Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

büyüklerimiz...FOTOĞRAF TOPLU HALDE... (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
<B>Mahmud Esad Coşan-Güncel Meseleler1

--Rabıta yapılırken mürid şeyhi ne olarak görmelidir? Rabıtaya şirk diyenlere verilecek aklî ve naklî deliller nelerdir?

Rabıta ile ilgili Necib Fâzıl merhumun güzel bir kitabı vardır. Hâlid-i Bağdâdî Efendimiz'in Rabıta Risâlesi'nden faydalanarak, kendisi de birtakım görgülerini katarak yazmış. Onu okumanızı tavsiye ederim.

Allah-u Teâlâ Hazretleri,

(Ve kûnû maas sâdıkîn) "Sadık kullarımla beraber olun!" buyuruyor. Yâni "Onlar gibi olun, onların yanında olun, onların cephesinde olun, onların gittiği yolda, onların safında bulunun!" mânâsına geliyor. Onun mânevî tatbikatı, mânevî bakımdan beraber olmak, böyle rabıta ile sağlanıyor.

İnsanın hocasıyla beraber olması, vaazını dinlemesi, nasihatını dinlemesi, dinini ondan öğrenmesi lâzım!.. Bu her zaman mümkün olmuyor. Hem insanlar muhtelif yerlerde oturuyorlar, uzak diyarlara gitmiş oluyorlar. Hem de, günün bir kısmının istirahatle geçmesi gerekiyor. Günün her saatinde insanın hizmette olması da kolay olmuyor. O bakımdan rabıta yapılıyor.

Rabıta yapıldığı zaman, mürid şeyhinin huzurunda olmuş oluyor. Onu denetleyici olarak da düşünebilir. Sevdiği bir kimse olarak, hocası olarak onu karşısında hayal edecek, zikri beraber yaptığını düşünecek.


</B>Şirk Allah'a ortak koşmak demektir. Allah'a ortak koşmakla ilgili herhangi bir şey burda olmadığı için, öyle bir husus yoktur. İnsanın sevdiği bir kimse ile beraber olmak istemesi, beraberliğini düşünmesi şirk değildir.

Birçok mânevî faydaları var... Feyz almak bakımından, insanın yetişmesi bakımından fevkalâde önemli...


Râmûzül Ehâdis'te bir hadis-i şerif var; Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: ÇBir geniş arazide, çölde giderken hayvanınız ürktü, kaçtı. Yardım edecek bir kimse de yok... Çölde uçsuz bucaksız dağların, kum tepelerinin arasında kayboldu. Bulmanız mümkün değil... Kaldınız çaresiz... Sular orda, yiyecek orda... Kumların üstünde bata çıka sizin yürümeniz mümkün değil... Yandınız, mahvoldunuz. Böyle bir durumla karşılaştınız. Ne yapacaksınız?..

--Deyiniz ki: "(Yâ ricâlallah!) Ey Allah'ın erleri, Allah'ın ricâli!.. (eğîsûnî) Bana yardım edin! (eînûnî) Bana yardımcı olun, benim imdadıma yetişin!" diye böyle söyleyin! Çünkü, Allah'ın sizin görmediğiniz maddî mânevî erleri olur, evliyâullahı olur; onlar imdada yetişirler." diye Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor.

Onun için, Peygamber Efendimiz böyle deyin dediğine göre, Allah'ın evliyâsına da böyle selâhiyet verildiğine göre; hani ondan yardım istese bile, yine bir mahzuru yoktur. Çünkü, mahzuru olsaydı, Peygamber Efendimiz tavsiye etmezdi. Onun için bu şirk lafı bir taassubdan kaynaklanıyor.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Şifa Allah'tandır.. Diler, sebebsiz şifa verir.. Fakat birilerini, doktoru şunu bunu da sebeb edebilir.. Burada ikisi de geçerlidir.. 1- Sebeblere muhtaç olmayan Allah şifa verdi.. 2- Sebebleri yaratan Allah, doktor eliyle şifa verdi.. Her ikisi de aynı anda haktır.. Kalb her halkiyetin Allah'tan olduğuna mutlaka inanacak; beden de sebebler dairesinde dönüp duracak..

"Ebdallar (Evliyaullah)" ile ilgili yukardaki Rivayetlere baktığımızda bu iki yolu, bu iki manayı seçmeye çalışalım:

1- Allah, ebdal (Evliyaullah) sebebiyle arzı ayakta tutuyor, yağmuru indiriyor, nebatı çıkarıyor, azabı azaltıyor, doğduruyor, öldürüyor, rızık indiriyor.. Buradaki "sebebiyle" lafzında "onların hatırına, onların hürmetine" ya da "onların duası, isteği üzerine" manası vardır..

2- Bununla birlikte, biliyoruz ki Kudret Allah'ındır; öyle olması, Melekleri eliyle de Allah iş görmektedir.. Bunların bu vazifeleri yapması, Allah'ın Halikliğine ve Kudretine mani değildir.. Mesela yerlerin, göklerin, denizlerin, dağların, depremlerin müekkili melekler var.. Tabiat olaylarını mesela bulutları sevk eden, yağmur damlalarını indiren melekler var.. Mesela arşı taşıyan melekler var.. Bunlara bu görevler verilmiş.. Allah'ın izni kuvveti yardımıyla hiç aksatmadan bu vazifelerini yapıyorlar.. Ve Allah, amenna ki bu vazifelerini yerine getirecek her türlü özelliği meleklerine bahşetmiştir.. Yoksa görevlerini nasıl yerine getirsinler! Neticede asıl işlerin sahibi Allah, bu işlerini melekleri eliyle de yapmaktadır..

"Arz ebdal üzerine ayaktadır" derken, "onlar arzın direkleridir" derken ya da "yağmur, nebat, rızık, ölüm, dirim onlar sebebiyle" derken; meleklerde olduğu gibi ebdalın bizzat bu vazife ile Allah'a hizmet edebilecekleri manasını da görmelisiniz.. Burada hürmetin, duanın, isteğin yanında bizzat ebdalın bu vazifelerde görev alması manası da vardır..

Altını çizdiğim yerde Münâvi'den şu ibare vardı:

"Onlar arz ehline yardım ederler"..

Bir de İbnu Arabi'den şu ibare vardı:

"Velayet sahibi, kalbi üzerinde olduğu Peygamberden aldığı feyzi, kalbi kendi kalbi üzere olan bu kalplere ifaza eder. (feyiz verir)"

İfaza eder, yani verir, aktarır.. İşte bunları bizzat yapar..

Efendim, burada "yardım ederler" derken, bu kelimeyi tamamen zahire yormak, yani maddi alemde, maddi sebeb ve şartlara hasretmek hem konunun ruhunu zedeler, hem de verilmek istenen manaya ters olur.. Yani senin elinde ağır iki bavulun var.. Birini Allah rızası için, sana teklifle ben yükleniyorum.. Beraber, gideceğimiz yere kadar gidiyoruz.. Bu tamamen bir maddi yardımdır..

Bir kere Mürşid-i Kamil olan Evliyaullah'ın asli vazifesi maddi değildir.. O manevi görev icabı bulunduğu postu şereflendirir..

Öyleyse "yardım" kelimesinden aynı zamanda "manevi" yardım, yani bilmediğimiz cihetten kalbi bir muameleyi ve de insanların gıyabında manen yardımı da anlamak icap ediyor.. Halihazırda İbni Arabinin kalbi muameleyi işaret ettiğini görmüş olduk.. Bu muameleyi hiç bir maddi göz doğrudan göremez zaten..

Hem "yardım" özelliğinin sayıldığı satırlardaki diğer hususları göz önüne alırsak, zaten kendiliğinden anlaşılıyor: “Arzın direkliği”, “arzın ayakta durması ya da tutulması”, “rızkın inmesi”, “yağmurun yağması”, “nebatın bitmesi”, “azabın kalkması” vs.. vs.. Bunların hiç biri beşeriyet sınırlılıkları ile yerine getirilebilecek, beşerin yapabileceği hizmetler değildir.. Öyleyse "yardım" kelimesinin Mürşid garbde, mürid şarkta iken olabileceğini söylemek, diğerlerinin yanında neden mümkün olamasın ki? Diğerleri bu yardımdan daha da anlaşılması, daha da kabul edilmesi zor işlemlerdir.. Arzın direkliği olmanın yanında, rızkın inmesine sebeb olmaklık yanında, uzaklardaki müridanından haberdar olmak, ona el uzatmak hafif kalır..

Netice:

Evliyaullah'ın manevi yardımları, maddi yardımlarından ziyade ve daha önemlidir.. Ve kalbi muamele için bedenlerin yakın olması şartı yoktur.. (Veysel Karani Hazretlerini hatırlayınız; o Peygamber aşığı Zat'ın Peygamber Efendimizce yetiştirildiği çok açıktır ve birbirlerini de bir kere olsun zahirde görmemişlerdir.. Eee zahiren hiç görüşmemişlerse Hicaz'dan Yemen'e Veysel Karani Hazretlerini nasıl yetiştirdi, efendim?)

Mürşidin müridini feyziyle beslemesi haktır ve bu kalbi bir muameledir.. Kabul edilmekte zorlanılan bu husus yetişmenin/yetiştirmenin (genel anlamda yardımın) bir aracıdır..

Halen, tereddütü olanlara sormak isterim:

Rızık, yağmur ebdal sebebiyle nasıl iner? Ölüm, dirim Ebdal sebebiyle nasıl vuku bulabilir? Ebdal (Evliyaullah, Sadıklar) arzın direği nasıl olurlar, arz onlarla nasıl ayakta kalır?

Bütün bu haberlere de bir makul ve makbul yorumları olması gerekecek..

Evliyaullahtan işitmişim: Peygamber Efendimiz buyurmuştur,

"İnsanlar ulvidir, insanlar suflidir. Ulviliği şudur ki siz o kadar yükselirsiniz, gökleri aşar melekleri geçersiniz. Sufliliği şudur ki siz o kadar alçalırsınız, hayvanlardan da aşağı düşersiniz."

Demek ki insan meleklerden de üstün olabiliyor, onlardaki özelliklerden fazlasını da elde edebiliyor.. E bütün bir mükevvenat Arşa düşse bir yüzüklük yer kaplarmış.. Arşı taşıyan meleklerden bahsediliyor.. İnsan melekleri de geçebiliyorsa ya bu insandaki üstünlüğü, şerefi, kuvveti nasıl anlayabileceğiz?
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Tevbe 119: “Ey İman edenler! Allah'tan korkun (sakının) ve sadıklarla (doğrularla) beraber olun” Ayet-i Kerimesinin Tefsirleri..

Oraya geçmeden, önemine binaen başka bir Ayet-i Kerimeyi de akılda tutmamız gerekiyor:


Nisa 69. Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine Lütuflarda bulunduğu Peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!

Renkli yerlere bakınız.. Şehidler bir sınıf, Sadıklar bir sınıf, Salihler bir sınıf.. Bazı çevreler, Ayetin nüzul sebebiyle yetinip bu konudaki tefsir ve rivayetlere bakmadıklarından buradaki “sadıklar” ifadesini sadece "savaşa gidenler" olarak almakta ve öyle göstermektedirler.. Peki, bu görüşleri isabetli midir? Evet, bu görüşleri doğrudur ama Ayetin rivayet edilmiş diğer manalarını vermedikleri için dar ve sınırlı bir isabettir.. Meydanlarda Allah için savaşanlar da Sadıktır.. Amenna.. Ve fakat "sadıklar" savaşan bu kimselerle sınırlı değillerdir..

Sıddıklar yani sadıklar ayrı bir sınıftır ve şehidlerden yani Allah yolunda ölenlerden de dereceleri yüksektir.. O yüzden Ayet-i Kerimedeki sıralamada Peygamberlerden sonra gelmişlerdir ve şehidlerden ayrı olarak sayılmışlardır..

Bununla birlikte bir kimse hem sadık hem de şehid olabilir.. Buna da engel yoktur..


-----------------------------------------------------------------

Bakalım Tefsirler ne diyor:

Tevbe 119: “Ey İman edenler! Allah'tan korkun (sakının) ve sadıklarla (doğrularla) beraber olun”

Elmalılı Tefsirine bakalım:

Tevbe 119- Ey iman etmiş olanlar! İmanlarında, ahitlerinde, hak dine olan bağlılıklarında, gerek niyet, gerek söz veya fiil olarak, yani her hususta doğru ve dürüst kişilerle beraber olunuz. Onlarla yakınlık kurunuz, onların tarafını tutunuz, hasılı onlardan uzaklaşıp ayrı kalmayınız. Açıkçası, münafıklardan sakınıp Hz. Peygamber'in ve Ashabının yanında olanların safında yer alınız. Onlar gibi, özü doğru, sözü doğru, işi doğru olunuz. Onlarla beraber olunuz ve onlara uyunuz.

-----------------------------------------------------------------

Besariul Kur'an:

Rabbınızın emirlerine karşı gelmekten sakının ve sadıklarla, doğrularla beraber olun. Doğru söyleyenlerle, doğru yaşayanlarla beraber olun. İman iddiasında sadâkat gösterenlerle beraber olun. İman iddialarını, teslimiyet iddialarını eyleme dönüştürenler safında yerinizi alın.

Sûre bütünlüğü içinde bu sadıklar Rasulullah ve beraberindeki Sahâbe-i Kirâm efendilerimizdir. Yalancılar da işte önceki âyetlerde özellikleri ortaya konulan münâfıklardır. Yalan söylemeyen bu üç ihlâslı mü’min önceden sadıklarla beraber olmamışlar, savaştan geri kalan yalancılarla beraber olmuşlardı.

İşte Rabbimiz onları uyararak, ama onlar şahsında kıyâmete kadar tüm mü’minleri uyararak sadıkların içinde yerimizi almamızı öğütlüyor. Kâfirlerle yapılan bir savaşta mü’minlerle beraber olun, arkada kalanlarla beraber olmayın buyuruyor. Sadıklarla, Kur’an ve sünnetin tasdikçileriyle beraber olalım. Sadıkane vahye bağlı olanlarla birlikte olalım. Değilse, bizi tam ve mükemmel kabul eden, bizim yaptığımız her şeyi yalayıp yutanlarla beraber olursak helâkin eşiğinde olduğumuzu unutmayalım.


-----------------------------------------------------------------

Büyük Kur'an Tefsiri:

Yani ey müminler! Allah'ın emrine uymak, gücünüz oranında onun emirlerine yapışmak, yasaklarını terk etmek, mutlak mânâda haram olarak ilân ettiklerinden kaçınmak suretiyle Allah'ın azabından ittika edin. Salih kimselerle beraber ve onlardan olun. Yalan söyleyerek günahlarından kurtulmayı düşünen ve bu kurtulmayı yeminleriyle destekleyen münafıklarla bir olmayın.

-----------------------------------------------------------------

Taberi Tefsiri:

Ey iman edenler, Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Daha dünyadayken Allah’a itaat edenlerden olun ki ahirette de cennete girip doğrularla beraber olasınız. Nâfı, Dehhak, Said b. Cübeyr buradaki doğrulardan maksadın, Resulullah, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve diğer Sahabiler olduğunu söylemişlerdir.

-----------------------------------------------------------------

Fahreddin Razi Tefsiri:

Doğru Kişilerle Beraber Olmanın Lüzumu

Bil ki Allah Teâlâ, bu üç kişinin tevbelerini kabul ettiğini bildirince, bahsi geçen şeyi, yani cihadda, Hz. Peygamber (s.a.s)'den geri kalmayı men etme sadedinde bir ifade zikrederek, "Ey iman edenler, Resûlullah'ın emrine muhalefet etme hususunda Allah'dan korkun ve savaşlarda (doğru olanlarla, yani Resul ve Ashabı ile birlikte olun. sakın savaştan geri kalanlardan ve münafıklarla birlikte evlerinde oturup kalanlardan olmayın" buyurmuştur.

Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Ayetin İcmaa Delil Olması:

Allah Teâlâ, mü'minlerle, sâdıklarla beraber olmayı emretmiştir. Sâdıklarla birlikte olmak vâcib (şart) olduğuna göre, her zaman ve devirde, sadıkların var olması gerekir.

Bu da herkesin, bâtıl üzerinde ittifak etmesine mânidir. Herkesin bâtıl üzerinde ittifak sağlaması imkansız olduğuna göre, yine herkes bir şey üzerinde ittifak ettiklerinde, hakkı bulmuş olmaları gerekir. İşte bu da, icma-ı ümmetin bir hüccet olduğuna delâlet eder.


Bakınız, Ehl-i Tasavvufun dediği mana yanında Razi, buradan İslam'ın 4 Temel kaynağından biri olan İcmanın delilini de çıkarmıştır.. Hemen devamında Razi:

Eğer biri çıkıp derse ki: "Hak Teâlâ'nın, "Sadıklarla beraber olun" buyruğu ile, "Sâdıkların yolu üzere olun" manası kastedilmiş olabilir. Bu, tıpkı bir kimsenin, çocuğuna: "Salihlerle (iyi kimselerle) beraber ol" dediğinde, gayesi bu manayı ifade etmektir." Bunu kabul ederiz,..

"Sadıklarla beraber olun" emri, sâdıklara uyma hususunda bir emir, onlara muhalefet etme hususunda bir nehiydir. Bu ise, her zaman sâdıkların bulunması şartına bağlıdır. .. Binâenaleyh bu ayet, sâdıkların her zaman bulunacağına delâlet etmiş olur.


Yine Razi konuyu açarken bir Hadis-i Şerif naklediyor:

İbn Mes'ûd (r.a)'un şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Size doğruluk gerekir. Çünkü doğruluk insanı birre (iyiliğe) yaklaştırır. Birr de cennete yaklaştırır. Hiç şüphesiz kul doğru olur ve böylece Allah katında sıddîk (dosdoğru) olarak yazılır. Aman yalandan sakınınız! Çünkü yalan insanı fücura (günaha), fücur da cehenneme yaklaştırır. Hiç şüphesiz adam yalan söyler ve böylece Allah katında kezzâb (yalancı) diye yazılır. Baksana insanlar için (Doğru oldun, doğru söyledin); (iyi oldun), ve (azdın, günaha daldın), (yalan söyledin) ifadeleri kullanılır."


-----------------------------------------------------------------

Son olarak Ömer Nasuhi Tefsiri:

119. Bu mübarek âyetler, mü'minleri Allah Teâlâ'dan korkmaya, salih zatlar ile aynı hal üzere olmaya davet ediyor.

Gerek Medine ahalisi için ve gerek etrafındaki aşiretler için Rasûlü Ekrem'den ayrılmanın kendi nefislerini korumak için o Yüce Peygamber'in yolunu takip etmemenin, onunla beraber cihada çıkmamanın uygun olamayacağını ihtarda bulunuyor, ve Allah yolunda uğrayacakları sıkıntıların mükâfatını göreceklerini kendilerine müjdeliyor.


***

Sonuç:

Her halleriyle ve yaşantılarıyla; inançları, amelleri, ihlasları ile; hal tavır ve güzel ahlakları ile Allah'a Resulüne ve güzin Ashabına sadık olduklarını ispat etmiş olan hakiki Mürşid-i Kamiller ile olmak, onlara yakın bulunmak, meclislerine gidip gelmek, onlar ile yardımlaşmak bize Allah'ın emridir..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - MANEVİ HASTALIKLARIN NETİCESİ

Musa Topbaş Efendi Hazretleri buyuruyorlar ki:

* "Maalesef zamanımızdaki zâhid ve âbidlerin çoğunda dahi kötü huy olan tecessüs (ayıb araştırma ve arkadan çekiştirme) görülmektedir. Bu kötü ahlâka mübtelâ olanlar, hallerini düzeltmedikleri takdirde, manen terakki edemezler, Allah Teâlâ'nın nazarından düşerler. Ruhen hasta oldukları için yapdıkları ibâdet ve kulluk vazifelerinin tadını alamazlar."

* "Hakikati ketm etmek, gizlemek şeytanın ahlâkındandır"

* "Günâhların afvolunmayacağını zan etmek, Allah'a suizan etmek olur. Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, kabul edileceğini ümid ederek tevbe edeni affeder."

* Kalb ve gönlümüzü Hak tealâ hazretlerine sımsıkı (elimizden geldiği kadar) bağlayacağız.

* "Hadis-i Şerifte buyruldu 'Mü’min de başkaları ile dost olan ve kendisi ile dostluk kurulabilendir.' "

* "Âhiretde en çok mes’ud olanlar, Allah’ı en çok sevenlerdir. Kul Allah sevgisini ancak dünyada kazanır."
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - ALLAH'I TANIMAK

Yahyalılı Hacı Hasan Efendi Hazretleri buyurmuşlar ki:

"Sevmek, ‘Ben Allah’ı seviyorum.’ demekle olmaz. Gerçekten Allah (c.c.)’ı sevmek için tanımak (ma’rifet) gerek… Tanıdıkça sevginiz artar, sevdikçe de ma’rifetiniz. Ama her şeyden önce istikamet sahibi olmalıyız. Dosdoğru yolda… Şeriat caddesinde yürümeliyiz. Kur’an ve sünnet çizgilerini takip etmeliyiz. Sakın kerâmet levhaları sizi aldatmasın. Önemli olan istikamettir. Ancak bu yol sizi Allah’a ulaştırır. Ma’rifet ancak bu güzergâhta elde edilebilir…"
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - RABITA DERSİN EN ÖNEMLİ BÖLÜMÜDÜR

Yahyalılı Ali Ramazan Dinç Efendi Hazretleri buyurmuşlar ki;


"Rabıtasız ders olmaz. Rabıtasız dersi, bir mahalle camiinin imamı da tarif eder. Mürşid-i Kamil, muazzam bir nur olarak tasavvur edilir. Arş-ı Âzam olan kalb-i saadetlerinin altına kalp, bu dünyanın genişliğinde bir kap şeklinde düşünülerek konur. Sâlik, "Ya Rabb! Füyuzât-ı İlâhîni, üstazımın gönlünden, benim kalbime lutfet." diyerek, en az on-on beş dakika kadar tefekkür eder.

Allah’ın feyzinin, rahmetinin, bereketinin, lütuf ve inayetinin, Peygamberimiz (s.a.v.)’in kalb-i saadetlerine, oradan da yarım hilal şeklinde tasavvur edilen mânevî halkanın en sonunda oturan Mürşid-i Kâmil’in kalbine aktığını farz ederek, gönlünü İlâhî çeşmeye açar sâlik

Mürşidin sûretini hatırlamaktan maksat, Allah (c.c.) ve Rasûlü (s.a.v.)’nün ahlakıyla ahlaklanmaktır. Üsve anlamında, hareketi bir başkasınca taklit edilen kimse manasına gelen rabıta, Peygamberimiz (s.a.v.)’in ve Allah (c.c.)’ımızın muhabbetinde yok olmaktır. Rabıta hâlinde bir mürid, Esad-ı Erbili (k.s.)’nin sadrından yukarısını yeşil bir nur hâlinde görünce Pîr Efendimiz: "Bu hâl fenâ fir’-Rasûl (Rasûlullah’ın aşkında yok olma) hâlidir." buyururlar.

Kendisini, su üstünde saman çöpü veya ağaç yaprağı gibi, seccade üzerinde kaybolmuş bir vaziyette bilmektir ğayb hâli. Bir derviş rabıta yaparken, ğaybet hâli zuhur edince, Şah-ı Nakşbend (k.s.): "Bize rabıtayı bırak, yedi kat semayı yok bilerek gönlünü, Arş-ı Azam’a aç." der. Bu kelamla o dervişin, fenâ fi’llah (Allah’ın muhabbetine kavuşma) saadetine erişeceğini müjdeler. Cenâb-ı Hakk’ın Musa (a.s.)’ya konuştuğu gibi: "Ey Rabbine itaat edip huzura eren nefis! Hem hoşnut edici, (O’na teslim olup, O’nu görüyormuş gibi ibadet eden, ihsan sahibi bir mü’min olarak) hem de hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına gir. Ve (Şeytanın hilesine aldanmayan, ihlaslı, samimi kullarım arasına girerek) Cennetime gir." (Fecr: 27-30) Cemalime ve Zâtıma er hitabının muhatabı olmaya başlar. Hakk’dan gayri her şeyi bırakır. Ömrünü hebâdan, ilmini riyadan, nefsini ve ehlini ateşten, dilini gıybetten, namusunu haramdan korur.

Kelime anlamı alaka kurmak demektir. Istılahi anlamı ise; gönlü, Allah ve Rasûlü (s.a.v.)’ne teslim edecek olan Mürşid-i Kâmil’in kalbinin altına koyup, nurun doğduğu iki kaşı arasına gözleri dikmektir. Bütün tefsircilere göre: "Ey iman edenler! Sabredin, düşmanlarınıza karşı sebat gösterin, nöbet bekleyin, Allah’dan gereğince korkun ki kurtuluşa eresiniz." (Al-i İmran: 200) ayetinde belirtilen "râbitû", rabıta edin, nöbet tutun kelimesi, memlekete düşmanın girmemesi için sınır boylarında karakol bekleme anlamına geldiği gibi, içte de nefis ve şeytan’ın hilesine karşı, mürşid-i kamile yapılacak rabıtayla, Mevlâ’nın hıfz ü himayesine, korumasına girmektir.

"Ey inananlar! Allah’dan korkun, O’na yaklaşmaya yol arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz." (Maide: 35) ayetinde belirtilen vesilelerin en büyüğünden biri de rabıtadır. Habibullah (s.a.v.), Allah’ın nurundan halk olunduğu için, O’nun yoluna davet eder insanları. Kamil mü’minler de Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in nurundan halk olunduklarından, Efendimiz (s.a.v.)’in ve Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine eriştirmek için tâbilerine rabıtayı tavsiye ederler. Ebû’d-Derdâ (r.a.)’dan rivayetle Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Davud’un duasındandır; O şöyle derdi: "Allahım! Senin sevgini, beni sevgine ulaştıracak ameli Senden diliyorum. Allahım! Sevgini kendi nefsimden daha sevimli kıl! Malımdan, çoluk çocuğum ve soğuk sudan bile daha sevimli kıl!" (Tirmizi)

"Onlar öyle topluluktur ki, onlarla oturan şaki olmaz (Rahmetten mahrum kalmaz).” (Buhari, Daavat) "İnsanların bazıları zikrullahın anahtarıdır. Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatır." (Suyûti, el-Camiu’s-Sağir, I, 377) "Kişi sevdikleriyle beraberdir." (Buhari, Müslim) "Mü’min mü’minin aynasıdır." (Ebu Davud, Edeb) "Kişi dostunun dini üzeredir (huyu üzeredir). O halde kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin." (Tirmizi, Zühd, 45) Hadis-i şerif’leri ve daha sayamayacağımız kadar çok ayet ve hadisler rabıtanın meşruluğunu ve ehemmiyetini bildirir. Allah’ın muhabbetinin dışında gönlünde, hiçbir şey kalmayan ârif-i billah, "De ki, işte benim yolum, (iman ve ihlas)’dır; basiret üzere (ihlas ve samimiyetle, Allah’ın rızasını gözeterek) Allah’a davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlar beraberiz." (Yusuf: 108) emr-i celilesine mazhariyetle, rabıta-i mürşid vasıtasıyla kulları Hakk’a davet eder. "
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
√ Ebû Yezîd-i Bestâmî(37) [H. 188–261] hazretlerinin, “Men lem yekün lehû şeyhun fe şeyhuhû şeytânün”(38) sözleri...

√ Hz. Mevlânâ’nın (M. 1207-1273),

“Zânki bâ aklî çû aklî cüft-i şüd
Mâni‘ bed fiil ve bed güft-i şüd”

(İki akıl birleşirse, yani biri diğerine yardım ederse, hem kötü iş hem de kötü sözlere mânî olur) beyti...

√ İmâm Bûsîrî (M. 1213-1296) hazretlerinin, Kasîde-i Bürde’de zikrettiği,
“Men lî bireddi cimâhın min gavâyetihâ / Kemâ yüraddü cimâha’l-hayli bi’l-lücüm”(39)

beyti de gayet açık delillerdir. Yani tasavvuf kitaplarında geçen bu sözler de, yine bir mürşid-i kâmile râbıtanın lüzûmuna delâlet etmektedirler.

√ İmâm Şa‘rânî (M. 1492-1565) hazretleri, Nefehât-ı Kudsiyye’sinde zikrin âdâbını sayarken buyururlar ki:

“Zikrin âdâbının yedincisi, müridin zikir esnâsında mürşid-i kâmili iki gözünün önünde hayâl etmesidir... Rabb’imiz Teâlâ’dan feyz alabilmenin menşei ve âdâbının başı budur.”

√ Âllâme Seyyid Şerif Cürcânî (M. 1340-1413) hazretleri, Şerhu Mevâkıf’ının sonunda, “Mürşidân-ı kirâmın sûretleri, müridine zuhûr eder... Onlar da, mürşidin o sûretinden feyz alırlar” diye îzahta bulunur.

√ Molla Câmî (M. 1414-1492) ve İsmail Hakkı (1653-1725) kaddesallâhü esrârahümâ hazretleri de bu hususu, “Zikrin iki yolu vardır ve bu iki yoldan birisi râbıta yoludur” diye beyan buyururlar.

√ Ebû Saîd Hâdimî kuddise sırruhü’s-sâmî (40) hazretleri ise bu mevzû ile alâkalı olarak yazdıkları risâlelerinde, “Fe-yetehayyelü sürete’n-Nebiyyi (s.a.v.) ev sûrete şeyhihî (Mürid, Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.) Efendimiz’in veya şeyhinin sûretini tahayyül eder, hayâlinde canlandırır)” diye kaydederler ki, hepsi de râbıtanın varlığını, meşru‘iyetini ve hatta lüzûmunu ifade etmektedir

(38) Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, demek olan bu sözün mânâsı şudur: Hidâyet yönünde, Allâh’a götüren yolda yürümek için bir rehberi-kılavuzu olmayanın, dalâlet yolunda rehberi şeytandır. Kendisine Peygamber’i (s.a.v.) ve onun vârisi olan âlimleri rehber edinmeyen, şeytanı ve şeytanlaşmış kimseleri önder edinir. Zira Hakk’ı bâtıldan ayırmak hususunda, akıl, tek başına kâfi değildir. Mutlaka vahye dayanan bir rehbere ihtiyacı vardır.

(39) Meâli: Zaptedilemeyecek derecede azgın ve sert başlı bir atın dizginler ile durdurulduğu gibi, nefsin azgınlığından ileri gelen itâatsizliğine mâni olabilmeyi benim için kim tekeffül eder? Yani, öyle bir zâta bağlanmak isterim ki, nefsime bir gem vurup onun inat ve itâatsizliğine son versin, demek istiyor.

(40) “Allah Teâlâ onun, yüksek ve yüce sırrını mübârek ve mukaddes kılsın” mealinde bir duâdır. Ehl-i Sünnet’e mensup Müslümanlar arasında, bu ve buna benzer sözler, evliyâullâha saygı ve hürmet ifadesi olarak kullanılır.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - RESULULLAH'A UĞRAMAK

Yahyalılı Hacı Hasan Efendi Hazretleri buyurmuşlar ki:

"Yavrularım! Kuzularım! Bu menzillerin Allah (c.c.)’a açılan kapısı Rasûlullah (s.a.v.)’tır. O (s.a.v.)’nu sevmeden, O (s.a.v.)’nu hoşnut etmeden içeri giremezsiniz.

Daha doğrusu Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gerçek mânâda ümmet olmadan Allah (c.c.)’ı râzı edemezsiniz. Çünkü O (s.a.v.), bütün âlemlerin kendisi hürmetine yaratıldığı iki cihan güneşidir. Sevgililer sevgilisidir. Özelde bütün velîler, sâlihler, sâdıklar, âşıklar ve genelde bütün insanlık O’nun nûru ile aydınlanır. Bütün peygamberlerin peygamberi, nebîlerin serveri, insanlığın yegâne önderi, eşsiz modeli Muhammed Mustafâ (s.a.v)’dır
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - ABDULHAKİM EFENDİDEN ..

Abdülhakim Arvasi Hazretleri buyurmuşlardır:

"Muhammed aleyhisselam dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç bir insanın O'nu methedecek gücü yoktur. Hiç bir insanın O'nu tenkit edecek iktidarı yoktur."

"Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür."

"Evliyanın sözünde Rabbani tesir vardır."

"Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırap ve felaketten kurtulamaz."

"Hak'dan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur."
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - ERZİNCANLI ABDURRAHİM REYHAN EFENDİDEN ..

"İnsan, Tarikat olmadan hakikate geçemez. Tarikatın da sadece suretinde kalmayacak. Onun da özüne geçmek lâzım. Eğer bir insan tarikatı yaşarsa hakikate geçer..."

"Hakikate ulaşmak, insanların ruhunun makamına ulaşmasıdır. Allah'tan gelen ruhun Allah'a ulaşmasıdır. Bu yükselme de tarîkatle olur. "

"Şeriatla bu ahlâk-ı zemimelerin hepsi atılmaz. Tarîkatla atılır. Ahlâk-ı zemimelerin hepsi atılır, ahlâk-ı hamideler elde edilirse, insan hakikate geçer. İşte o zaman insan beşeri sıfattan melekî sıfata geçer. .."

"İlimden mânâ Allah'ı bilmek, Allah'a itaat etmektir. Fakat ilim insanlara varlık oluyor. Eğer ilmi ile âmil olamıyorsa ilim insanlara varlık oluyor. Bunu dünyaya harcayabiliyor. Ama ilmiyle âmil demek; o ilmini Allah için kullanmak ve ilmiyle amel etmektir. Bu ancak tasavvufta olabiliyor. Tarîkatı olmayan ilim varlığına düşer. Tarîkatı olan ilim varlığına düşmez. İşte ilim varlığına düşmezse o ilim onun için kıymetli olur. "

"Mecnûn, Leylâ'nın zahir güzelliğine, şerefine asaletine değil, Leylâ'nın yüzünde Allah'ın sıfat nurunu görmüş. O kadar güzel göstermiş onu ki Mecnun'a Leylâ'yı o kadar güzel göstermiş ki Cenab-ı Hakk; eğer Leylâ gerçekten o kadar güzel olsaydı, zenginler ona talip olurdu. Mecnun fakir, sefil. Leylâ'nın babası, ailesi zengin. Mecnûn fakir diye vermediler. Çok güzel olsa, zenginler talip olurdu ona. Hiç kimse talip olmamış Leyla'ya... Ama Cenab-ı Hakk Leylâ'yı Mecnun'a o kadar güzel göstermiş ki dünyada ondan güzeli yok. "

"Velîler vâris-i enbiyâdır. Madem ki Peygamberlere inandıksa, velîlere de inanacağız."

"Nimeti, dünya nimeti bilip de dünya nimetleri ile kananlar aldanmışlardır."

Kaynak: Sohbetlerinin kaydedildiği "Gül'den Bülbüllere - 2" kitabından..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - TASAVVUF DÜNYA SEVGİSİNİ KALBDEN SÜRÜP ÇIKARMAKTIR ..

5. (1969)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor:

"Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışların başıdır. Bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır yapar."

[Rezin ilâvesidir. Beyhakî Şuabu'l-Îman'da kaydetmiştir. Hadisin ikinci yarısı Ebû Dâvud'da tahric edilmiştir. (Edep 125, (5150).)

AÇIKLAMA:

1- Münâvî, hadisin "Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışın başıdır" kısmıyla ilgili şu açıklamayı yapar:

"Bunun doğruluğuna tecrübe ve müşâhede şehadet etmektedir. Çünkü dünya sevgisi açık ve gizli her çeşit hataya dâvet eder. Hele sevilen şey o hatayı işlemeye bağlı ise .. Sevgi, âşığı öylesine sarhoş eder ki artık sevgisidir. İblisin hatâsı da aynı. Zîra onun da sebebi dünya sevgisinden daha zararlı olan sevgisi idi. Firavun, Hâman ve askerlerinin küfrü de dünya sevgisidir. Cehennemi ve ehlini ebedî kılan dünya sevgisi olduğu gibi, cenneti ve ehlini ebedî kılan da dünya buğzudur. Böylece denilir ki: "Dünya, şeytan şarabıdır; kim ondan içerse, onun sarhoşluğundan hüsran ve pişmanlık içerisinde teneşirde uyanır."

Gazâlî der ki: "Muhammed Mustafa (aleyhissalâtü vesselâm):

"Dünya sevgisi her çeşit hatanın başıdır" buyurmuştur. Ne var ki insanlar dünyayı sevmeseler âlem helâk olur, hayat iptal olur. Öyleyse O (aleyhisselâm), bildi ki dünya sevgisi helâke atıcıdır ve onun helâke atıcı olduğunu söylemek, küçük bir azınlık dışında, büyük çoğunluğun kalbinden onun sevgisini çıkarıp atmaz, bu küçük azınlığın sevgiyi terk etmesiyle dünya hayatına bir zarar gelmez. Bu sebeple O (aleyhissalâtü vesselâm), dünya sevgisinin getireceği tehlikeleri hatırlatıp nasihat etmeyi terk etmemiştir..."

2- Bazı âlimler, hadisten şu hükmü çıkarmışlardır: "İlmin, insanların dünyaya en az bağı olanından alınması gerekir. Çünkü böylesinin kalbi daha nurlu, dînî meselelerde asgarî derecede sıkıntıdadır. İlim, nasıl olur da, kalbinde mevcut hatâların başını cem'etmiş olan kimseden alınır? Bu, Allah'ın huzuruna, Resûlü'nün huzuruna girmeye mânidir. Çünkü Allahu Teâlâ'nın huzûru O'nun kelâmıdır, Resûlü'nün huzûruna girmek ona müyesser olmaz, namazında bile. Çünkü kimse, yüce sıfatı, O'nunla mücâleseye (beraberliğe) sâlih olmadıkça kavrayamaz. Kim, Mustafa (aleyhissalâtü vesselâm) gibi, dünyayı terk ederse, O'nun kelâmını anlamaya ehil olur. Fakihlerin çoğunluğu gibi, dünyaya rağbet eden, buna ehil olmaz ve Şâri'in muradını anlayamaz."

Rebî İbnu Haysem: "Kalblerinizden dünya sevgisini çıkarın ki oraya âhiret sevgisi girsin" demiştir. Resûllulah da şöyle buyurmuştur:

"Dünya (âhirette) evi olmayanın evidir, malı olmayanın malıdır. Dünyalığı, ancak aklı olmayan yığma derdine düşer."


(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/242-244.)

***

Bu konuda, tasaavvufla alaka kurmak, böylece açıklamak için daha fazla kelama ihtiyaç yok.. Dünya sevgisini kalbden çıkaran ancak ve ancak Allah sevgisidir.. Allah sevgisi gerçek manada ancak Allah aşıklarından elde edilebilir; bu sevginin kalbde yer tutup kalıcı olması için mutlaka "Velayet tavassutuna" ihtiyaç vardır.. Bu çokça tecrübe de edilmiştir.. Hatta diyebiliriz ki bütün insanlar söylese de söylemese de yani aşikar etmese de kalbinden dünya sevgisinin çıkıp çıkmadığını çok iyi bilir.. Herkes kendisiyle başbaşadır..

Hadis-i Şerifte geçen kör ve sağırlık, Hakkı görmemek, Hakkı duymamaktır..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - HIZIR EFENDİDEN ..

"Tasavvuf, bütün düşüncelerden kalbi boşaltmak demektir. (Hatta, Allah arzusundan başka) Cennetten ve Cehennemden ve içindekilerden de boşaltmak lazım.

Yaramaz şeyler (dünya arzuları, nefs hevesleri) gönlü doldurmuş onları tasavvufsuz boşaltmak mümkün değil.
"
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF

Yine Ali Ramazan Dinç Hoca Efendi:

"Tasavvuf, kulun vakit içinde, o vakte en uygun şeyle baş başa olmasıdır."

"Takva, imandan İslam'a, İslam'dan ihsana çıkıştır."

"Nefsin zincirlerini kıramayan asla özgür olamaz"

"Zengin olun ama kalbinizde mal sevgisi, para sevgisi olmasın, Mevla’nın verdiği zenginliği yine O'nun yolunda iyi harcayın..."

"Hatta seçim Cennetü’l-Müşâhede’de olur. Mürşid-i Kamilin görevlendirilmesini, üçler, yediler, kırklar ve bütün ricâl tâifesi tasdik eder. Cahil olanlar, '(İcazet diye) Verdikleri bir kâğıt parçası, biz de veririz onu' der, ancak icazetli, müsaadeli olanlar dersleri nuruyla verdikleri için, buna, cin ve şeytan müdahale edemez."

"Allah’ın izniyle bu mânevî erler, kıyamete kadar devam edecektir"

"Marifet, gönülde Allah (c.c.)’tan gayrı bir şeyin kalmamasıdır. Rabbimiz ancak; isim, sıfat ve fiilleriyle tanınır. Cenâb-ı Hak, Zât’ını tanıyan, muhabbetine erişen kimselerle kurulan alakayla tanınır."

"Marifete erenin de sözü ve sohbeti; ümmete, nasibi olan herkese ıslah, irşad olarak yansır"

"Kur’an’da belirtilen vesile tanımını haiz olan ârifler kabiliyetli taliplerini Allah’ın muhabbetine kavuşturur. “Allah’a sevgili olanlar, kulunu Hakk’a sevdirenlerdir.” buyrulur hadis-i şerif’te."

"İrşâd, irfan sahibinin, insanları, Allah’ın yolunda ilerlemeleri için söz ve davranışları ile teşvik etmesidir"

"Peygamberlerden boşalan irşad görevi, "Alimler, peygamberlerin varisleridir.” (Buhari, İlim, 10) buyrulan, ulemaya tevdi edilmiştir."
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com


ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - OSMAN NURİ TOPBAŞ EFENDİDEN ..

"Cenâb-ı Hakk’ın rızâsından gayri bütün emelleri gönülden söküp atmak (ihlaslı olmak), müslümanın îfâsına mecbûr olduğu büyük bir vazîfedir."

"Muhabbetullah'ın zirvesi mübarek Peygamber Efendimizdir. Bütün güzel ahlakların zirvesi O'dur. Marifetullah ve irfânın, lutuf ve ihsânın, İhlas ve takvanın zirvesi de O."

"Sahabe neslinin ardından, onların fazilet düsturlarına güzelce tabi olarak kıyamete kadar teselsül eden bütün Evliyaullah da, hakikatte Allah Resulü’ nün fazilet güneşinden feyizlenmenin bereketiyle yücelmişlerdir."

"Güzel ahlakın özü, hiç şüphesiz ki Hazret-i Peygamber’e ve O’nun izinden giden Salih kullara dost olmaktan geçer. Faziletler halkasına tutunmanın ilk şartı budur."


"Bizleri Hak katında makbul kılacak üstün faziletlere nailiyet için Hak dostlarına ve onların da etrafında adeta pervane oldukları Hazret-i Peygamber'e can u gönülden muhabbet besleyip güzelce tabi olmak zaruridir."


Kaynak: Mübarek Osman Nuri Efendinin "Asr’ı Saadetten Günümüze Faziletler Medeniyeti" isimli Kitabından alınmıştır.​
 

bir_umut

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Şub 2009
Mesajlar
2,564
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
41
abisi bu azminizin hayranıyım doğrusu:a15:

değerli paylaşımların için Allah cc razı olsun...dinde dünyada ve ahirette af ve afiyet eylesin...

takipteyiz;)

Allah cc emanet olun hayırlı geceler:)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
..."Islâmin disi Seriat, ici Tasavvuf... O'nu, kâinatin yüzüsuyu hurmetine yaratildigi Allah Sevgilisini, üzerinde bütün hilkat mimârisinin i$ildadigi bir saray farzedecek olursaniz, Seriat o sarayin disi, Tasavvuf da icidir. Bütün ölcüler ve gecitler disarida, varis ve erisler de iceride..."


Necip Fazil Kisakürek
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
abisi bu azminizin hayranıyım doğrusu:a15:

değerli paylaşımların için Allah cc razı olsun...dinde dünyada ve ahirette af ve afiyet eylesin...

takipteyiz;)

Allah cc emanet olun hayırlı geceler:)
Biricik gönüldaşı-kardeşi...
Allahcc senden binlerce razı olsun inşaALLAH...
Allahcc utandırmasın,yalancıya çıkartmasın hakkımdaki zannınızı inşaALLAH...
Allahım,bu kardeşimin zannını gerçek eyle,ben aciz kulunu mahcup eyleme...
Rabbimiz yar ve yardımcın olsun kardeşimiz...
Rabbimize emanetsin...
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
Besmele...Selam...Dua...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - MEVLANA CELALEDDİN RUMİ HZ.DEN ..

"Ululuk sahibi Allah’ın kullarından, velîlerden baş çeker, uzaklaşırsan bil ki onlar senden hoşlanmıyorlar, onlar seni istemiyorlar. Onların kehlibarları vardır, meydana çıkarırlarsa senin saman çöpü gibi olan varlığını deliye döndürür, kendilerine çekerler. Kehlibarlarını saklarlarsa derhal seni azgınlığa teslim ederler."

"Agâh ol ki velîler, zamanın israfil’idirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelişirler. Ölü canlar, ten mezarında kefenlerine bürünmüş yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar. Derler ki: Bu ses, öbür seslerden bambaşka; çünkü diriltmek Allah sesinin işidir."

"Hangi hoş vardır ki nahoş olmamıştır? Ancak Sûr’un üfürülmesi, nefeslerinin aksinden ibaret olan yüce azizlerin sesleri, bundan müstesnadır; onların sesleri bakidir.

Onların gönülleri, öyle bir gönüldür ki gönüller, ondan sarhoştur. Yoklukları öyle bir yokluktur ki bizim varlıklarımız, o yokluktan var olmuşlardır.
"

"Bazen bir mürit, davacı ve yalancı bir şeyhe adamdır diye sadakatle inanır, itikat eder. Bu itikat yüzünden öyle bir makama erişir ki şeyhi, o makamı rüyada bile görmemiştir. Bu suretle müride su ve ateş bile zarar vermez. Halbuki şeyhe zararlıdır. Fakat bu nadirdir."

"Akıllı, bu varlığı, bu kibir ve gururu terk eder; çünkü Firavun’un halini hatıra getirir. Eğer ululanmayı (büyüklenmeyi) bırakmaz, ibret almazsa onun azgınlığından başkaları ibret alır!"

"Mustafa, 'Beni görene, benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu' dedi."
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Şu soru hep sorulur: Ashab-ı Kiram ve mezhep imamları zamanında tasavvuf, mürşid, mürid var mıydı? Mezhep imamları hangi tasavvuf koluna mensup idiler? Alimin mürşide ne ihtiyacı olur? Herkese Kur’an ve Sünnet yetmez mi?
Mürşid, mürid tasavvuf gibi kelimeler, Peygamberimiz A.S ve Ashab-ı Kiram zamanında yoktu. Fakat bunlarla anlatılan her şey vardı. O devirde iman, ilim, ihlâs, ibadet, amel, takva, edep, hizmet, mücahede gibi dinin bütün emirlerinin üzerinde aynı derecede duruluyor ve gereği yapılıyordu. Her şeyden önce kalbe önem veriliyordu. Kalp, bütün ibadetlerin ve güzel ahlâkın temeli görülüyordu. Çünkü din bunun için gelmişti.


ZAMANLA AZALAN HASSASİYETLER
Ancak, Saadet Asrı’ndan sonra aynı hassasiyet gösterilemedi. Belirli vazifeler yerine getirildi, fakat birçok ilâhî emir ya ihmal ya da terk edildi. İşte ihmal edilen bu vazifelerin başında kalbe ait ilimler, edepler, hal ve ahlâklar geliyordu. Namaz, oruç, zekât, hac ve kurban gibi zahirdeki ibadetlere sahip çıkılıyor, fakat yakîn, ihlâs, huşu, huzur, zikir, fikir, sabır, şükür, ilâhî takdire rıza, tevekkül, tefekkür, murakabe gibi kalbe ait ibadet ve ahlâkların üzerinde aynı derecede durulmuyordu. Öyle ki, çokları bunların tarifini ve gereğini dahi bilmiyordu.

Yine müslümanlar umumiyetle içki, kumar, hırsızlık, faiz, rüşvet, yalan gibi bedenle yapılan günahlardan uzak durmaya çalışıyordu. Fakat çoğunluk, kibir, haset, benlik, gösteriş, gaflet, ölümü unutma, Yüce Allah’tan çok mala ve halka güvenme, dünyayı aşırı sevme, tevbeyi terk, kader ve kazaya itiraz gibi kalple işlenen ve görülmeyen büyük günahlara hiç aldırış etmiyordu.

İşte gerçek sufiler, kâmil mürşidler, ümmetin içine düştüğü bu boşluğu doldurmaya çalıştılar. Müslümanların zahiri gibi batını da güzelleştirmek ve İslâm’ı ihlâsla, bütünüyle yaşatmak için gayret ettiler. Öncelikle kalbe yöneldiler, nefsin terbiyesi ile meşgul oldular, ilâhî sevgiye ulaşmanın yollarını aradılar. Buna mani olan şeyleri tespit ettiler. Kalple Allah arasına giren engelleri temizlediler. Böylece güzel kulluğun yolunu açtılar.

MÜMİNİN İÇ ALEMİNİN İLMİ

Yani tasavvuf, İslâm dininin ihsan kısmıyla ilgili ilimleri ve halleri hedefe aldı. İhsanı bizzat Hz. Rasulullah A.S. Efendimiz tarif buyurmuşlar ve dinin vazgeçilmez bir parçası olduğunu belirtmişlerdir (Sahih-i Buharî, İman). Hadis-i şerifin tarif buyurduğu ihsan hali, kalbin ihya edilmesi, gafletten uyanması ve manevi kirlerden arınıp Yüce Allah’ı müşahede edecek bir temizliğe ulaşmasıdır. Güzel kulluğun ve kurtuluşun temeli budur. Bunun yolu da manevi terbiyedir.

İhsan ilmi ve edebi, İslâm tarihinde bir disiplin içinde daha çok tasavvuf mekteplerinde okutuldu. Büyük veliler bu ilimde mütahassıs oldular, zirveye çıktılar. Onu isteyenlere öğrettiler. Herkes nasibi kadar bu ilimden ve ilâhî sevgiden istifade etti. Bu hizmet tarih boyunca böyle yapıldı.

Allah dostlarının işleri ortada, hizmetleri meydandadır. Veli de, fakih de dinin emrettiği ilimleri ihya için uğraşıyor. Bütün İslâm alimleri bir bütünün parçalarıdır. İslâm aleminde fakihler fıkıh alanında, müfessirler tefsir sahasında, muhaddisler hadis ilimlerinde ve diğer alimler kendi dallarında nasıl büyük hizmetler gördü iseler, sufiler de dinin en önemli ilmi olan ihsan ilmi ve manevi terbiye alanında büyük hizmetler görmüşlerdir. Halen de görüyorlar.

MEZHEP İMAMLARI VE TASAVVUF

Gerçek sufilerin yöneldiği kalp ve maneviyat ilminin ne kadar önemli olduğunu bilen alimler, onlardan övgü ile bahsetmişlerdir. Bununla da yetinmeyip, onlardaki ilme ve edebe talip olmuşlardır. Öyle ki, tevazu gösterip halkalarına girmişlerdir. İşte mezhep imamlarımızın bu ilme bakışı:

İmam Malik Rh.A.: “Kim tasavvufun öğrettiği ahlâk ve manevi hal ilmiyle yetinip fıkıh öğrenmezse, dinden çıkacak işler yapar, zındık olur. Kim de fıkıhla yetinir, ahlâk ve manevi halleri öğreten tasavvuf ilmini öğrenmezse büyük günahları işler, fasık olur. Her iki ilmi öğrenen kimse gerçek bir müslüman olur.” (Aliyyu’l-Kâri, Şerhu Ayni’l-İlim)

Bu manada İmam Şafii Rh.A. bir hikmet pınarı olan şiirinde şöyle der:

“Hem fakih, hem sufi ol, sakın birisiyle yetinme.

Bu sana hak için bir nasihattir dostum, incinme.

Sade fakihin kalbi katı olur, tadamaz takvayı,

Öbürü de cahil kalır, nasıl yapar ıslahı.” (Muhammed Afif, Divan-ı Şafii)

İmam Malik Rh.A. der ki:

“İnsan kendi nefsine hayır veremezse, insanlara da hayır veremez.” (Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya)

Hanefi mezhebinin imamı İmam-ı Azam Rh.A., her iki ilmi bünyesinde toplamış kâmil bir insandı. İlim ve takvasıyla herkese örnek olmuştu. Devrindeki tasavvuf büyükleri ondan ilim ve feyz almışlardı. Meşhur velilerden Davud et-Taî K.S., ilim ve tasavvuf terbiyesi aldığı hocalarını sayarken İmam-ı Azam’ı zikreder. Hanefi fakihlerinden İbnu Abidin Rh.A., İmam-ı Azam için şu değerlendirmeleri kaydeder;

“O, bu meydanın yiğitlerindendi. Vera, takva, edep, zikir ve fikirde zirvedeydi. Kendi zamandaki herkes onu ilim gibi takvada da imam görüyorlardı.” (Reddu’l-Muhtar)

SUFİLERİN YANINDA SAĞLANAN FAYDA

Velilerden Davud et-Taî K.S.’yi zühd ve tasavvuf yoluna sevk eden İmam-ı Azam’dır. Davud et-Taî, İmam-ı Azam’ın ilim meclisine devam ederdi. Bir gün İmam Azam Rh.A. kendisine künyesi ile hitap ederek:

- Ebu Süleyman! Sana yeterince ilim öğrettik, dedi. Davud et-Taî:

- Bundan sonra ne yapayım? Diye sordu. İmam:

- Öğrendiğin ilimle amel et, cevabını verdi. (Kuşeyrî, Risale)

İmam Şafii Rh.A., ilminin ve halinin yüceliğine rağmen sufilerle otururdu. Kendisine:

- Şunların meclis ve sohbetinden ne fayda gördün? diye sorulunca, İmam şu cevabı verdi:

- Onların en fazla şu sözlerinden istifade ettim: “Vakit bir kılıçtır. Sen onu kesmezsen, o seni keser. Yani sen vakitten istifade etmezsen, o senin ömründen bir parça kesip atar. Sen nefsini hayırlarla meşgul etmezsen, o seni kötülüklerle meşgul eder.” (Sülemî, Tabakatu’s-Sufiyye)

Aynı şekilde, İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. de sufî Ebu Hamza el-Bağdadî K.S. ile oturup kalkar, marifet meselelerinde bir zorlukla karşılaştığında, “ya sufi, bu konuda ne diyorsunuz?” diye ona sorardı.

İmam Ahmed b. Hanbel, önceleri pek tanımadığı için ilgilenmediği hatta bazen tenkit ettiği sufileri yakından tanıyınca, etrafındakileri sufilerle oturmaya teşvik etmeye bağladı. Şöyle derdi: “Onlar bildikleriyle amel ederek bize üstünlük sağladılar.” (Şaranî, Envaru’l-Kudsiyye)

Yine İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. sık sık Bişr-i Hafi K.S.’nin meclisinde bulunurdu. Tam manası ile ona bağlanmıştı. Bir defasında talebeleri kendisine:

- Sen hadis ve fıkıh alimi bir müctehitsin, birçok ilimde bir benzerin daha yok. Buna rağmen, niçin böyle hali-ahvali basit bir insanın yanına gidip geliyorsun, bu sana yakışır mı? dediklerinde, İmam:

- Evet, şu saymış olduğunuz ilimlerin hepsini ben ondan daha iyi bilirim, ama o da yücelerden yüce Allah’ı benden daha iyi tanıyor, diye cevap verdi. (Feridüddin-i Attar, Tezkiratu’l-Evliya)

İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasına: “Maruf el-Kerhi’nin yanına hadis almak için mi gidiyorsun?” Diye sorunca, İmam Ahmed b. Hanbel:

- Hayır, hadis almak için gitmiyorum. Fakat işin başı olan Allah korkusu ve marifetullah ondadır. İstifade etmek için gidiyorum, cevabını verdi. (Ebu talib El-Mekkî, Kûtu’l-Kulub)

Tabiun’un büyük müctehitlerinden Süfyan es-Sevrî K.S.: “Eğer sufi Ebu Haşim’i tanımasaydım, kalple ilgili halleri ve riyanın inceliklerini bilemezdim.” der. (Sühreverdî, Avarif)

‘ONLARIN YOLU EN DOĞRUSU’

Hüccetü’l-İslâm İmam Gazali Rh.A. de şöyle der:

“Kesinlikle anladım ki, bütün halleriyle Allah yolunu tutmuş kimseler ancak sufilerdir. Onların tutumları en güzel tutum, yolları en doğru yol ve ahlâkları en temiz ahlâktır. Daha dorusu, bütün akıllıların aklı, tüm hakimlerin hikmeti ve dinin inceliğini kavramış alimlerin bilgisi bir araya gelse ve onların hal ve ahlâklarını daha iyisi ile değiştirmek isteseler, buna güçleri yetmez. Çünkü, gerçek sufiler dini en mükemmel şekliyle yaşamaktadır. Onların zahirî ve batınî bütün hal ve hareketleri peygamberlik nurundan alınmadır. Bilindiği gibi yeryüzünde nübüvvet nurundan başka aydınlanacak başka bir nur da yoktur.”

“Tasavvuf yolu hakkında ne denebilir ki? Bu yolun ilk şartı manevi temizlik ve kalbi Allah’tan başka bütün şeylerden arındırmaktır. Bu yolun esası, kalbi tamamen Allah’ı zikretmeye adamaktır. Sonu ise O’nun irade ve rızasında fani olmaktır.”

“Bu öyle bir haldir ki, usulünce yoluna girenler bizzat tadarak öğrenirler. Onu bizzat tadarak, yaşayarak öğrenemeyenler, bu yolu kat etmiş sufilerle sık sık beraber oldukları takdirde, tecrübeyle ve işiterek bu halin varlığına kesin olarak inanır, yaşanan manevi haller sayesinde onu iyice anlarlar, Sufilerle düşüp kalkanlar, onların sohbetlerine katılanlar, onlardan bu imanı ve irfanı elde edebilirler. Çünkü sufiler öyle kimselerdir ki, onlarla oturan şaki (rahmetten mahrum) olmaz.” (el-Munkiz mine’d-Dalâl)

Sultanu’l-ulema Şeyh İzzuddin b. Abdüsselam Rh.A. de şöyle der: “Ben gerçek İslâm’ı ancak Şeyh Ebu’l-Hasen eş-Şazelî’ye intisaptan sonra anladım.” (Şaranî, Letaifu’l-Minen)

Son olarak büyük fakih ve arif İmam Şaranî Rh.A.’i dinleyelim:

“İslâm’ın ilk asırlarında manevi ve kalbî hastalıklar çok az olduğu için, insanlar bir kâmil mürşide ihtiyaç duymuyorlardı. Onlar bildikleri ile amel ediyor, bir bütün olarak takva ve edebi koruyorlardı. O nesil gidip de ortalığı manevi hastalıklar kaplayınca, cahiller bir tarafa, alimler bile amelden geri kaldılar. Bu nedenle bildiği ile amel edebilmesi için, alimlerin bir kâmil mürşide intisapları zaruri oldu.” (Envaru’l-Kudsiyye)

Bu büyüklerin mezhebine bağlı olan herkesin, onlardaki ilâhî aşk, edep ve tevazuyu örnek alması gerekir. Hak adamı nefsinin değil, hakkın tarafındadır...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
MÎMŞÂD ED-DÎNEVERî:
"Tasavvuf, serâire ıttılâın verdiği safâ ve Hakk'ın razı olacağı amelleri işlemek halk ile ancak zarurî hususlarda temas etmektir".28
Bu tariften de anlaşılıyor ki tedricen hakaik-i ilahiyye anlaşıldıkça kalbte husûle gelen itminan insana en büyük huzuru verir. Bütün efal ü muamelatında Hakk'ın rızasını düşünmek, halk ile rastgele münasebetler kurmayıp, onlarla teması zarurî hususlara hasretmek, seyr ü sülükün icabıdır.

Bilinmemek, faydasızdan sakınmak
"Tasavvuf, mâsivallahdan müstağni olmak, bilinmemeyi ihtiyar etmek ve hayırlı olmayan şeylerden sakınmaktır".29
Tasavvuf, ihtiyaç içinde bulunulmasına rağmen müstağni görünmek, masivaya rağbet etmemek, bilinmemeyi tercih ve ihtiyar etmek, hayır ve faydası olmayan şeylerden sakınmaktır ki, ihtiyacı izhar eden kimse züll-i suale (dilenme alçaklığına) kapı açıyor demektir. Bu izzet-i İslam'a iras-ı halelde bulunmak gibi bir günaha vesile olabilir. Şeref ve haysiyyeti muhildir.
İkincisi, hüviyetini, şahsiyetini, kıymet ve meziyetini meydana koymamak, ahad-ı nasdan biri gibi hareket etmek, adab-ı sofîyyeden olan bir tevazu'dur. Hayırlı olmayan şeylerden sakınmaktan maksat da efal-i mübâhada bile hayrı gözetmektir.


ALÎ BİN EL-ISFAHANî:
"Tasavvuf, Hakk'ın gayrından uzak ve masivallahdan halî olmaktır".30


EBÛ MUHAMMED EL-CÜVEYNî:
"Tasavvuf ahvâli kontrol etmek ve güzel olan şeyleri iltizam etmektir"31
Daima iyiyi ve hayrı aramak, insanın içinde bulunduğu ve maruz kaldığı ahvalin tetkikiyle zararları def ve faydaları celp için çalışmaktır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt