A- MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR
1-KELİME-İ TEVHİD
İnsanlar daha ruhlar âlemindeyken Allahuteala’nın hayatı yaratıp yönlendirmedeki eşsizliğini kabul etmişlerdi. İnsanların bu kabulleniş durumlarını ve Allah’la aralarındaki sözleşmelerinin ne şekilde olduğunu bizlere şu ayet-i kerime çok açık olarak haber vermektedir: “Rabbin, Ademoğullarından bellerinden zürriyetlerini almış ve : “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye onları kendilerine şahit tutmuştu. Onlar, “Evet buna şahidiz.” dediler…”1 Yaratılmışlardan hiçbirisi dışta kalmamak üzere Allah’ın (c.) “Rububiyyet”ini kabullendiklerini, bu ayette görüldüğü gibi ikrar etmişlerdir.2
Ruhlar âleminde kabul edilen Allah’ın birliği ilkesi, zaman içerisinde çeşitli olumsuzluklar nedeniyle unutulduğunda, Yüce Allah onlara bu ilkeyi hatırlatmak için peygamberler göndermiştir. Hz. Muhammed (s.) de, insanlar tevhid ilkesini unuttuklarında, onlara gerekli uyarıyı kendisine öğretilen üslup dahilinde öğretmiştir. Hz. Allah (c.), peygamberine bu hususta şu emri vermiştir: “Kesin olarak Allah’tan başka ilah olmadığını bil ve kendi günahın, inanan erkeklerin ve inanan kadınların günahı için (Allah’tan) mağfiret dile! Allah dönüp dolaşacağınız yeri de varıp duracağınız yeri de bilir.”3 Ayet-i kerimedeki “bil ki”nin anlamı; Hz. Peygamber için tevhidi anlayış ve yaşayışa devamı4 ifade etse de, ümmetine mesaj olarak; her müminin imanını ilme’l-yakin basamağından Allah’ı görüyormuşçasına bir imanı kazanma seviyesine yükseltmesini içermektedir.5 Çünkü Allah’ı görüyormuşçasına bir imanda, hem kesinlik hem de imana şirk karıştırmama durumu vardır. Zira, bilgi temelinden yoksun insanların inanç sistemlerine şu ayette ifade edildiği gibi şirk bulaşmıştır: “Onların çoğu, Allah’a ortak koşmadan inanmazlar.”6 Kişi, Allah’ın yerleri ve gökleri yaratmada varlığını kabul etmekle beraber putlara tapınmak suretiyle yine de müşrik kalabilir. İbni Abbas’ın da belirttiği gibi, tevhidi iyi kavramayan kişi, Allah’la (c.) yarattıklarını birbirine karıştırır.7
Zihinsel açıdan bir kargaşa yaşamamak ve her gün defalarca tekrar ettiğimiz kelime-i tevhidi, “sağır” bir eda ile okumamak için içermiş olduğu kelimeleri, kavramları biraz açalım. Bilindiği gibi kelime-i tevhid iki bölümden oluşur. Birincisi; nefy (olumsuzlama) kısmı, ikincisi de isbat (kabul/ikrar) kısmı. Nefy bölümünde; Allah’tan başka tüm ilahları reddetmeye hazırlık teşkil etmek üzere, gönlü temizlemek için “la ilahe/ilah yoktur” sözcükleri vardır. Tevhidi daha iyi anlamak için “ilah” kavramını açmakta fayda vardır.
İlah: Tapınılan varlık anlamına gelen bu isim; “elehe”, “ye’lehu” veya “tefaul” biçimi olan “teellehe” den gelir. Mana bakımından ism-i mef’uldür.8 Kur’an-ı Kerim’de doksan altı yerde mücerred, on yedi yerde ise çeşitli muttasıl zamirlere muzaaf olarak gelir. İki defa ikili, otuz üç defa da çoğul durumundadır. İbadet etme işi, özellikle “abede” fiiliyle ifade edilmiş, ibadetin özel durumları ise yerine göre başka fiillerle açıklanmıştır. Marife olarak el-ilah hiç varid olmamıştır. Mücerred olarak kullanıldığında genellikle, Arapçadaki tekid ve hasr üslublarından olan nefy-isbat cümlesi içinde yer alarak tanrının ancak Allah olduğunu gösterir.
İlah kelimesi gerçek bir tanrıya isim olmakla beraber, Arapça’da; genel anlamda tanrı için kullanılan cins ismi durumunda bulunduğundan dolayı batıl tanrılar hakkında da kullanılır. Gerçek ilah olmasa bile, çeşitli kimseler tarafından tapınmaya konu edilmiş olan her varlık bu kelime ile gösterilebilir. Buna rağmen, Kur’an-ı Kerim’de, çoğunlukla gerçek ilah hakkında kullanılmış, batıl tanrılar için oldukça az kullanılmıştır. Allah bu kelimeyi batıl tanrılar hakkında, ya müşriklerden nakil ya da onlara izafe ettiği sözlerde getirmiştir.9
Kur’an-ı Kerim, mutlak ilah olarak Allahuteala’yı bizlere isim ve sıfatlarıyla tanıtırken korunup herhangi bir şekilde onların etki alanlarına girmememiz, Allah’ın (c.) otoritesini herhangi bir kişi veya kurumla paylaştırma yanlışlığına düşmememiz için, bizlere batıl tanrıları da tanıtmıştır. Kur’an-ı Kerim’e göre bunlar; şeytan10, insanın tutkuları11, cinselliği ön plana çıkarmak suretiyle tapınılan kadın12, sevgi ve saygıda kendilerine karşı insan üstü davranışlar sergileyen din adamları13, kendilerine mutlak itaat edilen oligarşik bir zümre14, kendisini tanrı olarak ilan eden monark15, çeşitli maddelerden şekil verilerek yapılıp sonra da karşısında prestij edilen sembolik eserler16, yaratılış sınırlarını aşan ve insanları kendine ibadete zorlayan tağutlar17 ve cinlerdir.18
Kur’an-ı Kerim, yaratılmış ve varlığını devam ettirmek için başkasına muhtaç olan bu varlıkları tanıtırken kelime-i tevhidin isbat kısmını oluşturan; “ancak Allah (c.) vardır” önermesinde de Allahuteala’yı tanıtmıştır. Bu tanıtım; Allah’ın (c.) isim ve sıfatlarıyla olmuştur ki buna, tevhid-i ilmî denir. Zaman zaman da, yalnızca ona ibadet edip ondan başkasına ibadeti terk etmeye çağırır buna tevhid-i iradî denir. Kısacası, Kur’an-ı Kerim’in tümü, tevhid, tevhid ehlinin hakları, onlara övgü ve şirk ehlinin kötülüğü, onlara verilecek cezalar hakkındaki19 ilahî bildirilerden ibarettir.
Kur’an-ı Kerim’de, isim ve sıfatlarıyla tanıtılan “Allah” lafzayıcelal’i; özel bir isimdir ve “Hak” olan ilaha delalet eder. “Esmayıhüsna” dediğimiz, Allahuteala’nın en güzel isimlerinin hepsinin anlamını kapsamı içerisinde bulundurur.20 Lisan bakımından, Lafzayıcelal’in bir takım özellikleri vardır. Bu ismin ikili ve çoğul hâli yoktur. “Allah” lafzı, bütün Kur’an-ı Kerim’de 2697 defa geçmektedir. İslami geleneğin sıralamasına göre, ilk kırk surede “Uluhiyet”, “Allah” isminden daha çok muzaaf durumuyla “Rabb” ismi getirilerek ifade olunmuştur. Kur’an-ı Kerim’in tümünde ifade olunan “Allah” isminin, Mekkî ve Medenî surelere dağılış nisbeti, yaklaşık şöyledir: Mekkî surelerde %35-40, Medenî surelerde %60-65 oranındadır.21 Mekkî surelerde “Allah” isminin daha az kullanılmasındaki sebep; müşriklerin de Allah’ı (c.) var kabul etmelerine22 rağmen Onu fonksiyonel olarak kabullenmemişlerdir. Müşrikler, Allahuteala’yı, “âlemi yarattıktan sonra “istirahate çekilen bir varlık, bir ilk muharrik” olarak kabul etmişlerdir. Bu düşüncelerinde daha çok Aristo felsefesi etkindi. Bu açıdan Kur’an-ı Kerim, Mekkelilere Allah’ı (c.), fonksiyonel olarak tanıtan “Rab” ismiyle anlatmıştır.
Rab: Kelime olarak fail için müstear olan bir mastardır. Kur’an-ı Kerim’in geldiği sırada, bu kelime Arapçada; “İtaat olunan efendi23, herhangi bir durumu düzelten kimse, bir şeyin maliki” anlamlarını ifade ediyordu. İslam’da ise “benzeri olmayan efendi, verdiği nimetleri ile mahlukatın durumlarını düzelten, yaratma ve emretmenin sahibi24” demektir. Ayrıca; malik25, terbiye eden, idare eden, kemale erdiren, in’am eden, kayyim, bir şeyin üzerinde hak sahibi olan manalarına da gelir.26 Dil bilimciler, “terbiye” etmekten geldiği söylenen Rab kelimesini, “bir şeyi kemaline ulaştırıncaya dek yavaş yavaş geliştirmek” şeklinde de tanımlamışlardır. Bu meyanda şunu ifade etmek gerekir ki mutlak anlamda Rab, varlıkların her türlü maslahatını üstlenen Allahuteala’dır.27 Terbiye etmek vasfıyla diğer işlevsel özelliklerini bir araya getirerek bir tarif ortaya korsak; Rab: İstila, inayet, tedbir, zabt, tasarruf, telkin, irşad, teklif, emir, yasaklama, rağbetlendirme, korkutma, iltifat etme, azarlama gibi terbiyenin bütün gereklerine sahip, kuvvetli ve en mükemmel bir terbiyeci demektir.28
Rab kelimesi marife olarak “er-Rab” şeklinde, yalnız Allah hakkında kullanılır. Bazı İslam bilginleri, “er-Rab” isminin Allah’tan başkasına itlakında lügavi değil, dinî engel görürler. Kelimenin Kur’an-ı Kerim’de kullanılış biçimi ise şöyledir: Rab ismi, “Allah” lafzayıcelalinden sonra uluhiyyeti belirtmek için Kur’an-ı Kerim’de en çok kullanılan bir isimdir. (970 defa). Fiil olarak yalnız iki defa varid olmuşken mastar olarak hiç örnek yoktur. Rab isminin çoğulu “erbab”, dört yerde Allah’tan başka tanrı gibi ibadet olunan, tanrılaştıran varlıklar için kullanılmıştır. Kullanılan ayetlerin biri Mekkî, diğerleri Medenî olup ehlikitap hakkındadır.29 Kur’an-ı Kerim, Rab kelimesini, ilk vahiyden itibaren, insanlara ait zamirlere muzaaf olarak kullanmıştır.30
Mekkî surelerde “Rab” isminin daha çok kullanılmasında Allah’ı fonksiyonel açıdan daha iyi tanıtma gayesi yatmaktadır. Çünkü müşrikler, yakın komşularının –Bizans- etkisinde kalarak Aristocu bir ilah anlayışına sahip olmuşlardır. Mekkeli müşrikler de evreni yaratıp sonra da mahlukatı kendi hâline terk etmiş “emekli ilah” düşüncesi egemendi. Kur’an-ı Kerim, Rab isminin derinliğinde var olan anlamları zihinlere yerleştirmek suretiyle düşüncede tevhidî bir devrim yapmak istemiştir. Buna binaen Mekkî surelerde bu ismin çok kullanılması oldukça anlamlıdır. Fonksiyonel tanıtım zihinlerde karar bulunca, “Rab” ismi yerine lafzayıcelalin daha çok kullanılmaya başladığını görüyoruz. Burada bir ilgi kuracak olursak modern insan da Allah’ı antik cahiliyyeden farklı anlamamaktadır. Yaratmada onu kabul edip hayatın düzenlenmesinde vahye kısmi bir şekilde yer vermek veya hiç vermemek suretiyle politeist (çok tanrılı) bir hayatı tercih etmektedir. Hayatı yönlendirmede icat edilen tanrı-insan(lar) mutlak otoritenin sahibi yapılarak kişiler rububiyyet makamına çıkarılmaktadır.
Yaratmada Allah’ı kabul etmek kişinin Müslüman olması için yeterli değildir. Yaratma ve emretmenin31 arası açılır, birincisi Allah’a verilirken emretme bir başkasına yetki olarak tanınırsa bu davranış şirktir. Kur’an-ı Kerim, bize koyu müşriklerin bile Allah’ı yaratıcı olarak kabul ettiklerini haber vermektedir: “De ki: ‘Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Onlar; ‘Allah’ diyeceklerdir. Öyleyse de ki: ‘Peki, siz yine de korkup sakınmayacak mısınız?”32 Müşrikler de, ilk yaratılışın Allah tarafından başlatıldığını ve ilahların bunda dahlinin olmadığına inanıyorlardı. Onlar, ölümden sonra tekrar dirilmeyi ve Allah’ın rububiyetini kabullenmiyorlardı.33 Bilgi kaynaklarında vahyin olmayıp olaylara rasyonel veya sansualist bakışları onları hem inkâra hem de bağnazlığa sürüklemiştir.
Allah’ın rububiyetteki tekliğini tevhidin vazgeçilmez şartı olarak öne süren İslam, insana daha önceden vermiş olduğu bir sözünü hatırlatmaktadır: “Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine şahitler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (demişti de) onlar: “Evet (Rabbimizsin), şahit olduk demişlerdi. (Bu), kıyamet günü: ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir.”34 Allah’ın yapmış olduğu bu teklifi kabullenmek fıtrattır.35 Teklifin kabulünde veya reddinde ruhun tanıma konusundaki fonksiyonunu unutmamak gerekir. Allah’ı (c.) gereği gibi tanıyan ve kabullenen ruh sahibi insan, iradesini ona teslim ederse Müslüman olur. Müslüman olmak; mutlak Rab olarak Allah’ı kabullenmek demektir. Daha sonra insan; tutkularının, şeytanın, kötü ailenin, şirk eğitiminin, fesatçı çevrenin ve uluslar arası emperyalist odakların etki alanına gir(diril)mek suretiyle fıtratını bozabilir. Emretme konusunda yalnızca Allah’ı kabul edeceğine dair Allah’a vermiş olduğu sözden caymak suretiyle hem Rabbini değiştirir, hem de birçok rab türetir. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın rububiyetine karşı rablık iddiasındaki varlık ve kurumları şu şekilde tanıtır.
Devam edecek...
1 Araf 7/172.
2 Taberi, Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan an Te’vili âyi’l-Kur’an, Beyrut, 1992, VI, 115.
3 Muhammed 47/19.
4 Alusi, Şihabuddin Mahmud, Ruhu’l-Meani fi Tefsiri’l-Kur’ani’l-Azim ve’s-Seb‘i’l-Mesâni, Beyrut, 1994, XIII, 211.
5 Mâverdi, Ebul Hasan Ali b. Muhammed, en-Nuketu ve’l-Uyun, Beyrut, 1992, V, 300.
6 Yusuf 12/106.
7 Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, Keşşaf, Beyrut, 1995, II, 488.
8 el-Isfahâni, Ebul Kasım Hüseyin b. Muhammed, Müfredatü Elfâzi’l-Kur’an, Beyrut 1992, s.82
9 Yıldırım, Suat, Kur’an’da Uluhiyet Kavramı, İstanbul 1987, s.82
10 Yasin 36/60.
11 Casiye 45/23.
12 Nisa 4/117.
13 Tevbe 9/31.
14 Müminun 23/47.
15 Şuarâ 26/29.
16 Saffat 37/95.
17 Nisa 4/60.
18 Sebe 34/41.
19 el-Kâri, Ali, Fıkhu’l-Ekber Şerhi, Beyrut, 1995, s.23
20 Cürcâni, Şerif Ali b. Muhammed, Kitabu’t-Târifat, Beyrut, 1995, s.34
21 Yıldırım, Suat, Kur’an’da Uluhiyet Kavramı, İstanbul, 1987, s.101
22 Müminun 23/84-89; Ankebut 29/61, 63.
23 Sabuni, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, I, 25.
24 Taberi, Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an, I, 91-92.
25 Zemahşeri, Keşşaf, I, 20.
26 Yıldırım, Suat, Kur’an’da Uluhiyet, s. 90.
27 Isfahani, Ragıp, Müfredat, s. 336.
28 Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, I, 79.
29 Bkz. Yusuf 12/39; Âl-i İmran 3/64, 80; Tevbe 9/31.
30 Yıldırım, Suat, a.g.e, s. 90-91.
31 Araf 7/54.
32 Yunus 10/31.
33 Mevdudi, Tefhim, II,309.
34 Araf 7/172.
35 Havva, Said, el-Esas, V, 380.