Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İSLAMA MUHATAP Anlayış...KİTAP TANITIMI... (1 Kullanıcı)

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
nasip

uykudan kaçın

camları açın

gafleti saçın

..... dışarda cenk var





kıyam buudu

zafer umudu

rahmet bulutu

..... yağmur da yağar





yetmişlik duvar

ardında nûr var

yıkarsak doğar

..... beklenen bahar





kurtuluş yakın

yeter ki akın

sürsün de bakın

..... nasipte ne var





domuzlar duyun

size bir oyun

ettik bir oyun

..... aklınız şaşar






mim.saka@googlemail.com
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
sefere niyet

gidişim ölümse

yine de gülümse

ölürüm ölürse

dudağında bûse





gül ey gül ağlama

yâremi dağlama

binbir bağ içreyim

bir de sen bağlama





yol ver bana ey yol

bana yol ver bir yol

kalamam yolu yok

bulacağım bir yol





ölürüm ölürse

dudağında bûse

gidişim ölümse

yine de gülümse






mim.saka@googlemail.com
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
kâlû belî

söylenmemiş ne var güneş altında şair

hatta ne kalmış yaşanmamış aşka dair

cebrail’in kanatları yanmış bir yerde

geçen geçmiş bize belâsı kalmış zâhir






mim.saka@googlemail.com
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Müjdelerin Müjdesi

Acâib bir nisyandı aylardan Nisan’dı
Harâmîleri millet ev sahibi sandı

Kanlı çizmeleriyle emperyalistlerin
Vatanı çiğneyen ne Moskof ne Yunan'dı

Kızkardeşimin örtüsüne uzanan el
O kuruyası el de sorsan müslümandı

Bir Yirmi Sekiz Şubat’ta düştü maskeler
Öncüler önden kaçtı millet ona yandı

Ya tahammül ya sefer bile diyemezdik
Sen de olmasan ahvâl büsbütün yamandı

Bilinmedin gayrından kesilmeden ümîd
Senin de imtihânın Eyyüp sabrındandı

Himmet buyurdunuz efendim İBDA ile
Umman olsa da ilim esbâb-ı tuğyândı

Nefesinle eridi buzlar erdi idrak
Her gönül gözünde o Mavi Işık yandı

Su yürüdü dallara özge can yürüdü
Uyanık görülen rüya artık Vatan’dı

Soyun gibi soylu izzî süvârisin sen
Ki izinde yılkı atlar bile şahlandı

Yeşil Söğüt’e istihâlesi Bozkurt’un
Tâbiri belki Hazret-i Gâzi Osman’dı

Yedi yüz yıl önce görülen Düş Çınarı
Tam üç kıtada Devlet-i Âli Osman’dı

Yalvardın bana da geçsin diye hâliniz
Âmin diyen cümle Evlâd-ı Fâtihân’dı

Gelip geçen bir şey zannedeler zamanı
İlk pervânelerin akrep ve yelkovandı

Yükselen burcun üstünde göründü dünya
Akla düşen zaten iflâsını ilândı

Onbir Ayın Sultanı’ydı tutulduğun ay
Ay dolunaydı doğan kutlu bir isyandı

Şevvâl Zilkade Zilhicce nihayet Sefer
Dürr-ü güher içre Gurre-i Ramazan’dı

Seni cehennem diye tuttukları Metris
Efendim sana âşinâ bir Âşiyân’dı

Tersâne-i Âmire’de hummâlı gayret
Nazargâhında binlerce yürek donandı

Sahtesi çok ammâ sendin âşık-ı sâdık
Hatta Leylâ-vü Mecnûn bile hezeyandı

Geldin ya inadına ümitvârız işte
Bir kara sevda kalmıştı o da aklandı

Gönüldaş kalma bu himmetten sakın geri
Bir kıssa-i nebî Nuh’tan sonra tufandı

KAHRIN SONU ELBET LÛTF İLE İMTİHANDI
NASİPLİLER KAZANDI GELEN KUMANDAN’DI

Mustafa Saka - 1999 – İstanbul

 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Tenimizi ezebilirsiniz… Ama, ruhumuzu asla… Onu ne işkence zapteder, ne kelepçe, ne pranga… Gülümser durur inancımız, hürriyet buudunda sonsuzca… Bizi edebilirsiniz, evimizden, tenimizden… Ama dinimizden? Çok şükür, pişmanlık uğramadı semtimizden… Ya siz? Ezeli pis hayvancıklar… Neye yaradı işkenceniz? Dünyanız kara, ahiretiniz zift… Sizi bekliyor cehenneminiz!.." SALİH MİRZABEYOĞLU...
 

alisay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Eyl 2008
Mesajlar
277
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
günümüzün kab bin züheyr (r.a) lerine selam olsun. onları bize ulaştıranlara selam olsun.
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Selâm ne güzel bir kelime… Selâmeti, teslimiyeti ve teslimiyetin selâmeti mânâlarını kapsıyor; bunların hakikati niyetinde bitişik insanları da, bir birlerinin ruh aynalarında diğerine gösteriyor!..

Ne güzel, ne ince, ne derin!..

Selâmın yaygınlaştırılması emrini, klişeyi gevelemek diye değil, bu mânâları hazmetmek ve göstermek diye anlamak lâzım!..

Sizi, İslâm inkılâbının habercisi gençlik olarak, işte bu hakikatlerin farkında soy diye, muhabbetle selâmlarım.

Burada niçin toplandığımız malûm. Bu malûmda meçhul kalmaması gereken bir meseleyi, teşkilâtlanma öncesinde son ikaz olarak hatırlatayım:

Takdir, insana şevk verir; daha hevesle ve ciddiyetle işe sarılma, çabanın azmasını…

Tekdir ise kamçıdır; sahte tesellileri, pişkinlik mizacını, uyuzluk illetini, nefs rehavetini, şuur bunaklığını, donuklaşmayı ve daha neyi ve neyi kırıcı…

Bugün garip bir hâli yaşıyoruz; takdirin üstüne çöreklenmek, tekdiri pişkinlikle savuşturmak…

Bu ölçülendirmeler içinde sizi, hep genç kalmaya davet ediyorum!..

Istırabımı görmüyor musunuz?.. Bugün 36 yaş (1986 Senesi- Rasim) gibi gençliğin tavanında bir yerdeyim ve sizden keyfiyet zenginliğiyle ayrılmak yerine yaş haddiyle fikirde ağabeylik yapmak niyetlilerinden tiksinenim; sizinle, sizin içinizde olarak, sizi önünüzdeyim!..

Benim gibi elek üstünde kalabilmiş kimler var; biliyorsunuz… Bizim yaş ötemizde adam bulmak, çölde balık enselemek gibi muhal çapında bir imkânsız belirtir… Yoktur demiyorum; ama birkaçlar dışında göremiyorum... Varsa da, tanımak ihtiyacındayım!..

Hasılı kelâm, bugün siz, gençlik olarak yardımcı unsur değil, doğrudan doğruya merkezî bir mânâyı temsil etmektesiniz… Allah’ın size takdir ettiği bu hizmet imkânı, aynı zamanda mesuliyetinizi de icabettirir… Yerine getirmekten kaçınacağınız görev, aynı zamanda taşıyamayacağınız bir vebaldir!..

Gerçekleştirmeye mecbur olduğunuz tablonun ecrini hayâl ediniz:

Bir zamanların yalnız madde üstü yapım-yıkım hamlesinin en gözükara çapta iç hakikati… Ruh imarı davası.

Memlekette İslâm’ın bütün hakikatiyle tecellisi…

Memlekette tek sarhoş yok!

Ecnebî diplomat, elçiliğinde, yahut Hilton otelinin (00) numarasında dışarıdan getirttiğini içebilir…

Tekel, eski şarap şişelerine ister pekmez, ister sirke doldursun…

Ne zar, ne iskambil kâğıdı, ne şu, ne bu!..

Milli Piyango, Toto ve “Bahs-i müşterek” gişelerinin kapalı camları üzerinde katrandan iki çapraz çizgi…

Kulüplerde tek-çift bile oynanmaz.

Banka, para yatıranları, ancak kendilerine aşıladığı tasarruf terbiyesinin semeriyle mükâfatlandırıcı, faizsiz, ikramiyesiz, hattâ muhafaza ücreti alan bir ocaktır.

Rüşvet, suistimal, nüfus ticareti, iltimas, hakka ve cemiyete ihanet bakımından vatan hıyanetine denk…

Mektep değil, ahlâk ve terbiye çilehaneleri… Bu çilehanelerden derece derece hayat izni almayan, yaşayamaz.

Karaborsayı, dileyen ağzına alsın! Terazi, maliyet ve kâr yalanı, üç ayaklı sehpa da tartılır.

Serseri, derhal maden ocağına…

İşsiz, milyarder de olsa, ameleliğe…

Sefih, bütün malı ve mülkiyle devlet emrine…

Film, tiyatro, sergi, gazete, mecmua, kitap, en sert fikir, ahlâk ve keyfiyet ölçüsü sansürü altında…

Kahvehane; pados!

Dansa salonu; elveda!

Kontrolsüz spor; Allaha ısmarladık!

Fahişe; buyursun Hayırsız Adadaki kampa!

Yolda, meydanda, nakil vasıtalarında, umumî yerlerde, hattâ camilerde edeb, usûl ve ahlâk zabıtasının hususî ajanları….

Köylü köyünde ve imam ünvanlı üstün terbiye müfettişinin ve her şubesiyle hayat güdücüsünün emri altında ve devlet iş plânının çerçevesi içinde…

Her kötülüğün beş dakika içinde cezasını biçecek, hapishane pansiyonunu kaldıracak; ve cezaları devlet emrinde, hükümlü adam oluncaya kadar ırgatlığa çevirecek yepyeni bir adalet sistemi…

Hakim, inanmadığı kanunla hükmetmez; itiraz eder.

Savcı, suçlu gördüğü sanık üç kere beraat etti mi, bizzat mücrimdir.

Devlet ve cemiyetin inandığı ve bağlandığı ana prensipler müstesna, dileyen dilediğini söyler, yazar, yayar.

Devlet büyüklerinin şahsına alkış kadar “yuha!” herkesin hakkıdır.

Hak sahibi, hakkını ispat etmek, yoksa akıbetine katlanmak şartıyla her ân devlet büyüğünü sigaya çekebilir.

Radyoda, konserde, konferansta, müsamerede, törende, şölende, filimde, tiyatroda, şiirde, romanda, bütün duygu ve düşünce yayınlarında ve en başta camide, görülmemiş bir vecd, aşk, imân, ahlâk, terbiye, edeb, gerçeklik, derinlik, güzellik telkini ve zıtlarının iptali…

Ve bu ölçülerin muhtaç olduğu daha nice misâl…SALİH Mirzabeyoğlu...
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Selâm ne güzel bir kelime… Selâmeti, teslimiyeti ve teslimiyetin selâmeti mânâlarını kapsıyor; bunların hakikati niyetinde bitişik insanları da, bir birlerinin ruh aynalarında diğerine gösteriyor!..

Ne güzel, ne ince, ne derin!..

