Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

BiR iNSAN MiRAC’I iNKÂR EDERSE DURUMU NE OLUR? (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Müslümanım diyen hiç kimsenin bu olayı inkâr etme hakkı ve lüksü yoktur. İsrâyı ayetle sabit olduğu için inkâr eden Müslümanlıktan çıkar, Miracı inkâr eden de ehli fısk ve ehli bidat olur.
Çünkü bu olay hakkında icmaı ümmet vardır. Bu olayı tereddütsüz onaylayan, Ebubekir Sıddîk gibi Şanlı Resûl ne diyorsa doğru diyordur. diyen ve İslamiyeti yaşayan, onu yaşatmak için malını, canını feda eden de sıddîklar kervanına katılır, Ebubekir Sıddîkla (ra) beraber haşr olur, onunla cennete kavuşur.

Ayeti kerimede geçen kulu ifadesi incelik ve güzellik dolu

Kuranı Kerimde Miracla ilgili ayeti kerimede geçen abdihi kulunu kelimesi ne kadar sıcak, ne kadar sevgi dolu bir ifadedir. Allaha kullukta sonsuz şeref ve saadet olduğundan dolayıdır ki Yüce Allah, başka isim ve ifadelere bedel,“abd kul kelimesini seçmiş, onu da kendisine izafe ederek kulunu” demiştir. Çünkü kendi katında ve İslamiyette en büyük makam Allaha kulluktur. Onun için Mevlana, Ben en büyük hürriyeti Allaha kullukta buldum. demiş, adetâ bütün cihana duyururcasına haykırmış

Men bende şodem

bende şodem bende şodem.

Men bende bihizmet

serafkende şodem,

Her bende ki âzâd şeved şad şeved,

Men şâd ez ânem ki

türa bende şodem.

Yani

Ben kul oldum, kul oldum, kul oldum,

Ben sana hizmette

büklüm büklüm oldum,

Köleler hürriyete

kavuşunca sevinirler,

Ben sana kul olduğum

için seviniyorum.

Allaha kul olan kullara kulluktan, nefse kulluktan ve bütün esaretlerden kurtulur ve etki alanına giren, Allahın değil de arzularının kulu olan bütün köleleri ve esirleri özgürlüğüne kavuşturur. İşte Hz.Muhammed (sas) böyle bir kuldu. Bütün dünyayı Allaha kulluğa davet etti icabet edenlere de kulluktaki sultanlığı ve gerçek hürriyyeti armağan etti.

Velayetiyle gitmiş, risaletiyle dönmüşten ne anlamalıyız?

Cenab Hak, Miracı anlattığı ayette Rasûlünü demedi de kulunu dedi. Bunun anlamı Allahu alem şu olsa gerek Peygamberimiz Miraca peygamberlik unvanıyla gitmedi, kulluk unvanıyla ve kulluğundaki derin velayetiyle gitti. Çünkü Allah, makamlara, mevkilere, servetlere, suretlere, şöhretlere önem vermiyordu; gönüldeki takvaya, takvanın yaşama biçimine dönüşmesine, sevgiye ve kulluktaki derinliğe önem veriyordu. Peygamberimizin Allaha öylesine muhabbeti, velayeti dostluğu ve sevdası vardı ki, Onun o dostluğu ve sevdası Onu alayı illiyyine yüceler yücesine attı, Maşuku Hakikisine ve Ezelî Sevgilisine kavuşturdu. Peygamberimiz halktan Hakka giderken velayetiyle gitti, çünkü o her şeyden önce kuldu. Halkın beka ve lika arzusunu Hakka takdim etti.

Haktan halka gelirken risaletiyle geldi. Çünkü O, Allahın elçisiydi. Hakkın halka mesajını ve hediyelerini getirdi. İşte velayetiyle gitmiş,

risaletiyle dönmüş cümlesinin (Allahu alem) bir manası da bu idi.

Beyti Mamur

Beyti Mamur, cemaatinin çokluğu ile canlı, neşeli, yedinci kat gökte bulunan, yerdeki Kâbeye karşılık gelen, meleklerin gökte Kâbesi sayılan, her gün 70 bin melek tavaf eder, kıyamete kadar bir daha da sıra gelmez. Beyti Mamur’dan sonra Sidrei Münteha gelir.

Sidrei Münteha ve Refref

Sidrei Münteha, Cebrailin (as), Peygamberimize asıl şekliyle göründüğü, inciden yapılmış köşkleri ve misk kokulu topraklarıyla Cennetül Meva’nın gövdesi olan ve İlahî nurlarla aydınlanmış bulunan ışıl ışıl bir alemdir. Cennetül Meva, melekler, şehitler ve müttekîlerin ruhlarının barındığı yerdir. Sidre, Arşı Ala’nın altındadır. Cebrail (as) bir müddet daha Sidrei Müntehada Peygamberimize arkadaşlık eder. Nihayet kaza ve kaderi yazan kalemlerin cızırtılarını işitecek noktaya gelirler. Tam bu sırada Cennetten yemyeşil bir Refref (ipek döşek) getirilir.

Fahri Âlem onun üzerine oturur. Melek Cebrail, Peygamberimize İlahî Huzurun Eşiğine (Kürsî) varıncaya kadar yolu tarif eder, bundan sonrası için eşlik edemeyeceğini de, Şayet ben bu sınırın ötesine geçecek olursam İlahî bir tecelli ile yanarım. Ancak sen bir davetlisin, ilerle! diyerek mazeretini ortaya koyar. Çünkü burası, imkân âleminin, yaratıklar âleminin son noktasıdır. Bundan sonrası vücûb âlemidir. Allahın gayb âlemidir. Peygamberimizden başka hiç kimseye nasip olmamıştır. Bu noktayı Süleyman Çelebi şöyle mısralaştırır

Yürü kim meydan

senindir bu gece

Sohbeti sultan

senindir bu gece

Ermedi evvel

gelen bu devlete

Kimse layık

olmadı bu rifate!

Buradan itibaren Hz. Peygamber Kudsiyet Alanı içine giriverir; işte burada Kuranı Kerime göre aralarında iki yay veya daha az bir mesafe kalmıştır.

Hz. Peygamber tahiyyattan ibaret şu selamını verir

et-Tahiyyatü lillahi vessalavatü vettayyibatü (Kudsî, saf ve gönülden selamlar Allaha aittir.)

Biz de bu selamı şöyle anlıyor ve şu şekilde takdim ediyoruz: Allahım! Senin kudsî selamın, Senin, Seni eksiksiz övgülerin, peygamberlerin ve velilerin selamları, övgüleri, hamd ve şükürleri, canlı-cansız bütün varlıklar ve o varlıkların maharetleri, hünerleri, hikmetleri ve hareketleri, övgüleri, şükürleri ve teşekkürleri, hürmet ve muhabbetleri senindir, sana mahsustur. Çünkü eşya denilen tenteneli perdenin arkasında Sen varsın. Eşyayı yaratan, kullanan, yönlendiren ve çalıştıran Sensin. Allahü Tealâ buna şöyle cevap verir esSelâmü aleyke eyyuhennebiyyü ve rahmetullahi ve berekatühü. (Ey Nebi! Selam sana! Allahın rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun.) Peygamberimiz ümmetini düşünerek şöyle bir karşılık verdi Es-Selâmü aleyna ve alâ ibâdillahissâlihîn (Bizlere de ve Allahın iyi işler yapan salih kullarına da selam olsun.) Burada Yunusun

Yedi kat gökleri seyran eyleyen

Kürsünün üstünde cevlan eyleyen

Miracda Haktan ümmetini dileyen

Adı güzel kendi güzel Muhammed

mısralarında da görüldüğü gibi Miracda ümmetini dilediğini, dünyaya gelirken de ümmetî ümmetî dediğini, ömür boyu ümmetinin saadet ve selameti için görülmemiş eza ve cefalara göğüs gerdiğini, ahirette ümmetinin kurtuluşu için şefaat hakkını kullanacağını biliyoruz. Görüldüğü gibi her zaman ve her yerde ümmetini düşünen o şanlı ve Sevgili Peygamberini acaba ümmeti olan bizler ne kadar düşünüyoruz? Günde kaç defa hatırlıyor, kaç defa salat ve selam gönderiyoruz? Onun davası gerçekleşsin diye, Onun ilmi, irfanı, güzel ahlakı ve takvası herkes tarafından bilinsin, paylaşılsın ve yaşansın, bütün insanlık huzur ve adalete kavuşsun diye malımızla ve canımızla hangi fedakârlıklara katlanıyoruz? Hz. Peygamberin emanet ettiği Kuranı Kerimi öğrenmek ve yaşamak için ne kadar zaman ayırıyor, bu uğurda hizmet edenlere ne kadar destek veriyoruz? Bu sorulara, her an gelmesi muhtemel olan ölümden sonra muhatap olursak kurtulabileceğimize inanıyor muyuz? Bu gece bunları düşünmenin zamanıdır, zannediyorum.

Miracın teselli ve ikram boyutu

Mirac, Peygamberimizin velayetinin kerameti, risaletinin mucizesi, aynı zamanda Cenabı Hakkın Habibine bir ikramı ve tesellisidir. Peygamberimiz, Allahın kelimesini yüceltme yani Lailahe illellah Muhammedürresûlullah ifadesini kabul ettirme uğruna çekmediği cefa, görmediği eza kalmamıştı. Bu yüzden inananları, Habeşistana hicret etmek mecburiyetinde kalmışlardı, sosyal boykota mahkûm edilmişlerdi, bunlardan başka bir de tutunduğu dallar birer birer kırılmış, vefalı hanımı Haticesini ve hiçbir zaman himayesini eksiltmeyen Ebu Talib amcasını kaybetmişti. Nihayet en sonuncu imkân, Taifte bulunan uzak akrabaları yanında sığınılacak bir yer aramak olmuştu. Ne yazık ki orada da aradığını bulamamış, üstelik taşlanmış, haşlanmış ayakları kan içinde kalmıştı. Bütün bunlara rağmen O Şanlı Nebinin, Allaha olan imanı, tevekkül ve teslimiyeti artmış; itimat ve güveni kuvvet kazanmıştı. İşte tam bu sıralarda Yüce Allah, büyük Mirac mucizesi ile Habibi Edibini teselli etmiş, hiç kimsenin nail olamadığı bir mükâfata layık görmüş, çekip yüksekliğin göğüne veya göklerin yüksekliğine almış ve huzuruna kabul etmek gibi bir şerefle şereflendirmişti. Bu öyle bir şerefti ki, Mahzeni Esrar sahibi Nizamînin engin ve renkli ifadeleri içinde, Yıldızlar, yolunda kaldırım taşları gibi dizilmiş, melekler kendisine teşrifatçılık yapmış, yarım ay atının ayakları altında bir nal gibi kalmış, güneş Onun ışık kaynağına sığınmıştı!

Allah, bize bizden yakın iken böyle bir seyahatin hikmeti nedir?

Büyük bir ülkenin başkanının iki türlü icraatı olur.

Birincisi Sıradan bir memuru ile muayyen bir konudaki işi hakkında telefonla görüşüp işini bitirmesidir.

İkincisi ise Böyle hususi ve cüzi bir iş değil, mühim, çok çeşitli ve geniş işler için büyük yetkilerle genel bir vali tayin etmesi, onun görevinin her tarafta bilinmesini temin etmesidir. Bu vali ile bazen özel telefon görüşmesi yapmakla beraber, bazen de bütün ülkeyi ilgilendirecek geniş çerçeveli işler hakkında görüşüp talimatlar vermek için, bütün ahalinin dikkatlerini çekecek tarzda, onu devlet merkezine davet eder, bilahare onun bildireceği hususların tamamen kendi talimatı çerçevesinde olduğunu herkese ilan eder. Misâldeki birinci şahıs veli, ikinci şahıs nebi olup, davet de Mira’tır.

Kàbı Kavseyni ev ednâ ne demektir?

İki yay aralığı kadar ya da daha yakın demek olan bu tabir esasında Efendimizin Mirac münasebetiyle Allaha yakınlığının derecesini ifade eder.

Kabı Kavseyni, mirac mucizesinin en son ve en ileri safhasında, Peygamber Efendimizin Cenabı Hakkın huzuruna mazhar olduğu manevî makamın ismidir. Bu ifade mecazîdir.

Risalei Nur Külliyatında, Kabı Kavseyn için, imkân ve vücub ortasında Kabı Kavseyn ile işaret olunan makam, denilmektedir. Buna göre söz konusu teşbihteki yaylardan birisi imkan diğeri ise vücub olmaktadır.

İmkân, bütün mahlukat âlemini, vücub ise, zât, şuunat, sıfat, efal ve esmânın tümünü ifade eder. Mahlukatın varlığı mümkin, Allah'ın varlığı ise vaciptir. Mümkin, "olup olmaması eşit bulunan" şeklinde tarif edilir. Bütün mahlukat bu gruba girer.

Yaratılan her mahlukun, var olması yoklukta kalmasına tercih edilmiş demektir. Allah'ın varlığı ise vaciptir, yani varlığı zâtındandır ve olmaması imkansızdır. İşte mirac hadisesinde, Allah, beşerin en şereflisi Efendimiz'i (sas) yanına ve sohbetine müşerref kılmıştır.PROF.DR.DAVUT AYDÜZ/zaman/ailem
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt