Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sahabeler ve tabiin (2 Kullanıcı)

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
bismi2.gif

[SIZE=+2]SA'D B. EBI VAKKAS[/SIZE]
Sa'd b. Ebî Vakkas Malik b. Vuheyb b. Abdi Menaf b. Zühre. Babasi Malik b. Vuheyb'dir. Malik'in künyesi Ebî Vakkas olup, Sa'd bu künyeye nisbetle Ibn Ebî Vakkas olarak çagrilirdi. Rasûlüllah (s.a.s)'in annesi Zuhreogullarindan oldugu için, anne tarafindan da nesebi Rasûlüllah (s.a.s) ile birlesmektedir. Sa'd'in annesi Hamene binti Süfyan b. Ümeyye'dir. Sa'd (r.a), Ilk iman edenlerden biridir. Kendisinden yapilan rivayetlere göre o Islâmi üçüncü kabul eden kimsedir. Ancak, Hz. Hatice, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali ve Zeyd b. Harise'den sonra müslüman olmussa besinci müslüman olmus oluyor. Sa'd (r.a), müslüman oldugu gün henüz namazin farz kilinmamis oldugunu ve o zaman on yedi yasinda bulundugunu söylemektedir (Ibn Sa'd, Tabakâtül-Kübrâ, Beyrut (t.y), III, 139).
Sa'd (r.a) Islâma girisine sebep olan olayi söyle anlatir: "Müslüman olmadan önce rüyamda kendimi hiç bir seyi göremedigim karanlik bir yerde gördüm. Bu arada ay dogdu ve ben onun aydinligina tabi oldum. Benden önce bu aya kimlerin uymus olduguna bakiyordum. Onlar, Zeyd b. Harise, Ali b. Ebî Talib ve Ebû Bekir'di. Onlara ne kadar zamandan beri burada olduklarini sordugumda, onlar; "Bir saat kadardir" dediler. Arastirdigimda ögrendim ki, Rasûlüllah (s.a.s) gizlice Islâm'a davette bulunmaktadir. Ona Ecyad tepesi taraflarinda rastladim. Ikindi namazini kiliyordu. Orada Islâmi kabul ettim. Benden önce bu kimselerden baskasi imân etmemisti" (Ibnül-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 368).
Sa'd'in müslüman oldugunu ögrenen annesi, buna çok üzülmüs ve oglunu atalarinin dinine döndürebIlmek için çareler aramaya baslamisti. Sa'd'a, eger girdigi dinden dönmezse, yemeyip içmeyecegine dair yemin etmisti. Sa'd, annesine, bunu yapmamasini, çünkü dininden dönmeyecegini söyledi. Yeminini uygulamaya koyan annesi, bir zaman sonra açlik ve susuzluktan bayIlmisti. Ayildiginda Sa'd ona; "Senin bin tane canin olsa ve bunlari bir bir versen, ben yine de dinimden dönmeyecegim" demisti. Onun kararliligini gören annesi yemininden vazgeçmisti (Üsdül-Gabe, ayni yer). Sa'd (r.a) annesine çok düskündü ve ona bir zarar gelmesini asla kabul edemezdi. Ancak imanla alakali bir konuda Rabbine isyan edip baskalarinin heva ve heveslerine de tabi olamazdi. Sa'd (r.a) ve benzerlerinin karsilasacagi bu gibi durumlari çözümlemek ve iman edenleri rahatlatmak için Allah Teâlâ su âyet-i kerimeyi göndermisti: "Bununla beraber eger, hakkinda bilgi sahibi olmadigin bir seyi bana ortak kosmak için seninle ugrasirlarsa, o zaman onlara itaat etme. Dünya Isleri nde onlara iyi davran..." (Lokman, 31 / 15).
Sa'd (r.a), Medine'ye hicrete kadar Mekke'de kalmistir. Dolayisiyla müsrikler tarafindan ugradiklari bütün saldiri ve iskencelere diger müslümanlarla birlikte Mekke dönemi boyunca muhatab oldugu muhakkaktir. Mekke'de müslümanlar, Mekke zorbalarinin saldirilarindan emin olmak için Ibâdetlerini gizli ve tenha yerlerde ifa ediyorlardi. Bir gün Sa'd (r.a) arkadaslariyla birlikte Ibâdet ederlerken müsriklerden bir grup onlara satasarak Islâmla alay etmisler ve onlara saldirmislardi. Sa'd eline geçirdigi bir deve sirt kemigini alip müsriklere karsilik vermis ve onlardan birini yaralayarak kanlar içerisinde birakmisti. Iste Islâm'da Allah için Ilk akitilan kan budur (Üsdü'l-Gâbe, II, 367).
Sa'd (r.a) kardesi Ümeyr (r.a) ile Medine'ye hicret ettigi zaman, kan davasi yüzünden Mekke'den kaçip buraya yerlesmis olan diger kardesleri Utbe'nin evinde kalmaya baslamislardi. Muahat olayinda Rasûlüllah (s.a.s), Sa'd'i Mus'ab b. Umeyr ile kardes ilân etmisti. Baska bir rivayete göre de kardes ilân edildigi kimse Sa'd b. Mu'az'dir (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 139-140).
Medine'ye hicretle birlikte Islâm devlet olmus ve kendini tehdit eden güçlere karsi askerî faaliyetler baslamisti. Bu çerçevede Mekke kervanlarina yönelik askerî birlikler (seriyye) sevkediliyordu. Ilk seriyye, Hicretin yedinci ayinda Mekke kervaninin yolunu kesmek için otuz kisiden olusan Hz. Hamza komutasindaki seriyyedir. Sa'd (r.a)'da bu Ilk askerî birlige katilanlardandir (Ibn Sad, ayni yer) Bir ay sonra Ubeyde b. Haris komutasinda gönderilen seriyye Kureys kervaniyla karsilastiginda Ilk oku Sad b. Ebi Vakkas (r.a) atarak çatismayi baslatmisti. Mekke'de Allah yolunda Ilk kan akitan kimse olma serefi Sa'd (r.a)'a ait oldugu gibi, yine Allah yolunda Ilk ok atma serefi de böylece ona nasip olmustur. Sa'd (r.a) söyle demektedir: "Araplardan Allah yolunda Ilk ok atan kimse benim" (Ibn Sa'd, ayni yer).
Ayni yilin ZIlkade ayinda Rasûlüllah (s.a.s), Sa'd b. Ebi Vakkas'i yirmi kisilik bir askerî birlige komutan tayin ederek el-Harrar mevkiine göndermisti. Bu seriyyenin gayesi de Mekkelilere ait kervani vurmakti. Ancak kervan bir gün önceden bu yerden hareket etmis oldugu için, bir çatisma çikmamisti. Rasûlüllah (s.a.s), sadece seriyyeler göndermekle yetinmiyor, bizzat ordusunun basina geçerek seferler düzenliyordu. Bunlardan biri olan ve II. Hicrî yilin Rebiu'l-Evvel ayinda gerçeklestirilen Buvat gazvesinde, ordu sancagini Sa'd tasimaktaydi (Taberi, Tarih, Beyrut 1967, II, 407). Pesinden tehlikeli bir görevle Mekke ile Taif arasindaki Nahle mevkiine kesif maksadiyla gönderilen Abdullah b. Cahs seriyyesine katilan Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'in bütün cihad faaliyetlerine aktif bir sekilde istirak ettigi görülmektedir.
Bedir savasinda müsrik süvari birliginin komutani olan Sa'id b. el-As'i öldürüp kilicini Rasûlüllah (s.a.s)'e getirmisti. O, Zülkife adindaki bu kilici ganimetlerin dagitilisinda Sa'd'a vermisti.
Uhud savasinda, müsriklerin üstünlügü ele geçirdigi ve müslümanlarin panige kapilarak dagildigi esnada Rasûlüllah (s.a.s)'in yanindan ayrIlmayip gövdelerini siper ederek onu korumaya çalIsan bir kaç kisiden birisi Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a) idi. O, cesaretinden hiç bir sey kaybetmeden ok atmaya devam ediyordu. Sa'd (r.a) ok atmakta mahirdi ve hedefini sasirmiyordu. Rasûlüllah (s.a.s) ona ok veriyor ve söyle diyordu: "At Sa'd Anam babam sana feda olsun " (Müslim, Fezâilü's-Sahabe, 5; Ibn Sa'd, a.g.e., III,141; Ibnül-Esîr, el-Kâmil,)i't-Tarih, Beyrut 1979, II, 155). Rasûlüllah (s.a.s), övgü, riza ve hosnutlugu ifade eden bu kelimeleri, ana ve babasini bir arada zikrederek baska hiç kimse için kullanmamistir (Ibn Sa'd, ayni yer).
Sa'd (r.a)'in Uhud günü gördügü hizmet ve gösterdigi kahramanlik gerçekten çok büyüktü. Onun bu günde tek basina bin ok attigi rivayet edIlmektedir (Üsdül-Gâbe, II, 367).
O, Hendek, Hudeybiye, Hayber, Mekke'nin fethi ve diger gazvelerin tamamina katIlmistir (Ibn Sa'd, a.g.e., 111, 142).
Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatindan sonra Hz. Ebu Bekir (r.a)'a bey'at eden Sa'd (r.a), Hz. Ömer döneminde aktif olarak devlet idaresinde görevler almistir. Bu dönemde onun en önemli görevlerinden birisi, asrin emperyalist süper güçlerinden birisi olan 0ran Imparatorlugunu çökerten Kadisiye ordusunun kumandanligidir.

Bizansa yönelik askerî faaliyetler sürerken, 0ran topraklarina da seferler yapiliyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a) döneminde 0 ranlilarin elinde olan Irak'in büyük bir bölümü fethedIlmisti. Hz. Ömer (r.a) is basina geçtigi zaman 0ran'a karsi kapsamli ve netice alici bir askerî sefer düzenlenmesi için çalismalara basladi. Yapilan istIsareler sonucunda Sa'd b. Ebî Vakkas'in hazirlanan orduya komutan tayin edIlm esi kararlastirildi. Havâzin kabilelerinden zekât toplamak için bu bölgede bulunan Sa'd, Medine'ye çagrilarak ordu ona teslim edildi. Sa'd ordusuyla Irak'a dogru yürüyüse geçerek Kadisiye mevkiinde kârargah kurdu. 0ran sahi, müslümanlara karsi savasmak üzere ünlü komutani Rüstem'i görevlendirmisti. Yapilan savasi müslümanlar kazanmis ve 0ran topraklari Islâm tebligine açIlmisti. Sa'd hasta oldugu için bizzat savasa istirak edememis ve yüksekçe bir yerden, savastin orduyu idare etmisti. Kadisiye ialeri Islâm ordularinin kazandigi en parlak ve kesin zaferlerden biri olarak tarihe geçmistir.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı....
Daha sonra Sa'd (r.a), Celula'ya yönelmis ve burasini fethetmisti (H 16). Celula'nin fethi bölgede büyük bir ihtida hareketini de pesinden getirmisti. Daha sonra 0ran Imparatorluk merkezi olan Medâin Iki aylik bir kusatmadan sonra düsmüs, büyük meblaglarda ganimet ele geçmis ve Kisra III. Yezducerd buradan Hulvan'a kaçmisti. Sa'd b. Ebi Vakkas, bir ordu göndererek sulh yoluyla burayi fethetmisti. Yezducerd ise 0sfahan bölgesine kaçarak orada tutunmaya çalismistir.

Sa'd (r.a), Medâin'e yerleserek, fethedilen topraklarin idarî yapisini olusturmaya çalisti. Medâin'in havasi, askerlerin sihhatini olumsuz yönde etkiledigi için, Hz. Ömer (r.a)'in onayi alinarak yerlesime ve ordunun askerî stratejisine uygun bir konumda olan Küfe, ordugâh sehir haline getirildi. Sa'd bölge valisi olarak Kûfe'de üç buçuk yil kalmistir. O, tekrar toparlanip kaybettikleri yerleri geri almak için hazirliklara girisen 0ranlil arin hareketlerini takip ediyor ve gerekli askerî önlemleri almaya çalisiyordu. Ancak tam bu siralarda Kûfe'de bir topluluk, Hz. Sa'd'i ganimetleri adil dagitmadigi ve gaza Isleri nde gevsek davrandigi yolunda iddialarla Hz. Ömer (r.a)'a sikayet etti. Ayrica onun namaz kildiris tarzini da begenmiyorlardi. Hz. Ömer (r.a) meseleyi inceletmis; yapilan sikayetlerin asilsiz oldugunu anlamis olmakla birlikte, maslahati gözeterek onu geri çagirmisti (Asr-i Saadet, I, 432 vd.).
Hz. Ömer (r.a), kendisinden sonra halife seçimini gerçeklestirmek için alti kisilik bir sûra olusturmustu. Sa'd (r.a) da bunlar arasindaydi. Hz. Ömer (r.a)'in vefatindan sonra halife tayini için müzakereler basladigi zaman Sa'd, Abdurrahman b. Avf lehine adayliktan çekildigini açiklamistir.
Hz. Osman (r.a), halife seçildigi zaman; Ömer (r.a)'in vasiyetine uyarak Sa'd'i Küfe valiligine tayin etti. Ancak, bu seferki Küfe valiligi de fazla sürmemistir. O, hazineden borç olarak almis oldugu bir miktar parayi geri ödemekte zorluk çekince, hazine emini Abdullah Ibn Mes'ud tarafindan Halifeye sikayet edIlmis; bu sikayet üzerine Osman (r.a), onu Küfe valiliginden azletmisti. Bunun üzerine Sa'd (r.a) Medine yakinlarindaki Akik vadisinde bulunan çiftligindeki evine yerlesmis ve ziraatle ugrasmaya baslamistir.
Sa'd (r.a), Hz. Osman (r.a)'in sehid edilisiyle baslayan fitne ve ihtilaflardan tamamen uzak kalmaya gayret etmistir. O, müslümanlar arasinda kan dökülmesinden çok rahatsiz oluyor ve taraflardan kendisine gelen teklifleri geri çeviriyordu. O, ümmetin üzerinde anlastigi bir halife ortaya çIkincaya kadar kendisine hiç bir seyden bahsedIlmemesini Istemisti. Sa'd (r.a), gruplar arasinda verilen mücadelelerde kimin hakli kimin haksiz oldugunun açikliga kavusturulmasinin mümkün olmadigini bildigi ve haksiz yere bir müslümanin kanini akitmaktan çekindigi için böyle davraniyordu. O, kendisine gelenlere söyle diyordu: "Bana, Iki gözü, dili ve Iki dudagi olan ve su kâfirdir, su mü'mindir diyen bir kiliç getirilinceye kadar asla kimseyle savasmam" (Ibn Sa'd, a.g.e., III,143; Üsdül-Gâbe, II, 368).
Sa'd (r.a), güçlü bir kisilige ve siyasî destege sahip oldugu halde, riyaset çekismelerinin içine girmekten ömrünün son günlerine kadar kaçinmistir. Oglu Ömer ve kardesinin oglu Hasim gidip ona; "Yüz bin kilis sahibi var ki, hepsi seni hilafet için en liyakatli adam taniyor" dediklerinde onun buna verdigi cevap su olmustu:
"Bu sizin yüz bin kilicinizdan daha kuvvetli tek bir kiliç, mü'mine çekilince onu kesmeyen, kâfire karsi siyrilinca onu kesen kiliçtir" (Asri Saadet, I, 436). Onun bu anlamli sözleri, müslümanlarin birbirlerine zarar vermelerine karsi ne kadar hassas oldugunu ifade etmektedir.
Sa'd (r.a), Hicrî 55 yilinda ikâmet etmekte oldugu Medine'nin disindaki Akik vadisinde vefat etmistir. Onun vefat tarihi hakkinda, 54 ila 58 tarihleri arasinda degisen farkli rivâyetler bulunmaktadir (Üsdül-Gâbe, II, 369).
Sa'd (r.a)'in cenazesi Medine'ye on mil kadar uzaklikta olan Akik vadisindeki evinden alinarak Medine'ye getirIlmis ve Mescid-i Nebi de kilinan namazdan sonra, Bâkî mezarligina defnedIlmistir (Ibn Sa'd, III,148). Cenaze namazini Emevilerin Medine valisi Mervan b. Hakem kildirmistir. Rasûlüllah (s.a.s)'in zevceleri de namaza istirak etmislerdi (Üsdül-Gâbe, ayni yer).
Sa'd (r.a), vefat edecegini anladigi zaman yünden mamül cübbesini getirtmis ve ölünce onunla kefenlenmesini vasiyet etmisti. Bunun sebebi olarak, Bedir gününde müsriklerle karsilastigi zaman onu giymekte oldugunu ve bundan dolayi bu cübbesini çok sevdigini söylemistir (Üsdül-Gâbe, ayni' yer). Ibnül Esir'in kaydettigi, Sa'd (r.a)'in oglu Âmir'den nakledilen rivayete göre Sa'd (r.a) Muhacirlerden en son vefat eden kimsedir (Üsdül-Gâbe, ayni yer).
Sa'd (r.a), Ashabin seçkinlerinden biri olup sagliginda Cennetle müjdelenen on kisi arasindadir. Yine tarihe sûrâ olayi olarak geçen ve Hz. Osman (r.a)'in halife seçIlmesini gerçeklestiren Hz. Ömer (r.a)'in olusturdugu alti kisilik sûrânin içinde bulunmaktaydi. O, Ilk iman eden bir kaç kisiden biri olarak Mekke döneminin sIkintilarina Rasûlüllah (s.a.s)'in yanindan ayrIlmayarak gögüs germisti. Kiyamete kadar devam edecek olan cihad hareketi için, müslümanlari taciz eden kâfirlere saldirarak Ilk kani akitan odur. Yine Medine döneminin baslarinda kâfirlere karsi Ilk oku atan kimse olma serefi de ona aittir. Sa'd (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'in bütün gazalarina, katIlmis, Bedir'de büyük yararliliklar göstermistir. Allah yolunda, Islâm disi nizamlari yok etmek için canini feda etmeye her zaman hazir oldugunu pratik bir sekilde ortaya koymustur. Uhud gününde müslümanlar dagildigi zaman Rasûlüllah (s.a.s)'i canlarini feda etme pahasina sonuna kadar korumaya çalIsan bir kaç kisiden biri de odur. O, müsriklerin Rasûlüllah (s.a.s)'i öldürmek için yaptiklari hamleleri, attigi oklarla sonuçsuz birakmisti. Iste Rasûlüllah (s.a.s) bu kritik anda onun gösterdigi sebat ve yararliliktan dolayi onu baska hiç bir kimseyi övmedigi bir sekilde "Ânam babam sana feda olsun, At" (Müslim, Fezailu's-Sahabe, 5) diyerek övmüs ve bunu defalarca tekrarlamisti. Ve yine onun için dua ederek söyle demisti: "Allahim! Sa'd dua ettigi zaman onun duasini kabul et ". Bu dua çerçevesinde Sa'd (r.a)'in yaptigi bütün dualar gerçeklesmekteydi (Üsdül-Gâbe, II, 366-369; Ibn Sa'd, III,139 vd.).
Sa'd (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'i korumak ve ona gelebilecek zararlari engellemek için sürekli gayret içerisinde bulunmaktaydi. Aise (r.an) söyle anlatmaktadir: "Rasûlüllah (s.a.s) Medine'ye gelisinde bir gece uyuyamadi ve; "Keske ashabimdan Salih bir zat bu gece beni korusa"dedi. Biz bu durumda iken dIsaridan bir silah hisirtisi duyduk. Rasûlüllah (s.a.s); "Kim o?" dedi. Gelen zat; "Sa'd b. Ebi Vakkas'im" karsiligini verdi. Rasûlüllah (s.a.s), ona; "Neden buraya geldin?" diye sordugunda Sa'd, söyle cevap verdi: "0çime Rasûlüllah (s.a.s) hakkinda bir korku düstü de onu korumak için geldim". Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s) ona dua etti ve sonra da uyudu" (Müslim, Fedâilu's-Sahabe, 5). Iste Rasûlüllah (s.a.s)'in kendisi için duydugu endiseyi Allah Teâlâ bu seçkin Insanin kalbine ilham etmis ve onu Rasûlünü korumak için harekete geçirmisti. Buradan, Sa'd (r.a)'in, Islâm davasini yüceltmek ve düsman güçlerin ona karsi komplolarini engellemek için o kadar büyük bir özveriyle çatistigi açikça anlasIlmaktadir. Onun Rasûlüllah (s.a.s)'e karsi duydugu sevginin sinirsizligi, Uhud'da oldugu gibi daha sonralari da onu kendi nefsini feda ederek korumaya sevketmistir.
Sa'd (r.a), hakkinda âyet nazil olan sahabilerden biri olma serefine de sahiptir. O, "Benim hakkimda dört âyet nazil olmustur" (Müslim, Fedailu's-Sahabe, 5) demektedir. Bu âyetlerden bir tanesi, Mekkeli müsriklerin Rasûlüllah (s.a.s)'den yanindaki, ona iman etmis güçsüz kimseleri kovmasini Istemeleri üzerine nazil olan, Allah rizasini dileyerek aksam sabah ona dua eden kimseleri kovma" ayetidir (el-Enam, 6/52; Müslim, Fedailu's-Sahabe, 5; diger âyetler sunlardir: el-Enfal, 8/1; Lokman, 31/15; el-Maide, 5/9).

Sa'd (r.a), devrin putperest-müsrik süper güçlerinden biri olan 0ran Imparatorlugunu çökerten ve böylece Islâmin kitlelere tebligi önündeki büyük engellerden birisini ortadan kaldiran Islâm tarihinin en önemli savaslarindan biri olan Kadisiye savasinin komutaniydi. O, kendisine verilen görevi hakkiyla yerine getirip, Kisranin saraylarini ve hazinelerini ele geçirmis ve yapilacak fetih hareketlerine yeni bir boyut kazandirmisti. Böyle güçlü bir askerî yetenege ve siyasî güce sahip olmasina ragmen; bu, onun sade ve zahidâne yasayisina hiç bir tesirde bulunamamisti. Her zaman, ümmetin gerçek temsilcileri olan idarecilerin verdigi görevleri hakkiyla yerine getirmeye çalismis, bu görevlerden azledildigi zaman kalbinde hiç bir eziklik ve kirginlik hissetmeden kösesine çekIlmistir. Sunu söylemek mümkündür ki; Sa'd (r.a), Islâm binasinin saglam temeller üzerine oturtulmasindaki temel taslardan birisidir.
Sa'd (r.a)'dan çok sayida hadis rivayet edIlmistir. Ondan, Ibn Ömer, Ibn Abbas, Cabir b. Semure, Sâib b. Yezid, Aise (r.a), Said Ibn Müseyyeb, Ebu Osman en-Nehdî, 0brahim b. Abdurrahman b. Avf, Kays b. Ebi Hazm ve digerleri hadis rivayet etmislerdir. Ayrica, Amir, Mus'ab, Muhammed, 0brahim ve A ise'de babalari olan Sa'd (r.a)'dan hadis rivayetinde bulunmuslardir (Üsdül-Gâbe, II, 369). O hadis rivayeti konusunda çok itimat edilenlerden birisidir. Rasûlüllah (s.a.s)'e atfedilen hadisler hakkinda çok titiz ve hassas davranan Hz. Ömer (r.a)'in ogluna söyledigi; "Oglum, sa'd, Rasûlûllah'dan bir rivayette bulundu mu, artik o meseleyi bir baskasina sorma" sözü onun bu konudaki güvenilirligini açikça ortaya koymaktadir (Asri Saadet, I, 437-438). Sa'd (r.a), orta boylu, güçlü, büyük kafali, sert elli bir vücud yapisina sahip olup, sempatik bir kisiligi vardi (Asri Saadet, I, 440; farkli bir rivayet için bk. Üsdü'l-Gâbe, II, 368).
Sa'd (r.a), sekiz evlilik yapmis olup; bu evliliklerinde, on yedisi kiz, on yedisi de erkek olmak üzere otuz dört çocuga sahip olmustu (Asr-i Saadet, I, 441).

