Kategori: Makale
“MEZHEP İMAMI”, “SEYYAH”, “ŞAİR”, “DEHA”:
İMAM ŞAFİÎ
Gülçin Şenel
“Denedim insanını dünyanın
Sabah sabah
Cimrilikle dolu deriler yürüyordu
Başka birşey göremedim
Sonra
Kanaat kınından bir kılıç çektim
Keskin tarafıyla onlardan
Ümidlerimi kestim”
İmam Şafiî
Geçtiğimiz günlerde İmam Şafiî Hazretleri’nin “Divan”ını okuma talihine erdik. Bir solukta okuduğumuz kitabla birlikte, kendimizi İmam Şafiî Hazretleri’nin hayatının koridorlarında bulduk. Bulduklarımızı paylaşma arzusuyla da bu yazıyı kaleme aldık.
BİR DEHA YETİŞİYOR
Muhammed bin İdris-İmam Şafiî, bugün Filistin toprakları içinde yeralan Gazze şehrinde doğdu: Hicrî 150, milâdi 767 yılında. Aynı yıl, bir büyük mezhep imamı vefat etmişti: İmam-ı Azam Ebu Hanife... Doğduğu mübarek topraklar, aynı zamanda Allah Resûlü’nün dedesi Haşim bin Abdülmenaf’ın kabrinin bulunduğu topraklardı.
“Kureyş’e sövmeyiniz, zira Kureyşli bir âlim yeryüzünü ilimle doldurur.” hadis-i şerifi, Kufeli âlimlere göre, İmam Şafiî’ye işaret eder.(*)
İmam Şafiî iki yaşında babasını kaybedince Mekke’ye götürülür. Mübarek annesinin teşvikiyle daha küçük yaşlardayken ilim meclislerine katılır. Çabucak okuma-yazma öğrenir ve Kur’ân-ı Kerim’i yedi yaşına gelmeden ezberler. Katıldığı ilim meclislerinde öğrendiklerini, kemik ve deri parçaları üzerine kaydederek saklar. Daha o yaşlarda, mealen “ilmi yazıyla bağlayınız” hadisinden pay kapmıştır. İmam Malik’in “Muvattaa” isimli eserini ele geçirdiğinde daha 10 yaşındadır ve kitabın sahibi ona dokuz gün mühlet vermiştir. İmam-ı Şafiî, süre dolduğunda kitabı satır satır ezberlemiştir. Tabiînden Süfyan bin Uneyne, bu çocuğun zekasına, ilim öğrenme aşkına hayran olur ve ona hususî dersler verir. 13 yaşında Kur’ân-ı Kerim’i tefsir etmeye başlar; 20 yaşında artık fetva vermektedir.
(Burada bir parantez açmadan edemeyeceğiz. Ne zaman, dünyada iz bırakmış insanların hayat hikâyelerine göz atsak, daha çocuk yaşta dehalarını belli ettiklerini görüyoruz. İmam Şafiî misâlinde olduğu gibi. Günümüzde, böylesi dehaların yetişme imkânlarının, o zamanlara nisbetle ne kadar geniş olduğunu düşünürüz peşin olarak. Fakat neden aynı yüzyılda yaşamış, yetişmiş onlarca dehayı sayabilirken, bugün hiç sayamamaktayız hiç düşündünüz mü? Bize öyle geliyor ki, gerek çocuklarımızı teslim ettiğimiz ilköğretim denen ve çocukları “bak ali bu top” gibi cümlelerle bir yıl boyunca “aptal” yerine koyan eğitim sistemleri, gerek bizim yetiştirme tarzımız, çocuklarımızın dehasını doğmadan öldürmektedir. Çocuklara 5 yıl boyunca öğrettiklerini bir yılda öğretebilecekken öğretmeyen ve “standart insan beyni” varmış gibi, bütün çocuklara aynı sistemi uygulayan eğitimciler de bilir ki, bir sınıfta 3-5 “yavaş öğrenen” öğrenci dışında bütün öğrenciler okumayı-yazmayı ilk birkaç ayda öğrenirler; ve bir yıl boyunca üç-beş “yavaş öğrenen” öğrencinin okuma-yazma öğrenmesini beklerler. Yıl 767: 7 yaşına gelmeden Kur’ân-ı Kerim’i ezberleyen ve 13 yaşında onu tefsir edecek seviyeye gelen bir çocuk, bir dahî: İmam-ı Şafiî... Yıl 2005: Zoraki bitirdiği 5 yıllık eğitimin ardından hâlâ düşünmeyi öğrenememiş, hayatından bezmiş yeni yetmeler... Gerisini varın siz hesab edin...)
BİR TABLO: IŞILDAYAN ZEKA!
İmam Şafiî henüz dört yaşındadır. Sokakta oynarken, ilginç bir sahneyle karşılaşır. Sokaktan geçmekte olan devrin kadısından müşkül bir meseleyi çözmesi istenmektedir. İki öfkeli adam, bir adamı sürükleyerek kadının önüne getirmişlerdir. İmam Şafiî, arkadaşlarıyla beraber, meraklı gözlerle hadiseyi izlemeye koyulur. Davacılardan biri anlatmaya başlar:
-“Biz üç arkadaş, birlikte bir iş yaptık ve para kazandık. Birbirimize itimadımız olmadığı için, hepimizin güveneceği birine, yani bu gördüğünüz adama paramızı teslim ettik. “Üçümüz birlikte gelmedikçe, paramızı hiçbirimize vermeyeceksin” dedik. Ama o bize ihanet etti.”
Kadı adama sorar:
-“Doğru mu söylüyorlar?”
Adam cevab verir:
- “Doğru söylüyorlar ama eksik anlatıyorlar. Evet bunlar bana dün akşam bir kese para bıraktılar ve birlikte gelmedikçe hiçbirimize verme dediler. Ancak elli adım gitmişlerdi ki, birisi geri döndü ve altınları istedi. Uzaktan “bakın veriyorum” diye bağırdım, bu ikisi de “tamam” dediler.
Davacılar açıklar:
-“Keseyi emanet edip giderken, şimdi burada olmayan arkadaşımız durdu, “bütün paramızı verdik ama bu akşam ne yiyeceğiz” dedi. Biz de biraz para alması için onu gönderdik. Paramızın hepsini alıp ortadan kaybolacağını nerden bilebilirdik? Biz emanet verdiğimiz adamı biliriz, madem bir saflık yaptı, paramızı ödesin!
Kadı bu müşkül meseleyi düşünmeye başlayınca, çocuk İmam Şafiî, suçlanan adamın yanına yanaşır ve şöyle der:
-“Amca, kese bende” de, olsun bitsin.
Adam şaşırınca devam eder:
-“Emaneti almaları için bunların üç kişi olmaları gerekmiyor mu?”
-“Evet” diye cevab verir şaşkın adam.
Çocuk devam eder:
-“Öyleyse söyle onlara: “getirsinler arkadaşlarını, alsınlar paralarını!”
ŞAİR İMAM ŞAFİÎ
İmam Şafiî Hazretleri, sürekli seyahat eder, devrinin ilim adamlarını araştırır, bulur, önlerine diz çöküp, tedrisatlarına tâbi olur. Meselâ, Medine’ye gider, İmam Malik’i bulur ve dokuz yıl boyunca onun eğitiminden geçer. Yetinmez, Irak’a Bağdad’a gider. Orada İmam-ı Azam’ın talebelerinden İmam Muhammed’i bulur, eğitiminden geçer. İmam Muhammed, oğlu gibi sevdiği bu gencin annesiyle evlenir. Öğrenme azmi durulmayan İmam Şafiî fıkhın dışında pekçok ilimle uğraşır, Mısır, Yunan, Fars ve Hint kültürlerini inceler, kimya, matematik, astronomi ve tıbla ilgilenir.
Aynı zamanda bir mezhep imamı olan öğrencisi Ahmed bin Hanbel onun hakkında şöyle der: “Kimin elinde kağıt ve mürekkeb varsa, boynunda Şafiî’nin minneti vardır.”
İmam Şafiî, genç yaşlarda dilin önemini kavrar ve Arabçasını geliştirebilmek maksadıyla çöle gider. Arabların en fasih dile sahib kabilesi Beni Huzeyl’e katılır. 10 yıl boyunca orada kendini eğitir. İşte burada geçen yıllarında Arab şiiri ile tanışır. Tanışmakla kalmaz, her şiiri hafızasına kazır. Cahiliye devrini ve ilk dönem İslâm edebiyatını bilen meşhur dilci al-Asmaî, Huzeyl kabilesinin şiirini Şafiî’den dinleyerek tashih eder.
“Üç yüz deli şairden şiir okurum” diyen İmam Şafiî, şairi de şöyle tarif ediyor mısralarında:
“İyi şair, kara bir yılan; gömleğinden sıyrılmış
Şiir onun salyası ve özüdür”
İMAM ŞAFİÎ DİVANI’NDAN
Dostluk Hakkında
Zor günde faydası olmayan arkadaş
Düşmanına yakındır kıyaslanırsa
Hangi asırda yaşarsa yaşasınlar
Gerçek dostlar ve kardeşler
Ortaya çıkar o kederli ânlarda.
Şöhret Hakkında
İyi insan bir mertebeye gelir
Adı yücelince dillerde
Öyle ki yapmadığı hayırlar bile
Onun ismiyle anılır.
Kötü insanın çoğalınca günahı
Kötülükte tekamül eder de
Başkalarının günahları bile
Üstüne kalır.
Akıl Hakkında
İsteğine ulaşsaydın yalnız akılla
Dünyadan rızıklanmış olarak gelip geçmezdin.
Cehaletine rağmen mal verildi ve yaşadın onunla
Rızık verilmiş ilk deli sen değilsin.
Hürriyet Hakkında
Musibet ne evin yıkılmasıdır
Ne de koyunun devenin telef olması
Andolsun ki
Musibet kaybetmektir hür bir adamı
Ki onun ölümü
Öldürür halkı.
Bana Yetişebilir Misin?
İlim tasnifiyle uykusuz kalmam
Daha hoş gelir bana
Süslü, güzel bir kadından
Boyunlardaki kokudan.
Kalemimin kağıtlar üzerindeki hışırtısı
Daha hoştur
İnsanlara karışmaktan ve âşıklardan.
Kızın defe vurmasından daha tatlıdır
Yapraklarından kumlar dökülsün diye
Defterlerime vurmam.
Derste sevinçle eğilmem
Üstüne çözmek için
İlmi bir meselenin
Daha lezzetlidir şarabından sâkinin.
Ben uykusuz gecelerken
Uyuyordun sen
Nasıl bana yetişirsin
Durum böyleyken.
Yazmak
İlim avdır, yazmaksa bağlamak onu.
Sağlam iplerle bağla avını.
Başıboş bırakmak halkın içinde
Ne aptallık avlayıp da ceylanı.
Şiir
Şiirle uğraşmak vakarını azaltmasaydı âlimlerin
Bugün Lebid’den daha iyi şairdim
Ve daha cesurdum savaşta aslanlardan
Muhelleb Âilesinden Yezid Oğullarından
Rahman olan rabbimden korkmasaydım
İnsanların tümünü kölem sanırdım.
Edib Hakkında
Bir topluluğa düştüm, edibin kıymetini bilmez
Başı kuyrukla değişirlerdi.
İnsanlar bir araya toplansa da
Fark vardır aralarında
Akılda, asalette, âdapta
Nasıl saf altına renkçe benziyor sarı
Ve nasıl altın üstün tutuluyorsa
Şayet buhur dalından güzel koku çıkmasa
Fark bulamazdı kimse odunla arasında.
Musibetin Beteri
Abartıp insanlar kadınları, dediler
Kadın sevgisi ne zorlu imtihandır
Kadın sevgisi meşakkat değil ama
Zorluk sevmediğine yakın olmaktır.
(*) Ahmed Sırrı Arvas, Gönül Kılavuzları, Elest yay., İstanbul 2004, s. 19
Kaynaklar
1- Divan-İmam Şafiî’nin Şiileri-, Tercüme: A. Ali Ural, Şule Yay., İstanbul 2002
2- Ahmed Sırrı Arvas, Gönül Kılavuzları, Elest yay., İstanbul 2004
“MEZHEP İMAMI”, “SEYYAH”, “ŞAİR”, “DEHA”:
İMAM ŞAFİÎ
Gülçin Şenel
“Denedim insanını dünyanın
Sabah sabah
Cimrilikle dolu deriler yürüyordu
Başka birşey göremedim
Sonra
Kanaat kınından bir kılıç çektim
Keskin tarafıyla onlardan
Ümidlerimi kestim”
İmam Şafiî
Geçtiğimiz günlerde İmam Şafiî Hazretleri’nin “Divan”ını okuma talihine erdik. Bir solukta okuduğumuz kitabla birlikte, kendimizi İmam Şafiî Hazretleri’nin hayatının koridorlarında bulduk. Bulduklarımızı paylaşma arzusuyla da bu yazıyı kaleme aldık.
BİR DEHA YETİŞİYOR
Muhammed bin İdris-İmam Şafiî, bugün Filistin toprakları içinde yeralan Gazze şehrinde doğdu: Hicrî 150, milâdi 767 yılında. Aynı yıl, bir büyük mezhep imamı vefat etmişti: İmam-ı Azam Ebu Hanife... Doğduğu mübarek topraklar, aynı zamanda Allah Resûlü’nün dedesi Haşim bin Abdülmenaf’ın kabrinin bulunduğu topraklardı.
“Kureyş’e sövmeyiniz, zira Kureyşli bir âlim yeryüzünü ilimle doldurur.” hadis-i şerifi, Kufeli âlimlere göre, İmam Şafiî’ye işaret eder.(*)
İmam Şafiî iki yaşında babasını kaybedince Mekke’ye götürülür. Mübarek annesinin teşvikiyle daha küçük yaşlardayken ilim meclislerine katılır. Çabucak okuma-yazma öğrenir ve Kur’ân-ı Kerim’i yedi yaşına gelmeden ezberler. Katıldığı ilim meclislerinde öğrendiklerini, kemik ve deri parçaları üzerine kaydederek saklar. Daha o yaşlarda, mealen “ilmi yazıyla bağlayınız” hadisinden pay kapmıştır. İmam Malik’in “Muvattaa” isimli eserini ele geçirdiğinde daha 10 yaşındadır ve kitabın sahibi ona dokuz gün mühlet vermiştir. İmam-ı Şafiî, süre dolduğunda kitabı satır satır ezberlemiştir. Tabiînden Süfyan bin Uneyne, bu çocuğun zekasına, ilim öğrenme aşkına hayran olur ve ona hususî dersler verir. 13 yaşında Kur’ân-ı Kerim’i tefsir etmeye başlar; 20 yaşında artık fetva vermektedir.
(Burada bir parantez açmadan edemeyeceğiz. Ne zaman, dünyada iz bırakmış insanların hayat hikâyelerine göz atsak, daha çocuk yaşta dehalarını belli ettiklerini görüyoruz. İmam Şafiî misâlinde olduğu gibi. Günümüzde, böylesi dehaların yetişme imkânlarının, o zamanlara nisbetle ne kadar geniş olduğunu düşünürüz peşin olarak. Fakat neden aynı yüzyılda yaşamış, yetişmiş onlarca dehayı sayabilirken, bugün hiç sayamamaktayız hiç düşündünüz mü? Bize öyle geliyor ki, gerek çocuklarımızı teslim ettiğimiz ilköğretim denen ve çocukları “bak ali bu top” gibi cümlelerle bir yıl boyunca “aptal” yerine koyan eğitim sistemleri, gerek bizim yetiştirme tarzımız, çocuklarımızın dehasını doğmadan öldürmektedir. Çocuklara 5 yıl boyunca öğrettiklerini bir yılda öğretebilecekken öğretmeyen ve “standart insan beyni” varmış gibi, bütün çocuklara aynı sistemi uygulayan eğitimciler de bilir ki, bir sınıfta 3-5 “yavaş öğrenen” öğrenci dışında bütün öğrenciler okumayı-yazmayı ilk birkaç ayda öğrenirler; ve bir yıl boyunca üç-beş “yavaş öğrenen” öğrencinin okuma-yazma öğrenmesini beklerler. Yıl 767: 7 yaşına gelmeden Kur’ân-ı Kerim’i ezberleyen ve 13 yaşında onu tefsir edecek seviyeye gelen bir çocuk, bir dahî: İmam-ı Şafiî... Yıl 2005: Zoraki bitirdiği 5 yıllık eğitimin ardından hâlâ düşünmeyi öğrenememiş, hayatından bezmiş yeni yetmeler... Gerisini varın siz hesab edin...)
BİR TABLO: IŞILDAYAN ZEKA!
İmam Şafiî henüz dört yaşındadır. Sokakta oynarken, ilginç bir sahneyle karşılaşır. Sokaktan geçmekte olan devrin kadısından müşkül bir meseleyi çözmesi istenmektedir. İki öfkeli adam, bir adamı sürükleyerek kadının önüne getirmişlerdir. İmam Şafiî, arkadaşlarıyla beraber, meraklı gözlerle hadiseyi izlemeye koyulur. Davacılardan biri anlatmaya başlar:
-“Biz üç arkadaş, birlikte bir iş yaptık ve para kazandık. Birbirimize itimadımız olmadığı için, hepimizin güveneceği birine, yani bu gördüğünüz adama paramızı teslim ettik. “Üçümüz birlikte gelmedikçe, paramızı hiçbirimize vermeyeceksin” dedik. Ama o bize ihanet etti.”
Kadı adama sorar:
-“Doğru mu söylüyorlar?”
Adam cevab verir:
- “Doğru söylüyorlar ama eksik anlatıyorlar. Evet bunlar bana dün akşam bir kese para bıraktılar ve birlikte gelmedikçe hiçbirimize verme dediler. Ancak elli adım gitmişlerdi ki, birisi geri döndü ve altınları istedi. Uzaktan “bakın veriyorum” diye bağırdım, bu ikisi de “tamam” dediler.
Davacılar açıklar:
-“Keseyi emanet edip giderken, şimdi burada olmayan arkadaşımız durdu, “bütün paramızı verdik ama bu akşam ne yiyeceğiz” dedi. Biz de biraz para alması için onu gönderdik. Paramızın hepsini alıp ortadan kaybolacağını nerden bilebilirdik? Biz emanet verdiğimiz adamı biliriz, madem bir saflık yaptı, paramızı ödesin!
Kadı bu müşkül meseleyi düşünmeye başlayınca, çocuk İmam Şafiî, suçlanan adamın yanına yanaşır ve şöyle der:
-“Amca, kese bende” de, olsun bitsin.
Adam şaşırınca devam eder:
-“Emaneti almaları için bunların üç kişi olmaları gerekmiyor mu?”
-“Evet” diye cevab verir şaşkın adam.
Çocuk devam eder:
-“Öyleyse söyle onlara: “getirsinler arkadaşlarını, alsınlar paralarını!”
ŞAİR İMAM ŞAFİÎ
İmam Şafiî Hazretleri, sürekli seyahat eder, devrinin ilim adamlarını araştırır, bulur, önlerine diz çöküp, tedrisatlarına tâbi olur. Meselâ, Medine’ye gider, İmam Malik’i bulur ve dokuz yıl boyunca onun eğitiminden geçer. Yetinmez, Irak’a Bağdad’a gider. Orada İmam-ı Azam’ın talebelerinden İmam Muhammed’i bulur, eğitiminden geçer. İmam Muhammed, oğlu gibi sevdiği bu gencin annesiyle evlenir. Öğrenme azmi durulmayan İmam Şafiî fıkhın dışında pekçok ilimle uğraşır, Mısır, Yunan, Fars ve Hint kültürlerini inceler, kimya, matematik, astronomi ve tıbla ilgilenir.
Aynı zamanda bir mezhep imamı olan öğrencisi Ahmed bin Hanbel onun hakkında şöyle der: “Kimin elinde kağıt ve mürekkeb varsa, boynunda Şafiî’nin minneti vardır.”
İmam Şafiî, genç yaşlarda dilin önemini kavrar ve Arabçasını geliştirebilmek maksadıyla çöle gider. Arabların en fasih dile sahib kabilesi Beni Huzeyl’e katılır. 10 yıl boyunca orada kendini eğitir. İşte burada geçen yıllarında Arab şiiri ile tanışır. Tanışmakla kalmaz, her şiiri hafızasına kazır. Cahiliye devrini ve ilk dönem İslâm edebiyatını bilen meşhur dilci al-Asmaî, Huzeyl kabilesinin şiirini Şafiî’den dinleyerek tashih eder.
“Üç yüz deli şairden şiir okurum” diyen İmam Şafiî, şairi de şöyle tarif ediyor mısralarında:
“İyi şair, kara bir yılan; gömleğinden sıyrılmış
Şiir onun salyası ve özüdür”
İMAM ŞAFİÎ DİVANI’NDAN
Dostluk Hakkında
Zor günde faydası olmayan arkadaş
Düşmanına yakındır kıyaslanırsa
Hangi asırda yaşarsa yaşasınlar
Gerçek dostlar ve kardeşler
Ortaya çıkar o kederli ânlarda.
Şöhret Hakkında
İyi insan bir mertebeye gelir
Adı yücelince dillerde
Öyle ki yapmadığı hayırlar bile
Onun ismiyle anılır.
Kötü insanın çoğalınca günahı
Kötülükte tekamül eder de
Başkalarının günahları bile
Üstüne kalır.
Akıl Hakkında
İsteğine ulaşsaydın yalnız akılla
Dünyadan rızıklanmış olarak gelip geçmezdin.
Cehaletine rağmen mal verildi ve yaşadın onunla
Rızık verilmiş ilk deli sen değilsin.
Hürriyet Hakkında
Musibet ne evin yıkılmasıdır
Ne de koyunun devenin telef olması
Andolsun ki
Musibet kaybetmektir hür bir adamı
Ki onun ölümü
Öldürür halkı.
Bana Yetişebilir Misin?
İlim tasnifiyle uykusuz kalmam
Daha hoş gelir bana
Süslü, güzel bir kadından
Boyunlardaki kokudan.
Kalemimin kağıtlar üzerindeki hışırtısı
Daha hoştur
İnsanlara karışmaktan ve âşıklardan.
Kızın defe vurmasından daha tatlıdır
Yapraklarından kumlar dökülsün diye
Defterlerime vurmam.
Derste sevinçle eğilmem
Üstüne çözmek için
İlmi bir meselenin
Daha lezzetlidir şarabından sâkinin.
Ben uykusuz gecelerken
Uyuyordun sen
Nasıl bana yetişirsin
Durum böyleyken.
Yazmak
İlim avdır, yazmaksa bağlamak onu.
Sağlam iplerle bağla avını.
Başıboş bırakmak halkın içinde
Ne aptallık avlayıp da ceylanı.
Şiir
Şiirle uğraşmak vakarını azaltmasaydı âlimlerin
Bugün Lebid’den daha iyi şairdim
Ve daha cesurdum savaşta aslanlardan
Muhelleb Âilesinden Yezid Oğullarından
Rahman olan rabbimden korkmasaydım
İnsanların tümünü kölem sanırdım.
Edib Hakkında
Bir topluluğa düştüm, edibin kıymetini bilmez
Başı kuyrukla değişirlerdi.
İnsanlar bir araya toplansa da
Fark vardır aralarında
Akılda, asalette, âdapta
Nasıl saf altına renkçe benziyor sarı
Ve nasıl altın üstün tutuluyorsa
Şayet buhur dalından güzel koku çıkmasa
Fark bulamazdı kimse odunla arasında.
Musibetin Beteri
Abartıp insanlar kadınları, dediler
Kadın sevgisi ne zorlu imtihandır
Kadın sevgisi meşakkat değil ama
Zorluk sevmediğine yakın olmaktır.
(*) Ahmed Sırrı Arvas, Gönül Kılavuzları, Elest yay., İstanbul 2004, s. 19
Kaynaklar
1- Divan-İmam Şafiî’nin Şiileri-, Tercüme: A. Ali Ural, Şule Yay., İstanbul 2002
2- Ahmed Sırrı Arvas, Gönül Kılavuzları, Elest yay., İstanbul 2004