7. Ehlibeyt'in; İslam’ın, Kur'an'ın, İlahi Ve Dini Değerlerin Maslahatını
Her Şeyin, Hatta Kendi Canlarının Bile Üstünde Tutmaları:
Evet, Ehlibeyt'in en önemli özelliklerinden birisi budur ki bizce birçok insan, bu hususu kavrayamadığından dolayı bazı olayları da yanlış değerlendirmektedir. Evet, onlar abdullahtılar, Allah’ın kuluydular.
İmam Ali Allah’ın abdiydi. Rabbi onun için neyi istese ve emretseydi, onu yapardı.
İmam Ali’ye (a.s) Allah savaşacaksın dediğin de savaşırdı, sus dediğinde de susmasını biliyordu. Sordular "Ya Ali, neden meydana çıkarken sadece tek yönlü zırh giyiyorsun? Sırtın açık kalıyor, neden sırtını da kapatacak bir zırh giymiyorsun?" dediklerinde şöyle cevap veriyordu:
"Ben, hiçbir zaman düşmana sırt çevirmiyorum ki, sırtıma da zırh giymeye ihtiyaç duyayım!"
Savaş gerektiğin de meydanlarda Ali böyle kükrüyordu.
Bir öksüzün önünde eğilmek onun başını okşamak ve onun yanında küçülmek gerektiğinde Ali elini o öksüzün başına çekiyordu:
"Yavrum bu Ali’yi bağışlayın, Ali’yi affedin, Ali sizden birkaç gün gafil olmuş" diye yalvarırdı o küçüğe!
Ali, susması gereken yerde de İslam’ın maslahatı için, Kur'an’ın maslahatı için susmasını da biliyordu. Ali sadece Zülfikar’ından kan damlayan bir Ali değildi. Birçokları bize Ali’yi böyle tanıtmaya çalışıyor. Sadece Zülfikar’ından 24 saat kan damlayan bir Ali!
Ali ibadet meydanlarının da kahramanıydı.
Ali mihrapların da kahramanıydı. Ali insani değerlerin de kahramanıydı.
Ali İslam’ın, Kuranında kahramanıydı.
Ali secdelerin, rükûların ve gözyaşının da kahramanıydı. Her şeyinde kahramanıydı. Ali buydu.
Diyorlar ki, siz peygamberin vefatından sonra şöyle böyle olmuş. Dediğiniz gibi olsaydı o Allah’ın aslanı elinde Zülfikar onların kökünü kazırdı. Siz Ali’yi küçültüyorsunuz korkak duruma düşürüyorsunuz. Ben onlara 1 cümle söylüyorum.
Peygamber mi daha şecaatli idi, yoksa Ali’mi? Hz. Ali Nehcü'l-Belağa da buyuruyor ki, Biz savaşlar da zor durumda kaldığımız da peygambere sığınıyorduk.
Bakın Ali Allah’ın aslanı Zülfikar’ın sahibi, "La Feta İlla Ali, La Seyfe İlla Zülfikar" hitabına muhatap olan Ali böyle buyuruyor. Ama bu Peygamber Hudeybiye antlaşmasında müşriklerin karşısında ateşkes imzalamaya razı oluyor.
Hatta mübarek ismini Resulullah lakabıyla yazdırmaya yanaşmıyorlar. Resulullah bu anlaşmayı yazan Ali’ye "Olsun ya Ali, sen sil o lakabı, Muhammed yaz" buyuruyor.
Peki, haşa Peygamber korkak mıydı ki böyle buyurdu? Peygamber canından mı korkuyordu? Niye ateşkes imzaladı? Bu durumu kabul etmeseydi ve saldırsaydı düşmanlara!
Anlamıyorlar ki Peygamber Allah’ın kuludur. Allah'ın emri orada geri çekilmekti, Allah'ın emri orada İslam'ın ve Kur'an'ın maslahatı için susmaktı. Hz. Ali de Peygamber'den almış dersini. Ali peygamberden ayrımı? Ali, Kur'an'ın tabiriyle Peygamber'in canı, nefsi mesabesinde değil mi?
Bazıları İmam Ali’nin(a.s) hatalarından olarak şunu gösteriyorlar: Baksanıza Peygamber Hudeybiye anlaşmasında Hz. Ali’ye dedi ki, ya Ali, sil benim lakabımı oradan , Hz. Ali de dedi ki yok silmiyorum ya Resulullah!!!
Gerçekten orda İmam Ali (a.s) ne buyurmuş bir bakalım bu davranış Peygamber'e isyan mı hata mı? İtiraz mı? Yoksa ne?
İmam Ali buyurdu ki: Ya Resulullah vallahi elim gitmiyor sizin isminizi silmeye! Senin adını ben nasıl silerim…
İşte Ali böyleydi. Allah basiretimizi artırsın.
Ehlibeyt'in en büyük özelliklerinden birisi de buydu işte. İslam’ın, Kuranın maslahatını ön planda tutmak; isterse canına mâl olsun, isterse haysiyetine mâl olsun, isterse korkaklıkla suçlansın.
Onun için, Ali savaş meydanlarında sırtını asla düşmana dönmüyor, ama yeri geldiğinde de 25 yıl susmasını biliyor. Onun eğittiği risalet ağacının meyveleri Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve diğer imamlar hepsi böyledir. Bunların hayatlarında ki farklı davranışlarının sırrı da burada yatmaktadır.
Hz. Hasan niye Muaviye ile ateşkes yaptı da Hz. Hüseyin çıktı Muaviye’nin oğlunun karşısında kıyam etti.
Diyebilir miyiz ki Hz. Hüseyin, Hz. Hasan’dan daha cesaretliydi? Elbette ki hayır… Hz. Hasan, o gün İslam’ın maslahatını susmada, feragat etmede hatta gözünün önünde babasına lanet edenlere rağmen İslam’ın maslahatını susmada gördüğü için bağrına taş basıp susmasını bilmiştir. Çünkü o zaman İslam'ın maslahatı öyle gerektirmişti.
Hz. Hasan'ın gözünün önünde babasına hakaret ediliyordu. Ama ne yapsın, orada Allah'ın emri susmaktı. Çünkü İslam tehlikedeydi. Emirü'l-Mu'minin Nehcü'l-Belağa’da buyuruyor ki:
"Ben Peygamber'den sonra iki mahzurun arasında kaldım. Ya kesik ellerimle saldırıp hakkımı savunacaktım; o zaman İslam'ın temelden yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Çünkü içten münafıklar, dıştan da Bizans ve Kisra İmparatorluğu sınırlara dayanmış, İslam'ı tehdit ediyorlardı. Ben İslam’ın maslahatı için sustum. Ama boğazım da kemik, gözümde diken kalmış bir kimsenin susması gibi sustum."
İşte Hz. Hasan’ın susması da böyle bir susmaydı. Ama öbür taraftan Hz. Hüseyin de baktı ki eğer kıyam etmezse, can feda etmese, sahip olduğu her şeyi topyekûn Allah’a kurban vermezse, İslam’ın temelleri tehlikede.
Buyurdu: "İslam Yezit gibi bir öndere, halifeye, zalime müptela olduğunda, o İslam'la vedalaşmak gerekir!"
Hz. Hüseyin baktı ki İslam, temelden sarsılıyor. Bundan dolayı gereğini yaptı ve her şeyini İslam'a feda etti.
Muaviye zahirde İslami bir görüntü sergiliyordu. Ama Yezid alçağı açık bir şekilde şarap içiyor, kumar oynuyor, ayyaşlık meclisleri tertip ediyordu; it oynatıyordu, maymun oynatıyordu; zina ediyordu. İmam Hüseyin, baktı ki eğer bu haliyle Yezid'in karşısında sussa, bu onu teyit anlamına gelecek ve İslam’ın fatihası işte o gün okunacaktı.
İmam Hüseyin (a.s) buyurdu ki Mekke’den çıkarken: "Ben yarın hareket ediyorum." Çünkü Medine’den biat etmeden çıktı geldi Mekke’ye; orada da rahat bırakmadılar.
Haber geldi ki ya Hüseyin, eğer burada kalırsan, gizlice Allah’ın evinde, Kâbe'nin kenarında senin kanını dökecekler." İmam Hüseyin’in gönlü razı olmadı Allah’ın evi kana bulaşsın.
Buyurdu: "Ben yarın yola çıkıyorum; Irak’a doğru hareket ediyorum. Kim bizim yolumuzda canını feda etmek istiyorsa, "likaullah"a kavuşmak istiyorsa, gelsin, ben gidiyorum." Geldi Kerbela’ya ve sahip olduğu her şeyi feda etti…