Ömer TELLIOGLU

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
calig23.gif

[SIZE=+2]SAID B. ZEYD[/SIZE]
Hayattayken Cennetle müjdelenen on sahabiden biri. Babasi Zeyd b. Amr olup, nesebi Ka'b da Rasûlüllah (s.a.s) ile birlesmektedir. Künyesi Ebul-A'ver'dir. Ebu Tür olarak da çagrilirdi (Ibnül-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 387). Annesi Fatima binti Ba'ce'dir. Babasi Zeyd, Mekke müsriklerinin dinlerini akil disi bularak cansiz putlara tapinmanin anlamsizligi karsisinda gerçek dine ulasmak için arastirma yapmaya baslamis ve bunun için Suriye taraflarina giderek yahudi ve hristiyan âlimleriyle görüsmelerde bulunmustu. Ancak onlarin verdikleri dini bilgiler Zeyd'i tatmin etmemisti. Zeyd'in bu durumunu gören bir papaz ona, sirkten ve hurâfelerden uzak, Hz. 0brahim (a.s)'in dini olan Haniflige tabi olmasini tavsiye etmisti. Zeyd, Hanifligin ne oldugunu ögrendigi zaman aradigi dini buldugunu anlamis ve Mekke'ye dönmüstü. O, Kâbe'ye yönelerek Ibâd et eder, Mekke'de 0brahim'in dini üzere bulunan tek kimse oldugunu Kureys müsriklerine karsi iftihar ederek söyler ve onlarin putlar adina kurban kesmelerini ayiplardi. Zeyd, Ismail (a.s)'in neslinden bir peygamberin gelecegini ögrenmisti. Arkadasi Amr b. Rabî'a'ya kendisinin bu peygambere kavusamayacagini zannettigini, eger ona ulasirsa kendi selamini ona iletmesini söylemisti (Ibn Sa'd, Tabakâtül-Kübra, Beyrut (t.y), III, 379). Zeyd, Rasûlüllah (s.a.s)'in Peygamberlikle görevlendirIlmesinden önce vefat etti.
Said, babasi Zeyd'in kendisine telkin ettigi hanif dininin bilincinde olarak yetismisti. Rasûlüllah (s.a.s), Islâm dinini teblige basladigi zaman, onun çagirdigi dinin babasinin söyledigi prensiplerle ayni oldugunu gördü ve ona tabi olmakta gecikmedi. Rivayetlere göre o, Rasûlüllah (s.a.s)'in az sayidaki ashabiyla Erkam'in evinde gizlice toplanmaya baslamasindan önce iman etmistir. Dogum tarihi kaynaklarda zikredIlmemektedir. Ancak, onun Hicri 50 veya 51 yilinda öldügü zaman yetmis yasini asmis oldugu (Ibnül-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 389) gözönünde bulundurulursa Hicretten yirmi bes yil önce dogmus olabilecegi söylenebilir. Said (r.a); Hz. Ömer'in kizkardesi Fatima ile evli idi. Hz. Ömer (r.a) da Said'in kizkardesi Atîke ile evli bulunmaktaydi (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 387). Hz. Ömer, onlarin yeni dine girdiklerini ögrendigi zaman son derece kizmis ve yaptiklarinin hesabini sormak için hemen evlerine gitmisti. Ancak olay Ömer (r.a)'in iman etmesi sonucunu doguracak bir sekilde gelismisti (bk. Ömer Ibn et-Hattab mad.).
Medine'ye hicret edildigi zaman Said, Rifaa b. Abdul-Munzir (r.a)'in evinde mIsafir olmustur. Muâhât olayinda bir rivayete göre Ebu Lübabe baska bir rivayete göre de Rafi' b. Malik ile kardes ilan edIlmisti (Ibn Sad, III, 382). Ibnül-Esîr ise, Ubey b. Ka'b ile kardes ilan edildigini kaydetmektedir (Üsdül-Gabe, II, 387).
Saîd b. Zeyd, Bedir savasi hariç, Uhud, Hendek ve Rasûlullah (s.a.s)'in diger bütün savaslarina katIlmistir.
Rasûlüllah (s.a.s), Said ile Talha b. Ubeydullah (r.a)'i, Suriye taraflarina giden Kureys kervaninin dönüsü hakkinda bilgi toplamak ve bu bilgileri hizli bir sekilde Medine'ye ulastirmakla görevlendirdi. Böylece, Ebu Süfyan'in baskanligindaki bu kervan Suriye dönüsünde yakalanabilecekti. Said, Talha ile birlikte el-Havra denilen yere kadar gitmis ve kervanin dönüsünü beklemeye baslamisti. Ancak onlarin bu kervanin dönüsü hakkindaki haberi Medine'ye ulastirmadan önce Rasûlüllah (s.a.s) baska kaynaklardan gerekli bilgileri almis ve Medine'den Ensar ve Muhacirlerden olusan ordusuyla yola çikmisti. Onlar Medine'ye Bedir savasinin vuku buldugu gün ulasabildiler. Rasûlüllah (s.a.s)'in, kervanin yolunu kesmek için Medine'den ayrIlmis oldugunu gören Said ve Talha derhal ona katIlmak için Bedir'e dogru yola çiktilar. Onlar Turban denilen yere geldikleri zaman Bedir'den dönmekte olan Rasûlüllah (s.a.s)'le karsilastilar. Bedir savasina fiilen istirak edememis olmalarina ragmen Rasûlüllah (s.a.s) onlari savasa katIlmis sayarak ganimetten diger mücahitler gibi pay vermisti (Ibn Sa'd, III, 382-383). Said (r.a), Hz. Ömer zamaninda Suriye bölgesinde sürdürülen askerî harekâtlara katIlmis; Dimask muhasarasi ve Yermuk savasinda bulunmustur (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 388; Ibn ül-0mad el-Hanbelî, Sezerâtu'z-Zeheb, Beyrut (t.y), I, 57).

Said (r.a), ömrünün son günlerini, Medine'nin disinda bulunan Akik vadisindeki çiftliginde geçirdi ve burada yetmis yasini geçmis oldugu halde Hicrî 50 veya 51 yilinda vefat etti. Abdullah Ibn Ömer onun öldügünü ögrendigi zaman dogruca Akik vadisindeki evine gitti ve cenazesiyle ilgilendi. Said (r.a)'in cenazesi Medine'ye tasindi ve Sa'd b. Ebi Vakkas tarafindan yikandi. Medine'de defnedilen Said (r.a)'in cenaze namazini Ibn Ömer kildirdi ve onu mezara Sa'd b. Ebi Vakkas ile birlikte indirdi (Ibn Sa'd, III, 384; Ibnül-Esir, II, 389). Onun Medine'de vefat etmis oldugu kesin olarak bilinmekle beraber, Küfeliler, Muaviye döneminde Kufe'de vefat ettigini ve cenazesinin Küfe valisi olan Mugîre b. Su'be tarafindan kildirildigini iddia etmislerdir (Ibn Sa'd, III, 381).
Said (r.a), Hz. Osman (r.a)'in sehid edIlmesiyle baslayan fitne olaylarina sahid olmustur. O, ümmetin içine sürüklendigi fitne belasindan ve kendini bIlmez bazi kimselerin ileri gelen ashabdan bazilarina dil uzatmalarimdan asiri derecede izdirap duymustur. Said (r.a), bir gün Küfe camiine gitmis, orada Muaviye'nin Küfe valisi Mugîre b. Su'be'yi, etrafinda Kûfelilerden bir takim Insanlarla otururken görmüstü. Mugîre ona saygi göstererek yanina oturtmustu. O esnada bir adam birilerini kastederek kötü sözler sarfetti. Said, Mugîre'ye; "Bu adam kime küfrediyor" diye sordugu zaman; "Ali b. Ebi Talib'e" cevabini alinca son derece üzüldü ve Mugîre'ye; "Mugîre, Mugîre! Rasûlüllah (s.a.s)'in Ashabi senin önünde sövülüyor ve sen buna susuyor ve bir harekette bulunmuyorsun öyle mi? Ben Rasûlüllah (s.a.s)'i; "Ebu Bekir Cennettedir, Ömer Cennettedir, Ali Cennettedir, Osman Cennettedir, Talha Cennettedir, Zübeyr Cennettedir, Abdurrahman b. Avf Cennettedir. Sa'd b. Ebi Vakkas Cennettedir" derken duydum dedi ve sunu ekledi; "Bunlarin dokuzuncusunu da gerekirse sayarim". Ertesi gün Küfeliler etrafini sarmis ve dokuzuncu kimsenin kim oldugunu söylemesi için çok israr etmislerdi. Bunun üzerine o; "Dokuzuncu benim, onuncu da Rasûlüllah (s.a.s)'dir" dedi ve sonra da etrafindaki Insanlara bakarak sahabilerin Islâm'daki seçkin konumlarini; "Bir kimsenin, Rasûlüllah (s.a.s) ile bir arada bulunarak yüzünün tozlanmasi, sizin herhangi birinizin Hz. Nuh kadar yasasa bile, bu müddet zarfinda amellerinden daha hayirlidir" sözüyle vurgulamistir (Ahmed b. Hanbel, I, 187).
Onun hakkinda kaynaklar söyle bir olay zikretmektedir: "Erva adindaki bir kadin, Medine valisi Mervan b. Hakem'e giderek Said b. Zeyd'in kendi arazisine tecavüzde bulundugunu sikayet etti. Mervan, memurlarini Akik vadisindeki çiftliginde bulunan Said (r.a)'a göndererek sikayet konusu olayi sorusturdu. Said (r.a) gelenlere; "Ona haksizlik ettigimi zannediyorsunuz degil mi? Rasûlüllah (s.a.s)'in söyle dedigini duydum:
"Haksiz yere her kim bir karis topragi gasbetse, kiyamet gününde yedi kat yerin dibinde dahi olsa o toprak boynuna dolanir". Sonra söyle ekledi: "Allahim bu kadin yalan söylüyorsa gözleri kör olmadan canini alma ve kuyusunu ona mezar yap". Rivayet edildigine göre bu kadin, daha sonra kör oldu ve evine yürürken kuyuya düserek öldü. Bu olaydan dolayi Medineliler birisine kizdiklari zaman ona, "Allah seni Erva gibi kör etsin" diyerek beddua etmekteydi (Ibn Hacer el-Askalanî, el-Isabe fi Temyizi's-Sahabe, Bagdat (t.y), II, 46; Ibnül-Esîr, Üsdül-Gabe, II, 388; ayrica bk. Ahmed b. Hanbel, I, 188-189).
Said (r.a)'dan bazi hadisler rivayet edIlmistir. Bunlardan birisi, Cennetle müjdelenen on kisi hakkinda olanidir. Abdullah b. Zalim el-Mazinî, Said b. Zeyd'den söyle rivayet etmektedir:
"Muaviye Kufe'den ayrildigi zaman, Mugîre b. Su'be'yi vali tayin etmisti. Hatipler minberlere çikarak Ali (r.a)'a hakaretlerde bulunuyordu. Ben Sâid b. Zeyd'in yanindaydim. O, kizdi ve kalkti. Benim de elimden tutmustu. Ben de ona uydum, o bana; "Su nefsine zulmeden adami görüyor musun? Cennet ehlinden olan bir adama lânet edIlmesini emrediyor. Ben sahitlik ederim ki dokuz kisi vardir ki onlar Cennettedirler. Onuncusuna da sahitlik etsem günah islemis olmam" dedi. Ve sormam üzerine söyle devam etti; "Rasûlüllah (s.a.s) (sarsilan Hira dagina); "Hira, yerinde dur! Senin üzerinde nebi, siddik ve sehidden baskasi bulunmuyor" dedi ve arkasindan Cennetle müjdeledigi sahabileri saydi" (Ahmed b. Hanbel, I, 189; Ibnül-Esir, a.g.e., II, 389; Sa'd b. Zeyd'in rivayet ettigi diger hadisler için bk. Ibn Hanbel, I, 187).
Sa'd b. Habib, Sa'îd b. Zeyd'in de aralarinda bulundugu, Cennetle müjdelenmis kimselerin isimlerini zikrederek söyle demektedir: "Onlar her zaman savasta Rasûlüllah (s.a.s)'in önünde, namazda ise arkasinda durmuslardir" (Ibn Hacer, el-Askalanî, a.g.e., II, 46) demektedir.
Ömer TELLIOGLU
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
bism1.gif

[FONT=Balloon, desdemona, tahoma, arial][SIZE=+3]EBU UBEYDE B. el-CERRÂH[/SIZE][/FONT]
[SIZE=-1](?-18/639)[/SIZE]​
Emînü'l-Ümme lâkabiyla anilan, ilk müslümanlardan ve asere-i mübessere 'den olan sahâbî. Asil adi Amir b. Abdullah b. el-Cerrâh'tir. Kureys kabîlesinin Fihrogullari'ndandir. Nesebi, Rasûlullah'in nesebiyle dedelerinden Fihr'de birlesir (Ibn Sa'd, et-Tabakat, III, 297; Ibnül-Esir, Üsdü'l-Gâbe, III, 84).
Ebû Ubeyde, Hz. Ebû Bekir'in dâvetiyle veya Osman b. Maz'un baskanliginda arkadaslariyla Rasûlullah'a giderek müslüman olmustur (Ibn Sa'd, et-Tabakat, III, 298). Habesistan'a göç edenler arasinda ikinci kafiledendir. Medine'de Rasûlullah onunla Sa'd b. Muaz'i kardes ilân etmistir (Ibn Hacer, el-Isâbe, IV, 111). Ebû Ubeyde, kahramanligiyla tanindigi kadar, "Eminü'l-Ümme (ümmetin emini)" lâkabiyla meshur olmustur. Rasûlullah onun için: ''Her ümmetin bir emini vardir, bu ümmetin emini Ebû Ubeyde b. el-Cerrah'tir" buyurmustur (Müslim, VII, 127; Ibn Mâce, I, 136). Esasinda Rasûlullah'in bütün ashâbi emanet ve âdillikte esittir: ancak bir vasfin her insanda ayni derecede inkisaf etmeyecegi tabîidir. Iste Hz. Peygamber, emîn olma vasfinin ashâbi içinde en fazla Ebû Ubeyde'de temayüz ettigini bunun için belirtmistir. Ibn Hibbân, Enes b. Mâlik'ten rivâyet ettigine göre, Rasûlullah, "Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekir, en siddetlisi Ömer, en hayalisi Osman en helâl ve harami bileni Muaz b. Cebel, ferâizi en iyi bilen Zeyd b. Sâbit, en düzgün Kur'ân okuyani Übeyy b. Ka'b, en emîni Ebû Ubeyde'dir" buyurmustur.
Ebû Ubeyde de diger büyük sahâbîler gibi bütün gazalara katilmistir. Bedir gazasinda müsriklerin safinda çarpisan ve kâfir olan babasi Abdullah'la karsilasmis ve onu öldürmüstür. Islâm akîdesinin ilk yayginlastigi dönemlerde buna benzer olaylar çoktur. Meselâ, Hz. Ebû Bekir oglu ile, Mus'ab b. Umeyr kardesi ile, Hz. Ömer dayisi ile çarpismistir. Kur'ân-i Kerîm'de söyle buyurulur: "Allah'a ve âhiret gününe îman eden hiçbir kavmi, babalari, ogullari, kardesleri, hisim ve akrabalari olsalar bile Allah ve Rasûlüne meydan okumaya kalkisanlara sevgi besler bulamazsin. Iste Allah onlarin kalplerine iman yazmis ve kendilerini tarafindan bir ruh ile desteklemistir. Onlari, altlarinda irmaklar akan Cennetlere koyar ve orada ebedî kalirlar. Öyle ki, Allah onlardan onlar da Allah'tan hosnutturlar. Iste bunlar Allah taraftaridirlar. Iyi bilin ki, Allah taraftarlari hep kurtulusa erenlerdir" (el-Mücâdele, 58/22).
Ebû Ubeyde, Uhud savasinda Rasûlullah'in yüzüne batan migfer parçalarini disleriyle çekerken ön disleri kirilmis, Hendek'te, Benû Kureyza'da, Ridvan Beyatinde Hudeybiye'de, Hayber'de, en cesur savasçilardan biri olmustur (Ibn Sa'd, et-Tabakat, I, 298). Câbir (r.a.)'in naklettigine göre Ebû Ubeyde kumandanliginda kesfe gönderilen sahâbe birliginin bir dagarcik hurmasi bulunmakta; bütün gün onlar bir hurmâ ile idare etmekte veya agaç yapraklarini suyla islatarak açliklarini yatistirmaya çalismaktadirlar. Arapça'da bu yapraklara habat denildiginden, ona izâfeten Habat gazasi diye geçen bu olayda, üçyüz kisilik birlik, sâhile vardiktan sonra büyük bir balik ile karinlarini doyurmuslardir (Buhâri, Bâb-i Gazveti Seyfü'l Bahr, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, X, 364-367).
Bu örnek olay, sahâbenin hangi zor sartlar ve yokluk altinda ilâyi kelimetullah için cihada çiktigina sadece bir tek örnektir. Yine Ebû Ubeyde'nin sahsinda, kumandanlik için nefsi tezkiye etmenin ve Rasûlullah'a kesin itaatin bir örnegini görmek mümkündür: "Rasûlullah, Beliy ve Üzre kabilelerine Amr b. el-Âs'i bir grup sahâbînin basinda kumandan olarak gönderdi. Amr'in validesi Beliy kabilesindendi. Amr, Cüzam mevkiinde "Zâtü's-Selâsil" denilen bir yerde durmus, ilerleyememis ve Rasûlullahttan yardim istemistir. Rasûlullah, içlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in de bulundugu bir birligi Ebû Ubeyde kumandanliginda Amr'a yardima göndermistir. Ebû Ubeyde'ye: "Amr b. el-As ile aranizda ihtilâf çikmasin" diye de tenbih etmistir. Hakikaten Amr ile karsilastiginda Ebû Ubeyde, Amr'in kumandanlik hususunda bencil davrandigini görünce: "Allah Rasûlü bana 'Amr ile ihtilâf çikarma' dedi; onun için sen beni dinlemezsen, ben seni dinlerim" demistir. Ebû Ubeyde kumandanliga daha lâyik olmasina ragmen bu büyük davranisi göstermistir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 196).
Ebû Ubeyde hicrî 9. yilda Rasûlullah tarafindan "Eminü'l-Ümme" diye övülerek, Necran hristiyanlarindan cizye almaya memur edildi. Rasûlullah Necran hiristiyanlarini Medine'ye çagirarak onlari Islâm'a dâvet etti; ancak hristiyanlar, Islâm'i kabul etmeyip sadece cizye verebileceklerini, bunu da almasi için "güvenilir" birini memur etmesini Rasûlullah'tan istediler, Rasûlullah da, "Size hakkiyla emîn bir adam gönderecegim" diyerek Ebû Ubeyde'yi gönderdi. Rasûlullah, Bahreyn ile sulh yaptiktan sonra onlardan toplanacak cizye'yi almaya da Ebû Ubeyde'yi görevlendirdi.
Ebû Ubeyde, Mekke fethinde, Taif muhasarasinda, Vedâ Hacci'nda hep Rasûlullah'in yaninda bulunmustur. Rasûlullah'in vefâtindan sonra meydana gelen Benû Saîde sakifesi olayinda Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde birlikte hareket etmislerdir. Hz. Ebû Bekir, Ebû Ubeyde'nin elinden ve Hz. Ömer'in elinden tutarak ortalarinda durmus, sahâbeye bu iki zattan birisine bey'at etmelerini söylemis; bu sözlerin hemen ardindan Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'e bey'at edince, Ebû Ubeyde de Ebû Bekir'e bey'at etmistir. Ebû Bekir, vefât ederken bu olayi animsatmis ve, "Benû Saide sakifesinde Hz. Ömer'i halifelige, Ebû Ubeyde'yi vezirlige lâyik gördügünü" söylemistir (Taberî, Târih, III, 430).
Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Hz. Ebû Bekir'in hilâfetinden itibaren Hz. Ömer zamaninda cihad hareketinde Suriye bölgesindeki fetihlere katildi ve kumandan olarak yer aldi. Ayrica o, Bisan, Taberiye, Baalbek, Humus, Hama, Seyre, Maarra, Lazkiye, Antarius, Banyas, Selemiye, Halep, Antakya, Menbic, Delul fetihlerinde bulunmustur.
634 yilinda (H. 13), Humus'ta Roma Imparatoru Herakleius'un muazzam ordusuna karsi Ebû Ubeyde, Yezid b. Ebî Süfyan, Surahbil, Amr b. el-Âs ve Halid b. Velid gibi kumandanlarin ordulari birleserek Ecnâdin'de savastilar. Müslümanlar üç bin sehid vererek burayi fethettiler. Suriye'nin en mühim ticaret merkezi olan Sam'i kusattiklarinda Ebû Ubeyde Câbiye kapisindan sehre saldirdi. Halid b. Velid Sam'in kendi tarafindaki bölümünü çarpisarak ele geçirirken, Ebû Ubeyde kendi bölgesini sulh ile ele geçirdi ve hristiyanlarla yapilan sulh antlasmasi bütün sehre sâmil kilindi. 635 yilinda Fahl savasi vuku buldu. Roma ordusu müslümanlarin sayica üç-dört misliydi. Iki ordu çarpismadan önce Romalilarin özel elçisi müslümanlarin karargahina gelip sulh sartlarini görüsmek istedi. Elçi, burada Ebû Ubeyde'yi komutan olarak büyük bir ihtisam içinde biri saniyordu. Ancak her tarafta birbirine benzer insanlar ve diger askerlerden farki olmayan Ebû Ubeyde'yi görünce çok sasirdi. Ebû Ubeyde, elçinin, Roma topraklarini terkederlerse askerlerine altin verme teklifini reddetti. Iki ordu çarpisti ve müslümanlar Romalilari yenilgiye ugrattilar. 635 yilinda Suriye'nin tarihî sehri Humus fethedildi. Ebû Ubeyde birçok yerleri sulh ile ele geçirip Antakya'ya yönelmisken halife Hz. Ömer'in emriyle askerlerini durdurdu ve Humus'ta yerlesti. 636'da Herakleios Roma, Istanbul, el-Cezire, Ermenistan gibi Roma vilâyetlerinden gelen askerlerle büyük bir ordu topladi ve Suriye'ye hareket etti. Ebû Ubeyde Humus ve diger fethedilen yerlerdeki kumandanlara mektup yazarak toplanan cizyelerin iâde edilmesini, geri çekileceklerini bildirdi (Ebd Yûsuf, Kitâbu'l-Harac, 81). Daha sonra Sam'a gitti ve daginik Islâm ordularini toplamak amaciyla Yermük'te karargah kurdu. Hz. Ömer'e sür'atle haber yolladi; Roma ordusunun âdeta yagarak üzerlerine geldigini bildirdi ve âcil yardim göndermesini istedi. Yardim için vakit yoktu; Hz. Ömer cevabinda, "Onlari yeneceginize inaniyoruz" diyordu. Amr b. el-Âs da Ürdün'den Yermük'e gelince müslümanlarin maneviyatlari kuvvetlendi. Yermük'e çok yaklasan Roma ordusundan bir elçi aksam namazi kilinirken geldigi zaman Ebû Ubeyde'ye sordu: "Hz. Isa için ne düsünürsünüz?" Ebu Ubeyde su cevabi verdi: Allah buyurur ki: "Ey ehl-i kitap, dininizde taskinlik etmeyin. Allah hakkinda ancak gerçegi söyleyin. Meryem oglu Isa Mesih Allah'in peygamberidir. Ayni zamanda Meryem'e ulastirdigi kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine inanin, "üçtür" demeyin, vazgeçin, bu hayrinizadir. Allah ancak bir tektir. Çocugu olmaktan münezzehtir, göklerde uçanlar da yerde olanlar da O'nundur" (en-Nisâ, 4/1 71). Romali elçi bu âyeti duyunca kelime-i sehâdet getirdi ve müslümanlara katildi. Yermük savasinda müslümanlar inançlariyla dev gibi Roma ordusunu korkunç bir yenilgiye ugratti.
Herakleios artik bu yenilgiden sonra Antakya'yi terketti ve Istanbul'a giderken meshur "Elveda Suriye" sözünü söyledi.
Ebû Ubeyde tekrar Humus'a döndü. Kinnesrin, Halep, Antakya Islâm hakimiyeti altina alindi. Halid b. Velid Maras'i fethetti. Nihayet Kudüs 637 tarihinde kusatildiginda Kudüs halki ve din adamlari sehri, Hz. Ömer'e teslim etmek istediklerini söylediler. Hz. Ömer Cabiye'ye gelerek onlarla antlasma imzaladi. 638 yilinda Halid b. Velid'i baskumandanliktan azleden Hz. Ömer yerine Ebû Ubeyde'yi tayin etti. Bu sirada Rumlar tekrar yeni bir orduyla saldirdilar. Ebû Ubeyde komutasindaki Islâm ordusu Rumlari Humus'ta bir defa daha yenilgiye ugratti. Ebû Ubeyde, Sam ve çevresinin fütuhâti tamamlandiktan sonra "Sam emiri, adaleti" deyimiyle Rumlar arasinda bile hayirla anilmistir. Hicretin 18. yilinda Hicaz bölgesinde kitlik basgösterince Ebû Ubeyde Medine'ye büyük miktarda yiyecek yardimi gönderdi. Ayni yil, veya 17. yilin sonlarinda- Suriye, Misir ve Irak'i Amvas (Amevas) Tâunu diye tarihe geçen veba salgini istilâ etmis, birçok sahâbî bu salginda vefât etmisti. Ebû Ubeyde de, Hz. Ömer'in Sam'dan ayrilmasi israrlarina ragmen sehirde kalmis ve vebaya yakalanmistir. Yerine Muâz b. Cebel'i birakan Ebû Ubeyde söyle vasiyette bulundu: "Size bir vasiyyetim var. Onu kabul ederseniz hayra erersiniz: Namazinizi kilin, orucunuzu tutun, sadakanizi verin, haccinizi ifâ edin, birbirinizi gözetin, emirlerinize itaat edin ve onlari aldatmayin. Dünya sizi aldatmasin. Bir insan bin sene de yasasa âkibet su neticeye varir: Allah insanlarin alnina ölümü yazmistir, onun için hepsi ölürler. Insanlarin en akillisi Allah'a en çok itaat eden, âhiret için çok çalisandir. Hepinize Allah'in selâm ve rahmetini, lütûf ve bereketini niyâz ederim. Haydi Muâz! Cemaate namaz kildir." Ebû Ubeyde'nin kabri Sam'da Anta köyü civarinda Gavr Beysan'dadir. Tarihçilerin nakline göre Hz. Ömer ve ashâb salgin yerine gelip durumu gördükten sonra hemen oradan ayrilmak istemisler, Ebû Ubeyde Ömer'e, "Ya Ömer, Allah'in kaderinden mi kaçiyorsun?" demis, Ömer de, "Evet, Allah'in kazâsindan kaderine kaçiyorum" demistir.
Ebu Ubeyde, züht ve takvâ sahibi, "ümmetin emîni", cesur, savasçi, adaletle hükmeden, itaatkâr bir sahâbîdir. Diger birçok sahâbî gibi o da, fütuhat sonunda ele geçirilen mal ve mülke ragbet etmeyerek sade bir hayat sürdü. Hz. Ömer onun odasinin esyasiz bir keçe, bir kirba, birkaç lokma yiyecekten ibaret oldugunu görünce aglamis ve, "Dünya herkesi degistirdi, yalniz seni degistiremedi" demistir. Yine Ömer, "Allah'a hamdolsun, müslümanlar içinde böyle insanlar var..." diye onu övmüstür. Ebû Ubeyde, bir müslümanin kendisine iltica eden birini himaye edebilecegini söylemistir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 195). Asere-i Mübessere denilen, cennetle müjdelenmis on kisiden biri olan Ebû Ubeyde, Rasûlullah ile devamli birlikte oldugu halde ondan çok az hadis rivâyet etmistir. Orta boylu, zayif, güzel yüzlü, zekî, merhametli diye anilan bu sahâbî, Sam emiri iken, bütün Sam halki onun âdil bir yönetici oldugunda ittifak etmistir. Onun az hadis rivâyet etmesi, tipki Ebû Bekir, Zübeyr b. el-Avvâm, Abbâs b. Abdülmuttalib gibi birçok büyük sahâbî -Mukillin- gibi, Rasûlullah'in mâiyetinde bulunmalarina ve onun vefâtindan sonra yasamalarina ragmen, hadis rivâyeti hususunda çok titiz, bunun büyük bir sorumluluk oldugunun bilincinde oldugundan kaynaklaniyordu. Ebu Ubeyde Rasûlullah'tan ondört hadis rivâyet etmistir (Ahmed Naîm, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, Mukaddime, 1, 60). Bu Mukillin ashâb, sünnetin birer uygulayicisi, canli birer numûnesi olduklarindan, sünneti yasamaya daha ziyade önem vermisler, sünneti "anlatma"yi ise baska sahâbîlere birakmislârdir. Ebû Ubeyde'nin râvileri arasinda Câbir, Ebû Ümâme, Abdurrahman b. Ganem bulunmaktadir.
Sait KIZILIRMAK
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
[SIZE=+3]ABBÂS IBN ABDULMUTTALIB [/SIZE]
kabe3.jpg
ayet.jpg


