Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda namaz kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Lokman suresi ayet 4
“O kimseler namazı kılarlar, zekâtı verirler; âhirete de yakînen inanırlar.”

Onlar o kimseler ki namazı ikame ederler. Namazı ayağa kaldırırlar onlar. Namaz egemenliğinde bir hayat yaşarlar. Namazı hayatlarına hakim kılarlar. Evlerinde, mahallelerinde, şehirlerinde, toplumlarında namaz ortamı hazırlamak için çırpınırlar. Namazın önündeki engelleri kaldırmanın kavgasını verirler. Toplumlarının namazla şekillenmesi için sa’y ederler. Namaza endeksli bir hayat yaşarlar. Namazda aldıkları Allah mesajını hayatlarında görüntülerler. Bir saatlerini, bir günlerini ve gecelerini namazla düzenlerler. Namazı muhafaza ederler. Namazı korurlar. Namazda okudukları âyetleri hafızalarında canlı tutarlar. Allah’a, Allah kullarına verdikleri sözlere sadık davranırlar. Allah emanetine, kullar emanetine asla hıyanet etmezler. Irz ve namuslarını Allah’ın istediği gibi muhafaza ederler. Hayatlarını Allah için ve Allah’ın belirlediği yasalarla yaşarlar.

Zekâtlarını da verirler. Mallarının Allah’a ait olduğunu bilirler. Namaz vasıtasıyla Allah’la kurdukları diyalogla öğrenmişlerdir ki malları sadece kendilerine harcanmak üzere verilmemiştir. Bilirler ki o malı kendilerine veren onda fakirlerin de hakkı vardır buyurmaktadır. Bilirler ki hayat Allah için yaşanacak, mal Allah için fedâ edilecektir. Bilirler ki hayat kendilerince yaşanmaz. Bilirler ki Allah kendilerinden özveride bulunmalarını istemektedir. Bilirler ki kendilerine verilen her nîmet Müslüman kardeşleriyle ortaklaşa kullanılacaktır. Bunun yasasını da Allah koymuştur. Verirler hayatlarını Allah yolunda ve temizlerler hayatlarını. Verirler mallarını Allah yolunda temizlerler mallarını. Verirler bilgilerini Allah yolunda temizlerler bilgilerini. Verirler zamanlarını Allah yolunda temizlerler zamanlarını.

Ve yine bilirler ki âhiret yakîn bir bilgidir. Âhirete yakîn bir bilgiyle inanırlar ve o günden tir tir titrerler. Yakîn bilgi yüzde yüzden de kesin bilgidir. Onlar kendi varlıklarına, bu dünyanın varlığına inandıklarından daha kesin âhiretin varlığına inanırlar. Çünkü bu dünyanın varlığını, kendi varlıklarını kendi duyularıyla, kendi tecrübeleriyle bilmişler, anlamışlar ama âhiretin varlığını Allah bilgisiyle, vahiy bilgisiyle bilmişlerdir. Allah’la bilinen bilgi başka kaynaklardan elde edilen bilgiden her zaman üstündür. Onun içindir ki yüzde yüzden daha kesin inandıkları âhiret konusunda tir tir titrerler. Âhireti, âhiretin hesabını iki kaşlarının arasında bilirler. Âhiret inancını hafızalarında hep diri tutarlar.

Ya o gün rezil olursam? Ya o gün kaybedenlerden olursam? Ya o gün Rabbim yaşadığım bu hayatı beğenmeyip beni cehennemine gönderirse? Ya cenneti kaybedersem diye korkarlar ve tüm hareketlerini bu inanca bina ederler. Evet gözleriyle görüyor muşçasına âhirete îman ederler onlar. Âhiret inancı onların hayatlarına yön verir. Dünyayı bu îmanla değerlendirirler. Ya o gün rezil olursam? Ya o gün kaybedersem? Ya o gün Rabbim rahmetiyle değil de gazabıyla muamele ederse? diye hep bir korku içinde hayatı değerlendirirler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Neml suresi ayet 3
Onlar namaz kılarlar, zekâtı verirler ve ahirete kesinlikle inanırlar.

Namazı kılarlar! Onu gerçekten kılmaları gerektiği biçimde kılarlar. Kalpleri, Allah'ın huzurunda durduklarını hisseder. Duygular aydınlık ufuklara doğru yükselir. Zihinleri Allah'ın yüce huzurun da O'na yönelme, niyazda bulunma ve kurtuluş dileme ile meşguldür.

"Zekatı verirler" İç dünyalarını, cimriliğin rezilliğinden arındırırlar. Ruhlarını mala olan tutkunluktan kurtarıp erdemli kılarlar. Yüce Allah'ın kendilerine verdiklerinin bir kısmı ile, O'nun rızası için kardeşlerine iyilikte bulunurlar. Üyesi bulundukları müslüman toplumun hakkını ödemeye çalışırlar "ahirete kesin biçimde inanırlar" Bu sebeple ahirette hesap verme düşüncesi anların zihinlerini diri tutar. Onların azgın ihtiraslarını firenler. Onların ruhlarını, Allah'dan sakınma, O'nun cezasından korkma, O'nun huzurunda isyankâr bir konuma düşmekten utanma duyguları ile doldurur.

Allah'ı zikreden, O'nun emirlerini yerine getiren, O'nun hesaba çekişinden ve azabından sakınan, rızasını ve sevabını arzulayan mü'minler... İşte bu mü'minlerin kalpleri Kur'an'a açılır. Kur'an onlara müjdeleyici ve doğruluk rehberi olur. Bir de bakarsın ki, Kur'an onların ruhlarında bir meşaleye, kanlarında bir canlılığa, hayatlarında bir harekete dönüşmüştür.

Kur'an, ahiretten bahsederken bu gerçek üzerine duruyor ve onu pekiştiriyor. Bunu, ona inanmayanlara karşı bir korku ve tehdit unsuru olarak kullanıyor. Onlar dehşet verici sonlarıyla karşılaşıncaya kadar sapıklıklarında debelenip duruyorlar
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Fatır suresi ayet 18
Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Eğer günah yükü ağır bir kimse, yükünün sırtından alınmasını istese, en yakını bile yükünün en küçük bölümünü kendi sırtına almaz. Sen sadece görmeden Rabb'lerinden korkanları ve namaz kılanları uyarabilirsin. Kim kötülüklerden arınırsa kendi yararına arınmış olur. Sonunda Allah'a dönülecektir.

Sorumluluğun ve cezanın bireyselliği ilkesi hem ahlâk bilincini, hem de davranış tarzını kesin biçimde etkiler. Her insanın davranışlarının cezasını göreceği, başkasının davranışlarından sorumlu tutulmayacağı, fakat kendi davranışların5n sorumluluğundan da yakayı kurtaramayacağı bilincine vardığını düşünelim. Bu bilinç, o kişiyi uyanık tutan güçlü bir etken olur. Adam hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çeker. Üstelik başka birisinin kendisine faydalı olacağı ya da sorumluluk yükünü paylaşacağı yolundaki bütün yanıltıcı amellerden sıyrılır. Bu ilke aynı zamanda insana güven aşılayan bir etkendir. Bireyler toplumların suçlarından sorumlu tutulacakları endişesinden kurtulurlar. Fertler topluma öğüt verdikten, ellerindeki bütün imkânları kullanarak onu sapıklıktan alıkoymaya çalıştıktan sonra görevlerini yapmış olacaklarının ve kendi kişisel iyi davranışlarının yararı ile başbaşa kalacaklarının vicdan huzurunu hissederler.

Yüce Allah insanları listeleri tutulmuş gruplar halinde huzuruna çağırıp hesaba çekmez. O herkesi tek tek hesaptan geçirir. Herkesi kendi davranışlarından dolayı ve sorumluluğunun sınırları içinde hesaba çeker. İnsanın dilinin döndüğü kadar başkalarına öğüt vermesi, elinden geldiği oranda bozuklukları düzeltmeye çalışması gerekir. Bu herkesin görevidir. Eğer birey bu görevi yerine getirirse, artık toplumun içinde yüzdüğü kötülüklerden sorumlu değildir. Tersine o yaptığı iyiliklerin ödülleri ile başbaşa kalır. Buna karşılık toplumun iyi olması da kötü bir kimseye fayda sağlamaz. Çünkü dediğimiz gibi yüce Allah insanları listeleri tutulmuş gruplar halinde karşısına alıp hesaba çekmez.

Ayette bu gerçek, Kur'an üslubuna uygun bir somutlaştırma yöntemi ile dile getiriliyor. Bu yüzden de daha etkili, daha içe işleyici oluyor. Ayet bu ilkeyi şöyle somutlaştırıyor. Herkes kendi yükünü sırtında taşır. Hiç kimse başkasının yükünü taşımaz. Eğer birinin yükü kendine ağır gelir de en yakın akrabasını bu yükün bir kısmını kendi sırtına almaya çağırırsa, ricasını kabul ederek yükünü hafifletecek bir yakın bulamaz.

Burada bir kafile sahnesi karşısındayız. Kafilede bulunan herkes yükünü sırtında taşıyarak yürür. Yolunun sonunda terazinin ve tartma işlemini yapacak olan yüce Allah'ın önünde durur. Bu durma ve bekleme sırasında son derece yorgun ve bitkin görünür, yükünün ağırlığından başka hiçbir şey düşünmez, uzak-yakın hiçbir Allah kulunu gözü görmez.

Bu ağır yüklü yorgun kafile sahnesinin arkasından, Peygamberimize dönülüyor. Okuyalım:

"Sen sadece görmeden Rabb'lerinden korkanları ve namaz kılanları uyarabilirsin."

Ancak bunlara yönelik uyarı girişimleri başarılı sonuçlar verebilir. Bunlar Rabb'lerini görmeden O'ndan korkarlar. Rabb'leri ile ilişki halinde olmak ve O'na kulluk etmek için namaz kılarlar. İşte senin uyarı girişimlerinden yararlanacak olanlar ve senin çağrılarına olumlu karşılık verecek olanlar bunlardır. Allah'dan korkmayanlar ve namaz kılmayanlar ile senin işin yok. Devam ediyoruz:

"Kim kötülüklerden arınırsa, kendi yararına arınmış olur."

O bu arınmayı ne senin için ve ne de bir başkası için yapıyor. O arınmışlığın yararını görmek için kötülüklerden arınıyor. "Arınma" ince ve esnek bir kavramdır. Bir yandan kalbi, kalbin çarpıntılarım, duygularını içerdiği gibi, öbür yandan davranışı, yönelmeyi ve sonucunu da ifade eder. Görüldüğü gibi bu kavram son derece duygu yüklü ve kıvrak bir kavramdır. Son cümleyi okuyoruz:

"Sonunda Allah'a dönülecektir."

Hesaba çekme, ödül ve ceza biçme yetkisi O'nun tekelindedir. Ne iyi bir işi hesaptan siler ne de kötü bir davranışı göz ardı eder. Ödüle ve cezaya ilişkin kararını başkasına, yani yapıları itibarı ile kayırmacı, unutkan ve ihmalkâr olan insanlardan birine havale etmez.

Nasıl körlük ile görebilirlik, karanlık ile aydınlık, gölge ile kavurucu sıcak, hayat ile ötüm bir değil ise, bunlar yapısal olarak birbirine taban tabana zıt şeyler ise, aynı bunun gibi Allah katında müminlik ile kâfirlik, iyilik ve kötülük

hidayet ile sapıklık da bir değildir
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Fatır suresi ayet 29
“Allah’ın Kitabı’na uyanlar, namazı kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık sarf edenler, tükenmeyecek bir kazanç umabilirler.”

Allah’ın kitabını okuyanlar, kitabı izleyenler, kitapla beraber olanlar, kitaba tabi olanlar, bu kitaptan hesaba çekileceklerini bilerek gece gündüz bu kitabı tanımaya, hayatlarını bu kitapla düzenlemeye çalışanlar, kitabı düşünenler, kitap üzerinde kafa yoranlar… Bu kitabın istediği şekilde namazı ikame edenler, namazla kitabın kıraatini ve kıyamını gerçekleştirenler, namazla Allah’tan mesaj alanlar, namazla kitabı, namazla hayatı ayağa kaldıranlar, imanlarının direğini dikenler, namazla hayatı özdeşleştirenler, namazı Allah’a doğrultanlar, hayatlarını Allah’a yönelik kılanlar, namazla kulluklarını ayağa kaldıranlar…

İşte kitabı izleyenler, kitapla beraberliklerini sürdürenler, böyle namaz kılanlar, namazda aldıkları mesajı Allah kullarına duyurma kavgası içine girenler, kendilerine Allah’ın verdiği rızıktan gizli ve açık, Allah yolunda, Allah rızası uğrunda sarf edenler, infak edenler, hayatlarında delik açanlardır.

İnfak, ‘delik açmak’ demektir. Hayatımızda delik açmalıyız. Çünkü hayat bize verilmiş bir rızıktır. Vücudumuz bir rızıktır. Mallarımız, mülklerimiz, paralarımız, pullarımız, giydiklerimiz, gücümüz, kuvvetimiz, sağlığımız, bilgilerimiz, aklımız, fikrimiz rızıktır. İşte bunlardan birer delik açıp, onları sürekli bize veren Rabbimizin emrettiği yolda akıtıp duracağız. Tüm sahip olduklarımızdan bir şeyleri infak edeceğiz ve bunu açık da yapacağız gizli de. Her ikisinin de yasaları belirtilmiştir. Yeri geldiği zaman bazen infakın açıkça yapılması güzeldir, farzdır, yeri geldiği zaman gizli yapılması güzeldir. Bazen de yerine ve zamanına göre hem açık, hem de gizli yapılabilir. Bunu kitabımız ve onun pratiği olan Rasulullah Efendimizin sünneti tarif etmiştir. Örneğimiz nasıl onaylamış, nasıl örneklemişse, aynen onun gibi yapacağız.

İşte böyle yapanlar, böyle yaşayanlar, Allah’ın kitabını izlemeye devam edenler, kitapla beraberliklerini sürdürenler, Allah’ın istediği şekilde namazlarını ikame edenler, Allah’ın kendilerine verdiklerini Allah kullarıyla paylaşma kavgası içinde olanlar, işte bunlar, bu âlimler asla batmayacak, ebediyen kaybolmayacak, zâyi olmayacak bir ticaret, bir kâr umarlar.

Bunlar hiçbir zaman bitip tükenmeyecek bir ticaretin peşine düşen kimselerdir. İşte hayatları, çabaları, ticaretleri, hizmetleri kabul edilip, hayatları bereketlendirilenler bunlardır. Elbette Allah’tan en çok ittikâ edenler, Kur’an’ın bilincine eren âlimler olunca, elbette Allah’ın lütfuna en çok mazhar olanlar da onlar olacaktır. İşte gerçek ticaret, gerçek kazanç budur. Kâfirlerin, müşriklerin, münâfıkların ticaretleri yalandır, yanlıştır. Onlar âhireti satarlar, dünyayı alırlar, cenneti satarlar, cehennemi alırlar. Mü’minlerse canlarını, mallarını ortaya koyarak cenneti ve Rahmân’ın rızasını, Rahmân’ın hoşnutluğunu satın alırlar. Gerçekten bu alışveriş tebrike şayan, kazançlı bir alışveriştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Mücâdele suresi ayet 13
“Hususî konuşmanızdan önce sadaka vermekten ürktünüz mü ki bunu yerine getirmediniz? Ama Allah, tevbenizi kabul etmiştir. Öyleyse namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve peygamberine itaat edin. Allah, işlediklerinizden haberdardır.”

Sizler Peygamber (a.s) ile özel görüşmenizden önce sadaka vermekten ürküp sakındınız mı ki bunu yerine getirmediniz? Çok mu zor geldi bu size? Zorlandınız mı sadaka vermekte? Âlimlerimizden kimileri bu emrin bir gün, kimileri de on gün yürürlükte kaldıktan sonra kaldırıldığını söylemişlerdir. Tabii bu arada Müslümanlar da eğitilmiş oluyorlardı. Artık bu uyarılardan sonra olur olmaz basit meselelerle alâkalı Peygamber (a.s) ile özel görüşme isteklerinden vazgeçmiş, bu konuda daha dikkatli davranır olmuşlardır. Müslümanların işleriyle uğraşan, Müslümanların sorumluluğunu üzerine alan kimseler de olur olmaz işlerle meşgul edilmemelidir.

Eğer yapamadıysanız, sadaka verme işini beceremediyseniz Allah sizi affetmiş, tevbelerinizi kabul etmiştir. Artık Allah’ın istediği şekilde namazınızı ikame edin, tüm hayatınızı düzenleyecek şekilde namazınızı ayağa kaldırın, hayata özdeş bir şekilde namazınızı güzelce kılın. Namazla Allah’tan mesaj alın ve bu mesaj ekonomik hayatınızı, eğitiminizi, ticaretinizi, evinizi, ailenizi ve tüm sosyal hayatınızı düzenlesin. Öyle bir namaz kılın ki, tüm bedeninizde Allah söz sahibi olsun.

Zekâtınızı da verin, malınıza da Allah’ın karıştığını ortaya koyun. Malla ilişkilerinizi de Allah’ın istediği gibi düzenleyin. Allah ve Resûlü’ne itaat edin. Allah ve Resûlü’nün dediklerinden çıkmayın. Ha-yatınızda söz sahibi Allah ve Resûlü olsun. Unutmayasınız ki Allah yaptıklarınızın tamamından haberdardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Meâric suresi ayet 34
“Namazlarına riâyet edenler,”

Namazlarını muhafazacıdırlar onlar. Namazlarını muhafaza ederler onlar. Peki acaba namazın muhafazasını nasıl anlayacağız? Namazı muhafaza demek, namaz hayatımızda ne için var idiyse namazı onun için ikame etmek demektir. Yani namazın manasını, namazın fonksiyonunu, varlık sebebini yitirmemek demektir. Rasulullah Efendimizin şöyle bir hadisi vardır:

“Allah’ın 99 esmâsı vardır. Kim ki bunları hafiza yaparsa felâh bulur.”

Peki ne demektir bunları hafiza yapmak? Bunları hafiza yapmak, bunları ezberlemek demek değildir. Bunları iyice öğrenmek, ma-nalarını, muhtevalarını hıfzetmek, muhafaza etmek demektir. Rabbi-mizin bu isimlerinin muhtevalarını kafada canlı tutmak ve onları hayata hakim kılmak demektir. Meselâ Allah’ın Rezzak ismi vardır. İnsa-nın bu ismi muhafaza etmesi demek sadece Allah’ın Rezzak olduğunu, rızık konusunda Allah’tan başka kimseye muhtaç olmadığını, sadece O’na yönelmesi, sadece O’na minnet duyması ve sadece O’na kulluk etmesi gerektiğini, hiçbir zaman bu ismin fonksiyonunu yitirmemesi gerektiğini bilmesidir. Ama hem Allah’a Rezzak diyecek bir a-dam, ya da hem Allah’ın bu ismini zikredecek, hem de kalkacak müşteri Rezzak diyecek, âmir, müdür, devlet, ağa, patron Rezzak diyecek ve bu Rezzaklarının gazabına uğramamak için Allah’a yapması gereken kulluğunu terk edecek, olmaz bu değil mi?

Kur’an’ın hıfzı da bu anlamdadır. Hafız’ul Kur’andır bu adam deniyor ya. Gerçi ilk dönemlerde hafız denmezdi de Kurra denirdi. Hafız’ul Kur’an, bilgisayar değildir. Manayı, muhtevayı tanımadan onu ezberleyenler değildir. Âyetlerin manalarını, muhtevalarını bilen ve onları hayata yansıtabilen, hayata aksettirebilen kimseye hafız denir.

İşte kitabın muhafazası da aynen böyledir. Kitap ancak hükümlerinin uygulanmasıyla muhafaza edilip korunur. Hayatta yaşanmasıyla korunur. Anlaşılmayan, uygulanmayan, hayatta yaşanmayan bir kitap, hayata etkinliği olmayan bir kitap ta asla muhafaza edile-mez. Peki acaba bugün insanlar Kur’an’ı nasıl korumaya çalışıyorlar? Nasıl muhafaza etmeye çalışıyorlar? İşte düğünlerde gelinlere, damatlara hediye ederek, kimileri yazısını güzel yazarak, kûfi olsun, sü-lüs olsun diye çırpınarak, lafzatullahlar alt alta gelsin, üst üste gelsin diyerek, lüks kılıflar, güzel ciltler içinde muhafaza edelim diyerek Kur’-an’ı muhafaza etmeye çalışıyorlar. Halbuki bunların hiçbirisi Kur’an’ı muhafaza değildir. Kur’an’ı muhafaza, onu anlayıp ona tabi olmak ve onu hayata hakim kılmaktır.

Bugün kimileri kitaplarına öyle bir muhafız oluyorlar ki, insanlar bozuk para gibi her gün onun âyetlerini, onun ahkâmını harcarlarken, berikisi güya muhafızlık yapıyor kitabına. Veya kimileri de “benim kitabım” diyor, öyle bir yakalamış ki onu, öyle bir bloke etmiş ki, evinin en üst yerlerine kaldırmış, ne kendisi okuyor ne de insanların, evindekilerin ona ulaşmasına izin veriyor. İstiyor ki kimsenin onunla ilgisi olmasın.

Şimdi buradan hareketle âyette istenen namazın muhafazasını açıklayalım. Namazı muhafaza demek, namazla Allah’tan alınan mesajı muhafaza etmek ve namaz sonrası hayatı onunla düzenlemek demektir. İşte gerçek namazcı mü’minler namazla Allah’tan mesaj a-lan ve bu mesajı seccadede unutmayan, namaz sonrası hayatlarında da sürdüren, muhafaza eden ve hayatlarını bu namazla, bu mesajla dengede tutmayı beceren kimselerdir. Dikkat ederseniz sabah namazında uzun sûreler okunur. Neden? Çünkü sabah namazıyla öğle na-mazının arası çok uzun bir zamandır. Ama meselâ akşamla yatsının arası çok kısa olduğu için ancak o dönemi doldurabilecek kısa sûreler okunur.

İşte okuduğu bu sûrelerle Allah’tan mesajlar alan ve namaz sonrası hayatlarında bu mesajı unutmayıp, muhafaza edip, vermelerinde, almalarında, küsmelerinde, barışmalarında, giyimlerinde, kuşamlarında, evlenmelerinde, boşanmalarında, okumalarında, yazmalarında, hukuklarında, eğitimlerinde uygulamaya koyan kimselerdir o namazcılar. Namazda aldıkları mesajla hayatlarını düzenleyen kimselere namazcı deniliyor. Namazda ne dediklerinin, ne okuduklarının farkında bile olmadan sarhoşça bir namaz kılanlara, yani namazlarında Allah’tan hiç mesaj almayanlara, yahut da aldıkları mesajı seccadenin üzerinde unutanlara, hayatlarını o mesajla düzenleme kavgası vermeyenlere nasıl namazcı diyeceğiz, bilemiyorum.

Bir de namaz, namaz öncesi hayatın tekmilidir. Sabah namazında Allah’tan mesaj aldık. Öğleye kadar ki zamanı o mesajla yaşadık. Şimdi öğle namazında bu defa da bir yandan öğleyle ikindi arasını dolduracak yeni bir mesaj almanın yanında, bir yandan da sabahla öğle arasında yaptıklarımızın tekmilini vereceğiz Rabbimize. Yani öğ-le namazıyla ne yapacakmışız? Yeni bir mesaj almak yanında bir de tekmil vereceğiz Allah’a. Tekmil; şunları şunları yapmaya muvaffak oldum ya Rabbi, elhamdülillah. Ama şunları şunları beceremedim, in-şallah onları da bu namaz sonrası gerçekleştireceğim diye Allah’a tekmil vereceğiz.

Tabi bu iki namaz arasında hiçbir şey yapmamışsak neyin tek-milini vereceğiz? İbrahim’i hiç hatırlamadın mı? Câsiye’yi hiç hatıra getirmedin mi? Bakara ile hiç ilgi kurmadın mı? İmran ailesi ile görüş-meden mi? Sofralarına oturmadan mı? Mâide’yi, Meâric’i diskalifiye e-derek mi? Kur’an’ı edbera yaparak mı? Peygambere arka dönerek mi? Yani neyin tekmilini vereceğiz Allah’a? Ne yüzle yapacağız bunu? Ne yüzle çıkacağız huzura? Öyleyse namazda ne dediğimizin, ne okuduğumuzun farkına varalım,
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Müzzemmil suresi ayet 20
Ey Muhammed, şüphesiz rabbin, senin ve beraberindeki bir gu*rup ashabın, gecenin üçte ikisine yakın, yarısı ve üçte biri kadar bir müd*det kalkıp namaz kıldığını bilir. Gece ve gündüzü ölçüp ayarlayan Allahtır. Hesaplayamayacağınızı bildiği için Allah sizi affeti. O halde Kur'andan kolayınıza geleni okuyun. Allah, içiniz*den hasta olanları, yeryüzünde Allahın lütfundan rızık arayanları ve Allah yolunda savaşanları bilmektedir. O halde Kur'andan kolayınıza geleni okuyun. Namazınızı kılın. Zekatınızı verin. Allah için güzel bir ödünç ve*rin. Yaptığınız iyiliklerin mükafaatını Allah nezdinde, hem yaptıklarınız*dan daha hayırlı, hem de sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah-tan mağfiret dileyin. Çünkü Allah, çok affedendir, çok merhamet edendir.

Ey Muhammed, şüphesiz ki rabbin, sahabilerinden bir gurupla birlikte, gecenin üçte ikisine yakın bir vakti, bazan yarısını bazan da üçte birini ibadetle geçirdiğini bilmektedir. Gece ve gündüzün vakitlerini planlayan Allahtır. O si*zin bu vakitlerde farz kıldığı ibadetleri yapmaya güç yetiremeyeceğinizi, gece ibadetlerinden âciz kalacağınızı bildi ve bunu sizden kaldırarak sizi bağışladı. Artık bundan sonra geceleyin Kur'andan gücünüzün yettiği kadannı okuyun. Yine Allah içinizden, hasta olacak olanları, Allahın lütfundan rızık arayarak yeryüzünde ticaret yapacakları ve içinizden, Allah yolunda cihad edecek olanla*rı bildi. Daha önce size farz kıldığı gece ibadetini kaldırdı. Artık siz bundan sonra, Kur'andan, gücünüzün yettiğini okuyun. Size farz kılınan beş vakit nama-zı kılın. Malınızda farz kılınan zekatı verin. Bunları bırakmanız için size izin yoktur. Bir de mallarınızı Allah yolunda harcayarak ona karz-ı hasende bulu*nun. Zekatın dışındaki infaklan yapın. Ey müminler, siz dünyada iken kendiniz için sunduğunuz hayırları Allah katında daha hayırlı ve mükafaatı daha büyük olarak bulacaksınız. O halde âhiretiniz için hayır işleyin, amel yapın. Allahtan çokça bağışlanmanızı dileyin. Bütün günahlarınızın affedilmesini isteyin ki Al*lah da sizi affetsin. Zira Allah çok affeden ve çok merhamet edendir.

Âyet-i kerimede "Kur'andan kolayınıza geleni okuyun." buyunılmaktadır. Süddi bundan maksadın yüz âyet okumak olduğunu söylemiş, Hasan-ı Bas-ri ise "Kim bir gecede yüz âyet okuyacak olursa Kur'an onun aleyhine delil ol*mayacaktır." demiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Beyyine suresi ayet 5
Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifiler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam olan) din budur.

Yani Rasulüllah'ın getirdiği dinin talimatlarını aynen Ehl-i Kitaba gelen peygamberlerin kitapları da taşımaktaydı. Şimdikilerin kendi dinlerine soktukları batıl akide ve fasit ameller onlara emredilmemişti. Sahih ve doğru din her zaman halisçe Allah'a itaat etmek, O'nunla birlikte hiç bir şeyi ibadette ortak etmemek, her şeyden yüz çevirerek yalnızca Allah'a tapmak, O'na itaat etmek, namazı kılmak ve zekatı vermektir.
Bu ayette "Dinu'l-kayyıma" deyimi kullanılmıştır. Bazı müfessirler bunu "Dinu'l milletu'l kayyıma", yani doğru yol üzerinde olan milletin dini, şeklinde anlamışlardır. Bazıları ise bunun mevsufunu sıfata mübalağa ile izafe ederler. "Allame" ve "Fahhame"nin mübalağa için kullanıldığı gibi, onların verdiği anlam ile bizim tercümemiz aynıdır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın farz oluşu

Bakara suresi ayet 110
Namazı ikâme edin, zekâtı verin. Kendiniz için önceden ne takdim ederseniz sonunda onu Allah katında hazır bulacaksınız. Şüphesiz ki Allah yaptıkla*rınızı gör*mektedir."

Namazı ikâme edin.
Namazın misyonunu, fonksiyonunu ger*çekleştirin. Namazı ayağa kaldırın. Namazı Allah’ın istediği bi*çimde ifa edin. Allah’la diyalog gerçekleştirecek biçimde ifa edin onu. Hayatı düzenleyecek biçimde namazı ikâme edin. Ve de ze*kâtı verin.

Yâni zekâtlarınızı vererek Allah’ın mallarınıza da ka*rışma yetkisinde oldu*ğunu kabullenin. Yâni Allah’la münâsebeti*nizi namazla, toplumla mü*nâsebetinizi de zekâtla icra edin. Dilenci ifadesiyle söylersek ne verir*seniz elinizle o gider sizinle. Yarınınız için bugünden ne takdim et*mişseniz onu Allah’ın yanında hazır bulacaksınız.

Namaz gibi, oruç gibi, hac gibi, cihat gibi, infak gibi, zaman gibi bugün ne takdim etmişseniz yarın Allah katında onu hazır bula*caksınız. Hem de onlara en muhtaç olduğunuz bir anda kat kat fazla*sıyla Allah’ın yanında hazır bulacaksınız onları. Rabbimiz böylece bana güzel borçlar sunun ki; o bende kalsın, yarın size en lâzım ol*duğu günde benden alırsınız
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın farz oluşu

Enam suresi ayet 92
Bu indirdiğimiz, kendilerinden öncekileri doğrulayan Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitaptır. Âhirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler.

Ve işte bir kitap daha. İşte kitap. Onu indirdik mübarek olarak, bereket olarak, bereket kaynağı olarak. Kitabın geldiği kaynak bereket kaynağı olduğu gibi, kitabın kendisi de bereket kaynağıdır. Kitabın kendisi bizzat bereket kaynağı olduğu gibi bu kitap muhataplarını bereketlendirir. Yâni bu kitap, bu kitaba iman edip onunla hareket edenlerin hayatlarını da bereketlendirir. Bu kitap kendisiyle hareket eden, hareket noktasını bu kitaba göre ayarlayan mü'minlerin gecelerini, gündüzlerini, hayatlarını, ömürlerini amellerini, düşüncelerini ve tüm eylemlerini bereketlendiren ve ölümsüzlüğe ulaştıran bir kitaptır.
Bu kitabın bir başka özelliği de:
Oluşudur. Yâni önündekileri tasdik edici bir kitaptır bu kitap. Ya da önündekileri, kendisinden önceki kitapları Tevrat’ı, Zebur’u, İncil’i tasdik eden bir kitaptır bu kitap.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın farz oluşu

Arâf suresi ayet 29
“De ki: "Rabbim adâleti emretti; her secde yerinde yüzünüzü O'na doğrultun; dinde samimi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz.”

Evet Rabbim adâleti emreder. Fıtrata uygun olan şeyleri em-reder. Fahşayla uzak ve yakından hiç bir ilgisi bulunmayan Rabbimi-zin emrettiği bu adâlet neymiş? Her mescit konumunda, her secde yerinde yüzünüzü ona doğru döndürmeniz ve dinde muhlisler olarak sadece ona yalvarmanız, sadece ona dua etmeniz, dini sadece Allah’a mahsus kılarak, dinde ihlâs sahipleri olarak, katışıksız din sahipleri olarak duanızı, ibadetinizi, dâvetiyenizi sadece Allah’a yapmanızdır. Unutmayın ki sizi nasıl yaratmışsa yine ona döneceksiniz. Nasıl yaratılmışsanız öylece Rabbinize döneceksiniz. İşte Allah’ın sizden istediği adâlet budur.

Dikkat ederseniz Rabbimiz her secde yerinde, her secde makamında yüzümüzü sadece kendisine çevirmemizi emrediyor.:

“Yeryüzünün tamamı benim için mescit ve temiz kılındı.”

Efendimiz buyuruyordu. Diğer din mensupları ibadetlerini belli yerlerde icra ederlerken biz müslümanlar neresi olursa olsun namaz vakti geldi mi hemen oracıkta Rabbimize kulluğumuzu icra ediyoruz. Çünkü tüm arz bizim için secde makamı ve temizdir. tâbi buradaki secdeyi sadece namaz secdesi olarak düşünmüyoruz. Yeryüzünün neresinde olursak olalım, nerede ve hangi konumda olursak olalım, hayatımızın her bir konumunda, hayatımızın her bir biriminde Allah’ın emirlerini icra ederek her bir emre secde edeceğiz. Her yerde her konumda Allah’ı dinleyeceğiz. Hayatımızın her bir birimini Allah’ın istediği şekilde düzenleyeceğiz. Hayatımızın her anında yüzümüzü, aklımızı, fikrimizi, düşüncemizi, benliğimizi Allah’a döndüreceğiz.

Giyinirken Allah’ın emirlerini uygulayarak secdemizi Allah’a, kazanırken harcarken Allah’ın istediklerine riâyet ederek secdemizi Allah’a, severken, küserken onu dinleyecek ve secdemizi Allah’a ya-pacağız. Tüm hayatımızda yönümüzü, yüzümüzü Allah’a doğru çevirecek, onun istediklerini ön plana alacak, onun rızasını tercih edecek, onu hesaba katacak ve onun istediği gibi inanıp, onun istediği gibi hareket edeceğiz. Her an onun huzurunda olduğumuzu ve her an ona hesap vermek durumunda olduğumuzu unutmayacağız.

Bir de dinde muhlisler olarak sadece duamızı dâvetiyemizi, kulluğumuzu ona yapacağız. Halis bir din sahibi, katışıksız bir din sa-hibi olacağız.

Din, kişinin hayat programıdır. Din, kişinin yaşam biçimidir. Öyle bir din yaşayacağız ki, öyle bir hayat programımız olacak ki; o hayatın tümünde sadece Allah’ı dinleyecek ve başka şeyleri katıp karıştırmayacağız. Yâni hayatımızın bazı bölümlerinde Allah’ı bazı bölümlerinde de başkalarını dinleyerek, hayatımızın bazı bölümlerinde Allah’ın yasalarını bazı bölümlerinde de başkalarının yasalarını uygulayarak katışıklı bir din, şirket içinde bir hayat yaşamayacağız. Şirke düşmeyeceğiz. Yirmi dört saatimizin tümünü Allah’a ait kılacak, sadece onu dinleyecek ve sadece ona kulluk yapacağız.

Zaten nasıl yaratılmışsak öylece bir gün Allah’a döneceğiz ve hayatımızın hesabını vereceğiz. Yaratılışımız nasıl bizim elimizde değilse dönüşümüz de bizim elimizde değildir. Bizi yaratan Allah bize tanıdığı bu imtihan süresinin sonunda hesap sormak üzere bizi huzuruna çağıracaktır. Bunu hiç bir zaman hatırımızdan çıkarmamamız germektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın farz oluşu

Enfâl suresi ayet 3
"Onlar namazı kılarlar. Kendilerine bağışladığımız rızıklardan başkalarına da verirler."

Burada imanın hareketi, gözle görülür bir tablosunu görüyoruz. Daha önce sıraladığımız sıfatlarda da kalpte yer eden gizli duyguları görmüştük. Çünkü iman kalpte yereden ve davranışlarca doğrulanan bir olgudur. Davranış imanın somut bir kanıtıdır. Bu imana pratik bir tanıklık yapması için bu kanıtın gözle görülmesi zorunludur. Namaz kılmak, sadece bilinen hareketleri yerine getirmekten ibaret değildir. Namazı amacını gerçekleştirecek şekilde kılmaktır. Yüce Ma'budun karşısında duran kula yakışır bir tarzda yerine getirmektir. Kalp yaptığı için bilincinde olmadan sadece Kur'an okumak (kıraat), rük'u (eğilmek), sucûd (yere kapanmak)dan ibaret değildir namaz. Bu eksiksiz şekliyle namaz, imanın varlığına fiili bir tanıklık yapmaktadır.

"Kendilerine bağışladığımız rızıklardan başkalarına da verirler."

Gerek zekât olarak, gerekse zekâtın dışında sadaka olarak "Kendilerine bağışladığımız rızıklardan" ihtiyaç sahiplerine verirler. Rızıkları veren yaratıcının kendilerine rızık olarak verdiği şeylerden vermektedirler. Kur'an ayetinin her zaman yaygın bir kuşatıcılığı ve etkin işareti vardır. Onlar malı yeniden yaratmıyorlar. Mal yüce Allah'ın onlara bahşettiği rızıktır. Kendilerine verdiği sayısız rızık arasında yeralır. Dolayısıyla Allah yolunda ihtiyaç sahiplerine bir şey verdikleri zaman, bu rızkın bir kısmını vermiş oluyorlar. Geri kalanını da yanlarında tutmuş oluyorlar.

Bunlar yüce Allah'ın bu konuda imana ilişkin olarak belirlediği niteliklerdir. Bunlar Allah'ın birliğine ilişkin inancı, O'nun adının anılmasıyla birlikte meydana gelen iç uyanışı, ayetlerinden dolayı gönülden etkilenmeyi, sadece O'na dayanmayı, O'nun için namaz kılmayı, O'nun verdiği rızkın bir kısmını O'nun uğrunda ihtiyaç sahiplerine vermeyi kapsamaktadırlar.

Diğer ayetlerden de anlaşılacağı gibi bu ayetler imanın ayrıntılarını ele almıyorlardı. Bunlar pratik bir durumu karşılıyorlardı. Ganimetler konusunda görüş ayrılığına düşmeyi ve bu yüzden araların bozulması durumunu karşılıyorlardı. Bu pratik duruma uygun düşecek mü'minlerin sıfatlarını hatırlatıyordu. Bu ayetler aynı zamanda bir bütün olarak yok olduklarında, fiilen iman gerçeğinin de yok olmasını gerektiren sıfatları da belirliyordu. Böyle bir durumda imanın şartlarına sarılmanın ya da sarılamamanın önemi yoktur. Kur'an'ın ilahi eğitim metodu, değişen pratik durumlar karşısında adı geçen şartları ve direktifleri belirlemeyi öngörmektedir. Çünkü Kur'an'ın eğitim metodu, realist, pratik ve harekete dönük bir metoddur. Tüm amacı bir teori geliştirmek ve onu kendi kendine duyurmaktan ibaret teorik ve felsefi bir metod değildir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın farz oluşu

Rad suresi ayet 22
Yine onlar, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak amacı ile sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizlice ve açıkça hayır yolunda harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar. İşte geçici dünyanın ardından gelecek olan mutlu akıbet onları bekliyor.

"Yine onlar, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak amacı ile sabrederler."

Birçok şekli vardır sabrın. Aynı şekilde sabretmenin bazı kaçınılmaz gerekleri de vardır. Allah için amel etmek, cihad etmek, Allah'ın dinine davet etmek ve bu uğurda çalışmak gibi anlaşmanın getirdiği yükümlülüklere sabretmek gerekir. Hem bollukta hem yoklukta sabır... Şımarmadan nankörlük etmeden bolluk zamanında sabreden çok az kişi vardır. İnsanların can sıkıcı ahmaklıklarına, cahilliklerine karşı sabretmek... sabır... sabır... sabır... Tümü de Allah'ın hoşnutluğu içindir. Ne insanların "korkaktırlar" demelerinden çekinirler. Ne de "sabrediyorlar" demelerini sağlamak için gösteriş yaparlar. Sabretmenin ötesinde bir çıkar beklentisi içinde değildirler. Paniğe kapılmanın sebep olacağı bir zararı bertaraf etmek için de sabretmezler. Sabrederken Allah'ın hoşnutluğunun dışında bir hedef gözetmezler. Allah'ın verdiği nimetlere ve O'nun sorumlu tuttuğu imtihanlara karşı sabır... O'nun takdirine teslim olmak, O'nun iradesine kayıtsız şartsız bağlanmak, O'nun verdiğinden hoşnut olmak ve O'na boyun eğmek suretiyle sabır...

"Namazı kılarlar."

Namaz da yüce Allah'la yapılan sözleşme ve anlaşmanın kapsamı içindedir. Ancak burada ön plana çıkarılmasının nedeni anlaşmaya bağlılığın ilk şartı oluşudur. Çünkü namaz, Allah'a yönelişin saf ve eksiksiz belirtisidir. Kul ile Rabb arasındaki açık ve katıksız bağdır namaz. Namazda Allah'dan başkasına yönelik bir davranış ve söz yoktur.

"Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizlice ve açıkça hayır yolunda harcarlar."

Allah'ın verdiği rızıklardan bir kısmını gizli ve açık olarak Allah yolunda harcamak da yüce Allah'ın sürdürülmesini istediği ilişkiler arasında yer alır. Anlaşmanın yükümlülüklerine bağlı kalmanın bir ifadesi de budur. Ancak burada bu eylemin ön plana çıkarılmasının, belirginleştirilmesinin nedeni Allah'la kul arasında önemli bir bağ oluşudur. Bu bağ, insanları hayat sürecinde Allah için biraraya getirmektedir. Allah için Allah'ın kullarına yapılan bu karşılıksız harcama verenin nefsini cimrilikten, alanın nefsini de kinden arındırır. Böylece müslüman toplumda hayat, Allah adına dayanışma ve yardımlaşma içinde olan, saygın insanlara yaraşır bir nitelik kazanır. Karşılığını Allah'dan bekleyerek yapılan mali harcama hem gizli olur hem de açıktan olur. İnsanın onurunun kırılmasından korkulduğu, sadece iyilik yapmak düşüncesi ön planda olduğu ve nefis, açıktan harcama yapmanın gösterişinden sakındırılmak istendiği zaman gizli yapılır. İyi örnek olmak istendiği zaman şeriatın uygulanması gözönünde bulundurulduğu ve kanuna uyulduğu zaman da açıktan yapılır: Hayatın akışı içinde her iki uygulama da yerine göre gereklidir.

"Kötülüğü iyilikle savarlar."

Yani günlük ilişkilerinde kötülüğe iyilikle karşılık verirler. Yoksa Allah'ın dininde değil. Ama ifade, başlangıcı aşıp sonucu dile getiriyor. Kuşkusuz kötülüğe iyilikle karşılık vermek nefislerin azgınlığını kırar. Onları iyiliğe yöneltir. Kötülüğün alevini söndürür. Şeytanın kışkırtmasını bertaraf eder. Dolayısıyla kötülüğü karşılar ve en sonunda kötülüğü savar. Ayet-i kerime bu sonucun elde edilmesi için çabuk davranmış ve sonucu ifadenin başında zikretmiştir. Amaç kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi teşvik etmek ve bu davranışın sonucunu gözetlemektir. Sonra bu ifadede de kötülüğe iyilikle karşılık vermeye yönelik gizli bir işaret vardır. Ancak kötülük ortadan kaldırılacaksa böyle yapılır. Yoksa bu davranışın amacı, kötülüğe yüreklendirmek ya da kötülüğü şımartmak değildir. Ama kötülük kötek istiyorsa, şer defedilmeyi gerektiriyorsa bu durumda iyilikle karşılık vermeye yer yoktur. Böylece kötülüğün kabarması, küstahlaşması, üstünlük sağlaması önlenmiş olur.

Kötülüğe iyilikle karşılık verme olayı genellikle iki kişi arasındaki karşılıklı ilişkilerde sözkonusu olabilir. Allah'ın dininde böyle bir kural geçerli değildir. Çünkü büyüklük taslayan zalim despotlara en sert tepkiyi göstermek gerekir. Yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlara karşı kesin bir tavır takınmak kaçınılmazdır. Kur'an'ın direktifleri, durum değerlendirmesine, görüş alışverişine, en iyiyi, en doğruyu tercih etmeye açık direktiflerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın farz oluşu

İbrahim suresi ayet 31
“Ey Muhammed! İnanan kullarıma söyle, namazı kılsınlar; alış veriş ve dostluğun olmayacağı günün gelmesinden önce, kendilerine verdiğimiz rızktan açık ve gizli sarf etsinler.”

De ki iman eden kullarıma ey peygamberim. İman etmeyenlerin cehennemin dibine kadar yolları var. Sen iman eden kullarıma söyle. Allah zorla herkesi mü’min yapacak değildir. Zaten kimsenin imanına da ihtiyacı yoktur. İman eden kullarıma şükrü icra etmeleri için de ki: Namazı ikâme etsinler. Namazı ayağa kaldırsınlar. Doğru dürüst hayatlarını düzenleyecek, hayatlarına etkili olacak bir namaz kılsınlar. Hayatlarına hakim olacak bir namaz kılsınlar. Tüm hayatlarında, almalarında vermelerinde, sevmelerinde küsmelerinde, kazanmalarında harcamalarında, giyimlerinde kuşamlarında, ekonomilerinde, siyasetlerinde, savaşlarında barışlarında aynen namazdaki gibi Allah huzurunda olduklarının bilincine ersinler.

Bizim kendilerine verdiğimiz rızklardan da gizli ve açık infak etsinler. Mallarında, hayatlarında, bilgilerinde, zamanlarında ve sahip oldukları her şeyde Bizi söz sahibi bilerek onları kardeşleriyle paylaşma kavgası içine girsinler. Versinler, ulaştırsınlar, paylaşsınlar kar-deşleriyle. Çünkü veren Biziz ve Biz takdir ediyoruz ki o verdiklerimiz sadece sizin değil, onda başkalarının da hakkı vardır. Veren bilsin ki verdiklerine kendi malından, kendi imkânlarından vermiyor. Allah’ın malından, Allah’ın verdiklerinden veriyor. Veren bilsin ki, fakirin hakkı olanı veriyor.

Evet söyle ey peygamberim o iman eden kullarıma ki namaz kılarak bedenlerinde Benim söz sahibi olduğumu ortaya koysunlar, infak ederek de mallarında Benim söz sahibi olduğumu ortaya koy-sunlar diyor Rabbimiz. İnfakta bulunsunlar bir gün gelmezden önce ki, o gün geldiği zaman ne alışveriş var ne de dostluk vardır. O gün ne fidye var ne de şefaat vardır. Alışverişin ve dostluğun, fidyenin ve şefaatin olmadığı bir gün gelmezden önce vereceğinizi verin, yapacağınızı yapın ve kendinizi kurtarın. O gün artık namaz kılayım desem geçmiştir. O gün artık infak edip de Rabbimi razı edeyim desen faydası yoktur. Yapacaksan bugün yap.

Unutmayalım ki bugün yarım hurmayla da olsa kendimizi ateşten koruma imkânımız vardır. Bu imkân şu anda elimizdedir. Ama yarın tüm dünya sizin olsa hiçbir işe yaramayacaktır.

Tüm dünyayı fidye olarak verseniz de kabul edilmeyecektir. Kimin malını kime vereceksiniz de? Evet bugün yarım hurmanın yaptığını yarın dünya kadar altın yapmayacaktır.

Öyleyse aklımızı başımıza alalım. Gelin yarım hurmayla ken-dimizi ateşten korumanın hesabını iyi yapalım. Dünyalar kadar altın kazanma peşinde bir hayat yaşamadan yana olmayalım. Bize fay-dası olmayan şeyleri kazanmanın yolunda bir ömür tüketmeyelim. Unutmayalım ki yarım hurmayla da olsa Allah yolunda yaşayacağı-mız bir hayat ve infaklarımız bizi kurtaracaktır.

Ama maalesef bu insanlar Allah’ın bu âyetlerini bilmiyorlar. Allah’ın kitabından uzak bir hayat yaşadıkları için yarın kendilerine hiçbir fayda sağlamayacak şeylerin peşine düşüyorlar. Neye yarar da bunlar? En güzel evlere sahip olmuşsun. İnsanların alın terlerini sömürerek atlara, arabalara sahip olmuşsun. Yüzlerce insanın yiyebileceğini yalnız başına sen sofrana koymuşsun. Yüzlerce insanın oturabileceği eve yalnız başına sen oturmuşsun. Unutmayasın ki bunların vebali bir gün çok acı olacaktır. İnsanların ceplerindeki yarım ekmek parasına bile göz dikip onu da cebine aşırmanın planlarını yapmışsın. İnsanların ihtiyacı olmayan üretimlerini reklamlarla ihtiyaçmış gibi gösterip onları sömürmüşsün. Tüm dünyaya da sahip olsan unutma ki bunlar yarın seni ateşten koruyamayacaktır.

Öyleyse gel aklını başına al. Allah şu anda sana ne vermişse ona kanaat edip, bunları sana lütfeden Rabbinin kitabı ve Resûlünün Sünnetiyle beraber olup o doğrultuda bir hayat yaşamaya yönel. Aksi takdirde bir gün gelecek ki para yok, pul yol, fidye yok, şefaat yok, kimsenin kimseye bir faydası yok. Allah’ın izni olmadan kimsenin kim-seye bir faydası yok. İşte o gün gelmezden önce gelin namazı ikâme edelim ve Allah’ın verdiklerinden Allah kullarına infak edelim.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın farz oluşu

İbrahim suresi ayet 37
“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için senin kutsal evinin yanında, ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır.”

Ey Rabbim, ben çocuklarımdan kimilerini Beyt-i Haramının yanında ekini olmayan bir vadide yerleştirdim. Oğul İsmail (a.s), ana Hacer anamız. Oğul memede ve baba Hz. İbrahim (a.s) Kudüs civarında. Allah’ın emriyle Kudüs’ten bir hicret gerçekleşecek. Allah’ın emriyle İbrahim (a.s) hanımı Hacer’i ve kucağındaki oğlu İsmail’i daha sonra insanlığın kıblesi olan Kabe’nin inşa edileceği Mekke vadisine yerleştirecek. Alır hanımını ve oğlunu yanına Allah’ın elçisi ve getirir şimdiki Zemzem kuyusunun bulunduğu yere. Ve yanlarında biraz su ve yiyecekle birlikte bırakır oraya. Ve geri döner Allah’ın istediği gibi. Sorar en az kendisi kadar Allah’ın emirlerine teslim olan Hacer anamız: “Bizi bu ıssız çölün ortasında kime bırakıp gidiyorsun ey İbrahim?” “Bu kararı kendin mi verdin? Yoksa Allah mı emretti?” diye. Atamız der ki: “Ey Hacer, bunu Allah istedi”. “Öyleyse git ey İbrahim, sana ihtiyacım yoktur, O istediyse bizi koruyacaktır. Haydi git Allah bize yeter” diyordu Hacer anamız. Ve İbrahim (a.s) oradan uzaklaşıp tepeleri aşınca işte bu duayı yapıyordu.

Ya Rabbi, ben çocuklarımdan bazısını susuz, ekinsiz, çorak bir çölün ortasına bıraktım. Namaz kılabilmeleri için, sana kulluğa yönelebilmeleri için bu ziraata elverişsiz vadide insanların gönüllerini onlara meylettir ya Rabbi. Şükretmeleri için onları çeşitli ve bol ürünlerle rızıklandır ya Rabbi. Öyle rızklar gönder ki o bölgeye, bunları sadece Senden bilsinler ve bu nîmetlerin sahibi olarak Sana kul olmak zorunda kalsınlar. Senden başkalarına asla izafe edilemeyecek nîmetlerin karşısında insanlar sadece sana şükretsinler, sadece Sana minnet etsinler ve sadece Seni dinlesinler.

Yığın yığın insanların kalplerini Rabbimiz o bölgeye meylettirdi. O kutsal beytinin etrafındaki insanları, ekin bitmez, susuz, ziraatsız bir çöl ortamında çok çeşitli rızklarıyla açlıktan doyurdu. Bu bölgeye gelmeden önceleri zaten aç insanlardı, bu bölge de onları doyuracak bir yapısal özelliğe sahip değildi ama Rabbimiz onları doyuruverdi. Rabbimiz tüm civar Arap ve Arap olmayan kabileleri onlara ülfet ettirip zenginleşmelerini sağlayıverdi.

Yine atamızın duaları sebebiyle Rabbimiz O beldeyi Belde-i Emin kılıverdi. Gökten ve yerden gelebilecek her türlü belâ ve musîbetlerden koruyuverdi. Çevrelerinde insanların birbirlerini yediği, zulümlerle, haksızlıklarla birbirlerini yok etmeye çalıştığı, birbirlerine hak tanımadıkları bir dünyada o beldeyi emniyetin, güvenliğin sembolü yapıverdi. İşte şu anda bile tüm dünya insanlığının kalbi Rabbimizin kutsal beytinin bulunduğu o belde için atmaktadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın farz oluşu

İbrahim suresi ayet 40
Rabbim, beni ve soyumdan gelen salih kimseleri, namazını dosdoğru kılanlardan eyle. Ey rabbimiz, duamı kabul eyle.

Hz. İbrahim bu âyette de, Ailah tealadan, kendisini ve soyundan gelenleri, ibadetlerin en faziletlisi ve en geniş anlamlısı olan namaza devam etmelerine muvaffak kılmasını talep ediyor.
Abdullah b.Mes'ud, Peygamber efendimizin, namazın fazileti hakkında şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Abdullah b. Mes'ud diyor ki:
"Ey Allanın Resulü, amellerin hangisi daha efdaldir?" diye sordum. Resulullah "Vaktinde kılınan namazdır..." buyurdu
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın farz oluşu

Taha suresi ayet 132
“Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren Biziz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanındır.”

Ehline namazı emret. Kendin de onda devamlı ol, kararlı ol, dirençli ol. Sen kendin namaza dayanıklı olduğun gibi onu ehline de emret. Var malın, mülkün olmasın, hiç dert değil, hiç kafanı yorma. Var saltanatın olmasın var dünyanın keyfini çıkaranlar başkaları olsun. Hiç önemli değil bunlar. Sen namaza devam et ve ehlinin de ilk problemi, tek problemi namaz olsun. Ne kendin için, ne de ehlin için dünyanın zevk-ü sefası dert olmasın, problem olmasın. Çünkü seni de aileni de, seni de oğlunu kızını da kurtaracak olan güzel bir namazdır. Hepinizi kurtaracak olan Allah’la diyalogdur. Unutmayasın ki bir vakit namaz dünya ve üzerindekilerden, dünya mülklerinden daha hayırlıdır. Bir vakit namaz oğlun, kızın için hazırladığın bir dünya geleceğinden çok daha hayırlıdır.

Öyle değil mi? Şu dünya mülklerinin çok büyüklerine sahip olanlar kurtulabildiler mi? Kesinlikle bilesin ki bir tevhid, bir tekbir bir Tâ-Hâ sûresi, Tâ-Hâ sûresinin bir tek âyeti tüm dünyadan daha hayırlıdır. Eğer bir vakit namaza, bir tek âyete tüm dünyayı kurban edebilirsen kesinlikle bilesin ki tüm dünya senin peşinden gelecek, tüm dünya sana teslim olacaktır. Eğer kitabın bir sûresine dünyayı kurban edersen kesinlikle bilesin ki tüm dünya senin önünde secdeye kapanacaktır. Altınlarıyla gümüşleriyle, Marklarıyla Dolarlarıyla, devletleriyle güçleriyle tüm dünya senin önünde eğilecektir. Yeter ki sen öncelikle namaz, öncelikle Allah’la diyalog, öncelikle Allah’a kulluk diyebilmeyi bir becer mutlaka kazanacaksın.

Ama şunu da kesinlikle bilesin ki bunu tercih etmediğin süre-ce asla kazanamayacaksın. Çocuğuna önce namaz bilincini ver-mediğin sürece, çocuklarına önce en üst düzeyde vahiy bilincini, Kur’an bilgisini vermediğin sürece onu dünyacı olmaktan kurtara-mayacaksın. Oğluna kızına namaz. İlk işin de, son işin de; işte bu ol-malıdır. Sen bunu düşünmelisin. Sen onların rızkını düşünmemelisin.

Biz senden rızık istemiyoruz. Senin bir rızık endişen olma-malı. Biz senden onları doyurmanı, onlara rızık hazırlamanı, çalışıp çabalamanı istemiyoruz. Senin böyle bir sorumluluğun yoktur. Onların istikballerini garanti etme diye bir görevin yoktur senin. Onları doyuracağım, besleyeceğim, onlara rızık hazırlayacağım diye şaşkınlık yapma. Seni de onları doyuracak olan Benim. Bu iş bana ait.

Allah bizden rızık istemiyor. Bizden namaz istiyor namaz. Bizden vahiy istiyor vahiy. Bizden kulluk istiyor kulluk. Eh efendim, yâni rızık ta bir kulluk değil mi? Rızık kazanmak için çalışıp çabalamak ta bir ibadet değil mi? Değil! Yanlış! Yanlış anlıyorsunuz! Yanlış biliyorsunuz! Yanlış bilgilendirildiniz! Yanlış yoldasınız! Sizler din gibi ticarete, din gibi rızık kazanmaya, din gibi dünyaya bağlanmışsınız. Söylesenize, sizler şu anda peygamber standartlarına göre mi rızık peşindesiniz? Peygamber gibi yaşayın, peygamberin ihtiyaç anlayışına sahip olun, eğer evinizde yiyecek yoksa o zaman rızık peşinde koşun, bir diyeceğim yoktur. Ama yedi sülâlemize yetecek kadar rızık sahibi olan, mal mülk sahibi olan sizler nasıl rızık peşindeyiz diyebilirsiniz? Aldatmayalım kendimizi. Paralarımızla beslediğimiz din adamları bizleri aldatmasın. Rızık peşinde değil köşe dönme peşindeyiz bizler, köşe dönme.

Arkadaşlar, aynı konuyu anlatan bir âyet de Zâriyât sûresinde:
“Onlardan bir rızık istemem; Beni doyurmalarını da istemem. Şüphesiz rızıklandıran da, güç ve kuvvet sahibi olan da Allah’tır.”
(Zâriyât 57)

Ben onlardan rızık istemiyorum. Onların böyle bir mükellefi-yetleri yoktur. Ben onları böyle bir şeyle sorumlu tutmuyorum? Ne-reden çıkarıyorlar bunu? Kendilerini doyurmalarını da, beni doyur-malarını da istemiyorum onlardan. Rezzak biz değiliz ya. Rezzak Al-lah’tır. Kendimizi Rezzak görmenin ne anlamı var? Allah’ın bizi sorumlu tutmadığı bir şeyle kendi kendimizi sorumlu tutarak niye sapıyoruz?

Âkıbet, gelecek muttakiler içindir. Gelecek Allah’ın bu âyetle-riyle yol bulan, yolunu Allah’ın bu ayetlerine soran, Allah nasıl istiyor-sa öylece yaşayan, öylece inanan kimselere aittir. Gelecekte başarılı olanlar, kurtulacak olanlar işte bunlardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın farz oluşu

Hac ayet 78
“Allah uğrunda gereği gibi cihat edin. O, sizi seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kuran’da, peygamberlerin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size müslüman adını veren O’dur. Artık, namaz kılın, zekât verin, Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!”

Bir de Allah yolunda, Allah uğrunda cihat edin. Allah’ın iste-diği şekilde müslümanca bir hayat yaşamaya, müslümanca kalmaya cehd-ü gayret edin. İşiniz gücünüz Müslümanlık olsun. Çünkü O Allah sizi seçmiştir. Ve sizin için dinde herhangi bir zorluk ta kılmamıştır.

Evet kendi yolunda, Müslümanlık yolunda sizden cehd-ü gayret isteyen, sizi seçen Allah size bir ayrıcalık tanıyor. Ve üstelik sizi seçtiği, size yüklediği bu Müslümanlık yolunda, yüklediği bu kulluk yükünde bir zorluk ta yoktur. Yâni müslümanlar olarak sizin gücünüzü aşan, takatinizi zorlayan bir sorumluluğunuz da yoktur. Tam size uygun bir kulluk yasası belirledim, buyuruyor Rabbimiz.

Siz atanız İbrahim’in dini üzeresiniz. Atanız İbrahim’in milleti üzeresiniz. Evet biz müslümanlar atamız İbrahim’in dinine nispet ediliyoruz. Bu bizim için şereflerin en büyüğüdür. Atamız, imamımız, önderimiz, liderimiz İbrahim (as) dır.

Peki İbrahim (as)’ın dini, milleti neydi? Atamızın milleti İslâm’dı, İslâm milleti idi. Daha önce de, şimdi de size müslüman ismini veren Allah’tır. İbrahim (as)’ın dini İslâm’dı, İbrahim (as) müslümandı. Kitabımızın başka âyetlerinin beyânıyla Hz Âdem aleyhisselâmdan bu yana Rabbimizin seçtiği tüm elçilerine gönderdiği din İslâm’dı ve tüm peygamberleri de müslümandı.

Evet dün de, bugün de insanlar kendilerini hep İbrahim (as)’a izafe etmeye çalışırlar. Herkes İbrahim (as)’a yakınlık iddiasında bulunuyor. Yahudi’si de Hıristiyan’ı da, müslümanlar da İbrahim (as)’ın dininde, İbrahim (as)’ın yolunda olmakla övünüyorlar. Peki acaba gerçekten İbrahim (as)’a yakın olanlar, Onun dininde, onun yolunda olanlar kimlerdir? İşte Rabbimiz bu âyetinde Onun dininde, Onun yolunda olanları haber veriyor.

Ey müslümanlar, madem ki Rabbiniz daha önce de, şimdi de size müslüman ismini verdi, öyleyse adınız sadece müslüman olsun. Çünkü bu ismi size Allah verdi. Bu ismin dışında kendinize başka şeref aramayın. Sizi müslüman diye çağırsınlar ve siz müslüman ola-rak ölün. Adımız müslüman. Bütün insanlığın imamı, imamımız İbrahim (as), dinimiz İbrahim (as)’ın dini İslâm’dır. Kendimize bunun dışında ne bir din ararız, ne bir şeref ararız, ne de bir isim peşine düşeriz.

Böylece şu son peygamber size şahit olsun diye ki bu dini o getirdi, bu kitabı o getirdi. Sizi İbrahim (as)’a nispet ettiren o Resul size şahittir. Sizler de tüm insanlığa şahitler olasınız diye Rabbiniz size müslüman ismini vermiş, sizi şereflerin en yücesiyle şereflendirmiştir.

Rasulullah efendimiz biz ümmetine şahittir, bizler de tüm insanlığa şahitleriz. Allah’ın Resûlü çok güzel bir Müslümanlık sergileyerek biz ümmetine şahit oldu. Bizler de öyle güzel bir Müslümanlık sergileyeceğiz ki tüm dünya insanlığına şahit olacağız. Evet bu ümmet, bizler, biz müslümanlar Bakaradaki âyetle birlikte söyleyecek olursak: “...vasat bir ümmetiz ve de şahit bir ümmetiz...” Bizi bu dünya üzerinde vasat ve şahit bir ümmet yaptı Rabbimiz. Tüm dünya insanlığına karşı hem denge unsuru, hem de kulluğunun şahitleri yaptı Rabbimiz bizi. Hükmüne tüm insanlığın boyun eğeceği, tüm insanlığın bize bakıp hizaya geleceği, sapıkların sapıklık noktalarını bizde anlayacağı, hakkı bulmak isteyenlerin bize bakarak hakkı bulabilecekleri şahit ve denge unsuru bir ümmet yaptı Allah bizi. Yeryüzünün dengesi bizimle, bu ümmetle kurulacaktır.

Yeryüzünde Allah’a kulluk bizimle açığa çıkacaktır. Peygamber (as) şahsında yaşadığı Müslümanlıkla nasıl ümmetine kulluğu örneklemişse bizler de tüm insanlık için kulluk nümunesi olmak zorundayız. Bu görev tıpkı peygamberin ashabına ve diğer insanlara kendisine vahy olunan dini anlatma ve yaşama konusunda şahitlik etmesi gibi bir görevdir. Çok şerefli, ama o nispette de sorumluluğu olan bir görevdir. Ümmeti içinde peygamberin görevi, sorumluluğu ve şerefi neyse diğer toplumlara karşı bizim de sorumluluğumuz ve şerefimiz odur. Bizler müslümanlar olarak şu anda tıpkı peygamber gibi tüm insanlık önünde İslâm’ın yaşanırlılığını pratiğini göstermek zorundayız. Bu konuda peygamberin ümmetine karşı şahit olduğu gibi, biz de tüm insanlara şahitler olmak zorundayız.

Şimdi biz insanlara şahitler olmak zorundayız. Peki nasıl şahit olunur insanlara? Bunun yolu, bütün insanlara bu dini götürür, Kur’an âyetlerini bütün insanlara ulaştırır, dünya üzerinde Allah’tan ve Onun âyetlerinden, cennetten, cehennemden haberdar edilmedik bir tek insan kalmayacak biçimde herkesi haberdar edebilirsek işte o zaman biz insanlara şahitlik görevimizi yapmışız demektir. Tıpkı Resulullahın bu ümmet üzerine şahitlik yaptığı gibi.

Öyleyse gelin ey müslümanlar, öyle güzel bir Müslümanlık yaşayalım ki tüm dünya insanlığı güzeli bizde görsün, kulluğu bizde görsün ve dirilsin. Öyle güzel tebliğ edelim ki Allah’ın dinini yeryü-zünde benim bundan haberim yoktu diyen bir tek insan kalmasın. Allah yardımcımız olsun.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın farz oluşu

Nûr suresi ayet 56
“Namaz kılın, zekât verin, peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.”

Namazı ikâme edin, namazı ayağa kaldırın, namazı hayatın düzenleyicisi kılın. Ey Müslümanlar haydi namazı ikâme edin. Allah’ın sizden ilk istediği budur. Namazsız bir hayattan yana olmayın. Zekâtlarınızı da verin. Mallarınızda Allah’ı söz sahibi bilin. Mallarınızla ilişkilerinizi Allah’ın istediği şekilde ayarlayın. Mallarınızın sahibinin Allah olduğunu bilin. Tüm hayatınız konusunda, tüm hayat problemleriniz konusunda Allah’a ve Resûlüne itaat edin, tüm hayatınızda Allah ve Resûlünü dinleyin ki size merhamet olunsun. Namazla bedenlerinizi, azalarınızı temizleyin, zekâtla mallarınızı temizleyin, Resule itaatle de tüm hayatınızı temizleyin.

Rasûlullah (a.s)‘a itaat Rasûlullah (a.s)’ı bilmekle, tanımakla mümkün olacaktır. Allah’a itaat Allah’ın kitabını tanımadan mümkün olmadığı gibi, Rasûlullah (a.s)’a itaat da Kur’an’ı ve Rasûlullah’ın sünnetini, hayatını, uygulamalarını bilmeden mümkün olmayacaktır.

Yâni namazın ve zekâtın dışında top yekun hayatı kapsayan Rasûlullah’ın örnekliliğini de bilmek zorundayız. İşte bunun yolu şu kitabı başından sonuna kadar, sünneti de başından sonuna kadar bilmekten geçer. Demek ki o kadar kolay değildir bu iş. Allah’ı tanımadan, Allah’ın arzularını bilmeden, yâni Allah’ın kitabını öğrenmeden, Resûlünün sünnetini tanımadan ne Allah’a itaat ne de peygambere itaat mümkün değildir. Bildiğimiz âyet kadar, tanıdığımız sünnet kadar ancak itaatimiz söz konusu olacaktır, unutmayalım!

Biz de bu Allah vaadine ulaşıp izzetli ve şerefli bir hayata ulaşmak istiyorsak bunu yapmak zorundayız, ben başkasını da bil-medim, bilemedim. Evimiz eksik olsa, eşyamız eksik olsa, altınımız gümüşümüz olmasa, atımız arabamız olmasa ne çıkar? Kuru bir ekmekle ömür geçirsek ne olur? Şunu kesinlikle bilelim ki maldan, mülkten, eşyadan, köşe dönmeden, dünyadan taviz vermeden Allah ve Resûlüne itaat mümkün değildir. Allah’a itaat mümkün olmayınca da Allah’ın vaadine ulaşmak, kölelikten kurtulup şerefli bir hayata ulaşmak mümkün olmayacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Rum suresi ayet 31
Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılın ve Allah'a ortak koşanlardan olmayın.

Yönelimin doğru dine bağlı kılınmasını; Allah'a yönelme ve her durumda O'na dönme, hatadan sakınma, iç duyarlığı koruma, gizli, açık her konumda Allah'ın kontrolünü göz önünde bulundurma, her hareket ve durgunluk anında o kontrolü duyumsama, salt Allah'a kulluk için namaz kılma ve mü'minlerle müşrikleri birbirinden ayıran özellik olan Allah'ı bir bilme olarak veriyor.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt