Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ezan ve çan diyaloğ için katlanıcan (1 Kullanıcı)

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Ünlü Mardin sempozyumunda ezan ile Çan aynı ana denk getirildi.

“Diyalog” uğruna yapıldı bu iş.

Tıpkı 2002’de Urfa sempozyumunda papaz ile Müslüman kadını nikahladıkları gibi...

O nikah dinen caiz değildi, haramdı yani.

Nikah kadar olmasa da, ezan ile çanı bütünleştirmek, nikah gibi İslamî bir ölçüyü ilk planda sulandırmaktı.

Daha da önemlisi, Müslümanları namaza çağırmak için, ashabın; “çan çalalım ey Allah’ın resulü” teklifine, Hz. Peygamberin; “Çan olmaz, çünkü o, Hıristiyanlığın sembolüdür” cevabına da bir reddiye idi Mardin’de yapılan.
‘Ezan’, bildirmek demektir. İslam terminolojisinde ise, ezan; farz namazlar için muayyen vakitlerde mâlum lafızlarla okunan mübârek sözlere ‘ezan’ denir. Ezan okuyan kişiye de ‘müezzin’ adı verilir.

‘Ezân–ı Muhammedî’ hicretin 1. yılında meşrû kılınmıştır. Erkekler için vâcip kuvvetinde bir sünnet–i müekkededir. Meşrûiyeti kitap ve sünnetle sabittir.

Kur’ân–ı Kerim’de;

“(Ezanla) birbirinizi namaza çağırdığınız zaman...” (Mâide, 5/58),

“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman...” (Cuma, 9) buyrulmaktadır.

Hicretin birinci yılında Medîne–i Münevvere’de Mescid–i Nebevî tamamlanınca cemaatle namaz kılınmaya başlanmıştır. Namaz vakitlerinde de Hz. Bilâl–i Habeşî (r.a.) Resûlüllah (s.a.v.)’ın emriyle ‘es–Salâh’ (Namaza–namaza) veya Müslümanların güzel bir cemaat hâlinde yaşamalarına vesîledir, birtakım güzellikler ve şükür nevilerini ihtivâ etmektedir) diye seslenirdi. Ancak bu, Müslümanları, zamanında cemaate toplanmaya ve cemaatle namaz kılmanın sevabına naile olmaya yetmiyordu.

Bu sebeple cumayı ve beş vakti zamanında bildirecek bir alâmete ihtiyaç duyulmuştu.

Bu iş için Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’in riyâsetinde bir müşavere heyeti toplandı. Meclis’te hazır bulunan ashâb–ı güzîn tarafından çeşitli teklifler ortaya konuldu.

Bu teklifler; namaz vakitler;

a– boru çalınarak,

b– ateş yakılarak,

c– çan çalınarak,

d– veya yüksekçe bir yere bayrak dikilerek haber verilmesi tarzındaydı.

Fakat peygamberimiz (s.a.v.) bu tekliflerin herbirini, başka millet ve dinlere ait olması sebebiyle münâsip görmemişti.

Mesela; Çan çalalım teklifine, bu Hıristiyanlığın tarzıdır diye reddetmişti.

Neticede, müşâvere heyeti bu hususu karara bağlayamadan dağıldı.

Nihâyet ashâb–ı kirâmdan bâzı zevâtın aynı şekilde görmüş oldukları sâdık bir rüyâya ve onu te’yid eden bir vahye dayanan bildiğimiz üslûb ve tarzda ezan okumaya başlanmıştır.

Ezanla alâkalı rüyayı ilk gören, Ensâr’dan Abdullah bin Zeyd (r.a.)’dir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Abdullah’ın bu rüyası üzerine, ‘İnşâallah, bu hak rüyâdır. Gördüğünü Bilâl’e öğret; çünkü onun sesi, senin sesinden güzeldir’ buyurdu. O da Efendimiz’in emirleriyle, rüyasında öğrendiği bu ezânı, Bilâl–i Habeşî (r.a.)’ye öğretti. Hz. Bilâl de Medîne’nin en yüksek yerine çıkarak, Zeyd (r.a.)’den öğrendiği bu ezânı yüksek ve çok tatlı bir sesle okudu. ‘Ezân–ı Muhammedî’nin Medine semâlarına yayıldığı sırada, bu ilahî dâveti duyan Hz. Ömer (r.a.) evinden çıkıp koşa koşa Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’e gelerek, ‘Ya Resûlüllah, aynı rüyâyı ben de gördüm’ dedi. Ve o sırada ilâhî vahy de (Cuma, 9) gelmiş bulunuyordu.

‘Ezan’ ve ‘İkâmet’, ister mukim ister seferî olsun, farz namazların edâsında, kazâsında ve cuma namazında erkeklere müekked bir sünnettir... Beş vakit namazı tek başına dahi kılsalar ezan ve ikâmet getirmeleri gerekir.

‘Ezan’ ağır ağır, ikâmet ise sür’atli okunur. ‘Ezan’ın ezan olduğu anlaşılsa bile, Arapça olmayan bir dille okunması kâfi gelmez, böyle bir ezâna itibar edilmez.

‘Ezan’ı vaktinden önce okumak da câiz değildir. Şayet okunmuşsa, vakit girdikten sonra iâde edilir, yani tekrar okunur. Buna da müezzinlerin çok dikkatli etmesi gerekir. Zira Tirmizî’de geçen bir hâdis–i şerifte Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ‘imam (cemaatin namazının) mesûliyetini üzerine almıştır. Müezzine de (namaz vakitleri) emânet edilmiştir...’ buyurmuşlardır.

‘Ezan’ ve ‘İkâmet’i dinleyen kimse, müezzinin söylediklerini aynen söyler. Sadece ‘hayye alessalâh’ ile ‘hayye alel felâh’ları söylemez... Müezzin bunları okurken, dinleyen de, her seferinde ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azıym’ der. ‘Ezan’ bittikten sonra da,

‘Allahümme Rabbe hâzihiddâ’vetittâmmetî vessalâtil kâimeti Âti Muhammedenil vesîlete vel–fazîlete veb’ashü makâmen Mahmûdenillezi veattehû inneke lâ tuhlifül mîâd’ diye duâ etmelidir.

Çünkü böyle duâ eden, Hz. Peygamber’in (as) şefaatine laik kazanmış olur.

Bu duânın meâli şöyledir:

‘Allâh’ım! Ey bu tam dâvetin, yâni mübârek ezânın ve kılınmak üzere bulunan namazın mukaddes Rabbi. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e vesîleyi ve fazîleti ihsan et ve O’nu, kendisine va’d buyurmuş olduğun Makâm–ı Muhmûd’a eriştir. Şüphe yok ki, sen va’dinden dönmezsin.’

Vesîlenin cennette bir âlî makam, faziletin de yine yüksek bir makam, Makâm–ı Mahmûd’un ise şefâat–ı kübrâ makâmı olduğu beyan olunmaktadır. Binâenaleyh böyle bir duâda bulunmak, Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.)’e muhabbetin ve kuvvetli bir irtibatın alâmetidir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt