Siyahgulsevdalisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Haz 2006
- Mesajlar
- 2,046
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
GIYBET
Nitekim Rasulü Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem:
"Dinleyen de gıybet eden de birdir". buyurmuştur.
Söyleyen ve dinleyen gıybette birdir, ortaktır. Ancak dili ile konuşmaz, korkar ve kalbi ile de reddederse kurtulur. İmkânı varsa oradan ayrılmalıdır. Bunları yapmayıp da içinden dinlemeyi isteyerek, diliyle yapmacık olarak konuşma derse, bu da onu kurtarmaz. Nifak olur ve münafıklık alâmetidir. Kalbinden istemedikçe günahtan kurtulamaz. El, kol hareketleriyle de onaylamadığını belirtmek isterse, bu da onu mesuliyetinden alıkoymaz.
Bu sayımızda; kadın erkek herkesin, hele hele de biz hanımların en çok yaptığı bir yanlıştan bahsedeceğiz. Evet, konumuz gıybet...
Gıybet; duyduğu zaman, insanın hoşuna gitmeyecek olan bir kusuru gıyabında söylemektir. Buna günümüzde bizim
dilimizle çekiştirme denmektedir.
Bu kusur, kıyafetinde, yaradılışında, ahlakında ve akrabasında, her nerede olursa olsun fark etmez. Sözünde olsun, dünyalığında olsun, ahireti hususunda, hatta elbisesinde, evinde olsun, hepsi birdir.
Biz hanımlar dedim, çünkü; kadının günümüzde alışkanlık haline getirdiği bu huy, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem) tarafından da tasdik edilmiştir. Bu konuda bir çok hadis rivayet edilmiştir. Ayrıca bu konu Kur'anı Kerim'de de 33 yerde geçmektedir: Bu da bizlerin düştüğü bu yanlışı bir an önce telafi etmemiz gerektiğini açıkça beyan etmektedir. Kadınlar, hele de bu günümüzde erkeklere nazaran dillerini tutmakta daha zayıftırlar. Bunun nedenleri araştırıldığında, bir çok sebepler karşımıza çıkmaktadır.
Gözü şaşıdır, başı keldir, cimridir, kötü insandır, hırsızdır, yalancıdır, haindir, kumarbazdır, çok konuşur, çok uyur, uzundur, kısadır, pisdir, namazı doğru kılmaz vb. gibi sözleri çok söylemekte ve duymaktayız.
Kadın, fıtrat olarak erkekten daha vesveselidir. Günümüzde teknolojinin ilerlemesi, ev işlerindeki rahatlık, her işin bir makinasının olması kadınların işlerini kolaylaştırmıştır. Bu kolaylık boş vakitlerin çoğalmasına neden olmakla beraber hiç de sanıldığı gibi kadına kâr getirmemiştir. Aksine zarar vermektedir. Kadın toplantıları çoğalmış, bu boş vakitler ibadet, zikir ve tefekkürle dolması gerekirken, yerini dedikoduya, laf taşımaya ve gıybete bırakmıştır. Bir araya gelen hanımlar, iki kişi bile olsa, hemen bir başkasını çekiştirmeye başlıyorlar. Bu önüne geçilemez bir alışkanlık olmuştur ki; artık çoğu kimse bunu engelleyemez hale gelmiştir. Kur'an ve din sohbetlerinde bile, sohbet biter bitmez hemen çekiştirme başlamaktadır. Öyle ki ben kendi gözlerimle buna şahit olmaktayım. Dikkat ederseniz sizde bunları sık olarak görebilirsiniz.
Camiye, Teravih namazı kılmaya gelen hanımlar bile, namaz aralarında hemen fıs fıs konuşmalara başlıyorlar. Evet bu kötü huyu camilere, sohbetlere bile taşımaktayız.
O halde bizlere düşen; içinde bulunduğumuz şu mübarek Ramazan ayı içerisinde bol bol Tövbeisriğfar getirmeli, bu alışkanlığı daha müsbet yönlere çevirmeli ve bu durumda gördüğümüz kimseleri de uyarmalıyız. Bunu yaparken, çekiştirdiğimiz kimsenin leşini, etini yediğimizi görsek elbette yapmayız, yapamayız ama, her şey bizim bildiğimiz gözle de görülmüyor tabii. Ama Kur'an'a ve Peygamber'e inanan kimselerin bunu görmesine de gerek yok zannediyorum.
Bu konuda; Enes (Radıyallahu Anh) diyor ki;
Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Efendimiz, bir gün oruç tutmamızı emretti, sonra da;
"Ben izin vermeden kimse orucunu açmasın”.
Herkes orucunu tuttu, akşam olunca teker teker müracat edenlere, iftar müsaadesi verildi. Bu arada bir adam gelerek;
"Ey Allah'ın Resulü! İki genç kız oruç tuttu ve yoruldular. Zâtı alinize gelmeye utanıyorlar. Müsaade buyurursanız iftar etsinler" dedi.
Rasûlü Ekrem müsaade etmedi. Adam iki defa daha geldi. Sonunda Rasûlü Ekrem:
"Onlar oruç tutmadılar. Bütün gün insanların etini yiyenler nasıl oruçlu olurlar? Git onlara söyle, oruç tuttularsa istifra etsinler bakalım”. buyurdu.
Adamcağız gitti, gerekeni söyledi. Onlar da aynı şeyi yaptı ve kan parçaları kustular. Adam Rasûlü Ekrem'e dönerek vaziyeti bildirdi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
"Nefsim, kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer kusmayıp bu kan parçaları midelerinde kalsaydı, onları Cehennem ateşi yerdi." (1)
Bera (Radıyallahu Anh) diyor ki;
"Rasûlü Ekrem bize bir hutbe irad etti, hatta evlerinde oturan kızlar da bunu duydular. Hutbesinde şöyle buyurdu;
"Ey dili iman edip kalpleri ile inanmayanlar, müslümanları gıybet etmeyin, onların gizli hallerini araştırmayın. Kim din kardeşinin gizli hallerini araştırırsa, Allah’ü Teâlâ'da onun gizli hallerini araştırır. Allah’ü Teâlâ kimin gizli hallerini araştırırsa, onu evinin içinde de açığa çıkarır ve rezil eder”. (2)
Gıybet; öyle kötü ve pis bir huydur ki, günahı söyleyene de, dinleyene de paylaştırılır. O sebeple ne söyleyelim, ne de dinleyelim. Sadece engel olalım, bunu da yapamıyorsak o ortamı terkedelim. Allah'ın rızasını kazanmak istiyorsak, bize düşen budur, müslüman hanıma yakışan da budur.
Bu konuyla alâkalı olarak, İmam Gazâli İhya'sında şöyle buyurmaktadır;
"Gıybetin bir çeşidi de, gıybet edenin hevesini artırıp daha fazla konuşturmak maksadıyla, güya şaşkınlık izhar ederek ona doğru meyil göstermesidir.
Bu sayede gıybet edeni, daha fazla konuşturmuş olur. Mesela; (yahu şaşılacak şey, ben onu öyle bilmezdim, şimdiye kadar o zatı hep iyi tanımıştım, ben ondan bu işi hiç beklemezdim) gibi konuşmalar yapar ki, bütün bunlar gıybet edeni ve yapılan gıybetleri tasdik ve teşviktir. Hatta değil bu hareketlerle, yalnız susarak dinlemek de teşvik ve gıybette ortaklıktır."
Nitekim Resulü Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem:
"Dinleyen de gıybet eden de bir dir. buyurmuştur. (3)
Söyleyen ve dinleyen gıybette birdir, ortaktır. Ancak dili ile konuşmaz, korkar ve kalbi ile de reddederse kurtulur. İmkânı varsa oradan ayrılmalıdır. Bunları yapmayıp da içinden dinlemeyi isteyerek, diliyle yapmacık olarak konuşma derse, bu da onu kurtarmaz. Nifak olur ve münafıklık alametidir. Kalbinden istemedikçe günahtan kurtulamaz. El, kol hareketleriyle de onaylamadığını belirtmek isterse, bu da onu mesuliyetinden alıkoymaz. Bize düşen görev, gıybetin önemini kavrayıp, karşımızdakini gıybetten men etmektir. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Kimin yanında bir mümin (aleyhinde konuşulmakla) zillete düşürülür de ona yardıma gücü yettiği halde yardım etmez, onu zilletten kurtarmazsa; kıyamet günü mahlukat arasında Allahü Teâla onu zelil eder”. (4)
Yine Peygamberimiz (s.a.v) Bu hususda;
"Gıyabi olarak din kardeşi aleyhindeki dedikodulardan, din kardeşini müdâfaa eden kimsenin, kıyamet günü ırz ve şerefini korumayı Allahü Teâla üzerine almıştır”. (5)
Haydi hanımlar, bu konuda kendimize bir çeki düzen verelim. Cehennem ateşini hak edenlerden olmayalım. Din kardeşlerimizi çekiştirmeyelim ve bu hususta Allah'ın rızasını kazananlardan olalım.
Yazımızı Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem)'in şu sözleriyle noktalamak istiyorum.
"Müslüman; elinden, dilinden müslümanlar selamette kalan kimsedir. Muhacir de, Allah'ın nehyettiğini terkedendir."
Kadın olsun, erkek olsun, Allah (c.c) hepimize, dilimizle, bedenimizle, kalbimizle, ruhumuzla tam bir Müslüman olmayı nasib etsin... Amin!
GÜZEL İSİMLER
ERKEK İSİMLERİ
HASAN: Namahremden korunur üzere olmak *Korunmak *Güzel *İyilik *Güzel muamelede bulunmak
MAHMUT: Meth olmaya mustehak *Meth'e layık *Övülmüş *Methu sena olunmuş *Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhı ve Sellem)'ın isimlerindendir.
HALUK: İyi huylu *Güzel ahlaklı *İslama yakışır ahlakta olan *İnsaniyetli
MEMDUH: Beğenilmiş *Metholunmuş, öğülmüş *Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem)' in sevmiş olduğu hareket, iş.
BEHLÜL: Çok gülen, çok gülücü *Hayır sahibi *Çok iyi adam *Harun Reşid'in kardeşinin adı olup, meczubane ve hikmetli hareketleriyle meşhur olmuştur.
KADIN İSİMLERİ
ASUDE: Rahatlama, dinlenme *Rahat *Huzur içinde *Dinç * Müsterih.
ATİYYE: Hediye *Bahşiş *Lütuf ve ihsan
BETÜL: Erkekten kaçınan, namuslu kadın *Hazreti Fatıma'üz Zehra ve Hazreti Meryem'in sıfatı
DİDAR: Mülakat *Görüş *Görünme *Yüz, Çehre *Görüş kuvveti *Açık, meydanda
LAMİA: Parlak *Parlayan *Parıldıyan
HAZRETİ AİŞE RADIYALLAHU ANHA
(GEÇEN SAYIDAN DEVAM)
“Adetim üzere yine bir gün sabah namazını kıldıktan sonra Hazreti Aişe'yi ziyarete gittim. O, kuşluk namazını kılıyor ve namaz esnasında;
"Allah lutfedip bizi kavurucu azaptan korudu" âyetini okuyordu. Ağlıyor ve durmadan tekrar ediyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Beklemekten usandım, o bitirmeyince ben de bırakarak çarşıya çıktım. Kendi kendime işimi bitireyim, sonra ziyaretine giderim dedim. İşimi bitirip döndüğümde, yine aynı halde ve aynı âyeti tekrar ederek ağlamakta olduğunu gördüm."
Kâinatın yaratılış sebebi, Allah'ın sevgilisi ve bütün mahlukatın Peygamberinin;
"Sen (Ey Eba Bekir) Cennetteki havuzda beraberimdesin ve benim mağara arkadaşımsın" buyurduğu büyük, eşsiz insan Hazreti Ebu Bekir, bir huri gibi yetiştirip, büyüttüğü Hazreti Aişe'yi Allah'ın Rasûlü'ne verdi ve Hazreti Aişe Radıyallahu Anha insanlığın efendisinin mukaddes gönlünü daima hoş tuttu ve daima onun saadet havuzuna aktı.
Kâinatın Efendisi ile iki at üzerinde yarış ettiği bile oldu. Çok kere Allah'ın Rasûlü'nü güldürecek kadar latifeler yapardı. Allah' ın sevgilisi onun bu haline nazar buyurur ve tatlı tatlı tebessüm ederdi.
Enes Bin Malik Radıyallahu Anh anlatıyor:
"Bir gün Hazreti Aişe'nin evinde bulunuyorduk. Peygamberin zevcelerinden Ümmü Seleme'nin evinden bir tabak pişmiş et geldi. Kâinatın Efendisi’nin önüne koydular. Bizi de yemeğe davet ettiler. Kendileri elini yemeğe uzattı, biz de yemeğe başladık. O anda Hazreti Aişe ocakta yemek pişirmekteydi. Acele ile yemeği pişirdi. Ümmü Seleme' nin evinden yemek geldiğini görmüştü. Kendi yemeğini yetiştirip, ortaya koydu ve Ümmü Selem'nin gönderdiği tabağı kaldırdı. Allah'ın Rasûlü bu hale bakıp dediler ki;
"Allah'ın ismiyle yiyin, anneniz kıskandı!"
İşte görüldüğü gibi Hazreti Aişe'de ince bir kadınlık edası mevcuttu.
Hazreti Aişe'den:
"Bir gündü. Allah'ın Rasûlü oturmuş nalinlerini dikiyordu, ben de yün eğiriyordum. Bu sırada Allah'ın Resulü'nün mukaddes alnından nur topu gibi parlayan terlerin aktığını gördüm. Bir ara başını bana çevirdi:
Ne o şaşırdın kadın? dedi.
Ben de şöyle dedim:
Ey Allah'ın Rasûlü! Sana baktım, alnından terlerin aktığını ve terlerin nur gibi parıltılar saçtığını gördüm. Hatırıma geldi, eğer şair Ebu Kebir elHüzeli sizi görse, söylediği şiire sizin daha layık olduğunuzu anlardı.
Ya Aişe! Ebu Kebir elHüzeli ne dedi?
Şu şiiri söyledi ey Allah'ın Rasûlü;
Yüz çizgilerine baktığın vakit, yağmur damlalarını akıtan buluttan, çıkan, şimşek gibi parlak...
Ben bunu okur okumaz, Kainatın Efendisi elindeki işini bırakarak kalktı ve benim alnımdan öpüp şöyle buyurdu:
”Allah seni hayırla mükâfatlandırsın ya Aişe! Sen beni sevindirdiğin gibi, ben seni sevindiremedim”.(6)
Allah'ın Rasûlü tarafından validemizin ne kadar sevildiğine bir bakınız
Peygamberimiz çok kere Hazreti Aişe ile latifeleşirdi.
Hazreti Aişe Radıyallahu Anha anlatıyor:
"Bedir gazâsı için Allah'ın Rasûlü ile sefere çıktık. Bir gün bana dediler ki;
Gel seninle yarış yapalım!
Ben de gömleğimi iyice belime bağladım. Sonra bir çizgi çizdik, üzerinden koşuya başladık. Yarışı Allah'ın Rasûlü kazandı ve;
“Ya Aişe! dedi. Bu Zu'lMecaz'daki koşunun karşılığıdır." (Zu'lMecaz Mekke'de bir yerin adıdır).
Yine Hazreti Aişe anlatıyor:
"Ben küçüktüm, babam bana bir şey vermişti. Allah'ın Rasûlü peşimden koştu ve bana yetişemedi. Bu defa beni geçince;
"İşte bu, o koşunun karşılığıdır" dedi.
Hazreti Aişe Radıyallahu Anha o kadar aşk ve vecd sahibiydi ki, evinde sabaha kadar Allah'ın Rasûlü ile beraber ibadet ederdi. Gece ve gündüzleri ibadet ile doluydu.
Muhammed'in oğlu Kasım anlatıyor:
"Adetim üzere yine bir gün sabah namazını kıldıktan sonra Hazreti Aişe'yi ziyarete gittim.
O, kuşluk namazını kılıyor ve namaz esnasında;
"Allah lutfedip bizi kavurucu azaptan korudu" (7)
âyetini okuyordu. Ağlıyor ve durmadan tekrar ediyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Beklemekten usandım, o bitirmeyince ben de bırakarak çarşıya çıktım. Kendi kendime işimi bitireyim, sonra ziyaretine giderim dedim. İşimi bitirip döndüğümde, yine aynı halde ve aynı âyeti tekrar ederek ağlamakta olduğunu gördüm."
Hazreti Aişe Radıyallahu Anha o kadar mübarek ve değerli bir kadındı ki; Cebrail Aleyhisselam bile ona selam vermişti.
Hazreti Aişe der ki;
"Allah'ın Rasûlü bir keresinde şöyle buyurdu;
Ya Aişe!
Bu Cebrail'dir.
Sana selam ediyor.
Bunun üzerine ben de O’na şöyle murakebede bulundum;
O’na da selam ile Allah'ın rahmeti ve bereketleri olsun. Sen (Ey Allah'ın Resulü) bizim görmediğimiz varlıkları görüyorsun." (8)
Müslim yoluyla gelen bir rivayette Hazreti Aişe Radıyallahu Anha şöyle buyuruyor;
"Nebîler nebîsinin zevceleri, Rasûlullah'ın kızı Fâtıma'yı Allah Rasûlünün yanına gönderdiler. Allah'ın Rasûlü benim yanımda, benim abam içinde yatmış vaziyette iken, Fâtıma gelip içeri girmek için izin istedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem ona izin verdi. Girer girmez Fâtıma:
Ey Allah'ın Rasûlü!
Kadınların beni senin yanına gönderdiler.
Onlar senden, Ebu Kuhafe' nin kızı hakkında adalet istiyorlar!...
Ben de susuyordum, Rasûlullah ona;
Ey kızcağızım! dedi.
Benim her sevdiğimi sen sevmez misin?
Fatıma:
Evet, severim, dedi.
Varlığın sebebi olan Cenabı Peygamber;
Öyle ise Aişe'yi de sev! buyurdu.
Fatıma, Rasûlü Ekremden bu sözleri işitince kalkıp, Peygamberin zevcelerinin yanına döndü ve onlara hem kendi söylediğini, hem de Kâinatın Efendisi’nin söylediklerini haber verdi.
Bu sefer kadınlar, Fâtıma'ya:
Ya Fâtıma!
Biz senin, bizim herhangi bir işimizi gördüğünü zannetmiyoruz.
Sen tekrar Allah Rasûlüne dön ve ona, kadınların, Ebu Kuhafe (oğlunun) kızı hakkında Allah için senden adalet istiyorlar de.
Fatıma:
Vallahi, bu hususta Rasûlullah'a ebedi bir kelime söylemem! dedi."
Dirâyet ve zarâfet sahibi Aişe der ki;
"Allah Rasûlünün kadınları bu defa da, Peygamberin zevcesi olan Cahş kızı Zeyneb'i gönderdiler.
Zeyneb, Peygamberin yanında diğer kadınlara nisbetle mevkiinin yüksekliği bana eşit sayılan bir kadındı.
Ben diyanette, takvada, doğru sözlülükte, akraba ile ilgiyi sıkı tutmakta, çok sadaka vermekte ve her türlü hayır işlerinde Zeyneb Binti Cahş derecesinde yüksek, hiç bir kadın görmedim. Ancak kendisinde demir gibi sertlik ve bir acelecilik tabiatı vardı ki, bu tabiat onun giriştiği işten dönmesini çabuklaştırdı.
Zeyneb, Allah'ın Rasûlü'nün huzuruna çıkmak için izin istedi. Rasûlullah ise yine Aişe'nin abası içinde bulunuyordu. Allah'ın Rasûlü izin verdi. Zeyneb'de içeri girdi;
Ey Allah'ın Rasûlü! Kadınların beni sana gönderdiler. Onlar senden Ebu Kuhafe (Oğlunun) kızı hakkında adalet etmeni istiyorlar.
Sonra benim hakkımda söz söylemeye başladı. Ben de cevap vereyim mi diye Rasûlullah'a bakıyordum. Zeyneb konuşmasından vazgeçmedi.
Onun sözlerine karşılık ben de cevap vermeye ve biraz sıkıştırmaya başladım.
Bu sırada Allah'ın Rasûlü gökleri aydınlatacak şekilde gülümsedi ve dedi ki;
Muhakkak ki o, Ebu Bekir' in kızıdır!..."
DİPNOTLAR:
1. Ahmet Ubeyd'den rivayet etti.
2. İbn Ebi'd-Dünya ve Ebu Davud isnadı ceyyid ile rivayet etmiştir.
3. Taberani İbn Ömer'den rivayet etmiştir.
4. Taberani Sehl'dn rivayet etmiştir.
5. İbn Ebi'd-Dünya rivayet etmiştir.
6. Beyhaki "Delailü'n-Nübüvve" de rivayet etmiştir.
7. Et-Tür: 27
8. Tirmizi rivayet etmiştir.
Nitekim Rasulü Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem:
"Dinleyen de gıybet eden de birdir". buyurmuştur.
Söyleyen ve dinleyen gıybette birdir, ortaktır. Ancak dili ile konuşmaz, korkar ve kalbi ile de reddederse kurtulur. İmkânı varsa oradan ayrılmalıdır. Bunları yapmayıp da içinden dinlemeyi isteyerek, diliyle yapmacık olarak konuşma derse, bu da onu kurtarmaz. Nifak olur ve münafıklık alâmetidir. Kalbinden istemedikçe günahtan kurtulamaz. El, kol hareketleriyle de onaylamadığını belirtmek isterse, bu da onu mesuliyetinden alıkoymaz.
Bu sayımızda; kadın erkek herkesin, hele hele de biz hanımların en çok yaptığı bir yanlıştan bahsedeceğiz. Evet, konumuz gıybet...
Gıybet; duyduğu zaman, insanın hoşuna gitmeyecek olan bir kusuru gıyabında söylemektir. Buna günümüzde bizim
dilimizle çekiştirme denmektedir.
Bu kusur, kıyafetinde, yaradılışında, ahlakında ve akrabasında, her nerede olursa olsun fark etmez. Sözünde olsun, dünyalığında olsun, ahireti hususunda, hatta elbisesinde, evinde olsun, hepsi birdir.
Biz hanımlar dedim, çünkü; kadının günümüzde alışkanlık haline getirdiği bu huy, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem) tarafından da tasdik edilmiştir. Bu konuda bir çok hadis rivayet edilmiştir. Ayrıca bu konu Kur'anı Kerim'de de 33 yerde geçmektedir: Bu da bizlerin düştüğü bu yanlışı bir an önce telafi etmemiz gerektiğini açıkça beyan etmektedir. Kadınlar, hele de bu günümüzde erkeklere nazaran dillerini tutmakta daha zayıftırlar. Bunun nedenleri araştırıldığında, bir çok sebepler karşımıza çıkmaktadır.
Gözü şaşıdır, başı keldir, cimridir, kötü insandır, hırsızdır, yalancıdır, haindir, kumarbazdır, çok konuşur, çok uyur, uzundur, kısadır, pisdir, namazı doğru kılmaz vb. gibi sözleri çok söylemekte ve duymaktayız.
Kadın, fıtrat olarak erkekten daha vesveselidir. Günümüzde teknolojinin ilerlemesi, ev işlerindeki rahatlık, her işin bir makinasının olması kadınların işlerini kolaylaştırmıştır. Bu kolaylık boş vakitlerin çoğalmasına neden olmakla beraber hiç de sanıldığı gibi kadına kâr getirmemiştir. Aksine zarar vermektedir. Kadın toplantıları çoğalmış, bu boş vakitler ibadet, zikir ve tefekkürle dolması gerekirken, yerini dedikoduya, laf taşımaya ve gıybete bırakmıştır. Bir araya gelen hanımlar, iki kişi bile olsa, hemen bir başkasını çekiştirmeye başlıyorlar. Bu önüne geçilemez bir alışkanlık olmuştur ki; artık çoğu kimse bunu engelleyemez hale gelmiştir. Kur'an ve din sohbetlerinde bile, sohbet biter bitmez hemen çekiştirme başlamaktadır. Öyle ki ben kendi gözlerimle buna şahit olmaktayım. Dikkat ederseniz sizde bunları sık olarak görebilirsiniz.
Camiye, Teravih namazı kılmaya gelen hanımlar bile, namaz aralarında hemen fıs fıs konuşmalara başlıyorlar. Evet bu kötü huyu camilere, sohbetlere bile taşımaktayız.
O halde bizlere düşen; içinde bulunduğumuz şu mübarek Ramazan ayı içerisinde bol bol Tövbeisriğfar getirmeli, bu alışkanlığı daha müsbet yönlere çevirmeli ve bu durumda gördüğümüz kimseleri de uyarmalıyız. Bunu yaparken, çekiştirdiğimiz kimsenin leşini, etini yediğimizi görsek elbette yapmayız, yapamayız ama, her şey bizim bildiğimiz gözle de görülmüyor tabii. Ama Kur'an'a ve Peygamber'e inanan kimselerin bunu görmesine de gerek yok zannediyorum.
Bu konuda; Enes (Radıyallahu Anh) diyor ki;
Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Efendimiz, bir gün oruç tutmamızı emretti, sonra da;
"Ben izin vermeden kimse orucunu açmasın”.
Herkes orucunu tuttu, akşam olunca teker teker müracat edenlere, iftar müsaadesi verildi. Bu arada bir adam gelerek;
"Ey Allah'ın Resulü! İki genç kız oruç tuttu ve yoruldular. Zâtı alinize gelmeye utanıyorlar. Müsaade buyurursanız iftar etsinler" dedi.
Rasûlü Ekrem müsaade etmedi. Adam iki defa daha geldi. Sonunda Rasûlü Ekrem:
"Onlar oruç tutmadılar. Bütün gün insanların etini yiyenler nasıl oruçlu olurlar? Git onlara söyle, oruç tuttularsa istifra etsinler bakalım”. buyurdu.
Adamcağız gitti, gerekeni söyledi. Onlar da aynı şeyi yaptı ve kan parçaları kustular. Adam Rasûlü Ekrem'e dönerek vaziyeti bildirdi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
"Nefsim, kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer kusmayıp bu kan parçaları midelerinde kalsaydı, onları Cehennem ateşi yerdi." (1)
Bera (Radıyallahu Anh) diyor ki;
"Rasûlü Ekrem bize bir hutbe irad etti, hatta evlerinde oturan kızlar da bunu duydular. Hutbesinde şöyle buyurdu;
"Ey dili iman edip kalpleri ile inanmayanlar, müslümanları gıybet etmeyin, onların gizli hallerini araştırmayın. Kim din kardeşinin gizli hallerini araştırırsa, Allah’ü Teâlâ'da onun gizli hallerini araştırır. Allah’ü Teâlâ kimin gizli hallerini araştırırsa, onu evinin içinde de açığa çıkarır ve rezil eder”. (2)
Gıybet; öyle kötü ve pis bir huydur ki, günahı söyleyene de, dinleyene de paylaştırılır. O sebeple ne söyleyelim, ne de dinleyelim. Sadece engel olalım, bunu da yapamıyorsak o ortamı terkedelim. Allah'ın rızasını kazanmak istiyorsak, bize düşen budur, müslüman hanıma yakışan da budur.
Bu konuyla alâkalı olarak, İmam Gazâli İhya'sında şöyle buyurmaktadır;
"Gıybetin bir çeşidi de, gıybet edenin hevesini artırıp daha fazla konuşturmak maksadıyla, güya şaşkınlık izhar ederek ona doğru meyil göstermesidir.
Bu sayede gıybet edeni, daha fazla konuşturmuş olur. Mesela; (yahu şaşılacak şey, ben onu öyle bilmezdim, şimdiye kadar o zatı hep iyi tanımıştım, ben ondan bu işi hiç beklemezdim) gibi konuşmalar yapar ki, bütün bunlar gıybet edeni ve yapılan gıybetleri tasdik ve teşviktir. Hatta değil bu hareketlerle, yalnız susarak dinlemek de teşvik ve gıybette ortaklıktır."
Nitekim Resulü Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem:
"Dinleyen de gıybet eden de bir dir. buyurmuştur. (3)
Söyleyen ve dinleyen gıybette birdir, ortaktır. Ancak dili ile konuşmaz, korkar ve kalbi ile de reddederse kurtulur. İmkânı varsa oradan ayrılmalıdır. Bunları yapmayıp da içinden dinlemeyi isteyerek, diliyle yapmacık olarak konuşma derse, bu da onu kurtarmaz. Nifak olur ve münafıklık alametidir. Kalbinden istemedikçe günahtan kurtulamaz. El, kol hareketleriyle de onaylamadığını belirtmek isterse, bu da onu mesuliyetinden alıkoymaz. Bize düşen görev, gıybetin önemini kavrayıp, karşımızdakini gıybetten men etmektir. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Kimin yanında bir mümin (aleyhinde konuşulmakla) zillete düşürülür de ona yardıma gücü yettiği halde yardım etmez, onu zilletten kurtarmazsa; kıyamet günü mahlukat arasında Allahü Teâla onu zelil eder”. (4)
Yine Peygamberimiz (s.a.v) Bu hususda;
"Gıyabi olarak din kardeşi aleyhindeki dedikodulardan, din kardeşini müdâfaa eden kimsenin, kıyamet günü ırz ve şerefini korumayı Allahü Teâla üzerine almıştır”. (5)
Haydi hanımlar, bu konuda kendimize bir çeki düzen verelim. Cehennem ateşini hak edenlerden olmayalım. Din kardeşlerimizi çekiştirmeyelim ve bu hususta Allah'ın rızasını kazananlardan olalım.
Yazımızı Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem)'in şu sözleriyle noktalamak istiyorum.
"Müslüman; elinden, dilinden müslümanlar selamette kalan kimsedir. Muhacir de, Allah'ın nehyettiğini terkedendir."
Kadın olsun, erkek olsun, Allah (c.c) hepimize, dilimizle, bedenimizle, kalbimizle, ruhumuzla tam bir Müslüman olmayı nasib etsin... Amin!
GÜZEL İSİMLER
ERKEK İSİMLERİ
HASAN: Namahremden korunur üzere olmak *Korunmak *Güzel *İyilik *Güzel muamelede bulunmak
MAHMUT: Meth olmaya mustehak *Meth'e layık *Övülmüş *Methu sena olunmuş *Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhı ve Sellem)'ın isimlerindendir.
HALUK: İyi huylu *Güzel ahlaklı *İslama yakışır ahlakta olan *İnsaniyetli
MEMDUH: Beğenilmiş *Metholunmuş, öğülmüş *Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem)' in sevmiş olduğu hareket, iş.
BEHLÜL: Çok gülen, çok gülücü *Hayır sahibi *Çok iyi adam *Harun Reşid'in kardeşinin adı olup, meczubane ve hikmetli hareketleriyle meşhur olmuştur.
KADIN İSİMLERİ
ASUDE: Rahatlama, dinlenme *Rahat *Huzur içinde *Dinç * Müsterih.
ATİYYE: Hediye *Bahşiş *Lütuf ve ihsan
BETÜL: Erkekten kaçınan, namuslu kadın *Hazreti Fatıma'üz Zehra ve Hazreti Meryem'in sıfatı
DİDAR: Mülakat *Görüş *Görünme *Yüz, Çehre *Görüş kuvveti *Açık, meydanda
LAMİA: Parlak *Parlayan *Parıldıyan
HAZRETİ AİŞE RADIYALLAHU ANHA
(GEÇEN SAYIDAN DEVAM)
“Adetim üzere yine bir gün sabah namazını kıldıktan sonra Hazreti Aişe'yi ziyarete gittim. O, kuşluk namazını kılıyor ve namaz esnasında;
"Allah lutfedip bizi kavurucu azaptan korudu" âyetini okuyordu. Ağlıyor ve durmadan tekrar ediyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Beklemekten usandım, o bitirmeyince ben de bırakarak çarşıya çıktım. Kendi kendime işimi bitireyim, sonra ziyaretine giderim dedim. İşimi bitirip döndüğümde, yine aynı halde ve aynı âyeti tekrar ederek ağlamakta olduğunu gördüm."
Kâinatın yaratılış sebebi, Allah'ın sevgilisi ve bütün mahlukatın Peygamberinin;
"Sen (Ey Eba Bekir) Cennetteki havuzda beraberimdesin ve benim mağara arkadaşımsın" buyurduğu büyük, eşsiz insan Hazreti Ebu Bekir, bir huri gibi yetiştirip, büyüttüğü Hazreti Aişe'yi Allah'ın Rasûlü'ne verdi ve Hazreti Aişe Radıyallahu Anha insanlığın efendisinin mukaddes gönlünü daima hoş tuttu ve daima onun saadet havuzuna aktı.
Kâinatın Efendisi ile iki at üzerinde yarış ettiği bile oldu. Çok kere Allah'ın Rasûlü'nü güldürecek kadar latifeler yapardı. Allah' ın sevgilisi onun bu haline nazar buyurur ve tatlı tatlı tebessüm ederdi.
Enes Bin Malik Radıyallahu Anh anlatıyor:
"Bir gün Hazreti Aişe'nin evinde bulunuyorduk. Peygamberin zevcelerinden Ümmü Seleme'nin evinden bir tabak pişmiş et geldi. Kâinatın Efendisi’nin önüne koydular. Bizi de yemeğe davet ettiler. Kendileri elini yemeğe uzattı, biz de yemeğe başladık. O anda Hazreti Aişe ocakta yemek pişirmekteydi. Acele ile yemeği pişirdi. Ümmü Seleme' nin evinden yemek geldiğini görmüştü. Kendi yemeğini yetiştirip, ortaya koydu ve Ümmü Selem'nin gönderdiği tabağı kaldırdı. Allah'ın Rasûlü bu hale bakıp dediler ki;
"Allah'ın ismiyle yiyin, anneniz kıskandı!"
İşte görüldüğü gibi Hazreti Aişe'de ince bir kadınlık edası mevcuttu.
Hazreti Aişe'den:
"Bir gündü. Allah'ın Rasûlü oturmuş nalinlerini dikiyordu, ben de yün eğiriyordum. Bu sırada Allah'ın Resulü'nün mukaddes alnından nur topu gibi parlayan terlerin aktığını gördüm. Bir ara başını bana çevirdi:
Ne o şaşırdın kadın? dedi.
Ben de şöyle dedim:
Ey Allah'ın Rasûlü! Sana baktım, alnından terlerin aktığını ve terlerin nur gibi parıltılar saçtığını gördüm. Hatırıma geldi, eğer şair Ebu Kebir elHüzeli sizi görse, söylediği şiire sizin daha layık olduğunuzu anlardı.
Ya Aişe! Ebu Kebir elHüzeli ne dedi?
Şu şiiri söyledi ey Allah'ın Rasûlü;
Yüz çizgilerine baktığın vakit, yağmur damlalarını akıtan buluttan, çıkan, şimşek gibi parlak...
Ben bunu okur okumaz, Kainatın Efendisi elindeki işini bırakarak kalktı ve benim alnımdan öpüp şöyle buyurdu:
”Allah seni hayırla mükâfatlandırsın ya Aişe! Sen beni sevindirdiğin gibi, ben seni sevindiremedim”.(6)
Allah'ın Rasûlü tarafından validemizin ne kadar sevildiğine bir bakınız
Peygamberimiz çok kere Hazreti Aişe ile latifeleşirdi.
Hazreti Aişe Radıyallahu Anha anlatıyor:
"Bedir gazâsı için Allah'ın Rasûlü ile sefere çıktık. Bir gün bana dediler ki;
Gel seninle yarış yapalım!
Ben de gömleğimi iyice belime bağladım. Sonra bir çizgi çizdik, üzerinden koşuya başladık. Yarışı Allah'ın Rasûlü kazandı ve;
“Ya Aişe! dedi. Bu Zu'lMecaz'daki koşunun karşılığıdır." (Zu'lMecaz Mekke'de bir yerin adıdır).
Yine Hazreti Aişe anlatıyor:
"Ben küçüktüm, babam bana bir şey vermişti. Allah'ın Rasûlü peşimden koştu ve bana yetişemedi. Bu defa beni geçince;
"İşte bu, o koşunun karşılığıdır" dedi.
Hazreti Aişe Radıyallahu Anha o kadar aşk ve vecd sahibiydi ki, evinde sabaha kadar Allah'ın Rasûlü ile beraber ibadet ederdi. Gece ve gündüzleri ibadet ile doluydu.
Muhammed'in oğlu Kasım anlatıyor:
"Adetim üzere yine bir gün sabah namazını kıldıktan sonra Hazreti Aişe'yi ziyarete gittim.
O, kuşluk namazını kılıyor ve namaz esnasında;
"Allah lutfedip bizi kavurucu azaptan korudu" (7)
âyetini okuyordu. Ağlıyor ve durmadan tekrar ediyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Beklemekten usandım, o bitirmeyince ben de bırakarak çarşıya çıktım. Kendi kendime işimi bitireyim, sonra ziyaretine giderim dedim. İşimi bitirip döndüğümde, yine aynı halde ve aynı âyeti tekrar ederek ağlamakta olduğunu gördüm."
Hazreti Aişe Radıyallahu Anha o kadar mübarek ve değerli bir kadındı ki; Cebrail Aleyhisselam bile ona selam vermişti.
Hazreti Aişe der ki;
"Allah'ın Rasûlü bir keresinde şöyle buyurdu;
Ya Aişe!
Bu Cebrail'dir.
Sana selam ediyor.
Bunun üzerine ben de O’na şöyle murakebede bulundum;
O’na da selam ile Allah'ın rahmeti ve bereketleri olsun. Sen (Ey Allah'ın Resulü) bizim görmediğimiz varlıkları görüyorsun." (8)
Müslim yoluyla gelen bir rivayette Hazreti Aişe Radıyallahu Anha şöyle buyuruyor;
"Nebîler nebîsinin zevceleri, Rasûlullah'ın kızı Fâtıma'yı Allah Rasûlünün yanına gönderdiler. Allah'ın Rasûlü benim yanımda, benim abam içinde yatmış vaziyette iken, Fâtıma gelip içeri girmek için izin istedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem ona izin verdi. Girer girmez Fâtıma:
Ey Allah'ın Rasûlü!
Kadınların beni senin yanına gönderdiler.
Onlar senden, Ebu Kuhafe' nin kızı hakkında adalet istiyorlar!...
Ben de susuyordum, Rasûlullah ona;
Ey kızcağızım! dedi.
Benim her sevdiğimi sen sevmez misin?
Fatıma:
Evet, severim, dedi.
Varlığın sebebi olan Cenabı Peygamber;
Öyle ise Aişe'yi de sev! buyurdu.
Fatıma, Rasûlü Ekremden bu sözleri işitince kalkıp, Peygamberin zevcelerinin yanına döndü ve onlara hem kendi söylediğini, hem de Kâinatın Efendisi’nin söylediklerini haber verdi.
Bu sefer kadınlar, Fâtıma'ya:
Ya Fâtıma!
Biz senin, bizim herhangi bir işimizi gördüğünü zannetmiyoruz.
Sen tekrar Allah Rasûlüne dön ve ona, kadınların, Ebu Kuhafe (oğlunun) kızı hakkında Allah için senden adalet istiyorlar de.
Fatıma:
Vallahi, bu hususta Rasûlullah'a ebedi bir kelime söylemem! dedi."
Dirâyet ve zarâfet sahibi Aişe der ki;
"Allah Rasûlünün kadınları bu defa da, Peygamberin zevcesi olan Cahş kızı Zeyneb'i gönderdiler.
Zeyneb, Peygamberin yanında diğer kadınlara nisbetle mevkiinin yüksekliği bana eşit sayılan bir kadındı.
Ben diyanette, takvada, doğru sözlülükte, akraba ile ilgiyi sıkı tutmakta, çok sadaka vermekte ve her türlü hayır işlerinde Zeyneb Binti Cahş derecesinde yüksek, hiç bir kadın görmedim. Ancak kendisinde demir gibi sertlik ve bir acelecilik tabiatı vardı ki, bu tabiat onun giriştiği işten dönmesini çabuklaştırdı.
Zeyneb, Allah'ın Rasûlü'nün huzuruna çıkmak için izin istedi. Rasûlullah ise yine Aişe'nin abası içinde bulunuyordu. Allah'ın Rasûlü izin verdi. Zeyneb'de içeri girdi;
Ey Allah'ın Rasûlü! Kadınların beni sana gönderdiler. Onlar senden Ebu Kuhafe (Oğlunun) kızı hakkında adalet etmeni istiyorlar.
Sonra benim hakkımda söz söylemeye başladı. Ben de cevap vereyim mi diye Rasûlullah'a bakıyordum. Zeyneb konuşmasından vazgeçmedi.
Onun sözlerine karşılık ben de cevap vermeye ve biraz sıkıştırmaya başladım.
Bu sırada Allah'ın Rasûlü gökleri aydınlatacak şekilde gülümsedi ve dedi ki;
Muhakkak ki o, Ebu Bekir' in kızıdır!..."
DİPNOTLAR:
1. Ahmet Ubeyd'den rivayet etti.
2. İbn Ebi'd-Dünya ve Ebu Davud isnadı ceyyid ile rivayet etmiştir.
3. Taberani İbn Ömer'den rivayet etmiştir.
4. Taberani Sehl'dn rivayet etmiştir.
5. İbn Ebi'd-Dünya rivayet etmiştir.
6. Beyhaki "Delailü'n-Nübüvve" de rivayet etmiştir.
7. Et-Tür: 27
8. Tirmizi rivayet etmiştir.