Hz. Peygamber'in amcasi. Künyesi Ebu'l-Fazl. Babasi Abdulmuttalib, annesi Nuteyle'dir. Abbas Rasûlullah'tan bir iki yas büyüktü.
Abbas, çocuklugunda kaybolmustu. Annesi onu bulunca Kâbe'nin örtülerini ipeklilerle yenilemisti. Rasûlullah çocukken annesi ölünce dedesi Abdulmuttalib'in himayesine geçtikten sonra Abbas'la çocukluklari beraber geçti. Gençliginde Hz. Abbas ticaretle ugrasip, zengin oldu. Araplar arasinda Kâbe'ye hizmet büyük bir seref sayilirdi. Kâbe hizmetleri Kureys'in ileri gelenleri arasinda bölüsülmüstü. Hz. Abbas da sikâye* görevini yapiyordu. Hac günlerinde Abbas ile kardesleri Zemzem kuyusundan su çekerek hacilara dagitirlardi. Hz. Abbas su dagitma görevini Islâm'dan sonra da sürdürdü. Peygamberimiz Veda Hacci'nda Zemzem kuyusunun basina gelip Hz. Abbas'tan su istemistir.
Hz. Abbas, Peygamberimiz (s.a.s.) Islâm'i yaymaya basladiginda tarafsiz bir tavir takinmisti. Ne iman etmis, ne de karsi koymustu. Hatta kabul etmemesine ragmen Islâm davetinde Hz. Peygamber'e yardimci olmustur. Medineliler Akabe'de Hz. Peygamber'e bey'at ettiklerinde Hz. Abbas da orada bulunmustu. Bey'at sirasinda Rasûlullah'in elini tutmus, Medinelilerle bey'atin gerçeklesmesinde önemli bir rol oynamistir. Hz. Abbas, müslüman görünmese de, ticârî ve idârî nüfûzundan Hz. Peygamber'i yararlandirmistir. Öte yandan hanimi Ümmü'l Fazl ise, ilk müslümanlardandir. Müsrikler Bedir'e giderken zorla Hz. Abbas'i da götürdüler. Hz. Abbas'in kerhen müsriklerle Bedir savasina katilmasi üzerine Rasûlullah söyle dedi:
"Abbas'a her kim rastgelirse sakin öldürmesin. O, müsriklerin zoru ile yurdundan gönülsüz çikmistir." Fakat Hz. Abbas, Bedir'de esir düstü ve Rasûlullah'in huzuruna çikarildi. Rasûlullah ona kendisi, kardesleri ve müttefiki olan Utbe b. Amr için fidye vermesini söyledi. O ise yalniz kendisi için yüz, Akil için seksen ukiyye -takriben yedi bin dirhem-altin vermekle yetindi. Ötekiler kendi mallarindan fidye verip kurtuldular. Abbas, fidyeleri verdikten sonra Rasûlullah'a söyle dedi: "Beni Kureys'in fakiri dedirtecek hâle koydun. Hayatim boyunca ötekine berikine avuç açacak hâle getirdin." Rasûlullah da cevaben: "Peki Ümmü'l-Fazl'e emanet ettigin mallar ne oldu? Buraya gelirken, 'Sayet kazaya ugrarsam iste bunlari ogullarim Fazl, Abdullah ve Kusem için sakla, seni kendimden sonra zengin birakiyorum' diyerek gösterip gömdügün altinlar ne oldu?" buyurdu. Abbas sasirdi ve "Vallahi senin Rasûlullah olduguna sehadet ederim. Bunu benden, bir de Ümmü'l- Fazl'dan baska hiçbir kimse bilmiyordu." dedi ve o anda hemen iman etti. Daha sonra Hz. Abbas Mekke'ye döndü. Müslümanligini gizledi ve Mekke'deki müslümanlari korudu; Mekke ve müsriklerle ilgili Peygamberimize haberler yolluyordu. Hz. Abbas, Mekke'nin fethinden kisa bir süre önce Medine'ye hicret etti. Hatta yolda Mekke'yi fethe gelmekte olan Hz. Peygamber ile karsilastiginda Rasûlullah ona, "Ben peygamberlerin sonuncusu, sen de muhacirlerin sonuncususun" demistir. Abbas Mekke'nin fethinden sonra Peygamber'in yaninda yer aldi; Huneyn'de Islâm ordusu dagilip çok az kisi kalmisken Abbas, Peygamberimizin atinin dizginlerini tutmus ve çagrisiyla müslümanlari çözülmekten kurtararak tekrar toplanmalarini saglamis ve savasin kazanilmasina sebep olmustur. Böylelikle onun gür sesi sayesinde büyük bir bozgun önlenmis oldu .
Hz. Peygamber, Vedâ Hutbesi'nde, "fâizin her türlüsünün ayagi altinda oldugunu ve ilk kaldirdigi fâizin amcasi Abbas'a ait olan fâiz borçlari oldugunu" söylemistir. Hz. Abbas çok zengindi ve faizle borç para veriyor, yani tefecilik yapiyordu; ancak fâizin kaldirilmasindan sonra bir daha fâiz alis-verisiyle ugrasmamistir. Bizans seferlerinde müslüman ordularin silah ve teçhizatinin mali kaynagini da Hz. Abbas karsilamistir.
Hz. Abbas'i, Rasûlullah'in vefati sirasinda hilâfet meselesiyle ugrasirken bulmanin anlami, onun, halifeligin Hâsimogullarinda kalmasini istedigi seklinde yorumlanabilir. Hz. Peygamber rahatsizlaninca Hz. Abbas, Hz. Ali'ye, "Görmüyor musun? Rasûlullah vefât etmek üzeredir. Ben Abdulmuttalib ogullarinin ölecekleri sirada yüzlerinin ne hâle geldigini bilirim. Haydi Allah Rasûlü'nün yanina gidelim de halifeligi kime birakacagini soralim. Bize birakirsa bunu bilelim. Bizden baskasina birakiyorsa kendisiyle konusalim, bize gerekli tavsiyelerde bulunsun" dedi. Hz. Ali bu teklifi reddederek, "Allah'in elçisinden bunu sorar da, o baskanligin bize ait olmadigini söylerse millet bizi hiçbir zaman baskan yapmaz, onun için ben bunu soramam" dedi.
Hz. Âise'den rivâyete göre, Rasûlullah hastalandiginda burnuna burun otu damlatildi. Hz. Peygamber ayildiktan sonra söyle dedi: "Abbas'tan baska her birinizin burnuna bu ilaç damlatilacaktir." Çünkü Abbas ilaç damlatilirken hazir degildi." Baska bir rivâyete göre, Hz. Abbas, Rasûlullah'in burnuna ilaç damlatmis, Peygamberimiz ayildiginda "Ilaci kim damlatti?" demis; Abbas'in damlattigi söylendiginde Rasûlullah (s.a.s.) Habesistan'i isaret ederek, "Bu ilaci kadinlar iste su memleket tarafindan getirdiler. Niçin bu ilaci damlattiniz?" diye sormustur. Abbas da "Biz senin zatülcenb hastaligina tutulmandan korktuk" demis. Rasûlullah da su cevabi vermis: "Allah beni bu hastalikla cezalandirmaz. Amcam hariç olmak üzere evde bulunanlarin hepsinin burnuna bu ilaç damlatilacaktir."
Hz. Abbas üç halife zamaninda da yasadi. Hicretin otuziki'nci yilinda Medine'de seksen sekiz yasinda vefat etti. Cenâze namazini Hz. Osman kildirdi. 653 yilinda öldügünde arkasinda on erkek çocuk ile bir çok kiz çocugu birakmistir. Hudeybiye barisi sirasinda Hz. Abbas'la görüsen Hz. Peygamber onun baldizi Meymûne ile evlenmisti. Hz. Abbas'in soyundan gelenler sonradan Abbâsîler devletini kurdular. Rasûlullah, amcasi Hz. Abbas'a saygi gösterir, onu övücü sözler söylerdi. "Abbas bendendir, ben de ondanim." Bir gün sarhosun biri yakalanmis götürülürken Abbas'in evine kaçmisti. Tekrar yakalandiktan sonra olay Rasûlullah'a anlatilinca o gülümsemis ve bir sey söylememisti. Rasûlullah, "Abdulmuttalib oglu Abbas, bu Kureys'in en cömerdi ve akrabalik baglarina en saygilisi" demisti. Hz. Abbas köle azâd etmeyi çok severdi. Devlet islerinde halifeler onun fikrini alirlardi. Hz. Ömer onu yagmur dualarina alir götürürdü. Dürüst, genis düsünceli, cömert, yardimsever bir sahabeydi. Nesli alabildigine çogalmistir. Buhârî ve Müslim'de ondan otuzbes hadis rivayet edilmektedir. Hz. Abbas Medine'de el-Bakî'* kabristaninda medfundur.
Akif KÖTEN


Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
fatiha2.gif

[FONT=tahoma, arial][SIZE=+2]ABDULLAH IBN MES'UD
(?- 32/652-653)[/SIZE][/FONT]​
Ilk müslümanlardan, muhaddis, fakîh ve müfessir sahâbî.
Adi Abdullah, künyesi Abdurrahman'dir. Babasi Mes'ud, annesinin adi Ümm-i Abd'dir. Babasi hakkinda fazla bir bilgi yoktur. Onun, Zühreogullarindan Abd b. Hâris'in müttefIki oldugu bilinmektedir.
Abdullah, Mekke'nin fakîh âilelerinden birine mensuptu. Gençliginde Ukbe b. Ebi Muayt'in koyunlarini güderek çobanlik yapmistir. Abdullah b. Mes'ud Hz. Peygamber ile Ilk tanismasi ve karsilasmasini söyle anlatir: Ben Ukbe b. Ebi Muayt'in koyunlarini güdüyordum. Bir gün Rasûlullah (s.a.s.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) yanimdan geçiyorlardi. Rasûlullah bana sütümün olup olmadigini sordu. Ben de ona çoban oldugumu ve bu koyunlarin emânet olduklarini söyledim. Bunun üzerine Rasûlullah: "Yavrulamamis ve süt vermeyen bir koyunun var mi? Bana gösterir misin?" dedi. Ben de koç yüzü görmemis bir koyun yanastirdim. Rasûlullah koyunun memesini tutup sagmaya basladi. Gerçekten yavrulamamis ve sütü olmayan bu koyundan süt sagip Ebu Bekir'e verdi. Hz. Ebu Bekir içti; sonra kabi Rasûlullah alip o da içtikten sonra koyunu saldi. " (Ibn Sa'd, Tabakat, 111, 150-151)
Iste Ibn Mes'ud o günden sonra Hz. Peygamberin yanindan ayrIlmadi.
Islâm'i kabul edenlerin altincisidir. O müslüman oldugu zaman Peygamberimiz (s.a.s.) henüz Erkam'in evine tasinmamisti.
Islâm'i kabul ettikten sonra hep Kur'ân-i Kerim ezberlemistir. Kendi ifâdesiyle hifzettigi yetmis sûreyi Hz. Peygamber (s.a.s.)'in huzurunda okumustur. Sahâbeler arasinda hiç kimse bu konuda kendisiyle rekabete girisememis, daha sonra Abdullah Kur'an'in tamamini ezberlemistir.
Ibn Mes'ud, müslüman oldugu siralarda müslümanlar Hz. Peygamber ile açiktan açiga Ibâdet edemiyor, Istedikleri yerde yüksek sesle Kur'an okuyamiyorlardi. Müslümanlarin böyle bir hareketi, müsriklerin bütün câhilî duygularini kabartir, onlari müslümanlara karsi siddetli ve canice saldirilarda bulunmaya sürüklerdi. Bunun içindir ki müslümanlar, bu gibi tehlikelerden sakinmak Isterler, müsrikleri aleyhlerinde harekete tesvik ve tahrik edecek hareketlerden kaçinirlardi. Iste bu zor günlerde Abdullah Ibn Mes'ud, Kâbe'de Kur'ân okumak Istemisti. Hz. Peygamber ve Ashâbi bunun tehlikeli bir hareket oldugunu, özellikle Mekke'de kendisini himaye edecek büyük bir âilenin bulunmadigini, müsriklerin ona karsi pervasizca hareket ederek kendisini iskenceye ugratacaklarini söylemisler, fakat Ibn Mes'ud'un iman coskunlugu bütün bunlari geçmis: "Beni, onlarin serrinden Allah korur!" diyerek kalkmis ve Kâbe'ye gitmisti.
Bu sirada Kureys müsriklerinin büyükleri toplanmis, Harem'de bir meseleyi görüsüyorlardi. Onlar konusurlarken, yüksek ve güzel bir ses besmele çekmis ve Kur'ân-i Kerîm'den Rahman sûresini okumaya baslamisti. Herkes hayret etmis ve bu cesur adamin kim oldugunu ögrenmek üzere ona yöneldiklerinde Ibn Mes'ud oldugunu görmüslerdi. Kureys'liler kizmis, bu hareketi en siddetli cezalarla karsilamak Istemislerdi. Ibn Mes'ud'u kizgin kumlara yatirip Islâm'i terketmeye davet ettiler. Fakat Ibn Mes'ud, bu ezalara zerre kadar önem vermedi. Müsrikler de iskencelerinin bir fayda vermeyecegini anlayarak onu biraktilar .
Abdullah Ibn Mes'ud (r.a.) Kureysliler'in bu haince hareketleri yüzünden hastalandi ama içinde yanan iman atesi zerre kadar sönmemis, mâneviyati asla sarsIlmamisti. Ibn Mes'ud, Ilk firsatta ayni hareketi tekrarlamis; yine Kureysliler'in toplandiklari yerlerde Allah kelâmini en yüksek sesle okuyup Hz. Peygamber'den sonra Ilk kez Kâbe'de Kur'ân okuyarak müsriklere Islâm mesajini teblig etmisti. (Ibnü 'I-Esîr, Üsdü '1-Gâbe, I I I, 256-257).
Abdullah Ibn. Mes'ud'un bu imani ve cesareti müsriklerin ona büyük düsman kesIlmesine neden olmustu. Kureys'in bu tutumu karsisinda Ibn Mes'ud (r.a.) Mekke'yi terketmeye ve hicrete mecbur kaldi ve Habesistan'a gitmek üzere çöllere düstü. Daha sonra Habesistan'dan Medine'ye hicret ederek Muaz b. Cebel'e misâfir oldu.
Rasûlullah Medine'ye gelince, ona bir yer göstererek Medine'de yerlesmesini saglamisti.
Ibn Mes'ud, bütün büyük savaslara katIlmis ve hepsinde de önemli fedâkârliklar göstermistir. Bedir savasinda, Ensâr'dan Iki genç, Ibn Mes'ud'a gelerek, kendilerine Ebu Cehil'i göstermesini Istemis, sonra da küfür ordusunun basini temizlemislerdi.
Ibn Mes'ud (r.a.) Uhud, Hendek, Hudeybiye, Hayber gazveleriyle Mekke'nin fethinde Rasûlullah ile birlikte bulundu. Huneyn gazvesindeki bozgun esnasinda Rasûlullah'in yanindan hiç ayrIlmadi. Rasûlullah onun bu fedâkârligini takdir buyurmustu. Abdullah Ibn Mes'ud, her gazada, Allah yolunda sehîd olmak gayreti ile savasan sahâbîlerdendi. Ondaki iman kuvveti, onu daima ileriye atiyor, ancak müslümanlarin zaferi ve müsriklerin yenilgisi gerçeklestikten sonra rahat ediyordu. Hz. Peygamber'in vefatindan sonra kIsa bir müddet, inzivaya çekildi. Fakat Ömer devrinde yeni fetihlere baslandigi zaman heyecani yeniden uyanan Ibn Mes'ud, cihad için Suriye cephesine gitti.
Hz. Ömer, hicrî yirminci yilda Ibn Mes'ud'u, Kûfe kadiligina tayin etti. Kadilik görevinin yani sira Beytülmâl*'in muhafazasi ile ilgilenecek, öte yandan halkin dinî egitimine de önem verecekti. Hz. Ömer bununla ilgili olarak Kûfe halkina gönderdigi mektupta söyle diyordu:
"Size Ammâr b. Yâsir'i Emir, Ibn Mes'ud'u da ögretici olarak gönderiyorum. Beytü'l-mâl'iniza da Ibn Mes'ud'u tayin ettim. Bunlarin her Ikisi de Bedir ehlindendirler. Onlari dinleyin ve onlara itaat ediniz. Ibn Mes'ud'u yanimda alikoymak istiyordum ama sizi kendime tercih ettim."
Ibn Mes'ud (r.a.), üzerine aldigi bu görevi son derece liyakat ve ehliyet ile yerine getirdi. Kûfe, mahsullerinin çokluk ve çesitliligi, gelirinin genisligiyle taninmis bir merkezdi. Onun için buranin 'beytü'l-mâl'i önemliydi . Çünkü burasi, binlerce Mücahidin tahsisâtini karsiliyordu. Horasan, Türkistan ve bunlara benzer diger yerlerde, cihada katilan müslümanlar en uzak cephelerde çarpIsan ordular, buradan teçhiz ediliyordu. Bu durum, Ibn Mes'ud tarafindan yürütülen vazifenin ne kadar zor oldugunu göstermeye yeterlidir. Ibn Mes'ud'un bu kadar mühim bir isi üstlenmesi onun ne kadar hünerli biri oldugunu gösterir.
Abdullah Ibn Mes'ud, ayni zamanda son derece zâhid ve müttakî idi. Dünyevî hiçbir zevk onu çekememisti. Bundan dolayi onun emin eline verilen bütün vazifeleri en yüksek dogrulukla yerine getirir; beytü'l-mâl'in her seyini korur ve her seyi ancak yerine, ehil ve hakki olana verirdi. Bu hususta o kadar itina ederdi ki: Bir defasinda Sa'd b. Ebi Vakkas ile arasinda bir ihtilaf oldu. Sa'd, beytü'lmâl'den bir miktar borç para almis, ödeme zamani geldiginde borcunu ödemedigini görünce, ona agir sözler söylemis ve kalbini kirmisti.
Ibn Mes'ud altmis yasindayken hastalandi. Bir gece rüyasinda Rasûlullah'i gördü. Hz. Peygamber onu davet ediyordu.
Ibn Mes'ud'un vefati yaklastigi zaman Hz. Zübeyr ile oglu Abdullah yanina gelmislerdi. Hicrî otuzIkinci yilda vefat etti. Onu Hz. Zübeyr ve oglu teçhiz ve tekfin ettiler. Sahih rivâyetlere göre cenaze namazini bizzat Hz. Osman kildirdi. Hz. Osman b. Mazun ise onu kabrine indirdi.
Ibn Mes'ud, Islâm'a girdigi günlerden beri ilimle ugrasmakla kendini göstermisti. Rasûlullah ondaki bu ilgi ve sevki sezerek: "Sen, muallim olacak bir gençsin" buyurmuslardi. Gerçekten Ibn Mes'ud her ânini ilim tahsili ile geçirmis, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in deniz gibi Ilminden yararlanmak için firsati ganimet bIlmisti.
Ibn Mes'ud, Rasûlullah'in en özel, en mahrem dostlarindan ve adamlarindandi. O, Rasûlullah'a hizmetle övünürdü. Bazen Rasûlullah'in misvakini tasir, takdim ederdi. Bazen âsasini getirirdi. Buna benzer birçok özel hizmetlerini yapardi. Ayrica o, Rasûlullah'in sirdaslarindandi. Rasûlullah'in o kadar yakinlarindandi ki, meclisine izinsiz girer, onunla konusur, emirlerini dinler ve bütün arzularini yerine getirirdi. (Ibn Sa'd, Tabakat, 111, 153).
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı...
Ibn Mes'ud, ilâhî vahyi, bizzat onu alan ve telâffuz eden Hz. Peygamber' den ögrenmistir. Bunun içindir ki o, Kur'an'i en iyi bilen, en mükemmel ezberleyen zatlardandi. Herkes onun bu husustaki bilgisini ve kabiliyetini takdir ederdi; ashâb'in hepsi, onun Kur'ân'a olan vukûfiyetini ve bundaki üstünlügünü kabul ederlerdi. (Buhâri, Fadâilu Ashâbi'n-Nebi, 37).
Ebu Ahves der ki: "Bir gün Ebu Musa'l-Es'âri'nin evinde bulunuyorduk. Orada Ibn Mes'ud'un arkadaslarindan bazi zatlar vardi. Mushaf'a bakiyorlardi. Abdullah kalkarak, Ibn Mes'ud hakkinda sunlari söyledi: "Rasûlullah'in ilâhî vahyi Ibn Mes'ud'dan daha iyi taniyan birini birakmadigi kanaatindeyim." Ebu Musa bu sözleri dinledikten sonra: "Biz bulunmadigimiz zaman o, Rasûlullah'i görür, biz kabul olunmadigimizda o, huzura kabul olunurdu" dedi.
Amr b. As'in oglu Abdullah'in meclisine devam eden Mesruk der ki: Abdullah b. Amr'a gider, konusurduk. Bir gün Abdullah Ibn Mes'ud'dan söz açildi. Abdullah dedi ki: 'Öyle bir adamdan bahsediyorsunuz ki, onu çok seviyorum, sevecegim de. Çünkü Rasûlullah onun hakkinda söyle buyurmustu: "Kur'an'i dört kisiden ögreniniz: Ibn Mes'ud'dan, Muaz b. Cebel, Übey b. Kaab ve Ebu Huzeyfe'nin mevlâ'si Sâlim'den." Rasûlullah bu açiklamasina Ibn Mes'ud ile baslamisti . " (Buhârî, Fezâilü'l Kur'ân, 8)
Ibn Mes'ud, Kur'an'in yayIlmasina, onu, Rasûlullah'dan aldigi sekilde ögretmeye çalisirdi. Öte yandan tefsir Ilminde de mühim hizmetleri olmustu. Ibn Mes'ud der ki: "Habesistan'a hicret etmeden önce, Mekke'de bulundugumuz sirada, Rasûlullah'a, namaz kilarlarken selâm verirdik, o da selâmimizi alirdi. Habesistan'dan dönüsümüzde yine ayni sekilde namaz kilarlarken selâm verdik, selâmimizi almadi. Namazini bitirdikten sonra Rasûlullah'a sebebini sordum: "Cenâbi Hak, namazda konusmayi yasakladi", buyurdular. (Ibn Hanbel, Müsned, 1, 377).
Yine Ibn Mes'ud anlatiyor: Hz. Peygamber (s.a.s.)'e söyle soruldu: "En büyük günah sunlardan hangisidir? Allah'a ortak kosmak, kendi çocugunu öldürmek, komsunun karisi ile zina etmek. " O zaman Rasûlullah'a su âyet-i kerime indi: "Onlar ki Allah ile beraber baska bir ilâha Ibâdet etmezler, Allah'in haram kildigi cana haksiz yere kiymazlar ve zina yapmazlar. Her kim de bunlari yaparsa kiyâmet günü agir cezaya çarptirilir. " (el-Furkan, 25/67).
Ibn Mes'ud kendi re'yi ile Kur'ân'i tefsir etme hususunda son derece ihtiyatla hareket ederdi. Kendisi bunu izah ederek der ki: "Mescitteydim. Orada Kur'ân'i kendi re'yiyle tefsir eden bir adami gördüm ve hemen oradan ayrildim. Bu adam: "Gögün açik bir duman ile gelecegi günü bekle, o Insanlari sarar, bu, acikli bir azaptir." (ed-Duhan, 44/10), âyetini tefsir ederken, kiyâmet gününde herkesin nefesini tikayacak ve onlari nezleye ugratacak bir dumandan söz ediyordu. Hâlbuki bir Insanin bIlmedigi bir sey için Allah bilir, demesi, onun Ilmine delâlet eder. Bu âyet-i kerime ise Kureys'in Rasûlullah'a karsi son derece siddetli davrandiklari zamanlarda inmisti.
Ibn Mes'ud, Kur'an-i Kerim'i bizzat Rasûlullah'dan ögrenenlerdendi. Onun için kiraatinde baska bir mükemmellik vardi. Rasûlullah onun kiraatinden bahseder ve onu överdi. Bir gün Mescidte Ibn Mes'ud, güzel sesle Nisâ sûresini okuyordu. Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Ebu Bekir ve Ömer ile birlikte mescide gelmis ve onu zevkle dinledikten sonra söyle demislerdi: "Ibn Mes'ud! ne dilersen dile nâil olursun!"
Ebu Bekir'den sonra Hz. Ömer gelmis ve Rasûlullah'dan duyduklarini Ibn Mes'ud'a müjdelemek Istemisti. Ibn Mes'ud ona: "Ebu Bekir seni geçti" demisti. Hz. Ömer de: "Allah Ebu Bekir'den razi olsun, onun daha önce sana geldiginden haberim yoktu" demisti (Ibn Hanbel, Müsned, 1, 454)
Gerçekten Ibn Mes'ud'un kiraati son derece güzeldi. Rasûlullah, Kur'an'i ona talim ettikten sonra, sesinden dinlemek Isterdi. Ibn Mes'ud, bir gün Rasûlullah'a: "Biz Kur'an'i sizden okuduk, sizden ögrenmedik mi?" demis, Rasûlullah da söyle buyurmustu: "Evet ama ben Kur'an'i baskalarindan dinlemek Isterim."
Ibn Mes'ud diyor ki: "Bir gün Rasûlullah'in huzurunda Nisâ sûresinden bir bölüm okuyordum. "Her ümmetten bir sâhid getirdigimiz, seni de onlarin üzerine sâhid getirdigimiz vakit, bakalim onlarin hali nice olacak?" (en-Nisâ, 4/41). Âyeti kerimesine geldigim zaman, Rasûlullah'in gözleri yasarmisti ."
Ibn Mes'ud, Rasûlullah'a yakinligi dolayisiyla son derece genis bilgiye sahipti. "Onun, o devre ait bIlmedigi yoktu" dersek mübalâga etmis olmayiz. Bununla beraber o, asr-i saâdet'e ait rivâyetlerde son derece ihtiyatli davranirdi. Amr b. Meymun söyle der: "Abdullah ile tam bir yil kaldim. Bu müddet içinde onun 'Rasûlullah buyurdu' dedigini duymadim. Sâyet böyle bir söze baslarsa bütün vücudu ürperir ve alnindan terler akardi." (Ibn Sa'd, Tabakat, 111, 156).
Ibn Mes'ud'un talebelerine olan en büyük nasihati ve vasiyeti; Rasûlullah'in hadIsleri ni rivâyet ederken son derece dikkatli olmalariydi. O, talebelerine derdi ki: "Rasûlullah'dan bir söz naklettiniz mi, o sözün nübüvvet ve risâlet sanina en lâyik, ümmetinin hidâyetine en faydali ve takvâya en uygun olanini gözetiniz." (Ibn Hanbel, Müsned, I, 385).
Ibn Mes'ud'un, çok ihtiyatli davranmasina ve talebelerine de hadis rivâyeti konusunda sIki sIki tembihlerde bulunmasina ragmen, ondan çok hadis rivâyet edIlmistir. Üstelik o, çok rivâyetiyle taninan Muksirun* sahâbîlerden biridir. Buna ragmen Ibn Mes'ud, mutlak hadis rivâyet etmez, onun rivâyetleri çogunlukla Rasûlullah'dan ögrendigi farzlari açiklayan ve dini emirlerin kolayca anlasIlmasina yardimci olan talimatlardir. Sahih hadis kitaplari ve müsnedlerde ondan rivâyet edilen hadIsleri n toplami sekizyüzkirksekizdir. Bunlarin altmisdördünü Buhârî ve Müslim müstereken rivâyet ederler. Ayrica yirmibirini Buhârî, otuzsekizini Müslim nakletmistir. Böylece Buhârî, Ibn Mes'ud'dan toplam seksen bes, Müslim, toplam doksandokuz hadis rivâyet etmislerdir.
Ibn Mes'ud, fIkih Ilminin kurucularindan olan fakîh sahâbilerden biridir. O, özellikle Hanefi fikhinin temel tasidir. Önce de belirttigimiz gibi, o, bütün Kûfe eyaletinin kadisiydi. Onun içindir ki Ibn Mes'ud, halka, fIkih meselelerini ve içtihadlarini ögretir, bütün mürâacatlarini cevaplar ve problemlerini hâllederdi. Irak kitasinin bütün âlimleri, Ibn Mes'ud'u rehber tanirlardi. Çünkü fIkihta en çok istifâde ettikleri zat oydu. Hz. Ibn Mes'ud'un baslica talebelerinden olan Alkame b. Kays ile Esved b. Yezid, özellikle fIkih Ilmindeki derinlikleriyle söhret kazanmislardi. Bunlardan sonra 0brahim enNahàî, Kûfe fikhina genislik vermis ve Irak fakîhi ünvanini almisti. 0brahim en-Nahâî'nin bütün dayanagi Ibn Mes'ud'un içtihadlariydi. Ibn Mes'ud'un bu ilim hazinesi, en-Nahâî'den, Hammâd b. Süleyman'a intikâl etmis, ondanda 0mâm-i A'zam Ebû Hanîfe'ye geçmisti. 0mâm-i A'zam bunlari genisletmis, ilim ve ictihadiyla yaymisti. Böylece Islâm âleminin önemli bir bölümü, bunlarin Ilminden yararlanmistir.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı.........
Abdullah Ibn Mes'ud, kiyas ile muasirlarinin birçok problemlerini çözmüs, bu kaidenin yerlesmesinde son derece büyük hizmetlerde bulunmus ve böylece usul-u fIkih Ilminin ortaya çikmasina, istinbat melekesinin kuvvetlenmesine büyük katkilarda bulunmustur.
Ibn Mes'ud, bu suretle kiyas'in en önemli esaslarini tesbit etmistir.
Ibn Mes'ud'un bu önemli fikhî görüs ve içtihadlari Misirli âlim Muhammed Ravvâs Kal'aci tarafindan "Mevsû'atu Fikhî Abdullah Ibn Mes'ud " (Abdullah Ibn Mes'ud'un Fikhî Ansiklopedisi, Kahire 1984) adiyla toplanmis ve ilim hayatina kazandirIlmistir.
Hz. Ibn Mes'ud'un muasirlari ondan birçok meselelerde faydalanmislardir. Imam Muhammed b. Hasan es-Seybânî; "Ashâb içinde fIkih meselelerinde derinlik sahibi olanlar Hz. Ali, Ubey b. Ka'b, Ebu Musa el-Es'ari, Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdullah Ibn Mes'ud'tur" der. Imam Sa'bi: "Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdullah Ibn Mes'ud'un bütün ümmetin ufkunu açan fikhî meseleleri çözdüklerini ifâde eder. Zamanimin bütün âlimleri Abdullah Ibn Mes'ud'u büyük fakih bilirlerdi. Hz. Ömer onu gördükçe güler: "Bu, ilimle dolu bir zattir." derdi.
Ibn Abbas da, Ibn Mes'ud hakkinda söyle der: "Kur'ân'in en büyük tercümanidir."
Ibn Mes'ud'un ileri gelen talebelerinden biri Alkame b. Kays idi. Alkame, dimaginin tazeligi, malûmatinin genisligi ile seçkindi. Ibn Mes'ud, onun kendisinden daha çok malûmatli oldugunu söylerdi:
Ibn Mes'ud, Kûfe'de bütün talebelerine Kur'ân'i Kerim, hadîs ve fIkih okuturdu. Dersine devam edenler büyük bir halka olustururlardi. Ondan ders okuyanlar arasinda büyük söhret kazananlar da vardi. Alkame, Mesruk, Esved, Abîde, Kâdi Süreyh, Ebu Vâil bunlar arasindadirlar. Her biri büyük bir âlim olan bunlar arasinda özellikle Alkame, daima Ibn Mes'ud'u hatirlatan bir simâ olmustu. Ibn Mes'ud yola çiktigi zaman talebelerinin çogu onunla beraber hareket ederler ve ona yoldas olurlardi.
Bir gün Habbâb b. Eret, Ibn Mes'ud'un son derece genis olan ders halkasina gelmis, oraya devam eden gençlerin çoklugundan memnun olmus ve Ibn Mes'ud'a en liyakatli talebesini sormustu. Ibn Mes'ud da Alkame'yi göstermisti. Hz. Habbab, Alkame ile görüsmüs ve onun malûmatinin genisliginden çok derin bir zevk duymustu.
Ibn Mes'ud'un talebeleri, kendisini derin bir istiyakla dinlerler ve derslerini ask ve sevkle alirlardi. Baslica talebelerinden olan Sakik der ki: "Mescitte Ibn Mes'ud'u bekler, onun derse çikmasi için yolunu gözetlerdik. Bir gün biz böyle beklesirken Yezid b. Muaviye en-Nehai gelmis ve bize: 'Dilerseniz evine gidip bakayim, evdeyse alip getirmeye çalIsayim' demis ve gitmisti. Ibn Mes'ud gelmis, bize: 'Ben sizi biktirmamak için gelmedim. Rasûlullah bize vaazlarini fasila ile verirdi. Çünkü bikkinliga ugramamizi Istemezdi.' demisti."
Ibn Mes'ud, sünnet-i seniyye'ye uygun bir ahlâk sahibiydi. O, ahlâk ve yasayis tarzini bizzat Rasûlullah'dan ögrenmisti. Çünkü o, Rasûlullah'in en yakin dostlarindandi. Her zaman Rasûlullah'in yanina girer, hizmetlerini görür, ayakkabilarini çevirir, önünde yürür, yikanacagi zaman perde tutar önünde siper olurdu. Rasûlullah ona, kayitsiz sartsiz bir müsaade vermisti. Ibn Mes'ud'a: "Her zaman yanima girebilirsin, ancak benim mani olacagim zamanlar hariç" derdi. (Ibn Sa'd, Tabakat, 111, 153-154). Bunun içindir ki onun, Rasûlullah'i yegâne uyulacak Insan bIlmesi, onun her hâliyle hâllenmesi kadar tabii bir sey olamaz. Ibn Mes'ud, Kûfe'den ayrildigi hâlde ünü orada uzun zaman yasamis; herkes onun ilim ve irfaninin yani sira takvasini, iffetini, güzel huylulugunu, kalbinin rikkatini ve övgüye deger ahlâkini anmaya devam etmisti. Hz. Ali, Kûfe'ye gittigi zaman Ibn Mes'ud'un övgüye deger vasiflarla anildigini duyduktan sonra onun Kur'ân'i Kerim'e vukûfunu, helâli helâl, harami haram tanidigini, dinde fakih ve sünnette âlim oldugunu ilâve etmisti.
Abdullah Ibn Mes'ud, Ebu Umeyr adinda bir dostunu ziyaret etmek üzere çikmis, fakat evinde bulamayarak âilesine selâm göndermis ve kendisine bir miktar su verIlmesini rica etmisti. Evin hanimi, hizmetçisini komsuya göndererek su Istetmisti. Hizmetçi geciktigi için hanim ona lânet okumustu. Ibn Mes'ud hanimin hizmetçiye lânet okudugunu duymus ve evden çikmisti. Çikarken dostu Ebu Umeyr ile karsilasmisti. Ebu Umeyr "Ya Ebu Abdurrahman! Sen kendisinden kadinlarin kiskanilacagi bir adam degilsin, niçin kardesinin hanimina selâm vererek içerde oturmadin ve su içmedin?" demisti. Ibn Mes'ud'un cevabi: "Öyle yaptim fakat zevceniz ya su bulunmadigi veyahut evdeki su kâfi gelmedigi için hizmetçiyi komsuya gönderdi, hizmetçi geç kaldigi için de ona lânet okudu. Hâlbuki ben Rasûlullah'dan su sözleri duydum: "Lânet kime gönderIlmisse ona gider, ona kazIlmak Ister. Sayet buna bir yol bulamazsa: Ya Rabbi, beni falana gönderdiler, kalktim gittim, ona hulûl için bir yol bulamadim! Simdi ne yapayim? der. Cenab-i Hak da ona: Nereden geldinse oraya dön der. " Onun içindir ki, hizmetçinin bir mazereti olabilecegini düsündüm ve lânetin geri dönmesinden korktum. Buna sebep olmak Istemedim."
Bir defasinda adamin biri vefat etmis ve hiçbir hayri olmadigi söylenmisti. Ibn Mes'ud, bunu duyar duymaz, elinde bulunanlari sadaka olarak vermisti. Rasûlullah'in Ashâb'indan birçoklari, onun sünnetine yapismakla büyük bir serefe kavustular. Fakat Abdullah Ibn Mes'ud, hiçbir zaman dünyayi Istemedi. O hep ahireti gözetirdi. Hz. Ibn Mes'ud, son derece mIsafirperverdi. Kûfe'de ikâmet ettigi sirada evi hiç mIsafirsiz kalmazdi.
Ibn Mes'ud, namazlarini vaktinde kIlmaya o kadar riayet eder ki, bir kere Vali Velid b. Ukbe, Kûfe mescidinde halki bir süre bekletmisti. Ibn Mes'ud hemen kalkarak, halka namazi kildirmisti. Vali, buna üzülerek, niçin böyle yaptigini sormus ve "Mü'min'lerin emirinden bir buyruk mu aldin? Yoksa bir bid'at mi icat ettin?" demisti. Ibn Mes'ud, ona su cevabi vermisti: "Ben, mü'minlerin emirinden bir buyruk almadigim gibi, bir bid'at de icat etmedim. Fakat senin bir isin vardir, diye bizim de namazimizi geciktirmene Allah razi olmaz."
Ibn Mes'ud, Ramazan'dan baska çogu günler oruç tutar, Asûre günlerini de oruçlu geçirirdi. Abdurrahman b. Yezid der ki: "Ibn Mes'ud, günlerinin çogunu oruçlu geçirirdi. Oruca ve namaza devamdan ayrica bir zevk alirdi. Ibn Mes'ud, son derece külfetsiz bir hayat sürer, gayet basit yemeklerle beslenir, külfetsizligi ve sadeligi hayatinin düstûru bilirdi. Talebesi Alkame, bu hususta Ibn Mes'ud'un harfiyen Rasûlullah'a uydugunu söyler. Ibn Mes'ud; senelerce beytü'lmâl* idare etmis, bir gün, bir dakika da olsa adalet ve insaftan ayrIlmamistir.
Ahmed AGIRAKÇA
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
calig39.jpg

ABDULLAH B. ÖMER B. EL-HATTÂB
Ikinci halife Hz. Ömer (r.a.)'in oglu ve mü'minlerin annesi Hz. Hafsa'nin ana-baba bir kardesi, fâkih ve muhaddis sahâbî. Ebû Abdurrahman künyesi ile taninan Abdullah'in annesi Zeynep bnt. Maz'un el-Cümeyhî'dir.
Abdullah b. Ömer'in, peygamberligin üçüncü yilinda dogdugu kaydedildigi gibi onun nübüvvetten bir yil önce dünyaya geldigi söylenmektedir. (Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, Kahire 1286, 111, 230).
Babasiyla birlikte, küçük yasta Islâm'a girdi ve yine babasi ile birlikte Medine'ye hicret etti. Tamamiyla Islâm toplumunda ve Islâm terbiyesiyle yetisti. Yasi küçük oldugu için Bedir ve Uhud gazalarina Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafindan katIlmasina müsâde verIlmedi. (Buhârî, Megâzi, 6). Ancak onsekiz yaslarinda iken Hendek gazvesine ve daha sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) zamaninda meydana gelen bütün savaslara katildi. Mekke fethinde, Mûte savasinda, Tebük seferinde ve Vedâ Hacc'inda bulundu.
Abdullah b. Ömer, Islâm devleti bünyesinde meydana gelen anlasmazliklarla ortaya çikan ve birbirleriyle mücadele eden gruplara karismadi, tarafsiz kaldi ve devlet kadrolarinda vazife almadi. Zira oglunu hilâfete aday göstermesini tavsiye eden sahâbelere Hz. Ömer: "Bir evden bir kurban yeter" demisti. Babasindan sonra basa geçecek halifeyi seçmeye görevli olan sûrâ'ya sadece müsâvir olarak katildi. Hz. Ömer ogluna sûrâ'ya katIlmasini ancak aday olmamasini tavsiye etmisti. (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmilfi't Tarih, 111, 65 vd.)
Hz. Osman (r.a.) zamaninda, Ibn Ömer, devlet Isleri ne müdahalede bulunmuyordu. Bir gün Hz. Osman, Ibn Ömer'e kadilik yapmasini, müslümanlarin arasindaki hukukî anlasmazliklari hâlletmesini teklif edince özür dileyerek kadilik vazifesini kabul etmemis, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in bir sözünü hatirlatmisti;
- Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurmuslardir ki: "Kadilar üç çesittir. Birincisi câhillerdir. Bunlarin yeri Cehennemdir. Ikinci zümre âlimleridir, fakat dünyaya meyilleri vardir, ilimleri ile amelleri bir degildir, bunlarda Cehennemliktir. Üçüncü zümre ise hem âlim, hem de dünyaya meyli olmayanlardir." (Ebû Dâvud, Akdiye, 2).
- Hz. Osman, Hz. Ibn Ömer'e dedi ki:
- "Ama, senin baban Hz. Peygamber (s.a.s.) zamaninda kaza* Isleri ile ugrasti ve kadilik yapti."
- "Evet, dogrudur, fakat babam bir mesele ile karsilasinca Rasûl-i Ekrem'e müracâat eder, müsküllerini hâlletmede zorluk çekmezdi. Çünkü Rasûl-i Ekrem müskil* bir mesele ile karsilasinca onun da müskilini vahiy hâllederdi. Simdi Rasûl-i Ekrem aramizda yok ki problemlerimizi ona götürelim. Allah simdi bizim yardimcimiz olsun."
Hz. Osman da bu hususta Hz. Ibn Ömer'e fazla israrda bulunmadi.
Hz. Ibn Ömer, hükümet ve devlet Isleri nden uzak kalmasina ragmen hak yolunda cihâd* edip Islâm fetihlerine katildi. Nitekim Hicret'in yirmiyedinci yilinda Afrika'da Tunus, Cezayir, Merakes seferine katIlmisti.
Ibn Ömer Hicret'in otuzuncu senesinde Horasan ve Taberistan fetihlerinde bulundu ve onun Taberistan fethinde bir Dihkan'i öldürdügü bilinmektedir. Ancak hükümet ve devlet Isleri ne müdahâle hususunda çok ihtiyatli davranip, daima uzak kalmayi tercih etti.
Hz. Osman'in sehâdetinden sonra Ilmî yüceligi, kahramanligi ve mücahidligi Hz. Ömer'in oglu olmasi sebebiyle halîfe* olmasi Istendiyse de kabul etmedi. Hz. Ali tarafinda yer aldi. Dahilî olaylara karismadi. Siffin olayindan sonra da halifelik tekliflerini reddetti. Muâviye zamaninda 669 yilinda Hz. Peygamber'in güvenini kazanmis ve bayraktarligini yapmis olan Halid b. Zeyd Ebu Eyyub el-Ensâri* ile Istanbul surlari önlerine kadar gelip, Istanbul'un Ilk muhasarasina katildi. Onun devlet bünyesinde ve Islâm toplumunda meydana gelen iç karisikliklar sirasinda temkinli davrandigini görmekteyiz. Fakat Siffin'de Hz. Ali'ye muhalefet edenlere ve Abdullah b. Zübeyr'i Kâbe'de muhasara edip sehid edenlere karsi savasmadigina pisman oldugunu bizzat kendisi ifâde etmistir (Ibn AbdülBerr, el-Istiâb, II, 345), Haccac'a karsi savasmadiysa bile onun zulmünden asla çekinmeden Islâmî ahkâmi çignemesine karsi susmayip onu gerektiginde sert bir sekilde uyarmisti. Hattâ onun bu gibi uyarilarina kizan Haccac b. Yusuf, Abdullah'i öldürtme yollarini aramisti.
Nihâyet hicretin yetmisdördüncü yilinda Abdullah b Ömer seksendört veyahut seksen bes yasinda iken vefat ettigi (Ibn Sa'd, Tabakat, IV, 187), baska rivâyetlerde de onun seksenalti yasinda vefat ettigi kaydedilir. (Ibnü 'l-Esir, Üsd ü 'l-Câbe, I V, 230-23 1 ) .
Hac mevsiminde adamin biri ucu zehirli bir mizrak ile Abdullah b. Ömer'i ayagindan yaraladi. Vücûdu zehirlendi. Bu zehirlenme vefatina sebep oldu. Bir rivâyete göre yukarida söyledigimiz gibi bu yaralama Haccac b. Yusuf'un tertibi idi.
Ibnü'l-Esir'in kaydina göre, Haccac b. Yusuf minberde hutbe* okuyordu. Hutbe'de Abdullah Ibn Zübeyr'e agir sözler söylemis ve bazi ithamlarda bulunmus, onun Kur'ân-i Kerim'i tahrif ettigi iddiasini ortaya atmisti. Ibn Ömer düsünmeden ve çekinmeden Haccac'a bagirip: "Yalan söylüyorsun, bunu ne Ibn Zübeyr yapardi, ne de senin bu ise gücün yeter!..." demisti.
Ibn Ömer'in halkin toplu bulundugu bir yerde böyle sert konusmasindan Haccac fena halde bozulmus, ona kin besleyip çok kizmisti. Açiktan açiga ona bir sey yapamayacagindan gizlice ve hainlikle intikam almayi düsünmüstü. (Ibn Hallikân, Vefayatü'l Ayan, II, 242). Ancak Ibnü'l-Esir Haccac'in hutbe meselesini baska türlü anlatmaktadir. Ona göre, Haccac hutbeyi çok uzatmis, o kadar uzatmisti ki, Ikindi namazina vakit daralmisti. Bu ara Ibn Ömer, "Günes seni beklemiyor" diye ihtarda bulunmustu. Ikinci bir rivâyete göre, Ibn Ömer'in onu beklemeyip kiymet vermemesine Haccac'in cani sIkilmis, firavunlugu tutmustu. Fakat Emevi hükümdari Abdülmelik b. Mervan'in korkusundan Ibn Ömer'e karsi gelemiyordu. Bu meselenin iç yüzünün bu sekilde oldugu anlasIlmaktadir. Yoksa imkân buldugu takdirde Haccac, Ibn Ömer'i bir an evvel ortadan kaldirmada tereddüt etmezdi. (Ibnü'lEsir, Üsdü'l-Gâbe, 111, 230)
Hac mevsiminde halkin kalabalik bulundugu bir sirada kim vurduya getirmek için Haccac bu hâdiseyi tertiplemisti. Hattâ Ibn Ömer hastalandigi sirada Haccac ziyaretine gitmis suçlunun yakalanip cezalandirIlmasi meselesi söz konusu olmustu. Ibn Ömer o sirada Haccac'a: "Sen silahla Harem-i Serif'e girIlmesine müsâade ettigin için bu olay meydana geldi. Harem-i Serif'e silahli girmenin dogru olmadigini biliyordun. Bunun önüne geçmis olsaydin bu hâdise olmazdi" demis, o da susmustu (Ibn Sa'd, Tabakat, IV, 187 vd.).
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı...
Ibn Ömer Medine'de vefat etmeyi arzu ediyordu. Zira son günlerde Mekke'de vaziyetin iyi olmadigini sezmisti. Cenab-i Hakk'a dua ediyor: "Allah'im, beni Mekke'de öldürme!" diye yalvariyordu. Oglu Sâlim'e söyle vasiyet etmisti: "Ben Mekke'de ölürsem beni Harem hududu civarinda defnet, sen de buradan göçüp git!" Ibn Ömer bu vasiyetinden birkaç gün sonra vefat etti.
Vefatini müteakip vasiyeti* geregince halk toplandi. Haccac da suçlulugunu örtbas etmek için cenaze namazina katildi. Hatta namazini Haccac'in kildirdigi bilinmektedir. (Ibn Sa 'd, Labakat ayni yer). Vefat ettiginde onbiri erkek onbes çocugu vardi.
Muhit ve aile olarak tamamen Islâmî terbiye ile yetismesi ve Rasûlullah'in sohbetlerinde devamli bulunmasi ona bizzat hizmet etmekle sereflenmesi, fitraten üstün hâllere sahip olmasindan dolayi zamaninin bütün ilimlerinde mâhir ve üstad olmasini sagladi. Her konuda çok dikkatli arastirmayi, incelemeyi severdi. Sahâbe içinde dünyaya önem vermemesi örnek gösterilirdi. Haram ve süpheli konularda çok titiz davranirdi.
Kur'ân-i Kerim'in tefsiri hususunda da sahâbenin ileri gelenlerindendi. Bir gün Hz. Peygamber, ashâb-i kirâm'a 0brahim sûresi* Yirmidördüncü âyetinde geçen "agaç"in nasil bir agaç oldugunu sormus. Hiç kimse cevap veremem isti. Rasûlullah (s.a.s.) bunun "hurma agaci" oldugunu açiklayip da oradakiler dagilinca Abdullah b. Ömer yolda giderken babasina "Rasûli Ekrem'in, agacin nasil bir agaç oldugunu açiklamasindan önce hurma agaci oldugu kalbime dogdu" dedi. Babasi Ömer, "Peki neden bunu söylemedin?" deyince, Abdullah "Rasûlullah'in huzurunda sen ve Ebû Bekir dururken konusmayi uygun görmedim" demisti (Ibn Hâcer, Fethu'l-Bârî Serh Sahihi'l-Buhâri, Misir 1959, IX, 449). Bu da onun Allah'in âyetlerine vukûfiyetini gösterir.
Abdullah b. Ömer helâl ve harama ait hadIsleri en çok bildiren râvidir. Genellikle isittigi hadIsleri yanilgiyi azaltmak, unutkanligi ortadan kaldirmak için devamli yazardi. Gerekmedikçe de hadis rivâyet etmezdi.
Ibn Ömer tefsirde oldugu kadar hadis Ilminde de ileri gelenlerden de hadis hâfizlari arasinda ün kazanmis sahâbîlerdendir. Elimizde mevcut hadis kitaplarinda Ibn Ömer'den Ikibinaltiyüzotuz hadis rivâyet olunmustur.
Bunlardan yüzaltmissekiz tanesi Buhârî* ve Müslim* tarafindan müstereken rivâyet edIlmistir. Buhârî'de seksenbir, Müslim'de de otuzbir; Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Iki binondokuz hadis ayrica naklolunmaktadir.
Ibn Ömer Rasûl-i Ekrem'in sözlerini, fiillerini sevk ve zevk ile izlerdi. Ekseriya Rasûl-i Ekrem'in hizmetinde ve huzurunda bulunurdu. Bulunmadigi zaman da Rasûl-i Ekrem'in söz ve fiilini huzurda bulunanlardan sorar, tetkik ederdi. Bir meselede süpheye düstügü, yahut iyi anlamadigi takdirde hemen Rasûl-i Ekrem'e gidip ögrenirdi. Bu suretle Rasûl-i Ekrem'in söz ve fiillerine ait hadIsleri toplamis, hifzetmisti .
Hadîs-i Seriflerin ümmet içinde yayIlmasi ve ümmetin evlatlarina ögretIlmesi hususunda Ibn Ömer'in büyük hizmeti olmustur. Hadisi iyi bilip, iyi tetkik edenlerdendi. Bildigini ögretmekten büyük zevk duyardi. Rasûl-i Ekrem'in vefâtindan sonra altmis yil yasadi. Ömrü boyunca Rasûlullah'in hadIsleri ni Islâm ümmeti arasinda yaymakla vakit geçirdi. Nitekim elimizde bulunan hadIsleri n nakil silsilesinin çogu Abdullah Ibn Ömer'e dayanmaktadir.
Ibn Ömer, Medine'de ders halkasi olusturarak hadîs ögretirdi. Bundan baska her zaman hac mevsiminde Mekke'de Islâm dünyasinin dört bir yanindan gelen hacilara Rasûlullah'in hadIsleri ni ögretme konusunda büyük gayret sarfederdi.
Çok hadîs bIlmesine ragmen büyük titizliginden çok az rivâyette bulunurdu. Abdullah b. Ömer'den Nâfi ve Imam Mâlik* b. Enes'in rivâyetleriyle gelen hadisler en saglam rivâyetler olarak degerlendirIlmekte ve bu rivâyet zincirine "Altin Zincir" adi verIlmektedir. Abdullah b. Ömer'den hadis ögrenimi görenler arasinda basta Abdullah b. Abbâs olmak üzere Câbir b. Abdullah, Saîd b. el-Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Abdullah b. Keysân, Hasan-i Basrî, Nâfi, Mücâhid, Tâvûs, Enes b. Sîrin gibi meshur muhaddisler ve ogullarindan Hamza, Bilâl, Abdullah ve Ubeydullah vardir. Ibn Ömer bu hadis Ilminden dolayi çok hadis rivâyet eden Muksirûn* sahâbeler arasinda yer almaktadir.
Abdullah'in, muhaddisliginin yani sira fakîh bir sahâbî oldugu da bilinen bir husustur. Ibn Ömer ömrünü Medine'de geçirmis ve fIkih* üzerinde çalismistir. Medine'nin fIkih âlimlerinin birçogu fetvalarinda Ibn Ömer'in bilgisinden faydalanmislardir. Ehl-i Sünnet'in dört Imamindan biri olan Imam Mâlik'in fikhi Abdullah Ibn Ömer'in fetvalari ile doludur. Imam Mâlik'in dedigi gibi, Abdullah b. Ömer fIkih âlimlerinin basinda gelenlerdendi. Eger Ibn Ömer'in fIkihtaki fetvalari toplansa büyük bir eser meydana gelir. Nitekim, Misir'li âlim M. Revvâs Kal'aci "Mevsû 'atu Fikhî Abdullah b. Ömer" (Abdullah b. Ömer'in Fikhi Ansiklopedisi) adiyla bir eser vücûda getirmistir. (Beyrût 1986). Islâm fIkih ulemâsinin en ileri gelenlerinin bildirdiklerine göre, Islâmî meselelerde Ibn Ömer'in sözleri ile amel etmek yeterlidir.
Abdullah b. Ömer uzun bir ömür sürdügünden peygamberimizden sonra altmis yil müddetle fetva* vermistir. Ancak fetva verme konusunda çok ihtiyatli hareket ederdi. Sahsiyet olarak; iyilik etmeyi, sadaka vermeyi, hayir yapmayi, hele köle azad etmeyi çok severdi. Saglam karakterli, iyi ve güzel huylu olup, kötülüklerden kaçinirdi. Her yaptigi isi Allah rizasi için yapardi. Kendi yüzük tasinda: "Allah Teâlâ'ya, Allah için hâlis Ibâdet etti." ibâresi yaziliydi. Dünya malina, dünya zevklerine hiç gönül vermezdi. Sahâbe'den Câbir b. Abdullah: "Ömer ve oglu Abdullah'dan baska içimizde dünyaya meyli olmayan kimse yoktur." derdi.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı........
0 limde Imamliga yükselen muhaddis ve tâbiînin büyüklerinden olan Nâfi, Abdullah b. Ömer'in azatlisidir. Nâfi köle iken Ibn Ömer onu onbin dirheme satin alip, "Seni Allah rizasi için azat ettim" diyerek kölelikten kurtarmistir. Kölelerinden Ibâdet edeni gördükçe hemen onu âzad ederdi. "Ibâdeti göstermelik yaparak âzad olmak Isteyenler olursa ne yaparsiniz?" diye ona soruldugunda Abdullah'in "Hayir için aldanmaktan iyi sey var midir?" buyurduklari meshûrdur. Imam Nâfi, Abdullah için: "Her zaman dualarinda belirttigi gibi bin köle âzad ettikten sonra vefat etti." demisti. Çogu zaman sirtindaki kaftanini çikarip gördügü bir fakire verirdi.
Abdullah b. Ömer'in evinde mIsafir* eksik olmazdi. Aksam yemeklerini yalniz yedigi nadirdir. Mutlaka mIsafiri olur, olmazsa arar bulurdu. Kendisi de dostlarinin evinde üç günden fazla mIsafir kalmazdi. Evinde en zarûrî ihtiyacini karsilayan esya bulundururdu. Cuma'dan önce mutlaka yikanir, abdest alir, güzel kokular sürünürdü. Her namaz için abdest alir, geceleri çok namaz kilardi.
Abdullah'in oglu Hâlid'in âzad ettigi Ebû Gâlib söyle anlatir: "Abdullah b. Ömer Mekke'ye geldiginde sik sik bize misâfir olurdu. Geceleri teheccüd namazi kilardi. Bir gece sabah namazi yaklastigi zaman bana "Kalkip namaz kIlmayacak misin? Kur'ân'in üçte birini de okusan yeter." dedi. "Sabah yaklasti, kIsa zamanda Kur'ân'in üçte birini okuyup yetistiremem" dedim. Bana dönerek: "0hlâs sûresi Kur'ân'in üçte birine esittir." dedi.
Imam Nâfi'in naklettigine göre, Abdullah b. Ömer mûsikîyi * sevmezdi. Teganni ve saz seslerine kulaklarini tikardi. Bir gün birisi yanina yaklasarak: "Abdullah, Allah için seni çok seviyorum" dedi. Abdullah da: "Ben de Allah için seni hiç sevmiyorum. Çünkü sen ezani teganni ederek, sarki söyler gibi okuyorsun" buyurdu.
Allah'tan baska kimseden korkmazdi. Kötülüge karsi hep iyilikle karsilik verirdi. Zeyd b. Eslem su olayi anlatir: "Adamin birisi yolda Abdullah b. Ömer'e sövüp saymaya basladi. Abdullah evinin kapisina varincaya kadar onu sabirla dinledikten sonra adam dönerek, "Ben ve kardesim Âsim kimseye sövmeyiz" dedi.
Çok az yemek yerdi. Hele acikmayinca hiçbir sey yemezdi. Bir gün dostlarindan birisi ona hazim kolaylastirici bir ilâç hediye etmek Istedi. O dostuna su cevabi verdi: "Ben hiçbir yemekten karnimi doyururcasina yemedim. Hazim ilâcina ihtiyacim olacagini zannetmiyorum."
Bu kadar tok gözlü olmakla beraber ayni zamanda son derece müstagni bir kisi idi. Kimseden bir sey Istemezdi. Herkes ona hizmet etmek Ister, fakat o asla kabul etmezdi.
Bir ara Abdülaziz b. Hârun ona haber gönderip ihtiyaçlarinin ne oldugunu bildirmesini Istemis, Ibn Ömer onun davranisina karsi su cevabi vermisti: "Siz, geçimleri size ait olanlarin, geçimlerini üzerinize almis bulundugunuz kimselerin ihtiyaçlarini temin ederseniz daha iyi olur " (Ibn Sa'd, Tabakat, IV, 174).
Ancak Ibn Ömer bir sey hediye* edildiginde onu geri çevirmezdi. Nitekim Muhtar mal-ve mülkünün bir çogunu Ibn Ömer'e hediye etmis, o da kabul eylemisti. "Bize hediye edilenleri biz de hediye eder, Hak yolunda dagitiriz." demisti. Ve bütün hediyeleri ihtiyaç sahiplerine dagitmisti.
Bir ara Ibn Ömer'in halasi Ramle ona Ikiyüz dinar altin para göndermisti. Emir Muâviye ise bir aralik onun ihtiyaçlari için yüz bin dinar yollamisti. Muâviye bu parayi gönderirken Ibn Ömer'in Yezîd'e bey'at etmesini de düsünerek buna basvurmustu. Ibn Ömer bunu kabul etmemis, "Benim imanim sizin paranizdan daha degerlidir . " demisti . (Ibn Sa 'd, ayni yerler).
Abdullah b. Ömer'in yasayisi her türlü gösterIsten uzak idi. O bu hususta mükemmel bir örnektir. Bir oturusta binlerce dirhem para dagitmis olan bir zâtin bütün ev esyasi bir hali veya kilim ve bir de yataktan ibaret idi. Bunlarin bütün kiymeti yüz dirhem tutmazdi.
Abdullah varlikli olmakla beraber yasayisi Iste bu kadar sâde idi. Cuma günleri hariç, güzel koku kullanmazdi. Yalniz cuma günü iyi elbise giyerdi. Bir gün Cuma'dan sonra yolculuga çikmasi gerekti. Güzel elbiselerini giymisti. Bu elbiseyi eve gönderip degistirdi ve normal elbiselerini giydi.
Ibn Ömer sekil ve semâli hususunda babasi Ömer'e çok benzerdi. Uzun boylu ve esmerdi. Sakali agardigi zaman koyu sariya boyardi. Zira sakalinin rengi de koyu sariydi.
Ahmed AGIRAKÇA
Abdullah b. Ömer'in Bizzat Peygamber Efendimiz'den Duyarak Naklettigi Bazi Hadisler
- Insanoglu Allah'tan baska hiçbir seyden korkmazsa Allah'u Teâlâ ona hiçbir seyi musallat etmez.
- Nasihat olarak ölüm yeter.
- Istedigini ye, Istedigini giyin. Insanlari yanlis yola götüren israf ve tekebbürdür.
- Sagliginda hastaligin ve hayatinda ölümün için tedbir al.
Abdullah Ibn Ömer (r.a.) buyurdu ki:
- Ey Insan bedeninle dünyada ol, kalbinle âhireti bul.
- Hikmet ondur; dokuzu sükût, biri de az konusmaktir.
- Haramdan kaçinmadikça Ibâdetler kabul olunmaz.
Ebû Seleme b. Abdullah söyle demistir: "Abdullah Ibn Ömer vefat etti. O fazilette babasi Ömer'e çok benzerdi. Hz. Ömer kendisinin benzerlerinin çok oldugu bir zamanda yasamisti. Fakat Abdullah Ibn Ömer ise kendisinin bir benzeri bulunmayan bir dönemde yasamisti."
Kaynak: Sami Islam ansiklopedisi
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
calig58.gif

ABDULLAH IBN REVÂHA
(- ? - Ö. 629)
Akabe gününde Islâm'a giren sâir sahâbî. Nesebi Abdullah b. Revâha b. Sa'lebe b. Imriü'l-Kays b. Amr'dir. Künyesi Ebu Muhammed, ünvani sâiru Rasûlüllah'tir. Babasi Revâha, annesi Kebse'dir.Sahâbenin büyüklerinden ve Ensar'in ileri gelenlerinden olan Abdullah Medine'de dogdu. Hazrec kabilesine mensup olup ne zaman dogdugu kesin olarak bilinmemektedir. Ikinci Akabe gününde müslüman olmus ve kabilesini temsilen Peygamberimize bey'at etmistir.Hicret günü Rasûlullah'a mihmandarlik etti. Muhacirlerden Mikdad b. Esved'i kardes edindi. Ayni zamanda o, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kâtiplerindendi. Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gazvelerine katildi. Hudeybiye barisi ve Umretu'l-Kaza seferlerinde peygamberimizin yaninda yer aldi. Bedir savasinin zafer müjdesini Zeyd b. Hârise ile birlikte Medine'ye ulastirdi. Bedru'l-Mev'id gazasinda Rasûlullah'in Devlet Baskanligina vekâleten Medine'de kaldi. Hicretin 6. yilinda (627) üç kisilik heyetin baskani sifatiyla Hayber'e gitti. Yahudilerin baskani Üseyr b. Zârim'in Yahudilerle birlikte Gatafan kabilesini Müslümanlara karsi kiskirttigini gördü. Hayber'de üç gün kaldi. Dönüsünde gördüklerini Hz. Peygamber (s.a.s.)'e aktardi.Yine ayni yilin Sevvâl ayinda Hayber'e elçi olarak gönderildi. Yaninda bulunan otuz kisiyle birlikte Hayber'e vardi. Üseyr b. Zârim ile gõrüstü. Allah Rasûlü'nün kendisini Hayber'e vali yapacagini, Medine'ye gelmesi halinde kendisine ikrâm ve ihsânda bulunacagini bildirdi. Üseyr, bu teklife memnun oldu, valilige heveslendi. Yanina aldigi otuz kisiyle birlikte yola çikti. Yolda, sahâbeden Abdullah b. Üneys'in kilicina el atarak onu öldürmek istedi. Abdullah, bunun ahde vefasizlik oldugunu bildirdi. Ikinci kez yine Abdullah'in kilicina el atti. Bu durum karsisinda Yahudilerden yirmidokuz kisi kiliçtan geçirildi. Bir kisi kaçip kurtuldu.Hz. Peygamber'in Basra hükümdarina gönderdigi elçinin Sam valisi Surahbil tarafindan öldürülmesi olayiyla ilgili olarak hicretin 8. yilinda bir ordu hazirlandi. Bu ordunun komutasiyla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) su açiklamada bulundu: "Cihada çikacak su insanlara Zeyd b. Hârise'yi kumandan tayin ettim. Zeyd b. Hârise sehid olursa, yerine Ca'fer b. Ebi Talib geçsin, Ca'fer b. Ebi Talib de sehid edilirse, yerine Abdullah b. Revâha geçsin. Abdullah b. Revâha sehid olursa, müslümanlar, aralarindan uygun birini seçip, kendilerine kumandan yapsinlar."Müslümanlar bir müddet ilerlediler. Düsman ordusunun gücü ve sayica çok olusu Müslümanlari endiselendirdi. Zeyd b. Hârise, ne yapmak gerektigi konusunda istisâre yapti. Abdullah b. Revâha, Rumlar'la çarpismaktan yana oldugunu bildirdi. Müslümanlar, Mûte'de savas düzeni aldilar, çarpismaya basladilar. Zeyd b. Hârise, vücudu mizraklarla delik desik oluncaya kadar savasti. Ve sehid oldu. Sancagi Ca'fer aldi. O da savasti, sehid oldu. Ca'fer'den bosalan sancagi Abdullah b. Revâha aldi. Bir mizrak darbesiyle yaralandi ve o da sehid ,oldu (629).Hz. Âise'nin bildirdigine göre, Mûte sehidleri Ibn Hârise, Ca'fer ve Ibn Revâha'nin sehâdet haberi geldiginde Rasûlullah (s.a.s.) Mescid' te oturmustu. Yüzünde hüzün ve kederin izleri görülüyordu. Bu sirada Rasûlullah'a birisi geldi ve "Ca'fer'in kadinlari aglasiyorlar" dedi. Rasûlullah ondan kadinlari çiglik atmaktan alikoymasini söyledi. Adam gitti, ancak kadinlar ona itaat etmediler. Geriye gelip kadinlarin hâlâ aglastiklarini Rasûlullah'a söyledi. Üçüncü defa gelisinde Rasûlullah söyle buyurdu: "Hadi git bu kadinlarin agizlarina, yüzlerine toprak saç."
mecca.jpg
Hz. Abdullah b. Revâha Mûte'ye giderken evliydi, fakat çocugu olmamisti. Abdullah, güçlü bir hatip ve büyük bir sâirdi. Peygamberimize siir yoluyla satasan kâfirlere karsi onu savunan siirler yazdi. Ibn Revâha, Ka'b b. Malik ve Hassan b. Sâbit müslümanlarin sâirleriydi. Ilk Islâmî siirleri onlar yazdi. Onlar hakkinda Suarâ sûresinde söyle buyrulur: "Sâirlere sapiklar uyar. Onlarin her sahaya dalip çiktiklarini ve yapmadiklari seyleri söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip salih ameller isleyenler Allah'i çok zikredenler ve haksizliga ugratildiktan sonra haklarini alanlar böyle degildir. O zâlimler, yakinda nasil bir yikilisla altüst edileceklerini bileceklerdir." (Suarâ, 26/224-227).Allah'i çok zikreden iste yukarda bahsedilen hicivci üç sahâbidir. Abdullah müsriklerin küfrünü yüzlerine vuran siirler söylerdi. Peygamberimiz onun siiriyle ilgili olarak "Kureys müsriklerine ok yagdirmaktan daha etkilidir" buyurmustur.Abdullah, Mute gazasina giderken aglamis, sebebi soruldugunda söyle demisti: "Benim dünyaya karsi sevgim, sizlere karsi ziyade arzum yoktur. Ancak ben Rasûl-i Ekrem'den (s.a.s.) Meryem sûresi yetmisbirinci "Içinizden hiç biriniz hariç olmamak üzere mutlaka hepiniz Cehennem'e varacaksiniz" âyetini isitmistim. Âyette bahsolunan Cehennem'e ugradigimda halim nice olur? diye düsündügümden agliyorum." Ugurlayanlardan bazilari onu teselli ederek, "Cenab-i Hak sizleri korusun, düsman serrini sizden uzaklastirarak sag salim dönmenizi nasib etsin." demisler, bunun üzerine Abdullah su siiri söylemistir:"Günahkârim fakat benAf isterim RabbimdenYa da kanimi dökecek bir vurus isterim.Kilinç ya da mizrakla desilip çikmis cigerim.Ta ki beni gören samimice desinSu savasçiya Allah rahmet eylesin."Yine Mûte'de ordu komutasini eline alirken su siiri söylemistir:"Nefsim bir isteksizlik var sendeSavasacaksin dilesen de dilemesen deHani çoktandir yoktu sende ölüm korkusuCa'fer, ne güzel geliyor Cennet kokusu ."Hicret'in yedinci yilinda Hz. Peygamber Umre için Mekke'ye girerken yaninda Abdullah Ibn Revâha da vardi ve su siiri söylemekteydi."Çekilin kâfirler nebinin yolundan bugün,Vururuz yoksa boynunuzu inkâr etmistiniz dün,Öyle bir vurus ki ayirir gövdeden basi,Hatirlatmaz insana ne dost ne arkadasi."Bunun üzerine Hz. Ömer ona: "Ya Abdullah, Harem'de Allah'in Rasûlu'nün huzurunda mi böyle karsidakileri çatismaya tahrik eden siiri söylüyorsun?" demis, Rasûlullah da: "Birak ya Ömer söylesin. Vallahi Abdullah'in sözleri bu kâfirlere ok yarasindan daha fazla tesir eder" buyurmustur.Rasûlullah, Ibn Revâha için "Kardesiniz süphesiz bâtil söz söylemez" buyurmus, bâtil sözler disindaki siirlerde hikmet ve yarar vardir demistir.Kaynak: Samil Islam ansiklopedisi
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
besmele2.gif

Sâhibü’l-Ezân
Abdullah Ibni Zeyd
radiyallahu anh
Abdullah Ibni Zeyd radiyallahu anh “Sâhibü’l-Ezân” lakabiyla taninan bir sahâbi... Islam’in siâri, en büyük alâmeti olan “Ezân-i Muhammedî”nin okunusunu rüyasinda ögrenen bir yigit... Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizden ezan ile ilgili hadis-i serifi rivayet etmekle meshur olmus bir iman eri...
O, Medine’li olup Hazrec kabilesine mensuptur. Akabe’de Rasûlullah (s.a.)’e biat ederek Islâm’la sereflenen Medine’li ilk müslümanlardandir. Babasi Zeyd Ibni Sa’lebe’dir.
Iki Cihan Günesi efendimiz Medine-i Münevvere’ye tesrif edince, Ensar ile muhaciri birbiriyle kardes ilân etti. Sonra ashabiyla birlikte Islâm’in ilk müessesesi olan mescidi insa etti. Hicretin birinci yilinda “Mescid-i Nebevî” tamamlandiktan sonra müslümanlarin ibadete nasil çagrilacagi konusu gündeme geldi. Namaz vakitleri nasil duyurulacakti?
Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz bu konuda ashabinin fikirlerini almak üzere onlari topladi ve istisarede bulundu. Onlara ibâdet vakitlerini halka duyurmak için ne yapilmasi lâzim geldigini ve müslümanlarin cemaate, câmiye nasil çagrilmasi gerektigini sordu. Namaz vaktinin girdigi nasil ilân edilmeli? diyerek ashâbina sorular yöneltti. Teker teker onlarin görüslerini aldi. Herkes bir fikir beyân ediyordu. Kimi namaz vakti câmi üzerine bayrak dikelim dedi. Kimi çan çalalim, boru öttürelim dedi. Kimisi de ates yakalim dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz bu görüslere iltifat buyurmadi. Çan çalma hristiyanlarin, boru sesi yahûdilerin, ates yakmak da mecûsîlerin âdetleriydi. Bu sebeble bu görüsler hüsnü kabul görmedi. Edasiyla, sedasiyla ve manasiyla gönüllere hos gelecek, kulaklari oksayacak ve imanlari costuracak bir çare bulunmaliydi. Bir müddet sabredilmeliydi. Allah (c.c) her seye kadirdi. Görüsler henüz bir fikir üzerinde birlesemeden toplanti dagildi. Müzâkereler birkaç gün devam etti.
Abdullah Ibni Zeyd (r.a.) bir gece rüyasinda degisik kelimelerle bir takim sözler isitti. Bu isin gerçeklestigini gördü. Sabah erkenden Iki Cihan Günesi efendimizin huzuruna geldi ve rüyasini heyecanla anlatti. Rüya söyle idi:
Üzerinde iki kat (alt ve üst) yesil elbise bulunan biri yanima geldi. Elinde bir de nâkus (çan) vardi. Ona: Elindeki çani satar misin?” dedim. O da: “Ne yapacaksin?” diye sordu. Bende: “Namaz vakitlerini bildirmek için çalacagim” dedim. O kisi bana: “Ben sana daha hayirlisini tarif edeyim.” dedi. Kibleye karsi durdu ve yüksek sesle “Allahu Ekber” diye baslayarak ezani bütünüyle okudu. Sonra biraz durdu; ezan cümlelerini bir daha okudu.
Ayni kelimeleri tekrar etti. Sonuna dogru iki defa “Kad kâmetis salâh” dedi. Bu cümleyi ilâve etti.
Abdullah ibni Zeyd (r.a.) bu sekilde rüyasini anlatinca Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz: “Bu sâdik bir rüyadir. Hak, gerçek bir rüyadir. Onu Bilâl’e ögret. Onun sesi seninkinden daha gürdür.” buyurdu. Ezan’da geçen, cümleleri, sözleri Bilâl (r.a.)’a ögretmesini duyurdu. O da Bilâl (r.a.)’e ayni kelimelerle bugün okunmakta olan ezâni ögretti.
Bilâl-i Habesi (r.a.) mescidin yakininda bulunan yüksek bir yere çikti ve ilk ezâni okudu. Hz. Ömer (r.a.) ezân sesini isitince kosarak Rasûlullah (s.a.) efendimizin huzuruna geldi ve: “Ey Allah’in Rasûlü! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah için, onun gördügünün aynisini ben de gördüm. Ama bu benden önce geldi.” dedi. Bu kelimeleri aynen rüyasinda duydugunu söyledi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz: “Allah’a hamdolsun hakki bildirdi.” buyurdu. Iki ashabinin rüyalarinin ayni olmasindan dolayi Allah Teâlâ’ya hamdetti. Böylece kiyamete kadar devam edecek olan ulvî bir davet sekli meydana geldi. Bu seref Abdullah Ibni Zeyd (r.a.) için büyük saâdet oldu. Bundan sonra “sâhibü’l-ezân” diye söhret buldu.
Ne güzel ahlâk-i hamîde!.. Istisâre!.. Müzâkere!.. Fikrini almak!.. Fikrini sormak!.. Islâm’in siâri, en büyük alâmeti ezan konusunda bunu tatbik etmek... Degisik fikirlerden rahmet beklemek... Hepimize en canli örnek... Ne rahmet!.. Ne bereket!..
O, hicretin ikinci yilinda Bedir muharebesine istirak etti. Büyük kahramanliklar gösterdi. Mekke fethi günü Hazrec kabilesinin Hâris ogullari kolunun bayragini tasidi. Veda Haccinda bulundu. Hac esnasinda elinde bulunan hayvanlarini fakirlere sadaka olarak dagitti. Kendisine sâdece bir kisrak koydu. Cömertti. Kendisi sikinti ve zarûret içinde yasamayi tercih eder, mallarini Allah yolunda infak ederdi.
Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimizden ezân hadisini rivâyetiyle taninan Abdullah Ibni Zeyd (r.a.) alti hadis-i serif rivâyet etti. Hicretin 22. senesinde Hz. Osman (r.a.) devrinde 64 yaslarinda iken Medine’de vefat etti. Cenaze namazini halife Hz. Osman (r.a.) kildirdi. Cenâb-i Hak’dan sefaatlerini niyaz ederiz. Amin.
Mustafa ERIS
Kaynak:
Altinoluk dergisi, Eylül 1999

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Abdulvehab Gazi ve Sivas Sehri

TAKDIM
Uzerlerinde dogup büyüdügümüz, temiz havasini teneffüs ettigimiz, yüksek daglarindan, yaylalarinndan siril siril akip gelen soguk sularini ictigimiz, münbit ovalarinda yetisen cesit cesit meyvelerini, sebzelerini yedigimiz, ecdad yadigari, göklere sehadet parmagi gibi uzanan minarelerinde ezan okudugumuz, camilerinde husu ve huzur icerisinde namaz kildimiz, Türbeleri önünde (kabirleri önünde) ellerimizi kaldirarak dua ettigimiz bu cennet ülke vatanimizdir.
Bu vatani bizlere, her karis topragini kanlariyla sulamis, sinirlani kanlariyla cizmis sehitlerimiz, gazilerimiz emanet etmislerdir.
Hangi sehre giderseniz gidin, hangi kasabaya ugrarsaniz ugrayin, hangi köye misafir olursaniz olun, muhakkak orada (Bir sehit mezari) bir türbe görürsünüz. Sivas ilimiz de sehitler diyari bir beldemizdir.
Sahabi olmasi muhtemel olan, degilse de Tabiiinden oldugu muhakkak bulunan Ilayi Kelimetullah icin Anadolu'ya gelip sehit olan, sehrimizin en hakim noktasinda türbesi bulunan Abdulvehhab Gazi Hazretleri bulunmaktadir. En cok ziyaretcisi olan bir türbedir.
Zaman zaman Müftülügümüze, sifahi olsun, yazili olsun gerek yerli ve gerekse yabanci ziyaretciler tarafindan, türbe hakkinda bilgi edinemediklerini bildirmekte idiler. Hakikaten bu büyük bir eksiklikti. Ben bu eksikligi gidermek icin Merkez Vaizimiz Hüseyin Celik beyefendiye rica ettim. O da benim bu ricami vazife telakki etti ve iste elinizdeki bu kitapcigi hazirladi. Kendisine tesekkür ederim.
Türkiye Diyanet Vakfi Sivas Subesi olarakta basimina karar verdik. Böylece o büyük sehidi (Sahabiyi) tanitmada katkida bulumnus oluyoruz.
Milletler, dinlerine, tarihierine, ecdadina, sehitlerine, gazilerine, hürmet ettigi, saygi duydugu müddetce yasarlar.
Bu vesile ile en güc, Sartlar ve mahrumiyetler icerisinde hayatlarini veren tüm sehitlerimizi, gazilerimizi sükranla anarim.
Ruhlari sad olsun. 14.12.1992
Mehmet GÜRLER Sivas Müftüsü
I - ABDULVEHHAB GAZI'NIN HAYATI
A - ABDULVEHHAB GAZI KIMDIR?
Abdulvehhab Gazi Hazretleri, Sivas'ta, Kilavuz mahallesi üzerinde Akkaya ismindeki bir tepede kendisi ici yaptirilan türbesinde medfundur. Mahalli rivayete göre, Sahabidir. "Lä ilahe illallah Muhammedürrasulullah" yazilli olan Peygamberimizin sancagini, cihad icin hazirlanan ordunun önünde tasimistir. Peygamberimizin sancaktari, bayraktari olarak bilinir.
Yakin zamana kadar Sivas ve havalisinde cereyan eden bu olay, Abdulvehhab Gazi'nin Peygamberimizin bayraktari oldugu kanaatinin ne kadar yaygin oldugunu göstermesi bakimindan cok manidardir.
Yapilan dügkün merasimlerinde, oglan tarafi gelini almak icin baslarinda bayraktarlari bayragi cekmis bir halde kizin bulundugu köye veya mahalleye yaksirlar. Bunlari kiz tarafi karsilar. Kiz tarafinin bayraktari, oglan tarafinin bayraktarina söyle seslenir:
Kitap üstünde yazi,
Okurlar bazi bazi
Pirimiz ABDULVEHHAB GAZI
Verelim Muhammed'e selavat,
Sallü alü Muhammed
Herkes salavati serife getirir. Salavati serifeden sonra, oglan tarafmin bayragi elinde tasiyan bayraktari, kiz tarafinin bayraktarina:
Bayraktar bayragini, kaldir
Yönünü kibleye döndür
Pirine bir salavat gönder
Verelim Muhammed'e selavat,
Sallü ala Muhammed
Yine herkes salavati serife getirir. Ve kiz tarafinin bayraktari oglan tarafnin bayraktarina maniler seklinde bilmeceler sorar. Bilirse oglan tarafina gelini almalarl icin yol verilir. Bilinmezse bayraktar:
- Bildigimin alimiyim, bilmedigimin talibiyim. Ben haddimi bilirim. Cevabi bilmiyorum. Söz söyleyin ögrenelim der. Kiz tarafinin bayraktan cevap verir ve oglan tarafina yine yol verilir.
Burada oglan ve kiz tarafindan, bayragi tasiyanlarin birbirine "Pirine salavat (dualar) gönder, Pirimiz ABDULVEHHAB GAZI" demeleri dikkat cekicidir. Zira halkin inancina göre Abdulvehhab Gazi, Peygamberirnizin bayraktari sayilmakta ve bayraktarlarin piri kabul edilmektedir.
Rivayete göre Abdulvehhab Gazi cok uzun yasamistir. Abdulmelik bin Mervan zamaninda seraskerli'ge Sivas'a gelmis ve burada sehid düsmüstür. (I.Hakki UZUNCARSILI, Sivas Sehri)
Evliya Celebi'ye göre Hz. Peygambere asik olup, onun huzurunda müslüman olmus, Hz. Ali kemerini baglamis, debbaglarin piri olmustur.
Türbesindeki kabir tasinda su ifadeler vardir.
"Hüvelbäki, Ashabi Kiramdan Haza Merkadül Magfur merhum hazreti Abdülvehhab Gazi (R.A.) Ruhuna fatiha H. 113, M. 732"
Taberi Battal Gaziden bahsederken, onun bulundugu muharebelerden ikisi hakkinda malumat verir. Bu muharebelerden biri Hicri 113 tarihinde olmustur. Bu savasta Battal Gazi'nin silah arkdaslarindan Abdülvehhab bin Buht sehit düsmüstür. (Islam Ansiklopedisi)
Abdulvehhab Gazi'nin, Battal Gazi destanindaki kahramanlardan ve onun silah arkadaslarindan biri oldugunu kabul ederek, su bilgilere sahib oluruz:
a) Abdulviehhab Gazinin dogum tarihi belli degildir.
b) Babasi Buht'tur.
c) Hicri 113 tarihinde Sivas yakinlarinda ve Battal Gazi'nin de bulundugu bir savasta sehid düsmüs ve bugünkü bilinen yere defnedilmistir.
Abdulvehhab Gazi'nin menakibi (Hicrii 1100, Miladi 1688) senesinde ulemadan Sari Hatip Zade Ahmet Hamdi Efendi tarafindan nazmen kaleme alinmistir. (I.H. UZUNCARSILI)
B - MANZUM BiR ESER
1 - ABDULVEHHAB GAZI PEYGAMBERIMIZIN HUZURUNDA
Semsi Sivasi Hazretleri nakleder ki; Abdulvehhab Gazi, genclik cagina erismeinden itibaren Peygamberimizle beraber yapilan gazalara istirak etmis, daima O'nunla , sefere cikmistir. Seferlerde peygamberimiz ona tasimasi icin bayrak vermis ve:
Nice yerler gezesin, Allah sana uzun ömürler versin diye dua etmistir. Bu duanin bereketi üzerine Abdulvehhab Gazi cok uzun seneler yasamistir.
Bir gün iki cihan günesi, beseriyyet icabi kederlenir, mübarek yüzünde üzüntü alametleri görülür. Bu keder icerisinde etrafina toplanmis olan eshabina söyle der:
„Kim Allah tarafindan meydana gelen, gördügü tuhaf, acaib seylerden bahsetmek ister?"
Peygamberimizin bu talebi üzerine, Ashabdan Abdulvehhab Gazi kiyam eder, boyun büker ve utanarak söyle der:
„Ey Cihanin Fahri ....Ben nice yerler dolastim. Iran ikliminin cümlesini gördüm. Sehirlerini ve beldelerini seyrettim. Gördügüm bu yerler öyle güzel yerlerdi ki, Dünyada buralarin bir misli daha yoktu. Daglari agaclarla dolu idi. Bunlardan bir kismi da meyve agaci idi. Bag ve bahceleri de meyvelerle dolmustu. O yerin havasi cok hostu. Erkekleri Araba muhabbet eder, kadinlari ise gok güzeldi. Buralar ne kadar övülse, buna layiktir. Fakat bunlann bir kusuru vardi, o da, müslüman olmayislariydi, Ya Resulellah, nolaydi bu diyar bize müyesser olsaydi da, buralar, müslüman askerleriyle dolsaydi.
Abdulvehhab Gazinin bu sözleri üzerine peygamberimiz Allah'a dua etti ve:
„Ya Rabbi, bu diyari ümmetime nasib eyle" dedi.
Bu olay üzerine Cebrail (AS) gelerek peygamberimiz (SAV) efendimize:
„Ya Muhammed (SAV) Allah'in sana selami var. Bu Yerler senin ümmetine nasib olacak. Müslümanlar buralari fethedecektir. lkiyüz sene sonra senin neslinden adi CAFER olan bir yigit cikacak ve onun karargahi Malatya olacaktir. Allah yolunda Cihad edecek olan bu yigit cok yerleri fethedecektir."
Cebrail (AS)'in bu müjdesini peygamberimiz ashabina bildirdi. Ashab cok sevindi. Abdulvehhab Gazi söz alarak Peygamberimize:
„Ya Resulullah, acaba ashabdan bu zamana erisecek kimse olur mu?" dedi.
Bunun üzerine Cebrail (AS) Peygamberimize söyle buyurdu:
„Ya Muhammed (AS), sana bu soruyu soran o zamana erecektir. Sen Abdulvehhab Gaziye vasiyyet et. Emanet birak."
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı.....
2 - AB DULVEHHAB GAZI BATTAL GAZI ILE....
Peygamberimizden ikiyüz sene sonra Abdülvehhab Gazi, Peygamberimizin vasiyyeti üzere, Cafer'i -ki Battal Gazi'dir- bulur. Ve emaneti ona teslim eder. Bütün savaslarda onunla birlikte olur. Birlikte cok yerler fethederler.
3 - AHMED TURAN
Sivas yakinlarinda Soguk Cermik civarinda cok siddetli bir savas olur. Bu savasta Hz. Cafer, Ahmed isimli bir kafirle cenge tutusur ve onu yener. Hz. Cafer'in yigitligi ve mertligi karsisinda Ahmed sehadet kelimesini getirerek müslüman olur. Müslüman olan Ahmed, Hz. Cafer'e BATTAL ismini verir. Hz. Cafer bundan sonra Battal Gazi ismiyle söhret bulur. Battal Gazi de, Müslüman olan Ahmed'e Turan ismini verir. Ahmet Turan müslüman olduktan sonra Battal Gazi ve Abdulvehhab Gazinin yaninda, müslümanlarin safinda savasa girer. Savas siddetlenir. Gazilerin cogu sehid düser. Bu arada Ahmet Turan'da sehid olur. Ahmet Turan'in mübarek cesedini bulurlar ve Soguk Cermikteki yüksek yere, kayanin Üstüne defnederler.1
Dipnot:
1 Sivas 'ta yaygin bir inanc vardir. Cocuklari yasamayan, ölen kadinlar, Ahmet Turan'i ziyarete giderler. Kabri basinda cocuklarinin yasamasi icin Allah'a dua ederler. Bu sekilde hareket etmekle cocuklarinin yasiyacagina inanirlar. Ahmet Turan'in kabrinin ziyaret edilmesi ve yaptiklari duadan sonra dogan cocuklarina da Ahmet Turan ismini korlar. Bu sekilde cocuklarina Ahmet Turan ismini koyan aileler bir hayli coktur. Bu sebepledir ki Sivas ve havalisinde cok sayida Ahmet Turan ismi vardir
4 - ABDULVEHRAB GAZININ SEHADETI VE DEFNI
Soguk Cermik civarinda meydana gelen siddetli savasta Ahmet TURAN'la birlikte, Abdulvehhab Gazi Hazretleri de sehid olur. Sehid olan Abdülvehhab Gazi suya düser, Sel sulari Abdulvehhab Gazi'nin mübarek cesedini Yukari Tekkedeki Akkayanin eteklerine kadar getirir. Burada kumlarin altinda senelerce kalir. Sivas'ta bulunan büyük bir zat Abdulvehhab Gaziyi rüyasinda görür. Abdulvehhab gazi rüyasinda o zata:
„Gel beni buradan cikar," der.
Sabah olunca o zat, gördügü rüya üzerine, ileri gelenlerle birlikte Abdulvehhab Gazinin bulundugu yere giderler. Cesedini kumlarin altindan cikarirlar. Mübarek ceset kana bulanmis ter-ü tazedir, Sanki yeni sehid olmus gibidir.
Kumlarin arasindan cikarilan ceset, Akkayanin üstüne, simdiki yerine defnedilir. Cesedi cikaran zat, Abdulvehhab Gazi'ye güzel bir türbe yaptirir.
Eskiden Sivas halki yagmur duasi icin Yukari Tekkeye, Abdulvehhab Gazi türbesinin yanina gelirler, burada dua ederlerdi.
5 - SIVAS VALISI ZARALI ZADE MEHMET PASA
Bircok devlet adami, Abdulvehhab Gazi' ye itibar etmisler, saygi ve hürmette kusur etmemislerdir. Bunlardan biri de, Mahmud Han zamaninda , Sivas Valisi olan Zarali Zade Mehmet Pasadir.
Zarali Zade Mehmet Pasa Abdulvehhab Gazi'ye itimat etmis ve ona cok tazimde bulunmustur. 1160 Hicri senesinde Abdulvehhab Gazi türbesini tamir ve insa ettirmis, demir parmakliklar yaptirmistir. Türbedara maas baglanmistir ve Abdulvehhab Gazi türbe ve Camisi icin yapilan vakfi genisletmistir. Ayrica camiyi genieletmis minare yaptirmistir. Buraya birde su getirmistir.
C - ABDULVEHHAB GAZI SAHABI MI DIR?
Resulullah (SAV) ahir hayatinda yatsi namazini kildirdiktan sonra ayaga kalkti ve:
„Bu geceyi görüyorsunuz ya, iste bu geceden itibaren yüz sene basinda (bu gün) yeryüzünde olanlardan hicbir kimse kalmayacaktir, buyurdu." (Tecrid 1/113, Müslim Terceme ve Serhi 10/459). Muhaddislerin beyanina göre bu hadisten maksat, ashabin devri yüz sene sonra nihayete erecek demektir. Peygamberimiz bu sözleriyle o gece doganlar dahil, dünyada bulunan herkesin yüz sene icinde öleceklerini aciklamistir. Hadisi serif bir mucizedir.
En son vefat eden sahabi Leys'dir. Vefati icin hicri yüzden yüzona kadar muhtelif tarihler beyan edilir. Bu sebeple hicri 110 tarihinden sonra yasayan bir kimsenin sahabiligi reddedilir. Hicri 110 tarihinden sonra sahabi oldugunu söyleyen kisi ülemaya göre bilittifak yalancidir. (Tecrid, Muk/17, 29).
Peygamberimizin mezkur hadisine ve ulemanin bu hükmüne göre tarihen Abdulvehhab Gazi'nin sahabi olmasi mümkün gözükmemektedir.
Evliya Celebi, Abdulvehhab Gazi'den sahabi olan Süheybi Rümi olarak bahsediyorsa da, Süheybi Rümi hicri 38 de Medine'de vefat etmistir. Süheybi Rümi olmasi da mümkün degildir.
Corum tarafindan Ali Izzet Efendinin "Tezkire-i Makamat" isimli Osmanlica bir risalesi vardir. Corum ve, havalisindeki 200 kadar zevatin isim ve makamlarindan bahseder. Bu risalenin bas tarafinda su ifadeler vardir:
"225 tarihinden ilel an bihasbil kader seyahat ve kest-i güzär eyledigim mealiki Islamiyyede:
A- Enbiyai Izamdan Ergani sancaginda Hz. Zülkifl (AS) merkadi serifiyle, Tarsus'ta Hz. Lokman (AS) ve Danyal (AS) in makami latifelerini ve,
B - Ashabi Kiramdan Derseadette Hz.Halid b. Zeyd ve Cafer ve Ali beytinden Kayseride Zeynel Abidin ve,
C - Tâbiinden -Sivas'ta Abdulvehhab Gazi (R.Anhüm) hazeratiyla evliyai kiramdan beldei mezkurelerde ve biladi sairede de nice zevat rahimehümüllah mekabir ve makaâmâtlarini ziyaret müyesser oldu..."
Görüldügü gibi bu risalede Abdulvehhab Gaziden Tabiin olarak söz edilmektedir.
Anadolunun fethinde tasavvufun dolayisiyla Allah dostu dervislerin cok büyük bir rolü oldugu tarihi bir vakadir. Bu mana erlerin islama hizmetlerini iki sekilde yerine getirmislerdir:
1 - Barisci Dervisler: Bunlar daha cok dua ve himmetleriyle gönül fetheden, ruh hakimi olan evliya ve erenlerdir. Bu maneviyat adamlari Anadolu'nun islamlasmasinda birinci derecede rol almislardir.
2 - Savasci Dervisler : Bunlar lslami kiliga yayma vazifesini üstlenmis, kendilerini Allah'a adamis evlenmeyen yigit, cesur, kahramanlardir. Düsmanla daima savas halinde olan bu yigitlere "Gaziyani Rum =Rum Gaziler " , "Alp Erenler" denir. Anadolu ve Balkanlar Türkiyesinin her sehri bunlardan bir hatira tasir. "Melik Gazi", "Aslan Gazi", "Musa Gazi", "Seyyid Gazi", "Abdulvehhab Gazi"... gibi bir gazinin türbesiyle süslenmeyen bir sehir yok gibidir. Serhadlerde ölmek, harpte en ön saflarda savasirken sehid olmak, sehid olduklan yerde defnedilmek, böylece oralarin Diyari Islama ait oldugunu belgelemek bu idealist dervisIerin kudsi bir hedefi idi. (Bak: Süleyman Uludag, Tasavvuf Tarihi Ders Notlari, I. H. Uzuncarsili: Sivas Sehri, sh. 38)
Tabiinden olan Abdulvehhab Gazi de, Battal Gazi'nin silah arkadaslanndan, kendini Allah'a adamis bu savasci dervislerden aziz bir sehid olsa gerektir. Allahu Alem. Allah ondan razi olsun.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı..
II - ABDULVEHHAB GAZI TÜRBESI
Abdulvehhab Gazi türbesinin kim tarafindan ve kac tarihinde yapildigini bilemiyoruz. Fakat bu türbeyi ilk defa vakif yapan meshur Cakirhan oglu Serafeddin Ahmed Beydir. Bu zat 726 Saban'inda (Milsdi 1325) vakfiyesini tesbit ettirmistir. Vakfinin mütevelliligini de, Seyh Muiniddin Ahmed bin Seyh Abdulaziz'i tayin etmistir. (Vakfi esi Vakiflar Genel Müdürlügü Arsivinde, 607 nolu defterde kayitlidir).
Ikinci Beyazit zamaninda Ahmet Pasa türbenin yanina bir mescit yaptirirken, türbeyi de yeniden yaptirmistir, Türbenin bakimi icin görevlendirilme yapilmis, ve bu vazifedarlara kafi miktarda gelir vakfedilmistir.1160 senesinde Sivas Valisi bulunan Zarali zade Mehmet Pasa tarafindan Abdulvehhab Gazi vakfi tevsi ve kabri yanindaki Mescit genisletilerek bir minare, bir zaviye ve bir de cesme ilave edilmistir. Bu arada Türbe tecdiden tamir görmüs ve ayrica türbedara maas baglanmistir.
Ahmed Hamdi Efendinin oglu Müfti Numan Efendi, Zarali zade Mehmet Pasa hakkinda tanzim eyledigi bir kasidesinde:
"Sim ile oldu müzeyyen, mamur
Merkadi pakii Abdulvehha"
Yani: "Abdulvehhab Gazinin kabri, türbesi imar edildi, gümüs1e süslendi" beytiyle Abdulvehhab Gazi türbesinin tamirine isaret etmistir, (Bu bilgiler icin bak: I.H. Uzuncarsili, Sivas Sehri)
Evliya Celebi'nin Seyahatnamesinde bahsettigine göre, Bagdat Fatihi 4. Murat Sivas'a gelip Abdulvehhab Gazi türbesini ziyaret etimis ve türbenin duvarrna sikeste talik yazisiyla su beyti yazmistir
„Su denlü devr ede bu carhi devvar
Ne ben kala, ne hat kala, ne divar"
Bu günün diliyle: Bu dönücü dünya o sekilde dönüyor ki, ne ben kalirim, ne yazi kalir, ne de duvar, demektir.
a-vehhab.gif

ABÜLVEHHAB GAZININ SIVAS'TAKI TÜRBESI
Yine 4. Murad Han bu örtülü kabri ziyaret edip,
„ lza tehayyertüm fil umuri festeinü min ehlil kuburi" -Islerinizde güclüge ugrayinca, kabirlerden ibret alip onlari ziyaret etmek suretiyle Allah'tan) yardim isteyiniz." hadisine uyarak ruhaniyetlerinden yardim dilerken, Murat Hanin gönlüne Alleh'in ilharni ile "Fetehna'l-idrak" terkibi gelip Bagdat'in eski fethi tarihi düser. (Fetehna'l-Irak) arapca Iraki fethettik demektir. Arapca cümlenin lebcet hesabiyla karsiligi 941 eder ki, Bagdat'in Kanuni Sultan Süleyman tarafindan fethi tarihidir. Miladi olarak Osmanli ordusu Bagdat'a 28 Kasim 1434'te girmistir." Bu sevincle Murat Han, Abdulvehhab'in örtülü kabrinden disari cikarak Silahtar Melek Ahmet Agadan bir kisa kargi alir. Sehre bakan kaya üzerinde ceevreye göz atarken Allah'in emriyle bir kara kartal kusunun ucmakta oldugunu görür. Murat Han, "Bagdat'i fethedebileceksem su kus avim olsun ey Seyh" diye niyet tutarak kargiyi savurur (ve tefe'ül eder). Kusa isabet edince Allah'a hamdolsun, Bagdat benimdir. Imami Azam'in kabrini tahkirden kurtaracagim" diye sevinir. (Imami Az'am Siilerce sevilmedigi icin Bagdat'taki kabrine hor bakiliyordu. (Seyahatname).

Abdülvehhab Gâzi'nin Sivas'taki türbesi (Yukari Tekke)
Abdulvehhab Gazi türbesi, bugünkü haliyle sekizgen planli olup tamamen kesme taslardan yapilmistir. Üzeri tek kubbelidir. Türbenin icinde sadece Abdulvehhab Gazi'nin mezari vardir.

III - ABDULVEHHAB GAZI TEKKESI
Zaviye Tekkenin kücügüne denir. Tekke ise, tarikat mensuplarinin oturup kalktiklari, zikir ve dua ile mesgul olduklari, ilim ve fen tahsis ettikleri yer demektir. (Osmanli Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlügü)
Abdulvehhab Gazi türbesinin yanina Hicri 1160 senesinde Zarali Zade Mehmet Pasa'nin zaviye yaptirdigini biliyoruz.
Abdulvehhab Gazi tekkesinin zamaninda mamur, varidatinin fazla ve müridaninin kalabalik oldugunu kaynaklardan ögreniyoruz.
Hicri 1302 yilina ait Sivas salnamesinde de o gün icin Abdulvehhab Gazi tekkesinin acik ve mamur oldugu, türbei seriflerinin ise ziyaretcilerle dolup tastigi, ruhani feyizlerinin acikca görüldü kayitlidir.
Evliya Celebi Seyahatnamesinde, Sivas halkinin gayet dindar olmasi nedeniyle her mahallede birer ikiser zaviyenin ve 11 (On bir) tane de Tekkenin bulundugundan bahseder. Iste bu tekkelerden biride Abdulvehhab Gazi Tekesidir. Mamur olmasiyla, gelirleri'nin fazlaligiyla, zikir, dua ilim ve fenle mesgul olan müritlerinin kalabaliklariyla meshur olan Tekke, bulundugu yerin bu adla anilmasina sebep olmustur.
Burada yeri gelmisken su bilgiyi de verelim:
2 Eylül 1925 ' te ilan edilen bir kararname ile Tekke ve Zaviyeler kapatilmistir. Tekke ve Zaviyeler hakkindaki kararnamenin birinci maddesi aynen söyledir.
Madde 1 - Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek Vakif suretiyle insa edilmis ve gerek Seyhin mülkü olarak tapu ve taht-i temlikinde bulunmus olan bilumum Tekava (Tekkeler) ve Zevaya (Zaviyeler) bila istisna kamilen kapatilmistir.
Bu kararname üzerine sahipsiz kalan tekke ve zaviyeler zaman icerisinde yok olmuslardir. Abdulvehhab Gazi Türbesinden de bugün bir iz kalmamistir. Varligi ve özellikleri eserlerde, ismi ise Yukari Tekke olarak hala dillerde dolasmaktadir.

IV - ABDULVEHHAB GAZI CAMII
Ilk yapildiginda Türk mimarisinde olan bu binayi ikinci Beyazid zamaninda Ahmet Pasa isminde bir zat yaptirmistir. Hicri 1160 senesinde Mahmud Han zamaninda Sivas Valisi bulunan Zarali Zade Mehmet Pasa tarafindan Abdulvehhab Gazi Mescidi genisletilerek, bir minare ilave edimistir. Mescit kitabesindeki yazi söyledir:
"Gad ensee Haza-l- Mescidi-s-Said Fi eyyami
devleti-s-Sultan Bayazid bi Emir Ahmed...........
Yani: Bu Mübarek Mescit Sultan Bayazid zamaninda Emir Ahmed tarafindan yaptirilmistir......" (I.H.U. Sivas Sehri).
Hicri 901 de yapilan ve 1160 da genisletilerek bir de minare ilave edilen dami, bugünkü haliyle tamamen yeniden insa edilmistir. Hicri 1394, Miladi 1974 yilinda cemiyetin ve halkin yardimiyla tamamen yeniden insa edilen cami iki katlidir. Türbe seviyesinde olan asil caminin bir de zemin kati vardir. Burasi ziyarete, gelen kadinlar icindir. Vakit namazlannda kadinlar burada namaz kilarlar. Cami kesme taslardan yapilmis olup kubbelidir. Caminin ilk yapildigi zamandaki kitabe yazisi bazi kücük degisikliklerle bir mermere islenerek Caminin ön tarafindaki zemin kat giris kapisi üzerine konulmustur. Kitabenin asli yoktur. Cami ile birlikte, tek serefeli olan minare de yeniden insa edilmistir. Mermer bir tas üzerine yazilip minare duvarina yerletirilen su kita minarenin yapilis tarihini ve ustasini göstermektedir.
Tanri Kulu Hasan eyledi insa
Duanizi bekler, ki ola ihya
Rahmeti cok Rabbimden ümit kesmem
Cümle günahlarimizi eyler imha
Caminin mülkiyeti vakiflara aittir. Arsa alani 311,40 m2 dir. Cami alani ise 191,40 m2 dir. Cemaat kapasitesi 800 kisi olup, lojmani yoktur. Müezzin kadrosu olmayan Caminin bir Imam-Hatib kadrosu bulunmaktadir.

V - SEHZADE BAYEZID
Sehzade Bayezid, Kanuni Sultan Süleyman' in ogludur. Hicri 902 senesinde dogmustur, Kanuni'nin diger oglu Selim'le ana baba bir öz kadestirler. Bunlar daha babalari hayatta iken taht kavgasina tutusmuslar, uzun mücadeleler sonucunda, Kanuni Sultan Süleyman'in, oglu Selimi desteklemesi sonucunda ne acidir ki, Sehzade Beyazid öldürülmüstür.
Sehzade Bayezid'in, Orhan, Ayse, Abdullah, Osman, Mehmet ve Murad isimlerinde bes oglu kizi v bir kizi vardi. Dört büyük erkek kardes ve bir de babalariyla beraber Iranda katledilirken, daha üc yasinda bulunan en kücük kardes Bursa'da öldürülmüstür. Abdulvehhab Gazi Camiinin icinde iki büyük iki kücük olmak üzere dört tane kabir vardir. Bunlar caminin kuzey dogu kösesindedir. Bu kabirlerin, bulundugu bölümde, kabirlerin bas tarafinda duvara asilmis bir levha ve bu levhada da su ifadeler yazilidir:
„ Sehzadeler Kanuni Sultan Süleyman'in oglu Bayezid ve ogullan, Osman, Orhan, Abdullah burada medfundur. Sehit masumlara fatiha, 23 Temrnuz 1562"
Bu ifadelere göre Sehzadeler birada yatmaktadirlar. Halbulki kaynaklar Sehzadelerin burada yattigindan bahsetmiyor. Aksine Sehzadelerin, Cayiragzi mahallesindeki dokuz loglu evler karsisinda, tarlanin icinde bulunan Melik Acem Zaviyesine defnedikleri kaydedilir.
23 Temmuz 1562 tarihinde Iran'da katledildikten sonra Sivas'a getirilip Cayiragizi'ndaki Melik Acem zaviyesine defnedilen Sehzade Bayazit ve dört cocugunun türbesi yine kaynaklarin ifadesine göre harap ve münderis olmustur. Yani izi eseri kalmamistir.(Bak: I.H.Uzuncarsili, Sivas Sehri)
Bu gün Abdulvehhab Gazi Camiindeki sehzadelere ait oldugu söylenen kabirler Melik Acem zaviyesinden mi nakledilmislerdir, yoksa kabirleri kaybolan bu sehzadelerin anisina makamlar mi yapilmistir? Anlayamidik.
Sehzade Bayezid sairdi. Siirde Sahi mahlasini kullanirdi. Türkce ve Farsca divani vardir.
Su beyit onundur:
Ey seraser aleme Sultan Süleyman'im baba
Tende canim, canimin icinde canamm baba
Bayazitine kiyar misin? Benim canim baba
Bi günahim Hak bilir benim sultanimn haba.
SIVAS, 1992

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Ilk sehid Çocugu
[SIZE=+3]Ammar ibni Yâsir (ra)[/SIZE]​

Ammar ibni Yâsir radiyallahu anh imanda azmin ve sebâtin sembolü bir yigit!.. inanci ugruna gösterdigi fedakârliklar, islâm'in yüceliginin bir vesikasi olan kahraman!... Fedakârligin imanin özü oldugunu gösteren ilk sehid çocugu... Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin; "Cennet üç kisiye müstaktir. Ali, Ammar ve Selman." iltifatina mazhar cennetlik bir insan!...
Babasi Yâsir, Yemen'li Kahtânî kabilesinin Ans kolundandir. Kaybolan kardesini aramak için Mekke'ye geldi. Benî Mahzum kabilesinden Ebû Huzeyfe ibni Mugire'nin himayesine girdi. Sümeyye adindaki câriyesi ile evlendi. Bu evlilikten Ammar dünyaya geldi.
Ebu'l-Yekzan künyesiyle anilan Ammar ibni Yâsir, Erkam'in evinde Suheyb ile birlikte otuzuncu müslüman olarak islâm'la sereflendi. Kisa bir müddet sonra babasi Yâsir ve annesi Sümeyye hatun da müslüman oldular.
islâm'in ilk günleri zorlu günlerdi. ilk müslümanlar da zor zamani yasayan insanlardi. Zira müsrikler islâm'a girenleri tehdit eder, himâyesiz kimseleri de iskence altinda inletirlerdi. Yâsir ailesi bu iniltileri bu acilari gönüllerine gömen ve müsriklerin en agir iskencelerine karsi kahramanca direnen yigitlerdir. Kalbi kararmis, gözü dönmüs, zâlimler Yâsir ailesine akla-hayale gelmeyecek cehennemî iskenceler yaptilar. Günesin en kizgin saatlerinde üçünü birden çölün kavurucu kumlarina gömdüler. Üzerlerine, derileri kavlatan kor parçasi kayalari koydular. Fakat kalblerinden imanlarini alamadilar.
Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz her gün Yâsir ailesinin yanina giderdi. Onlara manevî kuvvet, rûhî direnç verirdi. Bir ziyaretinde Ammar (r.a.) Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimize: "Yâ Rasûlallah iskence son haddine vardi." dedi: iki Cihan Günesi Efendimiz de ona: "Sabret ey Ebü'l-Yekzan!... Sabrediniz ey Yâsir ailesi!.. Size vadedilen yer Cennettir." buyurdu. Onlara yüce hedefler göstererek acilarina, dertlerine ortak oldu.

Yine birgün Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz, Ammar (r.a)'in yanina ugradi. Atesle daglayarak ona azap ettiklerini gördü. Mübarek eliyle basini sivazladi ve: "Ya Rab!.. Bu atesi ibrâhim'e berd ü selâm buyurdugun gibi Ammar'a da serin ve zararsiz eyle." diye dua etti.
Ne dehset verici, ne yürek daglayan bir hadise!.. Hangi yürek dayanabilir buna?.. Amma ilâhî irâde böyle... Kader çerçevesi böyle çizilmis... Bir mücâdele vermek gerekiyor... Allah Teâlâ kulunda bu gayreti görmek istiyor... Buyuruyor ki: "Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çikarmadan cennete gireceginizi mi sandiniz?" (Al-i imran: 142)
"insanlar, imtihandan geçirilmeden sadece iman ettik demeleriyle birakilacaklarini mi sandilar?" (Ankebût; 2)
Yâsir ailesi gün geçmezdi ki iskenceye tâbi tutulmasin. Müsrikler, Sümeyye hatunu iki devenin arkasina baglayarak yerlerde sürüklediler. Ebu Cehil ve avânesi, kamçi vurarak iskence ettiler. O gün anne ve babasi ikisi birden sehadet serbetini içti. Tenleri kizgin çölde kaldi. Ruhlari ise Cennete uçtu.
Islâm'in ilk sehidleri olarak tarihe geçen Yâsir ailesi kiyamete kadar gelecek mü'minlere bu davranislariyla tükenmeyen bir seref, bir asâlet biraktilar.
Ammar (r.a) kendine yapilan zulüm ve cefaya direnmege devam etti. Birgün yine ona aklini kaybedesiye, solugu kesilinceye, derileri soyuluncaya kadar çok agir iskence yaptilar. Putlarini hayir ile yâd etmedikçe birakmayacaklarini söylediler. O da ölümden kurtulmak için onlarin istedikleri sekilde Lât ve Uzza lehinde zarûreten konusmak zorunda kaldi. Müsriklerin elinden kurtulur kurtulmaz dogruca Rasûlullah (s.a) efendimizin huzuruna vardi. Basindan geçenleri aglayarak anlatti. Efendimiz ona: "Bu sözleri söylerken kalbini nasil buldun?" diye sordu. O da: "Kalbimde Allah'a imanda en ufak bir degisiklik olmadi." dedi. Bu cevap üzerine Efendimiz (s.a): "Ammar'i basindan ayagina kadar iman kapladi. iman kemiklerine isledi." buyurdu.
Gözyaslarini mübarek elleriyle sildi. Kalbde iman yerlestikten sonra diliyle zarûrete binaen söylemenin imana zarari olmadigini hatta yine iskenceye ugrarsa ayni sözleri söyleyebilecegini ona su âyet-i kerime ile müjde verdi. Meâlen: "Kalbi imanla dolu oldugu halde inkâra zorlanan müstesna, inandiktan sonra Allah'i inkâr edip gönlünü kafirlige açanlara Allah'in gazabi vardir. Büyük azâb da onlar içindir." (Nahl suresi: 106)
O, ilk önce Habesistan'a daha sonra Medine'ye hicret etti. Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz onu Huzeyfe ibni Yeman (r.a) ile kardes ilan etti. Mescid-i Nebevi'nin insâsinda büyük gayretler gösterdi. ikiser ikiser kerpiç tasidi. Efendimiz onu yüzü gözü toz içerisinde görünce: "Vah Ammar!.. Vah Ammar!.. Seni âsî bir topluluk öldürecek, sen onlari cennete, onlar ise seni cehenneme davet edecekler." buyurdu.
Ammar (r.a) Bedir'den itibaren bütün gazvelerde bulundu. Büyük kahramanliklar gösterdi. Yemame savasinda kulagi kopmus sallanirken o yigitçe savasmaga devam etti. Dagilmak üzere olan orduyu: "Ey müslümanlar!.. Cennetten mi kaçiyorsunuz? Ben Ammar ibni Yâsir'im. Bu tarafa gelin." diye haykirarak toparladi. Hz. Ömer (r.a) zamaninda Kûfe'ye vali olarak gönderildi. Hz. Ali (r.a) devrinde Cemel ve Siffin'de 93 yaslarinda çarpisirken sehid düstü. Hz. Ali (r.a.)'in kildirdigi cenaze namazindan sonra oraya defnedildi.

O, uzun boylu, kara yagiz, ela gözlü ve genis omuzluydu. Son derece sâde ve nezih yasadi. Hiçbir namazini kazaya birakmadi. 62 hadis-i serif rivâyet etti. Buhari'de geçen bir rivayeti söyledir: "Üç seyi nefsinde toplayan kimse imanin tamamini elde etmis olur. 1- Kendi aleyhine de olsa insafi elden birakmamak, 2- Herkese selâm vermek. 3-Fakir iken bile sadaka vermek."
Cenab-i Hak Ammar ibni Yâsir (r.a)'in azim ve sebatini bizlere de lutfedip sefaatine nail eylesin. Amin.

Mustafa ERIS
Kaynak:
Altinoluk dergisi, Nisan 1998
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Amr Ibni Âs
radiyallahu anh

blmosque.jpg

Amr Ibni Âs radiyallahu anh akilli, bilgili ve siyasette dâhî bir devlet adami... "Misir fâtihi" ünvaniyla meshur bir sahâbî... Atak bir kisilige sahip zekî, fedakâr ve yigit bir komutan...
O, Kureyþ kabilesinin Sehm koluna mensuptur. Müslüman olmadan önce Mekke'nin ticaret ve siyaset hayatinda önemli bir yeri vardi. Habesistan Hükümdari Necâsî ile dost idi. Mekke'li müsrikler Habesistan'a göç eden müslümanlarin iâdesi için onu Necâsi'ye elçi olarak gönderdi.
Onun islâm'la sereflenisi Mekke fethinden önce oldu. söyle ki:
"Hendek savasindan sonra islâmiyet üzerinde düsünmege basladi. Ailesi, kabilesi hep müslümanlarin aleyhinde idi. Fakat o eskisi gibi müslümanlara karsi durmuyordu. Hatta kendisini kinayanlara: "Aldaniyorsunuz." diye cevap veriyordu. Birgün çarsida gezerken Halid ibni Velid ile karsilasti. Fikrini ona açti. Halid de ayni düsünce içerisinde oldugunu söyledi. Birlikte Medine'ye Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin huzuruna geldiler. iki Cihan Günesi efendimiz onlari görünce sevinçten gözleri parildadi. Ashabina dönerek: "Mekke size cigerpârelerini atti..." buyurdu. Birlikte kelime-i sehadet getirerek islâm'la sereflendiler. Amr ibni Âs, Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimize, önceki yaptiklari günahlarin af edilip edilmeyecegini sordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz de: "islâm öncekileri saymaz..." buyurdu.
Amr ibni Âs (r.a.) biat ettikten sonra aklini, dehâsini, becerisini ve cesaretini islâm'in hizmetine verdi. Ömrünü hep savas meydanlarinda geçirdi. Fetih üstüne fetihler gerçeklestirdi. Birgün iki Cihan Günesi efendimize; "Yâ Rasûlallah! Bunca zaman islâm'in aleyhinde çalistim. Bundan sonra islâm'a girdigim belli ola..." dedi. Efendimiz de: "Yakinda, yakinda.." buyurdu.
Kisa bir zaman sonra Amr ibni Âs'a:"Ey Amr! Silâhini kusan, elbiseni giy, hemen yanima gel" diye haber gönderdi. Huzura geldiginde Efendimiz ona: "Ey Amr! Seni askeri birligin basinda bir yere göndermek isterim. Senin için zenginlik dilerim. Allah sana selâmet versin, çok sâlih mal ile dön." buyurdu. O da: "Ya Resûlallah! Ben mal için degil, cihada katilmak, yaninizda bulunmak için, müslüman oldum." dedi. Bunun üzerine efendimiz: "Ey Amr! sâlih mal, sâlih kimsede ne güzeldir." buyurdu.
Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz onu babasinin dayilari olan Beliy kabilesi üzerine üçyüz kisilik bir kuvvetle gönderdi. Zâtüsselâsil denilen yerde konaklayip dinlendiler. Burada diger kabilelerin birlik olup kendilerine karsi büyük hazirlik yaptiklarini ögrendi. Medine'den yardimci kuvvet istedi . Efendimiz, Ebû Ubeyde ibni Cerrah (r.a.) komutasinda Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.anhüm)'in de bulundugu ikiyüz kisilik bir kuvvet sevketti. iki Cihan Günesi efendimiz Ebû Ubeyde'ye anlasmazliga düsmemelerini, birlikte hareket etmelerini tenbih etti. Besyüz kisilik kuvvetle Amr ibni Âs Beliy kabilesinin yurtlarini basti. Düsmanlar dagilip kaçismaya basladi. Mallarini alarak selâmet ve ganimet içerisinde Medine'ye döndüler.
Zâtüsselâsil seriyyesinden sonra Amr ibni As (r.a.)kendi kendine: "Rasûlullah'in yaninda benim yerim daha üstün olmasa herhalde beni Ebû Bekir ve Ömer'in basina kumandan yapmazdi..." diye bir duyguya kapildi. Bunu test etmek istedi. Rasûlullah (s.a.) efendimizin huzuruna vardi ve: "Yâ Rasûlallah! Halkin, sana en sevgilisi kimdir?" diye sordu. Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz: "Âise'dir" buyurdu. "Erkeklerden kimdir?" dedi. "Âise'nin babasi" buyurdu. "Ondan sonra kimdir?" dedi. "Ömer" buyurdu. Bir kaç kez soru ve cevap seklinde karsilikli konusma devam etti. Nihayet kendi isminin en sonraya birakilmasindan korkarak sustu.
Amr ibni Âs (r.a.) Mekke fethine istirak etti. Huneyn'de bulundu. Suva ve Benî Hüzeyl kabilelerinin putlarini parçaladi. iki Cihan Günesi efendimiz onu bir mektupla Umman hükümdarina elçi gönderdi. islâm'i teblig neticesinde Umman hükümdari müslüman oldu. Umman'a valî tayin edildi. Rasûlullah (s.a.) efendimizin vefatina kadar bu vazifede kaldi. Sonra Medine'ye döndü. Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e biat merasiminde bir konusma yapti. Hz. Ebû Bekir (r.a.) onu küçük bir birligin basinda Filistin bölgesine gönderdi. Ecnadin ve Yermük savaslarina katildi. Hz. Ömer (r.a.) devrinde Filistin'i tam hâkimiyeti altina aldi. Kudüs'ü fethetti. Fakat halk sehri Halîfe Ömer'e teslim etti.
O, Misir fethinin stratejik açidan zarûrî oldugunu, Filistin ve Suriye bölgesinde maglub olan Bizans kumandan ve askerlerinden bir kisminin Misir'a kaçtiklarini ve her an o taraftan bir tehlike gelebilecegini Hz. Ömer (r.a.)'a anlatti. Misir'in fethine halifeyi ikna etti. 640 M. tarihinde dört bin kisilik bir kuvvetle sinir kasabasi Feremâyi aldi. Zübeyr ibni Avvam (r.a.)'in kumandasinda 5000 kisilik takviye kuvvetin yardimiyla Aynisems'te güçlü Bizans ordusunu imha etti. Daha sonra iskenderiye'yi alarak Misir'a hâkim oldu. Bu basarilarindan dolayi "Misir fâtihi" ünvani verildi. Misir'a vâli oldu.
O, Misir'da idârî ve iktisâdî düzenlemeler yapti. Fustat sehrini kurdu. Kendi adiyla anilan camiyi insa etti. ilk defa bu camiye minare yaptirdi. Firavunlarin yaptirdigi eski kanali yeniden açtirarak Nil nehri ile Kizildeniz'i birbirine bagladi. Hicaz'a yirmi gemi yükü erzak gönderdi. Hz. Osman (r.a.) zamaninda Misir valiliginden alinarak Medine'ye getirildi. Hz. Ali (r.a.) zamaninda vukû bulan Siffîn ve Hakem olaylarinda halife ile birlikte hareket edemedi. Muâviye'nin vâlisi sifatiyla tekrar Misir'a döndü.
Hz. Ömer (r.a.) onun devlet idaresindeki kabiliyetini takdir ederek "Amr dünyada kaldikça hep idareci olmalidir" derdi.
40 küsur hadis-i serif rivayet eden Amr ibni Âs (r.a.) son hastaliginda ziyaretine gelip hatirini soranlara söyle derdi:"Ben islâm'dan önce büyük hatalar isledim. Rasûlullah (s.a.)'a en sert kisilerden oldum. Eger müslüman olup Resûlullah (s.a.)'in affina mazhar olmasa idim mutlak cehennemliktim. Allah'a hamdolsun ki ona biat edip, teslim oldum. islâm eski yaptiklarima bakmadi." Hz. Ali (r.a.)'a yaptiklarindan da nâdim olarak:"Ya Rabbi Senin rahmetin olmazsa halim nice olur?" diye sizlanirdi. 658 m. tarihinde tevbe istigfar ederek, kelime-i tevhidi söyleyerek ruhunu teslim etti. Cenab-i Hak sefaatlerine nâil eylesin. Amin.

Mustafa ERIS
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
calig44.jpg


Amr ibnu Cemuh

Amr ibnu Cemuh, cahiliyede Yesrib ileri gelenlerinden, Celemeoğullarının efendilerinden, Medine cömertlerinden, karakter sahibi biriydi.Cahiliye devrinde soylu kişilerin evlerinde put bulundurma adeti vardı. Bunu her sabah ve akşam puttan uğur dilemek, törenlerde kurban kesmek, saygı duruşunda bulunarak felaket anlarında sığınmak vb. şeyler için yaparlardı. Amr'ın putu da Menat idi. Onu kaliteli bir ağaçtan yapmıştı. Saygıda kusur etmez, ona en güzel kokuları sürerdi.Mus'ab ibnu Umeyr (r.a.)'ın Medine'ye davetçi olarak gelmesinden kısa bir zaman sonra insanların bir çoğu İslam'a girdiler. O sırada altmış yaşını geçmiş olan Amr ibnu Cemuh'un oğulları Muavvez, Muaz, Hallad ve eşi Hind de ondan gizli bir şekilde iman ettiler.Kocası ve ondan başka birkaç kişinin dışında kimsenin şirkte kalmadığını gören Hind (r.a.) sevip saydığı kocasının şirk üzere kalmasını asla isteyemezdi. Amr ibnu Cemuh ise çocuklarının atalarının dininden çıkıp Müslüman olmalarından korkuyordu. Karısına: "Hind, çocukları sakın şu Mus'ab'la görüştürme" dedi. Kadın: "Olur ama o adamın anlattıklarını oğlun Muaz'dan dinlemek ister misin?" dedi. O: "Vay be haberim yokken Muaz da mı dinden çıktı?" diye sordu. Hind: "Hayır, Mus'ab'ın bazı toplantılarına katılıp söylediklerinden bazılarını öğrenmiş" cevabını verdi. Amr: "Muaz'ı bana çağır" dedi. Muaz babasının huzuruna gelip ona Fatiha suresini okuyunca, aralarında şu konuşma geçti:-Bu söz ne kadar şahane, ne kadar güzel. Bütün sözleri böyle mi?-Hepsi birbirinden güzel babacığım! Sen de ona biat eder misin? Halkın tamamı ona biat etti.-Menat'a danışmadıkça bir şey yapmam. O ne derse öyle yaparım.-Babacığım Menat konuşmaz ki onun dili ve aklı yok. O sadece bir ağaç.-Sana söyledim ona danışmadan atalarımın dininden vazgeçmem.Derken Amr ağaçtan yontma putun huzuruna geçip saygıyla fikrini sordu. Cevap alamayınca da onu kızdırdığını zannedip bir kaç gün öfkesinin dinmesini beklemeye karar verdi. Bu esnada çocukları da düşünmeye başladılar. Derken putu alıp Selemeoğullarının tuvalet çukurlarından birine attılar.Amr buna çok hiddetlendi arayıp putu buldu. Temizleyip kokular sürdü ve aynı yerine koydu. Aynı durum günlerce tekrar etti derken en son gün Amr, Menat'ın boynuna kılıcını astı ve: "Ey Menat! Bunları sana kimin yaptığını bilmiyorum. Eğer sen de hayır varsa işte kılıç kendini koru" dedi. Ancak aynı durum o gece de tekrarlanınca artık onu tuvalet çukurundan çıkarmadı ve: "Vallahi sen tanrı olsaydın bir tuvalet çukurunda olmazdın" dedi ve İslam'a girdi. Amr İslam'ı tanıdıkça cahiliyede geçen dakikaları için pişmanlık gözyaşları döküyordu. Artık o da iman ve İslam'ın fedakar bir hizmetçisi, davanın yılmaz bir bekçisiydi her mümin gibi.Uhud savaşı için cihada çağrı yapıldığında üç oğlu gibi Amr ibnu Cemuh da cihad için hazırlanmaya başladı. Halbuki Amr (r.a.) o anda çok yaşlı ve bir ayağı tamamen sakat idi. Bu yüzden çocukları onun mazur olduğunu anlatıp cihada katılmamasını istediler. Bunun üzerine baba oğullarını şikayet için Resulullah (s.a.s.)'in huzura çıktı ve: "Ey Allah'ın Resulü, şu benim oğullarım topal olduğumu bahane ederek beni bu hayırlı işten alıkoymak istiyorlar. Vallahi ben topallığımla cennete girmek istiyorum" dedi. Resulullah (s.a.s.) oğullarına: "Ona engel olmayın. Herhalde Allah (c.c.) ona şehitlik verecek" buyurdu.Ordunun hareket vakti gelince Amr (r.a.) hiç dönmeyecekmiş gibi hanımına veda etti, sonra kıbleye yönelip şöyle dua etti: "Allah'ım! Bana şehitlik ver. Beni şehitliği kaybetmiş olarak aileme döndürme." Savaşın kızışıp müşriklerin Resulullah (s.a.s.)'i kuşattığı sırada o tek ayağı üzerinde sıçrayarak cihada devam ediyordu. Oğlu Hallad'la beraber Resulullah (s.a.s.)'i koruyan müminlerin ön safında çarpışırken bir taraftan da: "Ben cenneti istiyorum, ben cenneti istiyorum" diyordu. Derken ikisi de şehid olup cenneti garantileyenlere katıldılar. Dersler ve İbretler1. Çağdaş ve çağdışı cahiliyenin putçuluktaki benzerliğiBu iki cahiliyenin tüm safhalarında ciddi benzerlikler olduğu gibi putçulukta da benzerlik vardır. Ancak önceki cahiliye hem teori hem pratikte tapınma kastıyla putçuluk yapıyordu. Günümüz cahiliyesi ise tapınma düşüncesi taşımadığını söylese de yaptığı tapınmadır.Bir diğer fark da şu: Eski cahiliye o günün ilkel şartlarında inanarak putlara tapıyordu. Günümüz cahiliyesi ise inanmadığı halde inadına putçulukta ısrar ediyor. Çok daha kötüsü ise günümüz cahiliyesinin, geçmişin cahiliyesinin tam tersine başkalarını da putçuluğa mecbur etmeleridir. Sonuç olarak günümüz cahiliyesi çok daha şedit, daha dayatmacı, daha vahşi ve dolayısıyla daha ilkeldir.2. Evde heykel bulundurma cahiliye adetlerindendirGünümüzde mütedeyyin aileler de dahil olmak üzere niceleri vitrinlerinde kedi, köpek, at, noel baba ve benzeri heykeller bulundururlar. Bu cahiliye adeti kesin haramdır. Zaten tapınma kastıyla olursa şirk olur. Kabartma olmayan tam boy canlı resimleri ise mekruhtur. Yalnızca kız çocukların oynadığı bebekler müstesnadır. Bunlar çocukta annelik duygu ve şefkatini geliştirdiğinden cevaz verilmiştir.3. Davet ve davetçiliğin önemiDavet ve tebliğ cihadın en müessir ve günümüzde en mümkün olan kısmıdır. O yüzden asla ihmal edilmemeli. Mus'ab'ları bekleyen Amr'lar gibi günümüzde yüz milyonlarca insanın davet ve tebliğ beklediği sırada Mus'ab yolunun yolcuları olması gerekenlerin ihmalkarlık ve tembellikleri affı zor bir hatadır.4. Aile boyu davetçilik ve davetçilikte dayanışmaAmr'ın ailesinde bu örneği net olarak gördüğümüz gibi aslında diğer ashab da böyleydi. Anneler, babalar, çocuklar, kısaca ailenin her ferdi İslam'ın davetçisi, davet yolunda diğerlerinin yardımcısı ve tamamlayıcısıydı. Biz de bu yönde kendimize çeki düzen vermeliyiz.5. Davada hikmet, siyaset ve sırHikmet, gerekeni gerektiği şekilde gereken zaman ve zeminde ifa etmektir. Amr'ın müşrik olduğu ve İslam'a kininin olduğu sırada, hanımı Hind'in çocuklarının sırrını koruduğunu ve imanlarını açıklamayı da hikmet ve siyasetle yaptığını görmekteyiz.Tabii hikmet ayrı şey davadan taviz verme ve olur olmaz anlarda İslam'ın gerçeklerini eğip bükme ayrı şeydir. Hikmetle tavizi iyi anlayıp birbirine karıştırmamak gerekir.6. Şirk ve cehalet inadı insanı kör, sağır ve ahmak ederÖyle ki şirk inadına kapılan taş, tahta, tunç ve benzeri nesnelerden yapılan putların kendilerine bir fayda veya zarar verebileceği zehabına kapılır. Bazen de tüm uyarı ve gerçeklere rağmen bu konuda ısrar edecek kadar ahmaklaşır. İnsan şirk ve cahiliyeye bulaşmayıversin, asır yirminci de olsa otuzuncu da olsa yine aynı körlük ve sağırlık devam eder. Günümüz cahiliyesinin geçmiştekinden bir farkı da tevhid yolunu her vesileyle tıkayıp tahammül etmeyişi ve herkesi aynı körlük ve sağırlığa icbarıdır.7. Kendini koruyamayan putlar, başkalarının haklarını elbette koruyamazAynı mesajı İbrahim (a.s.)'ın putları kırması kıssasında da net olarak görürüz. Özellikle son asır yalnızca putların ve putlaştırılanların kendilerinin değil aynı zamanda onların yıllarca insanlara dayattığı fikir ve sistemlerin de ne denli kof, neticesiz ve insanlık için baş belası olduğunu iyice gün yüzüne çıkarmıştır. Komünist Rusya güdümündeki nice ülkelerde heykellerin boynuna ipler bağlanıp yıkıldı. Ama putçuluk hala tamamıyla yıkılamadı. Bazı ülkelerde ise hem putlar hem de putçuluk saltanatını devam ettiriyor.Yıllarca nurlu lakabıyla anılan, çok yetkili biri çıkıp Kur'an'ın iki yüz otuz küsur ayetinin bugün işlevinin olamayacağını iddia ediyor ve hemen akabinde de "Allah'ın işine karışanı Allah (c.c.) çarpar" diyorsa bu çağımızdaki fikri çelişkileri ve sapmaları anlamamıza yeter. 8. Davet ve tebliğde ısrar etmeAmr (r.a.)'ın hanımı ve çocuklarının davette ısrar edişlerinin örneğini açık olarak görüyoruz. Her sahabinin işi ve mesleği ne olursa olsun önce en mükemmel bir davetçiydi. Onlar davetin hakkını verdiklerinden dolayıdır ki kısa sürede İslam o kadar geniş coğrafyaya yayılmıştır. Onların mirasyedileri olan bizler ise, evlerimizin içine dahi İslam'ı hakkıyla yerleştiremiyoruz. En yakınlarımız olan akraba, komşu ve arkadaşlarımıza karşı dahi davet ve tebliğin hakkını veremiyoruz.9. Hizmette yarış10. Örnek aile ve örnek baba11. Mukaddesat uğrunda bedel ödeme örneğiBu örnek ailenin tüm bireyleriyle davet hizmetinde koşturduğunu görmekteyiz. Cihada çağrı yapıldığında ise yetmişlik ve üstelik gayet sakat ve mazur olan baba da dahil aile bireylerini cihad meydanında görüyoruz. Bu örnek aile hizmet yarışında öylesine gayretlidir ki savaş kızışıp dava liderinin hayatı tehlikeye düştüğünde onun uğrunda canlarını feda ederek dava uğrunda bedel ödemekten de çekinmemişlerdir.İşte onlar ve işte biz. Can bir yana dava uğrunda mallarımızdan fedakarlıkta dahi çok geride kalan bizlerin hali gerçekten çok hazindir.12. Cihad ve şehadet aşkının en mükemmel enerji olması13. Şehadeti arzulamanın önemiŞehadet her sahabinin duasıydı. İmanı kavrayan her müminin de rüyası olmalıdırSadece kuru kalabalıklar oluşturan tembel ve pısırık sağlamlardansa Amr ibnu Cemuh (r.a.) misali topal yiğitler yeğdir ve bugün onlara çok ihtiyaç var. Yalnızca Filistin, Keşmir ve Çeçenistan'da değil her yerde o yiğitlere ihtiyaç var. Rabbim o yiğitlerin hayatıyla hayat bulanlardan eylesin.
Fatih Salahaddin
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
calig23.gif

[SIZE=+2][SIZE=+5]BILÂL-I HABESÎ[/SIZE][/SIZE]​
Hz. Peygamber'e ilk iman edenlerden biri ve sonradan ona müezzin olan sahabî. Islâm tarihinde unutulmaz yeri olan Bilâl-î Habesî, aslen Habeslidir. Anasinin adi Hamâme, babasinin adi Rebah, künyesi Abdullah'tir.
Bilâl, Islâm'in ilk teblig yillarinda Ümeyye b. Halef'in kölesiydi. Islâm'in ortaya çiktigi yillarda bir çok kimse, soy ve soplarinin yüksekligine, sirk toplumu içindeki nüfuzlarina bakarak kavim ve kabîle taassubuna düsmüs, Islâm'a cephe almis ve sapiklikta kalmislardi. Bilâl b. Rebah gibi kimseler de zayif ve acizliklerine ragmen hak davete uyup sirkten kurtulmuslardi. Iste Bilâl b. Rebah (r.a.) Islâm davetine ilk icabet edenlerden biriydi.
Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl'in müslüman oldugunu anladiktan sonra, onu Islâm'dan çevirmek için yapmadigi eziyet ve iskence kalmamisti. Ümeyye, öglen vakti günesinin bir yanardag kesildigi anda, Bilâl'i alir, kizgin kumlarin üzerine yatirir, sirtina kocaman bir tas koyar ve söyle derdi: "Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksin."
Bilâl'in kizgin kumlar üzerinde sirti yanar, gögsü yanar, nefesi tikanir, bu müthis iskence altinda saatlerce kivranirdi. Fakat dudaklarinda daima su sözler dökülürdü: "Allahu Ahad, Allahu Ahad", Onun bu durumu, müsrikleri bile hayrete düsürürdü (Ibn Sa'd, Tabakat, III, 232).
O, geçim için, makam ve mevki için baska ilâhlara siginmazdi. O biliyordu ki hüküm Allah'a aittir, rizik Allah'a aittir. Öldürmek ve yasatmak Allah'in elindedir. Geçici dünyanin çikarlari için put ve tagutlari tasdik etmek ve bu arada imandan bir cüz de Allah'a ayirmak iman için yeterli degildir. Tam ve kâmil anlamda hükmün, öldürmek ve diriltmenin Allah'a ait oldugunu rizik verenin yalniz Allah oldugunu, Allah'i bütün sifatlariyla taniyip ona göre iman etmedikçe ve bu ugurda gelecek sIkinti ve ezalara katlanmadikça imanda kemâle ulasmanin mümkün olmadigini biliyordu. Bilâl, rizik ve ölüm korkusu tasimiyordu. Yalniz Allah'tan korkuyor ve yalniz ondan ümid ediyordu.
Iskence altinda kivranan Bilâl (r.a.)'a rastgelen Varaka b. Nevfel,
"Vallahi ey Bilâl, Allah birdir, Allah birdir. " der, sonra da müsriklere dönerek: "Siz onu bu yüzden öldürürseniz, biz onu, kendimize örnek aliriz." derdi (Ibnü'l-Esir, el-Kâmil Fi't-Târih, II, 66).
Bilâl'in efendileri olan Mekkeli müsrikler onu, çoluk çocugun oyuncagi yapmislardi, ona iskence edenlerden biri de Ebu Cehil'di. Ama Bilâl'e yapilan iskenceler sirasinda gösterdigi sabir ve tahammül hepsini saskina çevirirdi. Nasil oluyor da bu derece agir iskencelere katlanabiliyordu.
Ümeyye b. Halef'in Bilâl'e yaptigi iskencelere çok üzülen Hz. Ebû Bekir (r.a.) ona bu iskenceden vazgeçmesini söylemis o da; "Onun ahlâkini bozan sensin, onu bizden uzaklastiran senden baskasi degildir" demisti. Bunun üzerine Ebû Bekir es-Siddik (r.a.) ona su cevabi vermisti: "Benim yanimda senin su kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. Istersen onu al ve bunu bana ver." Ümeyye bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldi ve Hz. Bilâl'i Hz. Ebû Bekir'e verdi. Baska bir rivayette Hz. Ebu Bekr'in onu yedi ukiyeye satin alip azat ettigi kaydedilir. (Ibn Sa'd, Tabakat, III, 232).
Bilâl'i Resulullah'in yanina götürüp azat etmis ve Bilâl iskenceden kurtulmustu. Elbette bu Allah'in bir takdiridir. Bilâl Hz. Ebû Bekir'e bu sebeple borçlu degildir. Iki mümin de görevlerini yapmislar. Allah da onlara ecrini vermistir. Hz. Ömer söyle der:
"Efendimiz Ebu Bekir, yine efendimiz Bilâl'i azad etti. "(Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l- Gabe, I, 209).
Bilâl daha sonra diger ashab ile birlikte Medine'ye hicret etti. Orada Sa'd b. Hayseme'ye mIsafir oldu. Ensar ile Muhacirler arasinda kardeslik olusturulunca Bilâl'e de Abdullah b. Abdurrahman el-Has'amî kardes ilân edildiler. Bu kardeslik köklü bir sekilde sürüp gitti. Öyle ki Bilâl, Hz. Ömer devrinde Sam'da bulundugu sirada maas olarak divandan ona ayrilan hissesinden kardesine de bir hisse veriyordu. (Ibn Sa'd, Tabakat, III, 234).
Bilâl, Resulullah (s.a.s.)'in müezzini olarak taninmaktadir. Ve sik sik ezani Bilâl'e okuttururdu. Hatta sabah ezanindaki " " (Namaz uykudan hayirlidir) ibaresini Bilâl ezana eklemis Resulullah "Bilâl, bu ne güzel söz!" diye onu tasvip etmisti. (Avnu'l-Ma'bud, Serh Ebû Dâvud, III,185; Ibn Mâce, Ezan, 1, 3,). Hz. Bilâl, Resulullah'in bütün gazalarina katildi. Bedir gazasinda Hz. Bilâl, Mekke'de kendisine her türlü eza ve iskenceyi reva gören Ümeyye'yi görmüs ve söyle bagirmisti: "Iste küfrün basi!.." Bunun üzerine dikkatleri ona çevrIlmis ve müslümanlar derhal onun ve oglunun etrafini sararak Ikisini de öldürmüslerdi. Resul-u Ekrem Mekke'nin fethi ardindan Kâbe'ye girerken has müezzini Hz. Bilâl'i yanlarinda bulundurmuslardi. Ibn Ömer, bu vakayi söyle nakleder ve der ki:
"Resul-u Ekrem, Mekke'nin fethi gününde, Mekke'nin yüksek tarafindan bir deve üzerinde geldi. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha da yanlarindaydilar. Resul-u Ekrem Kâbe içinde uzun bir müddet kaldilar, sonra çiktilar. Arkasinda müminler içeri girmek için birbiriyle yaris etti. ilk giren bendim. Bilâl, kapinin arkasindaydi. Bilâl'e Resulullah'in nerede namaz kildiklarini sordum, yerini gösterdi. Ne var ki Bilâl'e, Allah Resulunun kaç rekat namaz kildiklarini sormayi unuttum." (Buhârî, Megâzî, 49).
Resulullah, Kâbe'yi putlardan temizledikten sonra müezzini Bilâl, burada ezan okuyarak, ortaligi tevhîd nameleriyle costurmustu. (Ibn Sa'd, Tabakat, III, 234). Resul-u Ekrem'in vefati üzerine, ona karsi büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine'de kalmaya dayanamayip, ayrIlmak zorunda kaldi. Hz. Ebu Bekir, Bilâl'e yaninda kalmasi için israr ettigi halde, Hz. Bilâl ona söyle demisti: "Eger sen beni Allah için azat ettinse birak Istedigim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yaninda alikoy!" Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir söyle demisti: "Istedigin yere git!..." Resulullah'in vefatindan sonra cihadi, ezana tercih eden Hz. Bilâl, Sam'a gitti ve Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye'de meydana gelen gazalara katildi (Ibn Sa'd, Tabakat III,238).
Hz. Ebû Bekir'in vefatindan sonra, Hz. Ömer devrinde cihat devam etti. Hz. Bilâl bu cihatlara da katildi. Hz. Ömer, hicrî onaltinci yilda Suriye ve Filistin'e gittigi zaman, Bilâl onu karsilamaya çikarak Câbiye'ye gelmisti. Sonra halifenin maiyetinde Kudüs'e giderek, bu kutsal sehrin teslimi sirasinda bulunmus ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs'e girmisti. Hz. Ömer, burada, Resulullah'in vefatindan beri ezan okumayan Bilâl'den ezan okumasini rica etmis, Hz. Bilâl de halifenin israrina dayanamayarak ezan okumustu. Bilâl Tevhîd'in bu üstün yani olan ezani okumaya baslar baslamaz, Hz. Ömer ve diger ashab Resulullah (s.a.s.) dönemini hatirlayarak, gözlerinin önüne, geçmis günleri getirip hüngür hüngür aglamaya basladilar. Bilâl'in ezanini dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmislerdi. Kudüs'ü teslim alma sirasinda Hz. Ömer'den baska Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh, Muaz b. Cebel, Amr b. el-Âs gibi ashabin ileri gelenlerinden bir çok kimse bulunuyordu.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in irtihâlinden sonra Suriye'ye giden Bilâl,
"Havlan" kasabasina yerlesti. O burada huzur içinde yasiyordu. Hz. Bilâl, Suriye'de bir müddet kaldiktan sonra bir gece rüyasinda Hz. Peygamber (s.a.s.)'i gördü. Resulullah ona, söyle demisti: "Beni ziyaret etmeyecek misin?" Hz. Bilâl, uyanir uyanmaz, hazirligini tamamlayip Medine yolunu tuttu. Medine'ye gece ulasti. Oraya varinca Ravza-i Mutahhara'ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem'le birlikte geçirdigi günlerin hatirasini düsünerek agladi. Bu sirada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Bilâl'i görmüs, fecir vaktinde ondan ezan okumasini rica et mislerdi. Bilâl, (r.a.) onlarin arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid'inde ezan okumustu. Bilâl'in sesini duyan Medineliler, Israfil suruyla uyandir Ilmis gibi yerlerinden firlamis ve ezani dinlemeye baslamislardi. Birinci sehadetten sonra Resulullah'in risâletini ikrar eden sehadet tekrar okunurken, Hz. Peygamber'in kabrinden kalktigini tasavvur ederek evlerinden dIsari firlamislardi. Bu sabah, bütün Medine'ye, rIsalet devrini bütün canliligi ile yasatan, herkesin hIsleri ni costuran, bütün müslümanlarin Resul-u Ekrem'e karsi duyduklari sevgiyi canlandiran Bilâl'in sesi idi.
Hz. Bilâl, hicretin yirminci yilinda altmis yaslarinda iken vefat etti. Dimask'in Bâbü's-Sagîr tarafina defnolundu. (Ibn Sa'd, Tabakat, III, 238; Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gabe, I, 209).
Hz. Bilâl (r.a.), vefati yaklasinca, ölümün izdirabini, sevgililerine kavusmasindaki zevk ile mezcetmis; ömrünün son anlarinda onun hastaligini gören zevcesi, teessüründen "ah ne aci" dedikçe, Bilâl: "Oh! ne tatli!." diyor ve ekliyordu: "Yarin sevgililerle, Muhammed ve arkadaslariyla bulusacagim." diyordu.
Bilâl-i Habesî, Islâm'in ahlâkiyla ahlâklanmis, fazîlet ve kemâl sahibi bir sahabî idi. Hz. Bilâl'in, ilk müslümanlardan oldugunu ve Islâm akîdesi ugrunda en büyük çileyi çekenlerden oldugunu, herkes bilir ve ona son derece sevgi ve hürmet beslerdi. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u Ekrem'e hizmetle geçirdi. O, Resulullah'in meclIsleri nde daima hazir bulunurdu. Her namazda, her durum ve Iste Resulullah'dan ayrIlmazdi. Hz. Peygamber'in hazinedarligini, Bilâl yapardi. Çarsi ve pazardan alinacak her seyi o tedarik eder, icabinda ödünç para alir, Resulullah'in evinin ihtiyaçlarini saglar, sonra da müsait zamanlarda o borçlari öderdi.
Hz. Bilâl'in dogruluk ve ahlâki, Islâm'a bagliligi bütün çagdaslari tarafindan ayni derecede takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artik o, siyahî bir köle degil, ashab'in ileri gelenlerinden ve Islâm devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi.
Hz. Bilâl, uzun boylu, zayif, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün sonlarina dogru saçlarinin çogu beyazlasmisti. (Ibn Sa'd, Tabakat, III, 238-239).
Ahmed AGIRAKÇA
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt