Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

KADIN VE MİRAS HAKKI (1 Kullanıcı)

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
İslâm Dîni'nde miras, şahısların ihtiyaç ve mes'ûliyetlerine göre taksime tâbi tutulmuştur. Âile hayatında geçim yükü, genellikle erkeğin omuzlarındadır. Erkek, hem kendisini, hem de hanımını olmak üzere en az iki kişinin geçimini sağlamak zorundadır. Bunun yanında çocuklarını, annesini, babasını geçindirmek de erkeğe düşer. Oysa kadın, kocasının nafakasını sağlamak zorunda değildir. Kadına, ya kocası veya oğlu, babası yahut kardeşleri bakar. İster anne, ister eş, isterse kız çocuk, isterse kız kardeş olsun, kadının geçimi kendisine âid olmayıp, oğul, koca, baba veya erkek kardeşin sorumluluğundadır. Çoğunlukla kadın, kendisi dışında başkalarının geçimini sağlamakla da yükümlü değildir. Erkek ise tam aksine eşinin, kızının, annesinin ve kızkardeşinin geçimini sağlamakla mükelleftir.

İşte hem kendisine, hem hanımına, çocuklarına, gerektiğinde annesine, babasına, kızkardeşlerine bakmak, onların geçimlerini sağlamak zorunda bulunan erkeğin, gerektiğinde yine kendisinin bakıp himâye edeceği kızkardeşinden bir kat daha fazla miras alması, adâlete aykırı değil, adâletin tâ kendisidir.

Kadın, kendi mal varlığında istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir. Kadının malî durumu yerinde olsa bile, âilenin harcamalarına katılmak zorunluluğu yoktur. Bu açıdan bakılınca, kadın ile erkeğe aynı pay verilecek olsa, hisseleri aynı olduğu halde erkek, âilenin geçimini sağladığı, kadının ise böyle bir sorumluluğu olmadığı noktasında, denge erkek aleyhine bozulmuş olacaktır ki bu, erkeğe haksızlık edilmesi demektir.

Erkek, evlenme sırasında kararlaştırılan ve mehir adı verilen bir mikdar mal veya parayı kendisi ile nikahlandığı kadına vermekle mükellefdir. Kadının ise, erkeğe karşı böyle bir yükümlülüğü yoktur.

Kadın boşandığı takdirde, iddet sûresince onun barınma, yeme-içme, giyim-kuşam masraflarını ödemek, kadını boşayan kocanın görevidir. Kadının ise kocasına karşı böyle bir sorumluluğu yoktur.

Görüldüğü gibi, malî mükellefiyetler bakımından kadın, erkeğe karşı eşit olmak bir yana, avantajlı bir konumda bulunmaktadır. Pek çok konudaki malî yükümlülükler erkeğe verilmiştir. Bu yüzden, erkeğe malî yükün ağırlığına uygun olarak iki hisse, erkeğe nazaran hemen hiçbir malî yükümlülüğü olmayan kadına da bir hisse verilmektedir.

Mîrâsla ilgili olarak Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

"Allâh size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (mîrâs vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa, yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mîrâsdan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da, ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar, ölenin) yapacağı vasiyyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından yakın olduğunu bilemezsiniz.. Bunlar Allâh tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allâh, ilim ve hikmet sahibidir.

Yapacakları vasiyyetten ve borçtan sonra, eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de yapacağınız vasiyyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri, onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, ana-babası ve çocukları bulunmadığı halde, malı mîrâsçılara kalırsa ve bir erkek yahud bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler, üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak) tır. Bunlar Allâh’dan size vasiyyettir. Allâh her şeyi hakkıyle bilendir, halîmdir. Bunlar, Allâh'ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allâh'a ve Peygamberi'ne itâat ederse, Allâh onu zemîninden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, (onlar) orada devamlı kalıcıdırlar, işte büyük kurtuluş budur!

Kim Allâh'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa, Allâh onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azâb vardır.." (187)

Mîrâsdan kadına erkeğin yarısı kadar hisse verilmesi, kadının mîrâsçı olarak sahip olabileceği bütün konular için değil, sadece kadının, aynı ana-babanın çocuğu olarak erkek kardeşi ile birlikte mîrâsçı olması durumunda söz konusudur.

Kadının mîrâsdaki payının durumu, iddiâ edildiği gibi, sadece erkeğin yarı hissesi değildir. Bilakis, yukarıdaki âyet-i kerîmelerde de açıkça ifâde edildiği gibi, ölenin sadece kız çocukları varsa ve sayıları da ikiden fazla ise, o zaman mîrâsın üçte ikisi onların olur. Şayet ölenin mîrâsçısı tek bir kız çocuğu ise, o takdirde mîrâsın yarısını almaya hak kazanır.

Yine âyet-i kerîmeye göre; şâyet bir anne-babanın çocuğu vefat eder de mîrâs bırakırsa, ölenin çocukları da varsa, anne-babanın her birine mîrâsın altıda biri verilir. Burada görüldüğü gibi, bir anne olarak kadına, çocuğunun mîrâsında verilen pay, bir baba olarak erkeğe verilen paya denktir. Bu da açıkça göstermektedir ki, kadına, erkeğin payının yarısı kadar hisse verilmesi, umûmî bir hüküm değildir. Hattâ yukarıdaki âyet-i kerîmeler, ölenin çocuğu yok ise, annenin, mîrâsın üçte birini alacağını da açıkça ifâde etmektedir. Konu ile ilgili âyet-i kerîmede, bir erkeğin veya kadının, anne veya babası vefat etmişse ve çocuğu da yoksa, sadece bir erkek veya kızkardeşi varsa, mîrâstan her birine eşit olarak altıda bir hisse düşeceği beyân edilmekle, bu durumda kadın ile erkeğin eşit hisse alacakları hükme bağlanmıştır. Bu hususta kadının hangi durumda olursa olsun, mîrâstan erkeğin hissesinin yarısı kadar pay alacağı iddiâsının ne derece asılsız ve maksadlı olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Böylece, Kur'ân-ı Kerîm'de miras ile ilgili âyet-i kerîmeler incelendiğinde görülmektedir ki, mirasta kadının payının, erkeğin payının yarısı olduğu iddiâsı, bütün durumlar için geçerli olmayıp sadece kız çocuğunun erkek kardeşi ile birlikte anne-babasına mirasçı olması durumunda söz konusudur. Bunun dışında bir anne veya kızkardeş olarak ölene mirasçı olma durumunda kadının payı değişmekte, bazen ölenin kızkardeşi olarak mirasçı olma durumunda olduğu gibi- erkek ile eşit hisse de alabilmektedir.

Demek ki, mirastan kadına, erkeğin hissesinin yarısı kadar pay verilmesinin, erkeği kadından üstün tutmak düşüncesi ile hiç bir ilgisi yoktur. Bilakis bu taksimat, kadın ile erkeğin külfetleri ile nimetlerinin dengelenmesi ve sosyal adâletin sağlanması amacına yöneliktir.

Alıntı

 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
RE: KADIN VE MİRAS HAKKI

Nisa Süresi11. ayet; ''Allah sizlere, miras taksiminde çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişi payı verilmesini emrediyor. Eğer hepsi kız olup da ikiden fazla iseler, bunlara bırakılan malın üçte ikisi; eğer tek bir kız ise o zaman yarısı verilir. Eğer ölen kişinin çocuğu varsa anne-babasından her birine altıda bir, şayet çocuğu yok da anne-babası mirasçı oluyorsa annesine üçte bir, eğer ölenin kardeşleri de varsa o zaman annesine altıda bir verilir. Bunların hepsi ölenin yapmış olduğu vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcunun ödenmesinden sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size fayda bakımından daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bütün bunlar, Allah tarafından birer fariza olarak takdir edilmektedir; muhakkak Allah bilendir, hikmet sahibidir.''

Bu iki âyetten birincisi doğum ilişkileri üzerinde durup ölüden itibaren yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru fürû ve usul denilen iki tarafı bulunan soy direği yakınlığına bağlıdır ki, çocuklar ve ebeveyn (ana ve baba) bu direğin ölüye vasıtasız bağlı olan başlangıçlarıdır. İkincisi, önce vasıtalı bağlantı ifade eden evlenme ilişkisine, ikinci olarak soyda, soy direğinin dışında olup onun etrafında bulunan ve ona göre zayıf olduğundan dolayı kelale (uzak akraba) denilen yakınlık yönü ile ilgilidir ki, ancak vasıtalı bağlantı ifade eder.



Fahreddin Razî burada şöyle bir tarihî özet yapmıştır. Cahiliyye halkı iki şey ile birbirinden miras alıyorlardı: Biri neseb, diğeri anlaşma. Neseb yönünden ne çocukları ne de kadınları mirasçı yapmazlardı. Ancak akrabalardan at üzerinde savaşmaya ve düşmana vurmaya ve ganimet almaya gücü yeten erkekleri mirasçı kılarlardı. Antlaşmaya gelince: Bu iki şekilde olurdu ki, birincisi hilf (sözleşme) idi. Bir adam, diğerine: kanım senin kanın ve yıkılmam senin yıkılmandır. Sen bana mirasçı olursun, ben sana; sen benimle aranırsın ben de seninle der. Bu şekilde anlaşma yaptılar mı hangisi arkadaşından önce ölürse sağ kalanın, şart gereğince ölenin malında hakkı olurdu. İkincisi de evlat edinme idi. Bir adam başkasının oğlunu oğul edinir. Ondan sonra bu oğlanın nesebi babasına değil, bu adama nisbet edilir ve mirasçısı olurdu ki, bu evlat edinme de antlaşma çeşitlerinden bir çeşittir. Allah Teâlâ, Muhammed Mustafa (s.a.v.) hazretlerini peygamber olarak gönderdiği zaman her şeyden önce bunları cahiliyyedeki durum üzere bıraktı. Hatta bazı âlimler demişlerdir ki, hayır yalnız terk değil, onaylamıştır ki; ''ana, baba ve akrabaların bıraktıkları her şey için bir mirasçı tayin ettik'' âyeti neseb ile mirasçı olmayı; ''Yemin akdiyle (antlaşma ile) mirasçı kıldıklarınızın paylarını da verin.'' (Nisâ, 4/33) âyeti, antlaşma ile mirasçı olmayı onaylamaktır. Cahiliyede mirasçı olmanın sebepleri böyle idi. İslâmdaki mirasçı olma sebeplerine gelince, anlatıldığı üzere antlaşma ve evlat edinme onaylanmış ve bunlara iki şey daha eklenmiş idi ki; biri hicret, diğeri kardeşlik bağları idi. Hicret, bir Muhacirin diğer Muhacirle fazla düşüp kalkması ve birbirine içten dostluk bağlantısı bulunduğu zaman akrabalığı olmasa bile mirasçılığı sabit oluyor. Ve Muhacir olmayan kimse, akrabasından dahi olsa o Muhacire mirasçı olamıyordu. Kardeşlik edinme, Hz. Peygamber (s.a.v.) bunlardan her iki kişi arasında bir kardeşlik akdi yaptırıyor, bu da karşılıklı varis olma sebebi oluyordu. Sonra Yüce Allah, ''Akraba olanlar, Allahın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar.'' (Enfal, 8/75) âyetinin hükmü ile bunların hepsini hükümsüz kıldı ve İslâmda yerleşen miras sebepleri şu üçü oldu: Neseb, evlenme, ve velâ (köle azadı veya anlaşma ile meydana gelen varislik).



Bu açıklamayı, miras âyetinin iniş sebebinde de Ata, şöyle rivâyet etmiştir: ''Sâd b. Rabi (r.a.) şehid olmuş, iki kızı, bir hanımı, bir de kardeşi kalmıştı. Kardeşi, malın hepsini alıverdi. Kadın da Hz. Peygambere gelip, ''Ey Allah'ın Resulü! İşte Sâd'ın kızları, Sâd öldürüldü, bunların amcası da mallarını aldı.'' diye durumu arz etti. Peygamber (s.a.v.) de, ''Haydi şimdilik git, umarım ki, Allah bu konuda hükmünü yakında verecektir.'' buyurmuştu. Bir süre sonra kadın yine geldi ve ağladı ve bunun üzerine bu âyet indi. Bundan dolayı Peygamberimiz kızın amcasını çağırdı, ''Sâd'ın iki kızına üçte iki ve bunların annesine sekizde bir ver! Kalanı da senin.'' buyurdu. Ve işte bu âyet gereğince İslâm'da ilk paylaşılan miras bu oldu. Demek ki bu öbüründen önce sonuçlanmıştır. Demek ki âyetin iniş hikmetinin en önemli yönü, kadınların ve çocukların mirasçılığa hakkıyla katılması ve evlenmenin ister koca ve ister hanım için miras sebepleri içine konması büyük inkılabı ile nicelik ve niteliği mirasçılığın kesin bir şekilde belirlenmesi ve bundan önceki geleneklerin ve hükümlerin hükümsüz kılınması ve yürürlükten kaldırılmasıdır. ''Haklı olmanız müstesna Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Allah aklınızı kullanasınız diye size bunları emretti.'' (En'am, 6/151) gibi âyetlerden anlaşıldığı üzere ''Allah'ın vasiyeti'' deyimi, ''emr'' kelimesinden daha kuvvetli kesin bir vaciblik ifade eder. Bu, öyle beliğ bir emirdir ki bunda, bir hakkın bildirilmesi ile infazının gerekli olduğunu ve infaz edilmemesi durumunda sorumluluğun ağırlığını ve bu ağır sorumluluğun büsbütün emredilen kimseye yüklenmiş bulunduğuna dikkati çekmiş ve aynı zamanda kendisine emredilene sevgi ve güveni bildirerek bir velilik ve vekilliğin verilişini kapsayan bir sözleşme ve iyilikle gönül alma vardır. Çünkü vasiyyet, ölümden sonrası ile ilgili olup değiştirilmesi caiz olmayan ve geri alınması ihtimali kalmayan, yapılması gerekli olan bir emrin yerine getirilmesi için güven ve itimad ile başkası yerine veli olmayı içeren bir açıklama ve antlaşmadır. Bundan dolayı şöyle demek olur: Allah Teâlâ vefatınızdan sonra çocuklarınızın haklarını güven altına almak için, hak sahiplerine ulaştırılması gerekli olan farz paylarını açıklayarak size şöyle emrediyor ve söz veriyor: Erkeğin hakkı, iki kadının payı kadar, bir erkeğin hakkı iki dişi hissesi kadardır. İşte önce erkek ve kadının yaratılışının mahiyetinde bulunan bir esas kural vardır ki, mirasla ilgili hükümlerin bir çoğu bu esas üzerine halledilir(çözümlenir). Belli hisselerin değerlendirilmesinde de bu kuralın bir tatbiki hissedilir. Bu kuralın anlatılmasında erkek ve kadın denilmeyip de zeker (erkek) ve ünsa (dişi) denilmesi küçük ve büyüklerin hak etmede eşit olduğunu ve bu konuda erginlik ve büyüklüğün hiç etkisi olmadığını şerî delile dayandırmak ve cahiliyyede yapıldığı gibi çocukların mirastan mahrum edilmesine meydan vermemek içindir ki, yetimler âyetinden hemen sonra gelmesi de özellikle bu noktaya dikkat çekmiştir. Bu şekilde başlangıçta miras, çocuklar ile, çocuklar içinde erkek ile başlamış ve bununla velâyet ilişkisinin diğer ilişkilerden kuvvetli bulunduğu anlatılmıştır. Demek ki, en fazla payı çocuklar, çocuklar içinde de erkek çocuklar alacaktır.



Burada şöyle bir soru pek tabii olarak hatıra gelebilir. Dişi, erkekten daha zayıf ve daha yufka yürekli daha muhtaç bir yaratılışta olduğuna göre mirastan hissesi erkekten daha fazla olması, hiç olmazsa eşit gözetilmesi gerekmez mi? Bundan dolayı erkeğin payının iki kat olmasında hikmet nedir? Zamanımızdaki insanların kafalarını meşgul eden bu soruyu müfesirler ve fakihler söz konusu ederek hikmetini açıklamışlardır. Şöyle ki:



İlk önce: Sûrenin başından beri de anlaşıldığı üzere genel olarak erkek ile dişinin aile hayatına girmeleri istenmektedir. Miras da buna göre düzenlenmiştir. Halbuki aile hayatında harcama sorumluluğu erkeğe yüklenmiştir. Erkek bir kendisi, bir de eşi olmak üzere en az iki kişiyi besleyecektir.Bundan dolayı erkeğin masrafı çok, kadının ki ondan az olacaktır, masrafın ise gelir ile orantılı olması gerekir. Masraf, erkeğe yüklenirken gelir dağıtımında kadına fazla veya eşit verilmesi hem iktisat kanununa, hem de adalet ve hakka aykırı bir zulüm olur. Ve aslında o zaman, hukuki eşitlik esası bozulmuş olur.



Bundan dolayı mirastaki bu fazlalık, kadınların faydası ve ihtiyaçlarına eşit olarak nafakalardaki yükümlülük farkının denkleştiricisi olmak üzere böyle bir hukuki ve iktisadi dengeyi temin ederek adalet ve eşitlik kanunlarının ince bir tatbikatını kapsamaktadır. Ganimet, herkesin yaptığı hizmete uygun verilir. ''Erkeğe iki kadının payı kadar miras düşer'' kuralı emri ile bir hukuki denkliktir ki, bunu bozmak ''haddini tecavüz eden, zıddına dönüşür'' kuralı gereğince devamlı kadınların zararına sonuçlanarak mirastan tamamen mahrum edilmesine veya aile hayatında masrafa katılmak ile beraber mallarında dilediği gibi tasarruf (harcama) hakkının kısıtlanmasına ve elinden alınmasına sebeb olmuştur.



İkinci olarak: Kadın, erkekte bulunmayan veya noksan olan bazı özelliklere sahip olduğu gibi, erkek de kadında bulunmayan veya noksan olan bazı özelliklere sahiptir. Bunun içindir ki dişi, erkeğin aynı veya benzeri değil, karşıtı, dengi ve eşidir. Öyle bir eş ki, yaratılış ve doğuştan olan vazifelerini yapmasında erkekten sonra gelir. Erkeğin verdiği sermaye (anapara) üzerinde çalışır, onu çoğaltır. İşte erkek ile dişi arasındaki doğuştan var olan bu farkın sonuçlarından biri de aralarında ki mali değer ve iktisadi güç farkı olmuştur. Özel şekilde kişiyi kişiye değil, genel bir şekilde dişi dişi, erkek erkek fıtratı üzere düşünülerek dişi türü erkek türü ile mukayese edildikleri zaman, dişinin kazanç ve malları idare etme hususundaki kuvvetinin, başka bir ifade ile mali yönden kuvvetinin, erkekten noksan olduğu kesin bir gerçek olarak görülür. Bu fark, İslâm hukukunda en azından üçte iki veya ikide bir olmak üzere tesbit edilmiştir. Denebilir ki, genel bir şekilde bir kadının gündeliği elli kuruş varsayılırsa erkeğin gündeliği en az yetmiş beş veya yüz kuruş olarak belirlenmesi gerekir. Bir erkeğin diyetinin (kan bedelinin) iki kadın diyetine eşit tutulması da bu hikmete dayanır. Çünkü can ödenmez, yok olan mali değer ödenebilir. Ve ne zaman mali bir itibar ve hak söz konusu olursa bu esas düşünülmelidir. Bundan ise burada şu iki sonuç ortaya çıkar: Birincisi genel iktisat kuralları açısından hayatın devam etmesinin dayanağı olan malların, iktisadi gücü fazla olan erkeklerin eliyle idare edilmesi, hem kadın ve hem erkek olmak üzere genel menfaat ve hakların gereğidir.



Şu kadar var ki kadını tamamen iktisadi güçten mahrum sayarak hakkı olan mali itibardan tamamen düşürmek de umumun yararına aykırıdır. Çünkü yarım kuvvetin inkar edilmesi ve itibardan düşürülmesi hukuk ve iktisat açısından bir zarardır. Ve özellikle kadınlar için zarardır. Yarımın bir tama eklenmesi ile birbiriyle birleşen ve yardımlaşan bir şeyin imal edilmesi ise her iki taraf için faydanın ta kendisidir. Bundan dolayı esas sermayeyi meydana getiren mirasta erkek ve dişiden her birine iktisadi kuvvetlerine uygun mal taksim etmek, Allah'ın hakkı olan umumun (kamunun) menfaatleri ve haklarının gereklerindendir ki yukarıda âyetinde bu esasa bir işaret geçmişti. İkincisi de mali sorumluluğun kadınlardan daha fazla erkeğe yöneltilmesi ve ailenin sosyal hayatında harcama vazifelerinin özellikle erkeklere yüklenmesi gereğidir ki, hem bir insaflılık, hem de kadınların menfaatleri ve hakları ile beraber kamu menfaatının gereğindendir. Çünkü yükümlülüğün güç ve kuvvet ile orantılı olması gerekir. Kadın ise erkekten fazla muhtaç olmakla beraber mali ehliyeti aynı seviyede ortaklık etmeye dayanamaz. Bunun için kadının malı kendine kalmalı, erkek Allah'ın kendisine bağışladığı kuvvet üstünlüğünden harcama vazifesini almalıdır. Çünkü vergi, ganimet ile orantılıdır.



Üçüncü olarak: Rivâyet ediliyor ki Cafer-i Sadık hazretlerinden bu konu sorulduğu zaman, ''Havva yasaklanmış ağaçtan bir avuç buğday aldı yedi, bir avuç daha aldı sakladı, sonra bir avuç daha aldı Âdem'e verdi. O kendi payını erkeğin iki katı yapmaya kalkıştığı için Allah Teâlâ bunu değiştirdi, kadının payını erkeğin yarısı kadar yaptı.'' diye bir cevap vermiştir ki, anlayabilenler için işaret ve örnek şeklinde pek derin gerçekleri içermektedir. Bu açıklama tefsirlerin ve bunlardan biri olan Fahr-i Razînin açıklamasından alınmıştır. Ancak onların ilmî dilleri, bazı tasarruflarla (değişikliklerle) tarafımızdan açıklanmıştır. Bundan özellikle şu sonuca geliriz ki: Erkeğe iki kadının payı kadar miras düşer. gerçeği ileride erkekleri harcama zahmetinden kurtarmak için erkekle dişi arasında miras eşitliğini hazırlamaya yönelik bir inkılabın başlangıcı olmak üzere değil, ortada yaratılış hikmetine aykırı olarak bulunan bir hukuki ve sosyal ihtilafı ortadan kaldırmakla adalet ve hak dengesini tesbit eden ve anlatan ezelî bir hak kanununun ifadesi olmak üzere indirilmiştir. Zaman, Yüce Allah’ın yeri ve gökleri yarattığı gündeki şekliyle dönüp dolaşmaktadır. Düsturu gereğince oğlan çocuk, yanında başka bir mirasçı bulunmazsa mirasın hepsini alabilecektir. Bir derecede akrabalık yön ve kuvvetleri aynı olan mirasçılarda da bu kural geçerli olacaktır. Fakat çocuklar, yalnız kadın veya kadınlar olduğu takdirde eğer çocuklar ikiden fazla dişiler iseler hepsinin hakkı mirasın üçte ikisidir. Ve eğer bir kız ise ona mirasın yarısı düşer. Acaba iki kız olursa ne olacak? Bu açıkça anlatılmamış görünüyorsa da bunun da üçte iki olduğu sözün mânâsından değişik yönlerle anlaşılıyor. Kuralının bir ile iki mukayesesindeki anlatma şekli, aynı şekilde bu iki şart cümlesinin tam karşılığı gibi anlatım ipuçları ile birinci şart cümlesi iki ve daha fazla dişiler iseler, demek olduğunu değişik yönler ile isbat etmişlerdir. Ancak burada İbnü Abbas hazretleri yalnız başına muhalif olarak kalmış iki dişinin payı da mirasın yarısı olmalıdır demiştir. Çocuk erkek olursa anne ve babasının herbirine altıda bir miras düşer. Geriye kalan mirasın tamamını erkek çocuk alır. Geride kalanlar erkek ve dişi karışık olursa erkekler iki dişinin payı kadar alırlar. İki veya daha fazla kız iseler kalan miras üçte ikiye denk olduğundan tamamını alırlar. Bir kız ise mirasın yarısını alacağından altıda bir pay geri kalır ki o da yine babaya ait alacaktır. Çünkü ileride göreceğiz ki baba hisselerden artan mirası alabilen asabelerdendir. Çocuğu bulunmadığı ve anne ve babası kaldığı takdirde hem baba ve hem annenin mirasçı oldukları zaman annenin hakkı üçte birdir. Bundan dolayı kalan kısmın babaya ait olduğu zaruri olarak bellidir. Ayrıca açıklamaya gerek yoktur. Şu halde baba yalnız kalacak olursa bütün malı alabilecektir. Ne zaman hisselerden artan bulunursa onu da alacaktır. Görülüyor ki, babaya karşı anneye üçte birinin belirlenmesi de kuralının bir uygulaması demektir. Çocuklar, bulunmayınca anne ile baba çocuklardan bir oğlan ile bir kız karşılığında bulunmuş oluyorlar. Buradan çocuklar bulunduğu zaman baba ile anne-babanın eşit olarak neden birer altıda bir aldıklarını çıkarabiliriz. Bilindiği gibi iki altıda bir üçte bire eşittir. Bir üçte bir ise babaya karşı bir annenin payıdır. Demek oluyor ki çocukların yakınlık derecesine göre çocuklar karşısında anne-baba, baba karşısında bir anne hükmünde tutulmuş ve ona göre üçte bire eşit olmak üzere eşit olarak birer altıda bir verilmiş ve artık babanın anneye karşı erkekliği nazar-ı itibara alınmıştır. Ve bu nokta kıyâs-ı celiye (açık kıyasa) aykırı görünürse de kıyâs-ı hafiye (kapalı kıyasa) uygundur ki, erkeklik hakkının çocuklar tarafından bulunmasının gerekli bir sonucudur. Ve ikisine ortak olarak bir üçte bir takdir edilmeyip de birer altıda bir diye tahsis edilmesi de bu hikmetle ilgili olsa gerektir. Bunun için çocuk, bir kız olduğu taktirde çocuklar tarafındaki erkeklik hakkını tamamlayamadığından bunu baba tamamlar da, iki altıda birle bir yarımdan kalan kısmı yine baba doğrudan doğruya bir erkek olarak alır ki, buna asebelik ile birlikte hisse alma denilir. Bu şekil üzere koca ve karı kelale (akrabalığı uzaktan olma) miraslarında da kuralının uygulanması bellidir.



Ve eğer ölen kimsenin çocuğu bulunmadığı halde iki veya daha fazla kardeşleri bulunursa, işter anne baba bir veya baba bir veya anneleri bir nasıl kardeş olursa olsunlar bu durumda annenin hakkı altıda birdir. Kardeşler, annenin payını üçte birden altıda bire düşürürler. Gerçi kardeşlerin akrabalığı anneden uzaktır. Fakat iki veya daha fazla oldukları zaman erkeklikleri dolayısıyla anneye karşı bir çocuk etkisini yaparlar. Üçte bir, anne payının yarısını kendilerine çekmek için annenin payını altıda bire indirirler. Gerçi baba varsa bunları mirastan düşürüp ellerinden alacaksa da anneye de engel olmuş olurlar. Bir kardeş ise bunu yapamaz.



Bütün bu mirasla ilgili haklar, İslâma göre yapabileceği, yani yapması geçerli ve uygun olan bir vasiyetten veya borçtan sonra sabit olur. Terikeye miras hakkının etkisi derece itibarıyla vasiyetten veya borçtan sonradır. Mirasın vasiyetten sonra olması, borcun da vasiyetten sonra zikredilmesi, gösterir ki, öncelik sırasına göre başlayan tertip; önce borç, ikinci olarak vasiyyet, üçüncü olarak mirastır. Sıralamada mirasçı vasiyyeti, vasiyet de şâyet bulunursa borcu takip edecektir. Bunu hatırlatmak için Hz. Ali, Allah, vasiyyeti önce zikretti. Fakat Allahın elçisi ilk önce borcun ödenmesine hükmetti. demiştir. Bazı tefsirler bu tertibin Kurândan anlaşılmadığı zannında bulunarak bu konuda bir çok deliller ileri sürmüşlerse de hiçbirine lüzum yoktur. Çünkü kelimesinin mânâsına göre zikredilen şeyin tertibi sonuncudan başta bulunana doğru tabiî olarak cereyan ettiği düşünüldüğü zaman, sözde sonda bulunan kelimenin mânâ açısından önde geleceği apaçıktır. denilseydi o zaman vasiyyetin, borçtan önce olması lazım gelirdi. Tereddüdü her terikede borç veya vasiyetin birleşmesi zaruri olmadığından ileri gelir. Bir de görülüyor ki, vasiyet, vasiyyet ettiği”diye kayıtlı, borç kayıtsızdır. Demek ki, her vasiyyet, mirastan önce değildir.



Vasiyet edebileceği geçerli bir vasiyyet veya İbnü Kesir, İbnü Âmir, Ebu Bekr kırâetlerinde ın üstün harekesi ile okunduğuna göre tavsiye olunur mendub bir vasiyyet önceliklidir. Bu ise kısa olduğundan Hz. Peygamberin açıklaması ile üçte bir olmak ve varislerinden birine olmamak üzere tefsir edilmiştir. Bundan başka kaydı, vasiyyetin mirastan önce gerçekleştirilme gereğini bildirdiği gibi, kaydı meşru bir vasiyyet yapmaya teşvik mânâsını da ifade eder. (Bakara sûresindeki, Sizden birinize ölüm alâmetleri belirdiği zaman, eğer geriye mal bırakacaksa, babasına, anasına ve akrabasına malının üçte birinden çok olmayacak şekilde vasiyyet etmek farz kılındı. (2/180 âyetine bkz.). Fakat borç, kayıtsız olduğundan ikrar etmekle veya şahit ile sabit olan herhangi bir borç bütün terekeyi kapsasa bile, yine miras ve vasiyetten önce verilmesi lazım gelir. Bununla beraber ikinci âyetinde bunun da bir kaydını göreceğiz.



Babalarınız ve oğullarınız, bunların hangisi fayda açısından size daha yakındır, bunu bilmezsiniz. Bu bölüm, bir taraftan yapılan vasiyyetin yerine getirilmesinin gerekli olduğunu, bir taraftan da varislerin bir kısmını üstün tutma ve tercih etme ve bir kısmını, kısmen veya tamamen mahrum edecek bir vasiyyet yapılmamasını hatırlatır ve aynı zamanda çocuklara göre anne ve babaya az pay verilmesinin, şanlarının noksanlığından meydana gelmediği ve bundan dolayı onlara saygı göstermede kusur edilmemesini tavsiye etmekle anne ve babayı taltiftir(ödüllendirmektir). İlk önce vasiyyetin yerine getirilmesini hatırlatır. Yani vefat eden anne ve babanız olsun, zürriyetiniz olsun, vasiyyet yapmayıp size fazla mal bırakanı mı, yoksa vasiyyet yapıp malı azaltmakla beraber sevaba sebep olanı mı? Hangisi hakkınızda size daha faydalıdır? Bunu siz belirleyemezsiniz, onu Allah bilir ve bildiği için vasiyyet yapanın faydasının, daha yakın olduğunu anlatıyor ve yerine getirilmesini tavsiye ediyor. İkinci olarak miras bırakanlara vasiyyet yapmalarını hatırlatmaktır. Yani ölüme aday olup miras bırakacak olanlar! Size varis olacak atalar ve çocuklarınızın hangisinin dünya ve ahirette size daha faydalı olacağını bilemezsiniz. Onun için varislerinizin bazısını tercih ve bazısını mahrum etmek için varise vasiyyet fikrinde bulunmayınız da Allah Teâlânın tavsiye ettiği şekil üzere bırakınız. Ne bilirsiniz mahrum etmek istediğiniz kimse belki sonunda sizin için daha faydalı olacaktır. Bu mânâ, Varise vasiyyet yoktur. hadis-i şerifi ile açıklanmıştır ki, ikinci âyette ile gösterilecektir. Bütün bunlar Allah tarafından fariza olarak takdir ve tavsiye olunmuştur. Bu kayıt da başta fiiline bağlı olarak aradaki açıklamaların hepsini kapsar. Bununla farz oluşu bir defa daha pekiştirilmiştir. Miras taksimi ilmi, işte bu farizaların ilmidir. Şüphe yok ki bu farizaları belirleyen ve size tavsiye eden Allah, ta ezelden beri âlim ve hakimdir. Bundan dolayı bunların hepsini, Allah Teâlânın, ilim ve hikmeti ile farz ve takdir buyurmuş olduğunda dünya ve ahiret fayda ve menfaatinize uygun bulunduğunda hiç şüphe etmeyiniz. Bu paylaşmanın doğru olduğunu, noksan aklınız kavramaz da ''kadınlara hiç verilmeseydi veya eşit verilseydi, yahut şu yönü şöyle olsaydı'' gibi düşüncelere saplanacak olursa, onu Allah'ın ilmine havale ediniz ve gereği ile amel ediniz.





Elmalılı Hamdi Yazır.
 

m_muaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
7,359
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: KADIN VE MİRAS HAKKI

SELAMUN ALEYKUM....

RAHMAN RAZI OLSUN EMEGİNİZE SAGLIK..COK GÜZEL VE ACIKLAYICI OLMUS..SELAMETLE KALIN...
 

m_muaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
7,359
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: KADIN VE MİRAS HAKKI

KADININ MİRAS HUKUKU

Kadın ve erkek birbirlerinin tamamlayıcısı olarak var edilmişlerdir. Allah katında her ikisi de eşittir, sevap ve günah açısından da aynı sorumlulukları paylaşırlar. 14 asır evvel ki dönemlerde kadın, pekçok alanlarda sosyal haklarından mahrumdu. Batı toplumlarında bile kadının mülkiyet hakkı, ancak 19. asrın sonlarında kabul edilmişti.

Kur'ân; kadına her türlü hukuki hakkını vererek onu erkekle eşit duruma getirdi. Böylece kadın, hakkı olan cemiyetteki yerini kazanmıştı. İslâm hukuku, mirasın paylaşımını adalet ve ihtiyaç prensibine dayandırıyordu. Miras; vefat eden kimsenin bıraktığı mal ve haklarda sıra, usül ve ölçü dahilinde, belli şahısların hak sahibi olmasıdır. O devirde kadın, yalnızca çocuk yetiştirme ve ev işleriyle meşgul olduğundan, ailenin geçimini temin tamamile erkeğin görevi idi. Bu bakımdan mirasın taksiminde ihtiyaç ilkesi gereği yarım pay ayrılmasının ne kadar adil ve kadını koruduğu ortaya çıkar.

Bugün şartlar değişmiş, kadın da aile bütçesine katkıda bulunmak için dışarda çalışmak mecburiyetinde kalmıştır. Şu halde kadının da ihtiyacı arttığından eski gerekçe ortadan kalkmış hüküm de geçersiz olmuştur. Bu bakımdan yeni duruma göre çağdaş bir Din Şûrası ile uygun kararlar alınarak adaletin temin edilmesi Kur'ân'ın emri olmaktadır.
(Bkz. Bu Kitap - Anlaşmazlıklarınızı Allah'a Arzedin.)

KADINA YARIM PAY VERİLMESİNİN HİKMETİ

4/11 : Allah size, çocuklarınız (ın alacağı miras) hakkında, erkeğe kadının payının iki katını tavsiye eder... Eğer çocuğu yok da ana-babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer...

Ayetten açıkça anlaşıldığı gibi ; ana-babadan, karı-kocadan gelen miraslarda bir erkeğin hissesi kadının payının iki katıdır. Ancak bu kural genel değildir. Bütün miras konularında uygulanmaz.İslâm Hukuk Sistemi'nde, mirasın üç temel unsuru vardır. Evlilik bağı, kan hısımlığı ve ihtiyaç. Kadın ile erkek arasındaki pay farkı, adalet ve ihtiyaç prensibine dayanmaktadır. Kur'ân, ailenin bütün mali sorumluluğunu erkeğe yüklemiş, o eşine çocuklarına bakacağı gibi muhtaç vaziyetteki anne-baba ve kızkardeşine de yardım ile vazifelendirilmiştir. İş hayatında çalışmadığı için ev işleriyle uğraşan, çocuk yetiştiren kadın ise ; mali gücü ne olursa olsun ancak ihtiyarî ve ahlakî bir sorumluluğun dışında, ailenin hiçbir masrafına iştirak etmeye mecbur olmadığı gibi, malını da dilediği gibi kullanma hakkına sahipti. Erkeğin malı devamlı tüketildiğinden azalacak, kadının malı ise harcanmadığından sabit kalacak, isterse işleterek de onu çoğaltabilecekti. Miras hukuku detayları ile incelendiğinde, Kur'ân'ın ikiye bir farkına rağmen kadını açıkça koruduğu ortaya çıkar.

Bugün toplumumuzda; şehirleşmenin ve medeniyetin getirdiği ekonomik şartlar çok ağırlaşmış, ailenin geçimi yalnız erkeğin kazancı ile sağlanamaz olmuştur. Bu şartlar altında kadın da çalışarak geçime katkıda bulunmak mecburiyetinde kalmıştır. Çağımızda yalnız eşler değil, ailenin yetişkin bütün fertleri de çalışarak geçime iştirak etmek durumundadırlar.

KADINLA ERKEĞİN PAYLARI EŞİT

4/11 : ... Eğer ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı malda, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır...
4/12 : ... Eğer miras bırakan erkek veya kadının çocukları ve ana babası olmayıp bir erkek veya bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer...

Ayetlerden anlaşıldığı gibi mirasta; biri kadın diğeri erkek olan anne ve baba ile kız ve erkek kardeşlerden, her biri eşit olarak aynı hisseyi almaktadır. İslâmiyetin karşısında olanların : Miras taksiminde her konuda kadın, erkeğin yarısı kadar pay alır. iddiasının ne kadar asılsız ve maksatlı olduğu açık olarak ortaya çıkmaktadır.

Evlilik bağı, kan hısımlığı ve ihtiyaç ilkesine oturan miras hukukunda, yukarıdaki ayetlerle açıklanan durumlarda kadın ile erkek, aynı ihtiyaç konumunda olmaları nedeni ile eşit pay almışlardır.

MİRASÇI YALNIZ KADIN OLURSA

4/11 : ... Eğer çocuklar ikiden fazla kadın iseler, (ölenin) geriye bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer (çocuk) yalnız bir kadınsa (mirasın) yarısı onundur...

Kadının mirastaki hissesi, erkeğin yarısı değildir. Ölenin sadece kız çocukları varsa ve ikiden fazla ise, mirasın üçte iki payları onların olur. Mirasçı tek bir kız çocuğu ise, hissenin yarısını almaya hak kazanır.

KADININ BORÇ VE VASİYET HAKKI

4/12 : Eğer çocukları yoksa eşlerinizin (kadın veya erkek) yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir...

Ayette, erkek gibi kadına da borç ve vasiyet hakkının tanınması çok önemlidir ve bu kadına bütün medeni ve sosyal hakların verilmesi demektir. Kadın mülk sahibi olur, mirası bırakır, miras alır, vasiyet eder, vasiyeti yerine getirilir, borç alıp verebilir. Bu husus, kadın hakları bakımından çok büyük bir gelişmedir.

Kadının mülkiyet hakkı, batı toplumlarında bile, ancak ondokuzuncu asrın sonlarında tanınmaya başlamıştır. Kur'ân indiği za man kadın, birçok sosyal haklarından mahrum olduğu gibi adeta bir eşya gibi kabul ediliyordu. Kur'ân; kadını elinden tutmuş, erkekle eşit yaparak toplumun saygı değer insanı haline getirmiştir. (Bkz. Prof. Dr. Süleyman Ateş - Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri - Say : 2 / 233)

MİRAS HUKUKUNDA İLMİHAL'İN GÖRÜŞÜ

«Çağımızda şehirleşmenin, ağırlaşan ekonomik şartların, dinî ve ahlakî eğitim yetersizliğinin de etkisiyle beşerî hatta aile içi ilişkilerde bencillik, ferdiyetçilik ve sorumsuzluğun egemen olmaya başladığı görülmektedir... Erkeklerin İslâm Miras Hukuku'nun ilke ve hükümlerine göre mirastan pay alıp, buna karşılık o fazla payın verilmesine sebep teşkil eden sorumluluk ve yükümlülükleri yerine getirmemesi... korunmaya çalışan dengeyi altüst ettiğinden, kadınların açık bir mağduriyetine yol açmaktadır... Böylece İslâm Hukuku'nun mirasla ilgili hükümlerini de töhmet ve tartışma ortamına itmektedir... Tek taraflı ve çıkarcı bir yaklaşımla mirastan pay almanın, fakat gereken yükümlülükten kaçınmanın bu dengeyi bozacağı, kul hakkı ihlâline yol açacağı... açıktır.»
(Bkz. Divan Taşİlmihal II. Say : 248)

SONUÇ

Kur'ân ; ailenin geçim sorumluluğu ile erkeği görevlendirdiğinden, ihtiyaç ilkesi gereği ona bazı durumlarda iki kat pay ayırmıştır. Nisa 4/34 : ... Mallarınızdan harca(yıp kadınların geçimini sağla)dıkları için erkekler, kadınları gözetip kollayıcıdırlar... Kur'ân'ın indiği dönemlerde iş hayatıyla yalnızca erkekler uğraşıyor, kendi geçimini sağlayan kadın ise yok gibiydi. Ailede eş ve çocuklardan başka anneye, kızkardeşlere de bakım mecburiyeti; koca, baba, oğul gibi erkeklerin görevi idi. Kadın ailenin geçim masraflarına iştirak etmedi ğinden, mirastaki yarım hissesinde dilediği gibi tasarruf hakkını da kullanabilirdi. Miras hukuku; o dönemin şartlarında mükemmel bir sistem ile erkek ve kadının haklarını birlikte korumuştur.

Çağımızda medeniyetin getirdiği ağır ekonomik şartlar, dinî ve ahlâkî eğitim eksiklikleri nedeniyle; mirasta fazla pay alıp, onun verilmesine sebep teşkil eden sorumluluk ve yükümlülüklerin erkekler tarafından yerine getirilmemesi mirastaki dengeyi bozmuş, kadınların haksızlığa uğramasına ve şikâyetine neden olmuştur. Ayrıca erkek çocukların alışma ve eğitim gibi sebeplerle aileyi terk ve ihmal ettiği; onların görevini kız çocukların üstlendiği, buna rağmen mirastan yarım pay almaları hak ve adalet ilkesine ters düşmekte, miras ile ilgili hükümlerin tartışılmasına sebep olmaktadır.

Bugün Ülkemizde; Türk Medeni Kanunu gereğince miras hukukunda kadın, erkek ile eşit pay almakta olduğundan kadının şikayeti kalmamıştır. Nisa 4/11 ayetiyle belirtildiği gibi bazı durumlarda erkeğe kadının payının iki katı pay tavsiye edilir hükmü emir değil bir öneri, bir tavsiyedir. Kur'ân'ın mü'minlerden istediği gibi zaman içinde oluşan yeni şartlara uygun ilmî araştırmalar yaparak çağdaş yorumlar getirmek için Din Şûrası (Danışma Kurulu) na gidilmelidir. Şûra 42/38 : ... (İman sahiplerinin) İş ve idareleri, kendi aralarında bir şûra iledir. Şûrada alınacak çağdaş içtihat (görüş) kararları ve fetvalar İlmihal Kitapları'na geçirilerek halkımız aydınlanmalıdır.
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: KADIN VE MİRAS HAKKI

S.A.ALLAH RAZI OLSUN KARDEŞLERİM.PAYLAŞIMLAR ÇOK GÜZEL VE DAYANAKLI.İSLAM DÜNYASI BİRİBİRİNE DÜŞECEĞİNE BUNLARLA İLGİLENSE ÇOK DAHA FARKLI OLUR HERŞEY.ÜSTADIN DEDİĞİ GİBİ KARDEŞLİK VE DAYANIŞMA İÇİNDE OLUN DİYOR HİZMETİ DÜŞÜNMEYİN.AMA BİZ DAHA AYNI ÜLKE İÇİNDE KARDEŞÇE YAŞAMAYI BECEREMEDİĞİMİZ OLUYOR,TÜM İSLAM ALMEİ NADIL BİR VÜCUT OLUCAZ BİLMEM.A.E.O.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
RE: KADIN VE MİRAS HAKKI

ADALETIMAHZA yazdı:
S.A.ALLAH RAZI OLSUN KARDEŞLERİM.PAYLAŞIMLAR ÇOK GÜZEL VE DAYANAKLI.İSLAM DÜNYASI BİRİBİRİNE DÜŞECEĞİNE BUNLARLA İLGİLENSE ÇOK DAHA FARKLI OLUR HERŞEY.ÜSTADIN DEDİĞİ GİBİ KARDEŞLİK VE DAYANIŞMA İÇİNDE OLUN DİYOR HİZMETİ DÜŞÜNMEYİN.AMA BİZ DAHA AYNI ÜLKE İÇİNDE KARDEŞÇE YAŞAMAYI BECEREMEDİĞİMİZ OLUYOR,TÜM İSLAM ALMEİ NADIL BİR VÜCUT OLUCAZ BİLMEM.A.E.O.

ve aleyküm selam ablam.. haklısınız..Allah razı olsun güzel yorumunuz için. selametle kalın.
 

mustafa_46

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
238
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: KADIN VE MİRAS HAKKI

S.A bu konu hakkında başımızdan çok sıkıntı geçti babamın ölünden 14 yıl geçmesine rağmen hala paylaşılamadı mirası dinimiz gereği istememize rağmen hala paylaşamadık insanları mal hırsı çok kötü yönde etkiliyormuş bu kişi abimde olsa çok üzülmekteyim kul hakkını yiyen kardeşinde olsa helal edermisiniz saygılarımla.
 

mozza123

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Tem 2011
Mesajlar
1
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Eyvallah kardeşim ibretlik paylaşım
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt