltifat” sanatı bu âyette de hemen dikkati çekmektedir. Birinci âyette “إنّا - Biz” zamiri kullanılmış ve ikinci âyette bu akışa uygun olarak “لنا - Bizim için” denmesi gerekiyorken üçüncü tekil kişiye dönülerek “لربّك - Rabbin için” denilmiştir.
“Biz” zamirinden “Rabb” ismine dönülmek sûretiyle yapılan “İltifat” sayesinde hem ikinci âyet hükmünün etkinliği arttırılmış, hem de Alak sûresinden bu yana hep ön plânda tutulmuş olan Allah’ın “Rabb” olma özelliği bu sûrede de ön plâna çıkarılmıştır. Çünkü dünyadaki ve âhirettekiyaşamımızın her anı, Allah’ın “Rabb”lığı, programcılığı ile tasarladığı üzere gerçekleşmekte ve insanların da bunu akıllarından hiçbir zaman çıkarmamaları gerekmektedir.
haniflik et/destekle [şirke ve tâğûta karşı çaba göster/sosyal yardım yap]
Âyette geçen “صلّ - salli” sözcüğünün dil bilgisi kurallarına göre “صلى - saly” kökünden de, “صلو - salv” kökünden de türemiş olması kabildir. Hem “صلى - saly” hem de “صلو - salv” sözcükleri nakıs sözcüklerdir. Nakıs sözcüklerin so’nundaki illet harfi, sözcüklerin değişik kalıplardaki çekimlerinin birçoğunda ya “ى - ya” harfine dönüşerek “ى - ya” ile gösterilir, ya da cezm hallerinde düşer. Bu durumda anlamları birbirinden farklı olan bu köklerden türemiş sözcüklerin gerçekte hangi kökten türediğini anlamak zorlaşır. Buna bağlı olarak bu sözcüklerin ne anlama geldiği hakkında da bazı karışıklıklar ortaya çıkar. Bu nedenle sözcüklerin hangi kökten türediği konusunda dikkatli bir tahlil yapmak, Kur’ân’ın mesajını doğru anlamak bakımından çok önemlidir.
Âyetteki “صلّ - salli” sözcüğünün hangi kökten geldiği araştırılırken ilk bakılacak şey, köklerin anlamlarıdır. Bu köklerden “صلى - saly” sözcüğü; “ateşe atmak, ateşe girmek” demektir. Bu anlama göre “صلّ - salli” sözcüğünün “saly” kökünden türemiş olması, ko’numuz olan âyetin peygamberimize “ateşe gir, kendini ateşe at” emrini vermesi anlamına gelir ki, bu mantıksızdır, dolayısıyla yanlıştır. Şu hâlde âyette geçen “صلّ - salli” sözcüğünün “صلى - saly” kökünden türemediği kesindir. Türkçe’deki “sallamak” ve “yaslamak” sözcüklerinin de kendisinden türediği ve “ateşe atmak, ateşe girmek” anlamına gelen “صلى - saly” sözcüğü, bu anlamıyla Kur’ân’da kullanılmıştır:
Sonra o’nu cahîme [cehenneme] sallayın “صلّوه - sallûhu”. Hakka; 31.
Ayrıca, bu kökten türemiş ve bu anlamda olan “صلّوه - islavha , يصلى - yeslâ, وسيصلون - ve seyeslavne, ساصليه - seuslîhi, lâ yeslâha” gibi sözcükler Kur’ân’da bir çok yerde geçmektedir.
Bu âyette geçen “صلّ - salli” sözcüğünün “صلى - saly” kökünden türemediği kesin olduğuna göre, sözcük “صلو - salv” kökünden türemiş olmalıdır.
“صلو - salv” sözcüğü, isim olarak “uyluk”, fiil olarak da “uylukları hareket ettirmek” demektir. Bir kimsenin herhangi bir yüke destek vermek istediği zaman, uyluğunu [bacağın diz ile kalça arasındaki bölümünü] yatay hâle getirip yükün altına sokarak destek sağlaması da bu sözcük ile ifade edilir. Emir kipi olarak “صلو - salv” kökünden türediği kabul edildiğinde “صلّ - salli” sözcüğü, “uyluklarını hareket ettir, ayağa kalk, yürü, çabala, şirke ve tâğûta karşı çık, çok çalış, çok gayret et, destek ol, sosyal yardım yap” anlamındadır. “صلّ - salli” sözcüğünün “tef’il” babından olması, bazen fiile, bazen özneye, bazen de tümlece “çokluk” anlamı kazandırmaktadır.
“صلو - salv” sözcüğünün mastarı aslında “صلوة - salvet” olduğu halde sözcük nakıs olduğu için genel dil bilgisi kuralları gereği “صلوة - salât” şekline dönüşmüştür. Ancak sözcüğün illetli olan üçüncü harfi elif ile yazılmayıp “vav” harfiyle “صلوة - salât” şeklinde yazılır. Zaten “صاوة - salât” sözcüğünün çoğulu olan “صلوات - salâvat” sözcüğünde de “صلو - salv” kökünün “و - vav” harfi açıkça ortaya çıkmakta ve okunmaktadır. Bu durumun başka kelimelerde de birçok örneği vardır.
Meselâ “غزى - ğazâ” sözcüğünün mastarının “غزوة - ğazve”, bunun çoğulunun da “غزوات - ğazevât” olmasına rağmen fiil çekimlerinde “و - vav” harfi ya “ى - ya”ya dönüşür, ya da düşer, yok olur.
Bütün bunlar bize göstermektedir ki, bu âyette geçen “صلّ - salli” sözcüğü kesinlikle “صلو - salv” kökünden türemiştir. Dil bilgisi kurallarına göre; aslı “صلوة - salvet” olan “salât” mastarının, geçmiş zaman belirten bir fiil olan “salla” sözcüğünün, emir kipi olan “صلّ - salli” ve çoğulu “صلّو - sallû” sözcüklerinin hepsinin birden “صلو - salv” kökünden türediği açıkça belli olsa da, konunun öneminden ve bugüne kadarki yanlış anlamlandırmalardan dolayı zihinlerde bir “acaba” sorusu kalabilmektedir. Ancak Kur’ân bu soruya da cevap vermiş ve Kıyâmet sûresinin 31 ve 32. âyetlerinde “صلّى - sallâ” sözcüğünü karşıt anlamı ile birlikte kullanmak sûretiyle bu ko’nuyu açıklığa kavuşturmuştur:
Felâ saddaqa velâ sallâ velâkin kezzebe ve tevellâ” “ (O, ne tasdik etti ne de çaba harcadı/destekledi. Ama yalanladı ve geri durdu.) Kıyâmet;31,32.
Âyette geçen dört eylemin ikisi, diğer ikisinin karşıtı ve zıt anlamlısı olarak gösterilmiştir. Yani “كذّب - yalanlama” nın karşıtı “صدّق - tasdik etme” olarak belirtilirken, “sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lâkayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri kösteklemek” anlamlarına gelen “تولّى - tevellâ” sözcüğünün karşıtı olarak da “صلّى - sallâ” sözcüğü kullanılmıştır. Bu durumda “صلّى - sallâ” sözcüğü; “sürekli ileri atılmak, ilgisiz kalmamak, pasif olmamak, hep aktif olmak” anlamlarına gelmektedir. Asr sûresinde geçen ve anlamı, “yanlışları, bozuklukları, çirkinlikleri ortadan kaldırmak için çalışmak” olan “عملوا الصّالحات - sâlihatı işlemek” fiili de “sallâ” fiilinin farklı bir ifadesidir.
Namaz anlamına gelen “الصّلوة - es-salât” ile ilgili olarak, gerek “es-salât”ın ifası, icrası, namaz kıl/kılınız emirleri, gerekse namaz kılmakla ilgili diğer cümleler Kur’ân’da “صلّ salli” şeklinde değil de “اقامة - iqâme” fiili ile birlikte “اقم الصّلوة - eqımi’s-salâte , قيموا الصّلوة - eqîmu’s-salâte” şeklinde kullanılmıştır. Bu ikili kavram Kur’ân’da toplam 67 yerde geçmektedir.
Sözcüklerin asıl anlamları bazen yan anlamlarına doğru kayar; bu durum doğaldır. Ancak bu kayma esnasında “نحر - nahr” ve “ابتر - ebter” sözcüklerinin tahlilinde de göreceğimiz gibi ana eksen kaybolmaz. “صلوة - salât” sözcüğündeki anlam kayması ise biraz daha fazladır. Bunun nedeninin “İsrâîliyât” olduğu kanısındayız. Çünkü “salât” sözcüğü İbranicede de vardır. İbranice’deki “salât” sözcüğü “selâmlama, selâm durma” anlamına gelen “saluta” fiilinden gelmektedir. Bu sözcük, İbranilerden Araplara, onlardan da Endülüs yoluyla batı dillerine [Fransızca, İtalyanca ve İngilizceye] geçerek “salutation” şeklini almıştır. Görünen o ki, sözcüğün İbranice anlamı Arapça anlamını bastırmış ve Müslümanlar ile Kur’ân arasına yüce dağlar gibi girip oturmuştur. Dikkat çekicidir ki, “saluta” sözcüğünün türevlerinden olan “صلوات - salavât” sözcüğü, Hacc sûresinin 40. âyetinde İbranice “manastırlar” anlamıyla yer almasına rağmen bu husus İslam bilginlerce dikkate alınmamıştır. Üstelik hâlâ da alınmamaya devam edilmektedir.
Müfredât’ın müellifi ünlü bilgin Râgıb el-İsfehânî bile eserinin “salât” maddesinde “الصّلوة - salât” sözcüğünün anlamı ko’nusunu “Lügat ehlinin çoğu ‘الصّلوة - es-salat dua, tebrik ve temcittir demiştir” diyerek âdeta geçiştirivermiştir.
Bu anlam kaydırması ya da cehalet nedeniyle yanlış anlamlandırma so’nucunda “salâvat getirme, salâvat-ı şerife okuma” gibi ritüeller ortaya çıkmıştır. Piyasadaki bütün ilmihal kitaplarına göre “Allahümme salli” ya da bunun değişik versiyonlarını söylemek olan salâvat, Kur’ân’da bambaşka bir anlamda kullanılmıştır. Ne gariptir ki, Kur’ân’ı değil de rivâyetleri ön plâna çıkaran bu kitaplar, “salâvat” kavramını da bizzat Kur’ân’a, Ahzab sûresinin 56. âyetine dayandırdıklarını iddia etmektedirler. Ne var ki, Türkçe diye sundukları sözler de Arapça olduğundan kimse o sözcüklerin gerçek anlamlarını öğrenememekte, ko’nunun gerçek içeriği asılsız yorumların veya cehaletin örtüsü altında kalmaktadır. Yukarıda yaptığımız tahlillerin ışığı altında konunun anahtarı olan âyet şudur:
Şüphesiz Allah ve melekleri peygamberi destekliyorlar/ona yardım ediyorlar/o’nun için gerekeni yapıyorlar. Ey müminler! Siz de ona destek olun/ona yardım edin/o’nun için gerekeni yapın ve o’nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın! Ahzab;56.
Asılsız rivâyetlerin peşinden giden cahiller bu âyete dayanarak aslında şunu söylemiş olmaktadırlar:
“Allahümme salli alâ Muhammed ve sellim…” yani “Ey Allah’ım! Muhammed’e sen yardım et, ona gerekli desteği sen ver ve o’nun güvenliğini sen sağla!”
Böyle bir yakarış gerçekten de yakışıksız bir taleptir. Öyle ki, tıpkı Maide sûresinde anlatılan Mûsâ peygamber ile İsrailoğulları arasındaki ilişkiyi andırmaktadır:
Dediler ki: “Ey Mûsâ! Onlar orada oldukça biz oraya asla girmeyeceğiz. Hadi sen git, Rabbinle birlikte savaşın. Biz şuracıkta oturacağız.” Maide; 24.
Bu âyet indiğinde sahabenin bir köşeye çekilip “Allahümme salli ve sellim” demediği, varıyla yoğuyla harekete geçip Allah yolunda peygamberimize destek olduğu ve güvenliğini sağladığı tartışmasız olarak bellidir. Böyle olmasına rağmen Allah’ın dinine bu tür uydurmaları sokmaya çalışanlar ya kasıtlı bir ihanet içindedirler ya da özendirme amacıyla kapıldıkları koyu bir cehaletin temsilcisidirler.
ve nahr yap.
“نحر - nahr” sözcüğü bir kaç kelime ile Türkçeye çevrilemeyeceği için aynen bırakılmış, açıklaması burada yapılmıştır.
Belirtmek gerekir ki, “nahr” sözcüğü klâsik eserlerde iyice irdelenmeden Türkçeye en uzak anlamı olan “kurban kes” şeklinde çevrilmiştir. Bu durum, “Ğalât-ı meşhur, fasih lisana yeğdir [meşhur olmuş hatalı sözcük, orijinaline tercih edilir]” kuralına tamı tamına denk düşen bir uygulamadır. Ne var ki, yapılan ğalâtın/hatanın sürdürülmesi edebiyat alanında önemli bir sakınca doğurmayabilir ama dinin temel ilkelerinin ğalat bir anlamla yozlaşması, göze alınamayacak kadar büyük bir sakıncadır.
İsim olarak kullanıldığında “göğüs, gerdan” anlamına gelen “nahr” sözcüğü, mastar olarak kullanıldığında “eli göğse değdirmek, göğüslemek, devenin göğsüne bıçak saplayıp kesmek” anlamlarına gelir. Türkçedeki “intihar” sözcüğünün aslı da buradan gelmektedir. Sözcük âyette “وانحر - venhar” emir kipiyle yer aldığına göre sözcüğün mastar hâlinin taşıdığı üç değişik anlamın da incelenmesi gerekir.
Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki birinci anlamı “elini göğsüne değdir” emridir. İmam-ı Şafii “ve-nhar” emrini “kurban kes” ya da “deve kes” olarak değil, “ellerini göğsüne değdir” olarak anlamış ve namaz kılarken alınan ara tekbirlerde ellerin göğse değdirilmesine içtihat etmiştir. Bu nedenle Şafii mezhebine mensup olanlar namaz kılarken bu içtihada uyarlar.
Şii müfessir ve fakihler de, Ali ve ehlibeyt kaynaklı rivâyetleri dikkate alarak bu emri namazda kıyamda iken ellerin göğse kaldırılması ve namazda tekbir getirirken ellerin boğaz çukurluğunun hizasına kadar kaldırılması olarak anlamış ve bu şekilde uygulamışlardır.
Kimileri de aynı emri namazda göğsün kıbleye döndürülmesi, kesinlikle başka yönlere yalpalanılmaması gerektiği şeklinde anlamışlardır.
Ebû Hanife’nin bu âyeti nasıl anladığına gelince; o günkü siyasal iktidarın söylemine aykırılıklar taşıması sebebiyle olsa gerek, eserleri zamanın idarecileri tarafından yok edilmiş, bu nedenle de ko’nu hakkındaki yorumu bize kadar intikal edememiştir.
Ancak bütün bu anlayışların namaz esnasındaki bedensel hareketlere yönelik olarak ortaya konduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Oysa âyette bu hareketin namazda olacağına dair hiçbir işaret, delâlet ya da karine [ipucu] yoktur.
Bize göre, namaza başlama tekbirinde ya da namazlardaki ara tekbirlerde dilimizle “Allahu Ekber [Allah her şeyden daha büyüktür]” derken ellerimizi göğsümüze kaldırmamız, aynı anda beden dilimizle de bu inanç ve anlayışımızı pekiştirdiğimiz anlamını taşımaktadır. Yaptığımız bu hareket, Allah’tan başka her şeyi arkaya attığımızı ifade eden sembolik bir davranıştır. Sûre peygamberimize hitap ettiğine göre, Yüce Allah’ın bu emirle peygamberimizden istediği, hakkında çıkarılan kin dolu söylentileri, kendisine yapılan kötü davranışları, düşmanlıkları, hileleri ve tuzakları arkaya atması, dikkate almaması, boş vermesi, elini sallayıp geçivermesidir.
Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki ikinci anlamı “göğüslemek, göğüs göğse gelmek” demektir. Sözcüğün en fazla kullanılan anlamlarından biri olan bu anlam, Arap şairleri tarafından boğaz boğaza gelmeyi, göğüs göğse dövüşmeyi ifade etmek için kullanılmıştır. Ayrıca “evleri göğüs göğse [karşı karşıya]” deyiminde de bu anlamda kullanılmıştır.
Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki üçüncü anlamı ise “deveyi göğsünden hançerle kesmek” demektir. Dikkat edilirse bu anlam içinde “kurban” sözcüğü yer almamaktadır. Bu anlam esas alındığında, âyetten “kurban kes” veya “deveyi kurban kes” gibi anlamlar çıkmaz, sadece “deve kes” anlamı çıkar. Bu takdirde âyetin anlamı “Seni üzüyorlar, sana düşmanlık ediyorlar, sen de uyluklarını hareket ettir, ayağa kalk, yürü, çabala, şirke ve tâğûta karşı çık, çok çalış, çok gayret et, destek ol, sosyal yardım yap ve deve kes!” olur. O günkü şartlar altında peygamberimize kasaplık yapmasının emredilmiş olması anlamsızdır. Çünkü bu sûre indiğinde peygamberimiz hâlâ insanlara tebliğde zorlanmaktadır, yeterince taraftar edinememiştir. İşler henüz teori/iman boyutundadır. Tebliğin dışında herhangi bir eylem söz konusu değildir. Bu aşamada Rabbimiz ona sadece secde ile yakınlaşmasını Alak Sûresinin 19. âyetinde emretmiştir. Yani bu sûrenin indiği zamanki kurban [Allah’a yakınlaştıracak eylem] sadece secdedir. Kevser sûresinin 15. sırada indiğini bilenler ve sûre ile âyeti o ortama göre ele alanlar “venhar” emrinden kesinlikle “kurban kes” anlamını çıkarmazlar.
Kurban ile ilgili olarak Kütüb-ü Sitte’de [Altı Büyük Hadis Kitabı’nda] 26 rivâyet mevcuttur. Ama bunların çoğu aynı rivâyetin farklı kişiler tarafından nakledilmiş varyasyonlarıdır. Bu rivâyetlerin hepsinde ko’nu edilen kurban ve kurban ile ilgili bilgiler, hacda hacıların mükellef tutulduğu “هدى - hedy” kurbanına [Hacıların hediye olarak kestiği kurbana]” yöneliktir, yoksa bayram günlerinde hayvan kesmeye yönelik değildir. Rivâyetlerin ve tarihî belgelerin hiçbirinde, ne Mekke’de bu sûrenin indiği dönemlerde, ne de Medine’de hacc farz oluncaya kadar herhangi bir kurban olayı anlatımı söz ko’nusu değildir. Özetlemek gerekirse, bu âyetler indiği zaman Mekke’de ne peygamberimiz ne de o günkü Müslümanlar kurban kesme şeklinde bir ibâdet yapmıştır.
Ragıb el İsfehânî deMüfredat adlı eserinde “nahr”ıhacc esnasında Mina’da kesilmesi gereken hediye olarak açıklar. Ancak hedy’den bahseden Bakara sûresinin 196. âyeti, Maide sûresinin 2, 95 ve 97. âyetleri ve Feth sûresinin 25. âyeti henüz inmemiştir, çünkü bu âyetler Medenî’dir. Dolayısıyla Kevser sûresi indiği sırada hacc ile ilgili bir hüküm henüz ortada yoktur. Böyle olmasına rağmen Ragıb’a göre de “nahr” hacda kesilen hediyenin dışında bir şey değildir, kurban adı altında günümüzde yapılan kesimle bir ilgisi yoktur.
Bazıları kurban konusunu İbrahîm peygambere bağlarlar ve o’nun oğlunu kurban edişini ko’nu alan birçok Kur’ân dışı kültürü kendilerine kaynak kabul ederek detaylara girerler. Oysa Saffat sûresinin 83–113. âyetlerine baktığımızda, bu olayların kurbanla herhangi bir ilgisinin olmadığı görülmektedir. Bazıları da Maide sûresinin 27–31. âyetlerindeki “iki âdemoğlu” kıssasından yola çıkarak kurbana kaynak aramaya çalışmışlardır. Ne var ki, ilgili pasajın da hayvan kurban etme gibi bir anlamı bulunmamaktadır.
Müslümanların nerede ve ne amaçla hayvan keseceği, Hacc sûresinin 34–38. âyetlerinde açıklanmıştır.
Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında Kevser sûresinin 2. âyeti ; “Madem Rabbin sana kevseri [bu kadar bol nimeti] verdi, öyleyse sen de Rabbin için çok çalış, çok gayret et, uyluklarını hareket ettir, ayağa kalk, yürü, çabala, şirke ve tâğûta karşı çık, destek ol, sosyal yardım yap, gerisini boş ver, düşünme, önüne gelecek her zorluğu göğüsle, sabret!” anlamındadır.

(١٠٨-٣)
اِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْاَبْتَرُ
108.3 - İnne şânieke huvel ebter.
108.3 - Asıl sonu kesik olan, sana buğzedendir.
 

aldemira

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Kas 2011
Mesajlar
85
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
67
fecr suresi

fecr suresi

FECR SURESİ
1-5 Ayetler
Şafağı düşün; karanlığı ve karanlıktan aydınlığa geçiş sürecini düşün; karanlıklar ardından gelen günü, aydınlığı, dirilişi düşün,
Bir araya gelinen; aşr olunan, yani tanış, kardeş, cemaat ve ümmet olunan geceleri, günleri, vakitleri, toplantıları, bu alanda yapılan Kuran okumalarını, Kuranı öğrenen, düşünen, yaşayan, anlatan ve bu Kuran ahlakını, düzenini oluşturmaya, bir anlamda bu ahlakı ve düzeni doğurmaya, hayata hakim kılmaya yönelik yapılanları düşün.
Bu amaca ulaşmak için şefii, yardımı, birbiri ardına gelen vahiyleri, bunları anlamak ve yaşama geçirmek için yapılanları, bu uğurda öncü olmayı, birken çift olmayı, her gün vitr olmayı, yeni insanlara ulaşmak ve tebliğ yapmak için verilen kesintisiz çabaları, tüm imkanları seferber etmeyi, ölümü göze almayı, birer birer, gurup gurup yapılan katkıları, verilen fedakarlıkları, çekilen eziyetleri, terk edilen tüm statüleri, anayı, babayı, evladı, eşi, evi, memleketi terk edişi, hatta feda edilen canı düşün.
Bunlar yapılınca, yesri, gitmekte olanı, karanlıkların aydınlığa döndüğünü, küfür karanlığının, şirk bataklığının, zülüm ve haksızlık vahşetinin yok olduğunu düşün.
Mevcut yaşamı, cahili düzeni ve çarpık sistemi ayakta tutanların, kurulu düzenden nemalananların, insanları sömürenlerin, hicr sahiplerinin ve bunların ashabının, bu şafakta hiçbir katkıları, kasemleri, payları olmadığı gibi men ederek, yasak koyarak, korkutarak, yalan ve iftiralar atarak, işkenceler yaparak, ambargolar uygulayarak, ölüm fermanları çıkararak, vatanlarından sürerek, yok etmek için tüm güçlerini seferber edenlerin, hicr ashabının vahye ve müminlere karşı duruşları sonucu helak olan şu kavimler gibi bunların helakı da mukadderdir. Yakındır.
6-10 Ayetler
Ad kavmine, sütunların sahibi İrem’e, vadilerde kayaları kesen Semûd kavmine, o kazıkların sahibi Firavun’a Rabbinin ne yaptığını görmedin mi?
Ad, Semud, Fravun ve kavminin Vahye karşı duruşları sonucu nasıl yok olup gittiklerini düşün. Ülkelerde benzeri yapılmamış, teknolojide devleşmiş, ihtişama ve refaha ulaşmış kavimlerin Vahye karşı duruşları sonlarını getirmiştir. Sadece önde gidenlerin değil, onlara ses çıkarmayan, duruşunu Vahiyden yana sergilemeyen kavimlerin ve insanların da başlarına gelenleri anlayıp, ders almak gerekmektedir. O halde şafak için, Kuran için ne duruyorsun, hala çalışmayacak mısın? Kurana önem ve öncelik vermeyecek misin?
11-14 Ayetler
Onlar ki, o ülkelerde azmışlardı. Dolayısıyla da oralarda bozgunculuğu çoğaltmışlardı. Onun için de Rabbin üzerlerine azap kamçısı yağdırdı. Şüphesiz ki Rabbin gözetlemektedir.
Çünkü , onlar ülkelerde tagutluk yapmış, vahyi ölçülere önem ve öncelik vermemiş, güçlünün haklı olduğu bir zulüm düzeni kurarak, azmışlardır. Hak ve adalet düzenini bozmuşlar, ahlaki yozlaşmaya ve çürümeye neden olmuşlardı. Ekonomik refah ve zenginliğe rağmen, hep bana hep bana esaretiyle, israf, zevk ve eğlenceye aşırı düşkünlükle Rabbi terbiyeyi ve sistemi unutmuşlar; fesat çıkarmışlar, ahlâkı ve fikri yozlaştırmışlardır. Kendilerini, toplumu, düzeni bozmuşlardır. Yaratılış amacının dışındaki yaşamı seçip, araçları amaç edip bozulmuşlardır.
Dolayısıyla da sünnetullah gereği özü bozulanın, bozulması ve azapla kıvranması kaçınılmaz olmuş, böylece Rabbin üzerlerine azap kamçısı yağdırmış, her birine bozulma nedenleri ve derecesi doğrultusunda çeşitli azapları bu dünya hayatında taddırmıştır..
Bu dünya başıboş değildir. Allahın kanunları vardır. Dileyen dilediği gibi yaşar, ancak yaptığı seçime, yaşam biçimine uygun karşılık bulur. Şüphesiz ki Rabbimiz gözetlemektedir. Hazırdır, yani koyduğu kanunlar gereği karşılık verilir. Kaçınmak mümkün değildir.
15 – 16- İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse: “Rabbim beni üstün kıldı” der. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: “Rabbim beni aşağıladı” der.
Allah dilediğini değil, dileyeni, isteyeni, buna yöneleni hidayete ulaştırır. Aynen bunun gibi, çalıştığından başkası yoktur ilkesi uyarınca, çalışanı, çabalayanı başarıya erdirir. Bolluğa, zenginliğe ulaşması, onun Rabbi nezdinde değerli, kıymetli olduğu anlamına gelmediği gibi, bana ikram etti diyerek övünmeye de hakkı olamaz. Bu tutum kınanmaktadır. Aynı şekilde, darlığa, sıkıntıya uğrayan insan da, kendi yaptıklarını sonucu bu durumla karşılaştığını göz ardı ederek, Başlarınıza gelenler kendi ellerinizle yaptıklarınızın sonucudur. Ayetini de okuyup dururken, suçu kendi tercihlerinde, yaptıklarında arama yerine, beni Rabbim aşağıladı diyerek serzenişte bulunmanın haksızlığı ve tutarsızlığı eleştirilmektedir. Aynen, Ad, Semud benzeri kavimlerin helakinin da, kendi seçimleri sonucunda gerçekleştiği, vahyi dikkate almamaları, azmaları neticesinde, hak ettikleri bu azap kamçısıyla karşılaştıkları vurgulanıp, ikram olunanın kendini, Rabbi nezdinde yüceltmesinin yanlışlığı kadar, sıkıntıya uğrayanın da Rabbini şikayet etmesinin yersizliği vurgulanmaktadır.
İnsanı, değerli yapan, hayatta tüm durumlarda, Allaha, Kurana önem ve öncelik verme derecesidir. Oysa mal, mülk, makam, şöhret vb unsurlar esas alınmakta olup bunlar, dünya hayatının süsü ve geçimliği iken, imtihan vesilesi olduğunu unutup, yaşama amacı yapılmaktadır. Hatta, bunlar uğrunda ölesiye yaşam sürdürülmektedir. Bu halde olanlar için varlıkların artması da, azalması da azmasını, yani vahye aykırı yaşam sürmesine neden olmaktadır.
17–20 - Hayır… Hayır… Doğrusu siz yetimi kerimleştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Oysa mirası yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına!
Oysa mülkün sahibini Allah olduğu bilincinde olup, malı, mülkü, makamı vb şeylerin emanetçisi olarak davranmalıdır. Emanetçinin yaptığı gibi, mülk sahibi olanın hoşnut olacağı yolda kullanmalıdır.
Tam aksine, emanetçiliği unutup, malik gibi davranıyorsunuz. Hatta daha da kötü. Malik herkese ikram ederken, emanetçi olduğunu unutan ve kendini eş koştuğunun farkına bile varmayarak malik zannedenler, zayıflara, yoksunlara haklarını vermeyip, ikram etmediği, yanlarında olmadığı, sorunlarıyla ilgilenmediği gibi bu yolda olanları dahi kuruntularla engellemektedir.
Yetimi, güç karşısında zayıf olanı, korunmaya, desteğe, yardıma, himayeye gerek duyanı kerimleştirmek demek, ikram etmek, karşılıksız vermek, sıkıntıdan kurtarmak, korumak, hasılı insan onuruna yaraşır duruma getirmeye çalışmaktır.
Yoksulu, her türlü nimetten yoksun olanı, yeme içmeden başlayıp tüm yoksun olduğu maddi ve manevi nimetlere, değerlere kavuşturmaya çalışmaktır, teşvik etmek ise, bu yolda öncü olmak, çareler üretmek, sistemler oluşturmaktır. Balık vermekle birlikte, balık tutmayı öğretmek ve bunun imkanlarını sunmanın yanı sıra bu çarkın devamlılığı sağlayacak kurumlar, düzenler oluşturmayı sağlamaktır.
Böyle olmak gerekirken, mirası, öncekilerden kalanları, toplumsal birikimi, kamunun hissesini, tüm insanlara ait olan devlet malını da düzenler, tezgahlar kurarak, vicdanını yatıştıracak aldatıcı gerekçe ve maslahatlar üreterek, büyük bir oburluk, düşüncesizlik, haksızlık ve aç gözlülükle helal haram demeden, şunun bunun hakkını gözetmeden yağmalarcasına el koymakta ve yutmaktadır
Malı, mülkü, serveti makamı, işe yarar her şeye öyle düşkün, tutkun, vurgun ki, her şeyden çok sever durumdadır. İnsan yaratılma amacını unutur. Önem ve öncelik vermesi gerekenleri es geçer. Öyle bir düşkündür ki aklı fikri yığmayla, yani sınırsız bir artırma, çoğaltma yarışıyla düğümlüdür. Böyle olunca da başına gelen azaba davetiye çıkarmakta, helaki kaçınılmaz olmaktadır.
21–23 - Hayır… Hayır… Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin geldiği ve meleklerin saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki!
Şayet bu helak olan kavimlerden ders alıp, helak oluşlarının nedenlerini anlar, Kuran ipine sımsıkı sarılır, Kuranı yaşamınıza hakim kılarsanız, öncekiler gibi yeryüzündeki zalim yönetim güçleri teker teker ufalanıp kum taneleri gibi dümdüz olur.
Rabbin adletini/düzenini/yasalarını/meleklerini saf saf tümünü uygulayınca ilahi sistem kurulur. Kuran sistemine, vahye karşı duranlar o gün ateşte, cehennemdedir. Aklının başına gelmesinin hiçbir yararı olmaz.
24-26 - Der ki: “Keşke ben bu hayatım için göndermiş olsaydım.” Artık o gün O’nun ettiği azabı kimse edemez ve O’nun vurduğu bağı kimse vuramaz.
Kuran sistemi kurulup, yaptıklarının karşılığını görünce, keşkeler peş peşe gelir. Hayatına karşı yaptığı zülmü anlar. Kendi eliyle ve tercihleriyle bu azabı hak etmenin pişmanlığıyla kıvranır.
27–30 Ey mutmain olmuş nefs! Dön Rabbine, sen O’ndan O da senden hoşnut olarak! Hemen gir kullarımın içine! Ve gir cennetime!
Yaşama amacını unutmayan, Kuranın rehberliğine teslim olan, Allaha, Kurana önem ve öncelik veren, böylece Rabbine dönen kullar, Rabbinin terbiyesinde, Kuran ahlakıyla yoğrulanlar, Kuranın ilkeleriyle yaşam sürenler, davaları Kuran olanlar her ne halde olurlarsa olsun alakaları ölçüsünde, mutmainlik nispetinde cenneti yaşamaktadır.
Aldemir

FECR SURESİ ÇALIŞMA NOTLARI

1-وَالْفَجْرِ Vel fecr.
S. Ateş Andolsun fecre (tan yeri ağarmasına),
YB Şafağa/doğan yeni döneme/doğan aydınlığa/bir anda gelen bolluk ve bereketi bir düşün.

Kelimeler :
Fecera:Yarılmak, fışkırmak, akıtmak, kaynaklanmak,
Fucur :Günahlara dalmak, haktan dönmek
Tan yerinin ağarma zamanıdır ki biz buna şafak deriz.
Oysa şafak Arapçada, Güneş battıktan sonra ufukta kalan kızartıya denir.

• 81Tekvir 17- وَالَّيْلِ اِذَا عَسْعَسَ Velleyli iza 'as'as.
S. Ateş Sırtını dönen geceye,
ASiSi: Karanlığa arka dönen,

• 81Tekvir 18- وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَ Vessubhi iza teneffes.
S. Ateş Soluk almağa başlayan sabaha,
NefeSi :Zat, şahıs, ferd, nefis, can, kalb, iç, teneffus, ortaya çıkma, aydınlanma, yarış,
SabeHa:Sabah, lamba.

• 74Müddesir 34- وَالصُّبْحِ اِذَا اَسْفَرَ Vessubhi iza esfer.
S. Ateş Ağaran sabaha,
Sifera:Sefer, yol almak, sefir, elçi, katip. Nurlu, parlak, aydınlık, aydınlatmakta olan


2- وَلَيَالٍ عَشْرٍ Ve leyalin 'aşr.
S. Ateş On geceye,
YB Birlikte yaşanan gecelere (Müzemmil süresi 20inci ayetinde bu gecelerin peygamber ve yoldaşları tarafından nasıl birlikte yaşandığı anlatılır)

Kelimeler :
Aşera : Birden fazla kişinin bir arada birbirlerine destek olarak yaşaması.
Türkçeye de geçmiş olan “aşiret” kelimesi de bu kökten türetilmiştir. Bir arada yaşayan topluluk manasında.
Arkadaş, yakın, aşiret, topluluk,
Kaynaşmak, muaşere etmek, geçinmek,
Büyük baş hamile hayvan
On

• 73Müzzemmil 4- اَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْتٖيلًا Ev zid 'aleyhi ve rettililkur'ane tertila.
S. Ateş Veya bunu artır ve ağır ağır Kur'ân oku.
Yb Veya biraz daha vakit ayırarak Kuran’ı tek tek çalışın.

Bu toplantılarda onlara Kuran’ı kapsamlı ve disiplinli bir şekilde açıkla ve onlara bunu günlük hayatlarında uygulamalarını telkin et. Kuran’ın kesin olan emirleri üzerinde tek tek çalışmalısınız (25:32)

• 73Müzzemmil 6- اِنَّ نَاشِئَةَ الَّيْلِ هِىَ اَشَدُّ وَطْپًا وَاَقْوَمُ قٖيلًا İnne naşietelleyli hiye eşeddu vat'ev ve akvemu kila.
S. Ateş Gerçekten gece kalk(ıp ibâdet et)mek daha oturaklı ve (geceleyin) söz daha etkilidir.
Yb Şu bir gerçek ki, yeni bir oluşa koyulmak üzere geceleyin çalışan/hazırlanan, yer tutma bakımından daha güçlüdür.

(Yoldaşlarını gece eğitip yetiştirmeni senden talep etmemizin birçok nedeni var) Herşeyden önce gece çalışmak insanı tembellitkten ve uyuşukluktan kuratrır. Böylece kişinin azmi artar. Aynı zamanda huzurlu sakin gecede kişinin dikkatini toplaması, konsantre olması daha kolaydır. Böylece çalışılan ders daha iyi anlaşılır.

• 73Müzzemmil 20- اِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَیِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِنَ الَّذٖينَ مَعَكَ وَاللّٰهُ يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِ عَلِمَ اَنْ سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضٰى وَاٰخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِى الْاَرْضِ يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاٰخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ فَاقْرَؤُا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرًا وَاَعْظَمَ اَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ İnne rabbeke ya'lemu enneke tekumu edna min suluseyilleyli ve nisfehu ve sulusehu ve taifetum minellezîne me'ak, vallahu yukaddirulleyle vennehar, 'alime el len tuhsuhu fetabe 'aleykum fakrau ma teyessera minelkur'an, 'alime en seyekunu minkum merda ve aharune yadribune fil'ardi yebteğune min fadlillahi ve aharune yukatilune fi sebilillahi fakrau ma teyessere minhu ve ekîmussalate ve atuzzekate ve akridullahe kardan hasena, ve ma tukaddimu lienfusikum min hayrin teciduhu 'indallahi huve hayrev ve a'zame ecra, vestağfirullah, innallahe ğafurur rahîm.
S. Ateş Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını; Seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Geceyi ve gündüzü takdir eden Allâh, sizin onu sayamayacağınızı bildiği için sizi affetti. Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun. Allâh, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allâh'ın lutfunu arayan başka kimseler ve Allâh yolunda savaşan daha başka insanlar bulunacağını bilmiştir. Onun için Kurân'dan kolayınıza geldiği kadar okuyun. Salatı ikame edin, zekâtı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Kendiniz için verdiğiniz hayırları, Allâh katında verdiğinizden daha hayırlı ve mükafatça daha büyük bulacaksınız. Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allâh, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

Yb Senin Rabbin hiç kuşkusuz senin ve seninle beraber olanlardan bir grup arkadaşınla/yoldaşınla, bazen gecenin üçte ikisinden daha azını, bazen yarısını, bazen de üçte birini programınızı başarmak için ayakta geçirmekte olduğunuzu biliyor. Ancak, Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. (Bu programın uygulandığını görebilmek için çok hevesli ve isteklisiniz o yüzden uyumaya yeterli vakit ayırmıyorsunuz) Ancak, bu uzun çalışma saatlerine daha fazla katlanamayacaksınız. O size dayanamayacağınız yorucu çalışmalara acil durumlar haricinde müsaade etmez. Normal durumlarda makul sınırlar dahilinde çalışma yapılmalıdır. Allah sizin için kolaylık ister. Dolayısıyla Ey resül, Kuran’dan yoldaşlarının en pratik bir biçimde öğrenebilecekleri kadarına razı ol. O bazılarınızın zayıf olduğunu ve hastalanabileceklerini biliyor. Bazılarınız da geçimini kazanmak için başka yerlere gitmek zorunda kalabilir. Bazılarınızda bu ilahi sistemi savunmak için savaşmak zorunda kalabilir. Bunun için dayanma gücüne sahip olmak ve sıhhatli olmak gerekir. Yavaş yavaş salat sistemini kurmaya ve insanların gelişip büyümesini sağlamaya çalışın. Bu hedef için tüm varlığını ilahi sisteme (borç olarak ver) teslim et. İlerde verdiğin borç sana katlanmış olarak dönecektir. Diğer bir deyişle bu kurulacak olan ilahi sistem, onun için harcadığınız her türlü çaba ve malın karşılığını size kat kat verecektir. Allah`tan düşmanlarınıza karşı korunma dileyin. Hiç kuşkusuz Allah çok koruyucu, çok esirgeyicidir.



3- وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ Veşşef'i velvetr.
S. Ateş Çift'e ve tek'e,
YB İyiliğe eklenen iyiliğe ve birbiri ardından kesintisiz gelenlere

Kelimeler :
Şefea : İyilik üstüne iyilik eklemek/çiftlemek
Çift, şefaat, yardım, yardımcı olma,

Vetera : Kesintisiz olarak birbiri ardından gelen (Örneğin: Hadislerin “tevattür” olması ravilerinin kesintisiz olarak birbiri ardından gelmesi demektir)
Tek, birer birer, grup grup, birbiri ardından, kesintisiz,


4- وَالَّيْلِ اِذَا يَسْرِ Velleyli iza yesr.
S. Ateş Gitmekte olan geceye.
YB Ve gece/karanlık devir göçüp gidince
Kelimeler :
YeSira :Geçip gitmek, çıkmak,
Seyyid, efendi, şerif, şerefli, küçük nehir, akıntı, kanal, ark 19/24
İza :..ince, …dığında, …dığı zaman,


74Müddesir 33- وَالَّيْلِ اِذْ اَدْبَرَ Velleyli iz edbeder.
S. Ateş Dönüp gitmekte olan geceye,
Debera:Kökü, arkası, tedbiri, sonunu düşünmek,



5- هَلْ فٖى ذٰلِكَ قَسَمٌ لِذٖى حِجْرٍ Hel fi zalike kasemul lizi hicr.
S. Ateş Bu (anıla)n (şeyler)de akıl sâhibi için bir yemin var, değil mi?
YB Bunlarda insanları engelleyenlere bir pay/katkı var mıdır!? (Elbette yoktur anlamında soru)
YB Uzun geceler birlikte çalışılarak çaba sarf edilerek ardarda kesintisiz bir şekilde iyiliğe iyilik eklenerek karanlık devire son verilerek getirilen bu aydınlık bereketli günlere o, insanlara engel koyanların bir katkısı var mıdır?

Kelimeler :
Hacera : Bir şeyin etrafına engel koymak, engelle çevirmek
Haram, yasak, men etmek, alıkoymak dokunulmaz,
Akıl,
Taş, oda, kucak, himaye,

Kasem: Bir şeyi bölmek, kısımlarına ayırmak, taksim etmek
Paylaşmak, bölüşmek, pay, hisse, katkı
Yemin,
Zeleke : Zalike, o , şu.
Hel :Mi soru edatı
Leze :Liz, Sahip




6- اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ
Elem tere keyfe fe'ale rabbuke bi'âd.
S. Ateş Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd (kavmin)e?

7- اِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِ İrame zatil'imâd.
S. Ateş Sütunlu İrem'e?
Yb O herşeyin desteğini alan (Ad’i) kökünden silip süpürdü
Kelimeler :
(ارم) E-Re-Me = bir şeyi kökünden silip süpürmek, ortadan kaldırmak
(الْعِمَاد) el-imad = herkesin desteğini almış olan, yönetici/reis, dayanak

8- اَلَّتٖى لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِى الْبِلَادِ Elleti lem yuhlak misluha filbilad.
S. Ateş Ki ülkeler arasında onun eşi yaratılmamıştı.
Yb Ülkelerde benzeri yapılmamış/inşa edilmemiş/yaratılmamış ve herkesin desteğini almış olan Ad’ı Rabbinin nasıl kökünden silip süpürdüğünü görmedin mi?

Kelimeler :

Âd kavmi, siyasî, ekonomik açıdan büyük bir güç olmuş ve İrem Bağları diye anılan, muhteşem sarayların, ihtişam ve zenginliğe ulaşmış, ancak bu denli azmış, sapmış bir kavim olup, A’râf 50–60, Şuara 123–140, Ahkâf 21–28, Kamer 18–22 ve Fussılet 13–16 sürelerde açıklanır.

• Âd’a da kardeşleri Hûd’u [gönderdik] . Dedi ki: “Ey kavmim / halkım! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yok. Siz uydurmacılardan başka bir şey değilsiniz.” Hûd; 50.
• Her yüksek tepeye şaşılacak bir bina kurarak mı eğleniyorsunuz? Belki sonsuzlaşırız diye sanayi üreten yerler [fabrikalar] mi edinirsiniz? Yakaladığınız vakit de zorbaca mı yakaladınız? Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin.” Şuara; 128–131.
• Halkının inkârcı ileri gelenleri “Biz seni bir beyinsizliğe düşmüş görüyoruz ve kesinlikle senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz” dediler. A’râf; 66.
• Dediler ki: “Sen, yalnız Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın kulluk etmekte olduklarını terk etmemiz için mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen hadi bize bizi tehdit ettiğini getir.” A’râf; 70.
• Dediler ki: “Ey Hûd! Bize bir açık kanıt ile gelmedin. Senin sözünle ilâhlarımızı terk edecek değiliz. Biz sana inananlar da değiliz.” Hûd; 53.
• Dediler ki: “Sen ha öğüt vermişsin, ha öğüt verenlerden olmamışsın; bizim için aynıdır. Bu, öncekilerin hayat tarzlarından başka bir şey değil. Biz azaba uğratılacaklar değiliz.” Şuara; 136–138.
• Andolsun, onlara size vermediğimiz imkân ve kudreti vermiştik. Onlar için işitme gücü, gözler ve gönüller de oluşturmuştuk. Fakat ayetlerimize karşı direndikleri zaman işitme güçleri de, gözleri de, gönülleri de kendilerine hiçbir yarar sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı ve alaya aldıkları şey onları çepeçevre kuşatıverdi. Ahkâf; 26.
• Nihayet onu vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde: “Ha işte!”, dediler, “bu bize yağmur getirecek bir bulut!” Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi; Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr. Sonunda o hale geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Günahkârlar topluluğunu işte böyle cezalandırırız Biz. Ahkâf; 24–25.
• Allah’ın astlarından yakınlık sağlamak için edindikleri ilâhlar onlara yardım etseydi ya! Tam aksine, onlardan uzaklaşıp kayboldular. Bu, onların yalanları ve uydurup durduklarıydı. Ahkâf; 28.
• İşte bu, Rablerinin ayetlerine kafa tutan, O’nun elçilerine isyan eden ve her inatçı zorbanın emrine uyan Ad’dır. Bu dünyada ve kıyamet günü arkalarına lanet takıldı. Dikkat edin; Âd, Rablerine nankörlük etmişti. Dikkat edin, Hûd’un kavmi olan Âd geri gelmez oldu. Hûd; 59 60.
 

aldemira

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Kas 2011
Mesajlar
85
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
67
Aldemir

FECR SURESİ ÇALIŞMA NOTLARI dsevamı


9- وَثَمُودَ الَّذٖينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِ Ve semudellezîne cabussahre bilvâd.
S. Ateş Vâdi('l-Kurâ)da kayaları oya(rak evler yapa)n Semûd (kavmin)e?
Yb vadilerde kayaları kesen Semud kavmine
Kelimeler :
Semede: Suyu kıt olan, az su, kırağı, çiy. Su sarnıçları, az su bulunan çukurlar, çukur kazılıp suyun bulunamaması durumu “semd” sözcüğüyle ifade edilir. (Tacü’l-Arus, 4/373, 374 ve Lisanü’l-Arab, 1/698 HY.
Semud kavmi, kayaları kesen, oyan, şatolar yapan, az suya rağmen sarnıç vb yöntemlerle döneminin ve coğrafyasının ileri gitmiş ülkelerinden olup, yoldan çıkmaları sonucu uyarılar gönderilmiş ve azgınlıklarına devam etmiş olmaları nedeniyle helak olmuş kavimlerdendir. Semud kıssasında deve sembolüyle anlatılmak istenen Allah’ın hakkıdır, toplumun hakkıdır, yoksulun hakkıdır. Kur’ân’da A’râf sûresinin 73–79; Şuara sûresinin 141–159; Neml sûresinin 45–53; Hud sûresinin 61–68; Kamer sûresinin 23–32; Şems sûresinin 11–15; Fussılet sûresinin 17,18 ve Hakka sûresinin 4–8 sürelerinde açıklanır.
• Semûd’a da kardeşleri Salih’i [gönderdik] . Dedi ki: “Ey halkım! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yok. Sizi yeryüzünden oluşturan ve size orada ömür geçirten O’dur. Artık O’ndan af dileyin. Sonra O’na tövbe edin. Rabbim Karib’dir [çok yakındır] ,Mucib’dir [cevap verendir] .”Dediler ki: “Ey Salih! Sen bundan önce aramızda aranan/ümit beslenen bir kişiydin. Şimdi kalkmış, atalarımızın kulluk ettiklerine kulluk etmemizi mi yasaklıyorsun? Gerçek şu ki, biz, bizi çağırdığın şey hakkında kafaları karıştıran bir kuşku içindeyiz.” Hûd; 61–62.
• Dediler: “Sen ve beraberindekiler yüzünden başımıza uğursuzluk geldi [Seni ve beraberindekileri uğursuzluk belirtisi sayıyoruz.] ” Dedi: “Uğursuzluk kuşunuz Allah katındadır. Daha doğrusu siz, sınanan bir halksınız.” Neml; 47.
• Bir imtihan aracı olarak kendilerine dişi deveyi göndereceğiz. Artık gözetle onları ve sabret. Suyun, aralarında bölüştürüleceğini de onlara bildir. Her su alış, içiş nöbetlidir/içilecek her miktar hazırlanmıştır. Kamer; 27–28.
• Kibre sapanlar “Biz sizin inandığınızı inkâr edenleriz” dediler. Bu arada dişi deveyi boğazladılar. Ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar: Dediler ki: “Ey Salih! Eğer Allah tarafından gönderilenlerdensen, bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir.” A’râf; 76,77.
• Biz, onlar üzerine bir tek ses gönderdik de, ağılcının serptiği kuru ot gibi kırılıp ufalanıverdiler. Kamer; 31.
• Zulme sapmış olanları o korkunç titreşimli ses yakaladı da öz yurtlarında yere çökmüş hâle geliverdiler. Sanki hiç hayat sürmemişlerdi [zenginlik taslamamışlardı] . Orada. Dikkat edin! Semûd kavmi, Rablerine nankörlük etmişti. Dikkat edin, Semûd yok olup gitmiştir. Hûd; 67,68.
• İşte, onların, işledikleri zulümler yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri… Hiç kuşkusuz bunda, bilen bir halk için bir âyet/gösterge vardır. Neml; 52.


10- وَفِرْعَوْنَ ذِى الْاَوْتَادِ Ve fir'avne zil'evtâd.
S. Ateş Ve kazıklar sâhibi Fir'avn'a?
Yb o kazıkların/askerlerin sahibi Firavun'a

Kelimeler :
Vetede = kazık çakmak, bir şeyi sıkıca sabitlemek evtad(çoğul) kazıklar, çadırların iplerinin bağlandığı kazıklar, reisler, askerler
Kazıklar sahibi: Arapçada eski bir bedevî terimidir. Deyimsel olarak “güçlü bir otorite” yahut “sarsılmaz, yıkılmaz bir güç”ten mecaz olarak kullanılmaktaydı. Bir bedevî çadırını ayakta tutan kazıkların sayısı, o çadırın büyüklüğüne bağlıydı. Çadırın büyüklüğü, her zaman çadır sahibinin statüsüne ve gücüne göre değişmekteydi. Bundan dolayı güçlü bir kabile reisi için çoğu zaman “sayısız direkler üstünde duran çadırın sahibi” tanımlaması yapılırdı.
78Nebe 7- وَالْجِبَالَ اَوْتَادًا Vel cibale evtada. Dağları birer kazık? âyetinde olduğu gibi yere çakılmış gibi sağlam, yüksek dağlar "kazıklar" diye nitelendirilmiş olup, onun yaptırdığı, dağlar gibi yüksek Piramitlere işarettir.

Bu kıssaların ana çizgileriyle hatırlatılması, o dönem insanların, bunlardan haberdar olduklarını gösterir. Sâffât 133-138- Lût da gönderilen elçilerdendi. Onu ve ailesini kurtardık. Yalnız (azâbda) kalacaklar arasında bulunan ihtiyar bir kadın hariç. Sonra ötekileri kırdık. Siz onların yanlarından geçip gidiyorsunuz: sabahleyin ve geceleyin. Düşünmüyor musunuz?"


11- اَلَّذٖينَ طَغَوْا فِى الْبِلَادِ Ellezîne tağav filbilâd.
S. Ateş Bunlar ülkelerde azmışlardı.
Kelimeler :
Tagave:Tagut, put, azmak, haddi aşmak, afet,zorba,ahmak,

12-فَاَكْثَرُوا فٖيهَا الْفَسَادَ Feekseru fihelfesâd.
S. Ateş Oralarda çok kötülük etmişlerdi.
Yb fesadı/bozgunculuğu çoğaltmışlardı

Kelimeler :
Fesede: Fesat, bozulmak,
Bu tâğûtlar tuğyan etmişler, hak ve adalet sınırlarını aşmışlar, büyük bir yozlaşmaya ve çürümeye neden olmuşlardı. Zulüm, israf, zevk ve eğlenceye aşırı düşkünlükle Rabbi unutmuşlar; fesat çıkarmışlar, düzeni [ilâhî dengeyi], ahlâkı ve fikri yozlaştırmışlardı. Onun için yeryüzünde fitne ve fesat çıkaranlar, tâğûtluk edenler, azgınlık, taşkınlık ve bozgunculuk yapanlar Allah’ın görmediğini, bilmediğini, yaptıklarından gafil olduğunu, dolayısıyla da Allah’ın azabından kaçıp kurtulacaklarını sanmamalıdırlar. HY.


13- فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍ Fesabbe 'aleyhim rabbuke sevta 'azâb.
S. Ateş Bu yüzden Rabbin onların üzerine azâb kırbacını çarptı.
Kelimeler :
SeveTa:Kamçı, karışık,

Ankebût 40- Hepsini günahıyla cezalandırdık: Onlardan kiminin üstüne taş yağdıran bir fırtına gönderdik, kimini korkunç ses yakaladı, kimini yere batırdık, kimini de boğduk".

42Şûra 40- وَجَزٰٶُا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمٖينَ Ve cezau seyyietin seyyietum misluha, fe men afa ve asleha fe ecruhu alellah, innehu la yuhibbuz zalimîn. Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun mükafatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.

78Nebe 26 جَزَاءً وِفَاقًا Cezaev vifaka. Yaptıklarına uygun bir ceza olarak.

14- اِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ İnne rabbeke lebil mirsâd.
S. Ateş Elbette Rabbin gözetleme yerindedir (her an kullarının fiillerini gözetlemektedir).

Kelimeler :
RaSade: Rasat, gözetleme, hazırlık yapma

15- فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰیهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّٖى اَكْرَمَنِ Feemmel'insanu iza mebtelahu rabbuhu feekremehu ve na'amehu feyekulu rabbi ekramen.
S. Ateş Fakat insan öyledir; Rabbi ne zaman kendisini sınayıp ona ikrâmda bulunur, ona ni'met verirse: "Rabbim bana ikrâm etti" der.
Yb İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisine değer verir/kerimleştirir ve nimetler verirse: "Rabbim beni değerli kıldı/kerimleştirdi" der.
Gerçek şudur ki insan vahiyden uzaklaşır ve aklını kullanmaz olunca “yasa” konsepti gözlerinin önünden yok olur. İyi veya kötü her olan şeyin kendilerinin ferdi veya kolektif olarak yaptıklarının bir sonucu olduğunu unuturlar. Bu gerçeği realize edemeyenler her şeyin şans eseri oluştuğunu zanneder. Bu anlamdaki bir kimsenin hayatında iyi şeyler gerçekleştiğinde bu iyi şeylerin hangi davranışlar sonucu oluştuğuna bakmadan Allah’ın koyduğu ceza yasalarının(karşılık verme yasalarının) olmadığı anlamında “Bu bana dilediğini dilediğine bağışlayan Allah’ın bağışıdır” deyip işin içinden çıkıverir. Bir insanın bir şeyi dilemesi o kişin ihtiyaçları ve arzuları ile yönlendirilen kaprisleri ve duyguları iledir. Peki hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah’ın dilemesi bir beşerin dilemesi gibi anlaşılabilir mi? Allahın dilemesi kendi koyduğu yasalara göredir. İyilik yapan iyilik bulur kötülük yapan kötülük bulur. İyinin karşılığı iyilik kötünün karşılığı kötülüktür. YB
Kelimeler :
Enese:İnsan, anlamak, farkına varmak, gözüne çarpmak.
Beleve:İmtihan,

16- وَاَمَّا اِذَا مَا ابْتَلٰیهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّٖى اَهَانَنِ Ve emma iza mebtelahu fekadera 'aleyhi rizkahu feyekulu rabbi ehanen.
S. Ateş Ama Rabbi onu sınayıp rızkını daraltırsa: "Rabbim beni alçalttı (perişan etti)" der.
Yb Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa/ölçülendirirse: "Rabbim beni aşağıladı" der.
Diğer taraftan yaşamında kötü şeyler ortaya çıktığında yaşamı zorlaştığında da bu kötülüklere ve zorluklara sebep olan davranışlarını araştırma zahmetine katlanmadan hemencecik “hiçbir neden yokken Rabbim beni aşağıladı” deyip işin içinden çıkmaya çalışır.YB
Kelimeler :
Hevene:Kolay, basit, düşüklük, aşağılık, zillet,
Kadere:Ayarlama, takdir, daraltma,kıymet, azamet,güç, kudret, miktar, süre, tencere,

Hacc 11- İnsanlardan kimi de Allah'a bir kenardan, ibâdet eder. Eğer kendisine bir hayır gelirse onunla huzûra kavuşur (sevinir) ve eğer başına bir kötülük gelirse yüz üstü döner. O, dünyayı da, ahreti de kaybetmiştir. İşte apaçık ziyan budur.

17- كَلَّا بَلْ لَا تُكْرِمُونَ الْيَتٖيمَ Kella bel la tukrimunelyetîm.
S. Ateş Hayır, doğrusu siz (Allah'tan ikrâm bekliyorsunuz ama kendiniz) yetime ikrâm etmiyorsunuz.
Yb Hayır… Doğrusu siz yetimi kerimleştirmiyorsunuz.
Bu tarzda düşünenler yanılgıdadır. Allah hiçbir kimseyi ne kayırır ne de aşağılar. Sizin aşağılanmanızın sebebi insana değer vermeyen-özellikle yanlız güçsüz (yetim) kişilere değer vermeyen öte yandan gücü kuvveti ve malı elinde tutanı değerli gören bir toplum anlayışı oluşturmuş olmanızdandır.YB
Kelimeler :
ikram”, üstün kılma, saygın hâle getirme demektir. Bu da eğitim vermekle, fırsat vermekle, iş imkânı vermekle mümkün olabilir. Bir başka ifade ile ikram , “aç, susuz, öğretimsiz, eğitimsiz, becerisiz bırakma, toplumda seviyesiz hâle getirme” demek olan “ قهر - kahr etmenin” tam tersidir.HY

18- وَلَا تَحَاضُّونَ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْكٖينِ Ve la tehaddune 'ala ta'amilmiskîn.
S. Ateş Yoksula yedirmeğe teşvik etmiyorsunuz.
Kelimeler :
Hada:Teşvik etmek,
Sikefne:Sakin, boynu bükük, meyletme,teskin olma,ülfet, ikamet, mesken, huzur, mutmain, sebat,bıçak,
Miskin :sözcüğü fıkıh literatüründe “fakirden daha yoksul olan kimse” olarak tanımlanmıştır. Gerçekte “miskîn” sözcüğü “sakin olmak, hareketsiz durmak” anlamındaki “سكن - sekene” sözcüğünün türevlerindendir. Lisanü’l-Arab adlı eserde “sekene” sözcüğünün esas anlamının “واضع - eğilen/boynunu büken, tevazu gösteren” demek olduğu belirtilmektedir. (Cilt 4, Sh. 630–635, Sekene maddesi ) HY.
Bu iki anlam bir arada düşünülürse, “miskîn”in gerek fakirlik yüzünden gerekse başka bir etken nedeniyle hareketsiz kalmış, serbest hareket imkânını kaybetmiş, boynu bükülmüş kimse” olduğu anlamına ulaşılır.

19- وَتَاْكُلُونَ التُّرَاثَ اَكْلًا لَمًّا Ve te'kulunetturase eklel lemma.
S. Ateş Mirâsı hırsla yutuyorsunuz.
Kelimeler :
Ekele :Yemek, tüketmek, yakıp bitirmek, haksız yemek
Verase :Varis, miras, sahip olma, ele geçirme,
Lememe:Eksiksiz, tamamen yeme
Hatta başkalarının [zayıfların] mirasına [toplumun onlar için harcayacağı birikime, onların toplum zenginliği içindeki paylarına] el koyuyor, onu büyük bir oburluk, düşüncesizlik ve aç gözlülükle yiyorsunuz. Malı da sınırsız bir sevgiyle öyle çok seviyorsunuz ki, aklınıza ne hesap vereceğiniz geliyor, ne de Rabbiniz. HY

20- وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُبًّا جَمًّا Ve tuhibbunelmale hubben cemma.
S. Ateş Malı pek çok seviyorsunuz.
Kelimeler :


21- كَلَّا اِذَا دُكَّتِ الْاَرْضُ دَكًّا دَكًّا Kella iza dukketil'ardu dekken dekka.
S. Ateş Hayır, yer birbiri ardınca sarsılıp dümdüz edildiği zaman,
Yb Hayır.(bu düzen böyle devam edemez) Bu düzenin sahipleri yeryüzünde tek tek ezildiklerinde

Kelimeler :
Dekeke:Kırmak, ezmek, düzleme, paramparça, tesviye etme,
Yükseği dümdüz etmek veya kırıp un ufak etmek anlamlarına gelir ki bu, birbiri ardınca gelen iki deprem ile dağların yerle bir edilip yüksekliklerin ve alçaklıkların düzleneceğine işarettir. "O gün o deprem sarsar, ardından bir deprem daha gelir"SA

Erada: Arz, yer, arazi, ülke, memleket, ağaç kurdu,

22- وَجَاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا Ve cae rabbuke velmeleku saffen saffa.
S. Ateş Melekler sıra sıra dizili durumda Rabbin geldiği zaman.
Yb Rabbin sistemi gelip tüm güçlerini teker teker düzenlediğinde

Dağ gibi duran zalim yönetim güçleri teker teker ufalanıp kum taneleri gibi dümdüz edildikten sonra onların yerine gelenler Rabbin adaletini/düzenini/yasalarını/meleklerini saf saf dizecekler ve ilahi sistemi kuracaktır.YB
Rabbimizin fizikî olarak gelmesi ve bizim de O’nu görmemiz söz konusu olmadığına göre, takdir edilecek anlamlar şöyle olabilir: Rabbinin hesaba çekmeye dair emri geldiği vakit. Gücü, haşmeti, kahrı geldiği zaman. Yüce ayetleri geldiği zaman vb.HY
Kelimeler :
Meleke:Meleke, yetenek, güç, mülk, melik, saltanat, idare, düzen, melek, haberci,
Ceyee :Gelmek, tahakkuk etme, yapma, işleme

23- وَجٖیءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ وَاَنّٰى لَهُ الذِّكْرٰى Ve ci'e yevmeizim bicehenneme yevmeiziy yetezekkerul'insanu ve enna lehuzzikra.
S. Ateş Ve cehennem de getirildiği zaman. İşte o gün insan anlar, ama artık anlamanın kendisine ne yararı var?
Yb o gün (eski düzen sahiplerine) cehennem de getirilmiştir (bir zamanlar zulmettikleri insanlara yaşattıkları cehennem hayatı şimdi kendilerinin olacak); o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki!
Kelimeler :
Zekere: Hatırlamak, anmak, söylemek, tefekkür, kadrini bilme, övme, yaparak hatırlama,kitap,nebi,şan, şeref, kıssa


24- يَقُولُ يَا لَيْتَنٖى قَدَّمْتُ لِحَيَاتٖی Yekulu ya leyteni kaddemtu lihayati.
S. Ateş (O zaman insan): "Âh, keşke ben bu hayâtım için (iyi işler yapıp) gönderseydim!" der.

Kelimeler :
Kademe:Başa geçme, yönetme, öncü, ileri geçme, önceden yapma, , hazırlama, eski, ayak

25- فَيَوْمَئِذٍ لَا يُعَذِّبُ عَذَابَهُ اَحَدٌ Feyevmeizil la yu'azzibu 'azabehu ehad.
S. Ateş O gün O'nun yapacağı azâbı kimse yapamaz.
Artık o gün O'nun ettiği azabı kimse edemez/artık kimseye azap yoktur
Kelimeler :
Azebe:Tatlı, lezzetli 25/53; azap, işikence,

26 -وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُ اَحَدٌ Ve la yusiku ve sakahu ehad.
S. Ateş Ve O'nun vuracağı bağı kimse vuramaz!
ve O'nun vurduğu bağı kimse vuramaz. /artık herkes özgürdür.
Kelimeler :
Veseka:Saglam söz, ahid, emniyet etme,güvenme, bağ,
25-26 ncı âyetlerdeki zamirlerin Allah'a gitmesi de, insana gitmesi de muhtemeldir. Zamirlerin Allah'a gitmesi durumunda mânâ şöyledir: "Hiç kimse, o gün Allah'ın yapacağı azâb gibi azâbedemez. Hiç kimse O'nun vuracağı bağ gibi bağ vuramaz". O gün hiç kimse onun azabını etmez, onun bağını başkası vurmaz. O kendi yaptığı işlerle kendisine azâbeder, kendi işleriyle kendisine bağ vurur. Yani kimse kimsenin cezasını çekmez. Herkes kendi cezasını çeker, kendi zincirlerini taşır."SA

27- يَا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ Ya eyyetuhennefsulmutmeinneh.
S. Ateş Ey huzûra eren nefis!
Kelimeler :
Tamene:Tatmin olma, huzur ve sukun bulma

Ra’d 28- Allah’ı anmak, akılda tutmak ve unutmamakla mümkündür
Yüce Allah: "Nefse ve onu biçimlendirene" Şems Sûresi: 7. âyetinde olduğu gibi nefsi genel zik'rettiği gibi " Muhakkak nefis, kötülük emredicidir" Yûsuf Sûresi: 53. âyetinde olduğu gibi bazan onu "kötülük emredici" sıfatı ile; " Yoo, kınayan nefse and içerim" Kıyamet Sûresi: 2. âyetinde olduğu gibi bazan "kınayan" sıfatı ile ve burada olduğu gibi bazan da "mutmainne" sıfatı ile anmıştır.

28- اِرْجِعٖى اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً İrc'i ila rabbiki radiyetem merdiyyeh.
S. Ateş Râzı edici ve râzı edilmiş olarak Rabbine dön!
Kelimeler :
Radave:Sevmek, razı olma, tercih etme, kanaat etme
Racea :Dönme, çevirme, iade, yağmur

29- فَادْخُلٖى فٖى عِبَادٖی Fedhuli fi 'ibadi.
S. Ateş (İyi) Kullarım arasına gir!
YB Hemen gir hizmetime/insanlığın hizmetine!
Kelimeler :
Dehale:Girmek, katılmak, cima, hile tuzak, aldatma,

30- وَادْخُلٖى جَنَّتٖی Vedhuli cenneti.
S. Ateş Cennetime gir!

Kelimeler :
Fussılet; 30–32-Şu bir gerçek ki, “Rabbimiz Allah’tır!” deyip sonra dosdoğru gidenler üzerine melekler [Kur’ân âyetleri] habire iner [içlerine işler] de şöyle derler: “Korkmayın, üzülmeyin! Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz sizin, dünya hayatında da âhirette de [yardımcı, yol gösterici] yakınlarınızız. Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var. Sizin içindir orada ne istiyorsanız.” Gafur ve Rahîm Allah’tan bir ağırlama olarak…:
Rabbimizin kastettiği kullar, yaşayan Kuran olan ve bu yolda çaba sarf eden kişiliklerdir.
 

aldemira

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Kas 2011
Mesajlar
85
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
67
kuranda dua

DUA KAVRAMI
Kuranı Kerimde Furkan Suresinin en son ayetinde 25/77 de yer alan:
25/77 قُلْ مَا يَعْبَٶُا بِكُمْ رَبّٖى لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا
25/77 Kul ma ya'beu bi kum rabbi lev la duaukum fe kad kezzebtum fe sevfe yekunu lizama.
De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! …

Duanız olmazsa değeriniz yok, duanız varsa değeriniz var. Peki dua ne demek, ne anlamda kullanılmış, duadan ne anlamalıyız.
“Dua kul ile Allah arasında bir diyalog anlamını taşır. Bir başka söyleyişle dua; sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Duâ, insanın kendi kendine yetmediğinin ifadesidir. Dua, Allah'a çıkarılmış dâvettir. Dua, insanın kendi kendine yetmediğini bilmesidir. “Dua, var gücünü, olanca çabasını harcayıp bitiren insanın Allah'a saldığı "imdat" sayhasıdır(A Kalkan)”.
Dua, insanın Allah karşısında esas duruşudur. Dua Kulluğun iliğidir. Dua eden kalp Allah’la diyalog halindedir. Allah insan ilişkisinde çift boyutlu bir özelliğe sahiptir, kulluk insanın Allah’a duası, vahiy Allah’ın insana duasıdır. Dua kulluktur, kulluk duadır(İslamoğlu)”.
“Duâ bir yükseliştir. Her dua ruhtan bir filizin yeşermesi, boy sürmesidir. Dua, fâni maddeden mana sonsuzluğuna doğru bir sıçrayıştır. Dua, hesaplaşma ile birlikte ruhun nur denizlerinde yıkanmasıdır; temizlenmesi ve güçlenmesidir. Dua, bir yeniden doğuştur. Dua, sessiz inilti, gürültüsüz feryattır. Dua, en manalı sessizliktir. (A Kalkan)”.
“Sözlükte dua çağırmak, yalvarmak, davet etmek, ileri sürmek, celbetmek, istemek, teklif etmek, teşvik etmek, sevk etmek, hatırlatmak, namaz kılmak, bir şey için Allah'a yalvarmak, bir şeye karşı Allah'tan yardım dilemek, propaganda yapmak, meydan okumak, referans göstermek manalarına gelmektedir Bayraklı”.
Cahiliye dönemi arapları hayvanlarını sağdıkları zaman hayvanın memelerinde hayvanı daha fazla süt yapmaya teşvik amacıyla az bir miktar süt bırakırlardı. Bu bırakılan süte (الداعية) El-da’iye (çağıran/dua eden) adı verilirdi. (daha fazla sütü çağıran) Bu anlamda insanın duası da; onun ilerdeki iyi, güzel performansını arttıracak olan duygularının mahmuzlanmasıdır (YB)
“Duâ ile en gizli, en mahrem duygularımızı dile getirir, içimizi boşaltır, ümidimizi kuvvetlendirir, korkularımızı hafifletiriz. Duâ, içimize eşsiz bir rahatlık verir, gerginliklerimizi giderir. Duâ ile kendimizi Allah'a daha yakın hissederiz. Duâsız bir insan, ışıksız bir mahzene benzer. Duâsız insan, yalnızlığın karanlık hapishanesi içinde çırpınan bir zavallıdır. Duâ ile benlik duvarlarını aşabiliriz. Çünkü duâ, engel ve uzaklık tanımaz. Zaman ve mekânlar ona engel olamaz. Duâ ile sonsuz aczimizi yüce Allah'ın sonsuz kudretine bağlama saâdetine ereriz. Duâ ile ruh gücümüzü kanatlandırırız. Duâda iç varlığımız aydınlanır. Duâda kendi gücümüzle değil; Allah'ın sonsuz gücüyle iç ve dış düşmanlarımıza meydan okuruz. (A Kalkan)”.

Bu ve benzeri tanımlamalar yapıla gelmiştir. Dua kelimesinin kök anlamları kısaca şöyle sayılmaktadır.
1. Davet, Çağrı,
2. Dava İddia,
3. Bağ, bağlantı, dayanak,
4. Arzu, istek, yöneliş, teklif, teşvik,
5. Allah'tan yardım dilemek,

Bu Manalarla Birlikte Ayet Düşünüldüğünde Duanın Ve Ayetin Anlamları Şöyle Olmaktadır:

1- Duanız Davetiniz, çağrınız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!
Buradaki davet iki yönlüdür.
Birincisi; Allah’ı davet, çağırmaktır. Yaşantımızda Allah’ı, Kitabı işlerimize davet etmek çağırmaktır. Bir iş yaparken Onun buyruklarını dikkate almaktır. Her işimize Rabbimizi dahil etmektir. Onun istek ve emirlerine göre hayatımıza yön vermektir. Kurana uygun yaşamaktır. Kuranı dikkate alarak, işlerimizi sürdürmektir. Peygamberlerin yaptığı gibi.
Bunu yapmıyorsak yani davetimiz yoksa, Kuranı işlerimize davet etmiyorsak, Kuranı kale almıyorsak, önem ve öncelik verip ona göre hayat sürmüyorsak, Kuranın Rabbi ne diye bize değer versin!
O halde hayatımızı şekillendirirken Rabbimizi, Kuranı dikkate alıp Onun öğretisine göre yaşam sürersek, yani duamız davetimiz çağrımız olursa, olduğu kadar değerimiz olmaktadır.
İkincisi; Allah’a davettir, çağırmaktır. İnsanları, toplumları, düzenleri Allah’a Kurana çağırmaktır, davet etmektir. Peygamberlerin yaptığı gibi, tüm insanlığa Allah’ı Kuranı hatırlatmak, tebliğ etmek ve Rabbimize davet etmektir. Bunu amaç edinmektir. Öncekiler gibi Kelimetullahı yeryüzüne duyurmak, hakim kılmak için çalışmaktır.
Bunu yapmıyorsak yani Allah’a, Kurana davetimiz, çağrımız yoksa, hayata Allah’ı Kuranı çağırmıyorsak, yani onun ilkelerini uygulamıyorsak, bunu amaçlayarak yaşamıyorsak Rabbimiz ne diye bize değer versin!

Bu çağrıyı (Bayraklı) daveti yapanlar açısından bölümlere ayırarak ele almaktadır:
a. Allah'ın çağrısı
1. Yüce Allah barış yurduna çağınr
Allah selam yurduna çağınr. Yunus/25'te Ayetteki selam kavramı, barış, güven, kurtuluş manalarına gelmektedir.
2. Öldükten sonra diriltmek için çağırır
Göklerin ve yerin Allah'ın buyruğu altında sapasağlam durmaları da O'nun mucizevi işaretlerindendir. Sonunda Allah, sizi bir tek seslenişle yerden kalkmaya çağırdığında, hepiniz ortaya çıkacaksınız. [Rum/25]
3. Allah cennete ve affa çağırır
(Allah, kendi izni ile sizi cennete ve affa çağırır). [Bakara/221]
Allah Teala kullan için daima iyiyi takdir ettiği için, onları cennete, affa çağırmakta; kullar ise bu çağrıya kulaklarını tıkamaktadırlar.

b. Peygamberin çağırması
1. Allah'ın yoluna çağırırlar
Resulüm! Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. [Nahl/125]
2. İslâm'a çağırırlar
Saf/7'de (İslâm'a davet edildiği halde...) ifadesi yer almaktadır. Buradaki çağrı fiili meçhul kalıbından getirilmiştir. Kişiyi İslâm'a davet edenlerin ilki peygamberlerdir. Bu nedenle, meçhul fiilin öznesi olarak peygamberleri aldık.
3. İnsanlığa çağrıda bulunurlar
Yüce Allah Şura/l5'te Hz. Peygamber'e çağrıda bulunması için emir vermiş, fakak neye çağıracağını belirtmemiştir. Zemahşeri bunun, hanif milletine bir davet olduğunu ifade etmiş; Fahruddin Razi, Hazin, Kadı Beydavi ve diğer müfessirler de bu görüşe katılmışlardır.
Bize göre buradaki çağrı, tevhid inananadır. Buna, "Senin görevin durmadan çağrı yapmaktır" diye mana vermek de mümkündür. Peygamberimiz insanlığı çağırmakla görevlendirilmiştir.
4. Doğru yola çağırırlar
Şu muhakkak ki, sen onları doğru bir yola çağırıyorsun. [Mü'minun/73]
5. Affa çağırırlar
Peygamberler, insanlık tarihinde en büyük değişimleri meydana getiren şahsiyetler olmuşlardır. Onlar öncelikle beyin ve gönülleri değiştirmişlerdir. İnsanlarda meydana gelecek olan değişimin, Allah'ın onlara karşı olan tutumunu da değiştireceğini öğreten peygamberler, insanları, bu değişimin temeli olan affa davet etmişlerdir.
Bu çağrıya Nuh/5 ve 10'da şöyle değinilmektedir:
Sonra Nuh, "Ey Rabbim!" dedi, "Doğrusu ben, gece-gündüz kavmimi davet ettim". [Nuh/5]
"Gelin, Rabbinizden bağışlanma dileyin, O, çok bağışlayandır!" dedim. [Nuh/10]

c. İnsanın çağrıda bulunması
1. Allah'a çağınr
İnsanları Allah'a çağıran, doğru ve adil olanı yapan ve "Şüphesiz ben Allah'a teslim olanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim vardır? [Fussilet/33]
2. İyiye çağırmak
Âl-i İmran/104'te Ve aranızda iyiliğe çağıran, doğruyu emreden, kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunmalı.
3. İnkara ve şirke çağırır
İnsanların iyileri Allah'a ve iyi olana çağırırlarken, kötüleri de inkara ve şirke çağırırlar:
Siz beni Allah'ı inkara ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri Allah'a ortak koşmaya çağırıyorsunuz. [Gâfır/42]. Gâfir/41'de ise kafirlerin ateşe çağırdıkları belirtilmektedir. İnkar ve şirk aslında insanın kalbinde yanan bir ateş olup bu ateş, ahirette cehenneme dönüşecektir.

d. Şeytanın çağrısı
1. Ateşe çağırır
Şeytan sizin açık düşmanınızdır; siz de onu düşman bilin; o sadece taraftarlarını ateşe sevk edilmeleri için çağırıyor. [Fatır/6]
2. Taklide çağırır
'de taklit, kızgın alevli cehennem olarak tanımlanmaktadır:
Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiğinde, onlar "Hayır, biz babalarımızı neye inanır bulduysak ona uyarız" diye cevap verirler; ya şeytan onları kızgın alevli ateşin azabına çağırıyorsa! Lokman/21
Demek ki şeytan Allah'ın indirdiğine uymaktan insanları alıkoymak, onlara, babalarını taklit edip onların yoluna uymaları için çağrıda bulunmaktadır. Bu, aslında alevli cehenneme çağırmaktan başka bir şey değildir.
Şeytan, Yüce Allah'ın vaadi ile kendi vaadini şöyle değerlendirmekte ve şu itirafta bulunmaktadır:
Allah size gerçekleşmesi kesin olan bir vaatte bulunmuştu. Ben de bir vaatte bulundum size, fakat yalan çıktım. Bununla beraber benim size karşı bir gücüm ve hakimiyetim yoktu, sadece sizi çağırdım, siz de bana uydunuz, şu halde beni değil kendinizi kınayın. [İbrahim/22]

2- Duanız davanız, iddianız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!
Duamız, davamız varsa değerliyiz. Davamız ne. Allah’a kulluk etmek için yaratılmışız. Rabbimize teslim olmak, Onun terbiyesine girmek ve tüm şeytanları, ayartıları boşa çıkarmak ve böylece sadece Allah’a kul olmak için gönderilmişiz. Kainatta Rabbimize itaat eden tüm varlıklar misali zişuur insanın da Rabbine, kitabına teslim olmasıdır. Bu uğrunda çalışmasıdır. Yaşayan Kuran olmaktır. Kurana şahit olmaktır. Kuranı hakim kılmaktır. Peygamberler yolunda çaba sarf etmektir. Duası, Davası olanın aynı zamanda insanlığı da bu duaya davaya dahil etmeye çalışmasıdır.
Bunu yapmıyorsak, yani davamız bu değilse, ne? Daha çok yığmak çokluk peşinde koşmak,vb. Duamızı, davamızı yitirmişsek, ne değerimiz olabilir. Davası olmayana Allah niye değer versin.

3- Duanız bağınız, bağlantınız,olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!
İnsanların Allah’a Kitaba bağlanmasına çalışmaktır. Aynı zamanda Kitabı, ilkeleri hayata bağlamak, hayata uygulamaktır. Dayanağımızı Kuran yapmaktır. Allahın ipine sımsıkı bağlanmaktır. Allahın boyasıyla boyanmaktır.
Duamız, bağımız, bağlantımız, alakamız varsa, var olduğu ölçüde değerliyiz.Rabbine bağlı olmak, Kitabıyla bağlantısı olmaktır. Ona yönelmek, isteklerine önem vermek öncelik vermektir. Sadece Ona bağlanmaktır. Onun hükümlerini yaşamaktır. Yaşamda Ondan başkasının değerlerine, ölçülerine bağlanmamaktır. Onunla kurulan bağa hiçbir halde halel vermemektir. Ondan başkasına bağlanmamaktır.

4- Duanız arzu, istek, referans, teklif, teşvik, yönelişiniz olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!
İki yönü bulunmaktadır.
Birincisi Onu arzulamak, onu istemek, ona yönelmektir. Arzularımız, isteklerimiz, yönelişimiz Kuran olmalıdır. Allah’ın hoşnutluğu olmalıdır.
İkincisi, arzularımızı, isteklerimizi, yönlerimizi yönelişlerimizi Kuran belirlemeli, Kurana uygun olmalıdır. Kuran ilkeleri esas alınmalıdır. Bunlarla yaşamaktır. Bunlara göre hayat sürmektir. Bu ilkelerle hayat bulmaktır. Bunların dışındaki tüm ölçülerden arınmaktır.Uzaklaşmaktır.
Ona yönelişimiz olmazsa, Ona prestij etmezsek, Onun ilkelerini arzulamazsak, hayata yönlendirmezsek, yaşama aktarmazsak ne değerimiz olur.

5- Duanız Allah'tan yardım dilemeniz olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!
Avene/ muavin yardımıdır. Dua yakarıştır, yardım için tüm imkanları seferber edip bittim noktasına kadar çabayla, imanla, güvenmeyle, sebatla, sabırla çalışmak ve sonuçlara şükretmektir. 1/5 Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz! 2/45 Sabırla, salatla Allah'tan yardım dileyin, şüphesiz bu, saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir. 2/153 Ey inananlar, sabır ve salatla yardım isteyin, muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir. 7/128 Mûsâ, kavmine; "Allah'tan yardım isteyin, sabredin!" dedi; yeryüzü Allâh'ındır, onu kullarından dilediğine verir. Sonuç, korunanlarındır!" bu ayetlerde de açıklandığı üzere Allah’tan ancak avane/ muavin yardımı, destek olma, yol gösterme vb tür katkıyı istemektir.
Hedi yardımıdır. 2/38 … size benden bir hidâyet geldiği zaman, kimler benim hidâyetime uyarsa artık onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Allah’ın EN BÜYÜK yardımı, desteği, hidayet kaynağı ve rehberi olan Kurandır. Kuranın rehberliğidir.Kuranın ölçüleridir.Kuranın ilkeleridir.
Nasara yardımıdır. 8/10 Yardım, yalnız Allâh katındandır. Allâh dâimâ üstün, hüküm ve hikmet sâhibidir. 15/21 Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri, bizim yanımızda olmasın, ama biz onu, bilinen bir ölçü/kural ile indiririz. Zira, 53/39-İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. 13/11-Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allâh onların durumlarını değiştirmez. İlkesi koyulmuştur. 2/214Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihâyet peygamber ve onunla birlikte inananlar: "Allâh'ın yardımı ne zaman?" diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki, Allâh'ın yardımı yakındır. 22/78 Allâh uğrunda, O'na yaraşır biçimde gayretle mücadele edin. O, sizi seçti ve dinde size bir güçlük yüklemedi. 3/139-Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanıyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz. 47/7 Ey inananlar, eğer siz Allâh’a yardım ederseniz size yardım eder; ayaklarınızı (hakkı koruma yolunda) sağlam tutar. Allah’a yardım Onun gönderdiği vahye sımsıkı sarılmak, ilkelerini gözetmek, bunlara güvenmek, bu ilkeler doğrultusunda tüm gayreti sarf etmektir. 6/34 Senden önce de elçiler yalanlanmıştı. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler, nihâyet onlara yardımımız yetişti. Allâh'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur. Böyle yapanlar mutlaka ayetlerin işaret ettiği sonla kucaklaşmaktadır.
Vehene yardımıdır. 6/84 Biz ona İshak'ı ve (İshâk'ın oğlu) Ya'kûb'u da hediye ettik; hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nûh'a ve onun soyundan Dâvûd'a, Süleyman'a, Eyyûb'a, Yûsuf'a, Mûsâ'ya ve Hârûn'a da yol göstermiştik. Biz güzel davrananları böyle ödüllendiririz. 21/90 Onun du'âsını da kabul buyurduk ve ona Yahyâ'yı armağan ettik. Eşini de kendisi için ıslah ettik (çocuk doğurmağa elverişli bir hale getirdik). Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize du'â ederlerdi ve bize derin saygı gösterirlerdi.
Allah’ın yardımlarını sınıflandırmakla, saymakla bitmez. 31/27Yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa, deniz(ler) de (mürekkep olsa), arkasından yedi deniz (daha gelip) ona yardım etse de (Allâh'ın kelimeleri yazılsa), yine (bunlar tükenir), Allâh'ın kelimeleri tükenmez. Allâh öyle üstündür, öyle hikmet sâhibidir. 18/109 De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce deniz tükenir." Yardım için bir o kadarını daha getirsek (yine yetmez)."
Bu nedenle bir alt başlığı örnek olarak ele alıp, rüzgâr, sizin görmediğiniz ordular ve askerler indirmesi, kalplerine korku vermesi, yağmur indirmesi, uyku/iç sukunet/güven indirmesi vb diğerlerini Kurana havale edelim.
Aldemir
 

aldemira

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Kas 2011
Mesajlar
85
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
67
Meleklerle Yardım: 3/123, 3/124, 3/125 ve 8/9
• 3/123 Nitekim Allâh, zayıf durumda bulunduğunuz Bedir'de de size yardım etmişti. O halde Allah'tan korkun ki, şükredesiniz. 3/124 O zaman sen mü'minlere: "Rabbinizin, size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi, size yetmez mi?" diyordun. 3/125 Evet, sabreder, korunursanız; onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı beşbin melekle yardım eder. 3/126 Allâh bu(yardım va'di)ni sırf size müjde olsun ve kalbleriniz bununla güven bulsun diye yaptı. Yardım, yalnız, dâimâ gâlib, hüküm ve hikmet sâhibi Allâh katındandır. 3/127 İnkâr edenlerden bir kısmını kessin ve perişan etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler diye (size yardım eder).
• 8/9-Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da: "Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim," diye duânızı kabul buyurmuştu. 8/10Allâh bunu ancak müjde olsun (sevinesiniz) ve kalbiniz bununla yatışsın (güvene ve huzûra kavuşsun) diye yapmıştı. Yardım, yalnız Allâh katındandır. Allâh dâimâ üstün, hüküm ve hikmet sâhibidir.
• 8/12Rabbin meleklere vahyediyordu ki: "Ben sizinle beraberim, siz inananları pekiştirin; ben inkâr edenlerin yüreklerine korku salacağım; vurun (onların) boyunların(ın) üstüne, vurun onların her parmağına!" 8/13Böyle (olacak), çünkü, onlar Allah'a ve Elçisine karşı geldiler. Kim Allah'a ve Elçisine karşı gelirse muhakkak ki, Allâh'ın cezâsı çetin olur.
Yılmaz:Şüphesiz Ben, işte art arda bin melekle size yardım ediyorum ifadesiyle, mü’minleri iman, tevhid, adalet, cihad, sabır, sebat ve âhiretteki ödüller konusunda inmiş olan binlerce Kur’ân âyeti kasdedilmiştir. 8/9. âyette zikredilen “melekler”, ئلوك [ülûk] sözcüğünün türevi olup, “haberciler” demektir ki bununla da, “Kur’ân âyetleri” kasdedilmiştir. 8/12. âyetteki “melekler” ise, m-l-k kökünden türemiş olup, “güçler” demektir ki bununla da “yağmur, rüzgâr, ağrı, sancı, korku, sevinç” gibi şeyler kasdedilmiştir.
Taberi: Âyetlerin bu ifadelerinde müminlerin üç bin veya beş bin melekle desteklenip desteklenmediklerini ortaya koyan bir delil yoktur. İhtimaldir ki bir kısım ravilerin izah ettikleri gibi, Allah, müminleri, meleklerle fiilen desteklemiştir. Yine muhtemeldir ki başka bir kısım ravilerin zikrettikleri gibi Allah müminleri meleklerle fiilen desteklememiştir. Müminlerin üç veya beş bin melekle desteklendiğini beyan eden sahih bir haber sabit değildir. Bu bakımdan bu konuda delilsiz konuşmak caiz olmadığından iki görüşleri birini kabul etmek mümkün değildir. Buna mukabil, Allah tealanın müminleri Bedir savaşında bin melekle desteklendiği şu âyet-i kerimede sabittir. "Hani bir zaman rabbinizden yardım dilemiştiniz de, o, "Ben size peşpeşe bin melekle yadım edeceğim." diye dileğinizi kabul etmişti. Uhut savaşma gelince onda müminlerin, melekler tarafından desteklendiğini söylemektense desteklenmediğini söylemek daha evladır. Zira melekler tarafından desteklenmiş olsalardı kesin bir galibiyet elde ederlerdi.
Razi; Bu yardımın, onların kalplerine kuvvet vererek, onlara muzaffer olacaklarını bildirerek ve kâfirlerin kalplerine korku salarak olduğunu söylemişlerdir.
İslamoğlu:İnsanın dahli ne denli büyük olursa olsun başarı nihai tahlilde Allah’a aittir. Nebi, bunu savaş öncesi orduyu yüreklendirmek için söylemiş olmalıdır. Bu değişken rakamlar ilahi yardımın ödenen bedelle orantılı olduğunu, dolayısıyla insanın gayretine bağlı olduğunu ifade eder. Allah yardımını koyduğu yasaları gözeterek yapar. Meleklerle yapılan yardımın nasıl anlaşılması gerektiğini 8/10 da müjde olsun ve içiniz ferahlayıp moraliniz yükselsin diye yaptı cümlesi açık ve net olarak ifade eder. Meleklerin yardımı, göğüs göğse çarpışmaya katıldığı şeklinde anlaşılamaz. Bunu söyleyen bir tek ayet yoktur. Söz konusu yardım 8/10,11 ve 44. ayetleri, ayrıca Yasin 36/28 deki kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, zaten Biz asla daha önce de indirmiş değildik ayeti ışığında anlaşılmalıdır.
Esed: Meleklerin yardımı sadece manevî mahiyettedir, psikolojik plandadır. Kur’an'da hiçbir yerde meleklerin maddî anlamda bilfiil savaşa katıldıklarına delalet eden herhangi bir delil yoktur. Yukarıdaki ayet hakkındaki yorumunda Râzî bu hususu tekrar tekrar belirtmektedir. Çağdaş müfessirlerden Reşid Rıza da, bu savaşta ya da Hz. Peygamber'in diğer savaşlarında meleklerin fiilen kavgaya katıldıkları yolundaki menkıbevî görüşü ısrarla reddediyor (bkz. Menâr IX, 612 vd.).
Ateş: Âyetlerin ruhundan anladığımıza göre, bu âyetler, resulullah, askerlerini savaş düzenine sokarken onlara moral vermek için söylediği sözleri nakletmektedir. Allah'ın yardımı, itaatle şartlıdır. İtaati bırakınca Allah da yardımını çeker. Çünkü bu, Allah'ın yasasıdır. "Allah'ın yasasında bir değişiklik bulamazsın. Hangi millet, Allah'ın genel yasaları çerçevesinde hareket eder, savaşa hazırlanır, sağlam azim ve tam güvenle çarpışırsa başarılı olur. Zaman zaman kâfirlerin de savaşlarda başarılı olmalarının nedeni, işte bu genel yasanın, belli bir millete değil, müslüman kâfir bütün insanlara şamil olmasındandır.Kimler sağlam iman, kesin zafer ve güven ile ve savaşın gereklerine uyarak tedbirlerini alarak savaşırlarsa onlar başarıya ulaşırlar.
Yıldırım: a) En büyük, aynı zamanda çok güçlü bir orduyu imha etmek için 1000 tane meleğe ihtiyaç yoktur; bir melek -Allah'ın izniyle- bu işi bir anda yerine getirme kudretine sahiptir. Nitekim Lût kavmini iki meieğin yok ettiğini yine Kur'ân bize haber vermektedir.
b) Din düşmanlarıyla Allah savaşsaydı, yani Allah'ın böyle bir emri kanunu olsaydı, insan irâdesinin ve çalışmasının değeri kalmaz ve Allah'a dosdoğru imân edenler atâlete, hareketsizliğe itilmiş olurlardı. Bu da insanın hilkat kanunundaki plân ve programına ters düşerdi.
c) Allah'ın meleklerden oluşan ordusuyla çarpışmayı, savaşıp vuruşmayı aklı başında hiçbir düşman göze alamaz; zulüm ve azgınlığı devam ettirmenin aptallık olduğunu anlar da ister istemez bu büyük mu'eize karşısında baş eğip imân ederdi. Böylece ne savaşan, ne savaşılan; ne de inkâr eden kalırdı. Sonuç olarak atâlet, uyuşukluk, hareketsizlik bütün insanları sarar, yeryüzünde medeniyet olmazdı. Oysa insan tam bir mücadeleci, durmadan harekette bulunucu, üstünlük sağlama aşkıyla çalışıp dünyayı bayındır hale getirici olarak yaratılmıştır.
d) Peygamber ve kitap göndermeye gerek kalmaz, bütün meseleler melekler vasıtasıyla çözülürdü. O takdirde de insan araştırma, ilim yapma, okuma ve okutma duygu ve düşüncesine sahip olmaz, bir bakıma sırf ibâdetle meşgul olmak için yaratıldığı sonucu ortaya çıkardı. Halbuki sırf ibâdet etmek ve ilâhî emirleri kusursuz yerine getirmek için melekler yaratılmıştır. Çünkü onlarda hem hayvanî ruh ve nefis yoktur, hem de hayatı sürdürme kaygısı mevcut değildir.
Kur'ân'da bütün bu incelikler iki cümleyle özetlenip meleklerin indirilmesindeki amaç, açık şekilde belirtilmektedir: «Allah bu yardımı sırf müjde olması ve onunla kalblerinizin iyice yatışması için
Kuran yolu:Araplar "birçok" yerine "bin, binlerce" kelimelerini de kullanmaktadırlar. Buna göre mâna "birçok melek ile..." demektir. Olaya tarihî tecrübe açısından bakıldığında görülecektir ki savaşlarda takviye güçleri toptan değil, ihtiyaca göre arka arkaya gönderilmekte, bu taktiğin düşman üzerindeki etkisi daha fazla olmaktadır. Sünnetullah diye de ifade edilen ilâhî âdete, kural ve kanunlara göre sonuç, kulun irade ve fiiline de bağlanmışsa bu takdirde insan üzerine düşeni yapacaktır. Bedir Harbi'nde müslümanlar kendilerine düşeni yapmışlardır, Allah vaad ve murat ettiği için zafer kazanılacaktır. Bazılarınca bunun hem kendileri hem de yardım konusunda etkileri görülen melekler gönderilerek yapılmasının hikmeti, "zaferin müjdesi olsun ve bu sayede kalpler yatışsın, sonuç hakkında güven oluşsun" diyedir.
Bazılarına göre 8/44 de iki tarafında gözünde karşı tarafı az gösteriyordu denildiğine göre, demek ki gözüken meleklerden bahsedilmemektedir.

DUA NIN/ ALLAHTAN YARDIM DİLEMENİN USULU
Dua kavli ve fiili olarak gerçekleştirilen bütüncül bir kulluk eylemidir. Kavli/ sözel yapılan kısmının da usulü önemli olmaktadır.
Şöyle ki:
• 7/180 En güzel isimler Allâh'ındır. O halde O'na o (güzel isim)lerle du'â edin
• 26/213 Allâh ile beraber başka bir tanrı çağırma/dua etme, sonra azâb edilenlerden olursun.
• 17/11 İnsan, hayra du'â eder gibi, şerre du'â etmekte(hayrı ister gibi şerri istemekte)dir. İnsan pek acelecidir.
• 7/55 Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin, çünkü O, haddi aşanları sevmez.
• 7/56 Yeryüzü düzeltildikten sonra onda bozgunculuk yapmayın, korkarak ve umarak O'na dua edin. Muhakkak ki Allâh'ın rahmeti, iyilik edenlere yakındır.
• 32/16 Yanları yataklardan uzaklaşır, korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar.


DUASI /ALLAHTAN YARDIM DİLEMESİ KABUL EDİLENLERE /PEYGAMBERLERE ÖRNEKLER
• 6/84 Biz ona İshak'ı ve (İshâk'ın oğlu) Ya'kûb'u da hediye ettik; hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nûh'a ve onun soyundan Dâvûd'a, Süleyman'a, Eyyûb'a, Yûsuf'a, Mûsâ'ya ve Hârûn'a da yol göstermiştik. Biz güzel davrananları böyle ödüllendiririz.
• 21/76 Nûh'u da (an), o da bunlardan önce bize yalvarmıştı. Biz de onun nidasını/du'âsını kabul edip kendisini ve âilesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. 37/75 Andolsun Nûh bize yalvarmıştı da ne güzel kabul buyurmuştuk! 37/76 Onu ve âilesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.54/10 Bunun üzerine Rabbine: "Ben yenik düştüm, yardım et!" diye yalvardı. 54/11 Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık. 71/26 Nûh dedi ki: "Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden tek kişi bırakma." 71/27 Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını şaşırtırlar ve sadece ahlâksız, nânkör (insanlar) doğururlar." 71/28 Rabbim beni, babamı, anamı, inanarak evime gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla; zâlimlerin de sadece helâkini artır (onların köklerini kurut)!"11/37 Gözlerimizin önünde ve vahyimiz gereğince gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana hitâbetme (onların kurtuluşu için bana yalvarma); onlar mutlaka boğulacaklardır!"
• 21/83Eyyûb'u da an. O, Rabbine: "Bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin!" diye nida/du'â etmişti. 21/84 Biz de onun du'âsını kabul etmiş, kendisine bulaşan derdi kaldırmıştık; ona tarafımızdan bir rahmet ve ibâdet edenler için bir öğüt olarak âilesini ve onlarla beraber bir katını daha vermiştik.
• 21/85 İsmâ'il'i, İdris'i, Zu'l-Kifl'i de an; hepsi de sabredenlerdendi. 21/86 Onları rahmetimize soktuk, çünkü onlar Sâlihlerdendi
• 21/90 Onun/Zekerriyanın duasını da kabul buyurduk ve ona Yahyâ'yı armağan ettik. Eşini de kendisi için ıslah ettik (çocuk doğurmağa elverişli bir hale getirdik). Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin saygı gösterirlerdi.
• 14/39 "İhtiyarlık çağımda bana/İbrahime İsmâ'il ve İshak'ı lutfeden Allah'a hamdolsun. Şüphesiz Rabbim duayı işiten(kabul buyuran)dır."
• 27/57Biz de onu/Lutu ve âilesini kurtardık, yalnız karısının (azâbda) kalanlardan olmasını takdir ettik. 27/58Üzerlerine (pişmiş çamurdan bir taş) yağmur(u) indirdik. Uyarıl(ıp da aldırmay)anların yağmuru gerçekten ne kötü oldu!
• 40/26 Fir'avn dedi: "Bırakın Mûsâ'yı öldüreyim de, Rabbine dua/yalvarsın (bakalım O, Mûsâ'yı kurtaracak mı?) Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum"
• 68/48 Sen Rabbinin hükmüne sabret, balık sâhibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti. 68/49 Eğer Rabbinden ona bir ni'met yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere atılırdı. 68/50 Fakat Rabbi kabul etti de onu Sâlih (iyi insan)lardan yaptı.


DUASI /ALLAHTAN YARDIM DİLEMESİ KABUL EDİLENLERİN TEPKİSİ/NANKÖRLÜĞÜ
• 7/189O'dur ki sizi bir tek nefisten yarattı, gönlü ısınsın diye ondan eşini var eti; eşini sarıp örtünce (eşiyle birleşince) eşi, hafif bir yük yüklendi, onu gezdirdi. (Yükü) ağırlaşınca ikisi beraber Rableri Allah'a du'â ettiler: "Eğer bize iyi, güzel bir çocuk verirsen elbette şükredenlerden oluruz!" (dediler). 7/190Fakat (Allâh) onlara iyi, güzel bir çocuk verince, kendilerine verdiği şeyde Allah'a ortaklar koşmağa başladılar. Allâh ise onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
• 29/65 Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na yalvarırlar. Fakat (Allâh) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O'na) ortak koşarlar.
• 30/33 İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra (Rableri), onlara kendinden bir rahmet taddırınca, hemen onlardan bir grup, Rablerine ortak koşarlar.
• 39/8İnsana bir zarar dokundu mu, hemen içtenlikle Rabbine yönelerek O'na dua eder. Sonra (Rabbi) ona kendisinden bir ni'met verdi mi; önceden O'na yalvarmakta olduğunu unutur da, O'nun yolundan saptırmak için Allah'a eşler koşmağa başlar. De ki: "Küfrünle azıcık yaşa, sen ateş halkındansın!"
• 39/49İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra, ona bizden bir ni'met verdiğimiz vakit; "Bu, (benim) bilgi(m) sayesinde bana verildi" der. Hayır, o bir imtihandır, fakat çokları bilmiyorlar
• 41/49-İnsan hayır istemekten usanmaz (dâimâ malının artmasını diler). Ama kendisine bir şer dokundu mu hemen üzülür, ümitsiz olur.
41/51İnsana bir ni'met verdik mi yüz çevirir; yan çizer. Ona bir şer dokundu mu yalvarıp durur

DUA /ALLAHTAN YARDIM DİLEME YAPILMAYACAK OLANLAR
• 9/114 İbrâhim'in babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Fakat onun, bir Allâh düşmanı olduğu, kendisine belli olunca ondan uzak durdu. Gerçekten İbrâhim, çok içli ve yumuşak huylu idi.
• 9/113 Akrabâ bile olsalar, cehennem halkı oldukları belli olduktan sonra ortak koşanlar için mağfiret dilemek; ne peygamberin, ne de inananların yapacağı bir iş değildir.

KAFİRLERİN DUASI
• 13/14 Gerçek dua, ancak O'na yapılır. O'ndan başka dua ettikleri ise, kendilerinin hiçbir isteklerini karşılayamazlar. (Onların durumu) tıpkı ağzına gelsin diye suya avuçlarını uzatan kimse gibidir. Oysa (uzanıp suyu avuçlamadıkça su) on(un ağzın)a gelmez. İşte kâfirlerin duası, öyle boşa gider.


6-Aşağıda yer alan diğer ayetlerde de dua edenin duasına karşılık verenin Allah olduğu ve bunun için ne yapılması gerektiği anlatılmaktadır.
• 6/41 "Hayır, yalnız O'na duaeder/yalvarırsınız; O da dilerse istediğiniz/sizi yalvartan belâyı kaldırır ve o zaman/öyleki ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz."
• 6/63 De ki: "Gizli ve açık olarak: 'Bizi bundan kurtarırsa elbette şükredenlerden olacağız!' diye O'na duaedip/yalvarıp yakardığınız zaman, karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarıyor/ kurtaracak biri var mı. 6/64De ki: "bundan ve diğer bütün sıkıntılardan sizi Allâh kurtarıyor, sonra siz yine O'na ortak koşuyorsunuz!?" 6/65 De ki: "O, sizin üzerinize üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından bir azâb göndermeğe, ya da sizi parti parti birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını taddırmağa kâdirdir." Bak, anlasınlar diye âyetleri nasıl açıklıyoruz?!
• 27/62 Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü kaldırıyor ve sizi yeryüzünün sâhipleri yapıyor? Allâh ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne de az düşünüyorsunuz? 27/63 Yahut karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren kim ve rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci gönderen kim? Allâh ile beraber başka bir tanrı mı var? Hâşâ, Allâh ortak koştukları şeylerden yücedir, münezzehtir (O, eksikliklerden uzaktır).
• 2/186 Kullarım, sana benden sorar(lar)sa (söyle): Ben (onlara) yakınım. dua eden, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm. O halde onlar da bana karşılık versin(benim çağrıma uysun)lar, bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olalar.
• 40/60 Rabbiniz buyurdu ki: "Bana du'â edin, du'ânızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeğe tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir."
• 3/190 Şu bir gerçek ki, göklerin ve yerin yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, sağduyu sahipleri/ aklını ve gönlünü işletenler için çok ibretler vardır.3/191 Onlar/Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah'ı zikrederler/hatırlarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: "Ey Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Şanın yücedir senin. Ateş azabından koru bizi."3/193 "Ey Rabbimiz! Bir çağırıcının, 'Rabbinize inanın!' diye imana çağırdığını işittik ve iman ettik. Ey Rabbimiz! Bizi günahlardan koru. Kötülüklerimizin üstünü ört ve bize iyilerle birlikte ölmek nasip et.". 3/195 Rableri onlara cevap verdi: "Ben sizden, erkek-kadın hiçbir çalışanın işini/ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkenceye uğratılanlar, çarpışıp da öldürülenler var ya, onların kötülüklerini elbette örteceğim. Ve onları, Allah katından bir karşılık olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım.Karşılıkların en güzeli Allah katındandır.
• 22/78 Allâh uğrunda, O'na yaraşır biçimde gayretle mücadele edin. O, sizi seçti ve dinde size bir güçlük yüklemedi. 3/139-Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanıyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz.
• 2/45 Sabırla, salatla Allah'tan yardım dileyin, şüphesiz bu, saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir. 2/153 Ey inananlar, sabır ve salatla yardım isteyin, muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
• 42/26 İnanan ve ameli salihat yapanların dileklerini kabul eder; lutuf ve kereminden onlara, daha fazlasını da verir. Kâfirlere gelince, onlara da çetin bir azâb vardır.


SONUÇ OLARAK
Allah’a yönelen, Ona bağlanan, Her işinde Onu ve Kitabını Çağıran; İnsanlığı da Ona çağıran; Bunu Dava edinen; Bu uğurda tüm imkanlarını bitiren, var gücünü, olanca çabasını harcayarak bittim noktasına varan insanın Allah’ın verdiği değerle yardımla, destekle, ikramla, Allah’a kulluk bilincinin zirvesine ulaşması öğütlenmektedir.
Şayet, çağrınız, davetiniz, tebliğiniz yoksa, bunları dava edinmediyseniz, bu yolda iddianız yoksa, bağınız bulunmuyorsa, istek, arzu ve yönelişiniz de yoksa, bunun için de Kurana uymayı, Allaha güvenmeyi, yaratılışı düşünmeyi, akletmeyi, inceleyip ibretler almayı, sunnetullaha uymayı, emek sarf etmeyi, bittim noktasına gelinceye kadar gevşemeden çalışmayı, salihatı/ değişim ve dönüşümü, sabırla salatı/bağlılığın devamını, eğitimi, destek olmayı, Allahın verdiklerini infak etmeyi yapmıyorsanız Rabbiniz size değer vermez diyerek ikaz etmekte ve ayetin devamında bunu yapmayanları Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.”denilmektedir.
Kuran aynasına bakalım, kendimizi görüp, gelin gözyaşı döküp ağlayalım, tövbe edip bu bilinçle ve anlamına uygun olarak, Dua! Edenlerden ve şükredenlerden olalım.
Kuranın anlamlarını hayatımıza indirdikçe yaşamımız kudretli, kıymetli ve kadir geceli gerçekleşsin, bayramlarımız da gerçek olsun inşallah.
Aldemir
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt