BU ESER
Ne Türkiye, ne geniş manasıyla Rum illeri, ne Çin ve Maçin, ne Hint ve Sind, ne Arap ve Acem; bütün dünya...
Bu eser, dünya çapında ve topyekûn insanoğlu çevresinde bir gerçeklik ve güzellik fışkırışının kaynağını gösteriyor. Dâvası ve iddiası budur. Yazana değil, yazılanlara bağlı değer ölçüsü...
Bu eserin, fezayı ve toprağı dolduran tek dâva olarak, her türlü kalem ve ifade kudretinden münezzeh ruhu ve mânası önünde, bütün kelâm ve fikir şahsiyeti haşyetle siner ve silinir.
Her biri öbüründen ayrı, fakat her biri öbürüne bağlı ânlar... Esrarlı çizgiler, renkler ve sesler... Bunların doldurduğu hikâyeler... Amma şöylesine hikâyeler:
Aklın patladığı ve hesabın kül olduğu sınırdan ilerideki âlemde meclis kuranların hikâyeleri... Mutlak ve sonsuz nurun en mahrem tecellisi etrafında halkalanmış o kahramanların hikâyeleri ki, insan onlara rastgele bir göz atar atmaz niçin yaratıldığını anlar gibi oluyor.
Bu hikâyeler, dünyada insanî ve beşerî kaç mevcut varsa ve bu mevcutlardan ne kadar iş ve fikir çevresi kurulmuşsa, hepsinin birden olamadığı, bulamadığı, varamadığı, eremediği; ne şiirin, ne tılsımın, ne ilmin, ne fennin ulaşabildiği noktada bağdaş kuranların hayatından pırıltılar...
Nerede, ne zaman, ne istemiş, aramış ve bulamamışsak hepsi ve her şartıyla burada... Burası kendini aşmanın, fânilikten sıçramanın, gerçek insanı bulmanın, fert ve cemiyet halinde büyük oluşa ermenin yeri...
İnsanoğlunun bütün arayışlarında, atılışlarında, deneyişlerinde, bir, olup da olmayışa karşı hasreti; bir de, sezilip de tutulamayana doğru hayali yok mudur? İşte bu muazzam sırrın ve imân, ahlâk, güzellik, iyilik, doğruluk, sonsuzluk, iş, dâva, edep, muaşeret, zevk ve iştiyakın hakikati burada... Ey hüsranlarının hakikatini görmek isteyenler... Ne isterseniz burada!
Bu pırıltılar karşısında, tavla zarı kafalar hemen şu hükmü basacaktır:
- Olamaz! Hayâl!..
Adî hayatın nice "olur"undaki "olmaz'ı görenler ve ulvî idrak sancısını çekenler bu "olmaz'daki "olur'u da sezerler. Anlamayanların hali ve onlara verilecek cevap yine bu kitapta:
"- Bu işin sana anlatılabilmesi için git, toprakla kepeği birbirine karıştır da bir ömür yemeye bak!"
Bir kere daha mı işaret edeyim: Bin kere daha olsa yine az. Bu eser, dünyaya, muhtaç olduğu kâinat görüşünü, bir altın yağmuru halinde serpiştirmek ve kendini cihan ölçüsünde bir hâdise diye takdim etmek ihtiyacındadır.
•
Bu eserde usûl, şu: Tebliğ işlerinin gerçeklik usûlünden ziyade, telkin işlerinin güzellik metodu... Kitabın en haysiyetli kaynaklara bağlı ilim cephesi, maden suyunda demirin erimiş halde bulunması gibi, zevk ve lezzet ifadesi altında peçeli... Onun içindir ki, velîler ordusunun kahramanlarına ait ne cansız tarih, ne ruhsuz teferruat... Sadece bin çiçek yerine bin kitaptan süzülmüş ıtır damlaları... Yalnız ruh, yalnız ruh... Madde meraklıları diledikleri teferruat ve hususiyetleri (posaları ve tortuları) basit lügat veya tarih kitaplarında arasın ve bulsun...
•
Gök yırtılıyor, arkasından Mâverâ Sultanının bir üfleyiş-te bütün mekânı yıkan ve bütün zamanı söndüren azamet nuru infilâk ediyor. Ve baştan başa dünyamız, bir ilk mektep çocuğunun elindeki çıkartma kâğıdı gibi buruluyor, buruşturuluyor. Böyle bir tecelli anında bize, manzaraya bakıp, bir takım gülünç ukalâlıklar, kaba teşhisler yapmak mı düşer, yoksa kör olmak, dilsiz kalmak ve kendi kendimizi bir daha bulamamacasına kaybetmek mi? Şuurum kalır mı ki, kıymet hükmüm olsun.
İşte her dem bu tecelli anına nazır kahramanların hayatı ve mânası üzerinde her hangi bir şahsî telâkki, aynı nisbette gülünç ve edep dışı olurdu. Bu yüzdendir ki bu kitapta "tefsirci" ismi altında göreceğiniz kıymet hükümleri, yine o halkanın elmaslarından birine ve kendi aralarında kendi kendilerini muhasebe eden bir kaçına aittir. Hikâyelerden birinde, başlıca "Tefsirci"nin kim olduğunu zaten anlayacaksınız.
•
Hepsi bu kadar... Bir de, yazanın, yazılanlara lâyık olmaktan başka tasa çekmediği ve kan-ter içinde kıvranarak kendi aşağılık nefsinden kahramanlar üstüne herhangi bir leke düşmemesine çalıştığı üslûp çilesi... Bu çileye dikkât ediniz; gözle gördüğünü bile kendi "basit'ine düşürmemek için bu kadar telâşta, kaç çeşit gözlük takmak ihtiyacındadır.
•
Bir zamanlar "Halkadan Pırıltılar" adı altında çıkıp defalarca basılan, istismarcı (editör) ellerinde tükenmez bir mâden gibi işletilen ve türlü yanlışlıklar ve zevksizliklere kurban edilen bu eser, şimdi kemmiyetçe de fazlasıyla bütünleştirilir, nihaî şekline kavuşturulur ve "Veliler Ordusundan 333" ismini alırken, kaydetmek gerektir ki, bu "333" sayısında hiçbir sınırlama yoktur; ve gaye, belki 333333ü aşan kahramanlar kadrosundan sadece 333 büyüğü olgunluk ve kifayet hissini verici bir tamamlık içinde göstermekten ibarettir. Ama bu defa, bir daha değişmeyecek şekilde bir titizlik, incelik ve derleyicilik ölçüsüne bağlı olarak...
Bütün hakikât İslâm'da, onun bütün ruhu da tasavvufta, yani en büyük insan ve Peygamberin bâtınında... Buradakiler de o bâtının cezbelileri...
Aralarında yüz binlerce namsız ve nişansız kahraman eksik olsa da, başlıca en büyük 33 kahraman bilhassa eksik... Onları mahsus bu kitaba almadım. "Başbuğ Velilerden 33" isimli bir kitapta topladım.
O ki, kul ve Resul olarak tek ve birdir... O ki, kâinat kendi yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. O ki, getirdiği emrin, dâvanın dışında hiç bir mevcut yoktur.. İşte "bir" sayısını O'na verdikten sonra, mukaddes emaneti ondan alıp tâ bugüne kadar getiren onunla beraber tam 33 ferdin hikâyesi orada..
Buradakiler, kol kol, karmakarışık ve umumî şekilde, oradakilerin, hususî kolun, zemin ve muhitini çiziyor.
Allah'tan başka her şeyde yanılıyoruz. Bunlar, hiç bir şeyde yanılmayan ve tekte her şeyi bulanlardır.
Necip Fazıl KISAKÜREK