Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ölüm-Kabir-Kıyamet (1 Kullanıcı)

odtulu.seyma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Tem 2008
Mesajlar
686
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
29
allah razı olsun kardeşim gerçekten çok etkilendim
izin alma fırsatım olmadı ama mail yoluyla yazınızı dağıtmak isterim
Hakk'ınızı helal edin inşallah.
selam ve dua ile.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Allah'u teala cümlemizden razı olsun inşaAllah
Tabi dağıtabilirsiniz.Niyetimiz insanlara faydalı olmak değilmi
Varsa hakkımız helal olsun
Selametle kalın

allah razı olsun kardeşim gerçekten çok etkilendim
izin alma fırsatım olmadı ama mail yoluyla yazınızı dağıtmak isterim
Hakk'ınızı helal edin inşallah.
selam ve dua ile.
 

nagihan_17

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Haz 2009
Mesajlar
11
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
26
aaa

aaa

Öldükten sonra eğer cennete gidersek (de inşallah gireriz...) herkes 33 yaşında olacakmış...Bir düşünsenize çok acayip;annenizle aynı yaşta olacaksınız...
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
MÜNKER ve NEKİR MELEKLERİNİN SORGULAMALARI

MÜNKER ve NEKİR MELEKLERİNİN SORGULAMALARI

Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kul öldüğü zaman kabrine, siyah renkli, yeşil gözlü, birinin adı Münker, diğerininki Nekir olan iki melek gelir. Bu iki melek ölen kişiye,
'Şu Peygamber (s.a.v) hakkında ne dersin?' diye sorarlar. Ölen adam mümin biriyse, 'O, Allah'ın kulu ve Resulü'dür. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O'nun Resûlü'dür' diye cevap verir. Münker Nekir, 'Biz senin böyle söyleyeceğini biliyorduk' derler. Akabinde kabri yetmişe yetmiş zira genişletilir ve nurla doldurulur. Sonra ona, 'Uyu' denilir. O, 'Beni bırakın da aileme gidip durumumu haber vereyim' der. Melekler ona, 'Uyu' derler, o da ailesinden en sevdiği kimsenin (eşinin) onu yatağından kaldırana kadar uyuması gibi uyur.
Eğer ölen kişi münafık ise sorulan sorulara,
'İnsanların bir şeyler dediklerini duyuyor ve ben de onlar gibi söylüyordum. Fakat bu soruların cevabını bilmiyorum' diye cevap verir. Münker Nekir, 'Zaten senin böyle söyleyeceğini biliyorduk' derler. Sonra toprağa, 'Bu adamı iyice sıkıştır' emri verilir. Toprak da onu iyice sıkıştırır, öyleki adamın kaburgaları birbirine girer. Bu azap onun için kıyamet günü dirilene kadar devam eder."
Atâ b. Yesâr anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v) Ömer b. Hattâb'a (r.a) şöyle buyurdu:
"Yâ Ömer! Öldüğün ve akrabaların kabristanlığa gelip senin için boyuna göre bir kabir kazdıkları, ardından yıkayıp, kefenleyip ve kokular sürdüklerinde; sonra omuzlarında taşıyıp o çukura bıraktıklarında ve üzerine toprakları atmaya başladıklarında halin nice olur!
Dostların ve akrabaların kabrinin başından ayrıldıkları zaman yanına, kabrin korkutucu iki meleği olan Münker ve Nekir gelir. Sesleri, yeri göğü oynatan gök gürültüsü, bakışları ise gözleri kamaştıran şimşek gibidir. Uzunluğundan ötürü saçları yerlere değer. Dişleriyle toprağı kazarlar. Seni korkutur ve ürkütürler. İşte o zaman halin nice olur!"
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
ÖLÜMDEN SONRA AKIL ve ŞUUR KAYBOLUR MU?

ÖLÜMDEN SONRA AKIL ve ŞUUR KAYBOLUR MU?

Hz. Ömer (r.a), "Ey Allah'ın Resulü! Şimdiki aklım ve şuurum o zaman da olacak mı?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
"Evet, olacak"buyurdu. Hz. Ömer (r.a),
"O zaman onların hakkından gelir ve sorularına bir bir cevap veririm" dedi.
İşte bu rivayetler, ölümle beraber aklın gitmeyip varlığını devam ettireceğine; değişen ve bozulanın ise beden ve azaların olduğuna bir delildir.
Ölen kişi, bu âlemde de aklı başındadır. Nasıl hayatta iken aklı başında olarak elem ve lezzetleri hissediyorsa berzah âleminde de durum aynıdır. Kabirdeki elem ya da lezzet türünden hazları hisseden akıl, şu bedenin azaları değildir. Akıl eni boyu genişliği olmayan bâtınî (gözle görülmeyen sırlı) bir şeydir. Cüzlere ve parçalara ayrılması mümkün değildir. Eşyanın hakikatini idrak eden varlık da akıldır.
Öyle ki, insanın bütün vücudu ve azaları parça parça edilse, o yine de kendinde mevcut olan aklı vasıtasıyla kâmil bir insandır. Ölümden sonra da durum aynıdır, yani akıl (ve ruh) için ölüm ve yokluk söz konusu değildir.
Muhammed b. Münkedir-i Teymî (rah) der ki: "Bana ulaşan haberlere göre; kâfire kabrinde, elinde deve hörgücü büyüklüğünde demirden bir topuz bulunan, hayvan cinsinden sağır ve kör bir mahlûk musallat edilir ve kıyamete kadar onu döver. Bu görevli onu göremez ki insafından ötürü topuzunu başka taraflara vursun."
Ebû Hüreyre (r.a) şöyle demiştir: "Mümin kabre konulduğu zaman sâlih amelleri gelir, onu çepeçevre kuşatır. Azap meleği başucundan geldiği zaman okumuş olduğu Kur'an buna mani olur. Ayakuçlarından yaklaşmak istediğinde kıldığı namazlar bunu engeller. Ellerinin tarafından yaklaştığında elleri dile gelerek, 'Vallahi bu adam benimle sadaka verdi ve benimle dua etti; bu taraftan azap edemezsin' diyerek onu geri çevirir. Ağzının tarafından yanaşmak istediğinde de tuttuğu oruç ve çektiği zikirler buna engel olur. Böylece kılmış olduğu namazları ve Allah için çektiği sabırlar azap meleğine karşı direnişte bulunur. Bunun üzerine azap meleği şöyle der:
Allah'a yemin olsun ki, eğer bir boşluk görürsem orayı hemen dolduracağım."
Süfyân-ı Sevrî (rah) der ki: "Nasıl ki kişi hayatta iken ailesini, çoluk çocuğunu korur ve muhafaza ederse, ölümünden sonra sâlih amelleri de onu muhafaza eder. Bu esnada ona, 'Allah yatağını mübarek kılsın. Dostların ne iyi dost, arkadaşların ne iyi arkadaştır' derler."
Huzeyfe-i Yemânî (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ile birlikte bir cenazede idik. Kabrin başına oturdu, ona doğru uzun uzun bakmaya başladı ve,
"Mümin (insan) kabrinde öyle sıkıştırılır ki, âdeta boynu, göğsü ve kaburga kemikleri birbirine geçer" buyurdu.
Hz. Âişe (r.anh) Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Muhakkak kabrin bir sıkıştırması vardır. Eğer bundan biri kurtulacak olsaydı, o Sa'd b. Muâz olurdu."
Enes (r.a) anlatıyor:
"Resûlullah'ın kızı Zeyneb (r.anh) vefat etmişti. Hep beraber cenazeye katıldık. Resûl-i Ekrem (s.a.v) çok üzgündü. Hz. Peygamber (s.a.v) sonra sekînet ve vakar içinde kabrin başına oturdu ve ellerini semaya doğru kaldırıp dua etmeye başladı. Ardından kabre inip kızını yerleştirdi, onu çok üzgün görüyordum. Kabirden çıkarken gördüğümde ise sevinçli idi, tebessüm ediyordu. Biz Resûlullah'a bu değişikliğin nedenini sorduk, şöyle cevap verdi:
"Kabrin darlığı, onun insanı nasıl sıkıştırdığı ve buna karşın kızım Zeyneb'in zayıf ve güçsüz biri olduğu hatırıma geldi. Bu bana çok sıkıntı verdi. Ben de Allah'a dua edip kızımdan kabir azabını hafifletmesini istedim, duamı kabul etti. Fakat kabir onu öyle bir sıktı ve üzerine daraldı ki, doğu ile batı arsında, insanların ve cinlerin haricindeki bütün mahlûkat onun sesini işitti."
 

PeNYe.Zz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Kas 2007
Mesajlar
353
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Allah (c.c)razı olSun yazıyı okurken kendimden utandım.ölümü anmanın bu kadar faziletli olduğunu bilmiyordum..
 

Gök Kubbe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Ara 2008
Mesajlar
3,422
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
29
selamun aleyküm önceki yazılarınızı bilgisayarıma eklediğimi söylemiştim daha önce bu yeni yazıları da ekledim allah razı olsun hakkınızı helal edin çok güzel bilgiler vermişsiniz teşekkürler hayırlı akşamlar.....:D
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Ve aleykum Selam
Varsa helal olsun kardeşim ne mutlu faydalı olabiliyorsak
Dualarınızda bizide eksik etmeyiniz
Selametle kalın
selamun aleyküm önceki yazılarınızı bilgisayarıma eklediğimi söylemiştim daha önce bu yeni yazıları da ekledim allah razı olsun hakkınızı helal edin çok güzel bilgiler vermişsiniz teşekkürler heyırlı akşamlar.....:D
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Kıyametin kopma esnasındaki sûra üfürülme olayı

Kıyametin kopma esnasındaki sûra üfürülme olayı

Geçtiğimiz bölümlerinde, ölecek olan kişinin yaşadığı, sekerât-ı mevt dediğimiz can çekişme olayının şiddetini, ölümle başlayan tehlikeleri, son nefeste iman ile gidememe korkusunu, kabir karanlığının ürkütücülüğünü, kabrin sıkmasını ve oradaki yalnızlığı, haşeratın insanın vücudunu nasıl yiyip bitirdiğini, Münker-Nekir meleklerini ve onların sorgulamalarını, eğer günahkâr biri ise kabir azabının ne denli şiddetli olacağını anlatmıştık.
Elbette hepimizin önünde bundan daha büyük ve korkutucu tehlikeler vardır. Bunlar şunlardır:
Sûra üfürülmesiyle birlikte kıyametin kopuşu, tekrar dirilmek ve mahşer meydanına toplanmak, cebbar olan Allah'ın (c.c) huzuruna getirilmek, az çok yapılan her işten sorgulanmak, herkesin sevabının ve günahının eksiksiz olarak ölçülmesi için terazilerin kurulması, inceliği ve keskinliğiyle bilinen sırat köprüsünden geçmek, ameller tartılıp neticeye varıldığında, gideceği yerin (cennet ya da cehennem) çağrısını beklemek.
İşte bunlar ilk olarak bilmen gereken hallerdir. Sonra bunlara kalbinde hiçbir şek ve şüphe bırakmayacak şekilde inanman ve ardından da onlara hazırlanman için kalbini diriltmen gerekir.
Şu var ki, çoğu insan, âhirete imanı tam anlamıyla kalbine yerleştirememiş, kalbin derinliklerinde yer eden temel bir esas haline getirmemiştir.
Bunun en iyi göstergesi, insanların yazın sıcaktan, kışın soğuktan korunmak için en iyi tedbirleri almalarına rağmen cehennemin harareti ve soğuğuna karşı görmezden gelişleridir.
Evet, onlara âhireti sorsan, "Âhiret haktır" derler. Ancak sonra kalpleri bu söylediklerinden gafil bir halde onu unutur giderler. Bu aynen, bir dostunun, senin önüne getirilen bir yemek hakkında, "Bu yemek zehirlidir" dedikten sonra yemeğe bir kaşık da kendisinin daldırmasına benzer. Bu kimse sözüyle doğru söylemiş, fakat ameliyle kendisini yalanlamıştır. İşte en kötüsü budur.
Hz. Peygamber (s.a.v) bir kudsî hadiste şöyle buyurur:
"Yüce Allah buyurur ki: Âdemoğlu kendisi için caiz değilken beni birtakım noksanlıklarla vasıflandırdı ve hakkımda yalan konuştu. Beni noksan sıfatlarla vasıfiaması, bana bir evlât isnadında bulunmasıyladır (üçlü ilâh inancında olduğu gibi). Beni yalanlaması ise, onun, 'Bizi yarattığı gibi (ölümümüzden sonra) tekrar eski halimize döndüremez' sözleridir."'
İnsanın bâtınının (kalbinin), yeniden dirilme ve haşir meydanında toplanma gibi hadiseleri tasdik etmede ve inanmada gevşeklik göstermesinin nedeni, bu gibi hadiselerdeki anlayışının kıt oluşundandır.
Bu zamana kadar hiçbir canlının doğum yaptığını görmeyen ve üremenin ne şekilde olduğunu bilmeyen birine,
Bir sanatkâr, şu pis nutfeden konuşan, düşünen akıl ve irade sahibi bir insan yapıyor" denilse, elbette bunu kabul etmeyecektir.
Bu sebeple Allah (c.c) şöyle buyurur:
"İnsan görmez mi, biz onu meniden nasıl yarattık. O bunu görmeyip bize apaçık bir düşman oluverir. O Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışır ve, 'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?' der."
"İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu nutfe, alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmiştir. Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmiştfr."
Esasen insanoğlunun yaratılışındaki acayiplikler, organlarının birbirine eklenişindeki farklılıklar öyle çoktur ki, bunlar onun tekrardan diriltilmesinden daha fazla şaşırtıcıdır. Allah Teâlâ'nın sanatını ve kudretini müşahede eden bir kimse, yine onun kudretinde ve hikmetinde olan bu dirilme hadisesini nasıl inkâr edebilir ki?
Şayet bu husustaki inancında bir zayıflık varsa, onu ilk yaratılış anını düşünerek kuvvetlendir. Zira öldükten sonra diriliş aynen onun gibi ve hatta daha da kolaydır. Buna imanın kuvvetliyse, dirilme ve mahşer anının korku ve tehlikelerini kalbine getir. Kalbinin bu husustaki rahatlığını ve gevşekliğini kaldırmak için çok düşün ve öncekilerin ölümlerinden ibret al. Bir an evvel rabbinin huzuruna arzedileceğin gün için kollarını sıva, amel et.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Sûr denilen aletin çıkardığı ses

Sûr denilen aletin çıkardığı ses

ilk olarak kabir sakinlerinin kulaklarını çınlatacak olan sûrun şiddetle üfürülüşünü düşün.
O sûr öyle bir ses ve öyle bir bağırtıdır ki, onunla birlikte kabirler ölülerin baş tarafından açılır ve ölüler bir defada kabirlerinden sıçrarlar. Kendini o durumu yaşıyormuş farzet; bedenin baştan aşağı toz toprağa bulanmış, yüzün değişmiş ve sesin şiddetinden hayretler içinde çağrının geldiği tarafa doğru gözlerini dikmişsin! İnsanlar uzun süre belâ ve musibet çektikleri kabirlerinden bir anda fırlayıvermişler. Herkes gam ve keder içindeyken bir de akıbetlerinin ne olacağı endişesinin onları nasıl bir korkuya bürüdüğünü hayal et.
Allah (c.c) bu hususlarda şöyle buyurmuştur:
"Sûra (ilk) üflenişte, Allah'ın diledikleri (dört büyük melek, cennet bekçisi rıdvân, huriler ve cehennem bekçileri zebaniler) müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra ona bir defa üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış (etrafa, sağa sola) bakıyorlar."
"O sûra üfürüldüğü zaman var ya, işte o gün zorlu bir gündür, hele kâfirler için (hiç de) kolay değildir."
"Onlar, 'Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecektir?' derler.
Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar. İşte o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
Nihayet sûra üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak rablerine giderler. '(İşte o zaman) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, rahmânm vaad ettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler' derler."
İnsanların önünde sûra üfürülmenin haricinde başka hiçbir şey olmasa bile korkutucu olarak bu yeter de artardı. Zira o öyle bir ses ve gürültüdür ki, onun şiddetinden, Allah'ın diledikleri müstesna (ki onlar da meleklerdir) yerde ve gökte ne varsa hepsi ölecektir. Bunun için Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sûr sahibi (İsrafil), boynuzu (üfürme aletini) eline almış, boynunu uzatmış ve ne zaman kendisine emredilecek de üfleyeceğim diye beklemekte iken ben nasıl sevinebilirim ki?"'

SÛRUN ŞEKLİ ve MAHİYETİ

Mukâtil b. Süleyman (rah) şöyle demiştir: "Sûr denilen şey boynuz şeklindeki bir üfürme aletidir. Boru çalmak üzere hazırlanmış biri gibi, görevli melek ağzını o boruya koymuş beklemektedir. Sûrun (borunun) ağız tarafının genişliği, çapı yeryüzü ile gökyüzü arasındaki mesafe kadardır. İsrafil (a.s) gözünü arş tarafına dikmiş, kendisine ne zaman emredilecek de sûra üfleyeceğim diye beklemektedir.
O sûra ilk üfleyişinde yerde ve gökte ne varsa hepsi ölecektir. Allah'ın kalmalarını istediği Cebrail, Mîkâil, israfil ve ölüm meleği Azrail bunun dışındadır. Ardından Allah (c.c) ölüm meleğine sırasıyla, Cebrail, Mîkâil ve İsrail'in ruhlarını almasını emredecek, sonra da ölüm meleğinin kendi canını almasını emredecek ve hayatta zât-ı bârîden başka hiçbir varlık kalmayacaktır.

SURUN ÜFÜRÜLMESİNDEN SONRAKİ BEKLEYİŞ

Bütün mahlûkat, sûrun ilk üflenişinden sonra berzah âleminde kırk yıl bekleyecektir. Sonra Allah (c.c) İsrafil'i yeniden diriltip ikinci bir kez daha sûra üflemesini emredecektir. Bu anlattıklarımızın delili şu âyet-i kerimedir:
"...Sonra ona (sûra) bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar (bütün ölüler) ayağa kalkmış (etraflarına) bakıyorlar!" İşte o an herkes ayağa kalkmış mahşer meydanına gönderilmeyi beklemektedirler.
Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Ben peygamber olarak gönderildiğimde (o emir bana verildiğinde) İsrafil'e de üflemesi için sûr (denilen o boru) verildi. O, her an kendisine emredilecek olan üfleme emrini beklemektedir. Dikkat edin! Sûra üfürülmenin dehşetinden korkun."
O gün bütün mahlûkatın yeniden dirilmenin korkusu ve şiddetiyle, kalpleri buruk ve zelil bir halde, haklarında cennetlik ya da cehennemlik olduklarının hükmünün verileceği mahşer meydanına doğru götürüldüklerini düşün. Aralarında sen de varsın ve sen de onlar gibi kalbi buruk, hakir ve zelil bir haldesin.
Eğer dünyada refah ve hayırsız bir zenginlik içinde hayat sürmüşsen, şunu bil ki, o gün yeryüzünün sultanları ve zenginleri, ayaklar altında ezilen karıncalar misali, mahşer halkının en hakir ve en aşağılarından olacaktır. O esnada, bütün hayvanat, dağlardan taşlardan, başları öne eğik bir vaziyette oluk oluk mahşer meydanına gelirler ve kendilerini kirleten, günahlarının olmamasına rağmen insanların arasına karışırlar. Bu, sûra üfürülmenin kendilerine verdiği korku sebebiyledir ve o sebeple artık insanlardan ürkmezler. Nitekim bu husus, "Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde" âyetiyle bildirilmiştir.
Sonra rabbinin huzurundan kovulmuş olan o kibirli şeytan (ve nesilleri) tutup getirilir. Şeytan ve avanesi rabbinin huzuruna çıkarılacağının korkusundan boynunu eğmiştir. Allah (c.c) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Öyle ise, rabbine yemin olsun ki, muhakkak surette onları (insanları) şeytanlarla birlikte mahşerde toplayacağız; sonra onları diz üstü çökmüş vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız."
Bu zikrettiğimiz tehlikelerden ötürü, şimdiden o gün senin ve kalbinin hali ne olacak diye otur bir düşün!
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Halkın mahşer meydanında toplanması

Halkın mahşer meydanında toplanması

Sonra insanların kabirlerinden kalkıp çıplak, yalın ayak ve sünnetsiz olarak mahşer meydanına götürüldüklerini bir düşün!
Mahşer meydanı âdeta ak pak un gibi bembeyaz bir sahadır. Orada ne bir iniş ne de bir yokuş görürsün. Orada insanın ardına saklanabileceği bir tepe ya da içine girip gözlerden kaybolacağı bir çukur yoktur. Orası hiçbir inişi çıkışı bulunmayan dümdüz bir arazidir. İnsanlar grup grup buraya sevkedilirler.
Yeryüzünün (ve kâinatın) her köşesinden, ayrı ayrı türlerine ve sınıflarına rağmen gelmiş geçmiş bütün mahlûkatı bir araya toplayan Allah (c.c) bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah Teâlâ önce bir râcife, ardından da bir râdife ile mahlûkatı bu meydana sevketmiştir.
Râcife, titreten ve ürperten anlamında olup sûrun birinci üfürülmesi için kullanılmıştır. Râdife ise, birincisini takip eden anlamındadır ve ilk Öyleyse şu kalplerimizin o günün dehşetinden ürküp ıstıraba düşmesi, gözlerimizin de şimdiden korku içinde zelil ve hakir olması gerekmez mi?
Resûlullah (s.a.v) buyururlar ki:
"Kıyamet günü insanlar beyaz unun çöreği gibi bembeyaz, kızıl beyaz bir yerde toplanacak. Orada hiç kimse için bir alâmet (kendisini gizleyecek bir bina ya da gözlerden saklayacak bir tepe) olmayacak."
Mahşer meydanının bu dünyaya benzediğini zannetme. Aralarında benzerlik (her ikisine de meydan anlamına gelen arz denilmesinden dolayı) sadece isim benzerliğidir.
Nitekim Allah (c.c) bu konuda, o gün yeryüzünün başka bir yeryüzü, göklerin de başka gök olacağını beyan etmiştir.
İbn Abbas (r.a) bu âyetin yorumunda şöyle demiştir: "(Mahşer yeri yine dünyadır, değişiklik olarak) yeryüzünde kimi yerler yükselecek kimi de alçalacak; ağaçlar, dağlar, vadiler ve içlerinde ne varsa hepsi yer değiştirecektir. Her yer Ukâzî derisi gibi uzayıp gidecek, hulâsa dümdüz olacaktır. Orası gümüş renginde beyaz bir meydandır. Üzerinde hiç kan akıtılmamış ve günah işlenilmemiştir. Onun gökyüzünde güneş, ay ve yıldızlar yoktur (kıyametle birlikte hepsi yok olmuştur)."
Ey miskin adam! O günün dehşetine ve şiddetine bir bak da düşün! Aklını başına devşir! Bütün mahlûkat bu meydanda toplandığı zaman yıldızlar dökülecek, ayın ve güneşin ışığı sönecek, kandilleri sönen yeryüzünü karanlık bürüyecek. İşte o sırada gökyüzü tepelerinde dönmeye başlayacak ve o denli kalın ve büyük olmasına rağmen ikiye ayrılacaktır. Bu olayı gören melekler dahi ayağa kalkacaktır. O gün göklerin yarılmasıyla kulaklara gelen ses ne korkutucudur! O denli sertliğine ve kalınlığına rağmen o kırılmanın heybeti ne kadar dehşet vericidir!
Sonra o gök tabakaları eritilmiş gümüş gibi akmaya başlar, içine bir sarılık karışır ve kızarmış yağ renginde gül gibi olur.
Gökyüzü eritilmiş kurşun, dağlar etrafa saçılmış renkli yün, insanlar ise ateşin etrafında çırpınıp dururken yere dökülen kelebekler gibidir. Hepsi birbirine karışmış, çırılçıplak, yalın ayak yollara düşmüşlerdir.
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlar çırılçıplak, yalın ayak, sünnetsiz bir halde haşrolunurlar. (Mahşer meydanında) terlemeleri ağızlarına ve hatta kulak memelerine kadar ulaşır."
Hadisi rivayet eden Resûlullah'ın (s.a.v) hanımı Şevde (r.anh) şöyle der: Ben bu hadisi işittiğim zaman Resûlullah'a,
"Ne kötü şey! O zaman insanlar birbirine bakmaz mı?" diye sordum. Resûlullah (s.a.v),
"İnsanların bununla uğraşacak durumları yoktur" dedi ve şu âyeti okudu:
"O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır."
O gün öyle büyük bir gündür ki, insanların avret yerleri açıldığı halde kimse kimseye bakamaz, bakmaya imkân bulamaz. Bu nasıl olsun ki, o gün mahşer meydanına kimileri karınları, kimileri de yüzleri üzerine sürüne sürüne gelecektir, bu durumda bir başkasına dönüp bakmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü insanlar üç grup olarak haşrolunurlar: Biniciler, yayalar ve yüz üstü yürüyenler." Ashaptan biri, "Ey Allah'ın Resulü! Nasıl olur da yüz üstü yürüyebilirler?" diye sorduğunda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Onları ayakları üzerine yürütmeye kadir olan Allah (c.c) elbette yüzleri üzerine yürütmeye de kadirdir."
Sevmediği ve hoşlanmadığı şeyi inkâr etmek insanoğlunun tabiatında vardır. Eğer insanoğlu yılanın karnı üzerinde şimşek gibi yürüdüğünü görmüş olmasaydı elbette ayaksız yürümenin imkânsız olduğunu iddia edecekti. Ayaklarıyla yürüyemeyen bir canlı da eğer iki ayakla yüründüğü görmeseydi aynı inkâr durumu onun için de söz konusuydu. Dünyevî olaylara ters düşüyor diye sakın âhiretle ilgili bu garip halleri inkâr etmeye kalkma! Şu dünya hayatında bile, görmemiş veya duymamış olduğun bazı garip haller sana anlatıisaydı elbette sen buna daha fazla tepki gösterir, inanmak istemezdin (Senin var olan bir şeyi anlamaman, görmemen ve bilmemen o şeyin mümkün olamaması anlamına gelmez).
Şimdi kendinin, o mahşer meydanında çırılçıplak, zelil ve hakir bir halde bulunduğunu, karşılaştıklarından ötürü hayret ve dehşet içinde olduğunu ve hakkında verilecek olan cennet ya da cehennem hükmünü beklemekte olduğunu düşün!
Gerçekten bu, insanın düşeceği en büyük ve en zor durumdur.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Mahşer alanındaki terleme

Mahşer alanındaki terleme

Şimdi de bütün mahlûkatın bir araya toplanıp oluşturdukları izdihamı düşün. Yedi kat yeryüzündeki ve gökyüzündeki gelmiş geçmiş bütün varlıkların; melek, cin, insan, şeytan, vahşi hayvan hulâsa ne varsa hepsinin bir araya geldiklerini, güneşin onların tam tepesine inmesiyle sıcaklığın normalin iki katına çıktığını ve hatta iki yay mesafesi kadar başlarına yaklaştırdığını, yeryüzünde Allah'ın arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin kalmadığını ve o gölgede de ancak Allah'a yakın olmuş sâlih kimselerin gölgelendiği günü tefekkür et.
Kimileri orada arşın gölgesinde gölgelenirken kimi de güneşin kavurucu sıcaklığı altında kavrulmaktadır. Sonra insanlar izdihamdan ötürü birbirini itip kakmaya başlarlar. Öyle ki herkesin ayağı birbirine dolanır. Bir de buna kulun rabbinin huzuruna çıkacağının utancı eklenince, duyduğu haya ve ıstırap daha da artar.
İşte bir yandan güneşin harareti, bir yandan insanların birbirlerinin enselerine verdiği nefeslerin bunaltıcı hali ve bir yandan da kalplerin Allah'a karşı duyduğu haya ve korku bir araya gelince her bir saçın dibinden terler sızmaya, durdukları yere, mahşer meydanına akmaya başlar. Herkes Allah indindeki derecesine göre terler. Kimi dizlerine, kimi boynuna, kimi kulak memelerine kadar terler, kimi de ter içinde kaybolacak duruma gelir.
İbn Ömer'in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûiuiiah (s.a.v) şöyle buyurmuş: "(Kıyamet günü) insanlar âlemlerin rabbinin huzuruna getirileceği vakit kiminin teri kulağının yarısına kadar varır. "
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadiste ise Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurur:
"Kıyamet günü insanlar öyle terler ki, akan terleri yetmiş kulaç yerin altına sızar. Terleri onların ağızlarına ve kulaklarına kadar dayanır."
Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir başka hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet (mahşer) günü insanlar (haklarında ne hüküm verilecek diye) gözlerini semaya diker ve beklerler. Sıkıntı ve kederlerinden terleri ağızlarına kadar varır."
Ukbe b. Âmir (r.a), Resûlullah'tan (s.a.v) şöyle rivayet etmiştir:
"Kıyamet günü güneş yeryüzüne yaklaşır ve insanlar terlemeye başlar. Kiminin teri topuklarına, kimininki baldırlarının yarısına, kimisininki dizlerine, kimininki uyluklarına ve kimilerinin teri ise ağzına kadar varır (Resûilullah bunu anlatırken elini ağzına götürerek terin seviyesini gösterdi). Kimi de vardır ki, onun teri boyunu dahi aşar (Resûiullah bunu anlatırken de elini başının üstüne koymuştur).".
Ey miskin! O mahşer halkının nasıl terlediklerini, kalplerinin ne denli sıkıntı ve üzüntü içinde olduğunu bir düşün! Nitekim aralarında, hiçbir azap ve hesap görmemişken, "Ey rabbim, cehenneme gidecek olsam dahi beni bu sıkıntıdan ve bekleyişten kurtar" diye yalvaranlar olacaktır. Bil ki sen de o mahşer ehlinden birisin ve terinin nere kadar
çıkacağını bilmiyorsun.
Hac, cihad, oruç, namaz, bir müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermek, iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmakta nice zorluklara katlanmak gibi Allah rızâsının dışında akıtılan her bir damla ter, o mahşer meydanında haya ve korkuyla birlikte yeniden akacak, beraberinde sıkıntı ve üzüntüler de devam edecektir.
Şayet insanoğlu şu cehalet ve kibir hastalığından bir kurtulabilse, Allah'a itaat yolundaki meşakkatlere katlanmanın, kıyamette hesabı beklemekten daha kısa ve orada terlemekten daha kolay olduğunu kavrayabilecektir.
Gerçekten mahşer, müddeti ve şiddetiyle pek uzun ve pek çetindir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Kıyamet günü, bütün mahlûkatın gözlerini semaya dikip bekledikleri, kalplerin korkudan ve sıkıntıdan parçalandığı, hiç kimsenin birbiriyle konuşup muhatap dahi olmadığı bir gündür. Herkes burada yemeden, içmeden ve hatta üzerlerine hafif bir rüzgâr dahi esmeden üç yüz yıl bekleşirler.
Kâ'b el-Ahbâr ve Katâde b. Diâme (rah), "Ogün insanlar âlemlerin rabbinin huzurunda ayakta dururlar" âyetinin tefsirinde, "insanlar üç yüz yıl ayakta dururlar" demiştir.
Abdullah b. Amr der ki: Resûlullah (s.a.v) bu âyeti okuduktan sonra şöyle dedi: "Allah Teâlâ size hiç bakmadan mahşer yerinde elli bin sene bekletse haliniz nice olur?"
Hasan-ı Basrî (rah) o günün tehlikelerinden bahsederek der ki: "Hiçbir şey yemeden ve hiçbir şey içmeden elli bin sene ayakta beklenen o günü ne zannediyorsunuz!"
O gün insanların susuzluktan boyunları kopar, açlıktan karınları kavrulur. Bu halleriyle cehenneme götürülür ve kendilerine suyu sıcak olan kızgın kaynaklardan içirilir. Artık azaba dayanamayacak noktaya geldiklerinde her biri bir başkasından kendisi hakkında şefaatçi olacak birini bulmasını ister. Hangi peygamberin eteklerine yapışsalar, o peygamber onları yanından uzaklaştırır ve, "Beni bırakın, ben kendi nefsimle meşgulüm. Benim işim bana yeter, başkasına yardımcı olamam" der. Her bir peygamber Allah'ın o şiddetli gazabını ve öfkesini mazeret göstererek, "Rabbimiz bugün öyle gazaplandı ki, bugüne kadar böyle hiç kızmadı, bundan sonra da kızmayacak" derler.
Sonunda insanlık Hz. Peygamber'e (s.a.v) kadar gelir ve Resülullah Efendimiz (s.a.v) kendisine izin verilen kimselere şefaat eder. Bu hususta Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:
"O gün çok esirgeyici (Allah'ın) kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez."
Öyleyse o günün uzunluğunu ve orada beklemenin insana verdiği sıkıntı ve kederi iyi düşün ki, şu kısacık ömründe kötü işler yapmaya karşı sabırlı olabilesin.
Bil ki, dünyada şehvetlerine karşı sabretmenin şiddetinden dolayı uzun süre ölümü bekleyen kimsenin kıyamette ölümü beklemesi kısa olur. Resülullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, o mahşer günü mümine hafif ve kısa gelir; öyle ki dünyada kıldığı farz namazın vaktinden daha çabuk geçer." O halde bu müminlerden olmak için gayret et. Ruhun bedeninde olduğu müddetçe iş sana kalmıştır, ölümden
sonrasına hazırlanmak senin elindedir. Öyleyse şu kısa günlerde o uzun günler için çalış ki, sevinç ve süruru hiç bitmeyen bir kazanç elde edesin. Kendi ömrünü gözünde küçült, hatta dünyanın yedi bin senelik ömrünü dahi az bul.
Meselâ, sen her bir günü dünya günleriyle elli bin sene olan âhiret günündeki azaptan kurtulmak için yedi bin sene sabretsen, gerçekten kazancın çok olur, yorgunluğun az kalır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt