RE: Nebe suresi 34. ayet
Cenneti alada sarap olacagi dini kitaplarda gecer.Bundan kasit nedir bilinmiyor.
Nitekim sarap icecek manasinada geliyor.Yani alkol olarakmi kasdediliyor yoksa baska bir seymi?
Neticede Alkol dahi olsaki sanmam cünkü necisdir.Cenneti alada olmasi Adem a.s Efendimiz kissasi ile ters düser ancak sarhos eden bir icecekde olabilir.Bu egerki sarhosluk veren bir icecekse Allahu Teala Hz (c.c)leri kulu icin en iyisini düsünendir.
Tabiki bu dünyadaki sarap olmaya bilir.Ancak orada nefse hos gelen her sey olacak diye belirtiliyor.Oradaki hayat dünya ile kiyaslanamayacagi icin.Bu dünyadaki alkolun kötülükleri yada igrencligi noktasinda düsünmek pek dogru olmaz.
Nitekim cennete giren herkes gerek kalben gerek bedenen temizlenecek ve ilelebet temiz kalacak.
Orasi ibadet degil nefs dünyasi olarak belirtilmis.InsAllah yardimci olmustur.
----------------------------------------------------------------------------------------------------
Elmali H.Yazir tefsirinde nebe süresi 34.ayeti kerimesinin tefsiri insan süresi 5.Ayeti Kerimesinin tefsirinde izah edilmistir diyor.
Bu ayeti Kerimenin tefsirine bakalim insaAllah
KE'S, kâse demektir. Yukarılarda da geçtiği gibi dolu kadehe denir. Boş olursa ke's denmez. Meşhur mânâda bunun hakikatı, içinde içki bulunan kadehin kendisidir. Özellikle içindeki içkiye de denir. İçki içenlerin asıl maksadı neticede içkinin vereceği neşe olduğu için daha sonraları bu kelime zikr-i sebeb irade-i müsebbeb (sebebi söyleyip neticeyi kastetme) yoluyla tam neşeden mecaz olarak kullanılmıştır ki, edebiyatta bu mânâda kullanılışı yaygın olmuştur. Şu halde "tam anlamıyla dolgun, vereceği neşe içinde hiç sarhoşluk ve sersemlik bulunmayan, o anda ve daha sonra her türlü gam ve kederden uzak saf ve duru bir hayat zevki, demek olur. Böyle bir hayat ise, "Kuşkusuz ahiret yurdu, işte gerçek hayat odur."(Ankebut, 29/64) delilince ancak ahiret hayatıdır. Çünkü dünyanın hiçbir neşesi yoktur ki içinde bir keder ve başağrısı bulunmasın. Bu mânâda tarihçi Âli ne güzel söylemiştir:
Neşe ümid ettiğin sâgar da senden gamlıdır.
Bir dokun bir ah dinle kase-i fağfûrdan.
Bu nedenle "ke's" demekle gözetilen "tam neşe" mânâsı dünya kadehlerinde, dünya şaraplarında yoktur. Bunlar bir neşeye karşılık bir türlü yıkımla
doludur. Bundan dolayı Kur'ân'da dünya şarabı "Şeytanın işinden bir pislik"(Mâide, 5/90) ve "Günahları faydalarından büyüktür." (Bakara, 2/219) diye nitelendiği halde, ahiret şarabı "Tertemiz bir içecek" (İnsan, 76/21) şeklinde nitelenmiştir ki bu, dünyada ancak mutlak bir iman, tertemiz bir aşk neşesi ile ruhani bir gaye halinde düşünülebilir. Bunda cismani zevkten ruhani zevke, geçici güzellik aynasından mutlak güzelliğin şevkine geçen öyle derin ve sonsuz bir sevgiliye kavuşma neşesi vardır ki yolunda dünyadan geçilir, canlar feda edilir:
Cânı cânan dilemiş vermemek olmaz ey dil!
Ne niza eyliyelim, ol ne senindir, ne benim
denilir. İşte bu neşeyi duyanlardır ki, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Aksine onlar Rab'ları katında diridirler."(Âl-i İmran, 3/169) ve bir de
"İşte onlar, en ileri giden sıddıklardır. Şehitlerin mükâfatı Rab'ları katındadır. Hepsinin ecirleri ve nurları vardır."(Hadid, 57/19) müjdeleriyle Allah katında ebedi hayatta neşe ile dopdolu olurlar. Bu ahiret neşesinden gafil olup da bütün lezzetlerini dünya hayatının zevkinde tüketmek isteyenler, dünya elemlerini yalnız dünya şarabının dolmak ihtimali olmayan ve az bir neşeye karşılık türlü acılıklar, türlü başağrılarıyla bulaşmış ve sonunda kırılmaya mahkum bulunan boş ve eksik kadehinde aradıkları için yüce Allah onlara rağmen iyi kişilerin temiz ruhlarıyla duyacakları ahiret zevkini ve sonsuz hayat neşesini, birçok sûrede olduğu gibi burada da dolgun bir içki kadehi ve temiz bir içki demek olan "şürbi, ke's" ve "şarab-ı tahur=tertemiz şarap" zevk ve neşesi şeklinde beyan edip açıklamıştır. Bu kadeh ile içilen içkinin karışımı dünya içkilerinin karışımına benzemeyip her türlü kusurdan ve hoşa gitmeyen kokulardan arınmış, son derece temiz ve sonunda açıklanacağı üzere bir "şarâb-ı tahur" olduğu anlatılmak üzere buyruluyor ki: Onun, (yani o kadehin) karışımı bir kâfur olmuştur.
MİZÂC, alet bildiren bir isim mânâsında olarak bir şeye katılan katkı demektir ki, özelliği bunda görünür. Mesela, bir şerbete katılan gül suyu onun mizacı, katkısı olmuştur. Sonundaki zamiri, kâsenin yerini tutmaktadır. Ke's, dolu kabın kendisinin ismi olduğuna göre, kâfur, kadehin katkısı olmuş olur. Bu ise, o kâsenin sırçası, "gümüşten billurlar" âyetinden de anlaşılacağı üzere kâfur tabiatında beyaz ve hoş demek olabileceği gibi, o kasenin içine katılan içkinin kâfur özelliğinde, görülmedik bir içki demek olduğunu da ifade
edebilir. Bundan başka "katkısı olmak", kabın kendisinden ziyade içindeki içkiye daha uygun olacağına göre burada "kâse"den maksat, içindeki içilecek şey demek olup bunun katkısı da o içilecek içkiye katılan temiz ve hoş bir katkı demek olur. Önceki mânâya göre kâfur, bildiğimiz mânâda düşünülebilir. Bilindiği gibi kâfur, beyaz ve hoş bir renkte, güzel kokulu, serin, antiseptik yani kötü kokuya karşı ve doğal olarak kalbi kuvvetlendirme özelliğini taşıyan meşhur bir şeydir. Bir kâsenin kendisinin bu tabiatta olması onun temizliğini, hoşluğunu, güzelliğini ifade eden eşsiz bir "istiare-i temsiliyye" olur. İkinci ve üçüncü mânâlara göre ise kâfur, bilinen mânâsında değil, dünyada bilinmeyen bambaşka bir içki veya içki katkısı demek olur. Gerçekte bu mânâ ile kâfur, cennet çeşmelerinden bir çeşmenin ismi diye rivayet edilmiştir. Buna göre o iyi kişiler, o dolgun kadehten bu kâfur denilen çeşmenin suyunu veya içine o çeşmeden katılan bir cennet şarabını içecekler demek olur