Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şii'lerin Yanlışları-2... (1 Kullanıcı)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

cemaldurra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Nis 2008
Mesajlar
1,142
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Selamun Aleyküm,

Hz. Ali ile Fâtımaya ve çocuklarına (Âl-i Resûl) veya (Ehl-i Beyt) denir.

Resûlullahın Ehl-i beytini doğru ve uygun olarak sevenler, elbette Ehl-i sünnettir. Ehl-i beytin yolunda olan, elbette bunlardır. Ehl-i beyti seviyoruz ve onların yolunda gidiyoruz diyen, eğer diğer Eshâba düşmanlık etmese ve Eshâb-ı kirâmın hepsine saygı ve sevgi gösterse ve Eshâb-ı kirâm arasındaki muhârebelerin iyi sebeplerden meydana geldiğine inansa (Ehl-i sünnet) olur. Sapık yolda olmaktan kurtulur. Çünkü, Ehl-i beyti sevmemek, (Hâricî) olmaktır. Hem Ehl-i beyti sevmek, hem de Eshâb-ı kirâma saygı göstermek, hepsini sevmek, Ehl-i sünnet olmaktır. Görülüyor ki, mezhepsizlik, Resûlullahın Eshâb-ı kirâmına düşmanlık etmekten doğmaktadır. Çünkü, Ehl-i beyt de, Eshâb-ı kirâmdandır. Sünnîlik ise, Eshâb-ı kirâmın hepsini sevmektir. Aklı olan, insâflı olan bir kimse, Eshâb-ı kirâma düşmanlık etmeği, onları sevmekten daha üstün tutmaz. Resûlullahı sevdiği için, Onun Eshâbının hepsini sever.

Bazıları, Ehl-i sünnetin Ehl-i beyte düşman olduklarını söyliyor. Bu çok yanlış ve pek çirkin sözlerine ne kadar şaşılsa yeridir. Çünkü, Ehl-i beyti sevmek, Ehl-i sünnetin îmanla gitmesine alâmettir. Ehl-i sünnet âlimleri, son nefeste îmanla gitmek için, Ehl-i beyti çok sevmek lâzımdır demişlerdir. Bu fakirin (yâni imam-ı Rabbânînin) babası çok âlim idi. Zâhir ve bâtın ilimlerinde pek derin idi. Herkese, durmadan, Ehl-i beytin sevgisini aşılardı. Onları sevmek, son nefeste îmanla gitmeye yardım eder, buyururdu. Babamın ölüm hastalığında yanında idim. Son dakikaları gelmişti. Dünya ile ilişiği az kalmıştı. Ehl-i beyti çok seviniz dediği zamanları hâtırlattım. Şimdi, bu sevginiz ne kadardır diye sordum. Kendinden geçmek üzere iken (Ehl-i beytin sevgisi deryasına dalmış bulunuyorum) buyurdu. Böyle cevap verdiği için, Allahü teâlâya hamd-ü senâ etmiştim. Ehl-i beyti sevmek, Ehl-i sünnetin sermâyesidir. Bunu anlıyamıyorlar. Ehl-i sünnetin doğru ve yerinde olan sevgisini bırakarak, taşkın, aşırı bir yola sapıyorlar. Aşırı ve taşkın olmıyan sevginin kıymeti olmaz sanarak, Ehl-i sünnete hâricî damgasını vuruyorlar. Aşırı gitmek ile aşağı kalmak arasında doğru ve uygun bir yol bulunduğunu, hak ve doğru yolun, böyle olduğunu anlıyamıyorlar. Aşırı yüksek ile pek alçak iki bozuk yol arasındaki hak ve doğru olan orta yolu bulmak şerefi, Ehl-i sünnet âlimlerine nasip olmuştur. Ehl-i sünnet âlimlerinin bu doğru yolu bulmak için, durmadan, usanmadan yaptıkları çalışmalara, Allahü teâlâ bol bol mükâfat versin. Şî'îler de biliyor ki, hâricîlerle, yâni Hz. Alînin ve evlatlarının düşmanları ile, Ehl-i sünnet döğüştü. Ehl-i beytin düşmanlarının cezâlarını verenler, Ehl-i sünnet idi. O vakit şî'îler yok idi. Olsa da, yok denecek kadar az idi. Yoksa bunlar, Ehl-i sünnete, Ehl-i beyti sevdikleri için şî'î mi diyorlar? Bunun için, hâricîleri dağıtanları, kaçıranları şî'î mi sanıyorlar? Çok şaşılır ki; Ehl-i sünnete bâzan hâricî diyorlar. Muhabbetlerinin aşırı, taşkın olmadığını görünce hâricî sanıyorlar. Ehl-i beyte olan, o büyüklere uygun, yakışan sevgiyi gördükleri zaman da, Ehl-i sünneti şî'î sanıyorlar. Bunun içindir ki, çok câhil olduklarından, Ehl-i sünnet âlimlerinden Ehl-i beytin muhabbetini işitince, bunları kendilerinden sanıyorlar. Muhabbette taşkınlık yapılmamasını söyliyen ve üç halîfeyi de sevdirmeye çalışan Ehl-i sünnet âlimlerine de, hâricî diyorlar. Bunların, Ehl-i sünnet âlimlerine olan haksız ve yersiz sözlerine yazıklar olsun. Hz. Aliye olan muhabbetin aşırı ve taşkın olmasından dolayı, Hz. Aliyi sevmek için, üç halîfeye ve Eshâb-ı kirâmdan çoğuna düşman olmak lâzımdır, diyorlar. İnsâf etsinler, böyle muhabbet olur mu?

Resûlullahın halîfelerine düşman olmak ve Onun Eshâb-ı kirâmını sövmek ve kötülemek şart tutulan bir çılgınlığa, muhabbet ismi verilebilir mi? Ehl-i sünneti beğenmemelerinin, çok çirkin sözlerle kötülemelerinin biricik sebebi, Ehl-i sünnetin, Ehl-i beyt sevgisine Eshâb-ı kirâmın hepsinin sevgisini de katmasıdır. Eshâb-ı kirâm arasındaki ayrılıkları, muhârebeleri bildiği hâlde, onların hiç birini kötülememesidir. Ehl-i sünnet, Resûlullahın sohbetinin kıymetini ve şerefini anlıyarak, Eshâb-ı kirâmın kötü düşünüşten, inattan, birbirini çekememekten kurtulduklarını, tertemiz olduklarını bildirmekte, herbirinin üstün, kıymetli olduğunu söylemektedir. Bununla berâber, bu muhârebelerde, haklı olana haklı, yanlış olana hatâlı demiştir. Fakat, bu hatâların, nefsin isteklerinden, kötü arzularından hâsıl olmadığını, re'y ve ictihâd ayrılığı olduğunu beyan eylemişlerdir. Ehl-i sünnet de, Eshâb-ı kirâmın çoğuna düşmanlık etse idi ve bu din büyüklerini kötüleseydi, hoşlarına giderdi. O zaman, Ehl-i sünnete dil uzatmazlardı. Bunun gibi hâricîlerin de, Ehl-i sünneti sevmeleri için, Ehl-i sünnetin de, Ehl-i beyte düşman olması lâzımdır. Yâ Rabbî! Sen bize doğru yolu gösterdikten sonra, kalblerimizi kaydırma! Sonsuz rahmet hazînelerinden bizlere de ihsân et! İyilikleri veren ancak sensin.

Ehl-i sünnet âlimlerinin büyükleri buyuruyor ki, Resûlullah efendimizin Eshâb-ı kirâmı, birbirleri ile muhârebe ederken üç fırkaya ayrılmışlardı:
1 - Birinci fırkada bulunan Eshâb-ı kirâm, olayları inceliyerek, Hz. Ali yanında bulunanların haklı olduğunu ictihâd eylediler.
2 - İkinci fırkadakiler, karşı taraftakilerin haklı olduğunu, ictihâd ile anladılar.
3 - Üçüncü fırkada olanlar, durakladılar. Bir tarafın haklı olduğunu gösteren ictihâda varamadılar.

Birinci fırkada olan Eshâb-ı kirâmın, kendi ictihâdlarına uyarak, Hz. Aliye yardım etmeleri vâcib oldu. İkinci fırkada bulunan Eshâb-ı kirâmın da, kendi ictihâdlarına uyarak, karşı tarafa yardım etmeleri lâzım oldu. Üçüncü fırkada olanların, bu işe karışmaması lâzım oldu. Bir tarafa yardım etmeleri hatâ olurdu. Her üç fırkada bulunanlar da, kendi ictihâdlarına göre hareket ettiler. Herbiri, kendilerine lâzım ve vâcib olanı yaptılar. O hâlde, böyle yaptıkları için ne diyebiliriz? Hangisine dil uzatabiliriz? İmâm-ı Şâfi'î buyuruyor ki, (Allahü teâlâ, bu kanlara ellerimizi bulaştırmaktan bizleri korudu. Biz de dillerimizi karıştırmaktan korumalıyız). Ömer bin Abdülazîzin de böyle söylediği haber verilmiştir. Bu sözden anlaşılıyor ki, bu üç fırkada bulunan Eshâb-ı kirâmın hiçbirine haklı idi, yanıldı gibi söylememiz doğru değildir. Hepsi için de, yalnız iyi olduklarını söylememiz lâzımdır. Hadis-i şerifte de böyle buyuruldu. (Eshâbım anıldığı zaman, dilinizi koruyunuz) hadis-i şerifi gösteriyor ki, Eshâbım anıldığı zaman, birbirleri ile olan muhârebeleri söylenildiği zaman kendinizi koruyunuz. Bir kısmını beğenip, ötekilerini kötülemekten sakınınız! Bu emre uymak lâzımdır. Bununla berâber, Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunun anladığına göre, Hz. Ali ile birlikte olanlar, haklı idi. Karşı tarafta bulunanlar hatâya düşmüştü. Fakat bu hatâları, ictihâd hatâsı olduğu için bir şey denemez. O büyüklere dil uzatmamıza sebep olamaz. Hatâ edenler de, haklı olanlar gibi, kötülenemez ve aşağılanamaz. O muhârebeler yapılırken, Hz. Alînin (Kardeşlerimiz bize uymadı. Onlar kâfir değildirler. Fâsık da olmadılar. Çünkü, anladıklarına göre ictihâd eylediler. Kâfir ve fâsık olmazlar) buyurduğu haber verilmektedir. Görülüyor ki, Ehl-i sünnet de ve şî'îler de, Hz. Ali ile harp edenlerin hatâ ettiklerini, Hz. Alînin haklı olduğunu söylemektedir. Lâkin, Ehl-i sünnet âlimleri, bu hatânın, görüş, anlayış hatâsı olduğunu, bundan başka birşey söylenemiyeceğini bildiriyor. O büyüklere dil uzatmaktan, onları kötülemekten kaçınmak lâzımdır diyorlar ve insanların en hayrlısının sohbetinin şerefini, hakkını gözetmeliyiz buyuruyorlar. Çünkü Peygamberimiz buyuruyor ki: (Eshâbımın hakkını gözetmekte, Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra, onlara dil uzatmayınız!). Bu emrin önemini göstermek için iki kere tekrar buyuruyor. Bir hadis-i şerifte de, (Eshâbımın hepsi gökteki yıldızlar gibidir. Hangi birisine uyarsanız, hidâyete, saadete kavuşursunuz!) buyuruldu. Eshâb-ı kirâmın herbirini büyük bilmek, hepsine saygı göstermek lâzım geldiğini gösteren, başka çok hadis-i şerifler de vardır. Bunun için, hepsini kıymetli, üstün tutmamız lâzımdır. Onların ufak tefek hatâlarının da, iyi niyetlerle yapıldığını düşünmeliyiz. Ehl-i sünnet mezhebi böyledir.

Bazıları, burada taşkınlık gösteriyor. Hz. Ali ile harp edenlere kâfir diyorlar ve söylenemiyecek çirkin kelimeleri ve iğrenç, bayağı sözleri ağızlarına alıyorlar. Dillerini kirletiyorlar. Böyle davranışları ile, eğer Hz. Alînin haklı olduğunu ve onunla harp edenlerin yanıldıklarını anlatmak istiyorlarsa, bunu bildirmek için, Ehl-i sünnet gibi söylemeleri yetişir. Adalete, insâfa yakışan yol da öylece anlatmaktır. Bu din büyüklerini kötülemek ve onlara sövmek, din ve mezhep olmaz. Bunlar, bu kötü yolu kendilerine din ve mezhep ediniyor. Peygamberimizin Eshâbına düşmanlık etmeği, sövmeği, din ve îman sanıyorlar. Bu nasıl dindir ve nasıl mezheptir ki, îmanlarının temeli, Resûlullahın Eshâbına sövmek olmaktadır.

Bir hadis-i şerifte, (Müslümanlar yetmişüç fırkaya ayrılacaklardır. Bunlardan yetmişikisi, bozuk inanışlarından dolayı, Cehenneme gidecektir. Yalnız birisi kurtulacaktır) buyuruldu. Bu yetmişiki bid'at fırkasından herbiri, çeşidli bid'atler meydana çıkararak, Ehl-i sünnetten ayrıldılar. Bu yetmişiki fırkanın en aşağısı, en bozuğu, Eshâb-ı kirâma düşmanlık yapanlar oldu. Yetmişüçüncü kurtuluş fırkası olan Ehl-i sünnetten en çok uzaklaşan, en fazla sapıtan, bunlar oldu. Din büyüklerine sövmeyi, bunlara lânet etmeği, îmanlarının, mezheplerinin temeli sanan kimselerin haklı olmakla, doğrulukla ne bağlılığı olabilir. Bunlar, zamanla oniki fırkaya ayrıldı. Hepsi birbirini beğenmiyor ise de, hepsi de Eshâb-ı kirâma kâfir demekten çekinmemektedir. Hulefâ-i râşidîne sövmek ibâdet olur, diyorlar. Bununla berâber, kendilerine râfızî dedirtmekten kaçınıyorlar. Râfızîler bizden başkalarıdır, diyorlar. Çünkü râfızîlerin kıyâmette azâb göreceklerini bildiren hadis-i şerifler olduğunu kendileri de bilmektedir. Râfızî isminden kaçındıkları gibi, keşke bu kelimenin mânasından da sakınsalardı ve Resûlullahın Eshâb-ı kirâmına düşmanlık etmeselerdi çok iyi olurdu. Hindistândaki hindûlar da kendilerine hindû diyor. Kâfir demiyorlar. Kendilerini kâfir bilmiyorlar. Dârülharbde bulunanların kâfir olduğunu söyliyorlar. Çok yanılıyorlar. Her iki memlekette bulunanları da kâfirdir. Gittikleri yol küfür yoludur.

Bunlar, acaba Resûlullahın Ehl-i beytini de kendileri gibi mi sanıyorlar? Onları da, Ebû Bekr ile Ömere düşman mı biliyorlar? Böyle sanmaları, Ehl-i beytin büyüklerini münâfık, ikiyüzlü bilmek olur. Hz. Alînin diğer üç halîfe ile tam otuz sene idare yollu görüştüğünü, onlara olan düşmanlığını sakladığını ve hakları olmadığı hâlde, onları üstün tuttuğunu, onlara saygı gösterdiğini söyliyorlar. Bu sözlerine ne kadar şaşılsa yeridir. Bunlar, Ehl-i beyti, Resûlullahı sevdikleri için seviyor iseler, Resûlullahın düşmanlarını da düşman bilmeleri lâzım gelirdi ve Resûlullahın düşmanlarına, Ehl-i beytin düşmanlarından daha çok söğmeleri ve lânet etmeleri Îcap ederdi. Hâlbuki bunların, Resûlullahın en büyük düşmanı olan ve Onu çok inciten ve sayısız sıkıntılar yapan Ebû Cehle sövdükleri ve lânet ettikleri, onun kötülüğünü anlattıkları, hiç görülmemiş ve işitilmemiştir.

Resûlullahın en çok sevdiği Hz. Ebû Bekri, kendi bozuk görüşleri ile Ehl-i beytin düşmanı sanıyorlar. Bu yüzden ona söğüyor ve kötülemek için ağızlarına geleni söyliyorlar. Şânına yakışmıyacak şeyleri iftirâ ediyorlar. Bu nasıl dindir ve mezheptir? Allah göstermesin! Hz. Ebû Bekrin ve Hz. Ömerin ve bütün Eshâb-ı kirâmın, Resûlullahın Ehl-i beytine düşman olacakları, hiç düşünülebilirmi? Bu insâfsızlar, saygısızlar, keşke, Ehl-i beytin düşmanlarına söğselerdi. Sahâbe-i kiramın büyüklerinin ismlerini söylemeselerdi, din büyüklerini kötü sandıracak hâle düşmeselerdi, çok iyi olurdu. Böyle yapsalardı, Ehl-i sünnet ile aralarında ayrılık kalmazdı. Çünkü, Ehl-i sünnet de, Ehl-i beytin düşmanlarını düşman bilmekte ve onları kötülemekte ve söğmektedir. Ehl-i sünnetin çok ince, çok güzel bir sözü de şudur ki, çeşit çeşit küfürlere dalmış olan belli bir kimsenin bile Cehenneme gideceğini söylememelidir. Tevbe edebilir, tekrar müslüman olabilir derler. Böyle kimselere de, ismini söyliyerek lânet etmeye izin vermezler. Adını söyliyerek, belli bir kâfire lânet etmemelidir. Kâfirlere lânet olsun demelidir, derler. Ölürken îmansız gittiği kesin olarak bilinen kimselere lânet olunabilir derler. Bunlardan bazıları, sıkılmadan, çekinmeden Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömere lânet ediyorlar ve Sahâbe-i kiramın büyüklerine dil uzatıyor, onlara söğüyorlar. Allahü teâlâ, bu zevâllıların doğru yola gelmelerini, bu yanlış, bozuk yoldan kurtulmalarını nasip eylesin! Âmîn.

Allah'a emanet olun...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt