Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Brifing Aldılar Mirzabeyoğlu'na İdam Verdiler. (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
384958_326596624021468_201572009857264_1509484_1343240856_n.jpg
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

YENİ AKİT GAZETESİ - 29 EKİM 2011

381434_326425950705202_201572009857264_1509043_1005421392_n.jpg


28 Şubat darbesine yönelik soruşturma devam ederken, Av. Doğan Yıldırım; “Harbiye’de gizli bir toplantı yapıldı, önemli kararlar alındı, dedi...

İHLAS SON DAKİKA - O toplantıya katılanlardan biri de, hakim Metin Çetinbaş idi... Çetinbaş, brifingte alınan kararlar doğrultusunda Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası verdi.

28 Şubat darbesine yönelik soruşturma devam ederken, Akit; yaşanan süreci deşifre eden çok önemli bir tanığa ulaştı... Av. Doğan Yıldırım; “Harbiye’de gizli bir toplantı yapıldı, önemli kararlar alındı, dedi... O toplantıya katılanlardan biri de, hakim Metin Çetinbaş idi... Çetinbaş, brifingte alınan kararlar doğrultusunda Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası verdi.

HATA YAPMIŞ OLABİLİRİM DEMİŞTİ


İBDA-C Dâvâsı’na bakan ve Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası veren hakim Metin Çetinbaş; daha sonra yaptığı açıklamada; “Verdiğim karar yüzde yüz doğrudur diyemiyorum... Biz o günkü şartlara göre karar verdik, hata yapmış olabiliriz” diyerek, “brifingte alınan kararlara” gönderme yapmıştı... Adana DGM’nin; “Mirzabeyoğlu dosyasının takipsizliğine” karar vermiş olması da, hakim Metin Çetinbaş’ın; “Brifingte alınan kararları uyguladığı” yorumlarını güçlendiriyor.

HARBİYE ORDUEVİ’NDE TOPLANMIŞLAR


Bahçelievler davasından tutuklanan Haluk Kırcı ve Mehmet Ali Ağca ile 1. Ergenekon davası sanığı Fuat Turgut’un avukatlığını yapan Doğan Yıldırım, Genelkurmay ve sivil uzantılarının hükümet yıkma planına bizzat şahitlik ettiğini söyledi. 1. Ordu Komutanlığına ait Harbiye Orduevi tesislerinde tertiplenmiş çok gizli bir toplantıya katıldığını söyleyen avukat Doğan Yıldırım, darbenin sivil kadrolarına bu toplantıda brifing verildiğini belirtti. Yıldırım, toplantıda Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, dönemin 1. Ordu Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, Balyoz’un bir numarası eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak, dönemin DGM Başsavcısı, mahkeme başkanları, Susurluk ve İBDA-C davasında hakimlik yapan Metin Çetinbaş, eski İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu, İstanbul Valisi Erol Çakır, Doğan medyasında görev yapan birçok gazetecinin bulunduğunu ifade etti.

28 ŞUBAT’IN SIR ŞAHİDİNDEN TARTIŞMALARA SEBEB OLACAK AÇIKLAMALAR

Kayseri’deki ofisinde görüştüğümüz Doğan Yıldırım sorularımıza şu cevapları verdi:
Akit: Türkiye’de önemli isimlerin avukatlığını üstlendiniz, Haluk Kırcı, Mehmet Ali Ağca bunlardan birkaçı. Sizin savunduğunuz kişilerin birçoğu sağcı hatta ülkücü diyebiliriz; siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Doğan Yıldırım: Kayseriliyim, çocukluğum burada geçti. Temel eğitimi tamamladıktan sonra Deniz Harp Okulu’nu kazandım siyasi çekişmeler yüzünden daha sonra atıldım. Türk Milliyetçisi olarak tanımlıyorum kendimi, dediğiniz gibi birçok önemli isme avukatlık yaptım.

“İLK EYLEMLERİ YARGIDAKİ ALEVİ KADROLAŞMASI”


Akit: 28 Şubat döneminin şu ana kadar gizli kalmayı başarmış tanıklarından olduğunuz söyleniyor?
Doğan Yıldırım: Doğrudur (gülüyor) o döneme ilişkin birçok şey gördük yaşadık. Dönemin öncesi ve sonrasına vakıf biriyim. 28 Şubat aslında 1997’de değil Özal’ın ölümüyle başlayan bir süreç aslında. İlk eylem yargıdaki kadrolaşma oldu. Yargıdaki ilk kadrolaşma maalesef söylemek zorundayım bu bir siyasi parti görünümü (CHP-SHP) altında Alevi kadrolaşmasıydı. Bariz bir şekilde Alevi hakim ve savcılar kilit noktalara atandı.

Bu belki konumuz dışı ama merhum Türkeş’in Seyfi Oktay’ın desteklenmesi gerektiğini belirttiğini biliyorum..

Akit: Merhum Türkeş’in de... ilginç yani Ergenekoncu mu demek istiyorsunuz?
Doğan Yıldırım: Soruşturması ve davası süren Ergenekon yapılanmasından çok daha büyük bir yapılanma var aslında. Bu henüz tam olarak idrak edilebilmiş değil. Soldan sağa doğru hilal gibi dizilen gizli bir ittifak. Bu ittifak soldan sağa doğru yayılarak her iki grubu da kontrol eden gizli bir yapılanma. Sol kesimi idare eden isim isim verebileceğimiz insanlar var. Sağ grubu da hakeza. Kendi tanımlamalarına göre hilalin merkezinde birleşiyorlar örnek olarak merhum Türkeş beyi verdim. Hatta açık olarak talimat verdiğini biliyorum kendi partisine, ‘Seyfi Oktay’ı destekleyeceksiniz’ dediğini biliyorum. Ne ilginçtir değil mi?

Akit: Doğru ise dehşet verici ama asıl konumuza dönelim istiyorum.

Doğan Yıldırım: Tamam asıl konumuza dönelim. Ergenekon’da da sanık olan Seyfi Oktay’dan sonra gelen Mehmet Moğultay ile kadrolaşma tamamlanmış oldu ve bu kadro yargıda terör estirmeye başladı. Rahşan Affı olarak bilinen genel af çalışmasında sağcı mahkûmlar içeride tutuldu. Bahçelievler katliamından dolayı idam cezası alan müvekkilim Haluk Kırcı bu kuvvetin yargıdaki kadroları tarafından tahliye edilmedi. Fakat politik olmayan kişiler tahliye edildi. Mesela İzol Aşiretinden Mustafa İzol, 7 kişinin katili Mustafa İzol tahliye edildi. Dönemin Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Mehmet Kolukısa’ya dilekçe verdik. Adam ‘ben kabul etmem bunu’ dedi. Neden diye sorduğumda, ‘ben tarafım kardeşim kabul etmem’ dedi. Üsküdar o dönem stratejik bir mahkemeydi. O anlamda oranın kilit noktalarına kendilerine yakın kişileri atamışlardı. Adalet Alevi kadroların eline geçmişti. Ben bugünki durumu da bu kadroların tasfiyesi olarak görüyorum.

“28 ŞUBAT’IN SİVİL ÖRGÜTLENMESİ HARBİYE ORDUEVİ’NDE YAPILDI”

Akit: O dönem DGM’lerinde nasıl bir hava hakimdi?
Doğan Yıldırım: DGM’lere gelecek olursak PKK’nın insan kaynakları ve ekonomik altyapısını çökertmek için kurulsa da asıl hedefi derin devletin izlerini örtmek, Müslümanları baskı altında tutmak olmuştur. Bunlara talimatın gittiği nokta da Genelkurmay’dı. Devletin askeriyesi, Genelkurmay’ı Yargıtay, HSYK ve diğer mahkemeleri ile pek sıkı fıkıydı. Şahidi olduğum toplantılarda nasıl tavır alacakları izah ediliyordu.

Akit: ‘Şahidi olduğum’ dediniz, açar mısınız?
Doğan Yıldırım: Benim saklayacak gizleyecek hiçbir şeyim yok. Birazdan söyleyeceklerimle istiyorum ki gerçekler açığa çıksın. 28 Şubat post modern darbesinin sivil örgütlenmesi askerin sivilleri koordinesi Harbiye Orduevi’nde yapıldı. 1. Ordu Komutanlığı’na bağlı Harbiye Orduevi’nde toplantı yapıldı. Benim de katıldığım toplantıya yargı mensupları başta olmak üzere akademisyenler ve o dönem çok etkili olan birçok gazeteci katıldı. Toplantıda irticadan ve hükümetin irticayı körüklediğinden bahsedildi. Buna karşılık toplantıya katılanların koordineli harekete etmesi ve kendi konumlarından doğan gücü lehte kullanmaları gerektiği vurgulandı.

“KARADAYI, KIVRIKOĞLU VE
ÇETİN DOĞAN ORADAYDI”


Akit: Bu çok önemli bir açıklama. Yani karargâhın gizlice toplandığını söylüyorsunuz kimler katıldı isim verebilir misiniz?

Doğan Yıldırım: Elbette gizli ve seçmece bir toplantıydı. Harbiye Orduevi’nin konferans salonuna girdiğimde içeride Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, dönemin 1. Ordu Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, ne ilginçtir şimdi Balyoz’un bir numarası eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak ve daha birçok asker vardı.

“İBDA-C DÂVÂSININ HAKİMİ...”


Akit: Sivillerden kim vardı?
Doğan Yıldırım: Dönemin DGM Başsavcısı, mahkeme başkanları, hatta Susurluk ve İBDA-C davasında hakimlik yapan şu meşhur hakim Metin Çetinbaş da vardı. Ve hatta Çetinbaş kürsüde konuşma yaptı. Herkes protokoldeki yerine göre oturuyordu. Resmi bir toplantı havasındaydı. Ön sıralara baktığımda yanlış hatırlamıyorsam İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu vardı.

“İSTANBUL VALİSİ EROL ÇAKIR, TUNCAY ÖZKAN DA İÇERİDE”


Akit: Toplantıda basından kimler vardı?

Doğan Yıldırım: Epey zaman oldu hepsini hatırlamak zor ama şimdi Ergenekondan sanık olan Tuncay Özkan, Erol Mütercimler, Milliyet yazarı Yalçın Doğan ve şu an Doğan Medyasında görev alan birçok isim vardı. En ön sırada ise dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır’ın oturduğunu gördüm.

“BRİFİNG MEDYASI HEDEF ÜRETTİ, KOLLUK KUVVETİ DELİL, YARGISI MÜEBBET VERDİ”

O dönem yapılan anti demokratik uygulamaların hepsinin geri planında o toplantıda alınan kararların olduğunu biliyorum. Toplantıya katılan DGM hakimleri karşılarına gelen dosyaları buna göre değerlendirdi. Delil aramadı gerekçe önemli değildi. Brifing Medyası irticacı yaftasıyla hedef üretti, brifinge katılan kolluk kuvveti bu kişiler hakkında sahte delil üretti, yargısı ise dosyada suç var mı yok mu umursamadan irticacı diye yaftalanan kişilere müebbet hapis cezası ve hatta idam cezası verdi. İBDA-C davası Susurluk davası ve benzeri birçok dava bunun neticesi. Bunların araştırılması aydınlatılması lazım, bu anti demokratik uygulamaların deşifre edilmesi, hesap sorulması lazım.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53


Teodora Doni
teodoradoni@gmail.com


Post modern darbe olarak da adlandırılan 28 Şubat'ın üzerinden yıllar geçti. Ancak bunun neden olduğu mağduriyetler, bundan dolayı çekilen acılar hala geçmedi. 28 Şubat'ın ardından gözaltına alınan, tutuklanan ve idamına karar verilen, idam cezası kalktığı için müebbet hapse mahkûm edilen ve yıllardır cezaevinde bulunan 50'yi aşkın eserin sahibi şair, yazar Salih Mirzabeyoğlu bunun örneklerinden biri.

Bazıları, 28 Şubat süreci bin yıl sürecek, dedi. 28 Şubat, daha çok dönemin iktidar partilerinden Refah'ı ve temsil ettiği kesimi hedef almıştı ancak yaklaşık 5 yıl sonra Refah'ın bünyesinden çıkan yeni siyasi oluşum iktidar olmuştu ve hala da iktidarda. Yalnızca bu yüzden 28 Şubat sürecinin sadece 5 yıl sürdüğünü söyleyebilir miyiz, söyleyemeyiz elbette. AK Parti'nin kapatılması davasını, Cumhurbaşkanının seçilmesine ilişkin Anayasa Mahkemesi'nin "367" kararını, "AK Parti'nin iktidar olduğu ama muktedir olamadığı" söylemlerini hatırlayalım.

Elbette bugün durum farklı gibi görünüyor. Özgürlüklerin, hukuk devletinin tam anlamıyla var olabileceği bir yeni anayasanın geniş bir mutabakatla yapılması gündemde. Yapılır, yapılmaz ayrı mesele ama en azından bu yüksek sesle konuşuluyor. 28 Şubat soruşturması da başlatıldı. Dersim'de 1938'de olanlar, bir isyanın bastırılması mıydı, yoksa bir büyük katliam mıydı, artık cesurca tartışılabiliyor. Sayın Başbakan bunun için çok açık ve net bir şekilde devlet adına özür de diledi. Peki, şimdi bu yeni tabloya bakarak, 28 Şubat sürecinin artık sona erdiğini söyleyebilir miyiz?

Sayın Başbakan'ın "Dersim" bağlamında andığı "Son Devrin Din Mazlumları" kitabının yazarı Necip Fazıl Kısakürek'i, birçok yazar gibi Salih Mirzabeyoğlu'nun da Üstad kabul ettiği, izinden gittiği, hangi eserine bakılırsa bakılsın açık ve net olarak hemen görülür.

Şimdi, Necip Fazıl'ı tarihe bakışında referans olarak anan devlet, onun öğrencisi ve bağlısının yalnızca yazdıkları yüzünden ve 28 Şubat sürecinin tipik bir mağduru olarak hala cezaevinde olduğunu da artık hatırlayacaktır herhalde... Dönemin yargılamayı yapan hâkimlerinden biri şimdi kararın hatalı olabileceğini söyleyebildiğine ve yargılamanın, hâkimleri baskı altında tutan 28 Şubat şartlarında yapıldığı açıkça ortada olduğuna göre iade-i muhakeme için Adalet Bakanlığı da artık harekete geçecektir herhalde...

Böyle bir beklentiyle düşünmemin nedeni, başta Sayın Başbakan olmak üzere bütün devlet yetkililerinin "insan"ı önceleyen özgürlükçü ve adaletten yana söylemleri. Bunda samimi olmadıklarını ben kendi payıma değil düşünmek aklıma bile getirmek istemiyorum. Hem Türkiye'de vicdanının sesini dinleyen, güçlü adalet duygusuna sahip hâkimlerin savcıların da hala var olduğuna her zaman da var olacağına inanmak istiyorum. Her ne kadar N.Ç. tecavüz davasında verilen karar herkesin vicdanını derinden yaralamışsa da, futbolda şike suçuna verilecek ceza TBMM'de elbirliğiyle yapılan yasa değişikliğiyle büyük ölçüde indirilmişse de...

Eğer Salih Mirzabeyoğlu davasına yönelik iade-i muhakeme umudu boşa çıkarsa işte o zaman o vahim "28 Şubat bin yıl sürecek" cümlesini hep birlikte tekrar ederiz ki bu gerçekten korkunç olur. Sadece, Salih Mirzabeyoğlu'nun yargılamasının yeniden yapılmasına başlanmasıyla birlikte tahliyesine karar verilmesi bile hükümetin, devletin 28 Şubat sürecini kesin olarak sona erdirdiğinin kanıtı olacaktır. Umulur ki böyle bir sonuç 28 Şubat 2012 tarihine kadar oluşur da biz de o gün 28 Şubat'ın 15. yıldönümünde 28 Şubat sürecinin kesinlikle sona erdiğini sevinçle haykırırız.

Elbette sevenlerinin yürüttükleri "Salih Mirzabeyoğlu'na Özgürlük" kampanyası ve çok yönlü çabaları olmazsa birçoğumuz çoktan unutmuştuk Salih Mirzabeyoğlu'nu. "Gözden ırak, gönülden ırak" derler ki bu büyük ölçüde doğru. Ancak Salih Mirzabeyoğlu sevenlerinin, bağlılarının bu süreçte yapıp ettiklerine ilişkin de birkaç sözüm var. Uzun süredir özellikle dikkatimi çeken, Salih Mirzabeyoğlu'nun yüzünde yaralar ve kan lekelerinin olduğu bir fotoğrafının her yerde öne çıkarılması. Mirzabeyoğlu'nu suçlu göstermek isteyenler özellikle o fotoğrafı seçiyorlar çünkü o fotoğraf böylesi bir yönlendirmeye müsait.

Sevenleri ise Mirzabeyoğlu'nun cezaevinde, devlet koruması altındayken işkence gördüğünün kanıtı olarak her yerde aynı fotoğrafı kullanıyorlar, kitaplarının kapaklarında bile. Oysa bunu yaparak Mirzabeyoğlu'nun işkence gördüğünü kanıtlamış olmuyorlar aksine farkında olmadan diğerlerinin amacına uygun davranmış oluyorlar.

Bir de içlerinden bazıları "Salih Mirzabeyoğlu'na Özgürlük" sürecini adeta baltalarcasına çözümü olumsuz yönde etkileyebilecek söylemlere ısrarla devam ediyorlar. Çözüm mercilerini düşman olarak göstermek böylece durumu çözümsüzlüğe mahkûm etmek çabasındalar sanki...

Yazdıklarımdan gocunarak işlerine geldiği gibi ithamda bulunanlara da birkaç sözüm var. Her yeni yazımdan sonra birileri tarafından bir başka ithama muhatap oluyorum. Bir yazımdan sonra kolayca feminist, bir yazımdan sonra komünist, bir yazımdan sonra iktidar yanlısı, bir yazımdan sonra iktidar karşıtı, bir yazımdan sonra akıncı, daha sayabilirim...

Hangi ideolojiden, hangi dinden, hangi siyasi partiden olursa olsun herkes bir gün haksızlığa uğrayabilir, Salih Mirzabeyoğlu'nun şimdiki durumunda olabilir ve yalnızca vicdanının sesiyle hareket eden, adaletin müebbet özgürlüğü için her zaman kalemini haktan, mazlumdan yana kullananların desteğine ihtiyaç duyabilir. Demedi, demeyin...

28 Kasım 2011 Pazartesi, Yeni Şafak
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

Zor günlerden geçiyoruz.

Sorunu tehlikeli kılan, krize dönüşmesidir. Hukukun üstünlüğü ilkesi korunuyorsa krizler doğmaz. Hukuk ifade özgürlüğüyle korunur. İfade özgürlüğü yöneticilerin karar ve icraatlarının çeşitli siyasi görüş sahiplerince eleştiriye tabi tutulmasına imkân verir. Bu zorunludur, çünkü Allah aklı belirli kişilere tahsis etmiş değildir, yönetilenler de yöneticiler kadar, hatta daha sağlıklı düşünür. Eleştiri hakkının iptali aklın iptali anlamına gelir.

İcraatı eleştiren "suçlu-hain" ilan edilmemelidir. Siyaseten bize göre yanlış düşünen, hukuken suçlu olmaz. Düşüncelerimizi mutlaklaştırıp diğerlerini kanun marifetiyle mahkûm etmeye kalkışırsak, bundan despot ve totaliter rejim doğar.

Son KCK operasyonları çeşitli kaygılara sebebiyet veriyor. Bugüne kadar hükümete tam destek veren yazarlar rezervlerini dile getiriyorlar. Kişisel olarak benim de bazı kaygılarım var. Geçen yüzyılın ilk yarısına göre formüle edilmiş bir KCK yapılanması Kürtlerin sorununu çözmez. KCK'nin bölge halkını boğucu bir totalitarizme mahkûm edeceği açık. Devlet içinde devlet, devlete paralel devlet olmaz. Bunlar doğru. Hayatım boyunca terör ve şiddete; totaliter ve baskıcı bir siyasi rejime veya örgüt ideolojisine en ufak bir sempati duymadım. PKK veya KCK da benim inancım ve dünya tahayyülümün çok uzağında yapılanmalar. Ama siyaseten benimsemediğim görüş sahiplerinin havaya göre toplanıp tutuklanmasını, operasyon kapsamının her geçen gün biraz daha genişletilmesini doğru bulmuyorum.

Habur'dan Türkiye'ye giriş yapanlar, seyyar savcılar tarafından sorgulanıp serbest bırakıldı; siyasi hava değişince "örgüt propagandası yapıyorlar" diye tek tek toplanıp içeri tıkıldı. Devletin izni dâhilinde Abdullah Öcalan'la görüşen avukatlar şimdi gözaltına alınıyor. Herkes biliyor ki, avukatlar Öcalan'la ne görüşmüşse devletin izni ve bilgisi dâhilindedir. Görüşmeler hem yazılı hem sesli olarak kayda alınmıştır. Öcalan bir savaşı yönetiyorsa, bunun suçu yazılı ve sesli kayıt cihazları değil, buna izin verenlerdir. Yıllarca avukat görüşmelerine izin vereceksiniz, sonra siyasi hava değişince, "Öcalan'la Kandil'in irtibatını kesiyoruz", diye avukatları gözaltına alacaksınız. Bu yanlış. Görüşmeye izin vermezsiniz, yeter. Bu gidişle on binlerce insan tutuklanabilir, "KCK anayasası"na göre "Her Kürt doğan KCK vatandaşı"dır, yani her "Kürt PKK üyesi"dir. "KCK bir çatı yapılanma" ise, BDP, DTK üyeleri de tutuklanabilir.

Siyasi havaya göre hukukun sertleşmesine ilişkin elimizde başka çarpıcı bir örnek var. Salih Mirzabeyoğlu'nun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılması olayı.

İstanbul DGM "Mirzabeyoğlu'nun içinde bulunduğu faaliyetler örgüt lideri veya üyesi olabilmesi için yeterlidir, idamına!" kararı vermiş. Mirzabeyoğlu eline silah almamıştır. Nitekim Adana DGM "aynı şahsın içinde bulunduğu faaliyetler örgüt lideri veya üyesi olabilmesi için yeterli değildir, dosyanın takipsizliğine" kararı vermiştir. Mirzabeyoğlu'nun idamına karar veren hâkim de şöyle demiştir: "Verdiğim karar yüzde yüz doğrudur diyemiyorum. Salih Mirzabeyoğlu davasında biz o günkü şartlara göre karar verdik, hata yapmış olabiliriz."

6 No'lu DGM 2001 yılında Mirzabeyoğlu'na "Anayasal düzeni cebir ile değiştirip tüm Ortadoğu ülkelerini kapsayan dinî esaslara dayalı federal yapıda bir İslam devleti kurmaya teşebbüs"ten 146/1 maddesi gereğince idam cezası verirken, onun fiili hiçbir eylemini delil gösterememiş, kitap ve dergilerindeki yazılarını referans göstermiştir ki bilirkişi sıfatıyla Gazi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Nurullah Aydın bunun yeterli delil olamayacağını belirtmiştir. Daha sonraları hukuki mevzuat değişmiş, ama Mirzabeyoğlu'yla ilgili "ağırlaştırılmış müebbet cezası" devam etmektedir. Şimdi avukatları haklı olarak karar tashihi talebinde bulunuyor.

"Fiil, fikir ve teşebbüs" ayrı şeylerdir. Hz. Ali (ra) suikasta uğrayınca, etrafındakiler İbn Mülcem'i öldürmek istediler. Onlara engel olup şunları söyledi: "Götürün, hapsedin, sakın eziyet etmeyin. Sağ kalırsam ya affederim veya cezasını veririm. Ölürsem cezasını verin, ama haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez."

28 Kasım 2011, Pazartesi, Zaman Gazetesi
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

308912_327033470644450_201572009857264_1510386_970065648_n.jpg

Elbette araştırılsın!..
“Dersim” araştırılsın,
“İstiklâl Mahkemeleri” araştırılsın!..
Bunlarla da yetinilmeyip; “Maraş” araştırılsın, “Sivas” araştırılsın!.. Ve elbette, “ Başbağlar Katliamı” da araştırılsın!..
“Şeyh Sait İsyanı”(!) araştırılsın, “Said Nursi olayı” araştırılsın!..
“27 Mayıs İhtilâli” araştırılsın!..
“12 Mart Muhtırası” araştırılsın!..
“12 Eylül Darbesi” nasıl ve kimler tarafından tezgâhlandı araştırılsın!..
Bu da yetmez;
Madem “kirli işler”in hepsi araştırılacak, o halde “Susurluk’taki kaza” ve “28 Şubat Darbesi” de araştırılsın!.. O dönemde yaşanan “hukuksuzluk”lar, “adaletsizlik”ler, “ceberrutluk”lar, “baskı” ve “zulüm”ler de araştırılsın!..
KİMİN PARMAĞI VARSA!
“Namlu”larını halka çeviren “tank”ları kimlerin yürüttüğü, “milletin inancı”na karşı “topyekün savaş”ı kimlerin başlattığı da araştırılsın!..
O dönemde yaşanan “keyfi gözaltı”lar, “işkence”ler, “brifingli yargıç ve gazeteciler” de araştırılsın!..
Kısacası;
“Bu kirli işlerde parmağı olan herkes” araştırılsın, herkesten hesap sorulsun!..
Öyle ya;
Biz “çiğ” yemedik!..
Dolayısıyla, bizim karnımız ağrımaz!..
Ve ayrıca;
“Yaramız yok ki, gocunalım.”
Evet, herkes araştırılsın!..
“Asker, sivil ve siyasi” olmak üzere, bu olaylarda kimlerin “parmağı” varsa ortaya çıkarlısın ve yakasına yapışılıp hesap sorulsun!..
Onlardan hesap sorulurken de, bu olaylardan kim “mağdur” olmuş, kim “itibarsızlaştırılmış” ise, onların da “itibar”ları iade edilsin, kaybettikleri “hak”lar geri verilsin!..
Dedim ya;
Biz “çiğ” yemedik...
Dolayısıyla karnımız ağrımaz!..
“Karnı ağrıyanlar” düşünsün!..
ETÖ’DE SAVUNMA ŞEHVETİ!
Yalnız, hemen söyleyelim:
Bugün; “Bütün kirli işler araştırılsın” deyip de, yarın “kirli işlerde parmağı olanlar” gözaltına alındığında veya tutuklandığında, hiç kimse cayırtı koparmasın!..
Malûm, Ergenekon ve Balyoz tutuklamalarında böyle yapılmıştı... Halen de, “Bremen Mızıkacıları” gibi, hep bir ağızdan vaveylâ koparıyorlar:
“Bu, ne biçim tutuklama?.. Tutuklamalar tam bir cezaya dönüştü!”
Tamam, “tutukluluk süreleri” uzadı ama, bunun sorumlusu “yargı” değil ki!..
Dâvâyı, “sanıklar” uzatıyor!..
Pazartesi günkü Akit’in manşetinde yer alan haberi herhalde okumuşsunuzdur.
İkinci Ergenekon davasında tutuksuz yargılanan Fatma Sibel Yüksek; sanıklar ve avukatlarının kendilerini “savunma yapmanın şehveti”ne kaptırdıklarını belirterek, diyordu ki; “Tam bir ay süren savunmalar yapıldı, bu anlamda Av. Kemal Kerinçsiz ve İÜ eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun savunmaları tarihe geçecek hacimdedir.”
Malûm; ikinci “Balyoz Darbe Planı”, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” ve “Odatv” davalarının ilk duruşmalarında, sanık avukatları “reddi hakim” talebinde bulunmuştu... Balyoz davasının 2. duruşması 49 gün sonra yapılmıştı... Odatv davasının ilk duruşması da “reddi hakim” talebi sebebiyle 36 gün sonraya bırakılmıştı... Birinci Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından avukat Kemal Kerinçsiz’in savunması 12 duruşma, yani “2 ay” sürmüştü!..
Hâl bu iken; kalkıp da; “Tutukluluk süreleri cezaya dönüştü” demenin bir anlamı var mı?..
Hem “ağız ishali”ne yakalanmış gibi “12 duruşma boyu” konuşacaksın, hem de “tutukluluk niye uzadı?” diye yakınacaksın!..
İşte bunun için diyorum ki;
Ya, “az ve öz” konuşacak ve dolayısıyla dâvâyı uzatmayacaksın, ya da “tutukluluğun uzaması”ndan yakınmayacaksın!..
Tutukluluğun uzaması, elbette iyi bir şey değil!.. Ama birader, bunun suçlusu “yargı” değil ki!.. Tutukluluğu “sanıklar” uzatıyor!.. Bunu yapıyorlar ki; Türkiye, dünya kamuoyunda zor duruma düşsün ve Türkiye üzerindeki baskılar artsın!..
SALİH MİRZABEYOĞLU OLAYI
Bir de, şöyle bir “argüman” geliştirmişler ki, iler-tutar yanı yok!..
“Siyasallaşan yargı, Hükümet’in istediği yönde kararlar veriyor... Bu adamların örgütle ne ilgisi olabilir?.. Onların tek yaptığı kitap yazmak, gazetecilik yapmak!.. Bir insan kitap yazdı, gazetecilik yaptı diye hiç suçlanır mı?”
Farzedelim ki, bu “argüman” doğrudur... Farzedelim ki; “kitap” yazan bir adamın “örgüt”le bağlantısı olamaz!..
Peki, o zaman sormazlar mı;
“Salih Mirzabeyoğlu da sadece kitap yazdığı için gözaltına alınıp, tutuklanmadı mı?.. Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener’i gündemden düşürmeyenler, neden Salih Mirzabeyoğlu’nun adını hiç ağızlarına almıyorlar?”
Öyle ya;
Salih Mirzabeyoğlu da, gözaltına alındığı 29 Aralık 1998’den bu yana, yani tam “11 yıldır” hapiste!..
Üstelik, “idam”la yargılandı!
Peki, “kitap” yazmaktan başka suçu(!) olmayan bir adamın, “örgüt liderliği” ile suçlanıp “idam cezası”na çarptırılması hangi “kanun”da, hangi “hukuk”ta yazar?..
Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in “siyasallaşan yargı” tarafından tutuklandığını iddia edenler, Salih Mirzabeyoğlu hakkında “idam” kararı veren yargının “hangi yargı” olduğunu açıklamalı değil midir?..
Demek oluyor ki;
Bunların “özgürlük” anlayışı da, sadece “kendileriyle sınırlı”dır!.. “Benim adamım özgür olsun da, diğerleri ne olursa olsun!” anlayışı, sadece “çelişki” değil, aynı zamanda “ikiyüzlülük”tür!..
BRİFİNGLİ YARGI’YA SES YOK!
Sahi, Mirzabeyoğlu nasıl gözaltına alındı, hangi “işkence”lere maruz kaldı, onun uğradığı işkencelerle kimler “alay” etti ve sonunda nasıl “idam”a mahkûm edildi?..
Buyrun, o süreci yeniden hatırlayalım.
Malûm, dünkü Akit’in manşetinde; “Brifingi aldı, idamı verdi” başlıklı bir haber vardı..
Bahçelievler davasından tutuklanan Haluk Kırcı ve Mehmet Ali Ağca ile 1. Ergenekon Dâvâsı sanığı Fuat Turgut’un avukatlığını yapan Doğan Yıldırım, Genelkurmay ve sivil uzantılarının hükümet yıkma planına bizzat şahitlik ettiğini söylüyordu... 1. Ordu Komutanlığı’na ait Harbiye Orduevi tesislerinde tertiplenmiş çok gizli bir toplantıya katıldığını söyleyen avukat Doğan Yıldırım, darbenin sivil kadrolarına bu toplantıda brifing verildiğini ifade ediyordu...
O “gizli toplantı”ya katılanlardan biri de, Hakim Metin Çetinbaş idi...
İBDA-C Dâvâsı’na bakan ve Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası veren hakim Metin Çetinbaş; daha sonra yaptığı açıklamada; “Verdiğim karar yüzde yüz doğrudur diyemiyorum... Biz o günkü şartlara göre karar verdik, hata yapmış olabiliriz” diyerek, “brifingte alınan kararlara” gönderme yapmıştı... Adana DGM’nin; “Mirzabeyoğlu dosyasının takipsizliğine” karar vermiş olması da, hakim Metin Çetinbaş’ın; “brifingte alınan kararları uyguladığı” yorumlarını güçlendiriyordu...
Sormak lâzım değil mi;
Bugün “siyasallaşan yargı”dan dem vuranlar, “28 Şubat Süreci”nde keyfi kararlar veren “brifingli yargı”yı niye hiç hatırlamazlar?..
TEK SİLAHI KALEM’Dİ!
Söyleyin Allah aşkına;
Salih Mirzabeyoğlu denilen adam, hayatında eline “silâh” almış mıdır?.. Eline; “kitap” yazmak için “kalem”den başka hiçbir şey almamış bir adam; nasıl “örgüt lideri” sayılmıştır?..
Ali Bulaç’ın da yazdığı gibi;
6 No’lu DGM, 2001 yılında Mirzabeyoğlu’na “Anayasal düzeni cebir ile değiştirip tüm Ortadoğu ülkelerini kapsayan, dini esaslara dayalı federal yapıda bir İslam devleti kurmaya teşebbüs”ten 146/1 maddesi gereğince idam cezası verirken, onun fiili hiçbir eylemini delil gösterememiş, kitap ve dergilerindeki yazılarını referans göstermiştir ki bu gerekçe, Adana DGM tarafından reddedilmiş ve Mirzabeyoğlu’nun faaliyetlerinin “örgüt lideri” sayılmasına yeterli delil oluşturmayacağına karar vermiştir...
Bilirkişi sıfatıyla Gazi Üniversitesi’nden Prof.Dr. Nurullah Aydın da, İstanbul DGM’nin kararının yeterli delil olamayacağını belirtiştir. Daha sonraları hukuki mevzuat değişmiş, ama Mirzabeyoğlu’yla ilgili “ağırlaştırılmış müebbet cezası” devam etmektedir.
Şimdi, bu karar da yeniden gözden geçirilmeli ve avukatların “karar tashihi” talepleri incelenmeli değil midir?..
HUKUK, AMA HERKESE!
Bu ülkede, gerçekten bir “hukuk kavgası” veriliyorsa, “devletin vukuatları”ndan dolayı gerçekten bir “yüzleşme” isteniyorsa; Dersim’den başlanarak, bütün “kirli bağırsaklar” temizlenmeli ve “mağdur”ların itibarları iade edilmelidir!..
Ama, “bütün mağdurlar”ın!..
Sadece “birkaç kişi”nin değil, “itibarsızlaştırılan” herkesin itibarı iade edilmelidir!..
Aksini savunmak,
“İkiyüzlülük”tür!..
“İkiyüzlüler”in bulunduğu bir ortamda ise, “ceberrutların saltanatı” devam eder.
Hukuk, sadece “Alevi”lere ve “candaş”lara değil, “herkese” lâzım!..
Bilmem, anlatabildim mi?..
30.11.2011, Yeni Akit
 

Horanta

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Şub 2008
Mesajlar
225
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
ŞARTLAR İADEİ MUHAKEME SEBEBİNE UYGUN

Yani yargılaması yeniden yapılabilir.İnşallah.
 

Kaim

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2010
Mesajlar
2,197
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
traş olurken yüzünü çizdi haA!

:(

Adamcağızı dövmüşler vicdansızlar.

birgün salih abi de yanımda olur inşallah Mücadelede o bize abilik eder umarım.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Dehşet içindeyim!
385812_255260104528516_100001335845096_674404_879550262_n.jpg

Salih Mirzabeyoğlu tekrar yargılanırsa kim bilir daha ne gizli "toplantılar" çıkacak ortaya!


30 Kasm 2011, 10:32

"Başım belada" diyordu Ahmet Kaya o güzelim şarkısında, "Adamın biri vurulmuş sokakta / Cebinde adresim bulunmuş..."

Ahmet Emin Yalman vurulduğunda da bir başkasının "başı belaya" sokulmak istenmişti.
Hayır, kimsenin cebinde adres falan bulunmamıştı. Ama "saldırganın" okuduğu kitaplar vardı.
Kitap yani "adres!"
Ve bu "adresten" hareketle "bir başkası" Malatya'da "azmettirici" suçlamasıyla mahkemeye çıkarılmıştı.
Sayın Başbakanımızın "Dersim" konuşmasında kaynak gösterdiği "Son Devrin Din Mazlumları" adlı eserin müellifinden başkası değildi bu.
Yani Alevi kardeşlerimize Dersim'de yapılan emsalsiz zulmü, emsalsiz şekilde kelimelere döken şair:
Necip Fazıl Kısakürek.
Kendini şöyle savunmuştu Malatya'da: "İngiliz'in biri, kıskançlık krizi içinde karısını öldürse... Ve adamın cebinde Othello piyesinden bir sayfa bulsanız... Azmettirici diye Shakespeare'in iskeletini mezarından çıkarıp Londra köprüsünden mi sallandıracaksınız?"
Bu müthiş savunma, kitaplarını okuyan birileri "suça bulaştığı" için müebbet hapis cezasına çarptırılan Salih Mirzabeyoğlu'nu fena halde hatırlatıyor.
Telegram işkencesi altında 13 yıldan beri hapis yatan Mirzabeyoğlu hiçbir eylemin planlanmasında, teşebbüsünde veya eyleminde bulunmadı.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Hukuku Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Nurullah Aydın "Karar Tashih Talebi"nde aynen böyle diyor.
Dahası, kitaplarda yazılanların örgüt dokümanı olarak kabul edilmesinin evrensel hukuk ilkeleriyle bağdaşmayacağı düşüncesiyle, Mirzabeyoğlu'nun yeni ceza kanunu kapsamında tekrar yargılanmasını talep ediyor.
Anlaşılan o ki suça bulaşmış (veya bulaştığı iddia edilen) birileri bulunmuş, bu birileri örgüt kapsamında mütalaa edilmiş, ama örgüte lider bulunamamış.
"Örgüt dediğin lidersiz olur mu?" zihniyetiyle de "suça bulaştığı" saptananların okuduğu kitaplardan hareketle Mirzabeyoğlu suçlu ilan edilmiş.
Halbuki suçlu ilan edilmeden 20 yıl önce de yazıp çiziyordu.
Yazıp çizdiklerinde de o günden bu güne milim değişiklik yoktu.
İlk gençlik yıllarımızdan hatırladığımız Gölge dergisini ünlü karikatürist Yalçın Turgut'la çıkarıyordu.
O yıllardan aklımda kaldığı kadarıyla yüreği geniş vuran bir adamdı: "Sen Eritre'desin çocuk, sen Moro'da / Sen yıllarca zulüm edilensin / Türkistan'da Azerbaycan'da Kırım'da..." diyordu.
Mirzabeyoğlu tanınmış bir Kürt ailesine mensup, kimseye eyvallahı olmayan, NecipFazıl'ın da iltifatına mazhar olacak şekilde birçok alanda (şiir, roman, günlük, düşünce) elliyi aşkın eser vermiş bir yazar.
"Brifingi aldı idamı verdi" şeklindeki Vakit gazetesinin dünkü manşetini okuyunca tüylerim diken diken oldu.
Habere göre Harbiye'de yapılan gizli bir toplantıda alınan kararlar kapsamında, hakim Metin Çetinbaş, Salih Mirzabeyoğlu'na idam cezası verdi.
Okuyalım: "Hakim Metin Çetinbaş daha sonra yaptığı açıklamada 'Verdiğim karar yüzde yüz doğrudur diyemiyorum. Biz o günkü şartlara göre karar verdik, hata yapmış olabiliriz...' diyerek, 'brifingde alınan kararlara' gönderme yapmıştı..."
Vay canına!
Bir hata yüzünden bir insan çoluk çocuğundan kopartılıp 13 yıl içeride yatırılabiliyor, 60'lı yaşlarını zindanda idrak etmek zorunda bırakılabiliyor ha!
Okumayı sürdürelim: "1. Ordu Komutanlığı'na ait Harbiye Orduevi tesislerinde tertiplenmiş çok gizli bir toplantıya katıldığını söyleyen avukat Doğan Yıldırım, darbenin sivil kadrolarına bu toplantıda brifing verildiğini belirtti. Yıldırım, toplantıda Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, dönemin 1. Ordu Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, Balyoz'un bir numarası eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak, dönemin DGM Başsavcısı, mahkeme başkanları, Susurluk ve İBDA-C davasında hakimlik yapan Metin Çetinbaş, eski İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu, İstanbul Valisi Erol Çakır, Doğan medyasında görev yapan birçok gazetecinin bulunduğunu ifade etti..."
Gerçekten de dehşet verici.
Salih Mirzabeyoğlu tekrar yargılanırsa kim bilir daha ne gizli "toplantılar" çıkacak ortaya!


YENİ ŞAFAK/ SALİH TUNA
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ŞARTLAR İADEİ MUHAKEME SEBEBİNE UYGUN

Yani yargılaması yeniden yapılabilir.İnşallah.
İnşaALLAH...
ALLAHCC YOLUNDA DİMDİK YÜRÜYENE SELAM...
ALLAHCC YOLUNUN MÜEBBETLİĞİNE SELAM...
TAVİZSİZ İSLAM DİYENE SELAM...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
traş olurken yüzünü çizdi haA!

:(

Adamcağızı dövmüşler vicdansızlar.

birgün salih abi de yanımda olur inşallah Mücadelede o bize abilik eder umarım.
İnşaALLAH gönüldaş...
Yüreğine bereket...
Rabbimize emanetsin...
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
BESMELE...SELAM...DUA...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
O idam isteği o günün gereğiymiş!

itirafdünyabizim.jpg


28 Şubat sürecinde yazar Salih Mirzabeyoğlu'na idam cezası verilmişti. Aradan geçen onbir senenin sonunda hakim Çetinbaş "MİRZABEYOĞLU DAVASINDA HATA YAPMIŞ OLABİLİRİM" itirafında bulundu.

(İddia olunan) Ergenekon Terör Örgütü avukatlarından eski hakim Metin Çetinbaş tarafından verilen bu idam cezasının şimdi hatalı olduğu hakimi tarafından itiraf ediliyor.
28 Şubat bitti denilen bir süreçte, dosyasında da somut bir suç isnad edilemediği görülen Mirzabeyoğlu'nun içerde tutuluyor olması vicdanları rahatsız ediyor.
Salih Mirzabeyoğlu'nun her hangi bir eyleminin bulunmadığının İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı Ali Yorulmaz'ın 12/01/1999 tarihinde mahkemeye sunduğu iddianamede de mevcut olduğu belirtiliyor.
28 Şubat şartları başka imiş!
Emekli Hakim Metin Çetinbaş’ın Salih Mirzabeyoğluna idam cezası verdiği Gerekçeli Kararda "şahısların herhangi bir hiyerarşik yapılanması olmaksızın birbirlerinden bağımsız hareket eden cephe hareketleri oluşturulduğu kendiliğinden zuhur adıyla oluşturulan bu cephelerin bağımsız olarak değişik eylem kararı alarak bu eylemleri gerçekleştirdikleri belirtilmiştir." ifadelerinin dikkate alınarak yazar SalihMirzabeyoğlu'nun (Salih İzzet Erdiş) özgürlüğüne kavuşmasının önündeki hukuksuz engellerin kaldırılması vicdanların talebi.
Zira Mirzabeyoğluna idam cezası veren eski hakim yeni Ergenekon avukatı Metin Çetinbaş’ın verdiği röportajda söyledikleri durumu çok net açıklıyor:

"Biz Mirzabeyoğlu davasında o günkü şartlara göre karar verdik"
"Mirzabeyoğlu davasında hata yapmış olabilirim"


Meryem Dal haber verdi


dünyabizim.com

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
[h=6]07.12.2011 Çarşamba günü Ülke TV'de Ersoy Dede ve konukları Bıçak Sırtı'nda "28 Şubat Yargı Kararları ve Mirzabeyoğlu Davası"nı konuşacak, saat 19:00'da işlerinizi iptal edin sarsıcı gerçekler için!..[/h]

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
-“ferd”in savunulası “hakikati”ne bak!-



Münir Oyunbozan




Ahmet Hakan Çoşkun biraderimiz bugün bir yazı yazmış mı yoksa “kendince vurgulamalar” yani ehem verdiklerini alt alta mı yazmış desek, her neyse ne dersek diyelim, ismi bu yazı türünün ne olursa olsun köşesinde, 28 Ocak ’12, yer verdiği bir “yazı” var neticede.

nal Aysaln hesab Babakann gazab - Ahmet HAKAN - Hrriyet

Bu yazısının bir yerinde “Herkesin mazlumu kendine” başlığı altında da “vurguyu” patlatıvermiş.

Aslında yazdıklarında bazı tezadları ortaya koymuş Ahmet Hakan. Taraf tutmamış. Şunu yapıyorsun da bunu niye yapmıyorsun demiş midir, zannetmiyorum, öyle bir anlam çıksa da.

İkisini de “yapın” demeye getiriyor herhalde; görüldüğü gibi “hüsn-ü zannımız” baki...

Fakat aslında nüansları atlayıveriyor mu acaba, yoksa bize mi öyle geliyor…

Mesela…

“Bir kesimimiz...
Pankart açtılar diye örgüt üyesi yapılan, protesto gösterisi yaptılar diye hayatları karartılan gençlere odaklanıyoruz.
Bir kesimimiz ise...
Kayseri’de bir maçta İsrail takımını “Kahrolsun İsrail” sloganıyla protesto ettiler diye tutuklanan gençlere odaklanıyoruz.”

Normal olarak Anayasa tarafından “güvence” altında olan “protesto haklarını” kullanan iki grubun eylemine karşı, yanlı davranışlar sergilendiği, herkesin adamına göre muamele çektiğini söylüyor.

O Anayasada neler neler yazıyor, lakin orada yazılanlar “kanunlar”, “yürütmelikler”, “genelgeler” sayesinde “AMA… FAKAT…” cümleleri ile “hak”kı bile “suç” ilan ediveriyor, “Anayasal teminat” lafı çok su götürür bir nesne yani… Bunu da biliyordur biraderimiz.

Mesela…

2007 senesinde, Kasım ayında, İstanbul’da, “sabahın körü”nde bazı evlere “baskın” yapılıp arkadaşlarımız “Vatan”a götürülmüştü. Yarısı o gün ve ertesi gün Savcılıkdan işleri bittiği için çıkmışken şu yazılarını yazdığı gazetede olmak üzere bazı basın organlarında, “… Eylem hazırlığındaki İbda-C’liler yakalandı” haberi çıkmıştı.

Ne eylemi?

Oysa durum o kadar farklıydı ki…

Ellerinde savcılığın “kararları” ile “sabahın körü”nde evlerinden alınan gönüldaşların “suçları”, hani bir defa kendisinin de Ankara’da otelden geceyarısı alınmasını gerektiren uygulama, mahkemece ifade vermeleri için haklarında gıyabi tutuklama kararı çıkarılması, bir kaçının da Yargıtayca cezalarının kesinleşmesi nedeniyle “infaz” işleri…

Nerede “eylem hazırlığındaki örgüt”?

Ey Ahmet Hakan bunu niye görmüyorsun, demiyoruz, gören görüyor zaten gerisi önemli değil ama hazır başlamışken devam edelim ve Ahmet Hakan da “teyakkuz”da olsun, aynısından bir “eylem hazırlığında” haberi yine yapılabilir şu günlerde.

26 Ocak’da, aslında kendisi başlı başına suç olmakla birlikte bu hususu kanun uygulayıcıları tarafından kaale alınmayan Noel Baba Operasyonu davasından ötürü 35 gönüldaşımıza Yargıtayın “onaması” işle üç sene altı ay hapis cezası verildi.

Fakat daha önceki davalardan “yatarları” olduğundan bir “mahsublaşma” olacağından bu cezayı alan arkadaşların bir kaçı hariç kimi zaten bu mahsublaşmanın o mahkeme bu mahkeme aranıp bilgilerin savcılığa gelmesi miktarınca tutuklu kalacak ve belki de cezaevine girmeden –üstelik “alacakları” da olarak- serbest kalacakdır. Çok azının ise birkaç aylık bir cezaevi hayatı olacak.

2007’deki hikâye ortada olduğundan, şimdi de Vatan’daki “terör masası” ve “özel harekatçılar”, ellerinde koca koca silahlarla “ev baskınları”nı “sabahın körü”nde yapıp, bu ceza almış arkadaşlarımızı toplayacaklardır. Ve gazetelerde yine, şu meşhur “Ergenekon bağlantısı” hastalığı nedeniyle işgüzarlık yapıp “eylem hazırlığındaki …” haberleri çıkartılabilir.

Ahmet Hakan’a ve basına ve en önemlisi ilgili Savcılığa, Adalet Bakanlığına ve Başbakan’a buradan duyuruyoruz ki, eğer böyle bir “haber” çıkarsa, bilin ki o haberi kim yazdırdı ve yayınladıysa DEVLET DÜŞMANIDIR!

Anayasa düşmanıdır!

İnsan düşmanıdır!

Yani “anayasal teminat” lafı, sadece laf…

A. Hakan’ın bahsettiği iki grub “genç” için de durum aslında birazcık böyle… Protesto haklarını dile getirmişler, normaldir bu ama bundan sonra iş, a-normal olmuştur.

Fakat Kayseri’de, “Kahrolsun İsrail” diye slogan atanların durumlarının, “Kahrolsun AKP” diye slogan atanlardan FARKLI olduğunu namazlı-niyazlı ana-babası hakkı için kabul edecektir kendisi de biraderimizin.

Bir kere, Kayseri, Mavi Marmara’da şehid edilen Furkan’ın memleketi, yani bir “semboliklik” mevcut; ikincisi, “otorite-severlik” her tarafa sızmış ve hatta “yeni ittifaklar” ortaya çıkmış, şu meşhur İngiliz komedisi “Yes Minister”daki gibi, “Minister” ne derse desin alttakilerin, “müsteşarların” onun tam tersini hem de o istedi kılıfıyla yaptırması gibi “durumlar” ve hatta alanen tehditler gırla gitmeye başlamış, “yumurta atma” ile fevkalade önemli bir sloganı atmayı “kamplaşma” olarak görmek aslında pek de iyi bir şekilde gündemi “okumamak” olacaktır herhalde…

Dikkat ediyorsanız bu günlerde bir de “Nefret SUÇU Yasası” diye bir şeyi ortaya çıkarmaya çalışıyorlar; internetde pişirilen, belli bazı vakıflarca piyasaya sürülen bu “yasa taslağı” çalışmaları neticelenirse, aslında “Kahrolsun İsrail” demeyi de suç sayacaktır ve ama “Kahrolsun AKP (veya CHP-MHP)” demeyi değil!

Aradaki fark dikkat çekici değil mi?

Almanya’nın bu yasa serüveni ile ne hallerle sokulduğunu, savaşdan sonra bütün Almanlar’ın “ben bir NAZİ katiliyim” havasına sokulduğu, kendisinden nefret eder hale getirildiği malum; şimdi bu yasa çalışması ile de, -“Hepimiz Hrant’ız” apayrı- “Hepimiz Ermeniyiz” ve “kahrolsun İsrail” sloganlarını düşünün, neyin hesabı yapıldığı ortada değil mi?

“Nefret suçu” diye uydurulan “şey”, insani davranışa da aykırı esasında…

Birini sevebildiğiniz gibi nefret de edebilirsiniz; nasıl her sevdiğinizle –mesela!- evlenmeyecek yani bir “act” içine girmeyecekseniz her nefret ettiğinizi de –mesela!- katletmeyeceksinizdir; fikir başka, bunun fiile geçmesi başkadır. Ama Kayseri özelinde düşünürsek, gençler hakkında açılan dava bir kere “anayasal teminat” lafının laf olduğunu bal gibi ortada koymakla beraber, bunun fiil değil de fikir olduğunu da reddetmek demek, değil midir bilader?…

Fikir ve fiil farklılığına da temas etmek gerek.

Aslında fikir oluştukdan sonra fiile geçmiyorsa zaten o bir fikir değildir belki hevesdir ancak; fakat bizim burada “fiil” dememizden kastımız, TCK sınırlarına giren ve “cebir ve şiddet”dir ki bu da bir fiil olmakla birlikte illa hep böyle olacak diye, “Kahrolsun İsrail” dedikten sonra “kahretmek için”, o da bir devlet olduğuna göre, ona göre bir fiilliyata geçmeyi İLLA GEREKLİ KILMAZ.

Ama ne garibtir ki, önce dava açılıp ardından beraat kararı verilmesi ile İsrail’in “kahrolması” demek serbest hâle getirildi. Şer’den hayr böyle bir şey olsa gerek.

Yani aslında, hiç bir şey göründüğü gibi olmayabilir ki, Ahmet Hakan, varlığı itibariyle bunun böyle olduğunu çok iyi bilme mevkiinde olmalı, kanaatimizce.

Bunu göstermesi gerekirken göstermemesi ve “vurgu” ile uğraşması ise garib. Bakın mesela ne demiş:

“-BİR kesimimiz...
İBDA-C lideri Salih Mirzabeyoğlu’na yapılan haksızlıklara, işkencelere, zulümlere odaklanıyoruz.
Bir kesimimiz ise...
Ahmet Şık’a, Nedim Şener’e, Soner Yalçın’a, Mustafa Balbay’a yapılan haksızlıklara, zulümlere odaklanıyoruz.” (1)

Burada bir şeyi “tane tane anlatalım” ki bir daha o yanlışlığa düşülmesin.

Neymiş, “İBDA-C lideri Salih Mirzabeyoğlu”; oysa bunu ne Mirzabeyoğlu ne İbda bağlıları mesela ben ve garibtir ama onu yargılayıp idamla cezalandıran mahkeme kabul etmekte; mahkemenin yaptığı şey sadece, “eh ortada bu isimle örgüt olduğuna göre, bu adam da o isimle kitab yazdığına göre, lider de olsa olsa budur” demek, yani kesinlik yok, “olsa olsa” var sadece!

A.Hakan biraderimiz acımasızlığı çok daha açık ve seçik olarak anlasın diye vurgulayalım, dile kolay, “olsa olsa” diyerek asılacakdı neredeyse Mirzabeyoğlu!

Ama diyelim ki ortada bir “İbda-c” var, mahkeme de “lideri” olarak Mirzabeyoğlu’nu işaretlemiş, zaten kendisi de ve bağlıları olarak bizler de ne diyoruz “İBDA KURUCUSU”, o zaman ona bir sormak lâzım değil mi, “nedir bu “kurdum” dediğiniz şey” diye…

Doğal olan bu!

Koskoca mahkemede bu sorulmadı ama!

Lakin o sorulmasa da cevabladı, açıkladı, “İbda benim; “C” ise benden gayri” dedi. Ve ekledi, “C”, “kendinden zuhur”; bu ise, “ibda-c” değil, “ibda-c/ Falan… İbda-c/Filan” demek yani, “ibda-c” demek değil! “../Falan; …/Filan” olmadan tek bir “İbda-c” yok, demek!

“C”nin varolması demek, İbda’dan “kendinden zuhur”la ANLAŞILAN demektir ki, misâl olsun milyarlarca insan varsa milyarlarca “anlama” vardır, bunun hesabı ise TEK KİŞİ üzerine kesilmez. Tek kişi üzerine kesmek demek, şimdiki “Marksist” örgütlerden ötürü, Marks’a da ceza vermek demek!

Tane tane anlatmayı keselim şimdi.

Ahmet Hakan biraderimiz, “İBDA-C lideri Salih Mirzabeyoğlu’na yapılan haksızlıklara, işkencelere, zulümlere odaklanıyoruz” diyerek, görüldüğü üzere Mirzabeyoğlu’na yönelik “haksızlıklar, işkenceler, zulümler” olduğunu kabul ediyor.

Ne kadar güzel.

“Bir kesimimiz” diyerek vurguyu da yapıyor ama.

Çünkü, “Kim olursa olsun mazlumdan yana” sloganına bu sığmaz diyor, ona yapılana karşı çıkıyorsan, SAMİMİ olmak için ötekine de sahib çıkacaksın diyor.

Eyvallah tabiî; o dediğini kim yapıyorsa hoş değildir elbette ama biz pek üzerimize alınmıyoruz.

A. Hakan biraderimizin Mirzabeyoğlu davasını ve şimdi cezaevinde kendisine yönelik yapılanları karşılaştırdıkları kişiler hakkında ise “hele orda bi dur!” demek gerekir herhalde!

Biraderimiz de takdir edecektir, Mirzabeyoğlu’nun durumu ile Şener ve Şık’ın durumu APAYRIDIR.

Apayrılık hem “hukuki” durum açısından hem de “odaklanma” bakımından…

Şimdi bu satırları eğer okursa Hakan biraderimiz, “işte benim dediğim nokta da bu, “apayrı” olduğunu bir kenara bırak, haksızlık var mı yok mu ona bak, ama bakmıyorsun ve “adamını kolluyorsun”, işte dediğimi de haklı çıkarıyorsun” peşin gülüşüyle vechesini kaplayabilir lâkin yanılır; mâlumdur ki “son gülen iyi güler”. (2)

Şu “haksızlık” meselesi…

Gerek Şener gerek Şık, kendileri de kabul edecektir ki tehlikeli sularda dolaşıyorlardı.

Bu şu demek: Zaten “haksızlık” üzerinde iş yapıyorlardı!

Mesela üzerinde gürültü koparılan Şık’ın kitabı… O kitabdaki belgeler, 1. Ergenekon İddianamesinin delil klasörlerinde, Ergün Poyraz’dan “ele geçirilenler” diye kaydedilmiş, neredeyse herkesin evinde olan belgeler. Ama tek bir farkla: Oradaki belgeler içinde “aleyhte” olan belgeler de mevcutdur fakat Şık bunları kitabına almamış, tek taraflı bir “yayın” yapmış.

Bu da şu demek: Diyelim ki belli bir makama gelmişsiniz, o makamda bulunurken altınızda bulunan sizin gibi iki üç kişiye bir “araştırma raporu” hazırlayın emrini veriyorsunuz, bu raporun bir kıymet-i harbiyesi yok, sadece “araştırma” ve üstelik sizin bakışınızı yansıtıyor, hatta “üst”te gönderiyorsunuz, “üst”te “değerlendirme” yapın diyor kendisine bağlı kurumlara, yapıyorlar, farklı neticelere varıyorlar, hatta “araştırma raporu”ndaki “garazkârlıkları” da gösteriyorlar.

Sonra günün birinde o “araştırma raporu” ortaya çıkıyor, “basına sızdırılıyor” diyelim ki bunun nasıl ve kimler eliyle sızdırıldığını da Hakan biraderim siz daha iyi bilirsiniz hatta Şener’e bile sorabilirsiniz mesela değil mi, basında bir yaygara, “vay işte falancalar şöyle böyle!” Ama ortada iki kıytırığın hazırladığı, devletin kaale almadığı ve almayacağı “kağıt parçası”ndan başka bir şey yok!

Tehlikeli sulardan kastım işte bu.

Onlar “tarafını” seçmiş ve “mevzilenmişler”; eh yani “karşı cebhe”de “saldırmış” ve atmış içeri; fırsat vermeyeceksin yani ve aslında “savaşda mızıkçılık olmaz!”

Aslında biraderim biliyor musun “haksızlık” diye sahiblenilecekse eğer şu Ergenenkon davalarında birileri, şaka gibi olacak ama, “İmam Hüseyin ve solist arkadaşları” yani şu Kuvayı Milliye Derneği başkanı ve iki üç çalışanı (emekli Albay hariç) onları sahiblenmek lâzım. Adamlar “geyiklerinin” kurbanı, başka hiçbir şey değil!

Ama Şık ve Şener’e “haksızlık” edebiyatı, SON TAHLİLDE biraz fazlasıyla abartı olsa gerek. Hayrullah Mahmud’un, Şener’in “kitabları” hakkındaki iddialarını biliyorsunuzdur biraderim Hakan, özellikle “Korku İmparatorluğu” hakkındakini, onun için biraz düşünmek gerekiyor.

Gerek Şener gerek Şık, mevcud kamplaşma içerisinde taraflardan birisinin yanında “saf tuttukları”ndan “at içeri çıkmak için uğraşsın” uygulamasına tabi tutuldular, bunu kabul etmek gerekiyor; ama kabul edilmesi gereken bir şey de, PEK DE MASUM OLMADIKLARI…

Ama ya Mirzabeyoğlu?

Biraderim Hakan, ona idam cezası veren hâkim bile “işaretli dosyalar gelir ona göre karar verirdik, onun davasında hata yapmış olabiliriz” diyorsa orada bir dur demek gerek değil midir?

Talep edersen –bir email’e bakar- sana Mirzabeyoğlu dava dosyasını da göndeririz, ama ona bile gerek yok, “gerekçeli kararı” okusan bile anlarsın, aleyhte tek bir ifade, şahid ve delil olmadan “örgüt lideri” ilan edilmiştir Mirzabeyoğlu!

[Garibtir ki “leyhte” de yok! Niye? Çünkü mahkeme, avukatların bu yöndeki talebleri yani şahid dinlenmesi talebleri reddedilmiştir! İşte böyle bir dosya ve davadır Mirzabeyoğlu davası!]

Üstelik daha fecisi, 146’dan idam verildi ki mâlum bu madde “cebir ve şiddet” demek; oysa “gerekçeli karar”da dahi “eylem emri vermediği ve yapmadığı” açıkça yazılmıştır, o halde “anayasayı cebir ve şiddet kullanarak değiştirme” nasıl oluyor? “Düzenin değişmesini isterim” diye savunmalarında da söylemiştir ama bu “düşünce açıklama”dır, ortada da bir “cebir ve şiddet” yoktur, üstelik Emniyet’’in, MİT’in ve Askeriye’nin de bu yönde raporları varken, 146’dan idam nasıl verilebilir?

İşin ve lafın kısasını söyleyeyim sana A. Hakan biraderim, tüm dava, “polis fezlekesi” üzerinde yürümüştür, polisin daha önceden yakalanmış İbda bağlılarının “emniyet ifadeleri” kaale alınmıştır ki, hepsi hakkında “işkence raporları” vardır, avukatların “emniyet ifadeleri hukuken geçerli değildir, mahkemedeki ifadelerini kaale alın” demeleri kaale alınmamış ve “üzerinden kan damlayan ifadeler” ile Mirzabeyoğlu idama çarptırılmıştır.

Sanırım anlaşılmıştır “hukuki apayrılık” …

Gelelim “odaklanmada apayrılık” noktasına…

A. Hakan biraderim, bu iki arkadaşın, hatta Balbay’ın tutuklanmaları bile canlı yayınla ve onlarca kişinin protestoları arasında gerçekleşti; imza kampanyaları açıldı, yürüyüşler falan yapıldı, işte hâlâ, “Soner, Doğan, Barışlar falan neyse de Şener ve Şık apayrı, onlar serbest bırakılmalı” diye yayınlar yapılıp durulmuyor mu?

[Okuma Parçası: “Balbay’ın “Zulüm”hanesi”:http://www.furkandergisi.com/index.p...-qzulumhaneqsi ]


Buyurun bianet, t24 gibi “sol liberal” yayınlara bakın, haber çıkmayan gün neredeyse yok haklarında… Hepsi de yukarıdaki minvalde, “Soner, Doğan, Barışlar falan neyse de Şener ve Şık apayrı” faslında… (Bunlar da mesela Balbay’ı takmazlar; hatta t24, Balbay’ın “günlükleri”ni ilk yayınlayan websitesi!)

Gelelim Mirzabeyoğlu’na…

Bu bianet veya t24 veyahut sol liberallerin hangi websitesinde, gazetesinde, şu son bir senedir bin türlü “itiraflar” ortaya çıkan Mirzabeyoğlu davası hakkında bir habercik çıktı, hele bir gösteriversene?

Hadi onları bırakalım kendi cehennemlerinde Santre’ın dediği gibi, biraderim A. Hakan, sen ne yazdın? Yaşlılık unutmuş olabilirim, ama hatırlamıyorum, sadece bu “vurgulama” yazınız dışında bir şey görmedim; yaşlılıkdan görmemişsin işte bu, diyebileceğin bir yazın varsa seve seve burada yayınlarız.

Allah aşkına biraderim, şu bir senedir Vakit, Yeni Şafak, Milli Gazete, Milat, bazı yazarlar Mirzabeyoğlu ile alakalı yazılar yazıyorlar, haber yayınlıyorlarsa, lütfen yani, bunu alıp da “vurgulamalar kurbanı” etmeyiniz!

12 senedir bir adam SESSİZLİĞE KURBAN EDİLDİ YA HU!

12 sene!

Bırak yahu, şimdi şimdi bir şeyler yazılmaya başlanmış, ses çıkarma!

Hele “vurgulamalar kurbanı” hiç yapma!

12 sene diyorum sana birader 12 sene, 12 sene kimsenin umurunda olmamış bir adam ve davasını, arkasında afedersin ama “cazgırlık”da üstlerine olmayan bir kitlece desteklenen ve aslında “kendi düşen ağlamaz!” olarak da görülmesi gereken Şener ve Şık ile asla ve asla karşılaştırma, “vurgulama” yapma!

Tamam onlarla Salomonje’larda şurada burada çay-kahve içip cigara içmişliğiniz ahbablığınız, belli bir yakınlığınız olabilir, onun için “taraflı bir duygusallıkla” da davranabilirsiniz, bunu ne kadar yanlış olsa da anlarım, ama, bizim, Mirzabeyoğlu’nun “suçu!”, seninle oturup çay-kahve içme bahanemizin olmaması mı yahu?! Bir telefona, bir emaile, bir “twit”e bakar bu yahu! Starbucks’ın tüm kahveleri sana kurban olsun birader!

Anlatmaya çalıştığım şu biraderim Hakan, Mirzabeyoğlu davası, ne Ergenekon davalarına, ne “cemaat” mevzusuna, ne Şener-Şık konusuna benzer.

O, FİKİRLERİNİN KURBANI EDİLMEK İSTENMİŞ BİRİSİDİR!

O’na sahib çıkmak, aslında “düşünce özgürlüğü”ne sahib çıkmak demektir.

O’na sahip çıkmak, fikirlerinden dolayı mahkum edilenlere sahip çıkmak demektir.

O’na sahib çıkmak TARİH MUHASEBESİ YAPMANIN ilk adımlarını atmak demektir!

O, ne “cemaat”dendi ne Ergenekon’dan ne AKP’den ne şundan ne bundan; sadece ve sadece “KENDİ”, bu anlamda da O’na sahib çıkmak “Devlet Erk”ine karşı “FERD”e sahib çıkmak demek…

Aslında ne var biliyor musun A. Hakan biraderim, belki de “bunlar” olduğundan dolayı Mirzabeyoğlu, şu son yıllardaki İT DALAŞI içinde KİMSE TARAFINDAN SAHİBLENİLMEDİ; ama artık “işler değişiyor” ve “Devlet Erk”ine karşı tek bir “FERD”in savunulası “HAKİKATİ” vijdan sahibleri tarafından dile getirilmeye başlanıyor!

Bunu “vurgulamalara kurban” etme!

Bu “vurgu”ya gelmez, gelemez!

Bu, “sıradanlaştırma”dır…

Espiri ile bitirelim, “çay-kahve kurbanı” etme bunu biraderim A. Hakan!

“Vurgu” yapma; “haber” yap ve Mirzabeyoğlu davasında seyreyle memleketi!


Münir Oyunbozan / 29 Ocak ’12

Notlar:

Facebook adresimiz: Furkan Dergisi | Facebook

Email adresimiz: furkan@[/COLOR][URL="http://www.ihvanforum.org/member.php?u=26890"]furkan[/URL] dergisi.com





Twitter adresimiz: Twitter


1) Mazlum-Der hakkında ilgisiz bir yazı olmakla birlikte, ona vurgu yapmak, biraderimizin bir “duyumu”munu mu ifade ediyor? Elbet bilmiyoruz. Ama Mazlum-Der’in “mazlumlardan mazlum beğenme” gibi bir durumu olmadığına ilk başta kendisi şahid olsa gerek. Hatta biraz ileri giderek söylemek gerekirse, şu 28 Şubat devri ve sonrasında, Mazlum-Der’i “işgal” etmiş olan “liberallerin”, mesela bize pek de “yakın” olmadıklarını ama mesela nerdeyse her “sol” protestoda yer aldıklarını söylemek gerekir. Ama bunlar gelip geçici durumlardır, anlayışlıyızdır. “Zalime de, mazluma da kimlik sorulmaz”. Durum budur şimdi. Bunu herkes de görecektir inşaallah.


2) Burada “farklılığa” dikkat çekiyoruz; Şener ve Şık’ın haksızlığa kurban gidip gitmemesine değil. Şener ve Şık’ın “düşünce açıklama”dan ziyade “gazeteci” olarak “araştırma” yapmalarının üzerinde durulması da ilginçtir mesela. “Gazeteci hapse atıldı” diye feryad figan durumları! Sanırsınız ki tek bunlar içeride! Aslında “gazeteci” hani tarafsızdır ya, hani onun için de “haberci” felan demeye başlamışlardı ya, Şener ve Şık’ın yazdıklarına bakarsanız ne kadar “tarafsız” olduklarını anlarsınız; dememiz o deme değil elbette şu: Su testisi su yolunda kırılır!
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Anlatmaya çalıştığım şu biraderim Hakan, Mirzabeyoğlu davası, ne Ergenekon davalarına, ne “cemaat” mevzusuna, ne Şener-Şık konusuna benzer.

O, FİKİRLERİNİN KURBANI EDİLMEK İSTENMİŞ BİRİSİDİR!

O’na sahib çıkmak, aslında “düşünce özgürlüğü”ne sahib çıkmak demektir.

O’na sahip çıkmak, fikirlerinden dolayı mahkum edilenlere sahip çıkmak demektir.

O’na sahib çıkmak TARİH MUHASEBESİ YAPMANIN ilk adımlarını atmak demektir!

O, ne “cemaat”dendi ne Ergenekon’dan ne AKP’den ne şundan ne bundan; sadece ve sadece “KENDİ”, bu anlamda da O’na sahib çıkmak “Devlet Erk”ine karşı “FERD”e sahib çıkmak demek…​
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
28 ŞUBAT'ın Dehşet veren İşkenceleri

222221_iskence-12-eylul-darbesi.jpg


12 Eylül'de 'solcu', 28 Şubat post modern darbe sürecinde ise 'irticacı' fişlemesiyle gözaltında günlerce işkence gören Samsunlu Metin Sevindik, "İşkencecilerden hukuk önünde yeniden hesap sormak istiyorum. Onun için tam bağımsız sivil anayasa için bütün gücümle çalışacağım." dedi.


12 Eylül'de 'solcu', 28 Şubat post modern darbe sürecinde ise 'irticacı' fişlemesiyle gözaltında günlerce işkence gören Samsunlu Metin Sevindik, "İşkencecilerden hukuk önünde yeniden hesap sormak istiyorum. Onun için tam bağımsız sivil anayasa için bütün gücümle çalışacağım." dedi.

Sağlık memuru Metin Sevindik'in hayatını en önemli yıllarını karartan olayların ikisi de darbe dönemine rastlıyor. İlk acı deneyimini 16 yaşındayken 12 Eylül darbesinde yaşadı. Samsun'un Çarşamba ilçesinde garsonluk yaptığı kahvehaneyi kapatıp evine giderken, duvarlara yazı yazan solcu bir grupla polis çatışmasının arasında kalan Sevindik, gözaltına alındı. Karakolda polislerce üstü başı boyanıp iftira ve hakaretlere uğrayan Sevindik, mahkemede kendisini savunmasına rağmen tutuklanarak önce 21 gün, dava bitince de 45 gün Çarşamba Cezaevi'nde hapis yattı.

Hiçbir yasa dışı grup veya siyasi akımın içerisinde yer almayan Sevindik, ikinci acı hatırasını ise 28 Şubat post modern darbesinde yaşadı. O dönemde Çarşamba'daki bir radyoda sağlık programı yapan 3 çocuk babası, 'İrticacı' diye fişlenince başına gelmeyen kalmadı.
İbda-C terör örgütü mensubu olduğu iddiasıyla 27 Mart 2000 günü sabaha karşı jandarmanın Tekkeköy ilçesi polis lojmanlarındaki dairesine yaptığı baskında gözaltına alınan Sevindik, evinde suç unsuru bulunamamasına rağmen götürüldüğü Çarşamba Jandarma Komutanlığı'nda akıl almaz işkenceler gördü. Aralıksız 5 gün soğuk suyla ıslatılıp hortumla dövülen Sevindik, kafasına sert cisimlerle darbe aldı. Kelepçelendiği sandalye üzerinde küfürlere, dayaklara, ölüm tehditlerine maruz kaldı. Filistin askısına alınan, cinsel organına ve küçük parmağına halka takılarak elektrik verilen, sırtı sert bir cisimle törpülenen, kızgın demirlerle vücudu yakılan ve fayans parçalarıyla ayakları kesilen Sevindik, eşine de aynı işkencelerin yapıldığı söylenerek psikolojik baskıya maruz kaldı. İşkencede şuurunu kaybeden Sevindik'in korkudan da dili tutuldu.

Vücudunun 40 ayrı yerinde ağır işkence yarası bulunmasında karşın Çarşamba Devlet Hastanesi'nde doktor yüzü görmeden sağlam raporuyla muayeneden geçirilen darbe mağduru, Samsun Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde de sorgulandı. Samsun Adliyesi'nde avukatı dışarı çıkarılarak yapılan yargılama neticesinde tutuklanıp Ankara 2 Nolu DGM'ye sevk edildi. 12 gün Samsun Cezaevi, 25 gün Çarşamba Cezaevi ve 33 gün de Eskişehir Cezaevi'nde tek hücrede kalan Sevindik, ilk duruşmada da tahliye edildi.

TAHLİYEDEN SONRA RUH VE SİNİR HASTALIKLARI HASTANESİ'NDE TEDAVİ GÖRDÜ

Gördüğü işkencelerden dolayı zaman ve yer kavramını yitirip şuurunu kaybeden darbe mağduru, tahliye olduktan sonra Samsun Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde tedavi gördü. Taburcu olur olmaz işkenceleri yapanların tüm sindirmeye yönelik baskılarına rağmen suç duyurusunda bulundu. Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesi, aralarında polis müdürü, polis memuru, il müdürü ve doktorun da bulunduğu işkencecileri tespit edip 3 kez mahkum etti. Ancak sanıklar, Yargıtay 8. Dairesi'nin kararı bozmasıyla beraat etti. Durumunu
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıyan Sevindik, işkencecilerle hukuki mücadeleye sonuna kadar devam edeceğini söylüyor.

"İŞKENCE YAPILMASI EMRİNİ, KAPI KOMŞUM OLAN BAŞ KOMİSERİN VERDİ"

Yaşadıklarının kendisinde kolay kapanmayacak yaralar bıraktığını ifade eden 47 yaşındaki Metin Sevindik, "Beni en çok yaralayan, işkence yapılması emrini, ailece görüştüğüm kapı komşum olan baş komiserin vermesiydi. Neyle yargılandığımı ise DGM'de öğrendim. Çarşamba'da sözde seçim çalışması varmış, o an biri yanıma gelip, çantasında bomba olduğunu ve bunu partilerin birinin kapısına koyalım demiş. Ben de bunu reddedince 'Sen ne biçim Müslümansın' diye tepki gösterip bombayı Yeşilırmak'a atmış şeklinde cereyan eden bir iddiayla yargılandım. Ama öyle olay hiç yaşanmadı. Yani kirli örgüt ve derin yapılanmaların yazdığı senaryo ile darbe provası benim üzerimde de yapıldı. Hiçbir terör örgütü ya da ülkemizi bölmeye çalışan odaklarla hiçbir zaman işim olmadı, devletimin aleyhine konuşmadım, bağırmadım çağırmadım, terörist faaliyetlere katılmadım.
Halk eğitimde sözleşmeli öğretmen olan eşim, dışarıda başı kapalı diye işten atıldı. O günleri unutamıyorum ama şimdi bunları neden yaşadığımı artık daha iyi anlıyorum." dedi.

Ergenekon davasıyla derin yapılanmanın açığa çıkmasından büyük sevinç duyduğunun altını çizen Sevindik, "Hükümetimiz derin güçlerin kanalizasyonunu patlattı. Pis kokular geliyor ama en kısa zamanda kanalizasyonun derinine inileceğine inanıyorum. Anayasa değişikliği ise benim için iki kere önem taşıyor. 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasının önü açılmıştı. Bunu onaylıyor ve sonuna kadar destekliyorum. İki darbe mağduru olduğum için 28 Şubat post modern darbesini yapanlardan ve işkencecilerden hukuk önünde yeniden hesap sormak istiyorum. Onun için tam bağımsız sivil anayasa için bütün gücümle çalışacağım." ifadelerini kullandı.

ZAMAN
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Servis Cumhuriyet'ten dava Yalçınkaya'dan!

458978.jpg

28 Şubat'ta askerden brifing alan ve darbeciler lehine manşetler atan malum medyanın AK Parti'nin kapatılması için dava açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya'ya da çalıştığı ortaya çıktı.


Yalçınkaya’nın kapatma davasında 1007 haberi delil olarak kullandığı, sadece Cumhuriyet’ten 182 haberin sözde delil klasöründe yer aldığı tespit edildi.


Yargıtay Eski Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın kılavuzunun Cumhuriyet Gazetesi ve Doğan Grubu gazeteleri olduğu ortaya çıktı. Yalçınkaya, Cumhuriyet gazetesi ve Doğan Grubu’nun gazete ve internet sitelerinden 1007 haberi kapatmaya delil olarak kullanmış!
CUMHURİYET GAZETESİ VE DOĞAN GRUBU KAPATMAYA ÇALIŞMIŞ
Yalçınkaya’nın AK Parti kapatma davasına delil olarak sunduğu 888 haberden 586’sının Cumhuriyet Gazetesi ve Doğan Grubu gazetelerine ait olduğu belirlendi.
Yalçınkaya, Cumhuriyet Gazetesi’nden 182 haberi, Milliyet Gazetesi’nden 156 haberi, Radikal Gazetesi’nden 87 haberi, Hürriyet Gazetesi’nden 72 haberi, Vatan Gazetesi’nden 51 haberi, Posta Gazetesi’nden 38 haberi kapatma davasında delil olarak kullanmış.
6 GAZETEDEN 586 HABER, 27 GAZETEDEN 211 HABER KULLANMIŞ
AK Parti kapatma davasında kaynağı belli olmayan 91 haber kapatma davasında delil olarak kullanılmış. 12 ulusal, 15 yerel olmak üzere 27 gazeteden 211 haber de kapatma davasında delil olarak sunulmuş. Söz konusu rakamlar kıyaslandığında Cumhuriyet Gazetesi ve Doğan Grubu’nun kapatma davasına çalıştığı gözler önüne seriliyor. Cumhuriyet, Milliyet, Radikal, Hürriyet, Vatan ve Posta gazetelerinden 888 haberden 586’sı; 12 ulusal, 15 yerel olmak üzere 27 gazeteden ise 211 haber kapatma davasına delil olarak sunulmuş.
İNTERNET SİTELERİNDEKİ KILAVUZU DA AYNI
Abdurrahman Yalçınkaya, internet sitelerinde yer alan haberleri kapatma davasına delil olarak kullanmış. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı; Milliyet isimli internet sitesine ait 140 haber, Hürriyetim isimli internet sitesine ait 114 haber, Cumhuriyet isimliinternet sitesine ait 96 haber, Radikal.com isimli internet sitesine ait 71 haberi kapatma davasına delil olarak sunmuş. Söz konusu internet sitelerinden 421 haber kullanılmış.
MAHKEME, KAPATMA DAVASINA BAKAN SAVCILARI İSTEDİ
İkinci “Ergenekon” davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti; AK Parti’ye ilişkin Anayasa Mahkemesi’ne açılan kapatma davasıyla ilgili olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yapılan soruşturmada görev alan Yargıtay Cumhuriyet savcılarının kimler olduğu, soruşturmanın hangi aşamasında soruşturmaya katıldıklarının ayrıntılı olarak sorulmasını hükme bağlamıştı. Mahkeme; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na müzekkere yazarak, Abdurrahman Yalçınkaya tarafından AK Parti hakkında açılan kapatma davası iddianamesinde kara propaganda sitelerindeki yayınlardan yararlanılıp yararlanılmadığı, iddianameye buradaki yayınlardan delil olarak alınanlar var ise bunların hangi haberler olduğunun bildirilmesini istemişti.
KAPATMA DAVASINDAKİ 5 SAVCI!
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı; AK Parti’ye kapatma davasında görev alan dört savcının, dönemin Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından bizzat görevlendirilen Ömer Faruk Eminağaoğlu, Ufuk Şimşek, Zekeriya Sevimli ve Hasan Ali Atay olduğunu bildirmişti. Ömer Faruk Eminağaoğlu, 2003’ten 6 Haziran 2006 tarihine, Ufuk Şimşek 6 Ekim 2006’dan 8 Temmuz 2007 tarihine, Zekeriya Sevimli 8 Temmuz 2007’den 14 Mart 2008 tarihine, Hasan Ali Atay da 21 Ağustos 2007’den 11 Şubat 2008 tarihine kadar soruşturmada görev almış.

MİLLİYET FOTOĞRAF DA SERVİS ETMİŞ
28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanlığı’ndan brifing alan ve darbecilerin lehine manşetler atan medyanın,
AK Parti’nin kapatılması için de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na canhıraş çalıştığını belgeliyoruz.

FOTOĞRAF GÖNDERMİŞ, YALÇINKAYA KAPATMAYA DELİL SAYMIŞ
AK Parti’nin kapatılması için dava açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na 136 fotoğraf gönderdiği ortaya çıktı. Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, gönderdiği 136 fotoğrafı kapatma davasına delil olarak kullanmış.

ÖZEL FOTOĞRAF SERVİSİ YAPILMIŞ!
AK Parti kapatma davasının delil klasörlerinde yer alan “OZEL CECELI OKULLARI” başlıklı klasörde yer alan fotoğrafları incelediğimizde çok çarpıcı bilgilere ulaştık.
Delil klasörlerinde; Özel Ceceli İlköğretim Okulu’nun kuruluşunun 10. yıldönümü dolayısıyla yapılan etkinlikte çekilen 136 fotoğraf bulunuyor. Söz konusu fotoğrafların özelliklerine (İnfo) bakıldığında; bazı fotoğraflarda “Milliyet Özel” ibarelerinin geçtiği, bazı fotoğraflarda ise hiçbir ifadenin yer almadığı görülüyor.
ÖĞRENCİLERİN FATİHA OKUMASI KAPATMAYA DELİL
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, ile sayfasından alınan “Okulda Fatiha’lı tören” başlıklı habere ilişkin internet çıktısı AK Parti’yi kapatmaya delil olarak da kullanılmış.
AYDIN DOĞAN VE SEDAT ERGİN YÖNETİCİ!
Söz konusu fotoğraflar, Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan’ın Milliyet Gazetesi’nin sahibi olduğu dönemde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiş. O dönemde Milliyet’in genel yayın yönetmeni koltuğunda şimdi Hürriyet’te yazarlık yapan Sedat Ergin vardı. Ergin, konu ile ilgili sorularımızı cevaplamadı.Kartel medyasında yargılanma paniğiHASAN
28 Şubat post modern darbe süreciyle ilgili başlatılan soruşturmanın medya ayağına uzanması, o süreçte aktif rol alan sözde gazetecileri paniğe sevk etti.
Vatan yazarı Can Ataklı, 28 Şubat sürecinde Turizm Bakanı Bahattin Yücel’in, Zafer Mutlu ve Ertuğrul Özkök’ün şantajıyla istifa etmek zorunda kaldığını ileri sürdü. Medya patronu Aydın Doğan, “Ertuğrul Özkök ve Zafer Mutlu böyle bir şey yapmışlarsa dünyanın en şerefsiz insanlarıdır” dedi. Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök ise istifa mektubunu verdiğini belirterek, “Bahattin Yücel ‘Evet Ertuğrul Özkök bana böyle bir şey söyledi’ derse istifa mektubumu yürürlüğe koyunuz” diye cevap verdi.
“DOĞRU YANLARI VAR”

Gözlerin çevrildiği eski Bakan Yücel ise twitter’dan yaptığı kısa açıklamada, “Doğru yanları var” dedi. İstifasının tamamen başka bir nedenden kaynaklandığını söyleyen Yücel, “Doğru yanları var ama bu nedenle istifa etmedim. Tarihleri sanırım karıştırdı” dedi. Yücel, katıldığı bir televizyon programında şunları anlatmıştı: “Benim arazi tahsislerinde yolsuzluk yaptığıma dair ellerinde belgeler olduğunu ve bunu kullanacaklarını söylediler. Ben arazi tahsisleri sırasında yolsuzluk yapmışım. Ben ilgili gazetenin yöneticisini aradım ve ‘Yayınlamazsanız namertsiniz’ dedim. Sonra ‘Elimizde böyle bir belge yok’ dediler.”

Akit’e konuşan Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Fidan ise 28 Şubat sürecinin bir ayağının da medya olduğunu belirterek, “15 sene sonra birbirlerinin kirli çamaşırlarını döktüler. ‘Senin yüzün benden kara’ diyorlar. Aslında söze bile gerek yok” dedi. Can Ataklı, Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan, Zafer Mutlu ve Aydın Doğan arasında geçen tartışmanın yargılanma korkusu üzerine yaşandığını belirten Fidan, “Bunların iç yüzlerinin ne kadar kara, kirli ve çirkin olduğunu bir kez daha görüyoruz. Suçlarını birbirini suçlayarak itiraf ediyorlar. 28 Şubat sürecinde darbecilere yol gösterdiler. Şimdi darbeciler yargılanıyor. Kendilerine de sıranın geleceğini düşünüyorlar. Zannediyorum 28 Şubat süreciyle ilgili başlatılan soruşturmanın kendilerine uzanmasından korkuyorlar” diye konuştu.
“DEVİR DEĞİŞTİ, KIVIRIYORLAR”
Milli Eğitim eski Bakanı Hasan Celal Güzel ise 28 Şubat sürecinde medyanın kötü bir sınav verdiğini belirterek, “Merkez medyası o zaman paşalara yalakalık yapmak için haberler yapıyordu” dedi. O zaman medya dik dursaydı darbe sürecinin yaşanmayacağını belirten Güzel, “28 Şubat sürecinde darbecilere çanak tutarak milletin seçtiği iktidarı, milletin seçtiği partiyi, milletin seçtiği Meclis’i baskı altına almaya çalıştılar. Şimdi devir değişti. Kıvırıyorlar. Sivil iktidara yalakalık yapmak için böyle günah çıkarıyor olabilirler” diye konuştu.

“MİLLETE HESAP VERSİNLER”
GAP Gazeteciler Birliği Genel Başkanı Zeynel Abidin Kıymaz ise 28 Şubat sürecinde kartel medyasının darbecilerle birlikte hükümeti yıkıp bankaları hortumladıklarını söyledi. Kıymaz, “Bunun yeni ismi ‘28 Şubat postmodern hırsızlık hareketi’dir. Olmayan bir tehdidi varmış gibi göstererek milleti korku ile tehdit edip hükümeti devirdiler, sonra da bankaları hortumladılar. 28 Şubat bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük hırsızlık operasyonudur” dedi. Medya patronları ve apoletlilerin ortak hareket ettiğini belirten Kıymaz, “28 Şubat sürecinde apoletlilerin davetine gidip brifing alan hakimlerin, kapalı kapılar ardında ne haber yapacağını alan gazetecilerin Türk milleti gözünde seviyeleri düşmüştür. Basının yıllardır emeği, saygınlığı büyük yara almıştır. O dönemde kim ne yaptıysa çıkıp millete hesap vermelidir. Birbirini suçlamakla olmaz. 28 Şubat medyasının da yargılanması gerekir.” dedi.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt