Suheda_nur
Kayıtlı Kullanıcı
BİSMİHİ TEALA
ruhu'l furkan tefsiri 11.cild
ruhu'l furkan tefsiri 11.cild
لَا تُدْرِكُهُ الْأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
ENAM SURESİ 103.AYET-İ KERİME
Gözler O'nu İdrak edemez (O'nu kavrayacak şekilde göremez). Halbuki O, gözleri idrak eder (kuşatacak şekilde görür) ve O, Lâtif (en ince şeyleri bile pek iyi bilen) dir. Habîr (her şeyden ziyade haberdâr olan) dır.
İZAHAT
Bika'î (Rahimehullahın) ın beyanına göre; bundan evvelki ayet-i celile'ler, ALLAH'ın (Celle celaluhu) herşeye kadir olup, O'ndan gayrisinin âciz olduğunu açıklamıştı.
Çocuk ve ortağa ise, âciz ve fakir olanlar muhtaç olur. Güçlü ve zengin olanın âciz ve fakire muhtaç olması, olmayacak bir şeydir. Her baba ve ortak, oğluna ve ortağına bir şekilde mutlaka hemcins olması gerektiğinden, ALLAH (Celle celaluhu), makamın iktiza ettiği tenzih vasfını açıklamak üzere, "Gözler O'nu idrak edemez." buyurmuştur ki bu, şu demektir:
"İsa, Uzeyr (Aleyhimesselâm), putlar, yıldızlar, karanlık ve nur gibi ALLAH'a (Celle celaluhu) evlat veya ortak kabul ettiğiniz şeylerin hepsi, gözlerle idrak edilebilen varlıklardır ki, ALLAH (Celle celaluhu), gözlerle idrak edilemediğinden bu yaratıklarla hiçbir yönden benzerliği yoktur.
Çünkü gözle idrak edilmek, sonradan yaratılanların alâmetlerinden olduğu için, gerçek ilaha yakışmaz. Onlar hakikî ilah olsalardı, elbette gözlerden perdeli olurlardı.
Melekler ve cinler (bilinene göre, her zaman herkes tarafından) görüle-miyorlarsa da, onlara tapanlara şöyle sorulur: Siz onların ALLAh'ın (Celle celaluhu) çocukları olduğuna neye göre hükmettiniz?
Eğer görerek bu kanaate vardıysanız, demek onlar da geridekiler gibi görülen varlıklardır ki, bu durumda görülemeyen ALLAH (Celle celaluhu) ile hiçbir şekilde soy bağları olamaz.
Yok eğer aldığınız haberlere dayalı olarak bu hükme vardıysanız, onların yaratılışları hakkındaki haberler, size veya başkalarına peygamberler dışında kimseden gelmemiştir.
Peygamberlerin hepsi de, onların diğer yaratıklar gibi ALLAH'ın (Celle celaluhu) çocukları değil, kulları olduğunu ye ALLAH'ın (Celle celaluhu) ortak ve evlattan münezzeh olduğunu bildirmişlerdir.
İşte onların kitapları ve sahih haberleri buna şahitlik etmektedir
Herşeyden öte, onlar az da olsa gözlerle idrak edilebilecek niteliktedir. İdrakleri hepten de imkansız değildir. (Nitekim müşrikler, sahralarda ve çöllerde cinlerin kendilerine belirdiğini iddia ediyorlardı.
Ayrıca Yahudilerden aldıkları bazı telakkilere göre, meleklerin bazı insanlara zuhur ettiği vehmine sahiplerdi.)
Azîz olan ilâh'a gelince; O, başkalar gibi gözle görülüpde bir idral ile anlaşılabilecek bir Zat değildir ki, O'nu gören, düşünüp, taşınıp ta ferasetini kullanarak, birtakım alâmetlerin belirtisiyle O'nun hakkında muhakeme yapsın ve böylece rıza ve gazap gibi hallerinden haberdar olabilsin. Çünkü O, ihata olunmaktan çok yücedir."
Tabi ki bu mana, umum-u selb (idrakin nefyinin genel kabul edilmesi) yolu üzere verilmiştir. Fakat selb-i umum (herkes hakkındaki genel mananın nefyedilmesi) kastediliyorsa o zaman mana:
"ALLAH (Celle celaluhu), herkesin göremeyeceği kadar Azîz'dir. Bilakis dilerse seçkin kullarına perdeyi açıp görme sebeplerini yaratır da, onlar O'nu görebilirler." demek olur. Nitekim müminlere ahirette bu sebepleri yaratacaktır.
Vahidî, Ebû Hayyan ve Âlusî tefsirlerinde zikredildiğine göre;
ayet-i celile'de geçen (YUDRİK ), (İDRAK ) kelimesinin cemisi olup, Rağıb(Rahimehullah) in da beyan ettiği üzere lügat olarak iki manaya gelmekteyse de, burada birkaç manaya gelebilir:
1- Göz uzvunun kendisi,
2- Göze konan görme gücü ki, ilm-i kelamla uğraşanların ekserisi bu ayet-i celile'deki (YUDRİK) mefhumunu, görme gücünün yeri olması itibarıyla göz uzvunun kendisi olarak değerlendirmişlerdir.
Zâdü'l-mesîr tefsirinde zikredildiğine göre, Cumhûr'un görüşü de bu doğrultudadır.
3- Basiret ki bu, kalbin anlayış gücünden ibarettir, Ebû Bekr-i Sıddık (RadıyALLAHu Anh) dan rivayet edilen şu söz bu manaya uygun düşmektedir:
1- "Ey O Zat ki, O'nu bilmenin son noktası, tam bilinemeyeceğini itiraf etmektir." Çünkü O'nu bilmenin zirvesi, bütün yaratıkları tanıyıp, O'nun, onlardan hiçbiri olmadığı gibi, eşyadan hiçbirine de benzemediğini, bilakis idrak edilen şeylerin tümünün yaratıcısı olduğunu bilmekdir.
(Rağıb ei-îsfahanî, Müfredat, Sh:189)
4- Akıllar ve vehimlere işaret olabilir ki, bu manayı, Abdurrahman ibni Mehdî (Rahimehullah), Ebû Husayn el-Karî (Rahimehullah) dan nakletmiştir.
(lbn-i Ebî Hatim, No:7739,4/1363)
2 - Hazreti Ali (RadıyALLAHu Anh) ın: "Gerçek tevhid, ALLAH'ı (Celle celaluhu) tevehhümde bulunmaman (öz Zatı itibarıyla hayaline getirmemen) dir."
(Rağıb el-İsfahanî, Müfredat, Sh:59)
"İdrak edebildiğin herşey, ALLAH'dan (Celle celaluhu) başkadır." (Rağıb, ei-isfahanî,Müfredat, Sh:59)
şeklindeki beyanları bu manaya münasip düşmektedir.
Ayet-i celile'de geçen, "Gözler O'nu idrak edemez", cümlesine üç türlü mana verilmiştir:
1- "Gözler O'nu ihata edemez." Burada "İdrak", "Ru'yet (görme)" nin dışında olan bir mana ifade etmektedir. Çünkü, "Onu gördü ama idrak edemedi." sözü doğru bir sözdür.
Taberî (Rahimehullah) in da beyanı veçhile; kişi bazen bir şeyi idrak eder fakat göremez.
Nitekim Mevlâ Tealâ, Firavun hakkında:
حَتَّى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ
"...Boğulma, ona idrak edince (ulaşınca)..." (Yunus Sûresi:90'dan)
buyurarak, boğulmanın Firavunu idrak ettiğini açıklamıştır ki, Firavunun, kendisine idrak eden (ulaşan) boğulmayı gördüğü söylenemez.
Çünkü boğulma denen mefhum görülebilen bir şey değildir.
Demek ki, bazen bir şey idrak edilip te görülemiyor, bazen de görüldüğü halde idrak edilemiyor.
Nitekim Firavunun kavmi, Musa (Aleyhisselâm) in kavmini görüp, çok yanaştıklarında, Musa (Aleyhisseiâm) in ümmeti korku ve telaş içinde:
إِنَّا لَمُدْرَكُونَ
"Muhakkak biz idrak olunduk (erişildik)." (Şuara Sûresi:61 'den)
dedikleri vakit, Musa (Aleyhisselâm), iki kavim arasında birbirlerini görme durumu sabit olduğu halde:
كَلَّا
"Hayır!" (Şuara Suresi.62'den)
buyurarak, idraki nefyetmiştir.
Mevlâ Tealâ da evvelce ona:
...أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساً لَّا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشَى ..
"Kullarımla birlikte geceleyin yola çık ta, yetişilmekten korkmaksızın ve (boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç!" (Taha Sûresi:77'den)
buyurarak, düşmanlarının, kendisini ve kavmini idrak edemeyeceklerini vahyetmişti.
Demek oluyor ki, "Ru'yet" ve "İdrak" tabirlerinden her biri diğeriyle birlikte bulunabileceği gibi onsuz da mevcut olabilir. O halde, "Gözler O'nu idrak edemez." kavl-i şerifine, "Gözler O'nu göremez." manasını vermek çok uzak düşmektedir.
Dolayısıyla buradaki "İdrak"; bir şeyin derinliklerine ulaşıp, bütün cihetleriyle onu kuşatıp, künhünü ve hakikatini (öz zatını ve gerçek yüzünü), kendisinden bir şey gizli kalmayacak şekilde kavramaktır ki, böyle bir ihatanın dünyada ve ahırette ALLAH'a (Celle celaluhu) tealluk etmeyeceği aşikârdır.
Çünkü ALLAH'ı (Celle celaluhu), bir şeyin kendisini ihata etmesiyle vasıflamak caiz değildir. "ALLAH (Celle celaluhu) görülür, fakat idrak edilemez." kaidesinin bir nazîri de, "ALLAH (Celle celaluhu) bilinir fakat ilmen ihata edilemez." kuralıdır
Demek oluyor ki "Gözler, ALLAH'ı (Celle celaluhu) görebilirse de, ihata edemez." Nitekim "Kalpler de O'nu tanır fakat ihata edemez."
خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْماً
"İlmen O'nu ihata edemezler (O'nu tam manasıyla bilemezler)." (Taha Sûresi:110'dan) ayet-i celile'siyle,
اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِش
"O'nun dilediği müstesna, ilminden hiçbir şeyi ihata edemezler." (Bakara Sûresi:255'den)
kavl-i şerifini birlikte değerlendirecek olursak, ALLAH'ın (Celle celaluhu), kendi diledikleri dışında mahlukatınm bir şey bilemiyeceğini ifade buyurması, müsaade ettiği kadar da bilemeyecekleri anlamına gelmez.
"İdrak" tabirini bu mana ile tefsir edenler arasında, İbn-i Abbas, Katade, Atıyye el-Avfî, İbn-i Müseyyeb, Zeccac (RadıyALLAHu Anhum) gibi büyük müfessirler bulunmaktadır.