Selâmın yaygınlaştırılması emrini, klişeyi gevelemek diye değil, bu mânâları hazmetmek ve göstermek diye anlamak lâzım!..

Sizi, İslâm inkılâbının habercisi gençlik olarak, işte bu hakikatlerin farkında soy diye, muhabbetle selâmlarım.

Burada niçin toplandığımız malûm. Bu malûmda meçhul kalmaması gereken bir meseleyi, teşkilâtlanma öncesinde son ikaz olarak hatırlatayım:

Takdir, insana şevk verir; daha hevesle ve ciddiyetle işe sarılma, çabanın azmasını…

Tekdir ise kamçıdır; sahte tesellileri, pişkinlik mizacını, uyuzluk illetini, nefs rehavetini, şuur bunaklığını, donuklaşmayı ve daha neyi ve neyi kırıcı…

Bugün garip bir hâli yaşıyoruz; takdirin üstüne çöreklenmek, tekdiri pişkinlikle savuşturmak…

Bu ölçülendirmeler içinde sizi, hep genç kalmaya davet ediyorum!..

Istırabımı görmüyor musunuz?.. Bugün 36 yaş (1986 Senesi- Rasim) gibi gençliğin tavanında bir yerdeyim ve sizden keyfiyet zenginliğiyle ayrılmak yerine yaş haddiyle fikirde ağabeylik yapmak niyetlilerinden tiksinenim; sizinle, sizin içinizde olarak, sizi önünüzdeyim!..

Benim gibi elek üstünde kalabilmiş kimler var; biliyorsunuz… Bizim yaş ötemizde adam bulmak, çölde balık enselemek gibi muhal çapında bir imkânsız belirtir… Yoktur demiyorum; ama birkaçlar dışında göremiyorum... Varsa da, tanımak ihtiyacındayım!..

Hasılı kelâm, bugün siz, gençlik olarak yardımcı unsur değil, doğrudan doğruya merkezî bir mânâyı temsil etmektesiniz… Allah’ın size takdir ettiği bu hizmet imkânı, aynı zamanda mesuliyetinizi de icabettirir… Yerine getirmekten kaçınacağınız görev, aynı zamanda taşıyamayacağınız bir vebaldir!..

Gerçekleştirmeye mecbur olduğunuz tablonun ecrini hayâl ediniz:

Bir zamanların yalnız madde üstü yapım-yıkım hamlesinin en gözükara çapta iç hakikati… Ruh imarı davası.

Memlekette İslâm’ın bütün hakikatiyle tecellisi…

Memlekette tek sarhoş yok!

Ecnebî diplomat, elçiliğinde, yahut Hilton otelinin (00) numarasında dışarıdan getirttiğini içebilir…

Tekel, eski şarap şişelerine ister pekmez, ister sirke doldursun…

Ne zar, ne iskambil kâğıdı, ne şu, ne bu!..

Milli Piyango, Toto ve “Bahs-i müşterek” gişelerinin kapalı camları üzerinde katrandan iki çapraz çizgi…

Kulüplerde tek-çift bile oynanmaz.

Banka, para yatıranları, ancak kendilerine aşıladığı tasarruf terbiyesinin semeriyle mükâfatlandırıcı, faizsiz, ikramiyesiz, hattâ muhafaza ücreti alan bir ocaktır.

Rüşvet, suistimal, nüfus ticareti, iltimas, hakka ve cemiyete ihanet bakımından vatan hıyanetine denk…

Mektep değil, ahlâk ve terbiye çilehaneleri… Bu çilehanelerden derece derece hayat izni almayan, yaşayamaz.

Karaborsayı, dileyen ağzına alsın! Terazi, maliyet ve kâr yalanı, üç ayaklı sehpa da tartılır.

Serseri, derhal maden ocağına…

İşsiz, milyarder de olsa, ameleliğe…

Sefih, bütün malı ve mülkiyle devlet emrine…

Film, tiyatro, sergi, gazete, mecmua, kitap, en sert fikir, ahlâk ve keyfiyet ölçüsü sansürü altında…

Kahvehane; pados!

Dansa salonu; elveda!

Kontrolsüz spor; Allaha ısmarladık!

Fahişe; buyursun Hayırsız Adadaki kampa!

Yolda, meydanda, nakil vasıtalarında, umumî yerlerde, hattâ camilerde edeb, usûl ve ahlâk zabıtasının hususî ajanları….

Köylü köyünde ve imam ünvanlı üstün terbiye müfettişinin ve her şubesiyle hayat güdücüsünün emri altında ve devlet iş plânının çerçevesi içinde…

Her kötülüğün beş dakika içinde cezasını biçecek, hapishane pansiyonunu kaldıracak; ve cezaları devlet emrinde, hükümlü adam oluncaya kadar ırgatlığa çevirecek yepyeni bir adalet sistemi…

Hakim, inanmadığı kanunla hükmetmez; itiraz eder.

Savcı, suçlu gördüğü sanık üç kere beraat etti mi, bizzat mücrimdir.

Devlet ve cemiyetin inandığı ve bağlandığı ana prensipler müstesna, dileyen dilediğini söyler, yazar, yayar.

Devlet büyüklerinin şahsına alkış kadar “yuha!” herkesin hakkıdır.

Hak sahibi, hakkını ispat etmek, yoksa akıbetine katlanmak şartıyla her ân devlet büyüğünü sigaya çekebilir.

Radyoda, konserde, konferansta, müsamerede, törende, şölende, filimde, tiyatroda, şiirde, romanda, bütün duygu ve düşünce yayınlarında ve en başta camide, görülmemiş bir vecd, aşk, imân, ahlâk, terbiye, edeb, gerçeklik, derinlik, güzellik telkini ve zıtlarının iptali…

Ve bu ölçülerin muhtaç olduğu daha nice misâl…SALİH Mirzabeyoğlu...

Başyücelik Ehli sünnet vel Cemaat İslam DEVLETİ...............
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Yaşamayı Deneme
KİM'in Romanı

yasamayi1.jpg
Takdim

Bu kitap, gaye’ye giden yolda her vasıtayı kullanma gayesine bağlı olarak, muvaffak bir oluşum çizgisinin en başındaki ürünleri gösterir ve şimdi bulunulan noktanın ilerisine doğru sanat açısından da pencere açma niyetiyle yayına girerken, içinde işaretlenen zaman diliminde ve oluşum çizgisinin hikâyesi olarak da eserin mevzuu içinde.

Anlaşılması gereken gençlik ruhundan kesitlerle, kurak bir iklime doğmuş nesillerin “yeni bir dünya görüşü” ihtiyacını, şu veya bu vesilelerle ortaya çıkan “kim”lik bunalımını ve toplumsal değerler kaosu içindeki yaşama savaşını, yazı türleri çeşitleriyle ortaya koyan mektuplar; KİM’in romanı...
Bir dönemin, toplayıcı anten, fakat “sentez”e uzak bir ruhta düğümlenmiş aksi...
İşte YAŞAMAYI DENEME!..
***

BİR AÇIKLAMA
Çöpçünün, bekçinin, garsonun ve daha bilmem kimin, mesleki kıyafetleri vardır. Bu kıyafetler giyenin mesleğini gösterir.
Yine bazı meslekler vardır ki, eda, tavır ve mimikler, o mesleğe girenlerce hazır elbise gibi giyilir. Mesela polis...
Şu keman çalan kadına bak.
Kamera karşısında “Konsantre” olamamış. Ama yine de dudağının kenarında, fizikötesine kanat açarken toprakta çakılı kalmanın ıstırabını gösterir gibi bir çizgi var. Alnını kırıştırıp düzeltirken, gözlerini yumup sonra tavana bakarken, bu mimiklerin hiçbiri ruhunun tercümanı değil. Elbisesini giymiş.
Keçi sakal, bir gözlük, biraz aptal bakış, biraz manalı duruş, içki ve kalenderlik gösterisi içinde oldun mu, ya mimarsın, heykeltraşsın, ressamsın, yazarsın, duygulusun, çağdaşsın, ama illaki sade vatandaş değilsin. Elbisesinden belli.
Tanıyorum böylelerini, iğreniyorum.
Ya bu taraf.
Helva kağıdına, “bana şu kadar abone parası gönder” diye yazışını, “ah, işte sanatçı ruhu! Bir kağıda bile uzanamamış, önündeki helva kağıdına yazmış” diye değerlendirenlerin sanatçısı...
“Sanatından ne haber?”
Ve umumiyetle içinden kalınlık tüten incelik gösterileri. Söylemeye gerek yok, müştereken, moda olduğu üzere insan sevgisi.
“Nerede o insanları sevilecek toplum?”
İşte bu, sürüden farklılık üslubunun, o sıralar diplomasız, büyük ustasının bürosundayız.

***
yasamayi3.jpg
Fragmanlar

Sevgili Dostum!
Ayağının altındaki halı çekilince yere yuvarlanan adam gibi, karmakarışık duygular içindeyim. Bu yüzden de, yüreğim alev alev yeni insanların özlemiyle yanar, kendimi dünyaya meydan okuyacak kadargüçlü hissederken, âdeta bir kibrit çöpünü kaldıracak kadar olsun güç sahibi değilim. Benim hayâl ettiğim insanların, kokusu ve rengini hissettiğim toplumun, eski KİM’in söyledikleriyle, isimden başka bir benzerliği yok. KİM, ruhunda yeni dünyasına yakışmayan eski hâlleri ayıklamakla meşgul. Hayatı renksiz, kokusuz, kapkara, kupkuru, bön, havasız ruhunda boğan, çirkinleştikçe keskinleştiği zannına kapılanlarla bir beraberliğimiz olamaz. Fırtınada bütün halatları kopan, son halattan da kurtulursa hangi limana düşeceği meçhul bir gemi gibi yalpalarken, aşkla örülü o son halatın beni sımsıkı kavradığını hissediyorum. Anladın. Sevgiliden bahsediyorum.
Çocuk yaşımda, hınca hınç dolu bir salonda, kapıdan ancak tek ayağımı sokarak görebildiğim, bu vaziyette tam üç buçuk saat vecd içinde kendisini dinlediğim Sevgili.
Yeni hâlimde, eski konuştuğum, söylediğim ne varsa, hatırlanmak istenmeyen mazi gibi silinirken, pörsümeyen, dökülmeyen, yeniden yenilenen, sadece onun eserleri, sadece ona duyduğum, şiddetlenen aşk.
Anla beni!..
İki aşk arası kalakalmışım.
Kollarından ters istikametlere doğru çekilen ve parçalanma acısı içinde kıvranan esir.

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ing%20Bashyucelik%20kapak%20web.jpg


Başyücelik Devleti kitabının İngilizcesi yayınlandı

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Başyücelik Devleti adlı eserinin İngilizcesi The State of Başyücelik adıyla İBDA Yayınları tarafından yayınlandı. Ahmet Davudoğlu’nun editörlüğünü yaptığı eser Sun’ Ajans tarafından tercüme edildi.

Sovyet sistemi ve Doğu Bloku’nun çöküşüyle tek kutuplu hale gelen dünyada Amerika’nın öncülüğünde neo-liberal politikalar ağırlık kazandığı gibi Batı destekli bu politikalar tek doğru çözüm olarak kabul edildi. “Yeni Dünya Düzeni” olarak lanse edilen bu mekanizma bütün insanlığa ideal olarak iktisatta serbest piyasayı, kültürde çokkültürlülüğü, yönetimde demokrasiyi sundu. Daha doğrusu bütün dünya Amerika’nın öncülüğünde Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle “demokrasiye zorlandı.”

Bütün bunlarla birlikte özellikle ilk Körfez Krizi sadece “uluslararası hukuk” adı altında Batı’nın dünyaya giydirdiği “demokrasi gömleği”nin asıl yüzünü göstermekle kalmamış, Saddam’ın yiğit çıkışı sayesinde Mütefekkir’in ifadesiyle “Amerika’nın fiyakası bozulmuştur.” Böylelikle Yeni Dünya düzeni adı altında sunulan demokrasinin Batı’nın Doğu ve İslam dünyasını tutsak etmek için ortaya koyduğu yeni sömürgeleştirme siyasetinin bir parçası olduğu anlaşıldı. İki binli yıllarda önce Afganistan sonra Irak’ın işgali de aynı politik söylemin maskesi altında gerçekleştirildi. Amaç “demokrasi getiriyoruz” yalanı altında dünyaya egemen olmaktı.

Bugün yıllardır beklenen küresel krizle karşı karşıya durumdayız. Üstelik bu krizin tek boyutu iktisattan ibaret değil. Mali sıkıntıların altında başta ahlâk olmak üzere siyasi, kültürel ve içtimai sıkıntıların baskısı da hissediliyor. Neo-liberal politikaların iflâsı Avrupa ve Amerika’da entelektüelleri çıkmaza sokarken İslam dünyasında mevcut olan emperyalizme başkaldırma potansiyeli ise tefekkür eksikliği dolayısıyla durgunluk yaşıyor. Mütefekkir Mirzabeyoğlu ilk baskısı 1995, ikincisi 2004 yılında yapılan eseri “Başyücelik Devleti” ile, alternatifsiz görülen Batı demokrasisi ile tefekkürsüz kalmış İslam dünyasının karşısına yeni bir teklifle çıkıyor. Mirzabeyoğlu bu eserin “meselelerin seyri ve İslâmcı mücadelenin müşahhas hedef ve gayelerinin tesbiti hususunda yepyeni bir bakış getirmesi”ni umduğunu belirtiyor.

Küresel krizle birlikte Doğu ve Batı’sıyla bütün dünya “ne yapmalıyız” sorusunu sormasına rağmen cevap bulamazken Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu başta İslam âlemi olmak üzere bütün dünyaya “Başyücelik Devleti”ni teklif ediyor.



İrtibat için:

İBDA Yayınları
Çatalçeşme Sokak Üretmen Han No: 3/ 316 Cağaloğlu İSTANBUL
212- 528 33 07
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
The State of Başyücelik
The New World Order




5495_1144256520886_1061695374_30441125_5102518_n.jpg


Introduction

The believer (Mu’min) is surrounded by five sorts of violence. His Muslim brother is jealous of him; the hypocrite (Munafiq) dislike and grudge him; the one concealing the truth (Kafir) is his mortal enemy; he is constantly plagued by his own self (Nafs); and the devil (Sheytan) attempts to mislead him.

In my life, though I have had my share of each of these five violence framed in the hadith above, the first three of them have eventually made me aware of the fact peculiar to brave men of Büyük Doğu-Ibda and I must state it as an expression of my gratitude:
“Just as the lion appears at the scene of assembly, what the rabbit, jackal and dog share is a collective shuddering!”
As everybody can see from their own perspective, we are not at all playing on a joke, whether in terms of actions or of ideas. We are not like the opportunists who market meaninglessness as toleration. Unlike the cowardly type of people who always avoid “risks” and “suffering” and delays the phase of “action” and “idea” of the Islamic cause to an obscure future by using auxiliary verbs like “will” and “shall,” we are the ones who set up the meaning of idealism as a solid, tangible fact. And we set our eyes on the Great Islamic revolution. The State of the Başyücelik?..

We have to reborn within a unity of a very new soul, ideal, and order after having weighed, known, and understood all the causes and effective factors of today’s political and social disorder which exists all around the world, having made meticulously self-criticism considering our existence during the course of history, and having determined all our weaknesses and strengths. What is becoming of the world and what will become of us? Which distinctive world views shall we base our right to existence on? Which product, of our own invention, shall we promote in the “spiritual common market,” when the old order of democracy and liberalism was “marketed” under the name of New World Order, without a rival of “New World Order”? After the decline of the Soviet Union, while first the United States, and then Europe standing just next to it, were and continue trying to dominate like this, how come it suffices to name solely Islam, saying, “Of course, it is beknowst to even children!,” apart from the attitude of voluntary villainy behind the blasphemous? Of course, it is Islam; provided that its “how” and “why” are demonstrated.

The ideal is a yearning, a longing, a dream and a plan, stated by an idea which desires to see its own applications and traces on things and events. And if we call ideology the brain, and the ideal the heart, no desire or zeal or curiosity or behavior can be ideal if it is based on a miserable idea. In order for it to be an ideal, it should set its vision on a nobility and maturity on the social level. Each ideal is a goal while not every goal is an ideal. Goals can be of lower levels; ideals cannot. As the sum total of the wisdoms above, together with the brain and the heart, we are the ones who demonstrate the “hows” and the “whys” in a unified system. It is our job to embroider the cause of Islam into things and events. We are the unique example. We are the Büyük Doğu-Ibda. Within this framework, I would like to present my work: The State of the Başyücelik; and the New World Order!

In fact, the issue of the “State of Başyücelik” corresponds to the main aim in composing the Büyük Doğu ideology and to the principal pillar collecting all the contents of it. Nevertheless, it was in the background among the issues which were processed around it. I am taking the matter up and re-awakening it, and would like to explain it in the metaphor of the explosion of a bomb —already made to use— in a public place. It is hoped that it will bring a completely new view in terms of the course of events and the concrete aims and objectives of the Islamist struggle.

The New World Order, shaped like a bobble of ideas and institutions from democracy and liberalism to the United Nations and the European Common Market, is a hegemonic system in which the United States and Europe, although competitively, share the view they have on countries like ours; that of outcast status. Of course, we respond, “No!” to this view, and instead we propose this “New World Order” to begin from our own country!

5495_1144257280905_1061695374_30441127_4952686_n.jpg
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Arapça "Başyücelik Devleti"
Dr. Sabri T. Hammâm "Başyücelik Devleti Benzeri Bulunmayan Bir Eser"



Mısır Suhac Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Bölümü Türk Dili Hocası Dr. Sabri Tevfîk Hammâm:
“Başyücelik Devleti, benzeri bulunmayan ve her Müslüman’ın temel bilgi kaynağı sayılabilecek türden bir eser”

Röportaj: Osman Akyıldız

oakyildiz@furkandergisi.com


basyucelik1hm9.jpg




TAKDİM

Mısır Suhac Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Bölümü Türk Dili Hocası Dr. Sabri Tevfîk Hammâm ve yardımcısı Dr. Ahmed Abdulhalim, İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “BAŞYÜCELİK DEVLETİ” isimli eserini Arapça’ya tercümesini gerçekleştirdiler.

İki akademisyeni bu değerli çalışmalarından dolayı tebrik ediyor, çalışmalarının devamını bekliyoruz. Kontrol ve basım için İbda yayınevine teslim edilen çalışma inşallah yakın zamanda okuyucusuyla buluşacaktır.

Bu vesileyle, mütercimlerden Dr. Sabri Tevfîk Hammâm ile eser üzerine yaptığımız röportajı takdim ediyoruz.
Osman Akyıldız: Mısırlı bir akademiysen olarak neden Türkçe’yi mevzu edindiniz? Sizi Türkçe öğrenmeye iten sebepler ne idi? Türkçe öğrenimi için Türkiye’de bulundunuz mu, yoksa tamamen Mısır’da mı öğrendiniz? Ve şu anki vazifeniz nedir?
Dr. Sabri Tevfîk Hammâm: Gerçekten Türk dili, her Arap için sonsuz bir ışık ve örneklik teşkil ediyor. Çünkü Araplar ve Osmanlılar uzun dönemler birlikte yaşamış ve her şeylerini paylaşmışlardır. Köklü bir medeniyete sahip olan Osmanlılar, İslam dünyasının her bölgesine iz bırakmışlardır. Bu izleri hilafet dönemi boyunca ve Yavuz Sultan Selim iktidarı döneminde açıkça görülür. Yavuz Selim Memluklarla savaşıp onların Mısır’daki varlıklarına son vermiş ve Safevileri durdurmuştu. Bu yüzden pek çok konuda Osmanlı devletinin Mısır üzerinde büyük iyilikleri vardır.
Bu nedenle Türk dili, genel olarak bütün Mısırlılar için özel olarak da Türkiye üzerine araştırma yapan uzmanlar için büyük bir öneme sahiptir. Fakat bu önemi Mısır üniversiteleri ancak son dönemlerde kavrayabilmiş; buna bağlı olarak Mısır üniversitelerinin büyük çoğunluğunda Türk Dili bölümleri kurulmuş ve eğitime başlamıştır. Bununla birlikte Mısır devleti de Türkiye ile karşılıklı ticari ilişkilere önem vermiş; bütün bu gelişmeler Türkçe öğrenme isteğini arttırmıştır. Bundan daha önemlisi, Mısır ve Türkiye iki Müslüman ülkedir; ikisi de İslâmî bir çevre ve iklimde yaşamaktadır.
Mısır’da Türk dili artık doğu dillerinin en önemli dili haline gelmiştir. Çünkü onu öğrenmek isteyenlerin sayısında görülen artış ve iki ülke arasında karşılıklı akademik yardımlaşmaların geliştirilmesi bu önemi göstermektedir. Öyle ki Türkiye, Mısır üniversitelerinin Türk Dili bölümlerinde Türk Dili ve Edebiyatı derslerini vermeleri için Mısır’daki konsolosluğu vasıtasıyla öğretmenler göndermekte; yaz aylarında Türkiye’deki TÖMER kurslarında Türk Dili eğitimi almak isteyen yabancı öğrencilere eğitim bursu vermekte; Türk üniversitelerinde mastır ve doktora yapmaları için Türkiye’ye öğrenci göndermektedir.
Şu an Suhac Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Bölümü Türk Dili kısmında iki çevirmen çalışmaktadır. Bu çevirmenler şunlardır:
1- Dr. Sabri Tevfik Hammâm – Türk Dili Öğretmeni. (yani ben)
2- Dr. Ahmed Abdülhalim - Türk Dili bölümü Yardımcı Öğretmen.

O. A: Türkiye’den uzakta bir araştırmacı olarak neden Başyücelik Devleti’ni tercüme etmeye karar verdiniz? Bu kitabı öğrenciyken mi, yoksa sonradan mı gördünüz? Kitabı ilk okuduğunuzda sizdeki tesirini öğrenebilir miyiz?

“Her Müslüman aydının aradığını bulabileceği bir eser”

Dr. S.T. Hammâm: Biz “Başyücelik Devleti” adlı eseri tercüme etmeyi uygun gördük. Çünkü bu eser benzeri bulunmayan ve her Müslüman’ın temel bilgi kaynağı sayılabilecek türden bir eserdir. Farklı özellikleri olan, her Müslüman aydının aradığını bulabileceği bir eserdir. Yaşanan olaylara bir cevap niteliğinde olan bu eser, dünyadaki güç paylaşımı ve neredeyse yaşanan olayların merkezi haline gelen Ortadoğu bölgesinin rolünü belirleme konularında eser sahibinin görüşlerini açıklamaktadır. Dolayısıyla kitap, yaşanan ve her gün yaşamakta olduğumuz olaylar çerçevesinde Doğu ve Batı sorunlarıyla ilgili gerçekçi çözümler bulmaya çalışıyor. Dünyada iktisadi kaynaklara hakim olmak için büyük güç olmanın önemini vurguluyor. Avrupa ve Rusya’nın bu çatışmadaki rolüne, Amerika’nın dünyada karşılaştığı sorunlara ve hatta saldırılara değiniyor; İslam ülkelerinin eli bağlı şekilde durmasından söz ediyor. Yazar, İslam dünyasının kendi topraklarında yaşanan bu savaşa seyirci kalışını eleştiriyor; Batı’nın Doğu’ya, Doğu’nun da Batı’ya bakışını açık bir şekilde ortaya koyuyor. Yazar, yaşanan savaşın inanç savaşı olduğunu vurguluyor ve toplumunu hatta tüm İslam dünyasını, Batı’nın İslam’a karşı yürüttüğü bu saldırılara karşı koymaya teşvik ediyor.

O. A.: Kitabı tercüme ederken zorlandığınız yanları oldu mu? Mirzabeyoğlu’nun üslubu konusunda ne düşünüyorsunuz?

“Çağının en kültürlü, zarif ve derinlikli bir yazarı”

Dr. S.T. Hammâm: Çevirmenler olarak bu eseri tercüme ederken pek çok zorluklarla karşılaştık. Yazarın girift üslubu, pek çok yabancı sözcük ve batılı terimler kullanması, uzun cümleler, birçok cümlede sembol ve gizemli kelimeler kullanması, karşılaşılan bu zorluklara örnek verilebilir. Biz böyle bir kitabın bu şekilde olması gerektiği için belki yazarı mazur görebiliriz. Çünkü yazar bu eserde bütün kültürlü seçkinlere hitap ediyor. Bu yüzden birçok meselede ima, açık konuşmadan daha zarif olabilir. Bunun yanında yazar, kendi kültürel derinliğini ve yaratıcı gücünü göstermek istemiş olabilir. Çünkü yazar ve edebiyatçı Necip Fazıl ile Sezai Karakoç da bunu, zarif ve derinlikli bir edebi üslub olarak kullanmışlardır. Bizim yazarımız da kendi çağının en kültürlü, zarif ve derinlikli bir yazarıdır ve bu alanda ün salmıştır. Yazarın sözünü ettiği sorunların ve meselelerin son derece önemli ve hassas oluşu, onun bu üslubu kullanmasını gerektirmiş olabilir.

O. A.: Kitabın yazarı Salih Mirzabeyoğlu’nun Üstadı Necib Fazıl Kısakürek Arab dünyasında da tanınan bir mütefekkir. Necib Fazıl’ı hiç okudunuz mu? Necib Fazıl’ın şu ana kadar Arapça’ya hangi kitapları tercüme edildi?
Dr. S.T. Hammâm: Salih Mirzabeyoğlu’nun fikrî kişiliğinin oluşmasında Necip Fazıl’ın büyük etkisi vardır. Necip Fazıl ki Türkiye’nin ve İslam dünyasının en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul edilir. Necip Fazıl’ın çalışmaları hem Arap dünyasında hem de İslam dünyasında büyük ilgi görmüştür. Çünkü Üstad Necip Fazıl, gerçekten büyük bir edebiyatçı ve düşünürdür. Bu yüzden o, Türkiye’de İslami eğilimin köklerini sağlamlaştıran bir fikir okulu olmayı hak ediyor.
Necip Fazıl’ın yaptığı çalışmaların büyük çoğunluğu Arap diline tercüme edilmiştir. Eserlerini tercüme edenlerin çoğu değerli hocalardır. Mesela Aynüşşems Üniversitesi Türk Dili bölümü öğretim üyesi olan ve doktorasını “Necip Fazıl’ın şiirinde İslami eğilim” adıyla Necip Fazıl üzerine yapan Prof. Dr. İzzet Abdurrahman es-Savi bu hocalardan biridir. Yine Aynüşşems Üniversitesi Türk Dili bölümü öğretim üyesi olan Dr. Abdürrezzak Berekat, Necip Fazıl’ın Çile, Kaldırımlar gibi bir çok şiirlerini Arapça’ya çevirmiştir.
Yine Prof. Dr. Muhammed Abdüllatif Hüreydi, Türk-İslam edebiyatı üzerine bir kitap hazırlamış; kitapta Necip Fazıl’a geniş yer ayırarak birçok şiirini tercüme etmiştir. Yine benim, Necip Fazıl’ın şiirleri üzerine Türkçe bir araştırmam 2006 yılında Yedi İklim dergisinde yayımlanmıştır.

O. A.: Sizce Başyücelik Devleti’nin Arap dünyasına veya genel olarak İslam dünyasına ne gibi faydası olabilir?
Dr. S.T. Hammâm: Bize göre “Başyücelik Devleti” adlı eser Arap dünyasında, Doğu ve Batı ile ilgili birçok sorun ve Ortadoğu bölgesinde yaşanan olaylar hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüştür. Bu kitap bize göre çok önemli bir şeyi açıklıyor; ihtilafın nedenlerini düşünce ve aksiyon bakımından izah etmek. Herkes yaşanan olayları işitiyor ve görüyor, ama gerçekleri bilmiyor. İşte bu eser Arap dünyasına gerçekleri açıklıyor ve sorulara cevap veriyor. İhtilafın, Batı’nın Doğu’ya göz koymasının ve sömürmesinin nedenlerinden birinin petrol olduğunu söylüyor. İslam dünyasındaki fikrî sömürünün inançtan kaynaklandığını ve yaşanan savaşın inanç savaşı olduğunu, bunun apaçık ortaya çıktığını belirtiyor. Amacın, Müslümanların gücünü zayıflatmak, Batılılara boyun eğdirmek ve her alanda Batı sömürgeciliğine bağlı kalmalarını sağlamak olduğunu söylüyor.

O. A.: Mühim bir eseri tercüme ederek güzel bir hizmette bulundunuz. Bundan sonra da Salih Mirzabeyoğlu’nun diğer eserlerini çevirmeyi de düşünüyor musunuz?

Mirzabeyoğlu’nun bütün eserleri Arapça’ya tercüme edilmeli

Dr. S.T. Hammâm: Salih Mirzabeyoğlu’nun bu eserinin Arapça’ya tercüme edilmesi bizi mutlu etti. Ancak diğer çalışmaları da tercüme edilirse bu bizi daha çok mutlu edecektir. Çünkü Salih Mirzabeyoğlu, ansiklopedik düzeyde bilgiye sahip büyük bir İslam düşünürüdür. Onun, doğuda ve batıda yeryüzündeki bütün Müslümanları ilgilendiren özel düşünceleri vardır. Bu yüzden o, İslam dünyasındaki çağdaş düşüncenin öncülerinden biri sayılır ve tüm çalışmaları bütün dillere özellikle de Arap diline tercüme edilmelidir.

O. A.: Salih Mirzabeyoğlu’nun eserleri Üstad Necip Fazıl’ın eserleriyle birlikte bir bütün olarak “İslama Muhatap Anlayış”ı temsil ediyor. Sizce, bir dünya görüşü olarak iddia sahibi olan İbda Diyalektiği’nin bir kitapla İslâm âlemine takdimi, anlaşılmasına ne derece katkıda bulunabilir?

Dr. S.T. Hammâm: Üstad Necip Fazıl –Allah kendisine rahmet etsin- aklımızdan kaybolması mümkün olmayan gerçek bir ansiklopedi idi. Çünkü o, bir düşünür, bir edebiyatçı ve yazdıklarında dürüst olan bir yazardı. Herhangi bir makam peşinde değildi, geçici mevkilerde gözü yoktu. Salih Mirzabeyoğlu da onun bu yolunu izlemektedir. Ağırlığı olan bir düşünür olarak Mirzabeyoğlu, üstadı Necip Fazıl’ın elinde yetişmiş ve onun düşüncelerini iyi özümsemiştir. Bu yüzden çağdaş Türkiye’de düşünsel bir ses olabilmiştir. Mirzabeyoğlu, Arap diline tercüme edilen eserlerinin okunmasından sonra –Allah’ın izni ile- Arap dünyasında da büyük bir yer edinecektir. Üstad Necip Fazıl, diyalektik materyalizm, komünizm, sosyalizm ve ateizm karşısında, yani İslam karşıtı akımlar karşısında sağlam bir duruş sergilemiş ve onlarla mücadele etmiştir. Mirzabeyoğlu da üstadının bu yolunda yürümekte...

Furkan Dergisi, s. 30, Aralık 2008
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
57. ÖLÜM ODASI
b-yedi


"GİRİŞ"

Hayat ve fikrin GAÎ hikmetini ÖLÜM bilmek bakımından bu esere 1993'te niyet ettim. Henüz ortada HIRKA-İ Tecrid isimli eserimin tasavvuru bile yok... Sonra, 1999 ertesi başlayan TELEGRAM işkencesi ve fikir çilesine eza katkısı; kitabın alt başlığı böyle ve ne olduğu ne idüğü de eserin içinde... Bugün, Bolu F - Tipi Cezaevi'nde durumlarına göre NYMPHA veya Mousa adını verdiğim aynı işi görürlerin nezaretinde, onlarla didişirken bu esere başlıyorum ve "Ölüm Odası" isminin tevafukları bana, sonsuz imkânlar tedaî ediyor. Buradaki Telegrancılar'a NYMPHA ve Mousa isimlerini takmam, Kartal'a göre bir yenilik; ve fikir, sanat, teknoloji, siyaset derken, BERZAH hakikatine vurulacak topyekün dünya halinde bir genişlikte, onlar da son derece zeki, ne kadar da salak, bu kadar hainlik ve vahşet olur mu, alaycı, alay edilen, beni ve bendekini dağıtan, sonra kendi zekiliği imiş gibi bana hatırlatan, aslolan niyeti, övünmek gibi olmasın ama, benim çoğu zaman onlardan bir adım ileri durumumdan dolayı değişen, neticede; Üstadım'ın "çözdük her müşkülü derlerse de ki, sonunda VAR OLMA müşkülü kaldı!" Hakikatini en canhıraş şekilde gösteren tipler. Onlar, sanki sihirbazın önündeki sihirli küre de, ne derlerse ne yaparlarsa yapsınlar, ben onları bütün bir bünyenin ifşacısı sivilce olarak görüyorum, durumu onlarda seyrediyorum... Devam eden hayatım! -2012

-arka kapak-



 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt