Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Genç Olmak İstemiyorum!!! (1 Kullanıcı)

hafizkiz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
manevi iklimden selamlar






Kabaca insan ömrünü çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık olmak üzere üç safhaya bölebiliriz. Gençlik, bu evrelerin en önemlisidir. Çünkü çocukluk ve ihtiyarlık dönemleri, aklın ve bedenin verimliliğinin az olduğu dönemler olarak karşımıza çıkar. Oysa gençlikte insanın, bedeni ve zihni yapısı işlevsellik bakımından oldukça verimlidir. Bu dönemlerde hedefler tayin edilir ve insan o doğrultuda kendisini yetiştirir ve/veya geliştirir. Tercihlerimizi doğru olarak seçmek, hayatımızın akışkanlığını kolaylaştıracağı gibi, huzurlu olmasını da sağlayacaktır. Yanlış tercihler, suyun ters yöne akmasındaki gibi zor ve sıkıntılı bir durumu doğuracaktır. Adımlarımızı atarken rehberimizi iyi seçmek durumundayız. Kılavuzu karga olanın akıbeti herkesçe malum!

İnsan ömrünün kısa oluşu, gençlik yıllarının çok iyi değerlendirilmesini zorunlu kılıyor. Bu dönemlerdeki yalan yanlış eğilimler, ileriki hayata olumsuzluk kattığı gibi, hayatı çekilmez ya da anlamsız kılabiliyor. Gençliğimizi, sapkın fikirlerin ve malayani işlerin peşinden koşarak sarf etmek, gençlik nimetini israf etmek olur. O yüzden gençliğin her anını çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Yalnız her anını değerlendirmek demek, dünyevileşmek gibi algılanmamalıdır. Toplumumuzdaki bu şekil yanlış algılayış, tecrübesiz olan gençleri yanlış yönlendirmekten öteye geçmiyor. “Gençtir yapar, cahildir yapar” diyerek, evlatlarının İslam dışı davranışlarını normal gören şuursuz ebeveynler yanlışa düşmektedirler. Kişiliğin oluştuğu bu devrelerde böylesi bir tutum elbette gençleri menfi yönde etkilemektedir.

Anneler ve babalar olarak bize düşen, genç yavrularımızı çevrenin tüm olumsuz koşullarına rağmen “Rızayı İlahiye” uygun olarak yetiştirmektir. Elbette iş sadece anne ve babanın sorumluluğunda bitmiyor. Gençlerin sorumsuzca davranarak, nasıl olsa gencim diyerek fani dünya zevklerine dalmaması gerekir. En verimli çağlarını, Allah ve Resulünden uzak geçirmemelidir. Yaşlanınca ibadet ederim diyerek, dini, ihtiyarlık kavramının içine hapsetmemelidir. Yarın mahşer yerindeki sıkıntılı bekleyişte, herkesin günahları mesabesinde terlerine batacağı o günde, gençlikte yapılan ibadetin arşın gölgesinde gölgelenmeye vesile olacağı unutulmamalıdır. Bu müjdeli haberi hep hatırda tutarak hareket etmemiz, yararımıza olacaktır.

Adımlarımızı atarken rehberimizi iyi seçmek durumundayız demiştik. Hayatımızda rehber edinmemiz gereken sayısız örnekler bulunmaktadır. Bu güzel şahsiyetlerden bir kaçını, tabi dilimizin döndüğü kadarıyla sizinle paylaşmak yerinde olacaktır.

Hazreti İbrahim (a.s.), oğlu İsmail’i Allah (c.c.) yolunda kurban ederken, Hz. İsmail’in teslimiyeti ve babasına olan itaatkâr tavrı, anne ve babaya itaat etmede tüm Müslüman gençlere bir ders vermektedir. Geçmişte İbrahim (a.s)’i yakmayan Nemrut’un ateşi şimdi İsmail (a.s)’in boynuna vurulan keskin bıçağın kesmemesinde tekrar tezahür etmişti. Çünkü yakıcılık ve kesicilik ne ateşin nede bıçağın kendisindeydi. Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’in kurtuluşu, Allah’a olan bağlılıkla mümkün olmuştu.

Günümüzde baba ve oğul arasındaki çatışmanın sebebi dinden kopuk bir hayat tarzını benimsemiş olmamızla paralellik arz etmektedir. Ahir zamanda artan Nemrutları ve küfür ehlinin bilediği sayısız bıçakları [bıçak derken geniş manada] düşündüğümüzde, genç yaşta Allah (c.c.)’a bağlanmanın önemi daha da iyi anlaşılacaktır.

Hz. Yusuf’un, Züleyha’yı zindana girmek pahasına da olsa elinin tersi ile itmesindeki hayâlı tavır da, gençlere örnek teşkil etmelidir. Ancak hayâ kavramından uzaklaşmış gençlerin, kendilerine yönelen günahı bertaraf etmek yerine, böylesi durumları kollayan taraftar konumuna geçmesi oldukça acı bir durumdur. Maalesef şimdiki genç neslin ortak zaaflarından biri de haram olan şeylerden (kendince) fayda sağlama arzusunda olmasıdır. İslam’ın öngördüğü mahremiyeti yok sayarak, helali olmadığı halde olur olmaz yerlerde buluşup, uygunsuz hareketler yapan genç kızlar ve genç erkekler aile müessesesini ortadan kaldırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmekteler. Bu konuda duyarlılık gösterip, gençleri kötü davranışlardan uzaklaştırmamız gerekir. Yoksa akıbetimiz gayri İslami toplumların akıbetine denk düşecektir.

İnsani vasıfların zirvesi olan Efendimiz (s.a.v)’in gençliği de ibretli örneklerle doludur. Nübüvvet gelmeden önce bile herkesin canını, malını hatta ırzını bile emanet edebileceği güvenilir bir kimse olarak, etrafındakiler tarafından “emin” sıfatıyla kabul görmesi. Mekke’de asayişin son derece azaldığı, tüccarların malının gasp edildiği o dönemlerde, haksızlığın önüne geçmek için kurulan “Hilfu’l-Füdul (fazilet sahiplerinin yemini)” cemiyetinin içinde yer alması, Kâbe’nin yeniden inşasından sonra Hacerül Esved taşının yerine konulmasındaki anlaşmazlıkta olası faciayı önleyen “Kâbe Hakemliği”, bu örneklerden sadece birkaçı.

Toplumun/Devletin, inşasında, gelişmesinde ve bekasında gençlerin oynadığı rol oldukça önemlidir. Toplumların kurtuluşu için Allah (c.c.)’ın yeryüzüne gönderdiği en son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) herkesi İslam’a davet etmiştir. İlk Müslümanlara baktığımızda toplumun her kesiminden insanla karşılaşırız. Hepsindeki ortak payda ise gençlerin çoğunlukta olmasıdır. Efendimiz ( s.a.v)’in gençlere verdiği değer oldukça önemlidir. O gençlerden bir kaçını zikredelim:

I-) 25 yaşlarında Habeşistan’a hicret eden Cafer Bin Ebi Talib (r.a.)’in Habeş kralı Necaşi’nin karşısında diğer arkadaşlarını da temsil ederek yaptığı hikmetli konuşması, hicret edenleri geri isteyen Kureyş müşriklerinin ellerinin boş dönmesini sağlamıştı.

II-) Efendimiz (s.a.v.)’in komşu ülke hükümdarlarına ve Arap kabilelerine gönderdiği çoğu mektubu Zeyd Bin Sabit (r.a.)’in mübarek elleri yazmıştı. Ayrıca komşu ülkelerden gelen mektupları tercüme etmek için Allah Resulünün emriyle İbranice ve Süryanice öğrenmişti. Genç yaşta vahiy kâtipleri arasında yer alan Sabit (r.a.) Efendimiz vefat ettiğinde henüz 21 yaşındaydı.

III-) Uhud savaşı sırasında ordunun içinde çocuk denecek yaşta birçok sahabe vardı. Efendimiz orduyu teftiş etmek için dolaştığında, mübarek gözleri bir çocuğa ilişir. Küçük olduğunu belli etmemek için, o esnada Rafi bin Hadic (r.a.) parmak uçlarına basıyordu. Efendimiz (s.a.v.) küçük olduğu için Rafi (r.a.) ’yi Medine’ye geri göndermek istedi. İçlerinden biri, “çok iyi ok atar ya Resulullah” deyince Efendimiz (s.a.v) müsaade etti. Daha sonra Efendimizin yanına ağlayarak gelen Semüre Bin Cündüp (r.a);

- “Ya Resulullah Rafi’ye izin verdiğiniz halde bana neden izin yok? Oysa ben Rafi’yi güreşte yeniyorum” dedi. Efendimiz bir birinden yiğit iki genci hemen oracıkta güreştirir. Semüre, Rafi'yi güneşte yenince İslam ordusunun saflarına o da katılır. O gün büyük görünmek için parmak uçlarına basarak başı arşa değen Rafi (r.a) ve er meydanlarının kıyamete kadar gıptayla bakacağı başpehlivan Semüre (r.a.) daha çocuk denecek yaşta davanın ciddiyetini idrak etmişlerdi. Bu ciddiyet, gençlere ve kırkına ellisine geldiği halde, hala kendisini genç sanıp, oyunda oynaşta olanlara bir ders vermektedir.

IV-) Mus’ab Bin Umeyr (r.a.) Mekke’nin en nüfuzlu ailelerine mensup bir delikanlıydı. Güzelliği dillere destan, bir giydiğini bir daha giymeyecek kadar zengin! Öyle ki Kâbe sokaklarında gezinirken, kadınlar kendilerini tutamayıp, görebilmek için evlerinin perdesini aralayarak bakıyorlardı. Mus’ab Bin Umeyr (r.a.), Efendiler efendisine bağlandığında hayatı yüz seksen derece değişmişti. Dininden dönmesi için ailesi tarafından çeşitli işkenceler gören Mus’ab (r.a.) bir keresinde aç ve susuz direğe bağlı olarak tam bir hafta geçirmişti. Bunca işkencelere maruz kalan genç sahabe Efendimizden izin alarak, iki defa Habeşistan’a hicret etti. Daha sonra dönüp Efendimizin yanına gelişini, Hz. Ali şöyle nakleder; “Resulullah (s.a.v) ile oturuyorduk. Bu sırada Mus'ab bin Umeyr geldi. Üzerinde yamalı bir elbiseden başka giyeceği yoktu. Resulullah (s.a.v.) onun bu hâlini görünce, mübarek gözleri yaşla doldu” ve onun hakkında; Kalbini Allahu Teala’nın nurlandırdığı şu kimseye bakın! Anne ve babası onu en iyi yiyecek ve içeceklerle besliyorlardı. Allah için bunların hepsini terk etti. Allah ve Resulünün sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir” buyurdu. Bir giydiğini bir daha giymeyen bir genç olduğunu tekrar vurgulamakta yarar görüyorum.

25 yaşındayken I.Akabe biatından sonra Medine’ye hoca olarak gönderilen Mus’ab (r.a.), böylece İslam dinin ilk muallimi olma payesine kavuşuyor. Onun gayreti sonucu birçok Medineli Müslüman oluyor. İslam devletinin temellerinin atılmasında da büyük rolü olan Mus’ab (r.a.) İlmi sahada başmuallim iken, cenk meydanlarında bir yiğide dönüşüyor! Gayretin her türlü sahada gösterileceğini kanıtlayan mübarek insan, Uhud savaşında, Müşrik ordusundan İbn-i Kâmia adında biri Peygamberimize saldırırken, Mus'ab bin Umeyr onun karşısına çıkıyor. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus'ab bin Umeyr'in sağ kolunu kesiyor. Mus'ab (r.a.) bunun üzerine sancağı derhâl sol eline alarak savaşmaya devam ediyor. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırarak sancağın yere düşmesine izin vermiyor. Bu hâliyle bile kendini Peygamberimize siper yapan Mus'ab bin Umeyr'in üzerine hücum eden İbn-i Kâmia, vücuduna bir mızrak saplıyor. O pak beden toprağa seriliyor ve oracıkta şehit oluyor. Efendimize öyle intisap etmiş ki sirette olduğu gibi surette de ona benziyordu. Şehit edildiği vakit müşrikler Muhammed öldü diyerek sevinmişlerdi.

Allah Resulü şehit olan Mus’ab’ın başucuna gelerek Ahzâb suresinden: "Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde sadakat gösterdiler. Onlardan bazıları şehit oluncaya kadar çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler" mealindeki ayet-i kerimeyi okudu ve sonra şöyle buyurdu:

“Allah'ın Resulü de şahittir ki, siz kıyamet günü Allah'ın huzurunda şehit olarak haşr olunacaksınız.”

Daha sonra defnedilecekken üzerindeki elbise ile başını örtmek istediler ayakları açıkta kaldı. Ayaklarını örtmek istediler başı açık kaldı. Efendimiz “Onu baş tarafına çekiniz! Ayaklarını otlarla kapatınız!” diye buyurdu. Mekke’nin sayılı zenginlerinden bir aileye mensup olan genç Mus’abın davası uğrunda verdiği mücadele kıyamete dek dilden dile gönülden gönüle dolaşmaya devam edecektir. Mus’ab Bin Umeyr o gün görevini en iyi şekilde icra etti. Şimdi bilerek ya da bilmeyerek nelerin sancaktarlığını yaptığımızı iyi düşünmeliyiz. Genç sahabenin elindeki sancağı kıyamete kadar taşıyacak gençler olmak için neyi bekliyoruz?

Yukarıda zikredilen örnekler Efendimizin terbiyesiyle yetişmiş, etrafında pervane olan genç sahabelerden sadece birkaçı. Efendimiz (s.a.v.)’in çoğu savaşta sancağı taşıma görevini gençlere vermesi, yaşlı sahabelerden oluşan ordunun kumandanlığına genç sahabeleri tayin etmesi, vahiy kâtiplerini genellikle gençlerden seçmesi ve genç hocaları görevlendirmesi, gençliğe ve gençlere verdiği önemi göstermektedir.

Yakın geçmişimize bakıldığında da İslam adına dedelerinin izini süren yiğit gençler olmuştur. Çanakkale savaşında cephede çarpışarak, geçliğinin baharında şahadet şerbetini içenlerin mezar taşları bize o günden kalan vesikalardır. Anaların savaşa gönderirken, Allah’a kurban ediyorum diyerek, başlarını kınaladığı Hasan’lar unutulmamalıdır. O günün anaları kuzularını kınalayarak cepheye gönderirken, Efendimiz (s.a.v)’in cennete onları kucaklayacağını biliyorlardı. Acaba bugünün anneleri kuzularını, “cahildir yapar” diyerek cehennem çukurlarında kimlere teslim ediyor? O yüzden rehber edineceklerimizi tercih ederken, Efendimiz (s.a.v)’i ve O’nun sıkı takipçileri olan Allah dostlarını görmemezlikten gelmemiz, kendimize bu dünyada yapacağımız en büyük kötülük olacaktır.

Son olarak yukarıda belirttiğimiz sayısız güzellikteki örneklere rağmen;


Duman altı olmuş kahvehane köşelerinde Amerikan markalı sigarayı ciğerlerime çekerek kumar oynayacaksam,

Ecdadın at sırtında İslam’ın sancağını dalgalandırmak için nice savaşlar yaptığını unutup, altılı ganyan bayiinde kupon dolduracaksam,

Ne idiğü belirsiz manken veya şarkıcıların edep dışı yaşamlarını benimseyeceksem,

Saçma sapan senaryolarla ve klişeleşmiş repliklerle hazırlanmış, zihinleri bulandırmaktan öteye geçmeyen filmleri izlemek için sinema salonlarında saatlerimi heba edeceksem,

Kibrit kutusu büyüklüğündeki aletten sarkan tıpaları kulağıma takıp, ecnebi şarkılar dinleyip kendimden geçeceksem,

Şefkat dolu annemizin besmele çekerek yaptığı yemeklere burun kıvırıp, insanın kimyasını bozan hamburger ve pizzayı olmazsa olmazlar arasında görüp, Efendimiz (s.a.v.)’in ayakta yemeyi men etmesine rağmen, fastfood (ayaküstü) kültürünün bir parçası olacaksam,

Çeşitli markaların ürettiği ve üstünde koca koca logolarının bulunduğu kıyafetleri giyip, adeta yürüyen reklâm panosuna döneceksem,

Bin bir emek ve zahmetle beni büyüten anne ve babama karşı gelerek, saygısızlığı maharet addedeceksem,

Takke ve sarık takanları hor görüp, çıngıraklı soytarı şapkası takıp futbol fanatiği olacaksam,

Enerji dolu bedenimi dünyanın boş işlerinde hoyratça kullanıp, sıra namaza geldiğinde yorgunum, ağır geliyor diyerek, namazı terk edeceksem,

İçkinin haram olduğu ayet ile sabitken kasa kasa içkilerin tüketildiği partilere katılıp sabaha kadar debeleneceksem,

Nikâh ve evlilik gibi yüce değerleri yok sayıp, gayri meşru ilişkilere tevessül edeceksem,

Kısacası Allah (c.c.)’ın razı olmadığı her şeye meyledip, Resulü (s.a.v)’nün sünnetinden yüz çevireceksem
GENÇ OLMAK İSTEMİYORUM!

alıntı
 

kalbiminurlandır

Eposta Onaylanmamış Üyeler
Katılım
7 Tem 2008
Mesajlar
4,040
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
kardeşim ALLAH razı olsun. emeğine yüreğine sağlık. Rabbim onun yolundan ayırmasın bizleri.
 

namazadavet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Tem 2008
Mesajlar
9
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Başka bir konuya yazdığım cevabın burda da kısmeti varmış.

Kolaylaştırın, zorlaştırmayın,
Nefret ettirmeyin, müjdeleyin.

İnanın benim çevremde bahsettiğiniz özellikte gençler var. Ancak herkes bunları biliyor. Bunların bilincinde. Ama bu işi nasıl terkedeceğini bilmiyor. Bizde sadece böyle böyle diyoruz. Önce kendimizi kurtarıp sonra onları nasıl kurtarırız yolundan ziyade Allah ıslah etsin demekle yetiniyoruz. Elbette dua edeceğiz, ama elimizden bir şey gelirken önce onu yapıp sonra Allah'a bırakacağız. Yani hiç bir şey yapmadan Allah Islah etsin demek yanlış bence.
Zaten Peygamber Efendimiz de
Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz. demiyor mu?

Gece yarısı sırtı açık, aç, soğukta kalmış bir yoksula o anki durumdan kurtarmak için sabaha kadar dua etmek yerine üzerine bir yorgan verip ilerisi için dua etmek daha uygundur.

Burada yapılanlardan Allah razı olsun çok güzel şeyler. Ancak bazı sorunları dile getirirken çözüm yollarını da dile getirmeliyiz. (Burda biz diyerek kendimi kastettim. )
Selametle
 

hafizkiz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
manevi iklimden selamlar
Başka bir konuya yazdığım cevabın burda da kısmeti varmış.

Kolaylaştırın, zorlaştırmayın,
Nefret ettirmeyin, müjdeleyin.

İnanın benim çevremde bahsettiğiniz özellikte gençler var. Ancak herkes bunları biliyor. Bunların bilincinde. Ama bu işi nasıl terkedeceğini bilmiyor. Bizde sadece böyle böyle diyoruz. Önce kendimizi kurtarıp sonra onları nasıl kurtarırız yolundan ziyade Allah ıslah etsin demekle yetiniyoruz. Elbette dua edeceğiz, ama elimizden bir şey gelirken önce onu yapıp sonra Allah'a bırakacağız. Yani hiç bir şey yapmadan Allah Islah etsin demek yanlış bence.
Zaten Peygamber Efendimiz de
Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz. demiyor mu?

Gece yarısı sırtı açık, aç, soğukta kalmış bir yoksula o anki durumdan kurtarmak için sabaha kadar dua etmek yerine üzerine bir yorgan verip ilerisi için dua etmek daha uygundur.

Burada yapılanlardan Allah razı olsun çok güzel şeyler. Ancak bazı sorunları dile getirirken çözüm yollarını da dile getirmeliyiz. (Burda biz diyerek kendimi kastettim. )
Selametle

:G:G emeğinize sağlık olsun hayırlı cumalar
 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34


Ecdadın at sırtında İslam’ın sancağını dalgalandırmak için nice savaşlar yaptığını unutup, altılı ganyan bayiinde kupon dolduracaksam,

Ne idiğü belirsiz manken veya şarkıcıların edep dışı yaşamlarını benimseyeceksem,

Saçma sapan senaryolarla ve klişeleşmiş repliklerle hazırlanmış, zihinleri bulandırmaktan öteye geçmeyen filmleri izlemek için sinema salonlarında saatlerimi heba edeceksem,

Kibrit kutusu büyüklüğündeki aletten sarkan tıpaları kulağıma takıp, ecnebi şarkılar dinleyip kendimden geçeceksem,

Şefkat dolu annemizin besmele çekerek yaptığı yemeklere burun kıvırıp, insanın kimyasını bozan hamburger ve pizzayı olmazsa olmazlar arasında görüp, Efendimiz (s.a.v.)’in ayakta yemeyi men etmesine rağmen, fastfood (ayaküstü) kültürünün bir parçası olacaksam,

Çeşitli markaların ürettiği ve üstünde koca koca logolarının bulunduğu kıyafetleri giyip, adeta yürüyen reklâm panosuna döneceksem,

Bin bir emek ve zahmetle beni büyüten anne ve babama karşı gelerek, saygısızlığı maharet addedeceksem,

Takke ve sarık takanları hor görüp, çıngıraklı soytarı şapkası takıp futbol fanatiği olacaksam,

Enerji dolu bedenimi dünyanın boş işlerinde hoyratça kullanıp, sıra namaza geldiğinde yorgunum, ağır geliyor diyerek, namazı terk edeceksem,

İçkinin haram olduğu ayet ile sabitken kasa kasa içkilerin tüketildiği partilere katılıp sabaha kadar debeleneceksem,

Nikâh ve evlilik gibi yüce değerleri yok sayıp, gayri meşru ilişkilere tevessül edeceksem,

Kısacası Allah (c.c.)’ın razı olmadığı her şeye meyledip, Resulü (s.a.v)’nün sünnetinden yüz çevireceksem GENÇ OLMAK İSTEMİYORUM
!


Allah razı olsun kardesımm gercekten bizleri böyle olmaktan korusun Rabbimm ,
bizler ,Efendimiz salalhualeyhuvesselem zammanındaki gençler gibi olabilsek gençligimizi ebedi gençligee dönusturbılsek ahh ahh
.Allahın izniyle islamıyete faydalı gençlerden oluruz insallahh!!
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Konum
ankara
selamun aleykum.
emeğine sağlık kardeşim.
 

rojda44

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 May 2008
Mesajlar
103
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
ablacım allah razı olsun çook ii yazmışsınn benim etrafımda tanıdığım hereks böyle ha içki sigara faaln yok ama flört hayatlarının bi parçası haline gelmiş sizde çook güzel demişsiniz genç diye bütün kötülkükleri örtpas ediyorlar yazık gerçekten çook yazıka. a.e.o.
 

hafizkiz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
manevi iklimden selamlar
ablacım allah razı olsun çook ii yazmışsınn benim etrafımda tanıdığım hereks böyle ha içki sigara faaln yok ama flört hayatlarının bi parçası haline gelmiş sizde çook güzel demişsiniz genç diye bütün kötülkükleri örtpas ediyorlar yazık gerçekten çook yazıka. a.e.o.

esselamü aleyküm
Allah razı olsun kardeşim
evet maalesef gençler cahil ve büyük insanlar <onlar daha genç> diye hatalarını görmezlikten geliyolar
amma onların geleceğni kararttıklarının farkında bile değiller:a36:
 

efra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Tem 2008
Mesajlar
88
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
bu şekilde genç olunacaksa hiç olmasın
böyle gençliktense
BEN DE GENÇ OLMAK İSTEMİYORUUUM
emeğine sağlık ablacım.......
 

Sedaa_*

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 May 2012
Mesajlar
2,150
Tepki puanı
6
Puanları
0
Yaş
23
Bende olmak istemiyorum bu yaş iyi iyi çok iyi :a45:
 

nun vakti

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ağu 2012
Mesajlar
35
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Ben rabbime her namazdan sonra buna benzer dua ederim.

Huzurundan kovulcaksam annemim babamın binbir emekle kazandığı parayla son moda araba almalarını isteyip sırf kız peşinde koşcaksam bir göz açıp kapama süresi olsun sensiz ve efendimsiz kalacaksam al rabbim al canımı. ben sizsizliğe mahkum olmadan al beni bu dünyadan.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Bazı şeyler vardır, anlatmakla öğrenilemez; ancak yaşamakla öğrenilir. Yaşamayan bilmez. Çocuğa ateşin yaktığını ne kadar anlatırsanız anlatın, onu tatmadıkça, acısını hissetmedikçe gerçek manada ateşin ne olduğunu anlayamaz.

Yaşamadıkça zararının tam olarak anlamanın mümkün olmadığı hususlardan biri de şöhret ve paradır. Bilhassa gençlerimiz bu iki arzuya kavuşmak ve “sanatçı” olmak için maddi-manevi pek çok değerlerini feda ediyorlar. Halbuki “Dışı seni, içi beni yakar” misali arzulardır bunlar.


Bu arzuların zararlarını Sevgili Peygamberimiz bakınız kısa ve öz olarak nasıl ifade buyuruyorlar:
“Mal ve şöhret hırsının insana vereceği zarar, iki aç kurdun bir koyun sürüsüne saldırdığı zaman vereceği zarardan daha çoktur.” “Bir vadi dolusu altını olan, bir vadi dolusu daha ister!” (Buhari, Rekaik 10)

Akıllı insanlar, dinimizin bildirdiği nasihatlerden, başkalarının tecrübelerinden istifade etmesini bilirler. Küçük çocuklar ve ahmaklar ise kendileri tecrübe etmedikçe gördüklerine, başkalarının tecrübelerine inanmazlar.


Şimdi sözün burasında şan-şöhret sahibi bir hanım sanatçımızın yaşadıklarını, şöhret ve paranın insanı ne hale getirdiğini kendi ağzından sunmak istiyorum. Bu röportajı magazin yazarı Kenan Erçetingöz yapıyor. Sanatçımız şu ibretlik sözleri söylüyor:


“Bu para denilen illet, insanı hakikaten yoldan çıkartır. Yani deli gibi para harcarsın, 55 metrelik yat yetmez 75 metre alırsın. Evin içinde 10 hizmetçi yetmez 20’ye çıkarırsın. Budur yoldan çıkmak. Sokaktaki aç insanı unutuyorsun. Dinini unutmaya başlıyorsun. Ben hayatımda domuz eti yemedim, ama benim çevremdeki herkes domuz eti yiyordu ve ben bunu gördükçe midem bulanıyordu. Para bende, öyleyse güç bende oluyorsun. Yaratanını unutuyorsun. Ve O da bir gün sana öyle bir tokat atıyor, ‘kendine gel’ diyor.


Şimdi, o lüks hayatı değil, eski günlerimi özlüyorum. Biz bir apartman dairesinde, üç oda bir salon bir dairede oturuyorduk. Keşke o kadar paramız olmasaydı. Keşke tekneler, uçaklar hiçbiri olmasaydı. İşte insanlara bunu anlatamıyorum.


Manevi duygularını yitiriyorsun. Maddi duygular ön plana geçiyor. Nerede olduğun değil, kiminle olduğun önemli. Sen bir çadırın içinde çok sevdiğin bir insanla yaşıyorsan, o çadır sana saray gibi gelir. Ama sen bir sarayın içinde tek başına yaşıyorsan o saray sana hapishane gibi geliyor. Yani maddiyat öne çıktıkça kibirleniyorsun. İnsanları hor görmeye başlıyorsun. Yani bu para denilen illet, insanı hakikaten yoldan çıkartıyor.”


Bunlar bir sanatçının ağzından dökülen ibretlik ifadeler. Satır aralarındaki pişmanlık ifadelerini eminim siz de yakalamışsınızdır. O yüzden gençlerimize şunu söylüyoruz:
“Gençler, aman dikkat! Ekranlarda gördüğünüz ışıltılı hayatlara sakın özenmeyin.”

Geriye pişmanlıklar, günahlar ve acılar kalabilir


Ünlü manken ve sinema oyuncusu Yaşar Alptekin’in “Namazla Yeniden Doğdum” ismiyle kitaplaştırdığı dönüş hikâyesi de ibretlerle dolu... İşte onun dilinden dökülenler:


“Mankenlerin ve sanatçıların şöhret oldukları dönemde nasıl yaşadıkları, ne yaptıkları çok ilgi çeker ve merak edilir. Ama ya sonra?


Çoğu kez unutulur gider. Hele de eskiyen mankenlere hayatın ne yaptığıyla bugünlerde, bunca debdebe arasında kaç kişi ilgilenir ve kaç kişi böylelerinin yaşadıklarından süzülüp kalanlardan kendisine bir ders çıkarır, bilemiyorum. Tek bildiğim, bu dünyaya geldim ve gidiyorum.


Bazen büyük bir toplulukta, bir camiada tek kişinin yaşadığı her şey, orada bulunanların tamamının yaşadığı ve yaşayacağı her şeyin özeti olabilir. Çünkü şöhret, tek kişilik bir hayat değildir! Şöhret, bir insanın bedeninde kalabalıkların bir yöne doğru akışı gibidir. Alkışlayan ya da yuhalayan o kalabalıklar, size, yani şöhretinize bakarken, kendilerinde yaşadıkları ve yaşayamadıkları her şey adına yapıyordur bunları.


Bu hâldeyken geriye dönüp hayatıma göz attığımda, çevremdeki bazı kişilerin biraz da alaycı bir üslupla sordukları, ‘Yaşar Alptekin bu kadar iş yaptı, bu kadar popüler oldu; ona şöhret, para, kadın, itibar ve her türlü nimet sunuldu. Peki, o şimdi bunlardan neye sahip oldu, elinde avucunda ne kaldı geriye’ sorusuna tüm kalbimle verdiğim cevap şu:


Öncelikle ben bu âleme sahip olmaya değil, şahit olmaya geldim. Benim için çok şeye sahip olmaktan ziyade, en az şeye ihtiyaç duymak önemli. Eski hayatımdan bugüne pişmanlıklar, günahlar ve acılar kaldı. Bunun bilincinde olup tövbe ederek kazandığım tecrübelerle hidayet yolunda ilerlemek, Rabbimin bana bağışladığı en büyük lütuf…


Benim yaşadıklarımı okuyan gençlerin, ‘Aaa, biz de 30'a-40'a kadar gönlümüzce yaşayıp sonra hidayete erip sıyrılırız’ demelerinden korkuyorum! Çünkü bu hayatta kimsenin yarın ne olacağı belli değil…


Ayrıca ben, eski hayatımdaki para, şöhret, kadın gibi, gençlerin ilgi duyacağı imkânları elimdeyken terk ettim. Benim bulunduğum mankenlik ve oyunculuk ortamında 50-60 yaşına kadar aynı hayatı sürdürenler var. Ben, ‘Artık bu şekilde yaşayamam, yaşım da ilerledi. Bari hidayete ereyim’ diye düşünmedim. Tam tersine, 42 yaşındaydım ve pekâla aynı hayatı sürdürebilirdim. Ancak imanın, namazın ve Allah'a kul olmanın güzelliği, geçmişimdeki her türlü çekicilikten daha cazip ve tatlı geldi.


Dünüm ve bugünümle yaşadığım her şey, inişlerim ve çıkışlarım bana gösterdi ki, aldığım her nefes bir sonraki nefesle birlikte hükmünü yitiriyor... Hayat da bir podyuma benziyor. Moda dünyasında düzenlenen defilelerde nasıl her elbiseyi giyip çıkartıyor ve yeni kreasyonlarla yeni yeni elbiseler taşıyorsak, alıp verdiğimiz her nefes de tıpkı üstümüzde taşıdığımız farklı elbiseler gibidir.


Bilhassa genç kardeşlerime sesleniyorum; çünkü gençler, sanat ve sinema dünyasındaki ışıltılı hayata özenebiliyorlar... Eğer o hayat, insanı mutlu etseydi, eğer aklını, ruhunu, kalbini, duygularını doyursaydı, ben o debdebeli ve tantanalı yaşamı bırakıp Yunusvari, dervişane bir hayata sığınmazdım...


Yanlış anlamayın! ‘İslam'ı yaşamak’ demek, dünyayı, sanatı, eğlenceyi bırakmak demek değil; sadece seçici olmak, dinimize uygunluğuna dikkat etmek demek. Zaten meşru daire, keyfimize ve zevkimize yeter; haram eğlencelere girmeye hiç gerek yok...

Ben de mankenliği, televizyonu ve sinemayı tamamen terk etmedim; ama seçici davranıyor, dinimize uygun olmasına dikkat ediyorum. Sonuçta sanat da bir tebliğ aracı değil mi? Hakkını vererek, ihlasla yaparsak sevap bile kazanabiliriz!”


“Basın hürriyeti” ifadesi altına sığınıyorlar


Ne yazık ki günümüzde açık saçıklık ve ahlaki hassasiyetlerin kaybedilmesi adeta modernliğin ön şartı olarak kabul ediliyor. “Bu müstehcendir, edebe aykırıdır, zararlıdır” gibi tepkiler gösterenler de gericilik ve çağ dışılıkla suçlanıyor. Bu yaklaşım, müstehcenlikle mücadelede Türkiye’nin en büyük açmazlarından birini oluşturuyor.


Dünyanın her yerinde basın ve medya hürdür, sansür edilemez. Basın hürriyeti, medyanın doğru, tarafsız ve güvenilir yayıncılık yapmasının teminatıdır. Bu anlamda, basın özgürlüğü, basın kuruluşlarına tanınmış bir ayrıcalık değil, halkın anayasal bir hakkı olan “haber alma özgürlüğünün” bir gereğidir.


Ancak, müstehcen muhtevalı yayınlar sadece haberlerle sınırlı değil. Reklamlar, diziler, filmler ve bir çok programın basın hürriyeti ile ne ilgisi olabilir ki?


Müstehcen muhtevalı yayınların denetlenmesi basın hürriyetini kısıtlamaz. Basın hürriyeti, müstehcen içerikleri ne kadar yayınlayabildikleriyle ölçülemez. Çünkü müstehcen içerikler olmadan da yayıncılık yapılabilir. Nitekim toplum değerlerine uygun çerçevede yayın yapan birçok gazete, dergi, televizyon ve radyo mevcuttur.


Medya kuruluşları, müstehcenlikle mücadeleyle ilgili yasal düzenlemelere “basın hürriyeti engelleniyor” şeklinde karşı çıkmak yerine, önce kendilerine bakmalı; toplum düzenini, kültür ve değerlerini gözetip gözetmediklerini düşünmelidirler.


Keza, yasalar basın ve medyaya hürriyet tanımış, fakat bu kuruluşların kamu hizmeti yapan kuruluşlar olduğunu da belirtmişlerdir. Kamu hizmeti sunan yayınlar, kültür ve değer paylaşımını sağlayan, birlik ve beraberliği pekiştiren nitelikte olmalıdır. Bu çerçevede, müstehcen muhtevalı yayınlar, kamu hizmeti anlayışına da ters düşmektedir.


Fuhşun en güçlü silahlarından birisi: İnternet


Teknolojik buluşlar, iki yüzü keskin kılıç gibidir. En çarpıcı örnek atom bombası, nükleer enerji… Faydalı şekilde kullanılmadığında binlerce, milyonlarca insanı ve canlıyı yok etmektedir. Televizyon ve internet de bu anlamda değerlendirilmelidir. Yanlış kullanıldığında pek çok istenmeyen neticeyi beraberinde getirecektir.


Öncelikle teknolojinin önemli bir buluşu olan televizyona hazırlıksız yakalandık. Batı’nın alt yapısı buna müsaitti. Okuma alışkanlıkları yeterli düzeydeydi ve en önemlisi de alışkanlık haline gelmişti. Bunun için Batı’nın bünyesine bizdeki kadar zarar vermedi. Dengeli olarak ve ihtiyaç miktarı kadar izleniyor, zaman boşa harcanmıyor.


Bizde ise, okuma alışkanlığı kazanılmadan televizyon girdiği için, zaten cılız olan kitap okuma alışkanlığı neredeyse tamamen yok oldu. Dengeler alt üst oldu, televizyonkolik hale geldi halkımız. İhtiyaç olsun olmasın, yatana kadar televizyon başından ayrılmıyor insanımız. Bu da, sosyal ilişkileri bitiriyor.


Zamanımızın teknolojik harikası olan internet için de durum aynı. Yine hazırlıksız yakalandık. Fakat internet, günlük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Her alanda bundan en iyi şekilde yararlanmamız gerekiyor. Bugün gerçek manada bir ticaret, bir eğitim, internetsiz mümkün değil.


Ancak ne yazık ki, internet nedir, ne değildir, nasıl istifade edilir, faydası-zararı nedir, öğrenmeden internet denizine açıldık. Yüzme bilen az bir kesim bundan istifade edebilmekte, geri kalanlar ise boğulmak üzere...


Yeni bağımlılık türü: İnternet kafeler


Cumhuriyet Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma, bu acı gerçeği gözler önüne seriyor. “Yeni bağımlılık türü: İnternet kafeler” konulu araştırmada, internet kafelere gidenlerin yüzde 43’ünün “chat” yaptığı, yüzde 26’sının değişik bilgisayar oyunları oynadığı, yüzde 7’sinin film izlediği, yüzde 19’unun internet ortamında gezindiği ortaya çıktı. Chat yapanların ise, yüzde 36’sı arkadaş bulmak, yüzde 14’ü flört, yüzde 34’ü sıradan konuları konuşmak, yüzde 6’sı da cinsellik amaçlı...


İnternet kafelerde, internete oyun oynamak amacıyla girenlerin yüzde 54,5’i şiddet içeren oyunları oynarken, yüzde 22’si zekâ oyunlarını tercih etmekte. Sporla ilgili oyunları oynayanların oranı ise yüzde 19. Şiddet muhtevalı oyun oynayanlara, sıradan bir öldürme olayı “çekici” gelmemekte; parçalayarak, acı çektirerek öldürme oyunları tercih edilmekte.


İnternet kafelerdeki üçüncü etkinlik olan internet gezintisinde ise, en fazla dikkati çeken siteler, müstehcen siteler. Gezgincilerin yüzde 24’ü oyun, yüzde 23’ü kültür-sanat, yüzde 20’si müstehcen siteleri ziyaret ederken, eğitim amaçlı sitelere girenlerin oranı ise yüzde 4.


Bilginin paylaşımı ve iletişimi konusunda, yeni ufuklar açan internet, yerinde kullanılmadığı durumlarda tehlikeli bir silaha dönüşmekte; bazıları için tutku düzeyini aşan internet, uyuşturucu bağımlılığı etkisini göstermektedir.


Son yıllarda hızla çoğalan internet kafelerde, mevzuat ve denetim eksikliğinden dolayı belli bir standart oluşturulamadığından, söz konusu işletmeler modern bir tesisten çok, olabildiğince sağlıksız koşulların hüküm sürdüğü mekânlar olarak karşımıza çıkmaktadır.


Bir annenin feryadı


İnternet kültürümüz, bilgimiz yok diye de teknolojinin bu nimetini kötüleyemeyiz, göz ardı edemeyiz. Bunun zararını, faydasını öğrenip, faydalı hale getirmeliyiz. Bugün bilgisayar asrındayız, bunsuz yapamayacağımıza göre gerekli tedbirleri almak zorundayız.


Sadece biz değil, gelişmiş Batı’da da bilgisayar-internet alışkanlığı, eğitimcileri tedirgin etmeye başladı. Avrupa’da, sivil toplum örgütleri, gençleri adeta esir alan bilgisayar tutkusuna karşı kampanyalar düzenliyor. Almanya’da düzenlenen “Benim bilgisayarım yok, ama bir sürü arkadaşım var!” kampanyasındaki slogan dikkat çekici.


Evinde kendine ait bir bilgisayarı olup da bütün gününü ekran başında geçiren gençler kolay arkadaş edinemiyorlar. Zamanla asosyal ve problemli bireyler haline geliyorlar. Bilgisayar oyunu, internet gezintileri, çocukları, gençleri sosyal hayattan giderek koparıyor. Bilgisayar-internet kültürüne yabancı olduğumuz için, birçok ekonomik, sosyal sıkıntılara sebep oluyor. Gazetelere kadar intikal ediyor bu olumsuzluklar.


Bu olumsuzluklara bakıp, bilgisayarı kaldırmak yerine, olumsuzlukları ortadan kaldırmak gerekir; bunun için de gençlerimizi bilinçlendirmemiz gerekiyor. Böyle yapmazsak faturası ağır olur. İşte size bilinçsiz bir kullanıcının sebep olduğu olay.


Zavallı bir anne feryat ediyor:


“Oğlumuz internetin faydalarını anlattığında her şey kulağa hoş geliyordu, ta ki internetin tutsağı haline gelene kadar! Telefonumuz, gelen yüklü telefon faturaları ve kendi imkânlarımızla ödenmesi mümkün olmayan borçlar nedeniyle kesildi.


Bu arada bilgisayar bozuldu. Eğer tamir ettirmezsek oğlumuz bu alışkanlıktan kurtulur, diye düşünüp çok sevinmiştik, ama boşuna sevinmişiz. İnternet kafeler geç saatlere kadar açıkmış. Oralara gittiği ilk gün eve gece ikide geldi. İnternetin başına oturduğunda zaman mefhumunu unutuyor, paralar da suyunu çekiyor, para dayanmıyor.


Böylece bir yıl geçti. Biz çok üstüne gitmedik, ara ara uyardık, ama oğlumuz sarhoş gibiydi, etkilenmiyordu. Sonunda iflas ettik. Para bulamayınca bizden habersiz babasının iş arkadaşlarından para almaya başladı. Borçlarımızı ödeyebilmek için varımızı yoğumuzu satılığa çıkardık. Bize verdiği zararlar, yararlarını çoktan aştı.


22-23 yaş insan hayatının en üretken dönemidir. Bu olaydan sonra oğlumun okul hayatı söndü. İş hayatı yok, çalışmıyor. Gençlik en güzel çağını bu aletin başında geçiriyor. Bu imkân, nasıl faydalı hale getirilebilir, bunun için kurum ve kuruluşlar neler yapabilir? Yetkili kuruluşlar buna bir çare bulmak zorunda…”


Ölçü kaçırıldığında daha başka yan tesirleri de çıkıyor internetin... Bunları da magazin yazarı Aykut Işıklar’ın kaleminden özetleyelim:


“İnternet iyi güzel de, gezgin olmayı tadında bırakmak gerekiyor. Açıkçası bağımlısı olmanın pek çok zararı var. Önce eşinizle aranızı bozabiliyor. Son zamanlarda pek çok hanım, eşinin kendisinden daha çok, internet ile ilgilenmesinden şikâyetçi. İkinci plana itilmekten, unutulmaktan, ilgisizlikten yana dertliler. Kendisini, eşinin metresi olarak hissedenler bile var.


Bazı arkadaşlarım da, ‘Ne cumartesimiz kaldı, ne pazarımız... Zaten yüzünü zor görürdük, şimdi hiç görmez olduk’ diyor. Doğrusu düşünülmesi gereken toplumsal bir olay. Acaba toplum bilimcilerimiz internet ve aile yaşamı hakkında ciddi bir araştırma yapıyor mu? Ben sadece duyduklarımı iletmekle yetineceğim. İnternet yüzünden eşine daha az zaman ayıran beylerin olduğu kesin.” (Mehmet Oruç, Huzurun Kaynağı Aile, s. 54)


Chat arkadaşlığı ne kadar doğru?


Günümüzde kısa zamanda çok hızlı bir şekilde yaygınlaşan, hayatın her kesiminde, alışverişten ticarete, kurum ve kuruluşların örgütlenmesinden propagandalara, reklamlara, ciddi araştırmalardan eğlenceye ve en önemlisi aileye kadar her alan içinde yer alan bilgisayar ve internet ile insanlık yeni bir gelişim yaşamaktadır.


Dinimiz, tüm dünya nimetlerini hizmetine verdiği insanlığın eriştiği yeniliklere, keşiflere karşı durmaz. Çünkü Yüce Allah, insanın bilmediği ama var olan bütün ilimleri ve bilinmezleri bilen olarak, insanın gözlemleri ve deneyleri ile bilmesini istediği, ona takdir ettiği bilimi, istediği zamanda kuluna (insana) öğretir.


Başka bir deyişle; insan bir bilgiye çalışarak ve çabalarının semeresi olarak Allah’ın ihsan etmesiyle kavuşur. Durum böyle olduğuna göre din bilime, tekniğe, buluşlara, yeniliklere neden karşı gelsin ki!


Ancak dinimiz buluşların, yeniliklerin insanlığın yararına kullanılmamasına, onların aracılığı ile insanların zarar görmesine ve Allah’ın emir ve yasaklarının çiğnenmesine karşıdır. Günümüzün yeniliği internet ile insanlar bilgiye kolay ve güvenilir biçimde ulaşıyorlar. Birbirlerinden bilgi alışverişinde bulunuyorlar. Bilgi, ihtiyacı olan kişilere kısa zamanda, kolaylıkla ve iyi niyetli ciddiyet ortamında ulaşmış oluyor.


İnsanların bu şekilde birbirlerinden bilgi alışverişinde bulunmaları ve aralarında kurulan bu amacı belli, seviyeli, saygın ilişkileri din yasaklamaz. Fakat ne yazık ki bütün internet ilişkileri bu ölçülerde değil. Bir grup ilişkiler var ki; sadece merak, heyecan, macera, ilgi ve tatmin arayışı ile cinsiyet üzerine kurulup sürdürülüyor.


Bu tür internet arkadaşlıkları –ki “sanal arkadaşlık-hayal arkadaşlık” isimleri ile masumlaştırılmak istense de– gerek amaç boyutuyla, gerek içerik (konuşulan konular), gerek gizlilik ve halvet (tenhaya çekilme) boyutuyla ve en önemlisi kurulmuş yuvalara verdiği zararlar boyutuyla dinen caiz (uygun) değildir. Çünkü burada bilgi edinmek adına temiz bir niyet ve şeffaflık yok. Aksine cinsiyet güdüsünün, insanı kurallardan sıyırarak tatminini sağlayacağı zevkleri amaç haline getirdiği bir ilişki var.


İnsanın ahlaki kişiliği, başıboş ve sorumsuz bu ilişkiden büyük zarar görmektedir. Bu ilişki bir hastalık gibi çocukları, gençleri, yuva sahibi eşleri sarıp sarmalayıp içine çekiyor. Onları sahip oldukları aileden, çevreden koparıyor. Psikolojisi ve ahlak değerleri altüst olmuş bir şekilde boşluğa fırlatıyor.


Ahlak yozlaşmasına kapı aralıyor


İnternet arkadaşlığı için; “Sanal ortamda gerçekleştiğinden gerçekle karıştırılmaması gerekir” gibi ifade kullanılması artık mümkün değil. Çünkü olayların boyutları, gelişimleri ve sonuçları, her açıdan iyice incelendiğinde, ortada toplumun 14-34 yaş grubunu tehdit eden büyük bir cinsî ahlak yozlaşması tespit edilecektir.


Cinsî ahlakta iffet ve namusun korunmasını esas alan İslam dini, kadın ve erkeğin iffet ve namuslarını korumalarını emretmekle beraber
(Nur, 24/32-33) insan fıtratının gerektirdiği cinsel ihtiyaç ve arzularının tatminini görmezlikten de gelmez; bilakis bunu son derece tabii karşılayarak ihtiyaçlarının karşılanabileceği meşru yol olarak evliliği işaret eder.

Bu konuda bize Rum Suresi’nin 21. ayeti çok açık ve net bir şekilde ışık tutmaktadır. İffetlerini koruyan, evlilik içi meşru cinsel ilişki ile yetinen, mutlu ve mesut olmayı başaran mü’minlerden de övgüyle söz edilmektedir.
(Mü’minun, 23/5-6)

Ayrıca evlilik girişimleri yapan eş adayları için; birbirlerini yakınlarının yanında (halvet olmaksızın) görmelerini, bakmalarını (şehvet olsa bile), tanımalarını, konuşmalarını, karşılıklı şartlarını belirtmelerini uygun görmektedir.


Sözün burasında fıkıhta “halvet” denilen mesele üzerinde durmakta fayda var. Aralarında devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkek ile bir kadının bir yerde baş başa kalmaları İslam hukukuna göre halvet terimiyle ifade edilir.


Hadislerde, aralarında nikâh bağı veya devamlı evlenme engeli olmayan kapalı bir mekânda baş başa kalmaları yasaklanmıştır. Bir hadiste, Efendimiz
“Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa, yanında mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasın; çünkü böyle bir durumda üçüncüleri şeytandır” (Müslim, Hac, 74) buyurmuştur.

Böyle bir durum karşı cins için tahrik edicidir. Zinaya veya dedikoduya ve tarafların iffetlerinin zedelenmesine yol açabilir. O yüzden bu hususa bilhassa dikkat edilmeli.


Sonuç olarak; hangi yaşta olursa olsun her ergen Müslüman, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarını çiğnemesine basamak teşkil edecek, hataları davet edici davranış ve ilişkilerden kendini korumasının kulluk görevi olduğunu unutmamalıdır.


 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt