Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

OKYANUSTAN BİR DAMLA.. (1 Kullanıcı)

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
Bak kitab-ı kâinatın safha-i renginine,
Hâme-i zerrîn-i kudret, gör, ne tasvir eylemiş.

Kalmamış bir nokta-i muzlim çeşm-i dil erbâbına,
Sanki âyâtın Hüdâ nur ile tahrir eylemiş.

Bak, ne mu’ciz-i hikmet, iz’an-rübâ-yı kâinat,
Bak, ne âli bir temâşâdır feza-yı kâinat.

Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.

Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:

Bir Kadîr-i Zülcelâlin haşmet-i sultanına,

Birer burhan-ı nurefşânız vücub-u Sânie; hem vahdete, hem kudrete şahitleriz biz.

Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nazenin mu’cizâtı çün melek seyranına,

Bu semânın arza bakan, Cennete dikkat eden, binler müdakkik gözleriz biz.

Tûbâ-yı hilkatten semâvât şıkkına, hep kehkeşan ağsânına,

Bir Cemîl-i Zülcelâlin dest-i hikmetiyle takılmış binler güzel meyveleriz biz.

Şu semâvât ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-i devvar, birer ulvî âşiyâne,

Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i Cebbar, birer tayyareyiz biz.

Bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Hakîm-i Zülcelâlin birer mu’cize-i kudret, birer harika-i san’at-ı Hâlıkane,

Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur âlemiyiz biz.

Böyle yüz bin dille yüz bin burhan gösteririz, işittiririz insan olan insana.

Kör olası dinsiz gözü görmez oldu yüzümüzü. Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen âyetleriz biz.

Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize musahharız, müsebbihiz abîdâne

Zikrederiz, kehkeşanın halka-i kübrâsına mensup birer meczuplarız biz.

SÖZLER
 

melissa26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,857
Tepki puanı
18
Puanları
36
Yaş
51
Anladım ...hem aslı olmalı, hem açıklamasını hiç anlamayana olmalı
şu an kalbim açıkken anlarım, bazen boş, boş bakarım , yine bir tesbit bazı sırlar Hak dostlarında kelimelerde gizlidir , o yere gelirsen anlarsın, değilsen gecer gidersin
dur, dur! sırları deşme ... dur yahu unutmamam için bana da lazım işte
Allah razı olsun can kardeş
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
Yalnız biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.

Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.

Biri talep et; başkaları lâyık değiller.

Biri gör; başkalar her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar.

Biri bil; mârifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır.

Biri söyle; Ona âit olmayan sözler, mâlâyânî sayılabilir.


17.Söz

 

Kubra :)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2013
Mesajlar
47
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
33
Sizdeki gençlik katiyen gidecek. eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. eğer terbiye-i islamiye ile, o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik manen baki kalacak ve ebedi bir gençlik kazanmasına sebep olacak..

Sözler




Elhasıl: Gençlik gidecek. Sefâhette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû-i istimâl ile, israfât ile gelen evhamlı hastalıkla hastahânelere ve taşkınlıklarıyla hapishânelere veya sefâlethânelere ve mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhânelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahânelerden ve hapishânelerden ve kabristanlardan sorunuz. ...”(Sözler, On Üçüncü Söz)Sorular:

a. Daire-i meşruada kalmayan gençliğin; dünyada, kabirde ve ahirette başlarına gelecek belalar ve elemler neler olabilir?
b. Gençlik nimetine şükür olarak; o gençliği iffet, namusluluk ve taatte sarfetmek nazara veriliyor. Bir gencin bu vasıflara sahip olabilmesi için tavsiyeleriniz nelerdir?
c. Hastanelerde, hapishanelerde ve kabristanlarda sıkıntı ve ızdırap çekenlerin çoğunluğunun gençliğini suistimal edenler olduğu nazara veriliyor. Bu hususu istatistiklerle teyid eder misiniz?
d. Tefsir ve hadislerden kabir hayatı ile ilgili bazı bilgiler verir misiniz?
Cevaplar:

a. Üstadımız bu sorunun cevabını “hastanelerden, hapishanelerden, kabristanlardan” sormamızı istiyor. Ölüme ve yaralanmaya yol açan çoğu kavgaların temelinde hep gençlik nimetinin yanlış kullanılması yatar. Hastanelerde yatanların da büyük çoğunluğu, gençliklerinde kapıldıkları kötü alışkanlıkların cezasını çekmektedirler. Bunun en açık örneği sigaranın yol açtığı problemlerdir.
Öte yandan, gençlik sürekli olmadığı için, bu mevsimde işlenen hatalar, insanın ahir ömründe ya vicdan azabı, ya dostlarından sadakat yerine hıyanet görmek, yalnız başına kalmak, işlediği isyanlarıyla imanı zayıf düştüğünden ölümden fazlasıyla korkmak, sürekli tedirgin ve endişeli bir hayat sürmek gibi nice manevî elemler de konunun bir başka cihetidir.
b. Nur Külliyatında “her hakiki hasenat gibi cesaretin dahi menbaının iman olduğu” beyan edilir. Buna göre, “iffet, namusluluk ve taat”in de kaynağı imandır. İmanımızı taklitten, tahkike çıkaran Nur dersleri bu noktada bizim için büyük bir İlahi ihsandır; bundan azami derecede faydalanmaya çalışmamız gerekir.
Öte yandan, Üstadımızın şu çok önemli tespitini de daima hatırlamamız gerekir:
“Zaman şahs-ı manevî zamanıdır.”

Bu tespitin devamında, bir şahsın dâhi derecesinde bir kabiliyete de sahip olsa cemaatten gelen şahs-ı maneviye karşı mağlup düşebileceği kaydedilir. Bu noktadan hareketle diyoruz ki, bir gencin kendini bu fitne ve fesat hareketleri karşısında korumasının vazgeçilmez yolu, kendi gibi düşünen gençlerle birlikte olmak, cemaat halinde hareket etmektir. Bu gün başta Nur talebeleri olmak üzere İslam’a hizmet eden bütün hamiyetli insanlar birer şahs-ı manevi halinde çalışmakta ve mensuplarını bu sayede koruyabilmektedirler.
İnsanların nefislerine hitap ederek kirli kazanç elde edenlerden, ülkemizi geri bırakmamaya çalışan dış mihraklara kadar geniş bir kitle, gençliğimizi dejenere etmek için olanca güçleriyle çalışıyorlar. Böyle bir ortamda “iffetli ve namuslu yaşamak”, küfür ve isyan yoluna girmeyip iman ve ibadet yolunda yürümek ancak bir şahs-ı maneviye dahil olmakla, hatta onun içinde gayret göstermekle mümkündür.
c. Türkiye İstatistik Enstitüsü İnternet Sitesinde yayınlanan “Hükümlüler İstatistiklerine” göre, 1998-2008 yılları arasında hüküm giyenlerin, yaşlara göre dağılımı aşağıdaki gibidir:
14 ve daha küçük 663 % 0.01
15- 17 6946 % 0.7
18- 24 166845 % 18.0
25 -34 307685 % 33.1
35- 44 265667 % 28.6
45- 54 132945 % 14.3
55- 64 37356 % 4.0
64 + 11215 % 1.2
Buna göre bir suçtan hüküm giyen 18-34 yaşları arasındaki gençlerin oranı % 51.1’dir. Buna, 35-44 yaş grubunu da eklediğimizde, bu oran % 79.7’ye varır.
Gençlik yaşının son sınırını 40 kabul etsek ve yaklaşık bir hesapla 35-44 yaş grubundakilerin yarısını (28.6 / 2 = % 14.3) gençlere aktarsak, hükümlü gençlerin oranı 51.1 + 14.3 : % 65.4 olur.
d. Tefsir ve hadislere göre kabir hayatı:
Kabir azabı, dünya ile ahiret arası bir geçiş dönemi olan “berzah aleminde” verilecektir. Bu alemde görülecek muameleler çok çeşitlidir. Şehitler kendilerini ölmüş bilmeyecekler, ilim tahsil ederken vefat edenler de hükmen şehit olup onlar da o alemde tahsillerine devam edecekler, güzel ameller; hoş kokulu çiçekler ve sevimli arkadaşlar şeklinde temessül ederek mümine zevk ve haz verecekler, kötü ameller; canavarlar şeklinde amel sahibini korkutacak ve ona azap vereceklerdir. Öte yandan, süre itibariyle de büyük farklılık olacaktır. O alemde dünyadaki manada bir zaman akışı olmamakla birlikte, çekilen azabı hissetme yönünden, bazıları kabir hayatında binlerce yıl azap çekmiş gibi olacak, bazıları mahşere çıktıklarından kendilerini sanki birkaç saat önce kabre girmiş gibi hissedeceklerdir.
Kur’an-ı Kerim'de, “berzah” kelimesi birkaç kez geçmekle birlikte, kabir hayatı hakkında en açık bilgi Mü’min Sûresinin 46. ayetinde verilir. Bu ayette, Firavun ve hanedanının her gün, sabah-akşam ateşle azap olundukları haber verilerek, kıyamet koptuğunda onların en şiddetli azaba atılacakları beyan edilir. Tefsir âlimleri, kıyamet kopuncaya kadar, her gün sabah-akşam verilen azabın “kabir azabı” olduğunda ittifak ederler. Bu azabın, sadece Firavun hanedanına mahsus olmayıp, bütün küfür ehli ve isyankâr insanlar için de geçerli olduğunu belirtirler.
"Onlar, sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de: 'Firavun'un hanedanını azabın en şiddetlisine sokun.’ denir. “(Mü’min, 40/46)
Üstad Hazretleri, Kur’an'ın birinci tefsirinin “hadis” olduğunu söyler. Berzah âlemi ve kabir azabıyla ilgili birçok hadis-i şerif vardır. Onlardan birkaçını aşağıda takdim ediyoruz:
Hz.Peygamber, "Kabir, ahiret duraklarının ilkidir. Bir kimse o duraktan kurtulursa, sonraki durakları daha kolay geçer. Kurtulmazsa, sonrakileri geçmek daha zor olacaktır" (Tirmizi, Zühd 5;İbn Mâce, Zühd 32)
Resülullah (s.a.v.) iki kabre uğradığında:
"Hiç şüphesiz, bunlar azap görüyorlar. (Gözlerinde) büyüttükleri bir şey hakkında azap görmüyorlar. Evet, o günah büyüktür. Biri (iki kişinin arasını bozmak için) söz taşırdı. Diğerine gelince, idrar(ının üzerine sıçrayıp bulaşmasın)dan sakınmazdı." buyurdu. [Buhari, İbn-i Abbas (r.a.)'den rivayet edilmiştir.]
"Sizden biriniz vefat ettiğinde sabah ve akşam ona kendi makamı gösterilir: Cennet ehlinden ise, cennet ehli makamlarından bir makam; cehennem ehlinden ise, cehennem hücrelerinden bir karargâh gösterilir. Ve ona: Burası senin (ebedi) durağındır. Kıyamet günü Allah seni buraya gönderecektir, denilir." [Buhari, Abdullah Ibn-i Ömer (r.a)'den rivayet edilmiştir].
"İnsan öldükten sonra kabre konulunca Münker ve Nekir adında iki melek kendisine gelerek "Rabb'in kimdir?", "Peygamberin kimdir?" "Dinin nedir?" diye soracak, iman ve güzel amel sahipleri bu sorulara doğru cevaplar verecekler ve kendilerine cennet kapıları açılarak gösterilecektir. Kafir ve münafıklar ise bu sorulara doğru cevap veremeyecek, onlara da cehennem kapıları açılarak cehennem gösterilecektir. Kafirler ve münafıklar kabirde acı ve sıkıntı içinde azap görürlerken müminler nimetler içerisinde mutlu ve sıkıntısız bir hayat süreceklerdir." (Tirmizî, Cenaiz, 70)
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
"Fâniyim, fâni olanı istemem.Âcizim, âciz olanı istemem.Ruhumu Rahman'a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim.Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim."


SÖZLER

 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
Nefsini itham eden, kusurunu görür.Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder.İstiğfar eden, istiâze eder.İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur.Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur.Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır.Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar..İtiraf etse, affa müstehak olur.

Lem'alar
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
"Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz âhirette, birimiz dünyada olsak, biz yine birbirimizle beraberiz.Kâinatın kuvveti toplansa bizi yüksek üstad Said Nursî'den ve Risale-i Nur'dan ve bizi bizden ayıramazlar.Zira biz Kur'ân'a hizmet ediyoruz ve edeceğiz.Âhiret hakikatine inandığımız için, mânevî olan bu sevgi ve tesanüdümüzü elbette hiçbir kuvvet sökemeyecektir.Çünkü bütün Müslümanlar saadet-i ebediye makarrında toplanacaklardır."

Ondördüncü Şua
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
Ey insan-ı müştekî! Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâkezâ...

Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakkın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücut mertebelerine mukàbil şükretmeyerek, imkânât ve ademiyat nev’inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden, bâtıl bir hırsla Cenâb-ı Haktan şekvâ ediyorsun ve küfrân-ı nimet ediyorsun?

Yirmi Dördüncü Mektup Birinci Makam
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
Ed-Dâî

Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Said’den yetmiş dokuz emvat bâ-âsâm âlâma.

Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş,
Beraber ağlıyor hüsrân-ı İslâma.

Mezar taşımla pür-emvat enîndar o mezarımla
Revânım saha-i ukbâ-yı ferdâma.

Yakînim var ki, istikbal semâvâtı, zemin-i Asya
Bâhem olur teslim yed-i beyzâ-yı İslâma.

Zira yemin-i yümn-ü imandır,
Verir emn ü eman ile enâma.

Şualar
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
İnsan, saray gibi bir binâdır.Temelleri erkân-ı imâniyedir. İnsan bir şeceredir.Kökü esâsât-ı imâniyedir.
İmânın rükünlerinden en mühimi, imân-ı billâhtır, Allah'a imândır; sonra nübüvvet ve haşirdir.Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, İmân ilmidir.İlimlerin esâsı, ilimlerin şâhı ve padişahı İmân ilmidir.

Sözler
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
“EVET HERKES, KÂİNATI KENDİ ÂYİNESİYLE GÖRÜR”

Cenab-ı Hak insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır.
Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş.
O âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor.

Meselâ;
gayet me'yus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve me'yus suretinde görür;
gayet sürurlu ve neş'eli, müjdeli ve kemal-i neş'esinden gülen bir adam, kâinatı neş'eli, güler gördüğü gibi;

mütefekkirane ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcud ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür.

Gafletle veya inkârla ibadeti terkeden adam; mevcudatı, hakikat-ı kemalâtına tamamıyla zıd ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve manen onların hukukuna tecavüz eder.



Lem'alar

 

Kubra :)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2013
Mesajlar
47
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
33
“EVET HERKES, KÂİNATI KENDİ ÂYİNESİYLE GÖRÜR”

Cenab-ı Hak insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır.
Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş.
O âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor.

Meselâ;
gayet me'yus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve me'yus suretinde görür;
gayet sürurlu ve neş'eli, müjdeli ve kemal-i neş'esinden gülen bir adam, kâinatı neş'eli, güler gördüğü gibi;

mütefekkirane ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcud ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür.

Gafletle veya inkârla ibadeti terkeden adam; mevcudatı, hakikat-ı kemalâtına tamamıyla zıd ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve manen onların hukukuna tecavüz eder.



Lem'alar


İnsan kainat ağacının meyvesidir. Yani kainat her şeyi ile insana hizmet ediyor. İnsan için yaratılmıştır. İnsanı netice vermek için tanzim, tertip ve teşkil edilmiştir. Kainat ağacı insandan meydana gelmiştir. Yani, Cenab-ı hak evvela Resuli- Kibriya (asv)'ın nurunu (ruhunu) yaratmıştır. Çekirdek olarak kainata ilk başlangıç onun nurudur. O çekirdek, sonradan bir ağaç olmuş ve kainat teşekkül etmiştir. O kainat ağacından da kıyamete kadar insanlar yaratılmaktadır.

Yani ağaçlardaki sistem ve kanun bir tek ağaç olan kainat için de geçerlidir. Nasıl ki bir meyvenin veya çekirdeğin içinde temsil ettiği ağacın bütün özellikleri ve güzellikleri nüve, plan ve proje olarak mevcuttur. Öyle de, insan kainatın çekirdek ve meyvesi olması hasebiyle, kainatta ne var ise; insanda plan ve fihriste olarak mevcuttur. İşte bu cihetten bakar isek, alem-i ekber olan kainatın özü ve özeti, onun küçük bir misali olan insanda dercedilmiş ve yerleştirilmiştir.

Ancak bu insan birinci derece Peygamber Efendimiz (a.s.v.)’dır. Zira "insan" kelimesi genel ve mutlak nazara verildiğinden, kemali anlaşılır. O da Resul-i Kibriya (a.s.v.)’dır. Bizlerde de o sır -ala meratibihim- mevcuttur. Fakat kainatın kemaliyle misal-i musağğarı Hz Muhammet (a.s.v.)’dır.

İnsanın kainata misal-i musağğar olmasının birkaç numunesi ise şudur:


1. Kainatta ahiret alemi var; insanda ise; ebed duygusu ve ihtiyacı var.

2. Kainatta cennet ve cehennem var; insanda, memnuniyet, keyf, şefkat, sevgi ile birlikte gadap, öfke, kin, adavet ve hırs var.

3. Kainatta misal alemi var, insanda hafıza var.

4. Kainatta Levh-i Mahfuz var, insanda hafıza var.

5. Kainatta arş ve kürsi var, insanda kalp ve akıl var.

6. Dünyada sular var, insan da 4/3 ü su olmak kaydıyla aynı.

7. Kainatta madenler, elementler var, insanda da bunların numunesi vardır vs. misaller çoğaltılabilir.

Bu nokta-i nazardan bakılırsa, insan hakikaten büyük alem olan kainatın bir küçük numunesi, özü ve özetidir.

İnsan kainatın misalı musağğarıdır; insanı büyütseniz kainat olur, kainatı küçültseniz insan olur.

Mesela yeryüzündeki ağaçlar insandaki kıllara; toprak tabakası, kılların altında bulunan deriye; taşlar, kayalıklar derinin altında bulunan kemiklere; yeryüzünde mevcut olan çeşit çeşit sular, insanda bulunan muhtelif sulara; (kan , göz yaşı ağız suyu gibi) yine yeryüzündeki mağaralar insandaki kulak ve burun deliklerine işaret ediyor olabilir. Nasıl ki "Yaş ve kuru ne varsa kuranda vardır" diyoruz...

Öyle de Kur'an her şeye kıymeti ölçüsünce ayinedarlık yapmakta, kimisinden yüzlerce ayetle bahsederken (Hz. muhammed (asm) gibi) kimisinden de bir iki ayet veya bir iki kelime veya bir iki harfle bahsetmektedir. Aynen bunun gibi insan da kainatın enmuzeci olması hasebiyle, insanda da her şey bulunmakta, ama kainattaki şeylerin kıymetine göre...

Yine Kur'an "Fatiha"da, "Fatiha" da "besmele"de, "besmele" de "be" harfinde saklandığı gibi insanda "acbuzzeneb" denen kuyruk sokumundaki bir hücrede saklanmıştır.
"İnsan denilen sarayın cevherleri, bir kısmı alem-i ervahtan, bir kısmı alem-i misalden ve levh-i mahfuzdan ve diğer bir kısmı da hava aleminden, nur aleminden, anasır aleminden geldiği gibi; hacatı ebede uzanmış, emelleri semavat ve arzın aktârında intişar etmiş, rabıtaları, alâkaları dünya ve âhiret edvârında dağılmış bir saray-ı acip ve bir kasr-ı gariptir..."(1)
"İnsana verilen numûneler nevinden cüz'î ilim, kudret, basar, sem', mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz'iyât ile, Kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem'ine, hâkimiyet-i rubûbiyetine âyinedarlık eder; onları anlar, bildirir. Meselâ, ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum; öyle de, şu koca kâinat sarayının bir ustası var, o usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hâkezâ."(2)
İnsanoğlu, meselâ, bir ev yapacağı zaman önce onun planını zihninde kurar ve bunu bir kâğıda döker. İkinci safhada ise irade ve kudretini sarf ederek o plana uygun bir ev koyar ortaya. İşte bütün bunlar birer numunedirler. Biz bu numuneye bakarak asıl hakkında bir derece fikir sahibi olur ve deriz ki: Şu kâinat sarayı önce takdir edilmiş ve bu takdire uygun olarak inşa edilmiştir.

Ene,
hem işaret hem de numuneleri cami olduğuna göre, ondaki numuneler de işaretler gibi mahlûktur, kişinin kendine hastır ve bunların da İlâhî takdir, irade ve kudretle hiçbir benzerlikleri düşünülemez.

Şimdi şöyle bir düşünelim:
İnsanda bu numuneler yaratılmamış olsaydı, insanın İlâhî sıfatları tanıması, bilmesi nasıl mümkün olacaktı?

Meselâ, insana irade verilmeseydi ve insan bu iradeye benliğiyle sahip çıkıp onu hür olarak kullanamasaydı, Allah’ın irade sıfatını bilebilir miydi? İnsanın o cüzi kuvveti ve kudreti olmasaydı, Allah’ın Kudret sıfatını ve Kadir ismini bilmesi mümkün olabilir miydi? Merhamet nedir, gazap nedir bilmeseydi, Allah’ın rahmet ve gazabı olduğunu hayal bile edemezdi. Demekki kainatın her şeyini kendimizde gösteremezsek de en azından bazı örneklerini kendimizde gösterebiliriz.

 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
İnsan çendan fânidir.Fakat beka için halkedilmiş ve bâki bir zâtın âyinesi olarak yaratılmış ve bâki meyveleri verecek işleri görmekle tavzif edilmiş ve bâki bir zâtın, bâki esmasının cilvelerine ve nakışlarına medar olacak bir suret verilmiştir.Öyle ise böyle bir insanın hakikî vazifesi ve saadeti: Bütün cihazatı ve bütün istidadatıyla o Bâki-i Sermedî'nin daire-i marziyatında esmasına yapışıp, ebed yolunda o Bâki'ye müteveccih olup gitmektir.
Lisanı
يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى dediği gibi; kalbi, ruhu, aklı, bütün letaifi "Hüve-l Bâki, Hüve-l Ezeliyy-ül Ebedî, Hüve-s Sermedî, Hüve-d Daim, Hüve-l Matlub, Hüve-l Mahbub, Hüve-l Maksud, Hüve-l Mabud" demeli.

Lem'alar

B)B)B)
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini kaybetmemek için saliha zevcesini taklit eder, o da salih olur.Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır.

Bedbahttır o adam ki, sefahete girmiş zevcesine ittibâ eder, vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder.Bedbahttır o kadın ki, zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklit eder.Veyl o zevc ve zevceye ki, birbirini ateşe atmakta yardım eder.Yani, medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.

Yirmidördüncü Lem'a
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
İKİNCİ SURET

Bu gidişata, icraata bak: Nasıl en fakir, en zayıftan tut, ta herkese mükemmel, mükellef erzak veriliyor.Kimsesiz hastalara çok güzel bakılıyor.Hem gayet kıymettar ve şahane taamlar, kaplar, murassâ nişanlar, müzeyyen elbiseler, muhteşem ziyafetler vardır.Bak, senin gibi sersemlerden başka herkes vazifesine gayet dikkat eder.Kimse zerrece haddinden tecavüz etmez.En büyük şahıs, en büyük bir itaatle, mütevaziâne bir havf ve heybet altında hizmet eder.Demek, şu saltanat sahibinin pek büyük bir keremi, pek geniş bir merhameti var.Hem pek büyük izzeti, pek celâlli bir haysiyeti, namusu vardır.

Halbuki kerem ise, in’âm etmek ister.Merhamet ise ihsansız olamaz.İzzet ise gayret ister.Haysiyet ve namus ise, edepsizlerin te’dibini ister.Halbuki şu memlekette o merhamet, o namusa lâyık binden biri yapılmıyor.Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar.
Demek bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor.


SÖZLER
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır.Ve o usta, her şeyi idare eden yalnız odur.Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur.Bize görünmeyen o usta, bizi ve her şeyi görür ve sözlerini işitir.Bütün işleri mu'cize ve hârikadır.Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahlûklar O'nun memurlarıdır.

Sözler

Sabah şekeri gibi geldi bu vecize,paylaşmak istedim..Her harfi ayrı bir sürur kaynağı,elhamdülillah..Rabbim bizleri bu daireden ayırmasın ebeden..
 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,767
Tepki puanı
72
Puanları
48
Yaş
38
Konum
vakt-i seher
Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede rahmettir.Ve bu karanlıklı mevcûdâtı ışıklandıran, bilbedâhe yine rahmettir.Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlukatı terbiye eden, bilbedâhe yine Rahmettir.Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan, bilbedâhe rahmettir.Ve bu hadsiz fezâyı ve boş ve hâlî âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşâhede rahmettir.Ve bu fâni insanı ebede namzed eden ve ezelî ve ebedî bir zâta muhatâb ve dost yapan, bilbedâhe rahmettir.

Lem'alar
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt