İNSANLARIN FİİLLERİ VE İRADE
206 Kullardan ve diğer canlılardan zuhur eden fiilleri Allahû Teâla (cc) yaratmıştır.(163) Fiil; mümkünü, imkan halinden alıp gerçek varoluşa irca etmekten ibarettir. Bu noktada karşımıza "Halk" ve "Kesb" ıstılâhları çıkar. Herhangi bir fiili Allahû Teâla (cc)'nın yaratmasına "Halk" denir. Kulun yaratılmış olan o fiili kendi ihtiyariyle işlemesine "Kesb" denilir. Sadrüddin Teftazani: "İnsanların sevab ve mükâfat almaya, ceza ve azab görmeye esas teşkil eden ihtiyari fiilleri vardır"(164) hükmünü zikreder. Dolayısıyla "Kesb" insanın kudret mahallinde (yani bedeninde) bulunur. Sonuç olarak: Allahû Teâla (cc) hâlik (yaratıcı) dır. İnsan Kâsib(Kazanan)dir.
207 Şeriat'a uygun olan her fiil Allahû Teâla (cc)'nın rızasıyladır.
208 Çirkin olan insan fiili (yani dünyada yerilme ve ahirette azab görme durumu ile ilgili bulunan) Allahû Teâla (cc)'nın rızasıyla değildir. Kur'an-ı Kerim'de: "Eğer küfrederseniz, şüphesiz ki Allah sizden müstağnîdir. Bununla beraber Allah, kullarının küfrüne razı olmaz"(165) hükmü beyan buyurulmuştur.
209 İnsanın fiillerinin oluşmasını ve meydana gelmesini sağlayan kudrete "İstita'at" denir. Ayrıca sebeb, alet ve organların sıhhatli ve salim olmalarına da isim olarak kullanılmıştır. Nitekim "Ona (Kabe-i Muazzama'ya) bir yol bulabilenlerin (İstita'at sahibi olanların beyt-i hacc (ve ziyaret) etmesi Allah'ın insanlar üzerine bir hakkıdır"(166) Ayet-i Kerimesinde "istita'at" bu manada kullanılmıştır. Allahû Teâla (cc)'nın tekliflerinin sıhhati bu istita'ata dayanır. Zira insana gücünün yetmediği bir şey teklif olunmamıştır. Allahû Teâla (cc)'nın tekliflerinin tamamı, insanın istita'atı dahilindedir. Ehl-i Sünnet'e göre, Teklif-i ilâhinin gayesi imtihandır.
210 Helal olsun, haram olsun herkes kendi rızkını tam olarak alır. Bir kimsenin, başka birisinin rızkını yemesi asla tasavvur edilemez. Kur'an-ı Kerim'de: "Hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkı Allahû Teâla (cc)'ya ait olmasın"(167) hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Rızkı tamamlanıncaya kadar hiç kimsenin ölmeyeceği bana vahyedildi. O halde Allahû Teâla (cc)'ya karşı gelmekten sakınınız. Rızkınızı araştırırken güzel (Şer'i şerife uygun) bir yol tutunuz"(168) buyurduğu da malûmdur. Sonuç olarak, herkes kendi rızkını yer.
211 Ecel birdir. Asla tegayyür etmez. Ölüm Allahû Teâla (cc) tarafından yaratılır. Ne yaratma, ne de kesb yönünden insanın buna herhangi bir tesiri yoktur. Maktûl eceliyle öldüğü gibi, intihar eden de eceliyle ölmüştür. Zira "Ecel" vakit ve vade manasına gelir.
SİYASET, HİLAFET VE İMAMET MESELESİ
212 Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer birşey hakkında çekişirseniz onu Allah'a ve Peygambere döndürün. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bu hem hayırlı, hem netice itibariyle daha güzeldir" (En Nisâ Sûresi: 59) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Şafii (rha) bu Ayet-i Kerime'yi zikrettikten sonra: "Araplar imamet diye bir müesseseden habersizdiler. O dönemlerde Araplar indinde, bazı kimselerin, diğer bazı kimselere itaat etmesi sevimli bulunan birşey değildi. Kat'iyyen beğenilmezdi. Allahû Teâla (cc) ulû'l-emr'e itaati de emretmektedir. Ancak bu mutlak manada itaat değil, istisnai bir itaattir. Yani hak ve vecibelerde itaat!..
"Eğer birşeyde ihtilafa düşerseniz, çekişirseniz" Ayet-i Kerimesi, eğer siz ve itaat etmekle emrolunduğunuz emir ile bir konuda anlaşamazsanız, o konuyu Allahû Teâla (cc)'ya ve Resûlüne bırakın demektir. Şunu biliyoruz ki bu farza riayet edilince, ihtilaf ortadan kalkar"(169) buyurmaktadır. İbn-i Kesir: "Allahû Teâla (cc)'ya itaatten murad, Kur'an-ı Kerim'in hükümlerine uymaktır. Peygambere itaattan murad, sünnet'e riayet etmektir. "Ulû'lemri minküm"den murad da, ümmet üzerinde velâyet hakkı bulunan alimlere itaat etmektir"(170) hükmünü zikreder. Konunun devamında da: "Allahû Teâla (cc)'ya isyan hususunda mahlûka itaat yoktur" hadis-i şerifini zikrederek, emir sahiplerine ancak şer'i şerifle sınırlı bir itaatin sözkonusu olduğunu kaydetmektedir.
213 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Her kim imama (Ulû'lemr'e) itaatten bir el kadar ayrılırsa, kıyamet gününde Allahû Teâla (cc)'ya ameli hususunda, lehinde hiçbir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Her kim de boynunda bey'at olmadığı halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölür"(171) buyurduğu bilinmektedir. Ümmetin velâyetine haiz bir halife var iken o'na bey'at etmemek büyük bir tehlikedir.
214 Sahabe-i Kiram, Resûl-i Ekrem (sav)'in vefatından sonra en önemli iş olarak imam (Ulû'lemr) tayin etme işini görmüşlerdi. Hatta Ulû'lemr seçme işini, Resûl-i Ekrem (sav)'i defin etmekten daha önemli buldukları bilinmektedir. İbn-i Abidin: "Mucizeler sahibinden murad bittabi Peygamberimiz (sav)'dir. Pazartesi günü vefat etmiş, salı günü yahud çarşamba akşamı veya çarşamba günü defin edilmiştir. Bu arada Ashab-ı kiram herşeyden evvel müslümanların başına bir halife seçmekle meşgul olmuşlardır. Bu sünnet bugüne kadar devam edegelmiştir. Bir halife vefat etti mi, yerine başkası seçilmedikçe defin edilmez"(172) hükmünü zikreder.
215 İmam Ebû Muin En Nesefi: "Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan imamı görmeden bir günün geçmesi caiz değildir. İmametin hak olduğunu kabul etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dini hükümlerden bir kısmının caiz olması, imamın varlığına bağlıdır. Cum'a namazı, bayram namazları ve yetimleri evlendirmek vb. gibi. İmamı inkâr eden kimse farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur"(173) buyurmaktadır.
216 Kitap, sünnet ve sahabe-i kiram'ın icmaı ile sabit olan; mü'minlerin, kendi içlerinden bir ulû'lemr seçmelerinin farz olduğudur. Zira kâfirlerin mü'minler üzerinde velâyet hakları yoktur.(174) Ayrıca Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerin dışında (ve o hükümlerin yerine kâim olmak üzere) hüküm icad eden ve yeryüzünü fesada veren güçlerle cihad etmek farzdır.
217 Sadrüddin Teftazani: "Şer'i vazife ve vecibelerin pek çoğunun yerine getirilmesi halifeye bağlı olduğu için, müellif Ömer Nesefî buna işaret ederek dedi ki: "Müslümanlar için bir imama mutlak sûrette ihtiyaç vardır. Müslüman halkla ilgili dini hükümlerin infazı, cezaların tatbiki, düşmanlara karşı ülke sınırlarının korunması, müslümanlardan ordu teşkil edilmesi, sadakaların, yani vergilerin toplanması, zorbaların, soyguncuların ve eşkiyaların zabt-u rabt altına alınarak kahredilmesi, Cum'a ve bayram namazlarının ifa (edâ) edilmesi, insanlar arasında ortaya çıkan ihtilâfların ortadan kaldırılması, hukuk üzerine kaim olan şahidliklerin kabulü; velileri bulunmayan küçük yaştaki oğlan ve kızların evlendirilmeleri ve ganimet mallarının taksim edilmesi gibi önemli hususlar imam sayesinde icra edilir."(175)
218 Hilâfet veya İmamet ile birlikte ele alınması gereken konulardan birisi de siyasettir. Emir, nehiy ve terbiye gibi manalara gelen siyaset kelimesi, sase fiilinden masdardır. İbn-i Abidin "Siyaset"i şu şekilde tarif ediyor: "Siyaset, halkı dünya ve ahirette kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salah ve menfaatlerine çalışmaktır."(176)
219 Akil-baliğ olan mü'min her erkek ve kadının siyasi hakları mevcuttur. Resûl-i Ekrem (sav)'in erkek ve kadın herhangi bir ayırım yapmadan hepsinden bey'at aldığı mütevatir haberlerle sabittir. Siyaset ile istişareyi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kur'an-ı Kerim'de Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben: "(O vakit) Sen Allah'tan bir esirgeme sayesindedir ki, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın onlar etrafından herhalde dağılıp gitmişlerdi bile!.. Artık onları bağışla (Allah'tan da) günahlarının affolunmasını iste. İş hususunda onlarla istişare et!.."(177) hükmü beyan buyurulmuştur.
Bu Ayet-i Kerime'de istişare emir sıgasıyla belirtilmiştir.Resûl-i Ekrem'in (sav) hakikati tesbit için; diğer insanlarla kıyaslandığı zaman, istişareye ihtiyacının olmadığı söyleyebilir. Ancak ashabına ve daha sonra gelecek olan mü'minlere istişare usûlünü ve edebini öğretmesi zarurudir. Hakkında nass bulunmayan meselelerde, ilim ve rey sahibi olan insanlarla istişare etmek vaciptir. İmam-ı Kurtubi; "istişareyi terkederek, zorbalığa sapan imam'ın azlinin gerektiğini" beyan etmektedir.(178) Kur'an-ı Kerim'de sûrelerden birisinin ismi de: "Şûrâ Sûresi'dir" Bu sûrede mü'minlerin vasıfları beyan buyurulurken: "Onlar (Mü'minler) meselelerini aralarında istişare yolu ile hallederler"(179) denilerek, bu vasıf övülmektedir. Resûl-i Ekrem (sav)'in sahabesiyle önemli olan her konuda istişare ettiği bütün muteber hadis mecmualarında kayıtlıdır.
220 Günümüzde bazı müellifler İslâm dininin istişareye verdiği önemi dikkate alarak: "- Gerçek demokrasi İslâm dininde mevcuddur" tezini ileri sürmektedirler. Demokrasi; aralarında hiçbir ayırım gözetmeksizin bütün vatandaşların katıldığı bir yönetim biçimidir. Demokrasi Allahü Teâlâ'nın (cc) indirdiği hükümlere değil, insanların siyasi tercihlerine dayanan bir siyasi rejimdir. Çoğunluğa iktidar yetkisini kullanma, azınlığa da haklarının korunması şartı ile iktidara rıza gösterme prensibini tavsiye eder. Bu bir anlamda insanın kendi kendisini "Hüküm koyucu" ilan etmesini beraberinde getirir.
Mesela "Mekke Döneminde" demokratik manada bir seçim yapılsaydı, Ebû Cehil ve taifesinin iktidara gelmesi kaçınılmaz olurdu. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: istişare ile demokrasi arasında bir münasebet yoktur. İslâm fıkhında istişare; hakkında kat'i nass bulunmayan konularda , ilim ve rey sahiplerinin görüşlerinden istifade ederek en doğru kararı verme usûlüdür. Günümüzde demokrasi; hem bir siyasi rejim, hem "hakimiyeti kayıtsız ve şartsız insana tahsis eden" insanların savunduğu bir ideoloji haline gelmiştir.
Diğer ideolojiler gibi, kuvvet ve kudret sahiplerinin hevâlarına göre keyfiyet değiştirebilmektedir. Hakkı ve hukuku değil, toplumu yönlendirebilen çevrelerin tercihini ön plâna çıkaran ideolojik demokrasi ile İslâm'ın temel hedefleri arasında önemli farklar vardır. İslâm'ın temel hedefi; insanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerini muhafaza etmek, hakkı ve hukuku korumaktır. İktidarın teşekkülünde, denetlenmesinde ve devredilmesinde insanların rızasını esas alan hilâfet rejimi de (bazı benzerlikler bulunsa bile) demokrasiden farklıdır.
221 Bilindiği gibi imamet; din ve dünya işleri hususunda Peygamber (sav)'e halife olarak umumi bir riyasettir. Dolayısıyle mü'minlerin imamının muktedir; yani hükümleri infaz ve ceza hukukunu icra edebilir olması şarttır. Gerek ilim, gerek takva noktasından zamanın en üstünü olması gerekmez. Ayrıca masum (günahlardan korunmuş) olması da şart değildir.
222 İmamın kâmil ve kesin bir velâyete sahip olması şarttır.(180) Bunun mahiyeti şudur: İmamette aranan vasıfların bir şahısta toplanması zaruridir. İmam-ı Merginânî: "Kâfirlerin, müslümanlar üzerinde velâyet hakları yoktur"(181) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. İbn-i Abidin imamda aranan şartları şu şekilde izah etmiştir: "Halifenin, müslüman ve hür olması şarttır. Zira kâfir, müslüman üzerine veli olamaz. Köleden de halife olmaz. Çünkü onun (kölenin) kendisine veli olmaya hakkı yoktur. Başkasına nasıl veli olabilir. Sabi ile deli de, köle gibidir. Kadından da halife olmaz. Çünkü kadınlar evlerinde oturmakla memurdurlar. Onların hali tesettüre mebnidir. Peygamber (sav) buna işaretle, hükümdarları kadın olan bir kavim nasıl felâh bulur?" buyurmuştur.
(182) 223 İmamın zâhir ve açıkta olması gerekir.(183) Zalimlerin galebe çalması ve düşman korkusu sebebiyle, halkın gözünden gizli olması mümkün değildir. İmamiyye Mezhebi; 12. imamın gizli oluğunu ve gelecekte zuhur ederek yeryüzünü adaletle dolduracağını iddia etmektedir.(184) Bir İslâm toprağı istilâya uğrarsa, orada bulunan müslümanların kendi aralarından birisini emir tayin etmeleri vaciptir..(185) Zira müslümanlar küfür ahkâmına razı olamıyacakları gibi, kâfirlerin velâyetini de kabul edemezler. Dünyanın en ücra köşesinde bile olsa, üç müslümanın kendi içlerinden bir emir seçmeden yaşamaları helâl olmaz.(186)
İNSANI KÜFRE DÜŞÜREN HALLER
224 Önce küfür kelimesi üzerinde duralım. Arapça bir kelime olup "Kefera" fiilinden masdardır. Lûgat manası: "Bir şeyi örtmek, gizlemek, varlığı istifhama yer bırakmıyacak derecede açık olan bir şeyi, sun'i olarak gizlemektir."(187) Delâlet-i ve subûti kat'i nass'ları tasdik etmeyen ve Allahû Teâla (cc)'yı inkâr edenlere kâfir denir. İmam-ı Gazali küfrü "Resûl-i Ekrem (sav)'in getirmiş olduğu haberlere inanmamak ve onları yalanlamak"(188) şeklinde tarif etmiştir. İbn-i Abidin: "Küfür lûgatta örtmek manasınadır. Şeriatte ise: Hz. Muhammed (sav)'in kesin olarak dininden olup, Cenab-ı Hakk (cc) tarafından getirmiş olduğu bilinen şeylerde Resûlullah (sav)'ı yalanlamaktır"(189) tarifini esas almış!.. Allahû Teâla (cc)'ya iman etmeyen, Resûl-i Ekrem (sav)'in tebliğini kabul etmeyen ve "Zarurat-ı Diniyye" den olan hususları inkâr edenlere kâfir denir. Çoğulu "Küffâr" veya "Kefere"dir.(190)
225 Küfür ile birlikte ele alınması gereken diğer bir kavram da "şirk"tir. "Eş-Şerike" veya "Eş-Şirke" şeklinde kullanılan bu kelimenin lugat manası ortaklıktır.(191) İki ortağın sermaye ve emeklerini birbirlerine katmaları, mirasta, ganîmette, alım ve satımda birbirine şerik (ortak) olmalarına "Şirket" denilmiştir.(192) İslâmi ıstılâhta şirk; Allahû Teâla (cc)'ya inanmakla birlikte kudret ve kuvvette O'na (Allah'a) denk başka ilahları da tanımaktır. Açıktan açığa Allahû Teâla (cc)'ya ortak koşan, birkaç ilahın varlığını kabul edenlere "Zahiri Müşrik" denir. Allahü Teâlâ 'yı(cc) ikiye ayıran, hayrı yaratan "Yezdan", Şerri yaratan "Ehremen"dir diyen mecusiler, zahiri müşrik hükmündedir.(193) Allahû Teâla (cc)'ya lâyık olmadığı sıfatları nisbet edenler de müşriktirler. Hristiyanlar "Hz. İsa Allah'ın oğludur", Yahudiler de "Hz. Üzeyr Allah'ın oğludur" diyerek şirke düşmüşlerdir. Hristiyan ve Yahudiler, "Hakiki Müşrik" hükmündedirler.
(194) Küfür ile şirk kavramı arasında, lafzî ayrılık mevcuttur. Her müşrik, aynı zamanda kâfirdir. Buna mukabil her kâfir, müşrik vasfı ile anılmayabilir. Ancak itikadî açıdan mahiyet birliği sözkonusudur. Hanefî fukahası: "Küfür tek millettir" .(195)hükmünde ittifak etmiştir.
226 Konumuzla ilgili olarak diğer bir ıstılâh da "İrtidat"dır. Reddetmek, geri çevirmek ve bir işten rücû etmek gibi manalara gelen "İrtidat"; İslâmî ıstılahta; iman ettikten sonra, küfre rücû etmeye (dönmeye) verilen isimdir.(196)