Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mübahlar ve yasaklar (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
TEDAVİ OLMAK İÇİN

HARAMLAR YENİLEBİLİR Mİ?
Hayvanlar âlemi içinde, bir kısımları vardır ki Rabbimiz onların etlerini helâl kılmıştır, bir kısmı da vardır ki haramdır. Bunlardan biri de yaban eşeğidir, yaban eşeğinin eti helâldir, ancak evcil eşeğin eti tahrimen mekruh, harama yakın mekruhtur. İmam Mâlik muhalefet ettiğinden dolayı direk haram denilmemiştir.
Eşeğin sütü mekruhtur, yediği ottan çok, pislik yiyen davarın sütü de mekruhtur. Meydana gelen süt ottan kaynaklandığından, tevellüt ettiğinden, onun hükmünü almıştır. Kısrağın sütü ve devenin idrarı da mekruhtur. Zebaih bahsinde zikredildiğine göre; en kuvvetli delile binaen, kısrak sütü içmekte bir sakınca yoktur denilmiştir, at sütü içmekte, cihat aletini azaltma gibi bir sakınca söz konusu değildir. Zira at eti yemenin mekruh olmasının sebebi, illeti budur. Yine, mutemed olan rivayet şudur ki İmam Âzam müteakiben, İmameyn'in görüşüne katılmıştır. Ki onlara göre:
"At eti yemek tenzihen mekruhtur."
Ebû Yûsuf, tedavi için kısrak sütü ve deve idrarını içmeyi caiz görmüştür. Hindiye'de şöyle denilir:
"İmameyn tedavi için deve idrarının içilmesi ile at etinin yenilmesinde sakınca olmadığını söylemişlerdir. Camiü's–Sâğîr'de de böyledir. Burada Ebû Yusuf, eti yenilen davarların, tedavi için idrarının içilmesini caiz görmektedir ki, Fakih Ebû'l–Leys de Ebû Yûsuf'un görüşünü tercih etmiştir."
Hâniye'de şöyle denilmiştir: "Kişi tedavi için parmağına öd kesesi parçası koysa, bu durumun Ebû Hânife'den mekruh olduğu rivayet edilmiştir." Ancak Ebû Yûsuf'tan da mekruh olmadığı rivayet edilmiştir. Ottan çok pislik yiyen davarın etini yemek mekruhtur dedik. Ancak pislik yiyen hayvan, etinden o pis koku gidinceye kadar hapsedilir, temiz yiyecekler ile beslenir ve koku gittikten sonra kesilir yenilirse mekruh olmaz. Bu temizlenme müddeti şöyle takdir edilmiştir:
Tavuk üç gün, koyun ve keçi cinsi dört gün, deve ve sığır on gün hapsedilir. Eğer bir hayvan, hem necaset, hem de temiz yiyecekler yese ve eti de kokmasa, o zaman onun eti helâldir. İşte bundan dolayı bazı fukaha demiştir ki, tavuğun hapsedilmeden yenilmesinde sakınca yoktur. Çünkü tavuk her şeyi yer ve eti de bundan dolayı kokmaz ve bozulmaz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin de tavuk eti yediği rivayet edilmiştir. Bu görüşe göre, tavuk üç gün hapsedilir rivayeti ise, nezih ve daha sağlıklı olması itibarıyladır, mecburî değildir.(1)
Domuz sütü ile beslenen bir buzağının eti de helâl olur. Çünkü onun eti bozulmaz. Onun gıdalandığı şey ise kaybolur, eseri kalmaz. Ancak Kınye'den naklen Vehbâniye şerhinde; domuz sütü ile beslenen bir buzağının eti, domuz sütünü içmesinden birkaç gün sonra kesildiği takdirde helâldir, yoksa helâl değildir, denilmektedir. Eti yenilen bir hayvana şarap içirilse ve aynı saatte kesilse, onun etini yemek helâldir ancak mekruhtur.(2) Bu kerahetin kalkması için, şarabın etkisinin üzerinden gitmesi beklenmelidir. Ancak ekinlerde durum farklıdır. Zira Şeyhülislâm Ebû's–Suud; fukahanın ekserisine göre, necasetlerle sulanan ekinler ne haramdır, ne de mekruhtur, demiştir.

ALTIN VE GÜMÜŞÜN
KULLANILMASI
Hem erkek, hem de kadın için altın ve gümüş kaptan yemek yemek, su içmek, yağ sürünmek ve kokulanmak mekruhtur. Zira bu keraheti ifade eden hadis geneldir, yani kadın erkek ayrımı yapılmamaktadır şöyle ki; Hz. Huzeyfe'den rivayet edilen hadiste, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"İpek, atlas giymeyiniz. Altın ve gümüş kaptan bir şey içmeyiniz. Altın ve gümüş sahanda yemek yemeyiniz. Zira altın ve gümüş dünyada onlara (kâfirlere), âhirette de sizedir."(3) Hâniye'de:
"Kadınlar ziynet ve takılar dışında, yemek içmekte veya vücuduna yağ sürmekte erkekler gibidirler. Yalnız kadınların atlas, ipek, altın, gümüş ve inci gibi takıları, sadece ziynet olarak kullanmasında bir sakınca yoktur." denilmektedir.
Gümüş ve altın kaşıkla yemek veya altın ve gümüş mille sürme çekmek ve kullanmak tahrimen mekruh, yani harama yakın derecededir. Altın ve gümüş çerçeveli ayna, sürmedanlık, altın ve gümüşten yapılan kalem ve hokkayı kullanmak da mekruhtur. Yani halkın örfüne göre kullanılmak üzere yapıldığı işte, direk kullanılması mekruhtur. Yoksa mekruh değildir. Meselâ; bir adam yemeği altın bir kaptan başka bir yere aktararak oradan yese veya suyu veya yağı altın kaptan, evvelâ başına değil, eline dökse ve eliyle başına sürse, bunda bir sakınca yoktur.(4)
Sonra da denilmiştir ki, şu kadarı var ki uygun olan, bu rivayetle fetva verilmemesidir. Ki, altın ve gümüşün kullanılma kapısı açılmasın!…
Gümüş veya altından olan sofra ve sinileri kullanmak veya bir ibrik, bir leğenle abdest almak, yine altın veya gümüşten olan mangalda tütsü yakmak, altın ve gümüşten yapılmış bir sandalye üzerinde oturmak da aynı şekilde tahrimen mekruhtur. İşte bu sayılanlarda kadın ve erkek eşittir.(5)
Tahavi'de, kahve fincanlarının ve saatin altın ve gümüşten kaplarının kullanılmasının haram olduğu açıktır, denilmektedir. Kuhistanî ve diğerleri ise, şunu istisna etmiştir: Savaşta altın ve gümüşten yapılmış miğfer, zırh, bileklik kullanılması mekruh değildir. Bu görüşün İmameyn'e ait olduğu söylenmektedir.(6) Ancak onlar, altından olan kılıç kabzasına cevaz vermediler. Zira bunda bir zaruret yoktur, dolayısıyla ziynet olur. Ama miğfer ve zırhtaki altın, onlara isabet eden okun kaymasını sağladığından, bunlara cevaz vermişlerdir. Nitekim harpte ipek kullanmaya cevaz verdikleri gibi.
Şimdiye kadar sayılan kerahetler bedene ait olanlardır. Yani altın ve gümüşün haram olması, insan vücudu üzerinde kullanılması halindedir. Yani gerek giymekte, gerek yemede ve gerek yazı yazmak da altın ve gümüş kullanmak haramdır. Ama bedenin dışında sırf süs için kullanılması, altın ve gümüşten kap bulundurulsa veya bir sedir yapılmış olsa, üzerine de ipek serilmiş olsa, onda sakınca yoktur. Bilakis selef bunu yapmıştır. Hatta bu hükümden istisna olarak, Ebû Hânife, yüzü ipek olan yastığa yaslanmayı, üzerinde uyumayı mubah kabul etmiştir.
Bakır ve tunçtan yapılmış kaplardan, kalaylanmazdan önce yemek de mekruhtur. Çünkü onun içindeki pas yemeğe girer ve çok büyük zararlara vesile olur. Ama kalaylandıktan sonra ise artık o pasın bir zararı yoktur. Dolayısıyla bakır ve kalaydan kaplar edinmek caizdir. Hatta Cevhere'de; altın ve gümüş haricindeki kaplarda yemek ve içmekte ve onlardan istifade etmekte bir sakınca yoktur, denilmektedir. Cam, billur ve akik taşından yapılan kaplarda da hüküm aynıdır, kullanılmaları caizdir. (Ancak İmamı Şafiî, akikte muhalefet etmiştir). Fakat faziletli olan, kabın topraktan olmasıdır. Çünkü onda israf ve kibirlenmek yoktur. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz:
"Kim kaplarını topraktan yaparsa, onun evini melekler ziyaret eder." buyurmuştur.(7)
Yukarıda bahsedilen altın ve gümüş kapların kullanılmasının caiz olmaması, tamamı altın ve gümüş olan kaplar için geçerlidir. Ancak tamamı altın ya da gümüş olmayan fakat gümüşle süslenmiş bir kaptan su içmek, gümüşle süslenmiş eğere binmek, gümüşle süslenmiş bir koltuğa oturmak helâldir. Şu kadarı var ki, gümüşle süslenmiş bir su kabından su içildiği zaman, ağzı gümüşe temas ettirmekten kaçınmak gerekir. Aynı şekilde bazı âlimler tarafından, eğere binileceği zaman veya eline böyle bir nesne aldığı zaman, yine gümüşlü yere temas etmekten kaçınmasının şart olduğu, söylenmiştir.
Kur'an–ı Kerîm ve benzeri şeyler de, altın ve gümüşle süslendiği zaman, onun tutulacak yerinde altın olmasından kaçınılmalıdır. Eğerde oturma yerinin, üzengide ayak yerinin, kapta ağzın temas edeceği yerin altın ve gümüş olmasından kaçınılmalıdır. Yine kılıcın demirinde, kabzasında, gemde ve benzeri şeylerde elin geleceği yerin gümüş olmasından kaçınılması gerekmektedir. Velhasıl kaçınmaktan murad, hangi aza ile kullanılıyorsa, onu altın ve gümüşle temas ettirmemek gerekiyor. Öyle ise, su kabında kullanma ağız ile olduğu için elin değil, ağzın gelecek yerin gümüşlü olmasından kaçınılmalıdır. Bundan dolayı eğer üzengiyi gümüş yerinden eliyle tutup taşırsa haram olmaz. Çünkü üzengi elle kullanılmaz, bilakis ayakla kullanılır.
Gümüş veya altınla çemberlenmiş bir kaptan yemek, içmek mekruh değildir. Altın veya gümüşle çemberlenmiş bir sandalye, altın veya gümüşle süslenmiş bir ayna yahut altın veya gümüşle süslenmiş bir mushaf kullanmak da mekruh değildir. Ancak Kifaye'de şöyle denilmektedir:
"Burada maksat, aynanın etrafında olan kısımdır, yoksa kadının eliyle tuttuğu sapı değildir. Zira o, gümüş veya altın olursa, fukahanın ittifakıyla tahrimen mekruhtur." Bir kumaşın altın veya gümüşle süslenmesi de mekruh değildir. Ancak ileride gelecektir ki, altınla dokunan kumaş eğer dört parmak miktarı ise helâldir. Müctebâ'da şöyle denilmektedir:
"Gümüşle süslenmiş bir bıçak, hokka ve üzenginin kullanılmasında bir beis yoktur."

ALTIN VE GÜMÜŞ
KULLANMAK MEKRUHTUR
Ancak İmam Ebû Yusuf'tan, bu sayılanların hepsinin mekruh olduğu rivayet edilmiştir. Yani geçen bütün meselelerde gümüş ve altınla süslenmiş veya çemberlenmiş şeylerin kullanılması mekruhtur. Çünkü rivayetler, deliller mutlaktır. Ve kişi kabı kullandığı zaman o kabın bütün parçalarını kullanmaktadır. Lakin altın ve gümüşle çemberlemeyi caiz gören Ebû Hanife'nin ve İmam Ahmed'in delili ise, Enes bin Mâlik'ten rivayet edilen şu hadistir: "Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in su kabı çatladı: Resûlullah da çatlayan yerden ayrılmaması için gümüş bir zincir taktı. Bu hadisi Buhârî rivayet etmiştir. Asım el–Ahvel'den rivayet edilen diğer bir hadis ise şöyledir:
"Ben Enes'in yanında Resûlullah'ın kadehini gördüm ki onda bir gümüş çember vardı." Bu bahsin tamamı Tebyin'dedir. Bu hususta imamlar arasındaki ihtilaf, gümüşle süslenmiş herhangi bir şeyin kullanılmasındadır. Ama gümüş veya altın yaldızlamaya gelince, âlimlerin icmaı ile bunun kullanılmasında sakınca yoktur. Burada gem ile üzengi ve diğerleri arasında da fark yoktur. Çünkü yaldız helâk olur. Onun rengine de itibar edilmez.(8)
Yukarıda da tenbih ettiğimiz gibi açıktır ki, buradaki kullanılması caizdir sözümüz, gümüş veya altınla süslenmiş bir eşya hususundadır. Yoksa doğrudan, tamamı altın veya gümüşten yapılan nesnenin hangi yolla olursa olsun, kullanılması haramdır. Velev ki altın veya gümüş olan nesne, kullanan kişinin cesedi ile temas etmese dahi. İşte bundan dolayı gümüş bir buhurdanlıkta koku yakmak haramdır. Nitekim Hülasa da bunu açıklamıştır. Kahve fincanları veya saatin ve nargilenin su konulacak şişesinin altın veya gümüşten olması da aynıdır. Her ne kadar el veya ağzıyla temas etmese dahi. Çünkü o ne için yapılmışsa, onda kullanılmaktadır. Ama bunun aksine sigara ağızlığının bir kısmının gümüşten olması, onu gümüşle süslenmiş eşya hükmüne sokacağından onda ağzın temas edecek yerinin gümüş olmaması yeterlidir. Zira bu, tamamı gümüş olana benzemez. Nitekim fukahanın kelâmından anlaşılan da böyledir.

SİGARANIN DİNÎ HÜKMÜ
Bu son meselede sigara ağızlığından bahsetmişken, sigara içmenin dinen hükmünü zikretmeyi uygun görüyorum. Sigara veya tütün Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve müctehid imamlar döneminde bulunmadığı için hakkında ne âyet, ne hadis ve ne de müctehidlerin sözü bulunmamaktadır. Ancak Hanefî fukahasından mümtaz şahsiyet İbni Abidin, Reddü'l–Muhtar isimli eserinin "eşribe" (içecekler) bahsinde konuyla alakalı şunları ifade etmektedir: Derim ki:
"Âlimlerin tütün hakkındaki fikirleri karmakarışıktır. Bazıları mekruh, bazıları haram bazıları da mubah olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta müstakil kitaplar da yazılmıştır. Şurunbulâli'nin Vehbâniye Şerhi'nde şu hüküm yer almaktadır: "Tütünü satmak ve içmek yasaklanır. Onu oruçlu iken içen bir kimsenin orucu kesinlikle bozulur." Üstadımız Abdulgani en–Nablusî'nin muhterem pederi Allame Şeyh İsmail Nablûsî, Dürer'in şerhinde: "Kişi, hanımını sarımsak ve soğan yemekten ve ağzı kokutan, her şeyden men edebilir" naklini yaptıktan sonra der ki:
"Bu kaidenin muhtevası onu tütün içmekten de men edebileceğidir. Çünkü o da ağzı kokutur. Hele kocası tütün içmiyorsa. Allah bizi tütünden muhafaza eylesin. Onu içmenin yasaklanmasını, fakihlerimizin üstadı el–Mesîrî ve başkası da fetvaları ile uygun görmüşlerdir" diyor.
Ancak bu Şafilerden nakledilene muhaliftir. Çünkü onlar; kadının sigara nafakası dahi kocasına aittir, demişlerdir.(9) Fakat onlar, İbn Hacer'in görüşünü zayıf olarak zikrettiler. Dolayısıyla Şafiîlerce de kabul edilen görüş; sigara içmenin, herhangi bir başka sebep olmadığı takdirde, keraheti tenzihiye ile mekruh olmasıdır. Mâlikî âlimlerinden Şeyh Aliyyu'l–Echûrî ise, tütünün helâl olduğuna dair bir risale yazmıştır. O Risale'de:
"Kendisine güvenilir dört mezhebin İmamlarından olan bazı kimseler, onun helâl olduğuna dair fetvâ vermişlerdir" diyor.
Hanefi kaynaklardan ed–Durru'l–Muntekâ'da :
"Tütün kesinlikle haramdır." Fakat onun haramlığı zatından dolayı değildir. Belki bu hususta sultanın yasağı olduğundan, yani sultan onu kullanmayı yasaklamış olduğundandır, deniyorsa da. Ancak üstadımız Abdulgani en–Nablûsî dedi ki:
"Keşke bilseydim, Veliyyu'l–emr'in iki emrinden hangisi tutulur? Acaba halka tütünü terk etmesini gerektiren emri mi yoksa tütünden vergi alma emri mi? Çünkü vergi almak şeklindeki dolaylı emri, hakikatte onu kullanmaya dair olan bir emirdir. Bununla beraber veliyyu'l–emirlerden maksat, âyet–i celîlede, en sıhhatli görüşlere göre âlimlerdir. Nitekim bu durumu el–Aynî, Şerhu'l–Kenz'in:
"Çeşitli meseleler" bahsinin sonunda zikretmiştir. Bir de müsaderelere ve zulümlere ısrar eden, Beytulmal'ı (hazineyi) zayi eden, hâkim ve başkalarını rüşvet almak, zulüm yapmak üzere terk eden zâlim sultanların yasakları Şer'î, dinî bir hükmü sabit kılar mı? Halbuki âlimler dediler ki:
"Bizim zamanımızdaki sultanlara 'âdil' diyen bir kimse küfre girmiş olur." Abdulgani en–Nablûsî'nin ibaresi özetle burada sona erdi, diyor ve İbn Abidin sözünü şöyle tamamlıyor:
"Ben derim ki; bizim zamanımızdaki sultanların emirleri de vücûb ifade etmez!.."
Netice olarak; zikrettiğimiz âlimlerin görüşlerinden orta yollu bir ifade ile şunu diyebiliriz ki, sigara içmek en azından mekruhtur. Ve aynı zamanda sigara hem içene ve hem de yakınında bulunanlara zarar vermektedir. Kur'an–ı Kerîm'de şöyle buyrulur:
"Kendinizi elinizle tehlikeye atmayınız"(10)
"Kendinizi öldürmeyiniz..."(11) Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
"Dinde, ne doğrudan ve ne de karşılık olarak zarar vermek yoktur"(12)
Ve son olarak "Hediye" isimli eserinde, el–İmadî'nin kelâmında açıkça görülen, sigaranın tahrimen mekruh olduğu ve onu daimi bir şekilde kullananın fâsık olduğudur. Çünkü o (el–Cemaa) faslında dedi ki:
"Faiz yemekle veya haramlardan bir şey işlemekle veya bizim zamanımızda bir bid'at olarak ortaya çıkan duhan (tütün) gibi mekruh bid'atlardan bir şey üzerinde ısrarla devam etmekle meşhur olan bir imama namazda uymak mekruhtur!.."KAYNAK:BEYAN DERGİSİ
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt