Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Türkiyeli İslamcılar Venezuellada (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Fazil Duygu'nun Venezuella seyahat notları
Yaşayan efsane Carlos, Venezuella'da, Amerikan dolarından daha geçer akçe! Dolarla bile açamayacağınız şeyi, Carlos'la açabilirsiniz!

15 Mart 2012 Perşembe - 11:33


Fazil Duygun / TİMETÜRK

5 Mart 2012, Pazartesi. İstanbul, Roma, Caracas

images (1).jpg

İstanbul'da Atatürk Havalimanında, daha uçağımızın kalkmasına 5 saat varken, heyecan içindeydim. Zaten Sevgili Gönüldaşım Tufan Ersöz, cep mesaj yoluyla "duygularınızı alalım, faceboook'ta yayınlarız" mesajı çektiğinde, "hayatımda ilk defa bir uçağa biniyorum ve ilk defa yurt dışına çıkıyorum. Bu ilk uçuşum da, kıtalararası bir seyahat olacak, bütün heyecanlarım zirve yaptı" diyorum. Gece saat 4 gibi, pasaport kontrolünden geçtik.
Av. Ali Rıza Yaman Bey'le, İtalyan Havayollarına ait Alitalia uçağına bindik, yerimiz kanatüstü. Neyse, uçak havalanmaya başladı, bende bir heyecan, bir heyecan. Uçağın her santim yükselişini hissediyorum sanki. Terslik bu ya, ben, yola çıkmadan 2 gün önce gribe yakalandım, zaten ağır işitiyorum, bir de grip olunca, işitme cihazım bile süs gibi durmaya başladı, kulağıımda... Herşeyin ilki başkaymış, onun verdiği heyecanı, sonrakiler pek veremiyormuş... Hele hele, aynı ânda 2-3 ilki birden yaşarsanız, tadına doyum olmuyor.
Uçağımız havalandı, herkes uyuyor bense, boynumu sağa kıvırmışım, ha bire, aşağıya bakıyorum. Önce evler ve araçlar küçülmeye başladı, sonra yollar, göller, nehirler... Meğersem, sadece zaman değil, mekân duygusu da ne kadar izafiymiş. Hani biz yerdeyken uçan bir uçağa baktığımızda, kibrit kutusu kadar bir şey görüyorduk ya!, Şimdi, ben çelik bir kuşun içindeyim ve bana, yerdeyken devasa görünen o binalar, o nehirler ve yollar, birer kibrit kutusu, birer çizgi halinde görünmeye başladı. Uçakta hafif bir ikram servisi başladı, Roma aktarmalı İstanbul uçuşumuz 2,5 saat kadar süreceği için, hafif bir ikram veriyorlar. meyve suyu ve bisküvi türünden. Uçağımız, Ege ve Yunanistan üzerinden uçarken, dün atalarımızın buranın sahibi oldukları hissi nasıl da bastırıyor. Sonrasında, Adriyatik üzerinden, İtalya ve Roma. Roma ve çevresi, uçaktan kuşbakışı bakınca, cetvelle çizilmiş gibi, çok düzenli bir manzaraya sahip... tarlalar, köy sandığım mekânlar.
Uçak havadayken hafif bir şekide sallanıyor, ben kuyruğunu dikmiş panter gibi teyakkuzdayım... Aslında, Kumandan Carlos'un memleketi, Venezuella ve Caracas'ta nelerle karşılaşacağımıız düşünmeye çalışıyorum ama, içinde bulunduğum zaman ve mekân hissi veya (seyyar mekân hissi mi desem)buna müsaade etmiyor. İllaki içinde bulunduğum ânı yaşayacağım. Roma Havalimanına indik, aktarmalı yolcular için girdiğimiz kısımdaki güvenlik kontrolü için sıraya girdik. Sıramızı beklerken, Av. Ali Rıza Yaman'la, Roma üzerine kısa sohbetlerimiz oluyor. Bana, Roma'nın önemini anlatırken, "fethedeceğimiz ikinci şehir, biliyorsun." diyorum. Birincisi hangisi? diyor? İstanbul" diyorum. İtalyanlar, batmak üzere ama sanırım, "kan kusarım, kızılcık şerbeti içtim, derim" havasındalar. Havalimanındayken ve hele hele büyük bir koşuşturmacanın içindeyseniz, o şehri, o ülkeyi ve halkını gözlemleme imkanınız pek olmuyor. Küreselleşme bu olsa gerek, sürekli hareketin yaşandığı, her renkten, her cinsten sürüleşmiş, insan kalabalığı! Kim nereye ve niçin giidyor belli değil! Hoş, bunu kendilerine de sorduklarına emin değilim. Sadece hızlı bir hareket, aman uçağımı kaçırmayayım! Mekân ruhu ve duygusunun olmadığı bir yer havalimanları. Aslında, İslâmî açıdan bakınca, dünyaya saplanıp kalmama ve ahirete gideceğimiz hissinin en iyi yaşanabileceği bir mekân olması gerekirken, mekânsızlık duygusu veya seyyar mekân içinde bile, dünyaya kazığı çakıp kalma ve ölümü gözardı etmenin biricik yerleri olmuş, havalimanları. Hani vakti zamanı gelince, göçmen kuşlar gidecekleri kıtalara doğru havalanıp, kanat çırpmaya başlarlar ya biraz ona benziyor diyeceğim ama o kuşların Allah tarafından kendillerine verilmiş bir hedefi ve gayesi var, şuurunda olmasalar bile, ne yapmaları gerektiğini çok iyi biliyorlar. Havalimanında böyle bir şuur yok, aksine şuurların iptali var!
İtalya saatiyle sabah 9:30'da, çift koridorlu ve 330 kişilik büyük bir uçakla havalandık. Tevafuk bu ya, yine kanatlar üzerine düştük, Allah'tan pencere kenarına düştük, orta kısma düşseydik, tam bir seyahat eden "hücre" içinde hisserdim kendimi. Zaten bir müddet sonra, yani 2 saat sonra, Atlas Okyanusu üzerine gelince, uçaktaki bütün pencereler, perdelerle kapatıldı. Çünkü güneş, Atlas Okyanusu üzerinde, doğrudan size yöneliyor ve perdeyi 3 cm. bile yukarı kaldıramıyorsunuz. Kaldırdığınızda, sanki gözünüze fener tutulmuş giib kesif bir ışık huzmesi kamaştırıyor gözlerinizi. Bu vakıa, yaklaşık 7 saat sürüyor.
İtalya'dan ve Akdeniz üzerinden, İspanya'nın meşhur şehri, Barcelona üzerindeyiz. Akdeniz üzerindeyken, o güzelim mavilik bana birden "Barbaros Hayreddîn Paşayı" hatırlatıyor. Katolikliğin kalbi İtalya ve onun kızkardeşi İspanya (diğeri bir zamanlar Fransa idi)ve ille de Akdeniz denince, aklıma gelen tek şey, Barbaros Hayreddin Paşa oluyor!
Barcelona üzerindeyken, o aralar, yanımdaki koltuğunda uyumakta olan Avukatımızı Ali Rıza Beyi uyandırıyorum. Aşağıya birlikte bakıyoruz. Dümdüz ve cetvelle taksim edilmiş gibi, yarı yeşil, yarı toprak rengi bir manzara var aşağıda. Ali Rıza Bey, "Muhiddin-î Arabî hz.lerinin vatanı üzerinden geçiyoruz" dedi. Tabii, o halde, o büyükler büyüğü "Velî"nin ruhuna bir Fatiha okumak şart oldu.Uçağımız daha Akdeniz üzerindeyken, önce soğuk-sıcak içecek servisi, sonrasında ise, sıcak yemek servisi yapıldı. Biz, tedbiren etli yemek yemedik, mâlum domuz eti endişesi!

Ve uçağımız, 2 saat sonra Atlas/Anlantik Okyanusu üzerinde, daha okyanusun rengine alışamadan, perdeler kapatılıyor. Uçağın içerisi, 300 kişilik bir kafese döndü. İlginç olan bir şey daha, siz havada 800 km. hızla uçarken, pencereden dışarı baktığınızda, sanki hiç hareket etmiyormuşsunuz ve havada asılı kalmışsınız gibi görünüyorsunuz. Bir zaman ve mekân izafiliği daha! Uçaktaki herkes uyumaya başladı, ben ve bazı yolcular hariç tabii! Oturmaktan sıkılan, başta hamile kadınlar, yaşlılar ve çocuklar olmak üzere insanlar, bu büyük ve uzun uçak içinde, yürüyüş yapmaya başladılar. Hele çocuklar, saatler geçtikçe, oturmaktan birikmiş enerjilerini, uçağın koridorlarında koşuşturarak atıyorlar. Çocuk, uçak içinde bile çocuk, Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu'nun, büyük veli Muhiddin-î Arabi Hz.lerinden sürekli olarak tedaii ettirdiği gibi, uçak içinde bile sizi teshir altına alıyor, çocuklar. İtalyanları sevmeye başladım çünkü, kafanıza estikçe, açık büfe gibi, gidip mutfaktan, istediğiniz soğuk içeceği kendiniz plastik bardağınıza doldurup, içebiliyorsunuz. Bütün havayolları, uzun mesafeli uçuşlarında böyle rahatlar mı bilmiyorum ama, nizam düşkünü Almanlarla, soğukkanlı İngilizlerin bu kadar rahat olabileceklerini sanmıyorum. Bir de, hosteslerin kıyafet ve davranışlarına gelelim. Bir kere, hiç de bizdeki yavşak Batıcı-çağdaşların iddia ettiği gibi seksî bir giyim ve davranış tarzı yok. Kıyafetler, bedeni göstermeyen bol pantolon ve uzun ceketlerden mürekkep. Hem büyük ve uzun mesafeli uçuşlarda baş hostes, kıdemli bir erkek olabiliyor, 50'li yaşlarda kadın hostesler çalışıyor.
Roma üzerinden kalışımızdan bu yana 9 buçuk saat geçti, tam aşağımızda, bir takım adalar var. Bu arada uçak içindeki tv'lerden sürekli olarak, kaç km.mesafe kaldığı, kaç km. geldiğimiz, kaç m. yükseklikte bulunduğumuz ve rotamız gösteriliyor. İstanbul'dan havalandıktan tam 15 saat sonra (1,5 saat Roma'da bekledik) Güney Amerika kıtasını ve Venezuella kıyılarını görüyoruz. Uçağımız bir kaç kez manevra yaparak, 10 bin metre yükseklikten, 400 metreye kadar alçalıyor. Pek tabii olarak her alçalmayı hissediyorum. Avukatımız Ali Rıza Bey'le, aşağıda nasıl bir manzara ile karşılaşacağımız merakı içindeyiz. Ve, uçağımız tekerleklerini, Caracas Milletlerarası Simon De Bolivar (Veneuella ve Latin Amerika'nın millî kahramanı) havalimanının pistlerine değidiriyor. Artık Caracas'tayız. İlk intibamız, İstanbul ve Roma'ya nisbetle, hem çok küçük ve hem de bakımsız oluşu. Gerçi, havalimanını büyütme çalışmaları yapılıyormuş ve bunu da Türk inşaat şirketlerine vermişler, Gönüldaşımız Kumandan Carlos'un kardeşi ve Venezuella, "enerji, tarım ve sanayi projelerini organize, yürütme dairesinde" üst düzey bir bürokrat olarak çalışan Gönüldaş Validmir Sanchez söyledi bunları.



Geçer Akçe Carlos

Uçaktan indik ve pasaport kuyruğuna girdik. Bir çok sıra var ve hepsi de kalabalık. Özellikle çoğunluğu, Latin Amerika ülkelerinden ve ABD'deki Venezuella vatandaşlarından oluşan çok sayıda yolcu var.Tabii, kimi Türk işçiler, Çin, Hindistan, Lübnan başta olmak üzere kimi Arab ülkelerinden ve Rusya'dan gelen yolcular da var. Pasaport sırası bize geldiğinde, pasaport memuru, genç ve siyahî Venezuellalı memure, bizden dönüş biletlerimiz de istiyoruz, biletleri veriyoruz. Bizim pasaportlarımızı alıp, güvenlik amirine, kendi dili olan İspanyolca bir şeyler söylüyor. Bizim, duvar kenarına geçmemizi istiyorlar. Ben, gazeteci olduğumu, Ali Rıza Bey'in de avukat oldunu söylememize ve hatta kimliklerimiz göstermemize rağmen, dikkate almayıp, eliyle duvar kenarını işaret ediyor. Neyse çaresiz, duvar kenarına geçip, beklemey başladık. Araıda sırada, derdimiz anlatmaya çalışıyoruz ama pek de aldırmıyor, güvenlik amirleri. Yanımızda, buradaki bir Türk şirketinde çalışmak üzere gelmiş olan Türk işçileri var, onlar da sıkıntılı bir bekleyiş içerisinde. Venezuellalıların pek de öyle "turist gelsin" takıntısı yok! Aman canım, cicim hoşgeldin havasında değiller. Yani, seks üzerine bina edilmiş, küresel turizm sömürüsü burada pek işlemiyor. Düşmanca bakmıyorlar ama pek de canım, cicim havasında da değiller. Bizde, lüks gemilerle gelen homoları karşılamak için düzenlediğimiz şaklabanlıkları düşününce, imreniyor insan. 1 saat sıkıntıyla bekledikten sonra, Avukatımız Ali Rıza beyle beraber, çantamda bulunan ve Tahkim yayınevi tarafından yayınlanmış "Söz Çakal Carlos'ta" isimli kitabı elime aldım, ve beraberce, amir ve işlem odasına pata küte girdik. Kapaktaki Carlos fotoğrafını göstererek, kitabın önsözünde, Kumandan Carlos'un benim ve avukatı Ali Rıza Bey için kendi eliyle yazdığı, takdim yazılaırnı gösterdik. Bize karşı davranışları o dakika değişti ve işlemlerimizin bitmesi 5 dakika bile sürmedi. Bizimle fotoğraf çektiren amir, memur pasaport görevlileri, bir tane de benim için çek diyen, genç memure hanım hele hele, elimizde kitab, beraberce Başkan Chavez'in fotoğrafı önünde çektirdiğimiz resimden sonra, bize "çakk!" yapan bu sıcakkanlı insanlarla tekrar kaynaşmaya başladık. Orada şunu bizzat yaşadım: Yaşayan efsane Kumandan Carlos, Venezuella'da, Amerikan dolarından daha geçer akçe! Dolarla bile açamayacağınız şeyi, Carlos'la açabilirsiniz! meselâ, bir internet cafede, klavye dilinin İspanyolca olmasından dolayı, yardımını istediğimiz, cafe sahibi veya yanımızdaki gençler bile, Carlos'un adını duyunca, büyük bir zevkle yardım ediyor. Carlos'un adı geçmeden önce, öylesine davranan insanlar, Carlos'un adı geçince, heyecan ve sevgiyle davranmaya başlıyor.

Pasaport konrolünden geçtikten sonra, geliş bölümünde bizi karşılayan, Gönüldaş Vladimir, hemen oradaki cafelerden birinde bize bir "Venezuella kahvesi "ısmarlıyor. Daha doğrusu bize, cafe içmek istermisiniz? diye sorduğunda, Amerikan kahvesini (nestcafe)sevmediğimizi söylüyoruz, o d abize, Veneuzella kahvesinin çok güzel olduğunu ifade ediyor ve bu daveti kabul ediyoruz. Sayın Valdimir, havalimanı inşaatında kontrol etmesi gereken bir yer olduğunu söyleyerek, bizden yarım saatliğine izin rica ediyor. Biz de, bu arada sıcak Venezuella kahvemizi içip, etraftaki insanları gözlemlemeye çalışıyruz. Veneuzella kahvesi, çok kesif, yani yoğun bir kahve ve bu yoğunlukta bir kahveyi büyük bir fincanda içmek ilk başlarda bize zor geliyor. Malûm damak tadı farklılığı. Hele bu kadar yoğun bir kahveye bir de şeker katılınca, tadı daha da ağırlaşıyor. Benim zannımca, Venezuella halkının bu kadar yoğun bir kahve içmesi, onların biraz da, Endülüs medeniyetinden kalan bir damak tadını devam ettirdiklerini gösteriyor.Çünkü, Avrupla ve Amerikalılarda, bu derece ağır bir damak tadı yok, onlar oldukça hafif, daha doğrusu neredeyse saman gibi damak tadına sahipler ve dünyamızın damak zevkini de samanlaştırıyorlar. Zaten daha sonra da göreceğimiz gibi, İspanyolcayı, Araplar gibi neredeyse gırtlaktan konuşuyorlar.
Vladimir gönüldaş bizi kendisinin ayarladığı ve 20 gün boyunca kalacağımız otele bizi götürüyor. Havalimanı ile, Caracas arası arabayla 40 dakika. Yol boyunca sürekli sohbet ediyoruz. Ülkedeki üniversitelerin, Merkezî Hükümet binalarının ve büyük parkların önünden geçtiğimizde, bize buraları gösteriyor Sayın Vladimir. Üniversiteler şehir merkezlerinde ve halkla içiçe. Caracas'taki ilk gözlemim "ülkenin dünyaya, sadece güzellik yarışmalarını kazanan seksî genç kızlar ülkesi olarak" lanse edilmesine tezat, kadınların çoğu, fizikî olarak, tam bir Türkiye-Orta Doğu karışımı. Tabii olarak, yani bir Batı kültürü ülkesi olması hasebiyle, kadınların giyim-kuşamları daha açık ve serbest. Akşam kalacağımız otele, Cuidad Universitaria yakınındaki, Posada dela Vida geldiğimizde, otelin sahibi ve aslen Cezayirli olan Abdulkdir Bey'le tanıştırılıyoruz. Vladimir gönüldaş bizi, Carlos'un yakın arkadaşları olarak takdim ediyor. Abdulkadir Bey çok seviniyor. Kendisi, Arapça ve İspanyolca dillerinin yanında, Fransızca da biliyor.Bizi ailesi, torunları ve otel personeliyle tanıştırıyor. Otelin lobisindeniçeri girince, bir ân için lobinin bir "Chavez- Carlos" propaganda merkezi olduğu duygusuna kapılıyorsunuz. Lobinin duvarları, Başkan Chavez ve Gönüldaş Kumandan Carlos'a destek veren yayınlar ve duvar ilanlarıyla dolu. Otel personeli de sosyalist ve Chavez taraftarı, pek tabii Kumandan Carlos'u çok seviyorlar. Buradaki Arap Müslümanların durumu acayip. Arapça ve kıyafetleri dışında, çok çabuk asimile oluyorlar. Meselâ, otel sahibi Abdulkâdir. Kendisi Müslüman asıllı, ama kızlarının pek İslâmla alakası yok, kızlarında birinin adı da Nur, üstelik. Sanırım bu biz Türkler için söylenen şu tezi bir kez daha doğruluyor. Bir Türk, İslâmdan ayrılırsa, ne dili, ne de diğer milli özelliklerini koruyabiliyor. Ama bir Arab için bu böyle değil meselâ, Arabçasını gayet rahatlıkla konuşabiliyor, bazı İslâmî gelenekleri, yap-boz gibi de olsa devam ettirebiliyor. Temel Demirer ve Sibel Özbudun'un G.Amerika ziyaretlerini yazdıkları kitaptan okumuştum. Bir Orta Amerika ülkesinin bir şehrinde, kocalar önde, 4 karısı da arkada yürüyorlar, ama hepsi de sarhoş. İlginç olan bir şey ise, erkekler kadınları nikahlamak için mihr vermek zorunda ve mihr de, bir kaç şişe içki!
Abdulkadir ve Vladimir beyler bizi odamıza kadar getiriyorlar, odayı geziyoruz. Güzel ve temiz bir oda. Akşam yemeğe davet ediliyoruz, çünkü Abdulkadir'in doğum günüymüş. Yemekte, tüm aile birarada. Tabi herkeste, Türkiye'den gelen bu misafirler merakı var. Yemekte, Carlos'tan bahsediyoruz, onun, cep telefonumda kayıtlı konuşmasını dinletiyorum, İngilizce, anlamasalar bile, sadece Carlos'un sesini dinlemenin heyecanı yetiyor.
Caracas ve Venezuella ilginç bir yer. Oteldeki odalarda, klimalar 24 saat çalışıyor, ülke Ekvator kuşağında bulunduğu için, tropikal bir ikime sahip ve ısınma derdi diye bir şey yok. Caracas denizden 800 mt. yükseklikte bir rakıma sahip ama, Mart ayında bile klimalar çalışıyor. O zaman soruyoruz ve öğreniyoruz ki, elektrik burada çok ucuz. bunun sebebi de, elektrik santrallerinin yakıt olarak petrol kullanması ve petrolün de bu ülkenin temel zengiliklerinden biri olması. Yine akarsu yönündne çok zengin ve elektriğin bir kısmı da bu sulara kurulan barajlardan sağlanıyor.
6 Mart 20120 Salı, Caracas

Sabah kalkıyoruz, müthiş ve kesif bir nem. Adana ve İstanbul'da yaşamakta olan biri olmama rağmen bu kadar neme alışık değilim, pek tabii Ali Rıza Bey de. Otel lobisinde kahvaltmızı yapıyoruz. Önceleri et ve yağda domuzdan şüpheleniyourz. Bu sebeble, 2 gün sabah kahvaltısında et ve yağ yemedik. Çay kültürü pek yok, onun yerine müthiş bir kahve kültürü var. Çaylar, poşet çay ve bardakla servis ediliyor. Piliç yemek en güvenlisi ancak, daha sonra öğretmen Yasir'den öğreniyoruz ki, domuzun yağı olmadığı gibi, burada balık ve tavuk etlerini güvenle yiyebilirmişiz. Kahvaltıdan sonra şehri gezmeye çıkıyoruz. Hemen yakınımızdaki, Cuidad Universitaria metro durağına gidip, gideceğimiz yer olan Parque Centrala (Central Park)a, sora sora gidiyoruz. metro sisteminin çok gelişmiş olduğunu söylemiştim. Sistemin ana damarı Plaza Venezuella istasyonu. Burada, şehrin her yönüne metro sistemi kurmuşlar.Yeni metro hatları da inşaa ediyorlar. Yüksek tepelere ise, teleferiklerle çıkıyorsunuz, zaten oralara yol yapılmaz, yapılsa bile arabalar çıkamaz! Şehrin tepeleri, bavulinyo denen, teneke veya basit beton evlerden oluşuyor. fakir halk bu evlerde yaşıyor. Burada, ev kiralarının da çok yüksek olduğunu öğrendik. meselâ adam gibi oturacağınız bir evin kirası 1000 dolardan başlıyor. Apartman aidatı ev sahibine ait.

Sabah otel lobisindeki tv'den haberleri ve diğer programları seyrediyoruz. İspanyolca bilmesek bile, haberin içindeki yazı ve görüntülerden, mühtiş bir Chavez propagandası yapıldığını anlıyoruz. kanalın adı Venezuella tv. Avukatımızı Ali Rıza Bey, buradaki programlarında, dünyanın diğer yerlerindeki gibi, benzer formatta olduğunu ifade ediyor. Ben de, "küresel ve tüketici ABD kültürüne karşı koyabilecek bir alternatiflerinin olmadığı anlaşılıyor" diyorum. Yani, küresel Batı kültürel işgaline karşı koyabilecek bir alternatifleri yok, Hoş, Venezuella da nihayetinde, Batılı bir kültür içerisinde yoğrulmuş bir ülke. Karşı çıkarken bile, karşı çıktığı şeyi yaşatmak zorunda. Kıtanın büyük sosyalist düşünür kadını, Şili'den Marta Hernecker'in Başkan Chavez'le gerçekleştirdiği röportajlarında (kitablaştırıldı ve Türkçe olarak yayınlandı) ifade ettiği gibi.: Günümüzde, sosyalizm bile olsa, hiç bir sistemin insanlığın meselelerine çözüm getireceğine inanmıyor insanlar.


 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
fazil-duygun-un-caracas-gezi-notlari-2.jpg


Başkent Caracas açıkçası beni şaşırtıyor. Bir kere, Venezuellalılar kendi başkentlerine bile pek önem vermiyor gibi geliyor bana, yani biraz tembeller. Bütün Güney Amerika kıtasındaki genel gözlemlerde olduğu gibi. Sanırım, Anglo Sakson ABD-Kanada'nın, Meksika'dan başlayarak, bütün kıtayı tembellikle suçlamısının sebebi de burada yatıyor. Bu kıtanın halkı kültürel olarak, zaman ve mekân anlayışı ve paraya dair , Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ile aynı şeyleri paylaşmıyor. Hatta tamamen zıt diyebiliriz. Bu sebeble olacak, Amerikalılar gibi manyakçasına çalışma düşkünü değiller. Çalışmayı bir eğlence gibi anlıyorlar veya eğlenerek çalışmak gibi. Yani Amerikalılar gibi, robotlaşmış bir insan olmak istemiyorlar. Bu da gayet tabii bir arzu ama, hem Batlı bir modeli seçeceksiniz ve hem deo modele büsbütün muhalif bir çalışma sistemi yaşatmak isteyeceksiniz. İşte bu olmuyor. parçaların toplamından bütün meydana gelmiyor.
Meselâ, zamana dair müthiş bir genişlik içerisindeler, saat 5'te dersiniz, 6'da gelirler sizinle buluşmaya ve bu da onlar için gayet tabii bir şey. Sokaklar en eskisinden yani neredeyse 20-30 yıllık arabalardan, en yenisine araçlarla dolu. Bu durumda, gelir dağılımındaki aşırı dengesizliğin bir göstergesi olsa gerek. Zaten daha sonra göreceğimiz gibi, zenginlerin evleriyle, fakirlerin kulübeleri arasında, dağlar kadar bir fark var.Venezuella, Büyük Meksikalı yazar Oktavio Paz'ın "Yalnızlık Dolambacı" isimli eserinde anlattığı, Meksika'ya ne kadar da benziyor. Yazar, Meksika için, ne Batılı, ne de Doğulu derdi. yani, arada kalmış! Aynısını Venezuella içinde, hatta belki bütün Orta ve Güney Amerika için söyleyebiliriz. Bütün kıta arada kalmış, kimliğini bir türlü oturtamamış, yolunu arayan, ama, değil bulmak, nasıl arayacağını bile bilemeyen bir yerdir desem, abartmış sayılmam. Arjantin, Şili ve Uruguay ne kadar Avrupalı ise, Brezilya o kadar yerli ve Afrikalı diyordu, Uruguay'da yaşayan Gönüldaşımız Ahmet Karaca. Aynı şekilde, Buraya işgal eden İspanyoların, onların yerlilerle olan evliliklerinden doğan melez neslin ve yerli toplumun hepsini kuşatacak bir idea yok gibi. Bu sebeble olsa gerek Batı, bu kıtayı 500 yıl sömürmesine ve işgal etmesine yardım edecek işbirlikçileri bulmakta hiç zorluk çekmiyor.

Meselâ, Venezuella'da, petrol başta olmak üzere, tarım ve madenciliğe dayalı büyük imkanlar var ama ülke hâlâ gelir dağılımı adaletsizliğinde boğuluyor, bu kaynaklarını yeterince kullanamıyor. Bu sadece kaynakların devletleştirilmesi veya kooperatifleştirilmesi meselesi değil, insanlarını bu ideal içine katabilecek bir daimî bir heyecana kavuşturma meselesi. Yoksa, eski SSCB ve Çin'deki rejimler gibi, işçilere dayalı bir bürokratik rejime dönüşebilir, sosyalizm ideali. Şu apaçık belli ki, halk(zenginler ve orta tabakanın bir kısmı hariç, nüfusun yüzde 65'i) Chavez'i çok seviyor, onu 5 asırlık kapitalis ABD işgaline direnişin bir sembolü olarak görüyor, tıpkı ülkein kurucusu ve kıtanın direniş sembolü Simon De Bolivar'da olduğu gibi. Chavez, Kapitalist-emperyalist ABD'nin düzenlediği askerî darbeleri yenen ilk lider olma hususiyetiyle, kıtaya müthiş bir soluk aldırmış, bir heyecan yaşatmış. Ama eşyanın tabiatı gereği bir devletin, bir milletin heyecanı ancak, bir lider etrafında kenetlenmiş ve fikirci bir kadro eliyle yaşatılır. Sanırım Venezuella bunun sıkıntısını yaşıyor. Zaten, Chavez ölürse, ne olacak sorusu bir endişe olarak beliriyor. Bu endişeyi, daha sonra kendisine bir ziyaret gerçekleştireceğimiz ve İstanbul'da, Çağdaş Hukukçular Derneği'nin düzenlediği bir panelde tanıştığımız Chavez'in avukatı Manuel Vadel'i ziyaretimizde de gördük.
Bugün öğlen namazı için, Central Park içerisinde bulunan ve Camii, Kilise, Havra gibi ibadet mekanlarının aynı merkezde bulunduğu yere gittik (sakın bizde sık sık bahsedilen Dinlerarası diyaog projesinin bir ayağı olan, cami kilise-havra aynı yerde projesine benzetilmesin. Hepsi aynı semtte ama aralarında, yollar, caddeler ve parklar var.) Camiye girmek kolay değil, çünkü yüksek demir parmaklıklara sahip bir demir kapısı var. Kapıdaki güvenlik görevlisine, İngilizce olarak, namaza geldiğimiz söylüyoruz. Anlamıyor ve bize kapıdaki diafona basıp, konuşmamızı söylüyor. Diyafona bastığımızda, karşımızdaki sese "Esselamun aleykum, Salat" diyoruz ve Arab bir genç çıkıyor karşımıza, Bizi görünce gülümsüyor ve kapıyı açıyor. Bekçiye, bizi camiye götürmesini söylüyor. Camiye giriyoruz. Cami, Dünya Müslümanlar Birliği, Venezuella Şubesine ait. Suud Kralı tarafından inşâ edilmiş, büyük ve güzel bir cami. Daha namaza 1 saat var, bir kütüphanesindeki kitabları inceliyoruz. İspanyolca, meal, fıkıh ve ilmihal kitablarıyla dolu kütübhane. Hemen bir Kur'ân-Kerim alı, yüksek sesle, Yasin okumak geliyor içimden. Okuduğum Yasin-i şerifi, geçtiğimiz haftlarlada arda arda vefat eden, Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu'nun annesi Sabriye annemizle, gönüldaşımız Ünsan Zor'un eşi Nuray Zor bacımızın ruhlarına hediye ediyorum. Camideki güvenlik görevliisne, "direktör" diyerek, oranın yöneticisiyle görüşmek istediğimizi söylüyorum. Bizi hemen alt kata indiriyor. İdare merkezinde, bizi karşılayan Faslı genç arkadaşla el-kol işaretiyle muhabbet etmeye başlıyoruz. İstanbul'dan geldiğimiiz söyleyince hemen duvardaki bir panoyu bize gösteriyor ve pano üzerindeki, camii fotolarından birisi İstanbul'daki bir camiye ait olduğunu gösteriyor.
Birazdan yanımıza Venezuella Müslümanlar Birliği Sekreteri ve yazar Abdullah Fernandez geliyor. Kendisiyle Venezuella'daki müslümanlar üzerine sohbet ediyoruz. Venezuella'da takriben 1 milyon kadar müslüman bulunduğunu ama bunların aktif bir örgütlenme içinde olmadıklarını ifade ediyor. Kendisine, Gönüldaş Çakal Carlos'un gazetecisi ve avukatı olduğumuz ifade ediyoruz. birden hem Abdullah ve hem de oradaki Faslı genç heyecanlanıyor. Söz Çakal Carlos'ta kitabını ve kitabta bizlere dair takdim yazılarını gösteriyoruz. Sonra ona, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu hakkında bilgiler veriyoruz ve Başyücelik Devleti'nin İngilizcesini, hediye ediyoruz. Çok seviniyor, hep beraber bir kaç foğoğraf çektiriyoruz, hem de İBDA'nın el selamıyla... Caminin altı büyük bir spor ve toplantı salonu, Müslümanların biraraya gelmesi için düzenlenmiş. Namaz vakti geliyor ve yukarı çıkıyoruz. Cami içinde, bir kaç müslüman var, onlarla tanıştırılıyoruz, Carlos için geldiğimiz söylenince "ooooo, Carlos" sesleri yükseliyor. Cemaat halinde namaz kıldıktan sonra, biraz Türkiye, biraz Carlos ve İBDA'dan bahsedip, cami girişinde, İBDA işaretleriyle fotoğraflar çektiriyoruz. Bana işaretin ne mânâya geldiğini soruyorlar. Arapça, "Allah demek olduğunu, şayet elimizi öne doğru tutarsak silaha dönüştüğünü" anlatıyorum,.seviniyorlar. Bu arada, Abdullah Fernandez bizim için helâl bir lokantaya telefon ediyor. Aynı zamanda bir isimle temasa geçiyor. Kendisiyle, Cuma namazında görüşmek ve namazdan sonra bir röportaj gerçekleştirmek üzere, camiden ayrılıyoruz. Buluşacağımız kişi, 5 yıldır Caracas'ta yaşayan ve özel bir kolejde öğretmenlik yaparak geçimini sağlayan, Yasir isimli üniversite öğrencisi bir Türk genci. Kendisiyle konuşup, adını verdiği bir yerde buluşuyoruz. Yasir, aslen Erzincanlı, kendisi 17 yaşındayken, babası Sakarya Akyazı'da imamken, vefat etmiş ve kendisi üniversite okumak için buraya gelmiş. Burada kendisi gibi bir kaç Türk öğrenciyle beraber kalıyor. Yasir bizi, 2 yıl önce buraya gelmiş ve şehrin lüks bir semtinde Türk lokantası işleten (Mado) Mustafa Bey'in lokantasına götürüyor. Burada yemeğimiz yiyip, biraz sohbet ettikten sonra, tekrar buluşmak üzere ayrıldık. Yasir bize Venezuella hakkında bilgiler vermeye başladı.
Meselâ, burada teknik eleman alt yapısının çok yetersiz olduğunu, hiçbir elektronik eşya ve makine taimiri işinden anlamadıklarıknı anlattı. Tamirciler işten anlamadığı ve tamir masrafları, yeni bir bilgisayarın fiyatına yaklaştığı için, hemen çöpe atıp, yenisini alıyorlarmış. Tabii burada gümrük vergileri düşük olduğu için, arabalar ve beyaz eşya, elektronik eşyaların fiyatları da Türkiye'ye göre ucuz.Chevrole bir araba, Türkiye fiyatıyla 20 bin tl. Türkiye'de rahat, 40 bin tl eder.Yollarda, oldukça eski Brezilya yapımız Encava özel halk midibüsleri cirit atıyor. Burada, normal belediye otobüslerine "Metrobüs" deniyor.
Akşam Gönüldaş Vladimir Ramirez ve muhterem eşi Carla Hanımla buluştuk. Otelimizin bitişiğindeki bir restoranda, çay-kahve içip, sohbet ettik. Vladimir R. Sanchez kendisinin, Veneuzella'nın bütün altyapı yatırım ve projeleriyle ilgili kamu dairesini İDEA'da üst düzey bir idareci olarak çalıştığını ifade ediyor. Dolayısıyla müthiş bir iş yoğunluğuna sahip, evine bile geç saatlerde gidebiliyor. Eşi ise bir İngilizce öğretmeni. Vladimir Bey'e, Veneuzella'nın, ABD, kültürünün etkisi altında olduğunu söylüyorum. O da haklısınız ancak, 10 yıldır Chavez gibi bir liderimiz var, cevabını veriyor. Bize, yoğun işleri arasında akit buldukça yardım edeceğini ifade ediyor. Ve, neler yapmak istediğimizi soruyor. Kendisine, bu gezinin hem bizim için ve hem de kardeşi Gönüldaş Kumandan Carlos için çok önemli olduğunu söylüyorum, bunu tasdik ediyor. Başkan Chavez'le mutlaka görüşmemiz gerektiğini, kendisiyle röportaj yapmak istediğimizi ve bu esnada Carlos'un durumunuda anlatacağımızı söylüyorum.Türkiye Başbakan'ının danışmanlarından, Hasan Köni Hocanın, "Türkiye'nin, dünyanın siyasî, ekonomik ve tarihî merkezi olduğunu, ABD'nin, Türkiye'yi kaybetmesi halinde 3-5 yıl içinde bölünebileceği tesbitimize katıldığını" ifade ediyorum. Ayrıca, Uluslararası Ekonomik ve Kültürel İlşkiler Birliği Genel Başkanı İbrahim Danaclar Bey'in, buradaki muadil resmî ve özel kurumlarla görüşmeler yapmak istediğini ifade ediyorum. Yine, Turksih Foundation Vakfının, Mayıs ayında İstanbul'da düzenleyeceği "Dünya Politika Forumuna" davet edildiğini ve bu davetiyeyi vermek istediğimi ifade ediyorum. Meselâ bunun için Başkan Chavez'in avukatı Sayın Manuel Vadel'le görüşmek istediğimizi söylüyorum. Kendisi, Vadel ile ertesi günü (7 Mart) görüşebileceğimizi söylüyor ve 7 Mart'ta tekrar buluşmak üzere restorandan ayrılıyoruz.
Odamıza döndüğümde, avukatımız Ali Rıza Bey'le günün kısa bir değerlendirmesini yapıp, yatıyoruz. Buranın havasının kesif nemli olmasından mıdır, nedir, akşam 9-10 sularında hemen uykunuz geliyor.
7 Mart 2012,Çarşamba. Caracas
Sabah kahvaltısı için lobideyiz, kahvaltı ettikten sonra, tv'de İspanyolca olarak haber programını seyrediyoruz. Alt yazılardaki ana spotlardan, hangi konudan bahsedildiğini anlayabiliyoruz. Önümüzdeki Ekim ayında hem genek ve hem de mahalli seçimler var ve Chavez müthiş bir motivasyon kaynağı. Bu, ertesi günlerde başkent Caracas'ta gerçekleştirilecek olan mitingde de görülecek. Lobide bilgisayarımızı açar açmaz, otel çalışanları ve kıtanın diğer ülkelerinden gelen müşteriler, bir "Carlos" gösterimine hazırlar. Özellikle otel sahibinin büyük kızı müdire hanım, herkesi bilgisayarımızın başına topluyor ve Kumandan Carlos'un ses kayıtları, tv röportajları, Leyla Halid'le olan konuşması, resimleri, bizlere yazdığı ve imzaladığı fotoğraflar müthiş bir ilgi çekiyor, defalarca ve defalarca seyrediyorlar. Bu sunum bittikten sonra, Sayın Salih Mirzabeyoğlu ile ilgili tv haber görüntülerini seyrediyor ve bana Salih Mirzabeyoğlu ve görüntüler hakkında sorular soruyorlar. Vakit öğleyi buluyor, Vladimir Beyle, bir gün önceden saat 3:30'da buluşmak üzere sözleşmiştik. Otelimizin yakınında bulunan Ciudad Universitaria metro durağında, Türk rehberimiz Yasir'i karşılıyorum. Yasir'le otel lobisinde sohbet ediyoruz. Yasir, tıpkı Kumandan Carlos'un tesbi ettiği gibi, Chavez hükümetindeki yozlaşmadan bahsediyor. "Chavez'i seviyorum abi ama, çevresi hırsız" diyor ve yaşadığı bir kaç macerayı anlatıyor. 10 senede 100 bakan değiştirmek normal, değil diyor. Bu konuda çok haklı. Chavez, ne kadar idealistse, çevresi artık o kadar yağmacı olmaya başlamış.Biraz sonra Vladimir Bey geliyor veYasir'le Vladimir Bey böylece şahsen tanışmış oluyor. Sayın Vladimir bizi arabasıyla, Başkan Chavez'in avukatı Sayın Manuel Vadel'in işyerine, yayınevine götürüyor. Şehir merkezinde bir yerde. Hem ofis ve hem de yayınevi olarak kullanılan büyük bir iş yerine geliyoruz. Burada bizi kucaklıyor, Geçtiimiz yıl Eylül ayında, İstanbul'da tanıştığımız Sayın Vadel, ilginçtir, ilerlemiş yaşına rağmen 2009 yılında İstanbul'da tanıştığı Ali Rıza Yaman Bey'i de çabucak hatırlıyor. Müthiş bir sıcak kucaklaşma. Tabii Vadel'in eşi Teresa Vadel Hanım da sıcak bir hoş geldinizle karşılıyor bizleri.Rehberimiz Yasir'i de tanıştırıyoruz. Kendilerine, Venezuella'ya hangi gaye için geldiğimiz anlatmaya başlıyorum. Başkan Chaevz'le mutlaka görüşmem gerektiğini, bunu Kumandan Carlos'un özellikle arzuladığını anlatıyorum. Chavez'in Küba'da tedavi gördüğünü, kendisinin müthiş bir kuşatmaya tabii tutulduğunu ve bu kuşatmayı oluşturan çevresinin, kendilerini bile, Chavez'le görüşmelerini engellemeye çalıştığını anlatıyor, Sayın Vadel.
Chavez'le yaşadığı devrim hatıralarını anlatırken, gözleri dolu bir şekilde," şu gördüğünüz, ambalajlanmış kitap kolileri üzerinde gezer, çalışır ve yatardık diyor.Sayın Vadel, AKP Hükümetinin, Amerikancı ve NATO destekli siyasetinden oldukça rahatsız ve bunu açıkça ifade ediyor zaten. Biz de kendisine, Türk halkının yüzde 95'nin ABD ve Batı muhalifi olduğunu, hükümetin bu korkudan dolayı ABD'nin isteklerine hemen evet diyemediğini, halkın tepkisinden korktuğunu, hatta, Millî istihbarat, ordu, bürokrasi ve iş aleminde de ABD ve NATO'ya karşı büyük bir muhalefetin geliştiğini, Libya işgalinden sonra, Türk halkının Suriye haberlerine pek itibar etmediğini, ABD ve NATO'nun, tıpkı Libya'nın işgalinde olduğu gibi yalan haberlerle işgali meşrûlaştırmak istediğini anladığını ifade ediyoruz. Şehid Kaddafi'nin adı geçince duygulanıyor. Sayın Vadel'e, Vladimir Beye söylediğim şeyi, Türkiye'nin, dünyanın siyasî, ekonomik ve kültürel merkezi olduğunu, ABD'nin Türkiye'yi kaybetmesi hâlinde, müthiş bir çöküş yaşayacağını anlatıyorum.
Kumandan Carlos'un, Av. Ali Rıza Bey ve benim için özel olarak imzalayıp, gönderdiği fotorafları da gösteriyoruz, İBDA işaretiyle çekilmiş bu fotoğraf ilgi çekiyor ve İBDA işareti yapmaya çalışıyorlar. Sayın Vadel bize, Venezuell'anın tanınımış fikir adamı ve 70'e yakın kitabını bastıkları Domingo Alberto Rangel'le bir buluşma ve röportaj ayarlamayı teklif ediyor, bu teklifi kabulediyoruz. Marksizme inanmış bir fikir adamı olam Rangel'in, buradaki sol çevreler üzerinde tesiri olduğu ifade ediliyor.
Gerçi, Batı kalıpları içinde, kapitalizmin kazık gibi çakıldığı bir yerde, sosyalizm ne kadar uygulanabilir, uygulansa da, kendi formu, kalıbı da Batılı ve Batıcı olduğu için insan ve toplum meselelerine ne kadar çözüm getirebilir, orası ayrı mesele. Bolivarcı Chavez'in devleti, bir sosyalizm değil, zaten bütünüyle sosyalist olması mümkün değil, ancak İslam'ında temel şart olarak koştuğu, topluma-millete ait, temel ve doğal kaynakların, kişilerin şahsî mülkü olamayacağı doğrusundan yola çıkarak (Bugün, Müslüman görünen AKP hükümetinin, İslâma büsbütün zıt bir davranış olarak, sadece İstanbul'a gökdelenler dikmesiyle, Uluslarası sermayeye peşkeş çekilmesi misali yeter!), dünün ABD ve Batı kapitalizmiyle kucak kucağa oturmuş, işbirlikçi Venezuella kapitalistleri ve asırlarca burayı babalarının çiftliği gibi gören, başta petrol şirketleri olmak üzere, ABD'li ve diğer Batılı şirketlerin, çalarak mülkiyetlerine geçirdikleri büyük işletmeler ve arazileri tekrar devletleştirmeye başlamış.
Saat 6 gibi oradan ayrılıyoruz, Sayın Vladimir bizi, Plaza Venezuella'da bırakıyor. Plaza Venezuella, Caracas'ın ve dolayısıyla da Venezuella'nın kalbi desek yanılmış olmayız. Bütün metro istasyonları ve bütün ana caddelerin kesiştiği bir kavşak, bir meydan. Mitinglerin, sosyal hareketlerin yaşandığı büyük bir meydan ve iş merkezi. Burada, eski rejimden kalan iğrenç gökdelenler var. Chavez Hükümeti de yeni devlet daireleri için, büyük binalar inşaa ettirmiş.

Yasir, Caracas'ın lüks denilebilecek bir semtinde yaşıyor. Apartmana girerken bir şey dikkatimiz çekti. Apartmanların bütün duvarları, dikenli teller ve onlarında üstünde elektrikli tellerle çevrilmiş. Zaten, yüksek voltaj diye bir uyarı levhası da asılmış. Hırsızlara ve katillere karşı önlem içinmiş bütün bunlar. Zaten bu hırsız ve katil korkusunun ne mânâya geldiğini apartmana girişte ve çıkışta anlamaya başladık. Apartmanın duvar kapısınının kilidini anahtarınızla açıyorsunuz, sonra apartman giriş kapısını, sonra koridor kapısını anahtarınızla açıyorsunuz. Asansör kapısını ise, bizdeki akbil sistemiyle açıyorsunuz. İneceğiniz kata gelince, merdivenlerden itibaren bütün krodidor demir parmaklıklarla çevrili, kapısını da anahtarla açıyorsunuz. Tabii her bir kapı için ayrı ayrı anahtar taşıyorsunuz üzerinizde. Sonra kendi dairenizin kapılarını açıyorsunuz. Her bir dairenin çifte çelik kapısı var. İş bu kadarla da bitmiyor. Bir de bunun çıkışı var. Çıkışta da, önce kendi kapılarınızı kitliyorsunuz, sonra caddeye çıkana kadar bütün kapıları akbille tekrar açıyorsunuz. Anlayacağınız, burada herşey maalesef bir güvensizlik üzerine kurulmuş hâlde. Bu da, Batı hayat tarzının getirdiği ve mânâsını İngiliz mütefekkiri Thomas Hobbs'da bulan "insan insanın kurdudur" sözünün bir yansıması olsa gerek! İnternet kafelere doğrudan giremiyorsunz, çünkü kapılar içerden kilitli, içerdeki bir kişi parasını ödemeden kaçmasın diye. Zaten, önce kaç dakika gireceğinizi söylüyor, onun bedelini ödüyorsunuz, sonra bir kaç kapıdan geçiyorsunuz veya çıkışta, sizin işiniz bittiğini göstermeniz gerekiyor, çıkış kapısı ancak öyle açılıyor. 5 asırlık sömürgeci Batı işgali, buradaki insan anlayışını maalesef, kurtlaştırmış. Belki de bu sebeble, 5 asır boyunca, istiklâllerini kazanamadılar. Çünkü, gerek İspanya ve gerekse ABD, çok az askerle işgaller gerçekleştirebildi, 5 asır boyunca. Hele, buradaki kadar kendi halkını katleden bir işbirlikçi-işkenceci kadrolar dünyanın başka yerinde görülmüşmüdür, bilmiyorum. Venezuella, Nikaragua, Şili, Honduras, Haiti, Brezilya, Arjantin...Şimdilerde ise Panama, Kolombiya... Bu ülkelerde, eski sömürgeci-işbirlikçi rejimlerin kendi yerli halkına karşı gerçekleştirdiği soykırım ve katliamların hesabı tarihin hangi sürecinde görülecek acaba?

Brezilyalı gönüldaşımız Merve Leticia Hanım, bundan 6 yıl önce, Latin Amerika kıtasının, ABD-Batı'ya karşı duyduğu öfkeyi şöyle izah etmişti: "Tam 5 asır iliklerimize kadar sömürülmenin getirdiği , iliklerimize kadar sinmiş biröfke var, ABD'ye ve Avrupa'ya karşı!

Belki de bu öfkeden dolayı olsa gerek, burada ABD'ye gidenlerde bile İngilizce öğrenme merakı yok. ABD'ye gidenler, Hispanik kökenlilerin yaşadığı, Kaliforniya gibi eyaletlere gidiyor zaten ve dil sıkıntısı çekmiyor. Üniversite kampüslerini bir boydan diğer boya turluyoruz ve otelimize veya Parque Central'a uğruyoruz ve yolda, özellikle üniversite öğrencilerine İngilizce olarak soruyoruz adresleri ama İngilizce bilen pek yok gibi. Bizdeki, taa kreşten başlayan ve kültür emperyalizminin en basit göstergesi olan İngilizce saplantısını düşününce, çocuklarımız adına üzülüyoruz.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
[h=1]Gazeteci Fazıl Duygun'un Caracas gezi notları-2[/h]
Veneuzellalı müslümanlarla birlikte, burada yaşayan, Arap, Türk ve diğer milletlerden Müslümanlar topluca biraradaydık. İmam Arapça hutbe okurken, coştu...Vaazının sonunda da Irak, Afganistan, Libya ve Suriye'yi sayıp, dua ediyor.



Fazıl Duygun / TİMETÜRK

Gazeteci yazar Fazıl Duygun Venezuela'daki gezi yazısı devem ediyor.

8 Mart 2012 Perşembe, Caracas

Bugün herhangi bir programımız yok, Av. Ali Rıza Bey'le beraber, önce kahvaltı ediyoruz, sonra günlüklerimizi yazıyoruz. Tv'de haberleri seyrediyoruz. Ekranda, Caracas'ın en büyük meydanı Plaza Venezuella ve çevresinde düzenlenmiş büyük bir Chavez mitingi var. Miting çok kalabalık ve kalabalığın büyük bir kısmı kadınlardan oluşuyor. Mitingi idare edenler de kadınlar. Şimdi anlaşıldı sanırım, Chavez'in niçin bunca sene iktidarını başarıyla yürütebildiği. Şehid Malcom X'in, "kadınlarınızı davanıza kazandırınız, çünkü gelecek nesli yetiştirecek olanlar, kadınlardır" tesbiti ne kadar da doğruymuş. Dünyadaki bütün ihtilâller ve devrimler, kadınların kalbi kazanılmadan gerçekleşmez. Hakezâ, işgalin yerleşmesi de kadınların kalblerinin kazanılmasına ve dönüştürülmesine bağlı. Değilmi ki, İslâm'ın ilk şehidi de bir kadın Sahabi, Hz. Sümeyye annemiz! 1789 Fransız Devrimi, çocuğu için süt çalan bir kadının feryadıyla ateşlenir, 1917 Rus devrimi, Çarlık donanmasının Sen Petersburg'ta, kadınlar üzerine ateş açması ve bunun donanmada isyana sıçramasıya neticelenir. 1979 İran devrimi de yine, kadınların öncülüğünde gerçekleşir.

Saat 12 gibi otelden şöyle çevreyi bir tanıyalım diye ayrıldık. Ciudad Universitaria metro durağından itibaren solumuza doğru yürümeye başladık. Hemen yakınımızdaki bir sokakta, büyük bir kiliseyi, Honorem. S.Petri. Apostoli kilisesini gördük. Los Simbols Caddesi boyunca ilerlemeye devam ettik. Caddenin ortası, her iki yönde de ağaçlarla dolu ve ortasında geniş bir yaya yolu var. Yolun her iki tarafında, yavaş yavaş lüks apartmanlar yükseliyor, hepsinin duvarında, önce dikenli, sonra da elektrikli teller var ve bu elektrikli tellerden dolayı, şehrin zengin kesiminde kuşların az olduğu söyleniyor. Bu manzara, bizde de son 25 yılda hızla yaygınlaşan ve kendilerini toplumdan tecrid etmiş çapulcu zengin sürüsünün, villa veya sitelerindeki dikenli teller gibi. Gerçi, bu gidişle bizimkiler de elektirk telleri koyarlar artık, site duvarlarının üstüne.

Venezuella yemyeşil ve sürekli yağmurlu. Gün içinde, yağmur-güneş-yağmur döngüsünü yaşıyorsunuz. Gece ile gündüz arasında yarı-yarıya bir sıcaklık farkı var. Ülke ekvator çizgisinde olduğu için, gündüz ve gece arasında belirgin ve saatleri bulan bir zaman farkı yok. meselâ, 21 haziran ve 21 Aralık'ta bizim gibi, kuzey veya güney boylamlarında bulunan ülkelerdeki gibi, saatlerce farkılılığa sahip değil.

4a.JPG


Cadde boyunca yürümeye devam ediyoruz. etrafımızdaki yeşil tepeler üzerinde lüks apartmanlar ve villalar var. Orman içinde, yemyeşil bir manzara, hava müthiş nemli ve yağmur bulutları tepeleri kaplamış. Cadde boyunca ilerlemeye devam ederken, Plaza Los Proceres denen ve Venezuella bağımsızlık savaşlarını anlatan çeşitli heykellerin bulunduğu parka geliyoruz.

Sağımızda, eskiden kalma çeşitli askerî araçlar, halka açık bir şekilde sergilenmiş, gidip, dokunabiliyorsunuz. Biraz ilerde, bir askerî öğrenci bandosunun sesini duyduk ve onları seyretmeye başladık. Askerî subay adaylarının hem de halkın, dinlenmek ve çocuklarını eğlendirmek için geldiği bir parkta eğitime tabii tutulması, ilk başlarda bizi şaşırttıysa da, daha sonra bunun olması gereken millî bir geleneğimizin bir benzeri olduğunu gördük. Venezuella ordusu, tıpkı TSK gibi, askerlerini ve subaylarını halktan alan bir ordudur, diğer Latin-Güney Amerika orduları gibi, paralı ordulardan mürekkep değildir. Zaten bu sebeble, ABD, Veneuzella'yı, onca darbeye rağmen bir türlü denetimi altına alamamış ve sürekli darbeler yaptırtmış, tıpkı Türkiye gibi!. Schools of Americas(Amerikalar Okulları) 'da yetiştirilerek, Amerikancılaştırılmış (bizde de NATO kafasına dönüştürülmüş) Latin Amerika subayları, emperyalist-kapitalist ABD'nin şirketlerinin emrinde çalışmışlar adetâ. Ama bütün bunlara rağmen, Venezuella orudusunda, Chavez diye bir albay ve kadrosu neşet etmiş.

Bu da, Venezuella'nın ruhunu oluşturan Simon de Bolivar'ın tesiri olsa gerek! Bundan yüz küsur yıl önce, Venezuella'dan başlayarak, önce Güney'in sonra da Meksika'ya kadar bütün İspanyol kökenli ve melez Amerikalılalrın bağımsızlık ateşini yakmış, kıta çapında millî bir kahraman, Simon de Bolivar, Meksikalı millî kahraman Zapata gibi. Zaten, Chavez de ülkenin adını, bu millî kahramanlarına yakışacak şekilde değiştirerek, Venezeulla Cumhuriyeti'nden, Venezuella Bolivar Cumhuriyeti'ne dönüştürmüş. Ali Rıza Beyle beraber, aslında, subay öğrencilerin eğiitmlerinin ve hem de marşlar eşlğinde, halkın içinde yapılmasının; hem halk ve hem de subay kadrosu ve hem de askerler için ne kadar büyük bir heyecan, motivasyon ve sahiplenme duygusu meydana getireceğini konuşuyoruz. Meselâ, askerî öğrencilerin, subaylık eğitim ve talimlerinin bir kısmını, sabahlar veya öğleden sonra, Karaköy'den Sultan Ahmet'e, marşlar eşliğinde yürüyerek yapmalarının getireceği heyecan.

Hakezâ, ilköğretim çocuklarının da, aynı şekilde marşlar eşliğinde yürütülmesinin ve bunun gelenek haline getirilmesinin, "gerçek mânâda bir ordu-millet" yapısını oluşturacağını düşünüyoruz. Tabii bu eğitimde, ilk önceleri kullanacağımız marşlar, klasik ve vazgeçilmez marşımız olam mehter olacak, ama daha sonra, 15-20 yıl gibi bir süreçte, kendi devletimizin (Başyücelik Devleti) askerî ve savaş marşlarını besteleyebileceğiz: Böyle bir müzik kadrosunun da yetiştirilmesi meselesi.
Ali Rıza Bey, Batı müziğini çok iyi bilen ama millî müzik zevkimizi de yaşatmaya çalışan müzisyen Burhan Öcal'dan bahsediyor. ABD'nin Türkiye için en büyük endişesi, ordudan bir "Chavez" çıkması! zaten, Hasan Köni hoca da, bunu bizzat Baran dergisi adına verdiği bir sohbetinde ifade etmişti, 2008 yılı sonbaharında.Sokaklarda, Veneuella Ordusu subaylarına sık sık rastlayabilirsiniz. Subaylar halkla o kadar içiçeki, insanın alsınd abir Türk subayı da işte böyle olması gerekir diye, imrenesi geliyor.

3a.jpg



Caddenin bitiminde, Circula Militar, El Laguito (El Laguito Askerî Kışlası)na geliyoruz. Burada, Venezuella'nın, başta Simon Bolivar olmak üzere, millî-askerî kahramanları hatırasına yapılmış büyük heykellerin bulunduğu, Bağımsızlık Parkı var. Bu askerî tesis önünde ve bağımsızlık anıtı önünde bir kaç poz fotoğraf çektiriyoruz. Dönüşte, park içinde, Venezuella Askerî bandosunun halka açık klasik müzik konserine rastlıyoruz. Daha konser başlamadan önce, konser komutanından, Gönüldaş Carlos için, askerî bir marş çalmalarını rica ediyorum.

Koroda bulunan ve İngilizce bilen bir müzisyen, bunun şu an için mümkün olmadığını, çünkü, marş nota defterini değil, sadece bugün çalacakları klasik müzik defterini getirdiklerini söylüyor.1 saat kadar güzel bir Mozart konseri dinliyoruz ve trafite paslanmış olan kulaklarımızın pasını silmiş oluyoruz. Carlos'un avukatı ve eşi saygıdeğer İsabel C. Peyer hanıma, 3 gündür Caracas'ta olduğumuzu yazdım. Gönderdiği mesajda, bu ziyaretin çok önemli olduğunu, müvekkili Carlos'un sesinin bütün dünyaya duyurulması gerektiğini ve aslında bunun yıllar önce yapılması gereken bir ziyaret olduğunu yazıyordu.

9 Mart 2012 Cuma, Caracas
Bugün Cuma namazı için, Yasir ve arkadaşlarıyla buluştuk ve Şeyh İbrahim bin Ömer Abdülaziz bin İbrahim Camiicamiinde namazımızı eda ettik. Cami, tamamen doldu, manzara tam bir ümmet kaynaşmasını andırıyordu. Veneuzellalı müslümanlarla birlikte, burada yaşayan, Arap, Türk ve diğer milletlerden Müslümanlar topluca biraradaydık. İmam Arapça hutbe okurken, coştu...Vaazının sonunda da Irak, Afganistan, Libya ve Suriye'yi sayıp, dua ediyor. Namazdan sonra, Kumandan Carlos'tan gelen ve Av. Güven Yılmaz Bey tarafından e-maille bize gönderilen, Venezuella'nın Türkiye büyükelçiliğine yazılmış mektubu aldık. Dün Sayın Ömer Özkaya'dan bir mesaj geldi ve, zirveye 70 kadar ülkenin devlet veya hükümet başkanının katılacağını, bu sebeble, Latin Amerika'dan güçlü bir anti-emperyalist ses beklediklerini, Chavez'in gelmesinin çok önemli olduğunu söyledi.
Sevgili rehberimiz Yasir bizi yemeğe götürdü. Büyük bir self servis restorana gittik. Burada yemekler kiloyla satılıyor. Mesela, bir tepsi üzerine konan ikinci bir yemek tepsisi üzerine, tezgâhtaki yiyeceklerden, salata, garnitür, kebab, balık vs. ne olursa olsun istediğinizi alıyorsunuz, kasaya geliyorsunuz. Kasiyer tepsinizi tartıyor ve ona göre para ödüyorsunuz. 1 kilo yemek, 100 bolivar, yani, 13 dolar kadar ki, Türkiye'ye nisbetle pahalı. 20 Tl karşılığı bu kadar paraya, İstanbul'da aynı tür lokantada çok daha ucuza karnınızı doyurabilirsiniz üstelik, üzerine bir tatlı yiyebilir ve çayınız da içebilirsiniz. Başkent Caracas pahalı bir şehir. Öyle ki, Türkiye'ye göre normal bir apartman dairesinin aylık kirası 1000 dolardan başlıyor. 500-600 dolara, Üsküdar, Çengelköy'de ve Boğaza'a yürüyerek 10 dk. mesafede iyi bir apartman dairesini rahatlıkla kiralayabilirsiniz. Fiyatlar son bir yılda artmış. Meselâ geçtiğimiz Şubat, Mart ayında, metro biletleri, 0,5 Bolivar iken, şimdi, 1,5 Bolivara fırlamış(50 kuruş). Parası olan, apartman dairesi tutuyor, buna gücü yetmeyenler ise, Barrio denen, teneke ve beton karışımı ve birbirisi üstüne binmiş, dar sokaklı evlerde yaşıyor. Batı, Venezuella'yı, tıpkı kıtanın diğer ülkeleri gibi mahvetmiş. Düşünün, ABD'nin yıllık 4000 milyar dolarlık petrol ihtiyacının yüzde 10'nun tek başına Venezuella karşılıyor ve bu yüksek miktardaki gelir tam 1 asırdır, buradaki işbirlikçi kesimin cebine giriyor. Sadece petrol değil, meyve ve sebze açısından da bereketli bir toprak Venezuella. Ancak meyveler de Türkiye'ye göre pahalı. (Dolar karşılığı dikkate alınırsa). Çikita muzun fiyatı Türkiye ile hemen hemen aynı fiyata. Oysa, hemen arka bahçede yetişiyor bu muzlar. Hakezâ balıkçılık.

Ülkenin Atlas Okyanusu'na bir kaç yüz km'lik sahili var, ülke içinde, Amazon nehrinin çıkışını oluşturan irili ufaklı bir çok nehir ve göller var ve balık bile bize göre ucuz değil. Ülkedeki meyve ve sebzeler büsbütün tabii, yani organik olduğu için, yıllar sonra gerçek bir salatalıl, domates, kavun. vs. tadını tattık. Burada, hindistan cevizi, kavun, muz, elma ve diğer yerel meyveleri hem tane, hem de suyu sıkılmış olarak yiyip, içebiliyorsunuz. Kavun suyunun tadına doyamadım desem, yeridir.Bunca nimet içerisinde bunca sefalet nasıl olur, ancak bu kıtada yaşayınca görüyor insan! Buraları görünce, Türkiye'nin en fakiri bile, orta halli gibi geliyor insana. Tamam, Başkan Chavez, sağlık sistemini yaygınlaştırmış, işletmeleri devletleştirmiş, kooperatifleşmeyi yaygınlaştırmış ama yetmeyen bir şey var ki, oda, kendine has bir sistem şuur ve sistem fikri. İşte olmayan şey bu! Yoksa, kaynak ve nimet yokluğu asla söz konusu değil. Mevcut yeraltı kaynakları, yeşilliği, balıkçılıyla bu ülke, değil 30 milyonu, belki birkaç yüz milyonu bile rahatça besler. Zaten, yüzölüçümü olarak Türkiye'den büyük bir ülke.

Burada olmayan şey, ülkeyi ve kıtayı, sürüm sürüm süründüren, Batılı hayat tarzı ve ona dayalı sistemlere karşı alternatif ve yerli bir sistem şuuru. Yoksa, sokaklarda yüzbinler, Chavez, Chavez diye ortalığı inletiyor, ama Chavez'e rağmen, istenilen hedefe bir türlü varılamıyor, insan ve toplum meseleleri bir türlü halledilemiyor.

5a.JPG

10 Mart 2012 Cumartesi, Caracas
Bugün, 8. milletlerarası Caracas Kitap, Kültür Fuarına (Filven)katıldık. Şehir merkezinde ve camiye yakın Milletlerarası ALBA Oteli ile Sanat Müzesi yakınındaki bu fuara, Küba, Brezilya, Uruguay, Avustralya, Çin ve Brezilya'dan çeşitli yayınevleri iştirak ediyor.. Biz, Av. Manuel Vadell'in yayınevi Vadell Hdos'ta, Vadell Beyle buluştuk. Yanımızda,en büyük yardımcımız, sevgili Yasir'le tabii. Standın önü ana-baba günü, Sayın Vadel bizleri müthiş bir kucaklamayla karşıladı ve oradaki ziyaretçi ve dostlarına "Carlos'un Türk arkadaşı ve avukatı" olarak takdim etti. Herkeste sımsıcak bir hoşgeldiniz mukabelesi. Hele, Sayın Vadel'in yazar bir dostu bize, FB'li mi yoksa GS'li olduğumuzu sordu. Biz, FB'liyiz deyince, yo FB çöküyor, GS büyük dedi. Ve başladı mı, taa Caracas'ta tatlı bir FB-GS çekişmesi... Geçtiğimiz yıl, FB'nin şampiyonlar ligindeki maçları için bilet almıştım ama, yerine Trabzonspor gidince, biletlerim yandı demeyi de söylemeden edemedi. İnsanların aşırı alakâsı yüzünden rahatça muhabbet edemeyeceğimizi anlayan Sayın Vadel, bizi az ötedeki pastaneye götürdü. Burada, daha önce dostlarıyla birlikte çayını içen eşi Teresa Vadel hanımefendi, bizi görünce sıcak bir hoşgeldiniz diyerek, dostlarına tanıştırdı. Herkeste, Gönüldaş-Kumandan Carlos'un gazetecisi ve Avukatıyla tanışma heyecanı var. Muhabbet halılardan, Binbir gece masallarına, Türkiye'nin Suriye siyaseti üzerindeki yanlışlığa, Carlos'un direnişine, Chavez'in sağlık durumuna ve ne zaman geleceğine kadar geniş bir yelpazade seyretti

Bugün, Chavez'in önemli bir bakanıyla buluşacaktık ancak son dakikada, Chavez bu bakanını Küba'ya çağırmış. Carlos'un, Av. Güven Bey eliyle , Venezuella'nın Ankara Büyükelçiliğine gönderdiği ve Türk avukatlarından memnuniyetini ifade eden mektubunu, Sayın Vadel' ilettik okudu ve hem sevindi hem üzüldü. Üzüldü, çünkü Kumandan Carlos, Türk avukatlarının, Paris'teki mahkemesinde, buradaki Venezuellalı diplomatlardan daha cesurca savunduğunu yazmıştı. Sayın Vadel'e, Kumandan Carlos'un yüksek talebi üzerine, Başkan Chavez'le mutlaka görüşmek istediğimi, bunun için gerekirse, Küba'ya bile gidebileceğimi ifade ettim. Bu ısrarım işe yaradı ve Chavez'ın hafta için Venezuella'ya gelebileceği söylendi.
Sohbetimiz esnasında, Sayın Vadel'in Şili, Küba gibi Latin Amerika ülkelerinden yoldaşları geliyor, onlarla da tanıştırılıyoruz ve söz Carlos'a gelince, "oo Carlos, Ilich Ramirez" tezahuratı yükseliyor. Kumandan Carlos, sadece Arap Dünyasında, Avrupa'da ve Orta Asya ve Doğu Avrupa ülkelerinde değil, kendi kıtasında da müthiş derecede seviliyor ve bu isim müthiş bir itibar görüyor. Anlıyoruz ki, davranışlarımızda bu isme yakışır şekilde, şimdiye kadar olduğundan daha dikkatli davranmalıyız.
Çaylı-kahveli muhabbetimiz devam ederken, ziyaretimize, Kumandan Carlos'un kardeşi Gönüldaş Vladimir ve saygıdeğer eşleri Carla Ramirez Hanımefendi geliyorlar. Vladimir Bey, bize, "ağabeyim Ilich, bugün telefon etti, size çok selamı var. "diyor. Eşi Carla Hanım ise ertesi gün akşam için bizi evinde yemeğe davet ediyor. Memnuniyetle kabul ediyoruz bu daveti. Aynı zamanda, Sayın Vadel de, Çarşamba günü için bize vereceği yemekli daveti tekrar hatırlatıyor ve burada en çok ne hoşunuza gider diyor. Biz de "balık" cevabını veriyoruz. Kendisi bize, "size venezuella kebabı yedireyim de, görün" diyor. Carla hanımın da fuarda bir standının olduğunu öğreniyoruz ve Sayın Salih Mirzabeyoğlu'nun İngilizceolarak basılmış "State Of başyücelik- Başyücelik devleti" isimli eserinden daha fazla getirmediğimize hayıflanıyoruz.
1a.JPG

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
11 Mar 2012 Pazar, Caracas

Cumartesi ve Pazar günleri burada resmî tatil. O kadar resmî ki, internet kafeler bile Pazar günleri kapalı.İnternet kafaler, Türkiye'ye nisbetle ucuz. 30 Dk. 4 Bolivar(50 Cent,85 kuruş) bir saati ise 5 bolivar, (90 kuruş-lüks semtlerde yani 8 bolivar, 1dolar). Buradan uluslararası telefon etmekte oldukça ucuz. Türkiye'den bir cep telefonuyla 5 dakikalık bir konuşma, 5 bolivar.(90 kuruş) Benzin ucuz, elektrik ucuz. Bu ucuzluğun ne mânâya geldiğini akşam yemeğindeki sohbetimizde Gönüldaş Vladimir bize izah edecek. Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra, öğleden sonraya kadar günlük notlarımızı tutuor, tv'de, Venezuella'daki gelişmeleri seyrediyor ve aramızda sohbet ediyoruz. İnsanlar o kadar rahat ki, otel personeli, oteli bırakıp gidebiliyor. Siz dışarıdan geldiğinizde, kapıda kalabiliyorsunuz. Size kapıyı, şansınıza o ân içerde bir başka müşteri varsa o açabiliyor. Yoksa, otel personelinden bir kişinin gelmesini bekliyorsunuz. Sanal âlemle bizim kadar içli, dışlı değiller. Bu da iyi bir vaziyet aslında ama bu boşluğu çok fazla dinlenerek, tembellik ederek geçiriyorlar.
Akşam saat 6 gibi Gönüldaş Vladimir bizi evine götürmek için arabasıyla alıyor. Arabayla giderken, Vladimir Bey'e, Kumandan Carlos'u en son ne zaman gördüğünü soruyoruz. 37 yıl önce diyor. Ben 10'lu yaşlardayken iken, lise ve üniversite okumak için Ilich'le Londra'ya gitmiştik, 1966 yılında. 2 Yıl sonra Carlos, üniversite okumak için Moskova'ya gitti, ve 1975 yılına kadar görüşemedik. En son 1975 yılında görüştük. O günden bu yana hep telefonla görüşebiliyoruz, dedi. Babasının 2002 yılında öldüğünü, ve onu en son görenin 1994 yılında, Carlos Sudan'dan Paris'e kaçırılarak, getirildiğinde, Paris'e giden babasının olduğunu, annesinin ise, şu an Alzemehir hastası olduğunu ve onun da yıllardır Carlos'u göremediğini anlattı. Carlos ailesi, dededen toruna, tamamen devrimci bir aile. Carlos'un annesi-babası, kardeşleri, yeğenleri ve bütün torunlar devrimci bir geleneğe sahip, Carlos'un Müslüman olması hariç, hepsi de sosyalist. Zaten Kumandan Carlos da, komünistken müslüman oldu, yıllardır uğruna cihad ettiği Filistin'de.

Sohbetimiz devam ederken eve varıyoruz. Kapıda bizi Carla Ramirez Hanımefendi karşılıyor. Vladimir Bey, Caracas'ın orta üst orta sınıfın yaşadığı Pentgarama mahallesinde oturuyor. 3 katlı bahçeli bu şirin ve geniş evin, arka tarafındaki geniş balkon-terasına geçiyoruz. evdeki mobilya ve duvardaki tablolar üzerine sohbet edip, bunların önünde fotoğraflar çektiriyoruz. Mesela, Çin malı antika büyük bir ahşap dolap, İngiliz malı küçük bir ahşap dolap karşı karşıya kurulmuş, aralarında ise 1955 yılında satın alınmış ve hâlâ orjinalitesini muhafaza eden koltuk takımları var. Burada bir kaç poz fotoğraf çektiriyoruz. Bu fotoları Kumandan Carlos'a göndereceğiz, çünkü ona büyük bir moral kaynağı olur. Evde, yüzlerec klasik ve hakiki maket otomobil sergisi var. İki büyük camekanlı dolap bu arabalarla doldurulmuş. Vladimir Bey bize, 9 yaşında iken babasına ait ilk kullandığı ve bir yere çarpmak üzere olduğu arabanın maketini gösteriyor. Daha sonra diğer vitrine gidiyoruz, orada babasının çok sevdiği ama sırf Amerikan malı olduğu için, satın alındığı hâlde hiç binmediği Ford marka arabanın maketini gösteriyor, onunla da fotoğraf çektiriyoruz. Mutfakta yemek yapmakta olan Carla Hanımın bir fotoğrafını çekiyoruz, onu da Kumandan Carlos'a göndereceğiz. Derken, içeceklerimiz geliyor. Ben Veneuzella kahvesi, avukatımız ise siyah poşet çay rica ediyor.

Sohbetimiz esnasında söz, bütün dünyayı kasıp kavuran insanî ve toplumsal çürümeye geliyor. Çürümenin, yani aslında meselenin kaynağının Batıcı bir ahlâk anlayışının, bütün dünyada olduğu gibi, Venezuella'da da hâkim olması mevzuu diyorum. Kapitalizm, Batı içinde çıkan bir problem, ona karşı çözüm olarak ortaya çıkan sosyalizmin de Batılı bir çözüm sistemi olduğunu ve Venezuella'da da dahil, Batı dışında, dünyanın başka yerleri için çözümden çok bir problemler yumağı oluşturduğunu ifade ediyorum. Kendisine, Batıcı bir hayat tarzında, ister kapitalist, ister sosyalist ve demokrat olun, varacağınız yer materyalistleşmektir, diyorum. Vladimir Bey de şu sözlerle tasdik ediyor: "Alinasyon, insanın kendine yabancılaşması!" Sol bir kültürden geldiği için pek tabii, "fikrin bir düzeni olan diyalektik" (S. Mirzabeyoğlu) sahibi. Yani meselenin özüne iyi yaklaşılması gerektiğini ifade ediyorum.

Gönüldaş Vladimir bize, İslam ve sosyalizm arasındaki ilişki ve İslâm düşmanı sosyalistlerin çıkmazını anlatıyor. İslâm diyor, fakirleri korur, faiz yasaktır ve kapitalist değildir, ama, Ateist olan komünistler, sırf Allah'a olan düşmanlıkları sebebiyle, İslâm'a yaklaşmıyor diyor. Bu konuda aslında güzel bir anti-emperyalist "İslam-sol ittifakı" oluşturulabilir, emperyalist kapitalizme ve siyonizme karşı diyor. Biz de bunu tasdik ediyoruz.

2a.JPG


OPEC diyor, 33 ülkeden sadece 9'u, ABD muhalifi, onun da ikisi, Irak ve Libya ABD tarafından işgal edildi, diyor. Ben burada özel bir soru soruyorum. Diyorum ki, Venezuella'nın şu kadar geliri nereye gidiyor. Türkiye'nin yarısı kadar ihracat geliri var ve nüfusu Türkiyenin yarısından daha az! Sonra, AKP Hükümetini ve Başbakan Erdoğan'ı soruyor. Erdoğan İslamcı mı? Diyor, biz de, "halka karşı İslamcıyım" diyor ama Batı'ya karşı sizdenim, diyor, yani ikili oynuyor. Halka karşı, İsrail'e düşmanım diyor ama, İsrail'le ilişkileri el altından hızla geliştiriyor." cevabını veriyoruz. Peki Türk halkı diyor? Türk halkının yüzde 95'nin ABD ve Siyonizm muhalifi olduğunu ifade ediyıruz. Bunun üzerine, Gönüldaş Vladimir, nasıl oluyor da, halk hepten ABD muhalifiyken, hükümet ABD ile işbirliği içinde olur? diye güze bir soru soruyor. Biz, AKP içerisinde de, kuvvetli bir ABD ve siyonizm muhalefeti olduğunu, hükümetin bu muhalefet sebebiyle, Suriye ve İran konusunda ABD'nin isteklerini yerine getiremediğini ve işi uzatmaya bıraktığını, ordu, bürokrasi, emniyet ve iş âleminde de bu muhalefetin görülebileceğini ifade ediyorum. Peki bunun sebebi nedir diyor? Bunun sebebi, Türkiye'nin 2 asır süren "Batılılaşma macerasıdır" cevabını veriyorum. Türk aydınının 200 yıl önce kafa bakımından Batılılaşmaya başladığını, özellikle Sultan 2. Abduhamid Han devrildikten sonra, iktidarı elegeçiren Jöntürklerin ve daha sonrasında, Mustafa Kemal ve Cumhuriyetin, halka baskı yaparak, zorla Batılılaştırmaya çalıştığını, Mustafa Kemal'in her ne kadar zaman zaman Batı karşıtı bir duruş sergilese de, Batıcı bir kültür anlayışı içinde olduğunu ifade ediyorum. Avukatımız Ali Rıza Bey'in de hatırlatmasıyla, meselâ bu konuda en büyük zulmün, bir gecede Alfabenin, Osmanlıcadan, Latinceye çevrilmesi olduğunu ve 13 milyonun bir gecede kendi tarihini, kültürünü okuyamaz ve anlayamaz bir hâle getirildiğini anlatıyorum. Abdulhaimid'i biliyor. Harf inkilabındna bahsedince, dehşetle şaşırıyor ve bir gecede mi, yapıldı bunlar diyor, evet diyorum. 13 milyon insan köklerindnen mi koparıldı? diyor, biz de evet diyoruz.

1923-1950 arası, 27 yılda, İngiliz belgelerine göre, 500 bin Müslümanın katledildiğinin ve Batıcı rejime karşı İslam kaynaklı bir çok isyan girişimi olduğunu kısaca anlatıyorum. 1950 yılında, rejimi kuran CHP içinden, ABD'nin Marshall Yardımı projesi ve Truman Demokratikleştirme Doktrini çerçevesinde, Demokrat Parti adında yeni bir parti kurulduğunu ve ezici bir çoğunlukla iktidara gelen bu partinin, Türkiye'den İstanbul'u isteyen SSCB lideri Stalin'e karşı, başlarda ABD desteğinden memnun iken, daha sonra, ABD kazığının iyice rahatsız etnesi sebebiyle, 1958 yılında SSCB'ye yanaşmaya çalıştığını ve bir ABD darbesiyle, devrilerek idam edildiğini, yine ardından gelen Demirel ve Özal Hükümetlerinin de, öncekiler gibi, ABD destekli olduklaırnı ancak bir süre sonra, ABD'den rahatsızlık duymaya başladıklarını, ABD'nin de bunları kimi zaman askerî bir darbeyle düşürdüğünü anlatıyorum.ABD'nin askerî darbelerle, Türkiye'yi liberal kapitalist sisteme dahil ettiğini, 1980'lerden itibaren, Türkiye'yi elde tutmanın yolunun, ezici çoğunluğu muhafazakâr İslâm olan Türk toplumu içerisinden devrşirilmiş lider ve kadroları tercih etmekten geçtiğini anladığını, Kemalist kadroların ise buna karşı direndiğini, aslında ABD'nin, bugün tıpkı Venezuella'daki gibi iyici olan 80 yıllık Batıcı kadroları tasfiye edip, yeni tip ve halkın hoşuna gidecek ılımlı kadroları başa getirdiğini anlatıyorum.

Türkiye'de, İslâmî muhalefetin, siyasî alanda, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu ve Necmeddin Erbakan vasıtasıyla meydanlara indiğini, 1990'lardan itibaren, Erbakan liderliğindeki RP'nin seçimlerde yükselişe geçtiğini, bunun sebebinin de, sokakları tutan İslâmî muhalefetin öncüsü İBDA'cıların olduğunu ifade ediyoruz. 1997 yılında askerî bir darbeyle devrilen Erbakan Hükümetini yıkanların, askerden çok Batıcı işadamları derneği olduğunu, bu darbeye karşı tek direnen kadronun, Salih Mirzabeyoğlu ve İBDA'cılar olduğunu anlatıyorum.

1991 yılındaki 1. Irak işgalinde, Saddam Hüseyin'i tek destekleyen hareketin İBDAcılar olduğunu söylüyorum. Bize, Kumandan Mirzabeyoğlu'nun ne kadar ceza aldığını soruyor. Önce idam, sonra da ömürboyu hapse çevrildiğini söylüyorum. İdam kalkmadı mı? diyor. Evet, kalktı, tıpkı Kumandan Carlos gibi ceza aldı diyoruz. Kendisinin 3 metrakarelik bir hücrede yaşadığını, 13 yıldır, "Zihin kontrol" işkencesine maruz kaldığını anlatıyoruz. Bunu duyunca irkiliyor. Kendisine, Mirzabeyoğlu'nun bu işkence altında bile, 20 kitap yazdığını, entellektüel ve siyasî çevrelerin, kuantum fiziği ve siyaset gibi mevzuları bağdaşdıtracak kitapları bu şartlarda nasıl yazdığını çok merak ettiklerini, anlatıyorum. Kitapları hangi mevzularda diyor. Şiir, sanat, siyaset, mantık, matematik, kuantum fiziği, hikemiyat vs. diyorum.

Kendisinin bir ideolojik sistem ortaya koyduğunu, bu sistemin İslam merkezli bir bakışla, hayata dair sistematik çözüm yolları sunduğunu, bu bakımdan, Sayın Mirzabeyoğlu'nun, Batı'daki büyük mütefekkirlerin eserlerini çok iyi bildiğini ve onlar hakkında hüküm sahibi olduğunu, İslâmî bir perspektiften, onlardan faydalanması gerektiği yerlerde rahatlıkla faydalandığını, tenkit etmesi gerektiği yerde ise, yol gösterici bir şekilde tenkit ettiğini ifade ediyorum. Meselâ, diyorum, Taliban, ABD'ye karşı savaşan, mücahid bir ordu ama bir ideoloji sahibi değil, El-Kaide, Hamas, Hizbullah, Baas vs. hiçbirinin bir ideolojisi yok diyorum. Az önce konuştuk, Komünistlerde olduğu gibi, Batılılar ve hattâ bir çok müslüman bile, İslâmı Batılı bir perspektifle anlamaya çalışıyor, bu yanlış diyorum. İslâmı kendi ölçüleri içinde anlamaya çalışacaksınız, sizin hatanız bu! Kapitalizm de, sosyalizm de, Batı'nın kendi iç sorunları neticesi çıkmış mesele ve çözümler, size, bize, Doğu'ya ve İslâm dünyasına hiç bir faydası yok! Çünkü, dertlermizin kaynağı Batınınkiyle aynı değil ki, çözümleri de oradan gelsin. Aksine, Batı bize kendi iç bunalımlarını ihraç ediyor, sonra çözüm olarak gösterdiği çözümler de bu kriz yumağına katılıyor, diyorum. İBDA, yeni bir dünya nizamı ortaya koyuyor, zaten Sayın Mirzabeyoğlu bu yüzden idam cezası aldı. Daha önce onun yanında bulunana, Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Mehmet Ali Şahin gibiler, bugün ABD eliyle iktidarda, niye? Çünkü Salih Mirzabeyoğlu iktidarı elegeçirmesin diye! Bir diyalektik sahibi olduğu için anlattıklarımı çok kolayca kavrıyor, Sayın Vladimir, ve ona göre sorular soruyor.

Meselâ mülkiyet meselesi dedim. Batı'da, kapitalizmle beraber mülkiyetin bir dokunulmazlığı var. İslâm zenginliğe yol verir, ama bizdeki zenginlik, mânâ bakımından, Batı'dakiyle aynı değil. İslâm'da idare, milletin ortak malı olan, sular, göller, sahiller, büyük arazileri devlete verir, özel mülkiyete verilmez. Hattâ, ümmet faydasına kullanmak üzere veya ümmet aleyhine bir suç işlediğinde bir kişinin, aile geçimini sağlayacak evi ve diğer malları hariç, malına el koyabilir devlet. Yani, mutlak mülkiyet dokunulmazlığı diye bir şey yok, diyorum.

Aynı şekilde, Venezuella, hattâ topyekun Güney Amerika, bunca zenginliğine rağmen, büyük bir yokluk içinde. Siz de ifade ediyorsunuz, para bol ama, çözüm yok! Burada barriolar var, bizdeki gecekonduların karşılığı ama, bizdeki gecekondular, buradaki orta halli evlerden bile daha sağlam ve daha lüks diyorum. Her birinin biraz bahçesi ve ağaçları var. Sonra, bizdeki hükümet, kapitalist bir hükümet ama, o bile 500 bin kadar yeni ev inşâ etti. Yani sizdeki hükümet bağımsız ama, bakıyoruz 12 yılda pek bir çözüm yok! Bu da bence, sizin Batılı bir yolda çözüm yolları aramanızdan kaynaklanıyor. Batı, çözüm değildir. Batı'ya karşı tek direniş te İslâmdır diyorum.

Meselâ, bizde bütün müslümanlar, 100 yıldır, Batı işgali altında yaşıyor olmasına rağmen, mallarının 40'ta birini zekât olarak verir. İslâm kültürünü herşeye rağmen devam ettirir. Hattâ, tenkit ettiğimiz o zenginler bile, zekatları kadar, özel yardımlarda bulunur. Düşünün bu, Batlı bir rejim içinde yapılıyor, bir de İslâmî bir rejim olsa, diyorum. Yani, Chavez'in kadrosu olmadığı giib, asıl mesele, bu kadroya yol gösterecek, meselelerin kaynağı Batılı ideolojileri ve onun yansıması olan, Batı hayat tarzını ortadan kaldıracak, bir dünya görüşüdür diyorum. Evet, burada herkes ideali bıraktı, hırsızlığa başladı diyor. Ve soruyor: Türkiye'de bir sol devrim olmaz değil mi? Ben de pek tabii ki diyorum. Çünkü halkın yüzde 95'i müslüman! Türkiye'de sadece İslâmî bir devrim olur. Zaten, Sosyalist fikir adamlarından bir çoğu, bu işi Sayın Mirzabeyoğlu'nun götüreceğini ifade ediyor, diyorum. 2007 yılındaki bir röportajım esnasında, "AKP sahte İslâmcı, her işte sahtesinin arkasında, hakikisi gelir. Hocam, bundan sonra size devrim yolu açıldı" diyen sosyalist düşünür, Temel Demirer'in sözleri geliyor, aklıma. Sayın Fikret Başkaya, başta olmak üzere, bir çok sosyalist aydının, İBDA ile temasta olduğunu, sadece onların değil, bütün anti emperyalist unsurların kulağının İBDA'da olduğunu anlatıyorum.

Kendisinin şu ân iki çocuğu olduğunu, 30 yıllık evlilikleri süresince, küçük kızlarını, 14 yıl önce kaybettiklerini anlatıyor. üzüntümü ifade ediyorum. Şu ân bir oğlu ve bir kızı var. Oğlu, bir tv kanalında spor spikeri, FB, GS ve Beşiktaşı iyi biliyor. Batıcı mantalite buradada karşımıza çıkıyor. Türkiye'deki işçilerin hepten Beşiktaşı desteklediğini sanıyorlar. Hayır diyorum, Türkiye'nin en fazla taraftara sahip kulübü FB. 30 küsur milyon taraftarı var. Türkiye, Batı ülkeleri gibi değil, her takımda, toplumun her katmanından taraftar var. O da bana, Arjantin'deki, burjuvazi ve işçi sınıflarının rekabeti olarak sahalara yansıyan iki takımın ismini söylüyor.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
caracas-venezuella-gezi-notlari-3.jpg

Caracas Venezuella gezi notlari 3


Gzetecı- Yazar Fazil Duygun Venezuella gezi notlarına devam ediyor. 'Cuma namazı için mescide gittik, camii yine kalabalıktı. Cuna namazına buradaki Müslüman hanımlar da iştirak ediyor. Burada, İslam Kültür merkezi sekreteri Abdullah Fernandez'den izin alarak, cemaatin bir kaç fotoğrafnı çektik'


Fazıl Duygun

12-17 Mart 2012, P.tesi-Cuma, CumartesiCaracas.

Pazartesi- Perşembe arası her hangı bir programımız olmadığı için, şehri dolaşmaya çıktık. Elimizde herhangi bir Caracas şehir haritası olmadığı hâlde, otelimizin şehir merkezinde bulunması ve daha önceki gezmelerimizden dolayı, şehri gezmekte zorlanmadık. Önce, şehrin Lüks semti Las Mercedes'i boydan boya gezdik. Otoyola paralel olarak uzanan bu caddede ilgimizi çeken ilk şeylerden bir tanesi, apartmanların, yukarıda bahsettiğim onca güvenliğe rağmen, 5 ve 10. katlarında bile bütün pencerelerin, bizdeki giriş katlarda olduğu gibi demir parmaklıklarla donatılması oldu. Bu tedbirin ilk 3-4 kat için hem hırsızlığa ve hemde yıl boyu süren sıcak iklimden dolayı, pencereleri surgulu olup, doğrudan aşağıya açılan dairelerde, çocukların aşağıya düşmemeleri için alınmış bir tedbir olduğunu öğrendik. Pencere çerçeveleri bizdeki gibi kilitli değil, aksine sürgülü olduğu için, çocuklar pencereleri kolayca açıp, aşağıya düşebiliyorlar. Tabii, apartmanın ilk 3 katındaki bu önlemler daha çok hırsızlar için.

Bazı semtlerde hırsızlar o kadar pervasız ki, gözünüzün önünde bir arabayı uzun tornavidayla açmaya çalışıyor ve ne sizden ne de yol kenarındanki otopark görevlisinden korkuyor. Bu hadiseyi, akşam namazına 40 dakika kala, saat 5:30 gibi bizzat yaşadım. Büyük Camii yanında, hırsızın biri yol üzerine parketmiş otomobillerden birini gözgöre soymaya çalışıyordu. Buranın iklimi yıl boyu aynı, kış yok burada. 800 mt. yüksekliğe rağmen, sıcaklık yıl boyu gündüzleri 28-33 derece, geceleri ise, 13-17 derece arası. Gündüzle gece arasında yarı yarıya fark var. Geceleri sizi üşütmeyecek derecede serin. Zaten daha önce de bahsettim, burada yıl boyu gece gündüz eşitliği var. Yıl boyu, 12 saat gündüz, 12 saat gece.

Ekvator çizgisinin hemen 10 derece kuzeyinde. Ulkenin 2. Büyük şehri Valencia, tıpkı Adana gibi ve Caracas'a nisbetle daha sıcak ve nemli bir şehirmiş. Kimi yerleri daha sıcak ve kuru bir havaya sahip. 5000 mt. gibi yüksekliklerde ise, ekvator çizgisine yakın olmasına rağmen, kış kendini belli ediyormuş, yani kar yağıyormuş. Las Mercedes'e yakın Cakahito Metro İstasyonu çevresi tam bir çarşı manzarasına sahip. Bir çok iş hanı ve işmerkezi burada. Sabena Grande metro istasyonuna giderken, City Marketing elektronik iş merkezinden her türlü elektronik cihaz ve parçası alabilirsiniz. Burada beni şaşırtan şey, emperyalizmin sembollerinden Citibankın hâlâ Caracas'ta bulunabilmesiydi, Venezuella'nın kalbi, Plaza Venezuella'ya yakın bir yerde büyük bir şubesini gördüğüm bu lanet banka beni şaşırttı doğrusu.

1a.JPG


Kapitalizmin düşmanı Chavez'in iktidarında emperyalist Citibank! Venezuella Caddeleri yemyeşil, caddenin her iki tarafındaki büyük ve kimi asırlık ağaçlar bir şemsiye gibi caddeyi kapatıyorlar ve sizi yakıcı güneşten koruyorlar. Burada gezmeye çıkacaksanız, öğleden sonra saat 3-4'te gezinize başlayacaksınız ve akşam 6 gibi, havalar karardığında gezinizi bitireceksiniz. Las Mercedes yolu üzerindeki beyaz eşya ve elektronik eşya mağazasını gezdiğimizde, fiyatların üç aşağı-beş yukarı Türkiye ile aynı olduğunu gördük. Venezuella'da üç şey sudan ucuz: Elektrik, Benzin ve su! Bir depo benzin 5 bolivar. Turkiye ye nispetle 250 de biri gibi. Evet´abartmıyorum. Tarım ürünleri onca zenginliğine rağmen pek ucuz değil.

Caddeler adım başı, meyve suyu, dondurma, kaynamış veya patlamış mısır, sandeviç veya bizdeki pilavüstü tavuk satanlarla dolu. Burada meyve suyu içmek istiyorsanız, Türk damak tadına uygun meyve suları, şekerkamışı suyu, Kavun suyu(Yahudi kavunu melon), portakalsuyu, böğürtlen suyu, elma ve armut suyu ve Hindistancevizi suyu içeceksiniz. Yine dondurma yerken ilk tercihiniz, hindistancevizli, vanilyalı, kakaolu ve bulursanız muzlu türler olsun. Muzu seversiniz ancak buradaki muz çeşitlerini tattığınızda bütün muzları sevmeyebilirsiniz. Hele hele muzu yağda kızartıp, servis yapıyorlar ki, ye yiyebilirsen!

Los Simbolos caddesinin karşısındaki Barrio'ların bulunduğu semti gezdik. Buralarda dolaşmak biraz tehlikeli sanırım, dostlardan ikaz alıyoruz, dikkatli olun! Diye. Buradaki emniyet endişesi o kadar büyük ki, alışveriş büfe ve bakkallar, dükkanın önünü aşağıdan yukarıya, sadece kendisinin müşterinin talep ettiği malı vereceği ve kendisinin parayı alabileceği genişlikte, (20 cm kadar) bir boşluk bırakarak, boydan boya demir parmaklıklarla kapatmış.bu parmaklık üzerine, tıpkı ABD filmlerinde gördüğümüz gibi, kalın mı, kalın kepenkler var. Binalar ise, 3-4 mt.yüksekliğinde duvar, onun üzerinde ucu sivri demir parmaklık ve onun d aüstünde, 20-40 cm arası yükseklikte elektrikli tellerle çevrilmiş durumda.

Caracas'ta ulaşım biçin bir kaç sistem var. Birincisi daha önce de bahsettiğim gibi, şehri yeraltından boydan boya kuşatan ve en ucuz ulaşım sistemi olan metro. Diğeri, çoğu eski Brezilya yapımı Encava otobüslerinden (bizdeki Isuzu gibiler) mürekkep, özel halk otobüsleri ki, daha çok minibus gibiler. Metrobüs denen, bizdeki belediye otobüsleri, motosikletli taksiler ve normal taksiler. Mototaksiler, şehrin her tarafında ana durakları bulunan ve sizi en kısa zamanda gideceğiniz yere bırakan, motosikletlerden oluşmuş bir ulaşım sistemi. Sürücüsü sizin için de bir kask taşıyor ve siz sürücünün arkasında seyahat ediyorsunuz. Buna rağmen, pek bir motosiklet kazası olmuyor.

Bizdeki kuryelerin hergün uğradığı kazaları düşününce, imrenmiyor da değil hani insan. Burada pek kaza olmuyor, çünkü hayat gibi, trafik te yavaş akıyor. Eee, böyle olunca da sık sık kaza olmuyor. Mesela, sürücüler ana caddeler de bile, her ân bir yaya çıkabilir düşüncesiyle hızlı gitmiyor ve siz yola çıktığınızda, fren yapıp, sizin geçmenizi büyük bir sabırla bekliyor. bizdeki manzarayı düşünemiyorum bile. Küfür, kâfir bini bir para! Yemeklerinde pek ekmek yemiyorlar ama yine de güzel ekmekleri de var.

2a.JPG


Perşembe akşamı, yine kitap fuarındayız. Sayın Av. Maunel Vadell ve eşi bizi yemeğe davet etti. Yemek fuar karşısındaki ALBA Hotel'de, Yemekte biz balık yiyoruz ve bir yandan da muhabbet ediyoruz. Gönüldaş Vladimir, bu otelin daha önce Hilton Otel olduğunu, Chavez'le birlikte, orta halli insanların bile yemek yiyebilecekleri ALBA otele dönüştürüldüğünü ifade etti. Vladimir Beye, Venezuella'daki sömürgeci sınıfın nüfus yüzdesini sordum. Yüzde 5 gibi dedi. Peki ABD'ye mi gittiler, dedim. hayır buradalar, dedi. Ama Chavez, devrimi yarım bıraktı, bunların mallarına el koymadı, İnşallah kıtalararası devrimimizi gerçekleştirip, biz el koyacağız ve devrimi tammalayacağız, dedim, gülümsedi.

Türkiye'deki sömürgeci aile sayısinın, Sayın Mirzabeyoğlu'nun ifadesiyle, 3 bin aileden mürekkep olduğunu söyledim. Yemekte, Chavezin mutlaka Türkiye'deki zirveye katılması gerektiği üzerinde konuştuk. Vadel bey, Bolivya Devlet Başkanı Morales'in davetiyesini, buradaki büyükelçiye elden teslim edeceğini, Nikaragua, Uruguay, Arjantin, Paraguay devlet başkanlarını ise davet edebileceklerini ifade etti. Yemeği nasıl bulduğumuzu soran, Kumandan Carlos'un yengesi Carla hanıma, sizinki kadar güzel dedil, dediğimizde, "benim yaptığım Venezuella yemeklerini pek yiyemediniz" diyerek, bize gülümsedi.

Cuma namazı için mescide gittik, camii yine kalabalıktı. Cuna namazına buradaki Müslüman hanımlar da iştirak ediyor. Burada, İslam Kültür merkezi sekreteri Abdullah Fernandez'den izin alarak, cemaatin bir kaç fotoğrafnı çektik. Daha sonra kitap fuarına gittik. Fuarda çekim yapmakta olan bir tv kanalı muhabiri ve İngilizce bilmeyen Isabel Hanımla, el kol işaretleriyle diyalog kurarak, Kumandan Carlos'un gazetecisi olduğu anlattım ve cep telefonumda kayıtlı bir konuşmasını dinlettim, Av. Maneul Vadel'den bahsettim. Beni, hemen az ötedeki, bütün Latin Amerika'ya yayın yapan ALBA Radyoya götürdü ve burada İngilizce bilen bir muhabirle tanıştırdı. Ona da durumu anlattım ve Cumartesi günü saat 5' te, Avukatımız Ali Rıza Bey ve tercümanımız Yasir'le baraber canlı yayına katılmayı kabul ettik.

Aynı zamanda İsabel hanımın tv. kanalında da ayaküstü bir röportaj vereceğiz. Yine, Venezuella Devlet Radyosu (RNV) Radio Nacionalle de Venezuela (Venezuella Milli Radyosu)na, Kumandan Carlos'un, Başkan Chavez'e hitaben İspanyolca olarak gerçekleştirdiği konuşma kaydını verdim, müthiş ama müthiş sevindiler ve genel yayın yönetmeninin olurunu aldıktan sonra gelecek hafta yayınlayacaklarını söylediler. Daha önce de söylediğim gibi, Kumandan Carlos burada müthiş ama müthiş seviliyor. Sadece burada mı, Meksika'dan, taa kıtanın güneyindeki Arjantin'e kadar. Eşi Türk Dışişleri Bakanlığında diplomat olan bir arkadaşım bana, internette bir araştırma yaptığını, belki de yüzbinlerin Carlos sayesinde İslam'la tanışmış olduğunu gördüğünü ifade etmişti. Bundan 6 yıl önce, Brezilya'daki gönüldaşımız Merve Leticia, oradaki Sosyalist ve 50 bin tirajlı bir gazeteciyle, messenger üzerinden beni tanıştırmıştı.Kumandan Carlos'un bana gönderdiği ve elyazısıyla yazdığı mektuplardan birini messenger üzerinden gönderdiğimde, heyecanla bir çığlık attı. Nasıl buldun bu mektubu diye...))) Ben de, biz de çoook var bundan. Çünkü O bizim gönüldaşımız ve yıllardır bize yazıyor ve konuşuyor, demiştim. Carlos'un kıtadaki tesiri bu işte!

Cuma akşamı, saat 5 gibi, Venezuella İslâm Birliği, Caracas İslâm Kültür Merkezi Direktörüyle kısa bir röportaj gerçekleştirdik. Pek politik konulara girmek istemediği için, genel geçer sorularla idare ettik.

Akşam saat 8 gibi ana kanalların büyük bir kısmı Caracas Havalimanından canlı yayına geçti, Çünkü, Commandante Chavez, tedavi gördüğü Küba'nın başkenti Havan'dan dönmüştü. Büyük ve coşkulu bir karşılama töreni düzenlendi. Ekranlarda ise, halkın büyük çoğunluğu ekran başına kilitlendi, şehrin ana caddeleri miting alanında döndü. Chavez sağına ve soluna karısı ve kızını almış, güçlü adımlarla uçaktan indi. Güçlü olduğu imajını veriyordu ve bunun doğru olduğunu, daha ayağının tozuyla geldiği gecenin sabahı evinin önündeki büyük bir “hoş geldin” mitinginde, bir kaç saat konuşarak, güçlü ve sağlıklı olduğunu dosta, düşmana gösterdi.

17 Mart 2012 Cumartesi, Caracas.

Bugün bizim için çok verimli geçti, sabah, otelimizde banyo ve kahvaltı ettikten sonra, saat 2 gibi Uluslararası Filven Kitap Fuarına vardık. Daha önceden sözleştiğimiz gibi, Isabel'i aradık ama, o fuarda habire dolaştığı için buluşamadık. Rehberimiz Yasir'le birlikte, RNV(Venezuella Millî Radyosu) editörü Yasmin Hanımla konuştuk. Yasmin Hanım, Pazar günü bizi canlı yayına çıkarmak istediğini ve bunun için Genel yayın Yönetmeniyle görüşüp, sabahleyin bizi yani, rehberimiz Yasir'e haber vereceğini ifade etti. Oradan, yolumuz üzerindeki ve halka açık ANTV stüdyosuna vardık. Hemen kendimizi tanıtıp, Kumandan Carlos'un kitabını gösterdim. Bu kitapla anlaştık, Yasir'i çağırdım ve bizimle bir röportaj yapıp, yapamayacaklaırnı sordum. Merkezi aradılar ve 30 dk içinde canlı yayına çıktık.

Canlı yayında ilgi büyüktü. Etrafımızı sarmış olan halk Carlos'un adı geçtikçe daha d ailgile dinliyordu. 30 dakika kadar süren yayından sonra, stüdyodakilerle sohbet ettik. Tam bu esnada, 3 gün önce VTv' (Devlet televizyonu, yani buranın TRT'si, Venzuella TV) protest şarkılar söylerken gördüğüm Suenos Repeditos grubundan Şarkıcı Rebecca ve Anael'i gördüm. Hemen kendimizi tanıttım. Acayip sevindiler. Bura halkı müthiş sıcak kanlı, sevinince adetâ coşuyorlar. Rebeca Viktoria Moreno Guerrero ve Anael Ruiz, bizden hemen sonra canlı yayına çıktılar. Canlı yayında da bir kaz kez bizi işaret ettiler.

Yayın bittikten sonra, onlara Kumandan Carlos'un, Başkan Commandante Chavez'e hitaben İspanyolca olarak konuştuğu ve cep telefonumda kayıtlı olan konuşmasını dinlettim. Mühiş bir heyecanla dinlediler. Rebeca ile İngilizce olarak anlaşıyoruz. Anael ise bilmiyr ve Rebeca ona tercüme ediyor. Cep telefon numaralarımızı birbirimize verdik ve ertesi gün saat 2'de fuarda buluşmak üzere sözleştik. Saat 5 gibi ALBA Radyo stüdyosuna gititk. Halka açık ve bir çadırda canlı yayına çıkacağız. Program yapımcısı Jose Angel bizi, progmram sunucuları İlich ve Carlos ile tanıştırıyor. Tevafuka bakın ki, bizimle Kumandan Carlos hakkında röprotaj yapacak olan iki sunucunun adları da, onun adı:

İlich Ramirez Sanchez ve Carlos! Programımız oldukça güzel geçiyor, halk yarım daire, yani hilâl şeklinde dizilmiş plastik sandalyelerde bizi seyrediyor. Gönüldaş Kumandan Carlos'un "Söz Çakal Carlos'ta" isimli Türkçe eseriyle, Kumandan Mirzabeyoğlu'nun "State of Başyücelik-Başyücelik Devleti" isimli eseri kameralar ve fotoğraf makinaları tarafından sürekli zumlanıyor, yani yakın plândan çekime alınıyor. Sunucular, Carlos'un kitabı hakkında epey ilgili. Kitapta, Commandante Carlos'un neler söylediğini, soruyorlar. Bende, Kumandan Carlos'un, emperyalizme karşı direnişin merkezinin Orta Doğu olduğunu, Libya'nın emperyalizm tarafından yok edildiğini, sıranın Suriye, İran ve Türkiye ve Venezuella'ya geldiğini, söylediğini anlatıyorum. Kitabı ellerine alarak, ne zaman İspanyolcaya tercüme edileceğini soruyorlar. Ben de rehberimiz Yasir'e dönüyorum, ve "İnşaallah, Yasir bu yıl sonuna kadar İspanyolcaya tercüme edecek" diyorum. Hemen Yasir'e dönüyorlar ve bu kitabı senden bekliyoruz, artık diyorlar. Kitaptan epey bahsediyoruz. Sıra Carlos'un Türk avukatlarından Ali Rıza Bey'e geliyor.

3a.JPG


Ona da, Carlos'un hukuki hâliyle ilgili sorular soruyorlar. Daha sonra Kumandan Gönüldaş Carlos'un, Başkan Chavez'e İspanyolca olarak seslendiği konuşmasının, cep telefonumdan yayınlanmasına geliyor. Konuşma bitiyor ve ortalık alkışlardan yıkılıyor. Hem bizi orada dinleyen en az 100 kişi, hem o sırada oradan geçmekte olan ve fuara gelmiş kişilerde müthiş bir duygu patlaması yaşanıyor. Canlı yayın sona eriyor ve toplu halde fotoğraf çektiriyoruz. Sunucular İlich ve Carlos, Kumandanımızın ve Gönüldaş Carlos'un kitaplarıyla poz veriyorlar. Hemen ALBA tv'nin banttan yayınlanacak tv kaydına geçiyoruz. Çadır stüdyonun hemen arkasında 30 dakikalık bir tv röportajı da gerçekleştirdikten sonra, fuarı dolaşmaya devam ediyoruz.

Etrafı gezerken, başlarında Sayın Vadel'in bulunduğu bir grup konuşmacıyı ve onları dinleyen halkalanmış büyük bir kalabalığı görüyoruz. Meğersem Sayın Vadel'in bizleri tanıştırmayı vadettiği Planlama Bakanı da konuşmacılar arasındaymış. Konuşma biter bitmez, Sayın bakana yaklaşmak istiyorum ama, koruma görevlileri engelliyor. Hemen Kumandan Carlos'un kitabını çıkarıp, elimle havaya kaldırarak, "Dear Minister, Dear Minister" diye bağırıyorum. Aslında, Veneuzellalıların yaklaşmasına ve kitap imzalamasına müsaade ediyorlar ama biz yabancı olduğumuz için, pek tabii olarak tedbirli olmak zorundalar. Bakan bey bizi görüyor ve korumalarına, "bırakın gelsin" diyor.

Carlos'un kitabını ve Kumandan Mirzabeyoğlu'nun kitabını kendisine hediye ediyoruz. Rehberimiz derdimiz kısaca anlatıyor. Bizi hemen yanındaki sekreterine yönlendiriyor. Bakan, Planlama Bakanı Jorge Giordiani ve Sekreteri Sian Irere. Rehberimiz, bizlerin Türkiye'den geldiğini, ve Commandante Carlos'un, gazetecisi ve avukatı oldumuzu, önce Sayın Bakan ve sonra da Başkan Chavez ile görüşmek istediğimiz ve bunu ayarlamasını rica ettiğimizi, 1 hafta sonra Türkiye'ye döneceğimizi anlatıyor.

Karşılıklı cep numaralarımıız ve e-maillerimizi alıp, onlardan gelecek cevabı bekliyoruz. Fuardaki bir çay bahçesinde, çikolatalı buzlu kekimizi yerken, Sayın Manuel Vadel geliyor, günümüzün nasıl geçtiğini soruyor. Biz de çok yoğun ve verimli geçtiğini söylüyoruz. Sayın Vadel'e bakan bey ve sekreteriyle olan görşmemizi anlatıyoruz ve kendisinden, randevu için biraz etmesi gerektiğini bakan sekreterine söylemesini rica ediyoruz, kabul ediyor.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt