Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Atom, maddenin en küçük yapı taşıdır. Atom hem çok küçük hem de çok büyük bir yaratıkdır. Çok küçüktür zira ne gözle nede mikroskopla görülebilir.
Çok büyüktür zira gördüğümüz tüm varlıklar atomdan oluşur. Atom, ortada çekirdek ve çekirdeğin etrafında dönen elektronlardan meydana gelen dengeli bir sistemdir. Aynı güneş sistemine benzer.
Atomun tahmin edilen çapı, on üzeri eksi sekiz cm yani cm'nin yüz milyon da biri kadardır. Çekirdek ve elektronlar o kadar küçüktür ki çekirdekle etrafında dönen elektronlar arasındaki mesafe korkunç denilebilecek kadar büyüktür. Atomu güneş sistemine benzettiğimizde, Güneş atomun çekirdeği, Dünyamızda elektron olsaydı, Dünyanın güneşten uzaklığı şimdikinin 500 misli kadar daha fazla olurdu. Atom kocaman bir boşluk, adeta balon gibidir. Atomun basitliği ve buna karşılık mükemmelliği dudak ürpertecek harikalıktadır.
H2 atomu en basit ve en küçük atomdur. 1 elektronu ve 1 protonu vardır. Bu elektronlardan iki tanesini ve protonlardan iki tanesini aynı sistemde düşündüğümüzde bu sefer helyum atomu oluşur. Elektron ve proton sayısı arttıkça farklı elementler meydana gelir. Elektron ve proton sayısı 3 olunca lityum, 4 olunca berilyum ve nihayet 6 olunca bildiğimiz karbon yani kömür, 8 olunca oksijen oluyor. Burada dikkat edilmesi gereken husus, hidrojen atomunun elektronu ile oksijen atomunun elektronu hep aynı olmasıdır. Hidrojen ve oksijen atomlarında sadece elektron ve proton sayıları farklıdır. İşte Yüce Yaratıcı sanatını böyle gösteriyor düşünen kafalara, ibret alan akıllara ve baktığını gören gözlere.
Nasıl güneş sisteminde, Güneşin etrafında dönen gezegenler çarpışmıyorsa, atomda da çekirdek etrafında dönen elektronlar çarpışmaz. Mesela Dünyanın hızı saniyede 33 km iken, bu hız elektronda saniyede 300.000 km ye ulaşır. Ama yine de çarpışma yoktur. Yörüngeden çıkma yoktur.
Picasso ve Van Goh'un fırçayla canlandırdığı resimler, Sinan'ın çekiçle oturttuğu tuğlalar birer sanat eseridir. Hem de ustalarını, sanatkârlarını tüm gözlere gösteren, kulaklara anlatan, kalbin derin latifelerine hitap eden birer eserdir. Ben Süleymaniye'yi gördükçe, hep Sinan'ı hatırlarım. O haşmetli bakışlarıyla, o kıllarından nur süzülen uzunca sakalıyla gözlerimin önüne gelir.
Aynen bu örneklerde olduğu gibi bir papatya, bir karınca, bir insan artık birer proton ve elektron yığını değil, güneş artık bir hidrojen deposu değil, bize yüce yaratıcımızı gösteren ve anlatan kainat kitabının sayfalarıdır. Kainatın dilinden dökülen nurlu kelimelerdir. Hep O'nu, yüce Yaratıcıyı anlatır durular, insan olan insana.
Elektronu çekirdek etrafında böyle hummalı şekilde döndüren kuvvet, Elektromanyetik kuvvettir. Ne kadar basit değil mi söylemesi. Peki, (+) yüklü protonları çekirdek bünyesinde tutan kuvvet nedir? Efendim, o da Nükleer kuvvettir. İnsan bunları söyleyince her şey oldu-bitti sanıyor. Ve olaya bir izah getirmiş gibi oluyor. Bir kere atom sistemine öz oluşturan o nükleer kuvveti çekirdeğe kim koydu? O kuvveti nasıl oluşturdu? Yine akıl almaz, baş döndürücü biz hızla dönen elektronu çekirdek etrafına kim yerleştirdi? Elektron döndüğü için bir merkezkaç kuvvetle itiliyor, buna karşılık çekirdek tarafından elektromanyetik kuvvetle çekiliyor. Bu, akılları hayrette bırakan hassas dengeyi kim koydu?
Henüz maddenin oluşmadığı ortamda bu mucize nizamı hangi sebep, hangi tesadüf, hangi tabiat koyabilir? Birbirine zıt, birbirine ters çekim ve itme kuvvetlerinin bir arada olması mümkün değildir. Zira henüz madde yoktur. Öyleyse tabiatta yoktur, sebeplerde yoktur. Nasıl ki bir tablo Picasso'yu, Süleymaniye Camii Sinan'ı gösterirse; bir hidrojen atomu bir sarı çiçek, bir insan, bir güneş sistemi belki milyonlarca yönleriyle O yüce Yaratıcı'yı bize gösterir ve hatırlatır.
Marifet ehli atomun, maddenin, kainatın ve içindekilerin bu yönünü gördüklerinden dünyaya beş para kıymet vermemişler. Ancak alacakları dersi alıp lüzumsuz işlerle uğraşmamışlar. Gerçekten insan bu yönüyle bakınca elektron, proton, atom elementler ve hatta katı cisim olarak bildiğimiz demir, et-kemik gibi şeyler dahi adeta itibari şeyler oluyor. Var olan bir Allah'ı o kadar gösteriyorlar ki kendileri yok gibiler.
Güneşin gölgesi olmadığı gibi, nitekim bu söylediklerimizin hepsini, hatta daha da ötesini Yunus nasıl özetlemiş: “Ete kemiğe büründüm, yunus diye göründüm.”
Atom hakkında söylenebilecekler elbette bu kadar değil. Biz sadece etrafında döndük.
Çok büyüktür zira gördüğümüz tüm varlıklar atomdan oluşur. Atom, ortada çekirdek ve çekirdeğin etrafında dönen elektronlardan meydana gelen dengeli bir sistemdir. Aynı güneş sistemine benzer.
Atomun tahmin edilen çapı, on üzeri eksi sekiz cm yani cm'nin yüz milyon da biri kadardır. Çekirdek ve elektronlar o kadar küçüktür ki çekirdekle etrafında dönen elektronlar arasındaki mesafe korkunç denilebilecek kadar büyüktür. Atomu güneş sistemine benzettiğimizde, Güneş atomun çekirdeği, Dünyamızda elektron olsaydı, Dünyanın güneşten uzaklığı şimdikinin 500 misli kadar daha fazla olurdu. Atom kocaman bir boşluk, adeta balon gibidir. Atomun basitliği ve buna karşılık mükemmelliği dudak ürpertecek harikalıktadır.
H2 atomu en basit ve en küçük atomdur. 1 elektronu ve 1 protonu vardır. Bu elektronlardan iki tanesini ve protonlardan iki tanesini aynı sistemde düşündüğümüzde bu sefer helyum atomu oluşur. Elektron ve proton sayısı arttıkça farklı elementler meydana gelir. Elektron ve proton sayısı 3 olunca lityum, 4 olunca berilyum ve nihayet 6 olunca bildiğimiz karbon yani kömür, 8 olunca oksijen oluyor. Burada dikkat edilmesi gereken husus, hidrojen atomunun elektronu ile oksijen atomunun elektronu hep aynı olmasıdır. Hidrojen ve oksijen atomlarında sadece elektron ve proton sayıları farklıdır. İşte Yüce Yaratıcı sanatını böyle gösteriyor düşünen kafalara, ibret alan akıllara ve baktığını gören gözlere.
Nasıl güneş sisteminde, Güneşin etrafında dönen gezegenler çarpışmıyorsa, atomda da çekirdek etrafında dönen elektronlar çarpışmaz. Mesela Dünyanın hızı saniyede 33 km iken, bu hız elektronda saniyede 300.000 km ye ulaşır. Ama yine de çarpışma yoktur. Yörüngeden çıkma yoktur.
Picasso ve Van Goh'un fırçayla canlandırdığı resimler, Sinan'ın çekiçle oturttuğu tuğlalar birer sanat eseridir. Hem de ustalarını, sanatkârlarını tüm gözlere gösteren, kulaklara anlatan, kalbin derin latifelerine hitap eden birer eserdir. Ben Süleymaniye'yi gördükçe, hep Sinan'ı hatırlarım. O haşmetli bakışlarıyla, o kıllarından nur süzülen uzunca sakalıyla gözlerimin önüne gelir.
Aynen bu örneklerde olduğu gibi bir papatya, bir karınca, bir insan artık birer proton ve elektron yığını değil, güneş artık bir hidrojen deposu değil, bize yüce yaratıcımızı gösteren ve anlatan kainat kitabının sayfalarıdır. Kainatın dilinden dökülen nurlu kelimelerdir. Hep O'nu, yüce Yaratıcıyı anlatır durular, insan olan insana.
Elektronu çekirdek etrafında böyle hummalı şekilde döndüren kuvvet, Elektromanyetik kuvvettir. Ne kadar basit değil mi söylemesi. Peki, (+) yüklü protonları çekirdek bünyesinde tutan kuvvet nedir? Efendim, o da Nükleer kuvvettir. İnsan bunları söyleyince her şey oldu-bitti sanıyor. Ve olaya bir izah getirmiş gibi oluyor. Bir kere atom sistemine öz oluşturan o nükleer kuvveti çekirdeğe kim koydu? O kuvveti nasıl oluşturdu? Yine akıl almaz, baş döndürücü biz hızla dönen elektronu çekirdek etrafına kim yerleştirdi? Elektron döndüğü için bir merkezkaç kuvvetle itiliyor, buna karşılık çekirdek tarafından elektromanyetik kuvvetle çekiliyor. Bu, akılları hayrette bırakan hassas dengeyi kim koydu?
Henüz maddenin oluşmadığı ortamda bu mucize nizamı hangi sebep, hangi tesadüf, hangi tabiat koyabilir? Birbirine zıt, birbirine ters çekim ve itme kuvvetlerinin bir arada olması mümkün değildir. Zira henüz madde yoktur. Öyleyse tabiatta yoktur, sebeplerde yoktur. Nasıl ki bir tablo Picasso'yu, Süleymaniye Camii Sinan'ı gösterirse; bir hidrojen atomu bir sarı çiçek, bir insan, bir güneş sistemi belki milyonlarca yönleriyle O yüce Yaratıcı'yı bize gösterir ve hatırlatır.
Marifet ehli atomun, maddenin, kainatın ve içindekilerin bu yönünü gördüklerinden dünyaya beş para kıymet vermemişler. Ancak alacakları dersi alıp lüzumsuz işlerle uğraşmamışlar. Gerçekten insan bu yönüyle bakınca elektron, proton, atom elementler ve hatta katı cisim olarak bildiğimiz demir, et-kemik gibi şeyler dahi adeta itibari şeyler oluyor. Var olan bir Allah'ı o kadar gösteriyorlar ki kendileri yok gibiler.
Güneşin gölgesi olmadığı gibi, nitekim bu söylediklerimizin hepsini, hatta daha da ötesini Yunus nasıl özetlemiş: “Ete kemiğe büründüm, yunus diye göründüm.”
Atom hakkında söylenebilecekler elbette bu kadar değil. Biz sadece etrafında döndük.