Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kaza namazı olan sünnet ve nafile namaz kılabilir mi (1 Kullanıcı)

E

Ebu İbrahim

SuphanALLAH.....

Be Ey Allahü tealanın kulu . Peki sen bu ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri okudun öğrendinde senden yüzlerce yıl önce bin yıl önce yaşamış olan derin islam alimleri o ayeti kerime ve hadisi şerifleri okumadılarmı . Onlar kafasından mı uydurdu o kadar hükmü. Meshebsizsen açıkca meshebsizim de bitsin. Merd olmak lazım.


1- Müslüman kalp kırmaz, Hiddetlenip kendi kriterlerine göre insanları yargılamak Müslümana yakışmaz...

2-
Meshebsizsen açıkca meshebsizim de bitsin.

bu sorunuyu öyle bir üslup ile sormuşsun ki yaşın genç kanın kaynıyor herhalde, daha ilim konusunda çok yol alırsın inşaALLAH kardeşim, Soru veya ithamın öyle bir boyutta ki, görende ZİNA etmiş ŞİRK koşmuş, yahut karşında ki yahudi yada Hristiyanmışda İSLAM hakkında olmadık sözler eden biri sanır..Bak genç kardeşim sakin ol yukardan aşağı yazdıklarımı bi oku... Sorunun cevabına gelince Ben MÜSLÜMANIM net ve açıktır sanırım... ALLAH C.C insanları mezheplerden sorguya çekmeyecek ALLAH C.C ve RESULUNE S.A.S itaatten sorguya çekicek....Sen körü körüne TAKLİD edebilirsin mesele değil, benim görevim yanlışları elimden geldiğince düzeltmeye gayret etmek... Sana birkaç satır TAKLİD edeken dahi eline yüzüne bulaştırdığın o ALİM' lerin (ALLAH C.C onlardan razı olsun) kendi eserlerinde ki kitaplarından örnekler ve kendi sözlerini sunayım araştır bu sözler yalan mı değilmi kitap isimlerine varana kadar vereyim...

SÜNNETE TÂBİ OLMA VE ONA MUHALiF SÖZLERi TERK ETME HAKKINDA İMAMLARIN SÖYLEDiKLERi



Burada imamların sözlerinden vakıf olabildiklerimizi vermemiz faydalı olacaktır. Onları taklid edenlere, hatta mertebe bakımından onlardan alt derecede olanları körü körüne taklid edenlere ve onların sözlerine ve mezheplerine gökten inmiş gibi tutunmuş olanlara umulur ki bir nasihat ve hatırlatma olur. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:

“Size Rabbinizden indirilmiş olana tâbi olun. Onun dışında velilere (dostlara) tâbi olmayın. Ne de az hatırlıyorsunuz (öğüt alıyorsunuz).”(A‟raf 3)


1- Ebû Hanife(H 80-150)

Bunların ilki İmam Ebû Hanife Numan b. Sabit'tir. Mezhebinden olanlar ondan çeşitli söz ve ifadeler nakletmişlerdir. Hepsi de tek bir şeye götürmektedir ki, o da şudur: “Hadisi esas almak, ona muhalif olan görüşleri terk etmek vaciptir.”


1. Hadis sahih olduğunda, benim mezhebim o(hadis)dur.6

2. Bir kimsenin nereden aldığımızı bilmeden bizim sözümüzü alması (onunla amel etmesi) helal olmaz. Bir rivayette de: “Benim delilimi bilmeyen bir kimsenin sözlerimle fetva vermesi haramdır.” “Çünkü biz beşeriz. Bugün bir söz söyler, yarın ondan geri dönebiliriz.”7

Diğer bir rivayette de: “Dikkatini çekerim ey Yakub (Ebû Yusuf)! Sakın ola ki, benden duyduğun her şeyi yazayım deme. Çünkü ben bugün bir kanaat bildirir, yarın ondan vazgeçebilirim. Yarın da bir kanaat bildirir, öbür gün vazgeçebilirim.8

3. Allah'ın kitabına ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hadislerine muhalif bir söz söylersem, sözümü terkedin.9

2- İmam Malik b. Enes (H 93-179)


İmam Malik ise şöyle demektedir:

1. Ben bir beşerim, isabet eder, hata da ederim. Benim görüşlerime bakın; Kitap ve sünnete uyanları alın, Kitap ve sünnete uymayanların hepsini terkedin.10

2. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında her insanın sözlerinin bir kısmı alınıp, bir kısmı terk edilebilir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise müstesnadır.11

3. İbn Vehb diyor ki: imam Malik'e, abdest alırken ayak parmaklarının arasını tahlil (el parmaklarıyla arasına su ulaştırma) meselesi sorulduğunda şöyle dediğini duydum: “Bunu yapmak vacip değildir.” İnsanlar gidinceye kadar sustum. Sonra ona dedim ki: “Bu hususta elimizde varid olan bir sünnet var.” Dedi ki: “Nedir bu?” Dedim ki: “Bize Leys b. Sa'd, İbn Lehia ve Amr b. Haris anlattı ki, Yezid b. Amr el-Meafirî'den, (o da) Ebû Abdurrahman el-Habelî'den, (o da) el-Müstevrid b. şeddat el-Kureşî'den dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in serçe parmağıyla ayak parmaklarının arasını ovaladığını gördüm.” Dedi ki: “Bu güzel bir hadistir, şimdiye kadar da duymuş değilim.”
Sonraları bu mesele tekrar sorulduğunda, insanlara böyle yapmalarını emrettiğini gördüm.12


3- İmam Şafiî (H:150-204)


İmam Şafiî'ye gelince bu hususta ondan nakledilenler daha çok ve daha da güzeldir.13 Şafiî mezhebine tâbi olanlar da bununla daha çok amel etmişlerdir. Bu sözlerden bazıları şunlardır:

1. Rasûlullah‟ın sallallahu aleyhi ve sellem sünnetlerinden bazılarının ulaşmadığı veya kaybolmadığı hiç kimse yoktur. Söylediğim her söz ve koyduğum her asıl, şayet Rasûlullah‟ın sallallahu aleyhi ve sellem bir sünnetiyle aykırılık arzediyorsa, uyulacak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sözüdür. O ayrıca benim de sözümdür.14

2. Müslümanlar, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‟in sünneti ortaya çıktıktan sonra, bir kimsenin o sünneti başka birinin sözü için terketmesinin helal olmayacağı hususunda icma etmişlerdir.15

3. Kitaplarımda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine muhalif birşey bulursanız, Rasûlullah‟ın sünnetiyle amel edin benim sözlerimi terkedin. Başka bir rivayette de: “Ona tâbi olun ve başka hiç kimsenin sözüne iltifat etmeyin.”16

4. Hadis sahih olduğunda benim mezhebim o hadistir.17

5. Sizler18 hadisleri ve ricali benden daha iyi bilirsiniz. Eğer hadis sahih olursa onu bana da söyleyin. Kufeliler, Basralılar ve Şamlılar rivayet etsin farketmez, eğer sahih ise ben onlara giderim.

6. Nakil ehline göre (hadis âlimleri), hakkında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den sahih hadis bulunan her meselede muhalif görüşlerimden hayatımda da, öldükten sonra da vazgeçmişimdir.”19


7. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den sahih bir hadis olduğu halde benim ona muhalif bir söz söylediğimi görürseniz, bilin ki, aklım başımdan gitmiştir.20

8. Ben bir söz söyler de, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sözüme muhalif sahih bir hadisi varsa, Rasûlullah‟ın hadisi (amel etmekte) evladır, beni taklid etmeyin.21

9. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen her hadis benim sözümdür, benden duymamıĢ olsanız bile!...22

4- İmam Ahmed b. Hanbel (H 164-241)


İmam Ahmed'e gelince; imamlar arasında hadisleri daha çok toplayan ve bunlara bağlanan odur. Öyle ki “fer‟î konuları ele alan kitapların telif edilmesini hoş görmezdi.”23 Bundan dolayı şöyle demektedir:


1- Beni taklid etmeyin, Malik‟i de, Şafiî'yi de, Evzaî ve Sevrî'yi de taklid etmeyin. Onlar nereden aldılarsa siz de oradan alın.”24 Başka bir rivayette: “Dininde bu kimselerden kimseyi taklid etme, Rasûlullah ve sahâbîlerinden varid olan ne ise onu al. Bunlardan sonra gelenler (tabiînler) hususunda ise kişi muhayyerdir.”

Bir defasında da şöyle demiştir: “İttiba, kişinin, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‟e ve sahâbîlere tâbi olmasıdır. Ancak tabiînden sonra kişi muhayyerdir.”25

2- Evzaî'nin görüşü, Malik'in görüşü, Ebû Hanife'nin görüşü... Bunların hepsi birer görüştür. Bana göre de hepsi eşittir. Delil ise ancak rivayetler (hadisler)dir.26

3. Kim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‟in hadisini reddederse, o helak olacağı bir uçurumun kenarındadır (demektir).27

İşte, hadislere sarılmayı emretme, basiretsiz bir şekilde taklidi nehyetme hususunda imamların söyledikleri bunlardır. Bunlar öyle açık ifadeler ki hiçbir tevil veya münakaşayı kaldırmaz. Kaldı ki sünnette sabit olana sarılan kişi, -imamların bazı sözlerine muhalif de olsa- onların mezheplerinden ve yollarından ayrılmış olmaz. Bilakis o hepsine tâbi olmuş, kopması mümkün olmayan sağlam kulpa tutunmuş olur. Ancak onların sözlerine muhalif olan sünnetleri terkeden kimse böyle değildir. Böyle biri onlara isyan etmekte ve biraz önce onlardan nakletmiş olduğumuz sözlerine muhalefet etmektedir. Allahu Teâlâ da buyuruyor ki:

“Rabbine yemin olsun ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tam manasıyla boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar.”(Nisa 65)

Yine buyuruyor ki: “Onun emrine muhalefet edenler başlarına bir musibet gelmesinden veya acı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.”(Nur 63)

Hafız İbn Receb (rahmetullahi aleyh) diyor ki: “Kendisine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin emrinin ulaştığı her kişinin yapması gereken; bunu ümmete beyan etmek, onlara nasihat edip bu emre tâbi olmaları için çalışmaktır. isterse bu, ümmette büyük bir zatın görüşüne ters olsun. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‟in emri, hata ederek muhalefet eden büyük bir zatın sünnete aykırı emrinden tazim edilmeye ve uyulmaya daha layıktır (hak sahibidir). İşte bu itibarla sahâbîler ve onlardan sonra gelenler sahih sünnetlere muhalefet edenleri tenkid etmişlerdir. Bazen belki de tenkidlerinde kaba ifadeler de kullanmışlardır.28 Ondan nefret ettikleri için değildir bu. O bilakis o sevdikleri ve saygı duydukları biridir. Ancak ne olursa olsun, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‟i daha çok sevmektedirler. Onun emri de bütün mahlukatın emrinin üstündedir. Eğer Rasûlullah‟ın emri ile bir başkasının emri çelişirse, Rasûlullah‟ın emri öne alınmalı ve ona tâbi olunmalıdır. Onun emrine muhalif olana duyulan saygı, Rasûlullah‟ın emrine tâbi olmaya engel teşkil edemez. Her ne kadar o kişi hatasında bağışlanmış olsa da.29 Kaldı ki, o bağışlanmış olan zat, Rasûlullah‟ın muhalif emri kendisine geldiğinde kendi görüĢüne muhalefet edilmesine itiraz da etmez.30

Derim ki: Buna nasıl itiraz edecekler ki?! Değil mi ki, onlar bunu tâbilerine emretmişler ve onlara sünnete muhalif sözlerini terketmeyi gerekli kılmışlardır. Hatta İmam Şafiî tâbilerine, kendisi onu almamış olsa bile sahih sünneti ona nispet etmelerini emretmiştir. Bu yüzden İbn Dakik el-İyd teker teker ve toplu olarak dört imamdan herbirinin sahih hadislere muhalif olan görüşlerini topladığı tek ciltlik büyük eserinin mukaddimesinde Şöyle demiştir:

“Bu meseleleri müçtehid imamlara nispet etmek haramdır. Mukallid fakihlerin de bunları bilmeleri gerekir ki, bu görüşleri onlara nispet ederek, onlara iftira etmesinler.”31



KAYNAKLAR;

5 Bu bölüm şeyh Nasıruddin el-Albani‟nin Sıfatu Salatin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem adlı eserinin Mehmet Peker tarafından yapılan tercemesinden alınmıştır.

6 İbn Abidin, Hâşiye (1/63), Resmul-Müfti (ibn Abidin'in risalelerinden biridir) 1/4'te, şeyh Salih el-Fellâni ikaz'ul-Himem (s.62)'de nakletmişlerdir. Ayrıca ibn Abidin Şerhu'l-Hidaye'de İbnu'l-Humam'ın hocası İbnu'-Şahna el-Kebir'den şunu nakleder: "Eğer hadis sahih olur da, mezhebe muhalif olursa hadisle amel edilir. Bu da onun mezhebi olur. Hadisle amel etmekle de kişi Hanefi olmaktan çıkmaz. Çünkü Ebu Hanife'nin "Hadis sahih olursa benim mezhebim odur (hadistir)" sözü sahih bir yolla gelmiştir. "Nitekim İbn Abdilberr bunu Ebu Hanife ve başka alimlerden rivayet etmiştir." Derim ki: Bu, ilimlerinin ve takvalarının kamil olmasının bir sonucudur. Çünkü burada bütün sünneti kuşatamadıklarına işaret etmişlerdir. Daha sonra geleceği üzere imam şafii bunu açık bir şekilde ifade etmiştir. Yani, bazen onlar kendilerine ulaşmamış bir sünnete muhalif görüş serdedebilirler. Böyle bir durumda bizlere, sünnete tabi olmayı ve bunu onların mezhebi olarak kabul etmeyi emretmişlerdir. Allah hepsine rahmet eylesin.

7 ibn Abdilberr, el-İntika fi fedaili's-selaseti'l-eimmeti'l-fukaha s. 145 İbnu'l-Kayyim İ'lamu'l-Muvakkıîn (2/309). İbn Abidin el-Bahru'r-Raik'in Haşiyesi (6/293). Resmu'l-Müfti (s. 29, 32). Şarani el-Mizan 1/55'de ikinci rivayetle. Üçüncü rivayeti ise: Abbas ed-Dûrî ibn Main'in Tarihinde (6/77/1) imam Züfer'den sahih bir senedle rivayet etmiştir. Bunun benzeri sözlerde Ebu Hanife'nin talebeleri Ebu Yusuf, İmam Züfer, Afiye b. Yezid'den rivayet edilmiştir. (el-ikaz s. 52) İbnu'l-Kayyim, Ebu Yusuf'tan gelen rivayetin sahih olduğunu söylemiştir. (2/344). Ayrıca el-ikaz'ın ziyadelerinde (s.65) ibni Abdil-Berr ve ibnu'l-Kayyim'den rivayet edilmiştir. Derim ki: Delillerini bilmeyenler hakkında söyledikleri bu ise, sözlerinin delile muhalif olduğunu bildiği halde delile muhalif fetva verenlerin durumu nedir acaba! Bu sözü iyice düşün. Çünkü bu tek başına körü körüne taklidi yıkmaya yeterlidir. Bundan dolayı bazı mukallidler Ebu Hanife'nin delilini bilmeden onun sözüyle fetva veremeyeceğini söylediğimde bunun Ebu Hanife'ye ait olduğunu reddetmektedir.

8 Derim ki: Bunun sebebi İmam çoğu zaman görüşlerini kıyasa dayandırmaktadır. Daha sonra daha güçlü bir kıyasa vakıf olur yahut Rasûlullahtan konu hakkında bir hadis ona ulaşır, bunun üzerine onu alır ve eski görüĢünü terkederdi. Şarani "el-Mizan" (1/62)'de özetle şunu söyler: "İmam Ebu Hanife hakkında bizim gibi her insaflının kanaati Şudur: Şayet o, şeriat tedvin edildikten hafızların Şeriati toplamak üzere yaptıkları rihleler bittikten sonra yaşamış olsaydı ve bunlara ulaşsaydı, bunları esas alır yapmış olduğu her kıyası da terkederdi. O zamanda diğer mezheplerde az olduğu gibi kıyas, onun mezhebinde de az olurdu. Ancak onun döneminde şeriat tabiinler ve etbau't-tabiin arasında köylerde ve şehirlerde dağınık bir halde olunca, mezhebinde kıyas diğer mezheplere oranlara -zarureten- daha çok olmuştur. Çünkü kıyas yaptığı meselede nass mevcut değildi. Diğer imamlar ise bundan farklıdır. Çünkü onların dönemlerinde hafızlar hadisleri cem işini bitirmişler ve onları tedvin etmişlerdi. Böylece hadisler birbirlerinin cevabı olmuşlardı. İşte kıyasın onun mezhebinde çok, diğerlerinin mezheplerinde az olmasının sebebi budur." Bunun büyük bir kısmını Ebu'l-Hasenât en-Nafiu'l-Kebir s. 135'te nakletmiş ona izah eder ve destekler mahiyette talik yapmıştır. Dileyen oraya bakabilir. Derim ki: Eğer bu Ebu Hanife'nin bazı sahih hadislere muhalefet etmiş olmadaki mazereti ise -kaldı ki bu kesinlikle geçerli bir mazerettir- o zaman bazı cahillerin yaptığı gibi ona ta'n etmek (tenkid edip eleştirmek ve eleştiride aşırı gitmek) caiz değildir. Bilakis ona karşı edepli olmak lazım gelir. Çünkü dinin korumasını yapan imamlardan bir imamdır. Dinin fer'i konuları hakkında ondan nice görüşler elimize ulaşmıştır. Ayrıca hata da etse, isabet de etse her halukarda ecrini alacaktır. Bunun yanında ona saygı duyanların, onun sahih hadislerle muhalif görüşlerine bağlı kalmaları da caiz değildir. Çünkü sözlerinde de beyan edildiği gibi bunlar onun mezhebi değildir. Bunlar bir vadide, diğerleri de bir başka vadidedir. Hak ise ikisinin arasındadır: "Rabbimiz bizlere ve iman etmede bizden önce gelen kardeşlerimize mağfiret et. Kalbimizde mü'min olanlara karşı en ufak bir kin bırakma. Rabbimiz sen raufsun, rahîmsin."

9 el-Fellâni, el-ikaz s.50. Ayrıca bunu İmam Muhammed'e de nispet etmiştir. Ardından şöyle demiştir: "Bu ve benzeri sözler tabi ki müçtehid için değildir. Çünkü bu hususta onların sözlerine ihtiyacı yoktur. Bilakis bu mukallid için geçerlidir." Derim ki: Şa'rani el-Mizan'da (1/26) bu söze binaen şunları söyler: "Şayet imamın vefat ettikten sonra sahih olduğu ve bunlarla amel etmediği ortaya çıkan hadisleri ne yapayım? dersen, cevabım Şudur: Yapman gereken hadislerle amel etmektir. Çünkü imanım bunlara ulaşsaydı ve ona göre sahih olsaydı, belki bunlarla amel etmeyi sana emrederdi. Çünkü imamların hepsi şeriatin esiridir. Bunu yapan da iki eliyle hayrı kucaklamış olur. Kimde; "İmamım onunla amel etmedikçe bir hadisle amel etmem" derse hayrın çoğunu elinden kaçırır. Nitekim mezhep mukallitlerinin çoğunluğunun durumu böyledir. Halbuki yapmaları gereken imamlarının vasiyetini yerine getirmek üzere ondan sonra sahih olduğu ortaya çıkan her hadisle amel etmekti. Çünkü bizlerin onlar hakkındaki kanaatimiz Şudur: ġayet onlar yaşasalardı ve onlardan sonra sahih olduğu ortaya çıkan bu hadisleri elde etselerdi hadisleri esas alır ve onlarla amel ederlerdi. Yapmış oldukları bütün kıyasları da, söylemiş oldukları sözleri de terkederlerdi.

10 ibn Abdilberr, el-Câmi (2/32). Ondan da İbn Hazm Usulü'l-Ahkam (6/149), yine el-Fellâni(s.72)

11 Bu sözün İmam Malik'e nisbeti müteahhir alimler arasında meşhurdur. ibn Abdilhadi, İrsâdû's-Salik (1/227)'te sahih olduğunu söylemiştir. İbn Abdilberr el-Câmi (2/91)'de İbn Hazm Usulü'l-Ahkam (6/145, 179)'da el-Hakem b. Uteybe ve Mücahid'in sözü olarak rivayet etmişlerdir. Takıyuddin es-Subki de el-Fetava (1/147)'da Ġbni Abbas'tan rivayet etmiş ve çok güzel bir söz olduğunu belirtmiştir. Ardından şöyle demiştir: Bu sözü İbn Abbas'tan Mücahid, onlardan da İmam Malik almıştır ve ondan meşhur olmuştur. Derim ki: Onlardan da İmam Ahmed almıştır. Ebu Davud Mesailu'l-İmam Ahmed s. 276'da diyorki: Ahmed'in Şöyle dediğini işittim: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dışındaki herkesin muhakkak sözlerinden alınır da, bırakılır da...

12 İbn Ebi Hatim, el-Cerh ve't-Tadil'in mukaddimesi s. 31,32. Ayrıca Beyhaki Sünen'de (1/81)'de rivayet etmiştir.

13 İbn Hazm (6/118) diyor ki: "Taklid edilen fukahanın kendileri taklidi reddetmişlerdir. Talebelerini taklidden nehyetmişlerdir. Bu hususta en titizleri İmam Şafii'ydi. Sahih hadislere tabi olmak ve delilin gerektirdiğiyle amel etmek hususunda başkalarından daha açık ifadelerde bulunmuştur. (Ayrıca) herşeyde taklid edilmekten de beri olduğunu belirtmiştir. Bunu da açık bir şekilde ifade etmiştir. Allah ecrini bol bol versin, bir çok hayrın sebebi olmuştu."

14 Hakim, İmam Şafiî'den kendi senediyle muttasıl olarak rivayet etmiştir. İbn Asakir'in “Tarih-u Dımeşk”ında da böyledir. (15/1/3) “İ'lâmu'l-muvakkiîn” (2/363-364) ve “el-İkâz”, s.100)

15 İbnu'l-Kayyim 2/361, el-Fellani s.68)

16 el-Heravi Zemmü'l-Kelam 3/47/1, Hatib el-İhticac bi'ş-Şafii 8/2, İbn Asakir 15/9/1, Nevevi el-Mecmu' 1/63, İbnu'l-Kayyim 2/361, Fellani s.100 ikinci rivayeti ise Ebu Nuaym el-Hilye (9/107)'de, İbn Hibban sahihinde (3/284) sahih bir senedle rivayet etmiştir.

17 Nevevi, a.g.e. Şa'rani (1/57) (Hakim ve Beyhaki'ye nispet ederek) Cellani (s.107) (rivayet etmişlerdir). Şarani diyor ki: "İbn Hazm dedi ki: Yani ona veya başka alimlere göre sahih olursa" Derim ki: Bundan sonra gelen sözünde bunu açık bir şekilde ifade etmiştir. Nevevi özetle şunu söyler: "Mezhep alimlerimiz bununla, tesvib hastalık özründen dolayı ihramdan çıkmayı şart koşmak meselelerinde amel etmişlerdir. Bu meseleler dışında başka meseleler vardır. Mezhep kitaplarında olduğu gibi... Mezhebimizden hadise dayanarak fetva verdiği nakledilenlerden bazıları: Ebu Yakub el-Buvayti, Ebu'l-Kasım ed-Dâreki...dir. Bunu kullanan muhaddis arkadaşlarımız da: İmam Ebu Bekr el-Beyhaki vb. dir. Mezhebimizin eski mensuplarından bazıları, bir meselede hadis bulurlarsa, Şafii'nin mezhebi de o hadise muhalif ise hadisle amel eder ve ona dayanarak fetva verirlerdi. Ek olarak şunu söylerlerdi: "Şafii'nin mezhebi hadise muvafık olan şeydir." Şeyh Ebu Amr diyor ki: ġafiilerden biri mezhebine muhalif bir hadis görürse bakar: Eğer mutlak manada -veya o bab yahut meselede- içtihadi unsurları haiz ise bağımsız olarak o hadisle amel edebilir. İçtihadi unsurları haiz değilse ayrıca hadise muhalefet etmek ağrına gidiyorsa ve hadise muhalefet etmeye sadra Şifa bir cevap bulamıyorsa, Şafii dışında bir imam o hadisle amel etmişse, o da onunla amel edebilir. Bu da ona imamının mezhebini bırakma da mazeret olur. Bu söylediği güzel bir şeydir. Allah doğrusunu bilir. Derim ki: Ortada İbnu's-Salah'ın değinmediği bir suret daha var. O da: Eğer hadisle amel eden kimseyi bulamazsa, böyle bir durumda ne yapar? Bu soruya Takıyyuddin es-Subki: Mana "Kavli'Ş-Şafii... ize sahhel hadis" (c.3, s.102)‟de şöyle cevap vermiştir:
"Bana göre evla olan hadise tabi olmaktır. KiĢi kendini Rasûlullahın huzurunda ve hadisi ondan iĢittiğini farzetsin, amel etmekten geri kalabilir mi? Allah'a yemin olsun ki hayır. Herke de anladığı miktarla mükelleftir. Bu konunun izahını ve tamamını İ'lamu'l-Muvakkiin (2/302,370), el-Fellâni'nin: "İkaz'ü Himemi Uli'l-Ebsar, liliktidâi bi-seyyidil-muhacirin ve'l-ensar ve tahzirihim ani'l-ibtidâi'ş-Şâi fi'l-kura ve'l-emsar min taklidi'l-mezahib maa'l-hamiyyeti ve'l-asabiyyeti beyne fukahai'l-emsar" adlı eserinde bulabilirsin. Bu kitap da konusunda eşsiz bir kitaptır. Hakkı seven her kişinin bunu anlayarak ve üzerinde titizlikle durarak okuması gerekir.

18 Burada hitap İmam Ahmed b. Hanbel'e yöneliktir. Bunu, İbn Ebi Hatim Adabü'ş-Şafii (s.94-95)'de Ebu Nuaym el-Hilye'de (9/106) Hatib el-İhticac biş-Şafii (1/8)'de, ondan da İbn Asakir (1/9/15) İbn Abdilberr el-İntikâ (s.75)'de İbnü'l-Cevzi Menakibu'l-İmam Ahmed (s.499)'de, Herevi (2/47)'de, -üç yoldan Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'den o da babasından, Şafii ona şöyle dedi... şeklinde- rivayet etmişlerdir. Ondan geldiği sahihtir. Bu yüzden Ġbnu'l-Kayyim İ'lam (2/325) Fellani'de el-İkaz (s.152)'de bu nisbetin kesin olduğunu belirtmiştir. Ardından diyor ki: "Beyhaki diyor ki: Bu yüzden Şafii'nin hadisi esas alması çoktur. Yani o, Hicaz, Şam, Yemen ve Irak ehlinin ilmini cem etmiştir. Tolerans tanımadan ve kendi beldesinin ehlinin mezhebine uyana meyletmeden sahih gördüğü her hadisi almıştır. Hakkı her gördüğü yerde... Ondan önce gelenler arasında sadece beldesinin mezhebiyle yetinip, muhalif olan sahihleri öğrenmek için çalışmayanlar vardır. Allah bize de, ona da mağfiret etsin.

19 Ebu Nuaym el-Hilye 9/107, Harevi 1/47, İbnu'l-Kayyim, İ'lamu'l-Muvakkiin 2/363, Fellani s.104

20 İbn Ebi Hatim Adabu'ş-Şafii s. 93. Ebu'l-Kasım es-Semerkandi "el-Emali, Ebu Hafs el-Müeddip Münteka (1/234) Ebu Nuaym el-Hilye (9/106) İbn Asakir (1/10/15) de sahih senedle rivayet etmişlerdir.

21 İbn Ebi Hatim s.93 Ebu Nuaym ve Ġbn Asakir (2/9/15) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

22 İbn Ebi Hatim s. 93-94

23 İbnu'l-Cevzi, el-Menakib s.192

24 el-Fellani s.113, İbnu'l-Kayyim, İ'lam 2/302

25 Ebu Davud, Mesailu'l-İmam Ahmed, s. 276-277 26 İbn Abdilberr, el-Câmi' 2/149

27 İbnu'l-Cevzi s.182

28 Derim ki: Bunu hatta babalarına ve alimlerine karşı yapmışlardır. Nitekim Tahavi Şerh Meani'l-Asar (1/372), Ebu Ya'la Müsned'inde (3/1317) ricali sika olan ceyyid bir senedle Salim b. Abdillah b. Ömer'den rivayet ettiler ki (Salim) diyor ki: "Mescidde İbn Ömer'le otururken Şamlılardan bir adam geldi ve ona hac zamanına kadar umreden faydalanmayı sordu? İbn Ömer dedi ki: Bu güzel bir şeydir. Adam dedi ki: "Ancak baban bunu nehyediyordu." Adama şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu yapmışken babam bunu nehyetse, sen kimin Rasûlullahın emrine mi, babamın nehyine mi uyarsın? Dedi ki: "Rasûlullahın emrine." Adama dedi ki: "Hadi kalk, git." İmam Ahmed (no: 5700) benzerini rivayet etmiştir. Tirmizi de (2/82) sahih olduğunu söylemiştir. İbn Asakir (1/51/7), İbn Ebi Zib'den şunu rivayet eder. Dedi ki: Sa'd b. İbrahim (yani Abdurrahman b. Avf'ın oğlu) bir adam hakkında Rabia b. Ebi Abdirrahman'ın görüşüne dayanarak hüküm verdi. Ben de ona verdiği hükme muhalif Rasûlullahın bir haberini aktardım. Bunun üzerine Sa'd, Rabia'ya dedi ki: Bu İbn Ebi Zi'b. Bana göre sika (güvenilir) biridir. Bana da Rasûlullahtan verdiğim hükme muhalif bir haber naklediyor. Rabia ona dedi ki: Sen içtihad ettin ve hükmünü verdin. Sad ise cevaben şöyle dedi: "Ne acayib bir durum! Sad'ın hükmünü uygulayacağım da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hükmünü uygulamayacağım. Hayır, hayır. Sad'ın hükmünü reddedecek, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hükmünü yerine getireceğim. Bu sefer Sad davayı yazdığı kararnameyi getirtti ve yırttı. Ardından adamın lehine hüküm verdi."

29 Derim ki: Bilakis ecir bile alacaktır. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: "Hakim içtihad eder de isabet ederse ona iki ecir vardır. Hüküm verirken içtihad eder de hata ederse ona da bir ecir vardır. Buhari-Müslim rivayet etmişlerdir.

30 İkazu'l-Himem'in talikinde nakletmiştir. s.93

31 el-Fellani s. 99

 
E

Ebu İbrahim

“Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır. Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını (yanlarına) alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan (bu) diğer gurup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah'ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.”(Nisa 101-103)

Şimdi ayet böyle diyor SAVAŞ anında dahi Cemaat ile namaz emrediliyor...Mezhepde SAVAŞ anında can tehlikesi nedeniyle kazaya bırakılır dese ssen ayeti bırakıp körü körüne MEZHEP' emi tabii olucan....? Sana onlarca ayet, ve hadis delil getirdik... Sözlerinde doğru isen SÖZLERİNE DELİL TEŞKİL EDECEK AYET ve HADİS getir... Bizde tabii olalım, lakin böyle bir birşey bulamazsın sonrada gelir falanca alim şöyle dedi dersin, yaptığın her amel ve sözün DELİLİ de olmak zorunda, İnsanlara nelleri telkin ettğinin farkındamısın yukarda bir kardeşde sana sitem etmiş KAZA borcu olan boşa namz kılıyor önce KAZASINI kılsın ne demek, adam yaşında namaza başlamış ne yapacak 15 yıllık kaza kılıp öylemi vakit namazlarına başlar, yukarda ki hadisler ve ayetlerde göstermektedir ki 1 vakit namazı bile bile terk eden İslam dan nasibi yoktur. TEVBE etmesi ALLAH C.C dan af ve mağfiret dileyerek namazlarına devam etmesi gerekir.

Deliller:

Ibni Mes'ud radiyallahu anh; ”Ama onlarin ardindan namazi zayi eden, sehvetlerine uyan bir nesil geldi…"(Meryem 59.) ayetini tefsirinde; "Namazin zayi edilmesi geciktirilmesidir. Namazi busbutun terk eden kafir olur" buyurmustur."

(Ibni Teymiye Mecmuul Fetava(7/478) bkz:Ibni Kesir Tefsiri Muhtasari(3/1404)) (Sahabe tefsiri merfu hadis hukmundedir.)

Cabir (R.A.)'dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; ”Kisi ile sirk arasinda namazin terki vardir.” Diger rivayetlerde; ”Kufur ile iman arasinda” ve ”Kul ile kufur arasinda” lafizlariyla da gelmistir.

(Ahmed(3/370) Muslim(iman 134) Tirmizi(2618–19) Ebu Ya'la(1953,2102) Ebu Avane(1/20) Acuri Seriat(247-250) Ibni Ebi Seybe(11/33) Serhus Sunne(2/179) Ebu Nuaym Hilye(8/256) Taberi(1/307) Hatib Tarih(10/180) Taberani Sagir(258) Ibni Hibban(1451) Miskat(569) Abdurrezzak(5009) Ebu Davud(4678) Ibni Mace(1078) Darekutni(2/53) Darimi(1236) Beyhaki(3/366) Beyhaki Suneni Sagir(600) Tergib(1/520) Cem'ul Fevaid(983-85) Tahavi Muskil(3175) Ibni Abdilberr Temhid(4/299) Nisaburi Ikna(235))

Enes (R.A.)'dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; ”Kisi ile sirk arasinda namazi terk etmekten baska bir sey yoktur. Onu terk ettigi zaman sirk kosmustur.”

(Ibnu Mace(1080) Muhammed Ibnu Nasr Kitabu's-Salat(897) Elbani ibnu Mace'nin sahihinde(880) tahric etmistir)

Sevban (R.A.)'dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ”Bizimle kafirler arasindaki fark namazdir. Kim namazi terk ederse kafir olur.”

(Tirmizi(2621) Nesai(1/231) Ibni Mace(1079) Hibetullah'it-Taberi Usulu's-Sunne(1521) Ahmed(5/346) Hakim(1/7) Beyhaki(3/366) Ibni Ebi Seybe Iman(46) Cem'ul Fevaid(986) Darekutni(2/52) Ibni Hibban(3/10) Hallal(302) Temhid(4/339) Nisaburi El Ikna(2/689) Ibni Teymiye Mecmuul Fetava(7/477))

"Abdurrahman Bin Sakik, Ebu Hureyre radiyallahu anh'ten; ”Biz namazdan baska amellerden herhangi bir seyin terkini kufur saymazdik.”

(Tirmizi(2622) Hakim(1/7) Riyazus Salihin(1080) Cemul Fevaid(987) Tergib(1/522) Ibni Kesir(3/4) Ibnu Ebi Seybe Musannaf(10495) ve Iman(137) Muhammed Ibnu Nasr Kitab'us-Salat(948) Elbani Tergib'in sahih'inde(564) tahric etmistir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem diger bir hadiste: ”Kim namaza devam ederse onun icin kiyamette bir nur, burhan ve kurtulus vesilesi olur. Kim de devam etmezse onun icin nur, burhan ve kurtulus olmaz ve o kiyamet gununde Karun, Fir'avn, Haman ve Ubey Bin Halef’le beraber olur.” Buyurmustur.

(Ahmed(2/169) Tergib(1/531) Cemul Fevaid(992) Mecmauz Zevaid(1/292) Nebhani Er Rahme(s.56) Ibni Kesir Bidaye(1/475) Iraki Mugni(370) Hasendir.)

Bu hadisin serhinde Ibni Kayyim soyle der; ”Namazi terk edeni, ya mali, ya reisligi, ya memuriyeti, ya da ticareti engeller. Namaz kilmaktan mali engelleyenler Karun’la beraber, saltanati engelleyenler Firavunla beraber, memuriyet ve vezirligi engelleyenler, Haman ve Ubey Bin Halef ile beraber hasrolurlar.”

(Ibni Kayyim Kitabus Salat(s.39))

Enes Ibnu Malik (r.a.)'dan; ”Namazin terki sirktir.”

(Deylemi(2392) Abdurrezzak(5009) Temhid(4/225) Nisaburi El Ikna(2/690) Heysemi Mecmau-Zevaid(1/295))

Ibnu Omer (r.a.)'dan, soyle dedi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem soyle dedi ”Kim namaz kilmazsa onun dini yoktur.”

(Mervezi Iman(47) Beyhaki Suab(43) Ibni Ebi Seybe Iman(47) Ahmed(134) Taberani Mu'cemus'Sagir’de(60) hasen bir senedle rivayet etmistir)

Ibnu Mes'ud (r.a.)'dan, soyle dedi: ”Her kim ki, namazi terk ederse onun dini yoktur.”

(Ibnu Ebi Seybe Musannaf(10446) ve Iman(47) Taberani Mu'cemu'l-Kebir(8942) Muhammed Ibnu Nasr Kitabu's-Salat(935) Beyhaki Suabu'l-Iman(42) Elbani Sahihut Tergib)

Ebu Zerr radiyallahu anh’den; ”Kim namazi terk ederse Allahin zimmetinden cikar, kufre duser.”

(Ahmed(5/238) Busiri Ithaf(2096) Hakiym Tirmizi Nevadir(2/152) Camius Sagir(1585) Mekasidu Hasene(632) Durru Mensur(104) Ibni Teymiye Mecmu(7/477) Ibnu Mace(4034) Taberani Mu'cemu'l-Kebir(20/233) Hibetullahi't-Taberi Usulu's-Sunne(1524) Muhammed Ibnu Nasr Kitabu's-Salat(911) hasen bir senedle rivayet etmislerdir. Elbani Ibnu Mace'nin sahihinde(3259) tahric etmistir.)

Ubeydu'l-Kelai'den, soyle dedi: "Mekhul (r.h.) elimden tutarak ”Ya Eba Vehb! Farz bir namazi kasten terk eden birisi icin ne diyorsun?” dedi. Ben de ”Asi bir mu'mindir” dedim. Elimi daha fazla sikti ve sonra soyle dedi: ”Ya Eba Vehb! Iman'in sa'ni nefsinde daha azim olsun. Kim ki bir farz namaz'ini kasten terk ederse Allah'in zimmet'i ondan beri olmustur. Kimden de Allah'in zimmeti beri' olduysa o kafir olur.”

(Ibnu Ebi Seybe Iman(129) ve Abdurrezzak Musannaf(5008) sahih bir senedle rivayet etmislerdir)

Omer Radiyallahu anh’den; "Namazi terk edenin Islam’dan nasibi yoktur."
(Malik(1/39) Ibni Ebi Seybe(11/25) Busiri Ithaf(2099) Beyhaki(1/367) Darekutni(2/52) Abdurrezzak(5010) Nisaburi El Ikna(2/690))

Ali radiyallahu anh’den; ”Namaz dinin diregidir. Her kim ki namaz'i kilmazsa o kafirdir."
(Deylemi(3795) Ibni Hacer Telhisul Habir(1/173) Cem'ul Cevami(11116) Camius Sagir(5186) Zubeydi Ithaf(8/393) Iraki Mugni(368) Muhammed Ibnu Nasr Kitabus-Salat(933) Acurri Seria(135) Ibnu Ebi Seybe Musannaf(10485) ve Iman(126) Beyhaki Suabul' Iman(41) sahih olarak rivayet etmislerdir.)

Abdullah Ibnu Amr (r.a.)'dan, dedi ki: ”Namaz'i terk edenin din'i yoktur.” (Buhari Tarihu'l Kebir(7/95))

Ebu'd-Derda (r.a.)'dan, soyle dedi: ”Namazi olmayanin iman'i da yoktur.”
(Hibetu'llahi't-Taberi Usulu's-Sunne(1536) Muhammed Ibnu Nasr el-Mervezi Kadru's-Salah(945) Ibnu Abdil-Ber Temhid(4/225) hasen bir senedle rivayet etmislerdir. Ve Seyh Elbani de Tergib'in sahihin'de(574) tahric etmistir.)

Ebu'd-Derda (r.a.)'den soyle dedi: Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ”Her kim farz bir namazi vaktinden cikincaya kadar terk ederse butun amellerini iptal etmistir.”
(Ibni Ebi Seybe(1/377) Bu Hadis'i ayni isnad ve yakin lafizla Ahmed Musned(6/442) Heysemi Mecmua'z-Zevaid de (1/295) bu rivayetin ravileri Sahih'in ravileridir demistir. Ibn Kesir Camiul Mesanid (13/655) Hafiz Ibn Hacer, Fethul Bari’de (2/30) Ebu Kilabe’nin Ebud Derda radiyallahu anh’den isitmedigini soylemistir. Bu hadis Hasen el-Basri’den mursel olarak da rivayet edilmistir; Ibn Ebi Seybe Iman (1/49 no: 5890))
 
E

Ebu İbrahim

İbni Teymiye’nin sözü dinde senet değildir. Zaten birçok yanlış inancı yüzünden küfre düşmüştür.

şimdi şu söze de DELİL gerekir...!! Getireceğin DELİL ledri söyleme yine TASAVVUF ve TARİKAT ehli zatların sözleridir.

Hatta diyeceksin ki; İibn Teymiyye' nin kitaplarını okumaktan vahşi hayvandan kaçar gibi kaçın...!!!!:a24:
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
şimdi şu söze de DELİL gerekir...!! Getireceğin DELİL ledri söyleme yine TASAVVUF ve TARİKAT ehli zatların sözleridir.

Hatta diyeceksin ki; İibn Teymiyye' nin kitaplarını okumaktan vahşi hayvandan kaçar gibi kaçın...!!!!:a24:

Esselamun aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu.


İbni Teymiye, Kitab-ül Arş isimli eserinde, “Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor. Essırat-ul-müstekim kitabında da, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir demiştir. (Keşfüzzunun)


El-ubudiyyet kitabında
ise, Allahü teâlânın ismini zikretmenin bid’at ve dalalet olduğunu bildirmekte ve tasavvuf âlimlerine çirkin iftiralar yapmaktadır.


(Şam camiinin minberinden inerkenAllah gökten yere, benim indiğim gibi iner” dedi.) [İbni Battuta -Tuhfetünnüzzar tarihi]

(Kaza namazı kılmak lazım değildir)

(Ömer çok yanılmıştır) diyerek, imam-ı Ahmed’in bildirdiği (Allahü teâlâ, doğru sözü, Ömer’in dili üzerine koymuştur. [O hiç yanılmaz]) hadis-i şerifine karşı gelmiştir.

İbni Hacer-i Askalani hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. [Hazret-i] Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. [Hazret-i] Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.) [Ed-Dürer-ül-Kamine]


İbni teymiye'nin bu sözleri yeterli bir delildir. (anlamak isteyene)

selam ve dua ile
 
E

Ebu İbrahim

Aleykum Selam Rahmetullahi ve Barakatuhu

Bir tek soru sorucam sana bu sözleri içerdiğini idda ettiğin kitaplarını bizzat okudunmu..? elinde mevcut ise benimlede paylaşırmısın....? çünkü ben bu sözleri TARİKAT ve TASAVVUF ehlinin attığı iftiralar olduğunu sana kanıtlar isem ne diyeceksin, ne yapacaksın bir ALİM hakkında böyle konuştuğuna pişman olurmusun yoksa yine İNADINA RED mi edersin...ŞEYHLERİN telkinlerine kapılmadan bizzat araştırdınızmı....?

Ben şimdi Evliya dediğiniz pek çok zatın Küfür ve ŞİRK sözlerini buraya kendi kitaplarında yazdıkları hali ile eklersem en azından bu adam yalanmı söylüyor deyip kitaplarını açık o sayfaları karıştıracakmısın yoksa bu ŞİRK sözlere onlarda DERİN MANALAR vardır ŞERİAATTA haram olan HAİKAKTTE HELAL dir mi diyeceksin...?

DELİL getir dedim falanca kitap şöyle demiş demek delil değil o sözü şuraya bi yapıştırda görelim bakalım varmı imiş yoksa TASAVVUF ehlinin Çamur at izi kalsın mantığı ile yapılan karalama çalışmalarımıdır, çünkü o neredeyse tüm ömrünü TASAVVUF ile mücadele ve CİHAD a adamış bir alimdir, hataları yokturr denilemez, lakin insanları TEVHİD' e davet eder...

Şunuda belirteyim vahhabi felan değilim sadece her kitabı ve zatı elimden geldiği kadar okumaya insnaların iftira ve sözlerine itibar etmeden evvel araştırmaya gayret ederim...

Bakalım iddalarına göre ne demiş İBN TEYMİYYE

(Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner” dedi.) [İbni Battuta -Tuhfetünnüzzar tarihi]

İbn Teymiyye’ye çağdaşı, mutasavvıf, kelamcı ve bid’atçi düşmanlarından çokça iftiralarda bulunulduğu gibi, çağından sonra günümüze kadar da (bu durum)devam etmiştir. Ancak bu iftiralar arasında en şaşırtıcı olup hasım bid’atçilerin dayanak kabul ettikleri iftira ise gezgin İbn Batuta’nın, "Rihletu İbn Batuta (İbn Batuta Seyehatnamesi)" diye tanınıp meşhur olmuş "Tuhfetu’l-Enzar..." adını taşıyan eserinde -Allah’tan layıkı ile muamele görmesini dileriz- söylediği şu sözlerdir:

"726 yılı muazzam ramazan ayı 9’una tesadüf eden perşembe günü Şam’ın Dımaşk şehrine vardım... Dımaşk’ta Hanbeli fukahasının büyüklerinden Şam’ın büyüğü ve çeşitli ilim dalları hakkında söz söyleyen Takıyu’d-Din İbn Teymiyye vardı. Ancak aklı pek yerinde değildi. Dımaşk’lılar onu çokça ta’zim eder, o da minbere çıkıp, onlara vaazlar verirdi..." diye sözlerini sürdürür ve daha sonra şunları söyler:

"Caminin minberinde insanlara vaaz ederken cuma gününde huzurunda bulundum. Onlara öğüt veriyordu, söylediği sözler arasında şu da vardı:

Allah dünya semasına benim şu inişim gibi iner, dedi ve minberin basamaklarından bir basamak indi. İbnu’z-Zehra diye bilinen Malikî mezhebine mensup bir fakih ona karşı çıktı ve onun söylediği bu sözü reddetti. Fakat herkes bu fakihe karşı çıktı, elleriyle, ayakkabılarıyla onu alabildiğine vurdular ve nihayet sarığı da düştü..." Ve daha başka yalan ve iftiraları bunların akabinde sıralamaya devam etmektedir. (bk. er-Rıhle, I, 102, 109, 110, Tahkik: Dr. Ali el-Muntasır el-Kettanî, Müessesetu'r-Risale baskısı. )

İbn Batuta’nın sözleri bunlar, iftirası bu. Bundan dolayı Şeyh Ahmed b. İbrahim b. İsa "el-Kasidetu’l-Nüniyye" (Bk. Şerhu'l-Kasidetü'n-Nüniyye,1, 497. ye yazdığı şerhinde şu sözleri söylemektedir:

"Böyle bir yalandan Allah’a sığınırız. Bu yalanı söyleyen Allah’tan korkmaz, bu iftirada bulunan utanmaz mı?

Nitekim hadis-i şerif’te: "Eğer utanmazsan dilediğini yapabilirsin" diye buyurulmuştur. (Sahihtir. Buharî, Edeb Babu iza lem testehi... da rivayet etmiştir. Fethu'l-Barî, X, 523. Hadisin baştarafları da şöyledir: "Nubuvvet kelâmından insanlara erişenlerden birisi de şudur...")

Bu yalan o kadar açıktır ki ayrıca bunu uzun boylu reddetmeye gerek yoktur. Bu iftiracı ve yalancıya karşı Allah yeter. Çünkü bu şahıs Dımaşk’a 726 yılı 9 Ramazan tarihinde girdiğini söylemekte. İbn Teymiyye ise o sırada el-Kal’a’da hapsedilmiş bulunmakta idi. Nitekim onun öğrencisi Hafız Muhammed b. Ahmed b. Abdu’l-Hadi "Tabakatu’l-Hanâbile" adlı eserinde ile Hafız Ebu’l-Ferac Abdu’r-Rahman b. Ahmed b. Receb'in belirttikleri gibi güvenilir ilim adamları bunu böylece zikretmişlerdir. Hafız Ebu’l-Ferac sözü geçen "Tabakat"ında İbn Teymiyye’nin biyografisini yazarken şunları söylemektedir:

"Şeyh (İbn Teymiyye) 726 yılı, Şa’ban ayından, Zü’lkade’nin 28. gününe kadar el-Kal’a’da (hapis) kaldı." (Bk. ez-Zeyl alâ Tabakati'l-Hanâbile, II, 405.)

İbn Abdi’l-Hadî ayrıca onun oraya altı Şa’ban’da girdiğini de ekler. (Bk. İbn Abdi'l-Hadî, el-Ukudu'd-Dürriyye, s. 218.)

Şimdi bu iftiraya bir bakalım. Bu şahıs onun huzurunda bulunduğundan ve bu sırada minberde insanlara vaz-u nasihatte bulunduğundan sözetmektedir. Bunun gerçekle ilgisini bir bilebilseydik! Acaba caminin minberi Dımaşk Kal’asının içlerine mi intikal etti?

Halbuki İbn Teymiyye belirtilen tarihte sözü edilen kaleye girdiğinde ancak naşı üzerinde dışarı çıkmıştı. Hafız İmadu’d-Din İbn Kesir "Tarihinde bunu böylece kaydetmektedir. (Bk. el-Bidaye, XIV, 123.)

İbn Kesir'in el-Birzalî'den naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye'nin ikindi sonrası 16 Şaban Pazartesi günü girdiği şeklindedir. Durum ne olursa olsun, bu Mağrib'li yalancının Şam'a girişinden önce onun hapse girdiği muhakkaktır. O ise 9 Ramazan'da Şam'a girmiştir. el-Birzalî ile İbn Kesir'in ondan naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye'nin Kal'a hapsine girişi ile İbn Batuta'nın Dımaşk'a girişi arasında yirmiüç gün, İbn Abdu'l-Hadî'nin zikrettiğine göre ise ikisinin girişi arasında otuzüçgünlük bir fark vardır.)

Böylelikle bu hususta yapılacak açıklamalar nihaî maksadına ulaşmış bulunuyor.


Diğer iddalarına cevaplarımda belgeleri ile gelecek....Sende bu sözlerine DELİL getir işte de şurada de sözde bu de .....
 
E

Ebu İbrahim


(Ömer çok yanılmıştır) diyerek, imam-ı Ahmed’in bildirdiği (Allahü teâlâ, doğru sözü, Ömer’in dili üzerine koymuştur. [O hiç yanılmaz]) hadis-i şerifine karşı gelmiştir.

ALLAH C.C kitabında RESULUN dahi yanıldığını söylüyorken, RESULULLAH S.A.S dahi yanılabiliyorken Ömer R.A ın yanılmaması gibi birşey düşünülebilirmi...?

[43] Allah seni affetti. Fakat doğru söyleyenler sana iyice belli olup, sen yalancıları bilinceye kadar onlara niçin izin verdin? TEVBE SURESİ


İnsan olarak HZ. MUHAMMED S.A.S

Ey Rasulum, deki; “Ben de sizin gibi bir beşerim, ancak bana vahyolunuyor” (Kehf 110).

Bunlara delil olarak, hurma ağaçlarını aşılama kıssasında
“Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” (Sahih i Muslim)

demesiyle Hz. Peygamber, bunları vahyin dışına çıkarmıştır. Yine başka bir delilde; Bedir savaşına giderken Peygamber (s.a.v.)’in orduyu indirdiği mevkiinin vahye dayanmadığını öğrenen ve akabinde Peygamber (s.a.v.)’in; “Harp hileden ibarettir.”
demesinden ve bunun kendi görüşü olduğunu beyan etttikten sonra; Hubab b. el-Munziri’nin itirazı dolayısıyla Hz. Peygamberin ordunun mevkii değiştirmeleri” (Siretu’bni Hişam, ) gibi rivayetler açıkça bu gibi sahaların vahyin dışında kaldığını göstermektedir.
 
E

Ebu İbrahim

İbni Hacer-i Askalani hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. [Hazret-i] Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. [Hazret-i] Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.) [Ed-Dürer-ül-Kamine]


Kabri Başında Hz. Peygamberden Şefaat İstenmesi


Ayrıca Hz. Peygamber'in vefatından sonra, kabri başında O'nun şefaatini, duasını ve istiğfarını istemek, hiçbir İslâm âlimine göre meşru değildir.

Böyle bir şeyi dört mezheb imâmı ve mezheblerin ilk fakîhleri de belirtmemişlerdir. Bunu sâdece son zamanlarda çıkan bâzı âlimler söylüyor.

Bunlar bir de Utbî 'den bir bedevinin Hz. Peygamber'in kabrine gelip yukarıda kaydettiğimiz Nisa sûresinin 64. âyetini okuduğuna şâhid olduğu, sonra rüyasında Cenâb-ı Hakk'ın bu bedeviyi affettiğini gördüğü şeklindeki bir hikâyeyi naklediyorlar.

Fakat böyle bir rivayeti, sözleriyle insanlara fetva verilen rehber mezheb müctehidlerinden hiçbirisi zikretmemiştir. Bu hikâyeyi nakledenler ise destekleyici herhangi bir şer'î delil getirememişlerdir.

(Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Abdilâziz el-Utbî (255/869) : Endülüs'lü âlim ve Mâliki fakîh. Mâliki fıkhına dâir eserleri vardır. Endülüs'te vefat etmiştir (Ziriklî, A'lâm V/307)

Eğer kabri başında Resûlüllah'ın duası, şefaati ve istiğfarını talep etmek meşru olsaydı, şüphesiz sahâbe-i kiram ve hakkıyla onların yolundan gidenler bunu diğerlerinden daha iyi bilip daha önce tatbik ederlerdi ve İslâm ulemâsı mutlaka böyle bir şeyi naklederdi.

İmâm Mâlik'in şu sözleri ne kadar hoştur:

"Bu ümmetin sonunu, ancak ve ancak evvelini ıslâh eden şey düzeltebilir... Bana bu ümmetin evvel gelenlerinden ve rehberlerinden böyle bir şeyi yaptıklarına dâir hiçbir bilgi ulaşmadı."

Şimdi böylesi bir imâm, seleften hiç kimsenin yapmadığı bir şey olduğu halde, nasıl olur da seleften herhangi bir zâttan nakledilmemiş bir din ortaya koymaya kalkışır ve müslümanlara - vefatlarından sonra- peygamberler ve sâlihlerden dua, şefaat ve istiğfar talep etmelerini emredebilir?!


İbn Teymiyye Külliyatı Cilt 1


Daha detaylı bilgi edinmek isteyenler için E-Kitap olarak link de verelim KABİRLERDEN ŞEFAAT İSTEĞİ BAŞLIĞINA bakabilirsiniz...

ibn teymiyye 28 kitap
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
Küfre düştüğüne dair bir delil istemiştin.Allahü Tealaya insani bir sıfat yakıştıran yazısı ve yazıları yeterli bir delildir.Allahü Teala mekandan münezzehtir.

İlgili yazı için bkz: ''Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır ''

Ayrıca bu sapık görüşe inanlara İmam-ı Rabbani hz.'den akıl dolu bir cevap:

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, zamanlı, mekânlı, cihetli değildir. Bir yerde, bir tarafta değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz. Allah, madde, cisim ve hâl değildir. Benzeri, ortağı, zıddı yoktur. Bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. Hatıra gelen her şey yanlıştır. O kâinatın ne içinde, ne de dışındadır. İçinde, dışında olmak, var olan iki şey arasında düşünülür. Halbuki kâinat, hayal mertebesinde yaratılmıştır. Hayal mertebesindeki âlemin devamlı var görünmesi, Allah’ın kudreti ile oluyor. (2/67)

Kaynaklarını parantez içinde belirttim.Ayrıca belirtmediğim daha bir çok yazısı var.Dilerseniz birkaçını daha yazayım.

Kendi kitabında, hâşâ Allah’ın Arş’ın üstünde olduğunu ispat etmek için diyor ki:

Allah dilerse, bir sivrisineğin sırtına yerleşir de, sivrisinek Onun kudreti ve rububiyetinin lutfü ile Onu yüklenip kaldırır. Böyleyken Allah Arş’ın üzerine nasıl yerleşmez? (Beyan Telbis el-Cehmiyye, 1/568)

İbni teymiyye'nin sapık görüşlerini meseleler halinde aşağıya koyuyorum.Bu sapık görüşlerinin hepsinin kaynağınıda koyuyorum.Bu sapık görüşlere biat edenler var ise onlara cevaplarıda yazıyorum.

İbni Teymiyye Birinci Mesele:

-Bazı yaratıkların başlangıcının olmadığını, yani Allâh ile birlikte ezelde var olduklarını iddia etmesidir.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir.
1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2- Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3- Şerh Hadis-i Nüzul
4- Şerh Hadis İmran b. Husayn
5- Nakd Meratibul İcma’
6- Fetaval Kübra
7- Altı Sürenin Tefsir Mecmuası

Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkuladlı kitabında diyor ki ; Hadis ehlinin çoğu ve onlara tabi olanlar yaratılmışların aslının yaratılmış olduğunu demiyorlar ancak ezeli olduğunu söylüyorlar.

Minhac es-Sünne e-Nebeviyyeadlı kitabında diyor ki; “Bu alemin içindekilerin kendisi ezeli olması imkansızdır ancak bu yaratılmışların aslı ezelidir..

İmam El Celal ed-Devveni, “Şerhil Adydiyye” adlı kitabında diyor ki: “İbni Teymiyye, bazı kitaplarında Arş’ın ezeli olduğunu yazdığını gördüm.”

CEVAP:

Bu mesele onun en kötü meselelerinden birisidir. Kur’an’a, Hadislere, icmaya ve âlimlere karşı olan bir meseledir.

İmam Muhaddis Usuli Bedrettin Ez Zerkeşi “Teşiniful Mesâmi’” adlı kitabında şöyle diyor: “Bütün Müslümanların ittifakı ve görüş birliği ile “bu âlemin aslı ezelidir” diyenin kâfir olduğunu söylemiştir. Burada felsefecilerin görüşlerini şöyle nakletmektedir: “Bu âlemin hem kendisi hem de aslı ezelidir. Bazıları da demişler ki; “Bu âlemin içindekiler yaratılmıştır ama aslı ezelidir.” Bu görüşü naklettikten sonra Bedrettin Ez Zerkeşi şöyle demiştir: “Bütün Müslümanlar bu iki görüşü savunanların sapıklıkta ve delalette olduklarını söylemişlerdir ve onları tekfir etmişlerdir.”

Bu sözün aynısını İmam Hafız İraki, Kadi İyad Yahsybi el-Maliki, Hafızı Zeyneddin Iraki ve Hafız İbni Hacer Askalani gibi âlimler söylemişlerdir. Kadi İyad “Eş-Şifâ” adlı kitabında diyor ki: “Bu âlemin ezeli olduğunu iddia edeni veya bundan şüphe edeni kesinlikle tekfir ederiz.

Büyük Hanefi âlimlerinden lügatçi olan Muhammed Murtada Ez-Zebidi “Şerh İhya Ulumiddin” adlı kitabında diyor ki; “Bu âlemin ezeli olduğunu iddia eden felsefecilerin görüşlerini, Müslümanlardan kimse onaylamamıştır.” Ve aynı kitapta İmam Subki’den naklederek diyor ki: “Subki, “Şerh Akidet İbni Hacib” adlı kitabında şöyle diyor; ‘Cevher ve arazlar hepsi yaratılmıştır. Hepsi sonradan olmuştur. O halde bu âlemin hepsi yaratılmıştır. Müslüman olan ve olmayan bütün insanlar bunda icma etmişlerdir. Kim bu konuda muhalif olursa kâfirdir.”

İbni Teymiyye bu iddiaları ile Kur’an’a, hadislere, âlimlerin icma’ına ve akla ters düşmüştür. Ku’ran-ı Kerim’e nasıl karşı gelmiş olur, “El-Hadid” suresinin 3. ayetinin meali: “O ilktir.” Yani O’ndan başka hiçbir şey ezeli değildir.”

Her kim Allâh ile beraber ezeli olan varlıkların olduğunu iddia ederse Allâh’a ortak koşmuş olur. Hadis’e karşı geldiğini de İmam-ı Buhari’nin “Es Sahih” adlı kitabında naklettiği şu hadisten anlıyoruz: “Allâh vardı, O’ndan başka hiçbir şey yoktu.” Başka rivayette de “Allâh vardı ve O’nunla beraber hiçbir şey yoktu.” Bu hadislerden anlaşılıyor ki, bu iddialarıyla hadislere de karşıdır.


İkinci Mesele:

-Allâh’ın sıfatlarında sonradan yaratılmış sıfatlar olduğunu iddia etmesidir.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir.
1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2- Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3- Fetaval Kübra
4- Altı Sürenin Tefsir Mecmuası

“Minhac es-Sünne e-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki: “Allâh’ın hareket eder ve Allâh’ın zatında yaratılmış ve araz olan sıfatlarının da olduğunu söylüyoruz. Bunun batıl olduğunu delil nedir? ”

CEVAP:

Bu sözün batıl olduğuna delil olarak İmam İsfarayini, “Et-Tebsiru Fiddin” adlı kitabında ona cevaben şöyle dediğini gösterebiliriz: “Bilmen gereken mesele şudur; Kesinlikle Allâh’ın sıfatlarında ve zatında yaratılmış sıfatların bulunması imkânsızdır. Çünkü sıfatlarında yaratılmış olan bir şey bulunmuş olsaydı kendisi de yaratılmış olurdu. Bundan dolayı İbrahim Peygamber hakkında “El Enâm” suresi 76. ayetinde bildirildiği gibi şöyle denmektedir. ‘Değişenleri, kaybolanları sevmem.’ Yani İbrahim Peygamber burada ay, yıldızlar ve güneşin bir halden bir hale geçtiği için bunlar ilah olamazlar diye kavmine bildirmiştir. Allâh’ın Zatında yaratılmış olan sıfatlar olsaydı kendi zatı da yaratılmış olacaktı. Bu da Allâh hakkında imkânsızdır.”

İmam Ebu Hanife “El-Fıkhıl Ebsat” adlı kitabında şöyle diyor: “Allâh’ın sıfatları yaratılmış değildir. Sonradan olma da değildir. Yaratılmışlarda olan değişikliğe uğrama gibi durumlardan münezzehtir. Kim Allâh’ın sıfatları hakkında sonradan olmuştur veya yaratılmıştır derse veya onda duraklarsa ( yani “yatılmıştır veya yaratılmamıştır demem”) gibi söyler veya şüpheye düşerse kafir olur.

İmam Seyfettin Emidi, “Gayetul Meram Fi İlmil Kelam” adlı kitabında şöyle demektedir: “Doğru ve hak olan görüş şudur; Şayet Allâh’ın sıfatlarında yaratılmış sıfatlar olmuş olsaydı ve kendi zatında yaratılmış olan sıfatlar bulunmuş olsaydı, bu Allâh hakkında noksanlık olurdu. Bu da Allâh hakkında imkânsızdır.”

Üçüncü Mesele

-Allâh’ın “cisim olduğunu” iddia etmesi.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir.
1-Şerh Hadis-i Nüzul
2-Fetaval Kübra
3-Beyan Telbis el-Cehmiyye

“Şerh Hadis-i Nüzul” adlı kitabında diyor ki : “Şeraite göre bir peygamberden, bir sahabeden, bir tabi’den veya bir seleften Allâh’ın cisim olup olmadığını bildiren bir nakil yoktur. Ancak ispatlamak veya inkâr etmek bu şeraitte bir bid’attir.”

“Fetave İbni Teymiyye” adlı kitabında da diyor ki: “Tecsim kelimesi, yani Allâh’ın cisim olduğunu ne inkâr etmek ne de ispatlamak niyetiyle hiçbir Selefin görüşünde geçmiş değildir. O zaman Ehli Selef cismi reddettiler veya ispatladılar denemez.”

“Beyan Telbis el-Cehmiyye” adlı kitabında şöyle diyor: “Kesinlikle Allâh’ın kitabında, Resulün Sünnetinde, Ehli Selefin sözlerinde, Allâh’ın cisim olmadığı konusunda kesinlikle bir nas yoktur ve Allâh’ın sıfatlarının cisim ve araz olmadığı konusunda da bir nas yoktur.”

CEVAP:

Allâh-u Teâlâ” Eş-Şurâ” süresinin 11. ayetinde şöyle buyurdu:
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ

Manası: “Allâh, hiçbir şeye benzemez.”

Bağdat’taki Hanbelîlerin lideri olan, İmam Ebu Fadl Abdul Vahid el- Bağdadi et-Temimi, “İtikadi İmam Ahmed” adlı kitabında: “Allâh’ın cisim olduğunu iddia edeni Ahmed Bin Hanbel inkâr ve reddetmiştir.” dedi

İmam-ı Eşari “En Nevedir” adlı kitabında diyor ki : “Her kim Allâh’ın cisim olduğuna itikad ederse o, Allâh’ı tanımamış olur ve Allâh’a karşı kâfir olur.”

İmam İbni Ma’lam el-Kuraşi “Necmul Muhtedi “adlı kitabında İmam Şafii’nin “Her kim, Allâh’ın cisim olduğunu iddia ederse kâfir olur “ dediğini nakletmiştir.

Dördüncü Mesele

-Allâh’ın harf ve ses ile tekellüm ettiğini ve dilediği vakitte konuşup dilediği vakitte sustuğunu iddia etmesidir.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2- Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3- Fetaval Kübra
4- Altı Surenin Tefsir Mecmuası
5- Sıfatı Kelam

“Fetaval Kübra” adlı kitabında şöyle diyor: ”Müslümanların cumhuru şöyle diyorlar: ‘Arapça olan Kur’an Allâh’ın kelamıdır. Allâh harf ve sesle onunla tekellüm eder.”

CEVAP:

Küfür olan bu görüşe karşı İmam Ebu Hanife “El-Fıkhıl Ekbar” adlı kitabında şöyle diyor: “Allâh tekellüm eder ama bizim kelamımız gibi değil. Biz alet ve harflerle konuşuruz, Allâh ise alet ve harfsiz tekellüm eder.”

İmam El-İz b. Abdiselsem “Tabakatuş Şafiiyyel Kübra” adlı kitabında şöyle diyor: “Allâh, harf ve ses olmayan ezeli kelam ile tekellüm eder.”

İmam El İsfarayini, “Et Tabsir fid Din” adlı kitabında diyor ki: “Allâh tekellüm eder; Allâh’ım kelamı ne harftir ne sestir. Çünkü bu, Allâh hakkında imkânsızdır.”

İmam Mulla Ali Al-Kari “Şerh el-Fıkhıl Ekbar” adlı kitabında diyor ki: “Hanbelî mezhebine müntesip olan bazı bid’atçiler diyorlar ki; ‘Allâh’ın kelamı harften ve sesten oluşan bir kelamadır. Bu da ezelidir’ deriz ki, bu kesinlikle batıldır.”

İmam Kevseri “Makalat el-Kevseri” adlı kitabında şöyle diyor: ”Allâh’a ses nispet eden hiçbir hadis sabit değildir.”

Beşinci Mesele

-Allâh’ın bir yerden bir yere göç ettiğini, hareket ettiğini ve göğe indiğini iddia etmesidir.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1-Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3-Şerh Hadis-i Nüzul

“Minhac es-Sünne e-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki : “Biz Allâh hakkında hareket eder ve Yaratılmış sıfatlar ve arazlar onun zatında olur deriz.”

“Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul” adlı kitabında onun gibi ‘Mücessim’ olan Daremi’nin sözünü onaylayarak diyor ki: ”Hay ve Kayyum dilediğini yapar, dilerse hareket eder, dilerse aşağı iner ve yukarı çıkar, dilerse tutar ve bırakır, dilerse kalkar ve oturur. Çünkü Hay ile ölünün arasında fark hareket etmesidir.”

CEVAP:

Dikkat edin Allâh hakkında ne dedi? “Hareket eder, aşağı iner ve yukarı çıkar, tutar ve bırakır, dilerse kalkar ve oturur” demiştir.

Bu söz ve savunuş Allâh-u Teâlâ’nın “En-Nahl” suresinin 74. ( Allâh’a birtakım benzerler icat etmeyin) ayetinde emrettiğine aykırı değil mi? Tabi ki aykırıdır.

İmam Hafız El Beyhaki, “El Esme Ve Sıfat” adlı kitabında, Hafız Ebu Süleyman Hattabi’den şöyle naklediyor: “Her kim Allâh-u Teâlâ dilediği vakitte hareket eder, dilediği vakitte durur” şeklinde bir ifade kullanana deriz ki, bu çok büyük bir yanlıştır. Allâh, kesinlikle hareket etmekle vasıflandırılmaz. Çünkü hareket ve durgunluk arka arkaya yapılan fiillerdir. Hâlbuki Allâh, hiçbir şeye benzemez. “Allâh, hiçbir şeye benzemez (Eş-Şurâ / 11)” buyurmaktadır.

İbni Teymiyye “İNER” iddiasını, nüzul hadisini yanlış anlayarak ortaya atmış ve bu sapıklığı düşmüştür. Hâlbuki bu hadis hakkında İmam Kurtubi tefsirinde nüzul hadisini zikrettikten sonra şöyle diyor: “Bu konuda gelen en güzel rivayet İmam Nese’i’nin Ebu Hureyra’dan rivayet ettiği hadiste şöyle geçiyor: ’Gece yarısı olduğunda Allâh bir meleğe ‘Bana dua eden yok mu duasını kabul edeyim’ diye nida etmesini emreder.” Bunun Hafız Ebu Muhammed Abdulhak “Sahih” olduğunu söylemiştir.

Birincisi Hazfi Mudaf hükmündedir, yani “Rabbimizin bir meleği iner ve Rabbimiz indirir” diye de rivayet edilmiştir.

Aynı şekilde Hafız İbni Hacer El-Askalani “Fethil Bâri Âle Sahih Buhari” adlı kitabında diyor ki: ”İmam İbni Forak, bazı hocaların ‘Yunzilu Rabbunâ ...’ ‘Rabbimiz indirir..’ diye tesbit ettiler. Bu görüşü destekleyen İmam Nese’i’nin Ebu Hureyra’dan rivayet ettiği hadiste şöyle geçiyor:” Gece yarısı olduğunda Allâh bir meleğe ‘Bana dua eden yok mu duasını kabul deyim’ nida etmesini....emreder.’

İmam Ahmed’in “Sünen”inde Osman B. Ebil ‘As’ın rivayet ettiği hadis şöyledir: ”Her gecede biri şöyle nida eder: ‘Dua eden yok mu duası kabul olunsun, istiğfar eden yok mu bağışlansın’......” Bu hadisi İmam Tabarani de “El-Mu’cem El-Kebir” adlı kitabında rivayet etmiştir. Hafız İbni Hacer El-Heysemi “Mecmeuz Zevaid” adlı kitabında bu hadisten sonra şöyle demiştir: “Bu hadisi İmam Tabarani rivayet etti ve senetçileri ‘SAHİH’ hadislerin senetçilerindendir

Altıncı Mesele

-Allâh’ın sınırlı olduğunu iddia etmesidir.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir.
1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2- Beyan Telbis el-Cehmiyye

Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul” adlı kitabında diyor ki: “Müslümanlar ve kâfirler Allâh’ın göklerde ve sınırlı olduğuna ittifak etmişlerdir.”

Yine aynı kitapta diyor ki: “Allâh’ın bir sınırı var ancak bu sınırı Allâh’tan başka kimse bilemez.

Yine aynı kitapta diyor ki:Her kim Allâh hakkında sınırlı olduğunu itiraf etmezse küfre girmiş olur ve Allâh’ın ayetlerini inkâr etmiş olur.”

Beyan Telbis el-Cehmiyye” adlı kitabında diyor ki: “Kitap ve Sünnete göre Allâh’ın yaratılmışlardan ayrı olması için sınırı vardır.

Yine aynı kitapta diyor ki;Allâh’ın sınırı var ve bu sınırı Allâh’tan başka kimse bilemez.”

Cevap:

El İmam Ebu Fadl Temimi, “İtikadi İmam Ahmed” adlı kitabında diyor ki: “İmam Ahmed; Allâh-u Teâlâ kesinlikle değişliğe uğramaz, Arş’ı yaratmadan önce ve yaratıktan sonra da sınırlandırılamaz diyordu ve her kim Allâh, zatıyla her yerdedir’ diyen kimseye karşı geliyordu. Çünkü bu mekânların hepsi sınırlıdır.”

İmam Ebul Kasım “Şerhil İrşad” adlı kitabında diyor ki : “Allâh kesinlikle yön ve mekânlarla vasıflandırılmaz.”

İmam El Hafız Muhammed Murtada Ez Zebidi, “Şerh İhya Ulumudin” adlı kitabında İmam Zeynel Abîdin (Hz. Hüseyin’in oğlu Hz.Ali)’den şöyle naklediyor: “(Ey Allâh’ım’) Sen sınırlandırılamayan Allâh’sın; bundan dolayı sınırlı değilsin” Aynı zat diyor ki: “Ey Allâh’ım, senin sınırların yoktur.” Yani Allâh sınırlardan münezzehtir.

İmam Ebu Mansuri Bağdadi, “El Farkul Beynel Firak” adlı kitabında diyor ki: “Ehlisünnet ve cemaattekiler dediler ki; ‘Allâh, sınırlı olmaktan, sonu olmaktan münezzehtir’.”

İmam Ebu Hanife, “El Fıkhıl Ekber” adlı kitabında diyor ki: “Allâh’ın sınırı yok ve zıttı da yoktur.”

Yedinci Mesele

-Allâh’a yön veya mekân nispet etmesidir.

KAYNAK:
Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1-Er-Risele et-Tedmuriyye
2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3-Beyan Telbis el-Cehmiyye

Minhac es-Sünne en-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki: “Ehli Halefin Cumhuru, Allâh, âlemin üzerinde olduğunu söylemeleri velev ki, dilleri ile söylemeseler bile kalplerinde bu şekilde itikad ederler.”

Er-Risele et-Tedmuriyye” adlı kitabında diyor ki: “Şüphe yoktur ki, Allâh bu âlemin üzerindedir.”

Beyan Telbis el-Cehmiyye ” adlı kitabında diyor ki: “Allâh, Kur’an’da Firavun hakkında Musâ’nın Allâh’ını görmesi için göklere çıkacağını nakletmiştir. Yani İbni Teymiyye diyor ki: “Musâ Peygamber, Firavun’a, Allâh’ın yukarıda olduğunu söylemiş olsaydı Firavun bu şekilde yapmayacaktı.”

Cevap:

İmam Abdul Kahır Temimi El-Bağdadi, “El-Farkul Beynel Firak” adlı kitabında diyor ki : “Âlimler icma ettiler ki, Allâh mekânlardan münezzehtir.”

İmam Şerefuddin b. Tilmiseni, “Luma’ul Edille” adlı kitabında “Eş Şûra Sûresi 11. ayetini hatırlatarak Allâh’ın kesinlikle yaratıklara benzemediğini söylemiştir. O halde bir yerde bulunmak, bir yerde barınmak cisimlere benzetmektir ve Allâh bundan münezzehtir.”

İmam Ebu Sene El-Lamişi , “Et-Temhidu Li Kavaidit Tevhid” adlı kitabında diyor ki: “Allâh, kesinlikle mekân ile vasıflandırılmaz.”

Sekizinci Mesele

-Allâh hakkında “Allâh Oturuyor” iddiasıdır.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1-Fetaval Kübra
2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3-Şerh Hadis-i Nüzul
4-Fetaval Hamviyyel Kübra
5-Altı Surenin Tefsir Mecmuası

Feteve İbni Teymiyye” adlı kitabında “Büyük âlimler ve evliyalar Allâh-u Teâlâ’nın Muhammed’i, Arş’ta kendisinin yanına oturtacaktır demişlerdir” şeklinde demiştir.

Yine “Fetaval Hamviyyel Kübra” adlı kitabında Allâh hakkında “Hakikaten Allâh-u Teâlâ bizimledir ve Arş’ın üzerindedir” demektedir.

İmam Müfessir Ebu Hayyen El-Endelusi “En-Nehrul Med” adlı tefsirinde şöyle diyor: ”Bizim zamanımızda yaşayan Ahmet İbn Teymiyye kendi eliyle yazmış olduğu “El-Arş” adlı kitabında, ‘Allâh-u Teâlâ, Kürsü’ye oturmuş ve oturması için Muhammed’e yer ayırmıştır’ şeklinde yazıldığını gördüm.”

İmam Ebul Kasın el-Kuşeyri “Er-Risele el-Kuşeyriyye” ve İmam Ahmed er-Rifai “El-Burahan el-Mu’eyyed” adlı kitaplarında naklettiklerine göre İmam Cafer es-Sadık şöyle buyurdu: ”Her kim Allâh’ın bir şeyin içinde, bir şeyin üstünde veya bir şeyden gelme olduğunu iddia ederse müşrik olur. Çünkü bir şeyin içinde olursa kuşattırılmış olur, bir şeyin üstünde olursa taşınmış olur ve bir şeyden gelmiş olursa yaratılmış olur.”

Dokuzuncu Mesele:

-Cehennemin fani olacağına ve Cehennemin içerisindeki kâfirlerin azabının sona ereceğini iddia etmesidir.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir:
1- Er-Redu Ala Men Kale Bifene’in Nar
2-İbni Kayyımın “ Hadil Ervah”

Bu, İbni Teymiyye’nin en büyük sapıklıklarındandır.

İbni Kayyum Ec Cevziyye “Hadil Ervah” adlı kitabında bunu İbni Teymiyye’den nakledip onaylıyor.

“Er-Reddu Ala Men Kale Bifene’in Nar” adlı kitabında diyor ki: “Cehennem fani olacak iddiasına Kur’an’dan, sünnetten ve sahabelerin sözlerinden deliller alınır. Ancak Cehennem kalıcıdır diyen kişilerin elinde ne Kur’an’dan ne hadislerden ne de âlimlerin sözlerinden delil bulunmaktadır.”

Cevap:

Bu iddia çok açık ve net bir küfürdür. Çünkü Kur’an’a, sabit olan hadisler ve âlimlerin icamaına karşı gelen bir görüştür.

Allâh-u Teâlâ “El Ahzâb” suresinin 65. ayetinde, “Et- Tevbe” suresinin 68. ayetinde, “El-Bakarah” suresinin 167. ayetinde, “En- Nisa’ ” suresinin 169. ayetinde, “El-İsrâ’ ” suresinin 97. ayetinde “Cehennem kalıcıdır, fani olmaz” diye bildirmiştir.

İmam Buhari’nin “Es-Sahih” adlı kitabında Ebu Hureyra’dan rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifinde şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde, Cennet ehline şöyle denilir: “Ey Cennet ehli bundan sonra ölüm yoktur ve Cehennem ehline şöyle denilir: Ey Cehennem ehli bundan sonra ölüm yoktur.”

İmam Buhari’nin “Es-Sahih” ve İmam Müslim’in “Es-Sahih” adlı kitaplarında İbni Ömer’den rivayet ettiklerine göre Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifinde şöyle buyurdu: “Cennet ehli Cennet’e ve Cehennem ehli Cehennem’e girdikten sonra ölüm getirilir. Cennet ve Cehennem arasına bırakılır ondan sonra ölüm kesilir. Daha sonra şöyle nida edilir: ‘Ey Cennet ehli bundan sonra ölüm yoktur. Ey Cehennem ehli bundan sonra ölüm yoktur.’ Cennet ehli olanlar bunu duyduğu zaman daha fazla sevinirler. Cehennem ehli de bu nidayı duyduğunda daha fazla üzülür.

İmam Hafız İbni Hacer El Askalani, “Fethil Bâri” adlı kitabında İmam Kurtubi’nin şöyle dediğini naklediyor: “Bu hadislerde çok açık ve nettir ki, Cehennem ehlinin kalıcı olması belli bir süreye kadar değildir. Cehennem’de kalıcı olmaları, Cehennemde ölümsüz olmaları açık ve nettir. Her kim Cehennemehlinin Cehennemden çıkıp Cehennem fani olacaktır veya Cehennemin yok olacağını iddia ederse Peygamber Efendimizin ve Ehlisünnetin icmâ ettiği konulara karşı gelmiş olur.”

İmam Teftezeni ”Şerh el-Adide En-Nesefiyye” adlı kitabında şöyle diyor: ”Cehmiyye denen gurup, Cennet ve Cehennemin fani olacağını iddia ettiler. Bu batıl ve Kur’an’a, Sünnete ve İcma’a muhalif olan bir sözdür.

Hafız Müctehid Takiyuddin Es Subki, İbni Teymiyye’ye karşı “El İtibaru Bi Bakail Cenneti Ven-Nar” adında bir kitap yazmıştır. Bu kitapta diyor ki: “Müslümanların inancına göre Cennet ve Cehennem kesinlikle fani olmazlar.” Ebu Muhammed İbni Hezım bu konuda icmaı nakletmiştir. “Her kim bu konuda muhalif olursa âlimlerin icmaı ile bu kişi kâfir olur.”
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
Onuncu Mesele:

Te’vili reddetmesi ve Ehlisünnetten hiç biri tevil yaptığını inkâr etmesinin meselesi

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitapta geçmektedir:
1- Mecmu Fetave İbni Teymiyye

Mecmu Fetave İbni Teymiyyeadlı kitabında diyor ki: “Bugüne kadar kesinlikle sahabelerden hiçbirinin sıfat ayetlerini veya sıfat hadislerini tevil ettiğini görmüş değilim.”

Cevap:

İlk önce te’vil; bir ayeti veya hadisi zahirine göre alınmamak demektir. Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerin ve Peygamberimizin hadislerinin bir kısmı Muhkem bir kısmı da Müteşabihtir.(Âli ‘İmrân / 7)
Muhkem; manası açık olandır. Başka bir deyimle Arapça lügatine göre tek anlamlı kelimelerdir
Müteşabih ise manası açık olmayandır veya birden fazla manayı kabul eden kelimeler olup yakışır bir mana bulmak için dikkat edilmesi gerekendir.

Te’vili reddedenlere karşı, İbni Abbas’ın talebesi olan Hz. Mücait, İbni Abbas’ın: Bunun ( Kur’an’ın) te’vilini bilenlerdenim” dediğini rivayet etmiştir. (Zâd EL-Mesir, Ed-Dur el-Mensur)


İmam İbni Mâce’nin “Es-Sünen” adlı kitabında rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz, İbni Abbas’a şöyle dua etti: ”Ey Allâh’ım! Ona Hikmeti ve Kitabın ( Kur’an’ın) te’vilini öğret.

Hanbeli mezhebinin en büyüklerden biri olan İmam Hafız İbnil Cevzi “El-Mecelis” adlı kitabında te’vili reddedenlere karşı savaş açmıştı. Bu kitapta diyor ki: “Peygamber Efendimiz bu hadiste İbni Abbas’a dua mı ediyor yoksa beddua mı? Çünkü te’vil yasak olsaydı o zaman bu beddua sayılır ve Peygamberimiz de İbni Abba’a beddua etmez. Demek ki ona dua etti. O zaman Peygamberimiz ona dua etmişse yasak olmadığı anlaşılır.

İmam Buhari “Sahih” inde Hafız İbni Hacer bu kitabın açıklanmasında İbni Abbas’tan şöyle naklediyorlar: “El- Kalem suresinin 42. ayetinde
يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ

şiddetli bir olay geçecektir.” İbni Abbas radiyallâhu anhu “sak” kelimesini “şiddet” diye te’vil etmiştir. Bu kelime zahirine göre “ayak” diye bilinmektedir. Arapça lügatinde “sak” kelimesinin birden fazla manası vardır. İbni Abbas bunu “şiddet” diye te’vil etmiştir. İşte bu sahabelerden bir delildir.

Ehli Selefe gelince;

İmam Hafız Beyhaki, Ehli Seleften olan Mücahit’ten rivayet ettiğine göre “El-Bakarah suresinin 115. ayetinde geçen “vech” kelimesini “kıble” diye te’vil etmişlerdir. Yani “Allâh’ın kıblesi” demiştir.

İmam Beyhaki “Menakib Ahmed” adlı kitabında Ehli Seleften olan İmam Ahmet İbni Hanbel’den rivayet ettiğine göre “El- Fecr” suresinin 22. ayetinde geçen وَجَاءَ رَبُّكَyani “Allâh’ın sevabı geldi” manasında te’vil etmiştir. Bunu da İbni Kesir “El-Bideye ven Niheye” adlı tarih kitabında rivayet etmiştir.

Ehli Seleften olan İmam Buhari, El- Kasas suresi’nin 88. ayetinde geçen
كُلُّ شَئْ هَالِكٌ إِلا وَجْهَه ٍ

yani her şey fani olacaktır, Allâh’ın mülkü hariç veya ancak Allâh için yapılan amel kalır” manasında te’vil etmiştir.

Onbirinci Mesele:

-Peygamberlerle, Salih kullarla tevessül etmenin, onlarla teberrük etmenin, eserleri ile teberrük etmenin haram olduğunu iddia etmesi.

Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir:
1-Er-Redu Alal Mantıkiyyin
2-Et-Tevessül vel Vesile
3-El-Feteval Kübra

Et-Tevessül vel Vesile” adlı kitabında “ancak bidat olan ziyaret, yani haram olan ziyaret o da ölüden dua veya şefaat istemek veya onun kabrinin yanında (dua kabul olunur diye) dua etmek, bu tür ziyaretler kesinlikle peygamber efendimiz ona izin vermemiştir. Sahabelerde bunu yapmamıştır. Bu davranış ve fiiller şirkin türündendir ve şirkin sebeplerindendir.”

Cevap:

İlk önce İmam İbni Hacer Heytemi “Haşiyet İbni Hacer Ala Şerhil İdah” adlı kitabında diyor ki; “Hiç kimse İbni Teymiyye’nin sözlerini almasın. Çünkü Allâh-u Teâlâ bu kimseyi saptırmıştır. Onun aleyhine İmam Sübki geniş bir yazı yazmıştır. İbni Teymiyye, Peygamberimizin hakkında iftira atması beklenilir. Çünkü o, Allâh hakkında bile iftira atmıştır. Allâh’a organ mahiyetinde el, göz, ayak ve yön nispet etmiştir. Bundan dolayı birçok âlim onu tekfir etmiştir.”

İmam El Kevseri, “Haşiyet es-Sayfu Sakil” şöyle demiş; “Peygamber Efendimiz aleyhissaletu vesselamın kabrini ziyaret etmenin hakkında çok hadisler vardır. Bu hadisleri Hafız Selahattin El Ale’i bir kitapta toplamıştır. İmam Ali el-Kari “Eş Şifa” adlı kitabının açıklamasında diyor ki; “Hanbelîlerden olan İbni Teymiyye bu konuda aşırı gitmiştir. Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmenin haram olduğunu iddia etmiştir. Bazı kişiler bu ziyaretin dinimizde bilinmesi gereken konulardan bir tanesi olduğundan dolayı bunu inkâr eden kimsenin kâfir olacağını bildirmiştir.” Bu doğrudur. Çünkü âlimlerin icmaı ile müstahap olan bir şeyi tahrif etmek kesinlikle doğru değildir. Bu da küfürdür.” İnsanları Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmenin engellenmesinin sebebi Peygamber Efendimize olan kalplerindeki kinlerinden dolayıdır.”

İmam Tabarani’nin rivayet ettiğine göre gözleri görmeyen bir kişinin Peygamber Efendimizin yanına gelerek şöyle dedi: ”Ey Allâh’ın Resulü! Benim körlüğüm için dua eder misiniz?” Peygamberimiz, o adama; “İstersen sabret, istersen sana dua edeyim.” diye cevap verdi. O adam: “Bana yardım edecek kimse yoktur” dedi. Peygamber Efendimiz ona dedi ki: ”Abdest haneye git ve abdest al sonra iki rekât namaz kıl, sonra şu duayı oku: “Ey Allâh’ım! Sana rahmet Peygamberi olan senin Peygamberinle dua ve teveccüh ediyorum. Ya Muhammed, seninle Allâh’a teveccüh ediyorum ki.....“ Bu olay esnasında hazır olan ve onu nakleden Osman B. Huneyf şöyle demiştir: “Allâh’ın adına yemin ediyorum ki, oradan ayrılmadan ve uzun bir süre geçmeden o adam, gözleri açık bir şekilde içeri girdi.” Bundan anlaşıyor ki:

1-Peygamber Efendimiz, gözleri görmeyen adama tevessül duasını öğretti.

2-Bu olayı nakleden Osman B. Huneyf ismindeki sahabe bu duayı Hz. Osman’ın zamanında Hz. Osman’dan isteği olan birine öğretmiştir. Yani Sahabe olan Osman B. Huneyf, Peygamber Efendimizin vefatından sonra birine bu duayı öğretmiştir.


3-Yukarıda geçen Osman B. Huneyf’in iki olayını İmam Tabarani “El- Mu’cem El-Kebir ve El-Mu’cem Es-Sağir” adlı kitaplarında rivayet edip sahih olduğunu söylemiştir.


İmam Hâkîm’in “El-Müstedrak” adlı kitabında Hz. Ömer’den rivayet ettiği hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: ”Âdem alayhisselem ağaçtan yedikten sonra: ‘Ey Allâh’ım, Muhammed hakkı için beni bağışla’ diye dua etti…” Bu hadisi İmam Hâkîm bu hadis hakkında senedinin sahih olduğunu açıklamıştır. Aynı hadisi İmam Beyhâki de rivayet etmiştir.

İmam Buhari’nin “El-Edep El-Mufrad” adlı kitabında rivayet ettiğine göre Hz. Ömer’in oğlunun ayağına bir hastalık meydana geldi (Hidr hastalığı). Sahabelerden biri ona “En sevdiğin kişinin ismini zikret” dedi. O da “Ya Muhammed” demiş. Ayağındaki hastalık geçti. Bu olay Peygamber Efendimizin vefatından sonra olmuştur. Bu hadisi İmam İbni Sünni “Amel el-yem velleyleh” adlı kitabında da rivayet etmiştir.

Bu hadisi İbni Teymiyye “El-Kelim Et-Tayyib-Güzel Sözler” adlı kitabında da nakletmiştir.

Hanbelî olan İmam Ebul Vefa b. Akil “Et-Tezkirah” adlı kitabında Peygamber Efendimizin şehrine, Medine’sine gittiği zaman ne yapılır çok güzel bir şekilde anlatmıştır. Bu da el yazması kitabında bulunmaktadır. Bu el yazısı Dimaşk’taki Zahiriye Kütüphanesi 87 nolu bölümünde bulunmaktadır. Bu yazıda şöyle diyor:” Peygamber Efendimizin kabrine gelip dua ettikten sonra der ki; “Ey Allâh’ım! Rahmet Peygamberi olan Muhammed aleyhissaletu vesselam ile Sana teveccüh ediyorum. Ey Allâh’ın Resulü! Seninle Allâh’a (Allâh’ın Kıblesine) yöneldim, Allâh’a teveccüh ettim. Ey Allâh’ım! Muhammed’in hakkı için beni affet” diye dua etsin.” Ve diyor ki: “Dilerse Peygamber Efendimizin minberini, Peygamber Efendimizin hutbe verdiği yere ellerini sürmesi müstahaktır.”

İmam Hafız İbnil Cevzi “El-Vefa Bi Ehvel Mustafa” adlı kitabında ve aynı zamanda Hafız Ed-Diya el-Makdisi’nin rivayet ettiklerine göre, Ebu Bekir b. Mukkari diyor ki; “Ben, Tebarani ve Ebuş Şeyh, Peygamber Efendimizin cami avlusundaydık. Çok acıkmıştık ve o gün hiçbir şey yememiştik. Akşam yemeği vakti geldiğinde Peygamber Efendimizin kabrine gidip şöyle dedi: “Ey Allâh’ın Resulü! Çok acıktık.” Yani Peygamber Efendimizden yardım dilemişti. Daha sonra gittim. Ebul Kasım bana dedi ki: “Otur, ya rızk gelecek ya da öleceğiz” daha sonra ben ve Ebuş Şeyh kalktık, Tebarani orada kaldı. Hz. Ali’nin soyundan gelen biri geldi ve kapıyı çaldı. Kalkıp kapıyı açtık. Onun yanında iki genç vardı. Her birinin elinde büyük bir sepet vardı. Sepetlerin içi yemeklerle doluydu. Yedik, kalanı götüreceklerini zannettik. Ama sepetleri bırakıp, o iki genç kalkıp gittiler. Hz Ali’nin soyundan gelen kişi dedi ki: ‘Peygamber Efendimize şikâyette mi bulundunuz?’ Peygamber Efendimizi rüyamda gördüm, sizlere yemek getirmemi emretti.”

İmam Subki “Şifaus Sakam” adlı kitabında ”Peygamber Efendimiz yaratılmadan önce, yaratıldıktan sonra, hayattayken, vefatından sonra, Berzah âlemindeyken ve kıyamette, hesap sahasında ve cennette bile onunla tevessül etmek caizdir” demiştir.

Hanbelî İmam Buhuti “Keşşafı Kına” adlı kitabında diyor ki; “Kabre el sürmede hiçbir beis yoktur. Ve Peygamber Efendimizin hücresini öpmek de müstahaptır.”

İmam Meri b.Yusuf el-Hambeli “Gayetul Munteha” adlı kitabında diyor ki; “Bereket umularak bir kabre dokunmakta herhangi bir beis yoktur.”

İmam El Merdavi el-Hanbelî “El İnsaf” adlı kitabında diyor ki; “Kabre dokunmak caizdir. Bunda herhangi bir kerahet yoktur.”

İmam El Semhudi, “Vefaul Vefa” adlı kitabında diyor ki: “Bilal radiyaallâhuanhu Şam’dan kalkıp Peygamber Efendimizin ziyaretine geldiğinde kabrine gelip orada ağlamaya başladı. Yüzünü kabre sürmeye başladı.” İmam Hafız İbni Hacer Askalani diyor ki: “Hacerul Esved’i öpmek caiz olduğundan âlimler ‘saygı gösterilmesi gereken insan olsun cansız olsun öpmek caizdir’ demişlerdir şeklinde buyurmuştur. İmam Ahmed bin Hanbel’e, Peygamber efendimizin kabrini ve minberini öpmek konusunda soru soruldu. O, bu sorunun cevabı olarak “Bunda beis yoktur” demiştir. Aynı şekilde et-Tayyib en-Neşiri rivayet ettiğine göre el-Muhib et-Tayyib şöyle dedi: Peygamber Efendimizin kabrine dokunup, kabri öpmek caizdir. Salih âlimlerin görüşü de budur.”

İmam el-Ayni “ Umdetul Kari Bişer Sahihil Buhari” adlı kitabında, İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Şafii’nin elbisesini yıkayıp suyunu içtiğini” nakletmiştir.

Hafız İbni Bin Şeybe ”El-Musannaf” adlı kitabında diyor ki: “Yezid Bin Abdilmelik diyor ki: ’Sahabelerden bir grubun cami boş olduğu zaman Peygamber Efendimizin minberine gidip el sürüp dua ettiklerini gördüm.

İmam Ahmed’in oğlu Abdullah’ın “Sualet Abdullâh b. Hanbel” adlı kitabında diyor ki; “Babamın, bir kimsenin Peygamber Efendimizin hutbe okuduğu yeri bereketlenme niyetiyle dokunursa hükmü nedir? Buna cevap olarak dedi ki; ‘Bunda beis yoktur.’ demiştir.” ( Keşful Kifâ’)

Hatta tevessülün haram olduğunu iddia eden İbni Teymiyye “İktidaus Sırat el-Mustekim” adlı kitabında İmam Ahmed’in Peygamber Efendimizin minberine, oturduğu yere ve elini koyduğu yere el sürmenin caiz olduğunu nakletmiştir.

İmam Buhari ve İmam Müslim’in Enes’ten rivayet ettiklerine göre Peygamber Efendimiz Veda Haccı’nda saçını kestirdikten sonra saçlarını Ebu Talha’ya verip “İnsanlara dağıt” demiştir.

İmam Ahmed’in, “Müsned” inde rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz tırnaklarını kesip kendisi bizzat insanlara dağıtmıştır.

İmam Beyhaki “Deleil en-Nübüvve” ve İmam Hâkim “El-Müstedrak” adlı kitaplarında rivayet ettiklerine göre, Yermük Savaşı’nda Sahabe Halit B. Velid takkesini kaybetmiştir. “Arayınız” dedi. Tüm sahabelerle birlikte aradılar ama bulamadılar. Tekrar “Arayınız” dedi. En sonunda buldular. Sonra Hz. Halit şöyle dedi: “Peygamber Efendimiz umrede saçını kestirdi. İnsanlar Peygamberimizin saçından alabilmek için yarıştılar. Onlardan önce Peygamberimizin ön saçlarından birkaç tane aldım ve bu takkemde sakladım. Bunlarla katıldığım her savaşı kazandım.” Hafız İbni Hacer El-Heysemi bu hadis hakkında şöyle demiştir: “Bu hadisi İmam Tabarani ve İmam Ebu Ya’le rivayet etmişlerdir.

İmam Müslim’in “Sahih” inde rivayet ettiğine göre Ebu Bekir’in kızı Esma, bir cübbe göstererek şöyle dedi: “Bu, Peygamber Efendimizin cübbesidir. Aişe’nin yanındaydı. Aişe vefat ettiğinde ben aldım. Peygamber Efendimiz giyerdi. Biz de bu cübbeyi yıkayıp suyunu hastalara içirirdik.”

Onikinci Mesele:

-Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etme niyetiyle yolculuk etmek haramdır ve bu yolculuk esnasında namazları kısaltamaz iddiası.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir:

1-Mecmu Feteva İbni Teymiyye
2-Er-Red Alal Ehne’i
3-El-Feteval Kübra

Mevmu Feteve İbni Teymiyye” adlı kitabında diyor ki: “Her hangi bir kabri ziyaret etmek için yolculuğa çıkmak âlimlerin cumhuruna göre yasaklanmıştır. Bu yolculuk haram olduğundan dolayı namazlarda kısaltma yapılamaz.

“El Feteva Kübra” adlı kitabında diyor ki: “Peygamberlerin ve evliyaların kabirlerini ziyarete gitmek bid’attir. Sahabelerden ve tabilerden hiçbiri bunu yapmamıştır. Hatta Peygamber Efendimizde bunu emretmemiştir. Hiçbir imam da bunun müstahap olduğunu görmemiştir. Her kim bunun ibadet olduğuna inanıp yaparsa o kişi sünnete ve âlimlerin icmaına muhalif olmuştur.”

Cevap:

İmam Takiyyuddin El-Husani “Defu Şübehi Men Şebbehe ve Temerrad” adlı kitabında şöyle diyor: “İbni Teymiyye’nin eleştirildiği konulardan biri, Peygamber Efendimizi ziyaret etmenin âlimlerin icma’ı ile haram olduğunu iddia etmesidir. Bu sözdeki büyük iftiraya bak. İcma ile diyor. Bu “İcma” sözü nerede geçiyor. Bu sapıktan sakındıran Sahabelerden, Tabilerden veya Müslümanların imamlarından bir delil istiyoruz.

Tabi söylenen bu batıl sözü ondan başka hiç kimse söylemedi. Bilakis meşhur olan ve meşhur olamayan kitaplarda ve Müslümanların davranışlarından bu ziyaretin caiz ve en önemli sünnetlerden biri olduğu anlaşılır. Hatta bu Resullerin sünneti ve muvahhidlerin ittifakıyladır. Bunu ancak kalbinde münafıkların hastalığı varsa veya Yahudilerin ve din düşmanlarının yandaşı olan kötü niyetli insanlar söyler.”

İmam İbni Hacer El-Heytemi, “El-Cevher El-Münazzam Fi Ziyaretil Kabiri-ş Şerifi-n Nebevil Mükerram” adlı kitabında şöyle diyor: “Bana; ‘Sen nasıl Peygamber Efendimizi ziyaret etmenin icma’ ile caiz olduğunu söyleyebildin? İbni Teymiyye bunu inkâr etmiş ve hatta haram olduğunu iddia etmiş. O, bu ziyaret esnasında namaz kısaltılmaz dedi’ dersen, derim ki: ‘İbni Teymiyye kimdir ki, onun sözlerine bakılsın ve dini konularda onun görüşleri alınsın? O, El-İz B. Abdusselam gibi birçok âlimin eleştirdiği, görüşlerinin batıl ve fikirlerinin kötü olduğunu söyleyerek hakkında şöyle söylemiştir: “Allâh, onu saptırdı, rezillik gömleğini giydirdi. Büyük iftira ve yalanlarından dolayı kötü bir sonuca ve mahrumiyete ulaştı.”

İmam Hâkim “El-Müstedrek” adlı kitapta rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “İsa aleyhisselam adaletli bir imam olarak inecektir. Hac ve umre niyetiyle Mekke’ye gidecektir. Ondan sonra kabrime gelip bana selam verecektir. Bende selamına karşılık vereceğim” diye buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın kabrini ziyaret etmenin caiz olduğuna dair İmam Es Subki “Şifaussakam fi Ziyaretinnebi Aleyhisselatuvesselam” adlı bir kitap yazmıştır.

Hafız İbni Hacer Askalani “El-Emeli” adlı kitabında İmam Nevevi’den naklediyor ve “Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmek en güzel amellerden biridir” diyor.

İmam Tabarani’nin rivayet ettiği ve Hafız İbni Seken’in sahih olduğunu söylemiş olduğu hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Her kim bana ziyaret ederse -bana ziyaret etmekten başka niyeti yoksa- ona şefaatçi olmamı hak etmiştir.”

Hafız İbni Asekir “Et-Tecume en-Neyyira” adlı kitabında rivayet ettiği hadisi şerifte Peygamber Efendimiz aleyhissalatu vesselam diyor ki:” Vefatımdan sonra beni ziyaret eden kimse sanki beni hayatta iken ziyaret etmiş gibi olur.” (Darakutni, Ebu Ya’la ve Beyhaki)

İmam Ebu Davut Et-Tayalısı ‘Müsned’inde Hz. Ömer’den rivayet ettiği hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Beni ziyaret etme niyetinden başka bir niyeti olmadan beni ziyaret edene şefaatçi veya şahit olurum.”

Hafız İbni Asâkîr “Tarih Dimaşk” adlı kitabında şöyle rivayet ediyor: ” Hz. Ebu Bekir’in zamanında Bilal Habeşi Şam’a yerleşti. Daha sonra Hz. Ömer’in zamanında Peygamber Efendimizi rüyasında gördü. Peygamber Efendimiz ona şöyle dedi: “Nedir bu soğukluk ya Bilal? Seni özledik.” Bilal sabahleyin uyandığında hemen Medine’ye doğru yola çıktı. Medine’ye vardığında hemen Peygamber Efendimizin kabrine gitti. Yüzünü kabrin toprağına sürmeye başladı. O kadar ağladı ki, yüzüne yakın olan toprak çamur oldu. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, Bilal’ın geldiğini duyunca hemen onun yanına gelip ondan ezan okumasını istediler. Bilal ezana başladığında Kelime-i Şehadet’in birinci kısmına varınca Medine halkı onu dinlemeye başladı. Tekrarlayınca herkes evinden, iş yerinden dışarı çıktı. Kelime-i Şehadet’in ikinci kısmına gelince herkes camiye doğru yürümeye başladı. Tekrarlayınca da herkes onun gibi ağlamaya başladı.”

Burada Hz. Bilal, Şam’dan Medine’ye sırf Peygamber Efendimizi ziyaret etmek için gitmiştir.

 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30

Onüçüncü Mesele:

-İbni Teymiyye’nin, Hz Ali’ye karşı gelmesi.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir:

1-Mihac es-Sünne en-Nebeviyye
2-Nakd Meratibul İcma

Mihac es-Sünne en-Nebeviyyeadlı kitabında Hz. Ali hakkında diyor ki:Din için değil koltuk için savaşa girmiştir.”

Aynı kitabında diyor ki: “Hz. Ali kötü bir halde olmasaydı birçok sahabe, birçok tabi ona küfretmez ve ondan nefret etmezlerdi.”

Aynı kitabında da diyor ki: ”Bilindiği gibi birçok sahabe Hz. Ali’yi eleştirmişlerdir.”

Yine aynı kitapta diyor ki: “Ali Beni Muggayire’den bir kız isteyip evlenmesinin nedeni Fatıma’ya zarar verme niyetindendir.”

Aynı kitapta adlı kitabında diyor ki: “Ali namazı kıldırırken ayetleri karıştırdığı için Allâh-u Teâlâ, “En-Nisâ’” suresinin 43. ayetini onun hakkında, yani Hz Ali hakkında indirmiştir.”Ayette şöyle geçmektedir: “Ey iman edenler! Sarhoş iseniz namaza yaklaşmayınız” demiştir.”

Hâlbuki bu hadisi İmam Hâkim “El Müstedrek” adlı kitabında Hz. Ali’den riayet ettiğine göre diyor ki: “Ensarlardan biri, bu ayet inmeden önce namaza davet etti. Bir adam imamlık yaptığında “El-Kafirun suresini okudu. Bu sureyi okurken karıştırdı. Daha sonra “En-Nisâ’ “ suresinin 43. ayeti nazil olmuştur. İmam Hâkim diyor ki; “Bu hadisin isnadı sahihtir.” İmam Hâkim bu hadisten anlaşılması gereken konu şudur diyor: “El-Havariciler, sarhoş olup ayeti yanlış okuma meselesini Hz. Ali’ye nispet ediyorlar. Bundan dolayı İbni Teymiyye haricilere bu konuda muvafık olmuştur.”

İmam Hacer El Askalani “Ed-Durar el-Kemine” adlı kitabında şöyle diyor: “İbni Teymiyye, Hz. Ali’ye 17 meselede karşı çıkmıştır. Hz. Ali’nin bu 17 meselede Kur’an-ı Kerim’e karşı geldiğini iddia etmiştir.” İbni Hacer diyor ki: “Âlimler, Hz. Ali hakkında böyle bir iftira için İbni Teymiyye’nin münafık olduğunu söylemişlerdir.”

İmam Müslim’in “Sahih”inde rivayet ettiğine göre Hz. Ali şöyle buyurdu: “Allâh’a yemin ederim ki; Peygamber Efendimiz bana vermiş olduğu ahdi bende tekrarlıyorum. Beni ancak mümin olan sever ve ancak münafık olan benden nefret eder.”

Bu konuda İbni Teymiyye’nin karıştırmış olduğu meseleden bir tanesi de Peygamber Efendimiz, Ammar b. Yâsir hakkında “azmış olan gurup onu öldürecektir” demesi meselesidir. İbni Teymiyye diyor ki: “Burada insanların görüşleri var. Bazı kişiler bu zayıf hadistir demişlerdir.”

Kesinlikle bu batıl ve yalandır. Çünkü hiçbir muhaddis ve hafız bu hadis hakkında “zayıftır” dememiştir. Bu hadis “mütevatir” bir hadistir. Bunu 24 sahabe rivayet etmiştir. İmamu Suyuti “El Hasa’s el Kubra” adlı kitabında, İmam Ez Zebidi “Lukat el-Le’eli adlı kitabında, “vel Menevi El-Cami es-Sağir” adlı kitabında bu hadisin “mütevatir” olduğunu söylemişlerdir. İbni Abdulber, “El İstiap” adlı kitabında bu hadis hakkında diyor ki; “Bu hadis en sahih hadislerdendirler.” İmam İbni Hacer El Askalani “Fethul Bâri Ala Sahihil Buhari” adlı kitabında bu hadis hakkında diyor ki: “Bu hadisin bütün yolları sahihtir veya hasendir.”

Hz Ali ile alakalı başka bir mesele ise Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam “Benden sonra sen her müminin velisisin” demesidir. İbni Teymiyye, bu hadis hakkında diyor ki: “Bu hadis kesinlikle uydurmadır, yalandır.”

Hâlbuki bu hadisi İmam Tirmizi “Es-Sünen”, İmam Nesei “El-Hasais” ve İmam Ahmed “Eel Müsned” adlı kitaplarında rivayet etmişlerdir. İmam İbnu Hibben “Sahih”inde bu hadisinsahih olduğunu söylemiştir. İmam El Hâkim “El Müstedrek” adlı kitabında diyor ki: ”Bu hadis Müslim’in şartlarına göre sahihtir.” İmam Ahmed, “Müsned”in ve Ebu Naim “El-Hilye” adlı kitaplarında da rivayet etmişlerdir. Hafız İbni Hacer Askalani” El-İsabeh” adlı kitabında diyor ki: “Onun senedi güçlüdür.”

İbni Teymiyye, “El Minhec” adlı kitabında diyor ki: “Allâh-u Teâlâ güneşi Ali için durdurma hadisi kesinlikle uydurmadır.”

İmam Hafız El Hacer El Askalani “ Fethul Bâri” adlı kitabında bu hadis için “Sahihtir” demiştir.

İmam Et Tahavi, İmamı Et Tebarani El-Mu’cem el-Kebir” adlı kitabında İmam Hâkim ve İmamı Beyhaki “Eddeleil” adlı kitabında bu hadisi rivayet etmiştir.

Peygamber Efendimiz diyor ki: “Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır.”
İbin Teymiyye, “Minhec Sünne Nebeviyye” adlı kitabında bu hadis için ”İmam Tirmizi rivayet etmiş olsa bile uydurulmuş olan hadislerdendir” demektedir.

İmam Hafız Iraki, İmam Hafız El-Elâi, İmam İbni Hacer Askalani ve İmam Hafız Suyuti “En-Nüket el-Bediat” adlı kitabında “bu hadisi İmam Tirmizi ve İmam Hâkim rivayet etmişlerdir” demiştir. Hafiz İbni Hacer “bu hadis sahihtir” demiştir. Ben bu hadis hakkında hasendir diyorum.

İbni Teymiyye, “Minhec Sünne Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki, “Peygamberimizin, Ali ile kardeşliği ilan etme hadisi kesinlikle uydurmadır” demiştir.

İmam Hafız İbni Hacer Askalani, “Şerhil Buhari” adlı kitabında “Kardeşliği ilan etme meselesi iki defa olmuştur. Birincisi Muhacirlerin arasında, ikincisi ise Muhacirler ve Ensarlar arasındadır” demektedir. Bu Hadisi İmam Hâkim de rivayet etmiştir.

Peygamberimiz Hz. Ali hakkındaHâkimlik konusunda sizin en bilgiliniz Ali’dir.” Bu hadis için de “bu hadis sabit değildir. Çünkü bunun güçlü olan bir senedi yoktur. Çünkü hâkimlik din ve ilim gerektiriyor” demiştir.

Hâşâ bu sözleriyle Hz. Ali’de ilim ve din yok mu demek istiyor? Hâlbuki İmam Buhari, “Sahih” adlı kitabında İbni Abbas’tan, o da Hz. Ali’den bu hadisi rivayet etmiştir.

Peygamberimiz diyor ki: “Ali’yi seven beni sevmiş olur, Ali’yi sevmeyen ve buğz eden bana buğz etmiş olur.” İbni Teymiyye bu hadis için “Uydurmadır” demektedir.

Bu hadis “Hasendir” İmam Taberani “El-Mucem el-Kebir” adlı kitabında rivayet etmiştir. İmam Hâkim “El Mustedrak” adlı kitabında da rivayet etmiştir ve “Hasendir” demiştir.

Ondördüncü Mesele

-Sadece Allâh’ın ismi ile zikir çekmenin bid’at olduğunu iddia etmesi meselesi.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitapta geçmektedir:

1- Er-Red Alal Mantıkiyyin

Er-Red Alal Mantıkiyyin” adlı kitabında “Allâh’ın ismi tek başına olduğu zaman ne yeryüzü ehline nede gökyüzü ehline faydası vardır” demiştir.
Aynı kitapta diyor ki: “Bazı zahitleri Allâh’ın ismini çekerek zikir yapmak bi’atlardan sayılır.”

Cevap:

Bu yanlış olan sözü ne kendisinden önce ne de kendisinden sonra kimse söylemiştir. Çok kötü bir bidat yapmış olur. Bu sözünü kimse kabul etmemiştir.

Hâlbuki İmam Müslim ve başkaları Enes’ten rivayet ettiklerine göre EfendimizAllâh, Allâh diyen bir kimsenin üzerine kıyamet kopmayacaktır” demiştir.

Onüçüncü Mesele:

-İbni Teymiyye’nin, Hz Ali’ye karşı gelmesi.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir:

1-Mihac es-Sünne en-Nebeviyye
2-Nakd Meratibul İcma

Mihac es-Sünne en-Nebeviyyeadlı kitabında Hz. Ali hakkında diyor ki:Din için değil koltuk için savaşa girmiştir.”

Aynı kitabında diyor ki: “Hz. Ali kötü bir halde olmasaydı birçok sahabe, birçok tabi ona küfretmez ve ondan nefret etmezlerdi.”

Aynı kitabında da diyor ki: ”Bilindiği gibi birçok sahabe Hz. Ali’yi eleştirmişlerdir.”

Yine aynı kitapta diyor ki: “Ali Beni Muggayire’den bir kız isteyip evlenmesinin nedeni Fatıma’ya zarar verme niyetindendir.”

Aynı kitapta adlı kitabında diyor ki: “Ali namazı kıldırırken ayetleri karıştırdığı için Allâh-u Teâlâ, “En-Nisâ’” suresinin 43. ayetini onun hakkında, yani Hz Ali hakkında indirmiştir.”Ayette şöyle geçmektedir: “Ey iman edenler! Sarhoş iseniz namaza yaklaşmayınız” demiştir.”

Hâlbuki bu hadisi İmam Hâkim “El Müstedrek” adlı kitabında Hz. Ali’den riayet ettiğine göre diyor ki: “Ensarlardan biri, bu ayet inmeden önce namaza davet etti. Bir adam imamlık yaptığında “El-Kafirun suresini okudu. Bu sureyi okurken karıştırdı. Daha sonra “En-Nisâ’ “ suresinin 43. ayeti nazil olmuştur. İmam Hâkim diyor ki; “Bu hadisin isnadı sahihtir.” İmam Hâkim bu hadisten anlaşılması gereken konu şudur diyor: “El-Havariciler, sarhoş olup ayeti yanlış okuma meselesini Hz. Ali’ye nispet ediyorlar. Bundan dolayı İbni Teymiyye haricilere bu konuda muvafık olmuştur.”

İmam Hacer El Askalani “Ed-Durar el-Kemine” adlı kitabında şöyle diyor: “İbni Teymiyye, Hz. Ali’ye 17 meselede karşı çıkmıştır. Hz. Ali’nin bu 17 meselede Kur’an-ı Kerim’e karşı geldiğini iddia etmiştir.” İbni Hacer diyor ki: “Âlimler, Hz. Ali hakkında böyle bir iftira için İbni Teymiyye’nin münafık olduğunu söylemişlerdir.”

İmam Müslim’in “Sahih”inde rivayet ettiğine göre Hz. Ali şöyle buyurdu: “Allâh’a yemin ederim ki; Peygamber Efendimiz bana vermiş olduğu ahdi bende tekrarlıyorum. Beni ancak mümin olan sever ve ancak münafık olan benden nefret eder.”

Bu konuda İbni Teymiyye’nin karıştırmış olduğu meseleden bir tanesi de Peygamber Efendimiz, Ammar b. Yâsir hakkında “azmış olan gurup onu öldürecektir” demesi meselesidir. İbni Teymiyye diyor ki: “Burada insanların görüşleri var. Bazı kişiler bu zayıf hadistir demişlerdir.”

Kesinlikle bu batıl ve yalandır. Çünkü hiçbir muhaddis ve hafız bu hadis hakkında “zayıftır” dememiştir. Bu hadis “mütevatir” bir hadistir. Bunu 24 sahabe rivayet etmiştir. İmamu Suyuti “El Hasa’s el Kubra” adlı kitabında, İmam Ez Zebidi “Lukat el-Le’eli adlı kitabında, “vel Menevi El-Cami es-Sağir” adlı kitabında bu hadisin “mütevatir” olduğunu söylemişlerdir. İbni Abdulber, “El İstiap” adlı kitabında bu hadis hakkında diyor ki; “Bu hadis en sahih hadislerdendirler.” İmam İbni Hacer El Askalani “Fethul Bâri Ala Sahihil Buhari” adlı kitabında bu hadis hakkında diyor ki: “Bu hadisin bütün yolları sahihtir veya hasendir.”

Hz Ali ile alakalı başka bir mesele ise Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam “Benden sonra sen her müminin velisisin” demesidir. İbni Teymiyye, bu hadis hakkında diyor ki: “Bu hadis kesinlikle uydurmadır, yalandır.”

Hâlbuki bu hadisi İmam Tirmizi “Es-Sünen”, İmam Nesei “El-Hasais” ve İmam Ahmed “Eel Müsned” adlı kitaplarında rivayet etmişlerdir. İmam İbnu Hibben “Sahih”inde bu hadisinsahih olduğunu söylemiştir. İmam El Hâkim “El Müstedrek” adlı kitabında diyor ki: ”Bu hadis Müslim’in şartlarına göre sahihtir.” İmam Ahmed, “Müsned”in ve Ebu Naim “El-Hilye” adlı kitaplarında da rivayet etmişlerdir. Hafız İbni Hacer Askalani” El-İsabeh” adlı kitabında diyor ki: “Onun senedi güçlüdür.”

İbni Teymiyye, “El Minhec” adlı kitabında diyor ki: “Allâh-u Teâlâ güneşi Ali için durdurma hadisi kesinlikle uydurmadır.”

İmam Hafız El Hacer El Askalani “ Fethul Bâri” adlı kitabında bu hadis için “Sahihtir” demiştir.

İmam Et Tahavi, İmamı Et Tebarani El-Mu’cem el-Kebir” adlı kitabında İmam Hâkim ve İmamı Beyhaki “Eddeleil” adlı kitabında bu hadisi rivayet etmiştir.

Peygamber Efendimiz diyor ki: “Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır.”
İbin Teymiyye, “Minhec Sünne Nebeviyye” adlı kitabında bu hadis için ”İmam Tirmizi rivayet etmiş olsa bile uydurulmuş olan hadislerdendir” demektedir.

İmam Hafız Iraki, İmam Hafız El-Elâi, İmam İbni Hacer Askalani ve İmam Hafız Suyuti “En-Nüket el-Bediat” adlı kitabında “bu hadisi İmam Tirmizi ve İmam Hâkim rivayet etmişlerdir” demiştir. Hafiz İbni Hacer “bu hadis sahihtir” demiştir. Ben bu hadis hakkında hasendir diyorum.

İbni Teymiyye, “Minhec Sünne Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki, “Peygamberimizin, Ali ile kardeşliği ilan etme hadisi kesinlikle uydurmadır” demiştir.

İmam Hafız İbni Hacer Askalani, “Şerhil Buhari” adlı kitabında “Kardeşliği ilan etme meselesi iki defa olmuştur. Birincisi Muhacirlerin arasında, ikincisi ise Muhacirler ve Ensarlar arasındadır” demektedir. Bu Hadisi İmam Hâkim de rivayet etmiştir.

Peygamberimiz Hz. Ali hakkındaHâkimlik konusunda sizin en bilgiliniz Ali’dir.” Bu hadis için de “bu hadis sabit değildir. Çünkü bunun güçlü olan bir senedi yoktur. Çünkü hâkimlik din ve ilim gerektiriyor” demiştir.

Hâşâ bu sözleriyle Hz. Ali’de ilim ve din yok mu demek istiyor? Hâlbuki İmam Buhari, “Sahih” adlı kitabında İbni Abbas’tan, o da Hz. Ali’den bu hadisi rivayet etmiştir.

Peygamberimiz diyor ki: “Ali’yi seven beni sevmiş olur, Ali’yi sevmeyen ve buğz eden bana buğz etmiş olur.” İbni Teymiyye bu hadis için “Uydurmadır” demektedir.

Bu hadis “Hasendir” İmam Taberani “El-Mucem el-Kebir” adlı kitabında rivayet etmiştir. İmam Hâkim “El Mustedrak” adlı kitabında da rivayet etmiştir ve “Hasendir” demiştir.

Ondördüncü Mesele

-Sadece Allâh’ın ismi ile zikir çekmenin bid’at olduğunu iddia etmesi meselesi.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitapta geçmektedir:

1- Er-Red Alal Mantıkiyyin

Er-Red Alal Mantıkiyyin” adlı kitabında “Allâh’ın ismi tek başına olduğu zaman ne yeryüzü ehline nede gökyüzü ehline faydası vardır” demiştir.
Aynı kitapta diyor ki: “Bazı zahitleri Allâh’ın ismini çekerek zikir yapmak bi’atlardan sayılır.”

Cevap:

Bu yanlış olan sözü ne kendisinden önce ne de kendisinden sonra kimse söylemiştir. Çok kötü bir bidat yapmış olur. Bu sözünü kimse kabul etmemiştir.

Hâlbuki İmam Müslim ve başkaları Enes’ten rivayet ettiklerine göre EfendimizAllâh, Allâh diyen bir kimsenin üzerine kıyamet kopmayacaktır” demiştir.

İbni teymiyye'nin bu yazılarını kaynaklarıyla birlikte verdim.İsterseniz ibni teymiyye'nin kitaplarını araştırıp bu yazıların olup olmadığına bakabilirsiniz.

Allahü Teala gerçekleri görmeyi sizlere nasip etsin.(amin)

selam ve dua ile...

kaynak:reddulmuhtar,dinimizislam
 
E

Ebu İbrahim

Bak şimdi böyle konuşacaksak olmaz....!!!!!

İdda ettiğin sözleri getirip yapıştır şu ekrana hep beraber görelim, bak yukardan beri delill belge bilgi sunuyoruz sana sen hala itham ediyorsun şu kitapda diyorsunda o yazıyı getiremiyorsun bir türlü NEREDE BU SÖYLEDİKLERİN hani göster....

Bak yukarda 28 kitapdan oluşan belge verdim kendin bi oku bakalımn ARŞ' A İSTİVA KONUSUNU idda ettiğin sözleri bulabilecekmisin....?

HA... Bu arada EBU HANİFE R.A diyor mezhep imamı

"Bilmiyorum, Rabbim gökte midir, yerde midir" diyen kâfir olur. "ALLAH Arş'ın üzerindedir ama Arş gökte midir, yoksa yerde midir, onu bilmiyorum" diyen de kâfir olur."

EBU HANİFE (R.A)

Bu sözün sahibi İbn Teymiyye değil.. O yazıyıda ekleriz ALLAH C.C izni ile biraz uzun olacak ama TASAVVUFÇULARIN SAPIKLIKLARI yanında DARWİN bile halt etmiş,

MEVLANA
İBN ARABİ
İMAM RABBANİ
Uydurma Hadis Kaynağı İmam GAZALİ...

Delil ve belgeleri ile gelecek ..... Devam Edecek...
 
E

Ebu İbrahim

Aşağıdaki yazılar iftira atanlara delil teşkil etmesi sebebiyle İBN TEYMİYYE KÜLLİYATINDAN alınmıştır tek br harfine dahi dokunulnmadan aktarıyorum, bu yukarda ki iddalara dair tek bir emare bulabilirmisiniz baklaım

İBN TEYMİYYE KÜLLİYATI CİLT 5

Allah'ın Yücelerde Oluşu ve Arş'a İstivası


Ulûvv ve Arş'a istiva:

Şeyhü'l-îslâm İbn Teymiye: «Allah'ın yücelerde oluşu (ulûvv) ve Arş'a istivası konusundaki bir soruya şu cevabı verdi:

Yüce Allah Kitab'ında birçok âyette Resulünün dili üzere kendisini «ulüv (yücelerde olmak), Arş'a istiva ve fevkiyet (üstte olma) ile» vasıflandırmıştır. Hattâ Ş a f i i' ye tâbi olan büyüklerden biri şöyle demiştir. Kur'an'da, Allah'ın yaratıklarından yücelerde ve kullarının üzerinde olduğuna ilişkin bin veya daha fazla delil vardır.
Başka biri de: Bu konuda üç yüz delil vardır, demiştir. Meselâ: «Rabbinin yanında olanlar...»(1), «Göklerde ve yerde kim varsa hep O'nundur. O'nun yanında bulunanlar...»(2) âyetleri bu delillerdendir. Eğer - Cehmî'nin dediği gibi - «O'nun yanında» ifadesi, «kudretinde» demek olsaydı, Allah'ın bütün yaratıkları O'nun yanında olurdu. Çünkü yaratıklarının hepsi O'nun kudret ve meşîetindedir. O zaman göklerde olanlarla yerde olanlar ve Allah'ın yanında olanlar arasında bir fark olmazdı.

Yine «Arş'a istiva etmesi», «Arş'a istilâ ve onu hâkimiyeti altına alma» anlamında olsaydı, bütün yaratıklara istiva etmiş olurdu ve Arş'ı yaratmazdan önce de Arş'a istiva etmiş olurdu. Oysa istiva, gökleri ve yeri yaratmasından sonra Arş'a has bir şeydir. Nitekim Allah Kur'an'da (bunu haber vermiştir. Kur'an'da anlatılanlar, Allah'ın bir defasında Arş'a istiva etmişken, diğer birinde istiva etmediğine delâlet etmektedir. Bu sebepledir ki, isbat ehli âlimlerce sıfatlardan «ulüvv» sıfatı hem nakil, hem de akıl ile bilinen; «Arş'a istiva» ise, sadece nakil ile bilinen sıfatlardandır.


Burada bu mes'ele üzerinde durmamızın sebebi şu: Allah Teâlâ kendisini «beraber olma» ve «yakın olma» ile nitelendirmiştir. Beraberliğin genel ve özel olmak üzere iki anlamı vardır. «Nerede olsanız, O sizinle beraberdir»(3) âyeti birinci anlamda; «Çünkü Allah, (azabından) korunanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir»(4) âyeti de ikinci anlamda kullanılmıştır.

"Yakın olma"ya gelince, Kullarım, sana benden sorarlarsa (söyle): Ben (onlara) yakınım»(5) âyetiyle, «Biz ona sizden daha yakınız»(6) âyetinde anlatıldığı gibidir.

Bu konuda insanlar dört gruba ayrılmışlardır:

1 — Allah ne âlemin içinde, ne de dışında; ne üstte, ne de alttadır, diyen nefy ehli Cehmîler. Bunlar Allah hakkında yücelerde olma (ulüvv) ve üstte olma (fevkiyet) yi kabul etmezler. Aksine, bu konulardaki nassların hepsi te'vil edilir, ya da tafviz edilir. Bid'at ehlinin hepsi; meselâ: Haricîler, Şia, Kaderiyye, Mürcie ve başkaları bazı nasslara sarılırlar. Ancak Cehmiler böyle değildir. Ellerinde inandıkları nefy konusunda kendilerini destekleyen peygamber sözlerinden tek biri bile yoktur.

Bu sebebledir ki İbnü'l-Mübârek ve Yusuf b. Esbât, Cehmiye'nin yetmişüç fırkanın dışında olduğunu söylemişlerdir. A h -med b. Hanbel'in ashabından nakledilen iki görüşten doğru olanı da budur. Ebû Abdillah b. Ham id ve başkaları bu iki görüşü nakletmişlerdir.

2 — İkinci bir grup şöyle der: Allah zâtıyla her mekândadır. Neccariyye fırkasıyla Cehmilerin birçoğu; âbid, sufî ve avamı ile bu görüştedir.


Derler ki:. Allah, yaratıkların vücûdlarının kendisidir. Nitekim varlığın bir olduğunu söyleyen vahdet-i vücûdcular, hulul ve ittihada inananlar bu görüşteler.

Onlar bunu ileri sürerken «beraberlik» ve «yakınlık» ifade eden nassları delil olarak ileri sürer ve ulüvv ile istiva nasslarım te'vil ederler. Halbuki delil olarak ileri sürdükleri her nass, aslında aleyhlerine delildir. Çünkü nasslarda geçen «beraberliğin» büyük çoğunluğu Allah'ın peygamberleri ile velilerine hastır. Oysa onlara göre Allah, her mekandadır. İleri sürdükleri nasslarda, görüşlerinin aksini ortaya koyan unsurlar mevcuttur. Çünkü yüce Allah: »Göklerde ve yerde bulunan herşey Allah'ı teşbih etmiştir. O, azizdir, hakimdir"(7) buyurmaktadır. Göklerde ve yerdeki herşey Allah'ı teşbih etmektedir ve teşbih eden, teşbih edilen değildir. Yine şöyle buyurmaktadır: «Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır»(8). Bu âyette mülkün kendisine ait olduğunu bildirmektedir. Sonra şöyle buyurmaktadır: "O, ilktir (kendisinden önce hiçbir varlık yoktur), sondur (kendisinden sonra hiçbir varlık yoktur), zahirdir, bâtındır, O, herşeyi bilendir»(9). Sahih rivayette de: «İlk, sensin. Senden önce birşey yoktu...» buyurulmaktadır.

Allah ilk olunca, O'ndan sonra meydana gelen de vardır; son olunca da, kendilerinden sonra olduğu şeyler vardır. Yine üstünde birşey bulunmayan zahir olunca, kendisinin üstünde olduğu birşey vardır; berisinde birşey olmayan bâtın olunca da, ortada başka bir takım, şeyler var ki, onların berisinde olmadığını söylüyor.
Bu sebebledir ki, İ b n Arabi şöyle demiştir: «Allah'ın güzel isimlerinden biri de «Aliy»dir. Ortalıkta başkası olmadığına göre O, Aliy'dir (üstündür)?! Kimden üstün olacak ki, O, ancak O'dur. Üstün oluşu, kendine karşıdır. O, varlık yönünden mevcudatın aynıdır. Muhdesât (sonradan meydana gelmişler) olarak isimlendirilenler, bizzat onlar üstün olanlardır; onlar, Allah'ın kendisidir».

H a r r a z da şöyle demektedir: «O, hakkın vecihlerinden ve dillerinden biridir. Kendisi hakkında Allah'ın zıdların arasını birleştirmekle bilindiğini söyler. O, zahir olanın kendisidir ve zuhuru esnasında bâtın olanın kendisidir. Ortalıkta gördüğün, O'ndan başkası değil ve kendisinden bâtın olduğu da, bir başkası değildir. O, kendi nefsi için zahir olmakta ve kendisinden bâtın olmakta (gizlenmekte) dir. Ebû Said el-Harraz diye isimlendirilen de O'dur».
Beraberlik» karışım ve bileşime işaret etmez. «Yakın» kelimesi de böyledir. Hulul ehline göre, Allah nasıl diğer aynlarda ise, şah-damarın da içindedir. Böyle bir görüş küfür olup Kur'an'ı bilmemektir.

3 — Üçüncü grup, Allah'ın hem Arş'm üzerinde, hem de her yerde olduğunu söyleyenlerdir. Bu görüşte olan şöyle der: Ben bütün bu nassları kabul ediyorum; onlardan hiçbirini zahirinden başka anlamda yorumlamam. Bu, E ş ' a r î' nin «el-Makalâtu'1-İslâmiyyîn» isimli eserinde söz konusu ettiği bazı fırkaların görüşüdür. Sâlimiy-ye ve sûfiyyeden bir fırkanın sözleri arasında da bu tür ifadeler bulunmaktadır. Ebû Talib el-Mekkî, İbn Berricân ve benzerlerinin görüşleriyle bu görüş arasında bir benzerlik vardır. Şunu da belirtelim ki, bu görüşte olanların büyük çoğunluğunun sözlerinde birbirini çürüten sözlere de rastlamaktayız.

Bu nedenledir ki «Mesâlibu îbn Ebi Bişr» isimli eserin yazarı ve Ebû'l-Kasım b. Asakir'in görüşlerini reddeden Ebü Ali e 1 - E h v a z î, Salimiye fırkasındandır.
Aynı şekilde Hatib el-Bağdadî, bir grup âlimin, Ebû T a 1 i b ' in sıfatlarla ilgili sözlerinden bazısını reddettiklerini zikretmektedir.
Bu üçüncü grup her ne kadar nasslara sarılma konusunda diğerlerinden nasslara daha yakın ve onlara muhalefetten daha uzak ise de - çünkü birinci grubun nasslarla hiçbir ilgisi yoktur - aksine hepsine muhalefet etmişlerdir.

İkinci grup ise, .muhkem ve açık nassların birçoğunu terkedip anlamı kendilerine karışık gelen az sayıdaki nasslara sarılmışlardır.
îşte bu üçüncü gruptakiler: Biz nassların hepsine tâbi oluyoruz, diyorlar. Ne var ki bunlar da mugalata içerisindeler. Çünkü; Allah zâtıyla her yerdedir diyen Kur'an'a, Sünnet'e, ümmetin selefi ile imamlarının icmaına muhalefet etmekle birlikte Allah'ın kullarını üzerinde yarattığı fıtrata, sâlih akla ve birçok delile de muhalefet ediyorlar. Bunlar birbirleriyle çelişen sözler söylüyorlar. Allah, Arş'-in üzerindedir diyorlar, ama bir de: Arş'ın Allah'tan payı, arifin kalbinin payı gibidir, diyorlar. Nitekim Ebû Talib ve başkaları açık açık bunu söylüyorlar. Oysa arifin Allah'tan payının marifet, iman ve buna tâbi şeyler olduğu bilinmektedir. Eğer böyle derken, Arş da böyledir demek istiyorlarsa, kendi sözlerine ters düşmüş olurlar! Ama Allah'ın zâtıyla arifin kalbine hulul ettiğini demek istiyorlarsa, o zaman özel bir hulule inanmış olurlar.

Tasavvuf ehlinden bir grup hattâ «Menazilu's-Sâirîn» yazan bile, menzilelerin sonuncusunda tevhidi anlatırken - böyle bir hulul anlayışına düşmüşlerdir. Bu sebeble tasavvuf ehlinin bazı imamları böyle bir görüşten sakındırma ihtiyacını duymuşlardır.

C ü n e y d ' e tevhidin ne olduğu sorulduğunda: «Sonradan olanları kadîmden ayırt etmektir», demiştir. Böylece bu sözüyle muvahhid kişinin, kadîm olan yaratıcı ile sonradan meydana gelen yaratılmışı birbirlerinden ayırt etmesi; birini diğerine karıştırmaması gerektiğine dikkat çekmiştir.
Bu üçüncü gruptakiler Hıristiyanların Mesih hakkında, Şia'nın imamları hakkında söylediklerinin aynısını marifet ehli hakkında söylerler. Hulul ve İbâhiye'ye kail birçok kişi, C ü n e y d gibi Kur'-an ve Sünnet'e tâbi mutasavvıfların hululü red konusunda ve emir ile nehyi isbata ilişkin sözlerine karşı çıkar ve bu mutasavvıfların, . kendisiyle benzeri hulûlcü ve ibâhiyecilerin ulaştıkları marifet makamına ulaşmadıklarını söyler.

4 — Dördüncü grup ise, ümmetin selefi ve müctehid imamları; ilim ve ibadet şeyhlerinden ilim ve din imamlarıdır. Onlar, kelimeleri tahrif etmeksizin Kur'an ve Sünnet'te anlatılanların hepsine iman etmiş; anlatılanları kabul etmişlerdir. Allah'ın göklerinin yukarısında, Arş'ının üzerinde ve yaratıklarının dışında olduğunu; yaratıklarının da O'ndan ayrı olduğunu söylemişlerdir. Ama bununla birlikte Allah, ilmi yönünden bütün kullarıyla; onlara yardım ve destek yönünden, ve onlara yeterli olma bakımından peygamber ve velileriyle beraberdir. Aynı şekilde yakın ve duaları kabul edendir. Necvâ âyetinde kullarından haberdar olduğuna ilişkin işaret vardır.

Peygamber (s.a.v.) şöyle dua ederdi: «Allah'ım, yolculukta yol arkadaşı sensin! Geride kalan aile efradıma bakan da sensin»(10). Yani Allah, yolculukta yolcuyla, evde de aile efradından geri kalanlarıyla beraberdir. Ama hiç şüphesiz beraber olması, zâtının onların zâtıyla karışmış olmasını gerektirmez. Yüce Allah'ın buyurduğu gibi: «Muhammed Allah'ın elçisidir. Onunla beraber olanlar...»(11). Buradaki beraberlik, iman etmekle olan beraberliktir, yoksa Peygamber'in zâtının, onların zâtlarıyla karışması değildir. Aksine, taraftarlık anlamındaki beraberliktir.

«...İşte onlar mü'minlerle beraberdir»(12) âyetindeki beraberlik, iman ve dostlukta onlarla beraberliğe işaret eder. Allah Teâlâ kullarını bilir; nerede olurlarsa O, onlarla beraberdir. Onlar hakkında bilgi sahibi olması, beraberliğin gerektirdiklerindendir. Meselâ kadın: «Kocam, kılıç bağı uzun, külü çok ve evi toplantı yerine yakındır» derken bu söylediklerinin hepsi hakikat üzeredir ve maksadı bunların gerektirdikleridir ki, o da uzun boylu, çok yemek yedirmesi sebebiyle cömert ve evinin misafirlere yakın olduğunu söylemektir»(13).

Kur'ân-ı Kerîm'de: «Yoksa biz, onların sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmez miyiz? Hayır, işitiriz ve yanlarında bulunan elçilerimiz de (her yaptıklarını) yazarlar»(14). Burada görme ve duymasından maksat bu husus hakkında bilgisini isbattır. O, bunun iyilik mi, yoksa kötülük mü olduğunu bilir. İyilikleri mükâfatlandırır ve kötü lükleri de cezalandırır. Yaratıklara karşı kudretinin isbatı da böyledir. Şu âyetlerde olduğu gibi: «Siz, ne yerde, ne de gökte (Rabbinizi) aciz bırakamazsınız»(15)Yoksa kötülükleri yapanlar, bizi geçeceklerini mi sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar»(16). Burada maksat, kötülüklerinin peşinden gelenler ve ceza, intikam gibi kötülüklerin gerektirdikleridir.

Rab Teâlâ'nın sakındırmak, korkutmak, iyiliklere teşvik etmek için kendisini, kulların yaptıklarım bilmekle nitelendirmesi pek çoktur. Yine aynı payeyle kendisini kudret, duyma, görme ve yazmakla vasıflandırması da pek çoktur. Lâfzın medlulünden bu anlaşılır. Bazen de o anlamın gereği kastedilir.
Bazen mutabakat ve mülâzemet yoluyla kelimenin lügat anlamı kastedilir. Kelimeyle, sadece kelimenin lâzımı anlamı değil, aksine melzum medlulü de kastedilebilir ve bu (mecaz değil), hakikattir.

Dip Notlar:
1) 7 A'râf 206
2) 21 Enbiyâ, 19
3) 57 Hadid, 4
4) 16 Sahi, 128
5) 2 Bakara, 186
6) 56 Vakia, 85
7) 57 Hadid, 1
8) 57 Hadid, 2
9) 57 Hadid 3
10) Tirmizi, Deavât, 41; Muvatta', İsti'zân, 34
11) 48 Fetih, 29
12) 4 Nisa, 146
13) Kılıç bağı uzun olanın boyu da gerçekten uzundur.'Külü çok olan kişi, bolca yemek pişiren kişidir. Yemeği pişirdiği yakacağın külü de çok olur ve bu, onun başkalarına da yemek yedirdiğinin işaretidir. Evinin toplantı yerine yakın olması da misafirlerinin çokluğuna işaret eder.
14) 43 Zuhruf, 80
15) 29 Ankebût, 22
16) 29 Ankebût, 4
 
E

Ebu İbrahim

Allah'ın yakınlığı:

«Yakınlıkla gelince, bazen tekil, bazen de çoğul sîgasıyla kullanılmıştır. Meselâ: «Kullarım, sana benden sorar(lar)sa (söyle): Ben (onlara) yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına karşılık veririm»(17) âyetiyle: «Kendi nefislerinize merhamet edin... Kendisine dua ettiğiniz, bineğinizin boynundan size daha yakındır»(18) hadisinde tekil sîgasıyla kullanılmıştır.

*Biz ona şahdamarından daha yakınız»(19) âyetinde ise çoğul sigasıyla kullanılmıştır. Buradaki kullanış, «sana okuruz», «sana anlatırız», *onu derleyip okutmak bize düşer», «açıklaması bize aittir» gibi âyetlerdeki kullanışa benzer. Burada «okuma», Cebrail'den Kur'-an'ı duyduğu zaman için, «onu açıklama» ise, Kur'an'ı tebliğ edeceği kimseye onu açıklaması için kullanılmıştır.

Ümmetin selefi ile imamlarının ve halefinin görüşü o ki: Peygamber (s.a.v.) Kur'an'ı Cebrail'den, Cebrail de Allah'tan duymuştur. «Okuruz», «anlatırız» ve benzeri ifadeler arap dilinde, kendisine itaat eden yardımcıları bulunan büyük kişi için kullanılır. Yardımcıları, onun emriyle bir iş yaptıklarında, O büyük kişi: «Biz yaptık» der. Nitekim hükümdar: «Bu beldeyi biz fethettik» der. Oysa kendisi bizzat fethi gerçekleştiren orduda değildir.

«Allah, öldükleri sırada canları alır»(20) âyeti de bu kabildendir. Çünkü Allah, başlarında ölüm meleği bulunan elçileri vasıtasıyla canları alır. Nitekim başka âyetlerde şöyle buyurulmaktadır: «... elçilerimiz onun canını alır»(21), «Üzerinize vekil edilen ölüm meleği, canınızı alır»(22). Ölmek üzere olan kişiye meleklerin zâtları yaklaşır. «Biz ona şahdamanndan daha yakınız»(23) âyeti de yine bu kabildendir
.
Çünkü Allah Sübhânehu ve Teâlâ ile melekleri, kulun nefsinin kendisine iyilik mi, yoksa kötülük mü fısıldadığını bilirler. Kalbte niyyet, amelden öncedir. «Biz ona şahdamanndan daha yakınız» sözü, meleklerin zâtlarının yakınlığı ve Allah'ın ilminin yakınlığı anlamındadır. Meleklerin zâtları, şahdamardan kalbe daha yakındırlar. Buna göre onlardan bir kısmının diğerlerinden daha yakın olması mümkündür. Bu sebepledir ki, âyetin devamında «Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek, onun yaptıklarını) kaydetmektedir»(24). Böylece o meleklerin şahdamardan daha yakın olduklarını haber veriyor. Bütün bunlar, melekler hakkındadır.
«Ben yakınım» ve «Allah kişiye, onun bineğinin boynundan daha yakındır» gibi nasslara gelince, bunlar dua konusunda söylenmiştir. Her durumda Allah'ın kullara yakın olduğunu anlatmıyorlar, bunun bazı özel durumlarda olduğunu ifade ediyorlar. Nitekim hadîste: «Kulun Rabbine en yakın olduğu durumu, secde durumudur» ve benzeri şeyler söylenmiştir.

«Bana bir karış yaklaşana bir arşın yaklaşırım; bir arşın yaklaşana bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene koşarak gelirim»(25) kudsî hadisine gelince, bir şeyin bir şeye yakınlığı, diğerinin de ona yakınlığını gerektirir. Ancak ikincinin yakınlığı, birincinin yakınlığının bir gereğidir ve ondan da bizzat bir yakınlık meydana gelmiş olur.

Birincisi Mekke'ye» ya da Kabe'nin duvarına yaklaşanın durumu gibi. Duvara yaklaştıkça duvar da ona yakın olur, ama duvarda herhangi bir eylem söz konusu değildir.

İkincisi: Kişinin, kendisine yaklaşmakta olan birine yakın olması durumu gibi. Bu, kudsî hadîste anlatılan bu yaklaşmaya benzer. Kul Allah'a yaklaşırken, Allah da ona yaklaşmaktadır. Bu husus müteaddid nasslarda dile getirilmiştir. «O yalvardıkları da, onların (Allah'a) en yakın olan(lar)ı da Rablerine yaklaşmak için vesile ararlar» âyeti ve benzeri nasslarda anlatıldığı gibi. Burada Rab-bin kendisinin kullarına yakınlaşmasıdır. Bu, Allah'ın dünya göğüne inmesine benzer.

Sahih bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır: "Allah Teâlâ Arafat akşamı yaklaşır (iner) ve meleklere karşı Arafat'ta bulunanlarla övünür»(26). Bütün bu yakınlaşma bazı durumlara hastır ve ne Kur'an'da, ne Sünnet'te bütün durumlarda asla, Allah'ın zâtının yaklaştığına dair bir delâlet yoktur. Hulule kail kimselerin görüşlerinin butlanı buradan da anlaşılmaktadır. Çünkü onlar mukayyed ve özel bir durumu mutlak ve genel bir durum gibi gösterdiler. Nitekim kardeşleri vahdeti vücûdcular da «...duyan kulağı olurum», «Suretinden başka bir suret üzere onlara gelir» ve Allah'ın, Peygamberinin dili üzere: «Allah kendisine hamd edeni duydu» buyurması gibi nassları kendilerine delil olarak ileri sürdüler. Halbuki bunların hepsi aleyhlerine birer delildir.
Bu anlattıklarımız anlaşıldıysa da; dua eden ve secdeye kapanan kişi, ruhunu Allah'a yönlendirmektedir. Ruhun ise, kendine has bir yükselişi vardır; şaibelerden uzaklığı nisbetince Allah'a yaklaşır. Böylece ruhun yaklaşmasının bir gereği olarak Allah da ona yakın olur. Allah'ın başka türlü bir yaklaşması da var ki, o Arafat akşamı yaklaşması, gece ortasında yaklaşması, kendisine bir karış yaklaşana bir arşın yaklaşması gibidir. Gecenin sonuna doğru insanların kalelerinde öyle bir teveccüh, ibadet duygusu ve rikkat var ki, başka zamanlarda böylesi mevcut değildir. Bu da, Allah'ın dünya göğüne inmesine ve: «Dua eden var mı?... Bir isteği olan var mı?... Tevbe eden var mı?...» buyurmasına uygundur.

Ayrıca bu nüzul, başka ülkelerde böyle bir vakfe bulunmaması sebebiyle, sadece hacılar için hâsıl olan Arefe akşamı yakınlaşması (inmesi) gibi midir? Yine Ramazan orucunu tutan -bu aya saygı duymayan kâfirler için değil - müslümanlar için cennet kapılarının açılması, cehennem kapılarının kapanması ve şeytanların bağlanması gibi midir? Yine Bedir günü Bedir savaşma katılanlara muttali olması ve onlara: «Dilediğinizi yapın» buyurması, onlara hâs mıdır, yoksa genel midir? Bu konuda söylenecek şeyler vardır, ama burası yeri değildir. Buradaki Allah'ın yakınlaşması sözü her gece ve bir de Arefe akşamı inmesi ve ağaçtan Musa ile konuşması ve : «Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır»(27) buyurması cinsinden bir sözdür.

Başka yerde Hammâd b. Zeyd, îshak b. Râhûye ve başka selef âlimlerinin Allah'ın dünya göğüne indiği ve Arş'ın kendisinden hâli olmadığına dair görüşlerini zikrettik. Sünnet Ehli olduğunu iddia eden bir taife bu durumda Arş'ın kendisinden hâli olduğunu iddia etmişse de, doğrusunun bunun aksi olduğunu beyan ettik.
Ebû'l-Kasım Abdurrahman b. Mende bu konuda bir eser yazmış ve Arş kendisinden hâlî olmadığı halde indiğini söyleyenin görüşüne saldırarak Ahmed b. Hanbel'in Müsedd i d' e gönderdiği mektupta söylenenlerin Ahmed b. Hanbel'e nisbetinin zayıf olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre bu mektup tamamen uydurma mahsulüdür. Mektubun râvisi olan el-Burdai Ahmed b. Muhammed meçhul biri olup îbn Hanbel'in ashabı arasında böyle biri yoktur.

Bir grup ise bu konuda tavakkuf eder; Arş kendisinden hâli olur da demez, hâlî olmaz da demez. îki şıktan hangisi olursa olsun ona kail olanı reddeder. Hafız Abdü'1-Gani el-Makdisi bunlardandır.

Allah'ın inmesi esnasında göğün yarılıp tekrar bitişip kaynaştığı mes'elesine gelince, bunu bazı kişiler iddia etmişse de cehaletin en katmerlisindendir.
Doğrusu: Selefin görüşü olup Arş'ın kendisinden hâlî olmadığıdır. Kulun ruhu da, ölünceye kadar gece-gündüz kulun bedeninde-dir. Uyku esnasında yukarı çıkar ve bazen Arş'ın altında secde eder. Ancak yine de bedenden ayrı düşmez. Yine kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde anıdır ve bu anda da ruhu bedeniyle birliktedir. Ruhların tâbi olduğu kanunlar, bedenlerin tâbi olduğu kanunlardan farklıdır. Ruhların kanunları farklı olunca, ya melekler, hele Rab Te-âlâ nasıl olur, onu sen düşün.

Gece de dünyanın her tarafında farklı farklıdır; doğuda gecenin üçte biri, batının üçte birinden öncedir. Resûlullah'm Allah hakkında haber verdiği göğe nüzulü bunların göğüne gecelerinin üçte birinde, diğerlerinin göğüne de gecelerinin üçte birinde olur. Allah'ın bir durumda olması, başka durumda olmasına engel değildir. Birşeyi duyuyor olması, başkasına duymasına engel değildir. Meselelerin çokluğu O'nu hata yapmaya sürüklemez. Aksine O, kıyamet günü kullarla konuşup onları hesaba çeker ve biriyle meşgul olması, başkasıyla meşgul olmasına engel değildir.

îbn Abbas'a: Kıyamet günü Allah bir anda bütün insanlarla nasıl konuşur? diye sormuşlar; bir anda hepsine nasıl rızık veriyorsa cevabını vermiştir. Aynı şekilde Allah dünyada da dua edenlerin dualarını duyar ve istekte bulunanların isteğine icabet eder. Oysa dua edenlerin dilleri farklı ve ihtiyaçları muhteliftir. Bazen biz insanlardan bin bile, aynı anda birçok konuşanın sözlerini duyabilir. Meselâ Kur'an okutucuları böyledir. Bir anda okuttuklarından birçoğunu dinler. Ancak yine de bu sayı azdır ve kendisine yakın olanlardır, îçinde bazılarına daha yakınlık duyar. Hazır olan, ya da olmayan kimselerden bazılarına yakınlık ve meyil hisseder ve bu yakınlık ve meyil dereceleri farklılık arz eder. Rab Teâlâ ise, herşeyi kuşatır ve bilir. Duyması tüm sesleri kapsar ve isteklerin hepsine icabet eder.

Bazı kimseler yanılgıya düşerek Allah'ın yakınlaşmasının, insanların bedenlerinin yakınlaşması nevinden olduğunu sanır. Nasıl ki insan bedeni bir yöne yöneldiğinde diğer yönden uzaklaşıyorsa ve ruhu tarafından olan amelin, bedeninin amelinin aksine olabileceğini; meselâ bedenen yakınlığı şuna olduğu halde, ruh yakınlığı başkasına olabiliyorsa Allah'ın yakınlaşmasının bu anlamda olduğunu zanneder.

Kısacası; Rabbin mü'minlerin kalblerine yakınlığı ve kalbleri-nin O'na yakınlığı bilmen bir husustur. Kalbler, iman ve marifetleri; zikir, haşyet ve tevekkülleri nisbetince O'na yükselirler. Bu husus bütün insanlarca iltifat edilen bir husustur. Ama yakınlaşma mes'elesi böyle değildir. Kendisine ibadet edilen; namaz kılınıp secde edilen göklerin yukarısında bir Rabbin bulunmadığını söyleyen Cehmî bu yakınlaşmayı reddeder ki, bu küfürdür.

Birincisini Küllâbiyye ve ihtiyari fiillerin Allah'la kaim olamayacağı görüşünde olanlar reddediyor. Ayrıca E ş ' a r i' nin etbaından ve Ahmed b. Hanbel'le başkasının ashabından bazıları, rıza, gazab, sevinme ve sevmeyi irade sıfatı olarak, bazen de irade dışında başka kadîm bir sıfat olarak görürler.

İbn Mende, bu konuda sözü epeyi uzattıktan sonra şöyle diyor: Bu da gösteriyor ki, Allah'ı ikrar eden herkesin, ikrarı nisbetin-de imam vardır. Ayrıca rivayetlerin dile getirdiği aleyhine hüccet bulunmayan kimse, bir şeyi reddettiğinden dolayı tekfir edilemez. Bu da gösteriyor ki, namaz kılanların hepsi, mabudları ve O'nun sıfatları konusunda farklı itikatlara sahip olsalar bile Allah'a ve Resulüne inanıyorlar. Ancak kişi münafık olup diliyle mü'min olduğunu söylüyor ve küfrü içinde saklıyorsa o başka.

Münafık olmadığı halde müslüman olduğunu izhar eden herkes mü'mindir ve inandığı nisbette iman sahibidir. Kalbinde zerre miktarı olsa bile cehennemden çıkacak ve cennete girecektir. Bütün akide ihtilâflarına rağmen sıfat ve kader konularında tartışan ve farklı düşünenlerin hepsi bu hüküm kapsamına dahildir. Eğer Allah'ı ancak Peygamber'in tanıdığı gibi tanıyanlar cennete girseydi, Peygamber'in ümmetinden hiç kimse cennete giremezdi. Çünkü hepsi, ya da çoğu bu seviyede bir bilgi sahibi değildir. Aksine, cennete girecekler ve iman ile marifetleri nisbetince cennetteki menzileleri farklı farklı olacaktır.

Biri bir imana sahip olup o imanla Allah'a ibadet ediyor ve başka biri gelip birincisinin aciz kaldığı bir seviyeye ulaşıyorsa, gücünün yetmediği ona yüklenmez. Bu sebeble gücünün yetmediği ona yüklenerek onu fitneye düşürecek şeyler ona söylenmemelidir.
İnsanların eğitiminde ve onlara anlatılacak şeyler konusunda bu, önemli bir kuraldır. Vallahu a'lem.

Dip Notlar:
17) 2 Bakara, 186
18) Buhâri, Deavât, 51
19) 50 Kat, 16
20) 39 Zümer, 42
21) 6 En'âm, 61
22) 32 Secde, 11
23) 50 Kaf, 16
24) 50 Kaf, 17
25) Buhârî, Tevhid, 50; Müslim, Zikr, 2; Tirmizî, Deavât, 131; tbn Mâce, Edeb, 58
26) İbn Mâce, Menâsik, 56
27) 27 Nemi, 8
 
E

Ebu İbrahim

Allah'ın varlıkların yukarısında oluşu:

Şeyhü'l-îslâm İbn Teymiyye'ye Allah'ın, yarattıklarının yukarısında oluşu (ulüvv) sorulduğunda şu cevabı verdi: Kur'an'da, Allah'ın, yaratıklarının yukarısında ve en iyi isimlerle yücelik sıfatlarına sahip oluşuna ilişkin birçok delil vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

«Güzel söz O'na yükselir. Onu da iyi amel yükseltir-(28), «Ben senin dünya hayatına son verir ve kendime yükseltirim»(29), «Göktekinin sizi yere geçirmesmden emin mi oldunuz? Bakarsın ki o (yer durmadan) çalkalanmaktadır. Yahut göktekinin üzerinize taş yağdırıcı (rüzgâr) göndermesinden emin mi oldunuz?»(30), «Aksine Allah onu kendisine yükseltmiştir»(31), «Melekler de, ruh da O'na yükselir»(32), «Gökten yere işi düzenler, sonra ona yükselir»(33), 'Üstlerindeki Rab-lerinden korkarlar»(34).Altı yerde de: «Sonra Arş'a istiva etti"(35) buyurulmaktadır. «O Rahman ki Arş'a istiva etti»(36). Firavn'un söylediğini haber verirken de: «Ey Hâmân, benim için yüksek, bir köşk bina et. Olur ki yollara, göklerin yollarına ulaşırım da, Musa'nın ilâhına muttali olurum»(37) buyurmaktadır. Yine şöyle buyurulur: «(O) Hakim ve Hamid'den indirilmedir»(38). «Bunun (Kur'ân-ı Kerim'in) muhakkak Rabbin tarafından hak olarak indirildiğini bilirler»(39) v.s.


Sûnnet'ten deliller ise,

Resûlüllah (s.a.v.)'in Rabbine miracı (yükselmesi) ve meleklerin Allah'ın yanından inip O'na yükselmeleri; Resûlüllah (s.a.v.)'in, gece ve gündüz nöbetleşe olarak inip çıkan melekler hakkındaki şu sözleri; "Aranızda geceleyenler Rablerine yükselirler. O, kullarını daha iyi bildiği halde kendilerine sorar..»(40) Yine

Haricîler hakkındaki şu sözü: «Bana inanmıyor musunuz ki, gökteki bana inanıp güvenmektedir»(41). Rukye hadisindeki şu sözü: «Gökteki Rabbimiz, adın mukaddes Oldu »(42) Yine Ev'al hadisindeki şu sözü: "... Onun üzerinde Arş, Arş'm üzerinde Allah ve O, bu haldeyken ne yaptığınızı bilir»(43). Ruhun kabzı ile ilgili hadîste de şöyle buyurmaktadır: «...Nihayet Allah'ın bulunduğu göğe o ruhu götürür»(44).

Ebû Davud'un «Sünen»inde Cübeyr b. Mut'im'den nakledilen bir rivayette şöyle denilmektedir: «Bir a'râbi Resûlüllah (s. a.v)'e gelerek: Ya Rasulallah, canlar sıkıntıya düştü; çoluk-çocuk aç kaldı ve mal yok olup gitti. Bizim için Allah'a dua et. Seninle Allah'tan şefaat diliyor ve Allah'la senden şefaat diliyoruz. Resûlüllah, Allah'ı teşbih etti (ve o kadar hiddetlendi ki, Ashabı üzerinde bile bu-nun etkisi görüldü. Sonra o a'râbiye şöyle dedi: Yazıklar olsun sana! Allah'ın ne demek olduğunu biliyor musun? Allah'la, kullarının hiçbirinden şefaat istenilmez. Allah'ın şanı bundan yücedir. Allah Arş'ı
üzeredir ve Arş'ı, gökleri ile yeri üzerindedir, işte şöyle (bu arada parmaklarını kubbe gibi yaptı)(45).

Câbir b. Abdillah' tan nakledilen sahih bir rivayette şöyle denilmektedir: «Resûlüllah (s.a.v.) Arafat günü hitap ettiği en büyük topluluğun bulunduğu sırada: «Tebliğ ettim mi?» diyordu. Hazır bulunanlar da «Evet» diyorlardı. Bu sırada Resûlüllah (s.a.v.) parmağını yukarıya kaldırdıktan sonra o topluluğa işaret ediyordu ve.-«Allah'ım, şahit ol» diyordu. Resûlüllah bunu birkaç defa tekrar etti(46)

Yine cariye ile ilgili hadîste belirtildiği üzere, Peygamber (s.a.v.) cariyeye Allah'ın nerede olduğunu sormuş, cariye «Göktedir» cevabını verince onun azad edilmesini emretmiş ve böyle söylemesinin imanına delil olduğunu kabul etmiştir. Allah'ın, yaratıkların yukarısında, yücelerde olduğuna işaret eden daha pek çok hadîs vardır.


Buna işaret eden icmâ delillerine gelince, Enes b. Malik'-den rivayet edilen, sahih bir nakilde şöyle denilmektedir: «Hz. Zeyneb, Resûlüllah'ın diğer hanımlarına karşı övünür ve: Sizleri aileniz evlendirdi, beni ise yedi göğün yukarısından Allah evlendirdi, derdi(47)

Abdullah b. Ahmed ve başkaları, sahih senedlerle nakledilen bir rivayete göre İbnü'l-Mübârek'e: Rabbimizi ne ile biliriz? diye sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir: O'nu göklerinin yukarısında Arş'm üzerinde ve yaratıklarının dışında olmakla biliriz. Cehmiyye'nin dediği gibi O, burada yerdedir, demeyin. Yine sahih bir senedle Süleyman b. Harb'ın şöyle dediği nakledilmiştir.

Hammad b. Zeyd'i duydum - Cehmiyye'den bahisle -: Onlar, gökte bir şey yoktur, demeğe gayret ediyorlar. İbn Ebi Hatim de, - Basra ehlinin ilimde, dinde imamı - Said b. Âmir ed-D a b ' i' nin yanında Cehmiyye'den söz edildiğini, bunun üzerine onun: Onların görüşü Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kötüdür. Bütün din sahipleri müslümanlarla birlikte, Allah Teâlâ'nın Arş üzerinde olduğunu söylüyorlar, bunlar ise, Arş üzerinde bir şey yoktur dediklerini söylediğini nakleder.

İmamlar imamı Muhammed b. İshak b. Huzeyme de şöyle demektedir: Allah'ın, göklerinin yukarısında, Arş'm üzerinde ve yaratıklarının dışında olduğunu söylemeyen, tevbe etmeğe davet edilir. Tevbe ederse, ne âlâ. Etmeyecek olursa, boynu vurulup çöplüğe atılır. Böylece hem kıble ehli, hem de zımmîlerin ondan dolayı eziyet görmeleri önlenmiş olur.

İmam Ahmed'in rivayetine göre Şurayh b. en- Nu' man dedi ki: Abdullah b. Nafi' es-Saiğ dedi ki: Malik b. Enes'in şöyle dediğini duydum: Allah göktedir, ama ilmi her yerdedir. İlminden boş hiçbir yer yoktur.

Evzaî -ki Etbau'Tabiin döneminde dört imamdan biriydi: Hicaz ehlinin imamı Mâlik; Şam ehlinin imamı Evzaî; Basra ehlinin imamı Leys ve Irak ehlinin imamı da Sevrî idi - Tabiîn döneminde Allah'ın Arş'ın üzerinde olduğuna ve sem'î sıfatlarına imanın meşhur ve yaygın olduğunu belirtmiştir. Evzaî bu sözünü, Allah'ın Arş'ın üzerinde oluşunu ve sıfatlarını reddeden Cehm'in ortaya çıkışından sonra söylemiş, böylece Selefin, C e h m ' in görüşünün aksine bir görüşe sahip olduklarım ifade etmiştir.

Hallal - tamamı imam olan kişilerden müteşekkil - bir sened-le Süfyân b. Uyeyne' nin şöyle dediğini nakletmektedir: Râbia b. Ebî Abdirrahman'a «O Rahman Arş'a istiva etti» âyetinin anlamı soruldu: Nasıl istiva etmiştir? Cevaben dedi ki: İstiva meçhul değildir. Nasıllığı ise akılla bilinmez. Risalet, Allah'tandır; Resulün görevi tebliğ, bize düşen de tasdik etmektir.

Râbia b. Ebî Abdirrahman'nı talebesi Mâlik b. E n e s' ten de böylesi, ya da benzeri bir rivayet nakledilmiştir.
İmam Şafiî şöyle demiştir: Ebû Bekir'in hilâfeti hak olup Allah gökte buna hükmetmiş ve kullarının kalbini Ebû Bekir'-in hilâfeti üzere birleştirmiştir.
Sadece Şafiî' nin bu konuda söyledikleri derlense yeterli olurdu. Şafii 'nin ashabından Abdülaziz b. Yahya el-Kinâ-ni el-Mekki «er-Reddü alel-Cehmiyye» isimli kitabında «ulüvv mes'elesi»ni inceleyerek Allah'ın Arş'ın üzerinde olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte hadîs, fıkıh, sünnet ve tasavvuf ehlinden olup da İmam Şafiî'ye meyledip bu konuda söz söylememiş kimse hemen hemen yok gibidir.

Senedlerle Ebû Hanîfe' den rivayet edilen meşhur «el-Fık-hu'1-Ekber» isimli kitapta Ebû Muti' el-Hakem b. Abdil-1 ah'tan şöyle dediği nakledilir. Ebû Hanîfe'ye «el-Fıkhu'1-Ek-ber»i sordum. Dedi ki: işlediği herhangi bir günahtan dolayı kimseyi tekfir etmemendir. Ebû Hanife sözü nihayet şuraya getirir:Rabbim gökte midir, yoksa yerde midir, bilmiyorum diyen küfre girmiştir. Çünkü Allah: «O Rahman Arş'a istiva etmiştir» buyurmaktadır. Arş'ı da yedi göğün yukarısındadır. Dedim ki: Eğer Allah Arş'ın üzerindedir ama Arş gökte midir, yoksa yerde midir, onu bilmiyorum derse ne olur? Yine kâfir olur, dedi. Allah'a dua edilirken yukarıya doğru dua edilir, aşağıya doğru değil.

Ali b. el-Medinî'ye: «Üç kişi, aralarında fısıltı ile konuşurken dördüncüleri mutlaka Allah'tır....»(48) âyeti soruldu. Cevap olarak, âyetin öncesini okuyun dedi. «Görmez misin Allah, göklerdekini ve yerdekini hep bilir»(49).

Ebû İsa et-Tirmizî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Allah, kitabında vasfettiği gibi Arş üzerindedir. İlim, kudret ve hâkimiyeti ise, her yerdedir.
Hanefî imamlardan Ebû Yûsuf'a, Müreysî' nin, haberi sıfatları ve Allah'ın Arş'ın üzerinde oluşunu inkâr ettiği haberi geldiğinde, onu kırbaçlamak üzere harekete geçmiş, ancak Müreysî kaçtığından arkadaşını fena halde kırbaçlanılmıştır. Ebû Hanife'-nin ashabından bu konuda nakledilenler sayılamayacak kadar çoktur.
İmam Mâlik' ten de, Cehm'in görüşüne çağıranların tevbe etmelerinin isteneceği ve peşlerinden namaz kılınmayacağı nakledilmiştir. Mâlik'in ashabından meşhur İmam Muhammed b. Abdillah b. Ebî Zemeneyn «Usûlü's-Sünne» konusunda yazdığı kitabında şöyle demektedir:

Sünnet Ehlinin görüşlerinden biri de: Allah'ın Arş'ı yarattığı, bütün yaratıkların üstünde yükseklik ve yukarıda oluşu Arş'a tahsis ettiği, sonra da: «O Rahman Arş'a istiva etti» âyetinde buyurulduğu üzere, dilediği gibi Arş'a istiva etmiştir. Uzak olup görünmeyen O sübhan, ilim ve kudretiyle yakındır.
Ahmed b. Hanbel ve ashabına gelince, onlar bu konuda daha meşhurdur. Eş'arî ekolünün kendisine nisbet edildiği E b û' 1 -Hasen Ali b. İsmail el-Eş'arî de îbn Hanbel'e uymuş ve şöyle demiştir:

Eğer biri: Mutezile, Kaderiyye, Cehmiyye, Harûriyye, Rafize ve Mürcie'nin görüşlerini reddediyorsunuz, peki sizin görüşünüz nedir? diyecek olursa, deriz ki: Görüşümüz ve Allah'a bağlandığımız din;

Rabbimizin Kitab'ına, Peygamberimiz Muhammed'in sünnetine, sahabe, tabiin ve hadis imamlarından yapılan rivayetlere sarılmaktır. Biz buna bağlıyız. Ahmed b. Hanbel'in-Allah yüzünü ağartsın, derecelerini yükseltsin ve ona bol bol sevap versin - söylediklerini söylüyoruz. Onun görüşlerine aykırı görüşlere karşı çıkıyoruz. Çünkü faziletli imam, kâmil önder odur. O öyle biridir ki, sapıklık ortaya çıktığında, Allah hakkı onunla açıkladı, izlenecek yolu gösterdi. Bid'atçıların bid'atlarını onunla giderdi. Aldatanların aldatmasını, şüphecilerin şüphelerini onunla yok etti. Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun, o, önde giden bir imam, değeri büyük bir kimseydi.

Özet olarak deriz ki: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, onların Allah'tan getirdiklerine ve güvenilir râvilerin Rasûlüllah (s.a.v.)'den rivayet ettiklerine inanırız. Bunlardan hiçbir şeyi reddetmeyiz. Allah birdir ve kendisinden başka ilâh yoktur. Tektir, hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, her şey O'na muhtaçtır. Ne eşi, ne de çocuğu vardır. Muhammed, O'nun kulu ve elçisidir. Onu hidayet ve hak dinle göndermiştir. Cennet, haktır. Kıyamet mutlaka kopacaktır, bunda şüphe yoktur. Allah, kabirdekileri diriltecektir. Allah, Arş'ı üzere istiva etmiştir. Nitekim O şöyle buyurmaktadır: «O Rahman ki Arş'a istiva etmiştir»(50), ihtilâf ettiğimiz hususlarda Rabbimizin kitabına, Peygamberimizin sünnetine ve müslümanların icmâına müracaat ederiz.
E ş ' a r î nihayet şöyle der: Biri çıkıp: İstiva hakkında ne dersiniz? diyecek olursa, deriz ki: Allah Arş'ı üzerine istiva etmiştir. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır: «O Rahman Arş'a istiva etmiştir».



Dip Notlar:
28) 35 Fâtır, 10
29) 3 Âl-i İmrân, 55
30) 67 Mülk, 16
31) 4 Nisa, 158
32) 70 Meâric, 4
33) 32 Secde, 5
34) 16 Nahl, 50
35) 7 A'râf, 54; 10 yûnus, 3; 13 Ra'd, 2; 25 Furkan, 59; 32 Secde. 4; 57 Hadid, 4
36) 20 Tâhâ, 5
37) 40 Mü'min, 36
38) 41 Fussilet, 42
39) 6 En'âm, 114
40) Buhârî, Mevâkit, 16; Müslim, Mesâcid, 210
41) Buhârî, Meğâzî, 61; Müslim, Zekât, 144
42) Ebû Dâvûd, Tib, 19; İbn Hanbel, VI/21
43) Buhârî, .Tevhid, 22; Tirmizî, Cennet, 4
44) İbn Mâce, Zuhd, 31

45) Ebû Dâvûd, Sünnet, 19
46) Buhârî, Hacc, 132; Müslim, İman, 378; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56
47) Buhâri, Tevhid, 22
48) 58 Mücâdile, 7
49) 58 Mücâdile. 7
50) 20 Tâha, 5
 
E

Ebu İbrahim

İstiva'nın anlamı:

Mutezile, Cehmiyye ve Harûriyye'den bazıları, -O Rahman Arş'a istiva etti» âyetinin istilâ etti, mülkü altına aldı ve galip geldi anlamında olduğunu söylemişlerdir. Onlar, Allah'ın her yerde olduğunu söyler ve hak ehlinin dediğini kabul etmeyerek Allah'ın Arş'm üzerinde oluşunu inkâr ederler. îstivâ'nın kudret anlamında olduğunu savunurlar. Eğer dedikleri gibi olsaydı, Arş ile yerin tabakası arasında bir fark olmazdı. Çünkü Allah herşeye kadirdir
.
E ş ' a r i - bu konuda pek çok şey söyledikten sonra - nihayet şöyle der: Doğudan batıya kadar imamların hepsi, Rab Teâlâ'nın sıfatlarına dair Kur'an'da ve güvenilir râvilerin Resûlüllah'tan naklettikleri hadîslerde anlatılanlara tefsir, tavsif ve teşbihe kaçmaksızın iman etmenin gerekliliği üzerinde görüş birliği etmişlerdir. Her kim bugün bundan birşeyi tefsir etmeğe kalkarsa, Peygamber (s.a. v.)'in üzerinde bulunduğu yolun dışına çıkmış ve cemaatten ayn düşmüştür. Çünkü onlar sıfatları ne tavsif ediyor, ne de tefsir ediyorlardı. Onlar, Kur'an ve Sünnet'te anlatılanı ikrar ediyor ve sonra susuyorlardı. O halde Cehm'in söylediğini tekrar eden cemaatten ayrı düşmüştür. Çünkü Cehm, Allah'ı, birşey olmamakla vasf etmiştir.

İstiva'nın te'vil edilmesi:

«îstivâ»yı «istilâ» ile te'vil etmek birçok yönden yanlıştır. Şöyle ki:
1 — Selefin sair müslümanlarından; ne sahabeden, ne Tabiin den hiç kimse «istivâ»yı «istilâ» ile tefsir etmemiştir. Bu konuda hiçbir sahih rivayet yoktur. Aksine, Ebû'l-Hasen el-Eş'arî'-nin de belirttiği gibi, böyle bir tefsire ilk sapan, Cehmiyye ile bazı Mutezilîlerdir.

2 — Bu kelimenin anlamı meşhur olup bilinmektedir. Bu sebeb-le Râbia b. Ebi Abdirrahman'a ve Mâlik b. Enes'e «O Rahman Arş'a istiva etti»(51) âyeti sorulduğunda şöyle demişlerdir: «îstivâ malûmdur, keyfiyeti meçhuldür, buna iman etmek vâcib ve hakkında soru sormak ise bid'attir». Onlar bu sözleriyle, «îstivâ'nın dildeki anlamı bilinmekte, ama âyetteki anlamı bilinmemektedir» demek istemiyorlardı. Çünkü soru, âyette geçen «istiva» ile ilgiliydi.

3 — Anlamı, Kur'an'nı indiği dilde malûm olduğuna göre, Kur'-an'daki anlamı da malûmdu.

4 — Âyette geçen «istivâ»nın anlamı malûm olmasaydı, «keyfiyeti meçhuldür» deme ihtiyacı duyulmazdı. Çünkü ancak aslı malûm olan şeyin keyfiyet bilgisi reddedilebilir. Nitekim şöyle deriz: Biz Allah'ı ikrar ediyor ve O'na inanıyoruz, ama O'nun nasıl olduğunu bilmiyoruz.

5 — İstilâ, ister kudret anlamında olsun, ister galip gelme anlamında olsun, tıpkı rubûbiyet gibi bütün yaratıklar için geçerlidir. Arş ise, yaratıkların en büyüğü olmasına rağmen, rubûbiyetin ona nisbet edilmesi, başkasına nisbet edilmesine engel değildir. «De ki:
Kim o yedi göğün rabbi ve o büyük Arş'ın Rabbi?»(52) âyetinde olduğu gibi. Yine sıkıntıyla ilgili duada olduğu gibi. Eğer «istiva» -tüm varlıklar hakkında geçerli olan- «istilâ» anlamında olsaydı, Arş'a izafe edilmesi gibi, bütün yaratıklara izafe edilmesi: Göğe istiva etti, havaya istiva etti, denizlere, yere, yerin üzerine, aşağısına v.s. şeylere istiva etti demek caiz olurdu. Nasıl, Arş'a istiva ediyorsa, bunlara da istiva ederdi. Müslümanlar: «Arş'a istiva etti» demenin caiz, ama sair şeylere istiva etti demenin caiz olmadığında birleştiklerine göre - oysa hem Arş'a istilâ etti denildiği gibi sair şeylere istilâ etti, demek de caizdir - îstivâ'nın Ars'a has olduğu ve herşey hakkında geçerli olmadığı anlaşılmış olmaktadır.,

6 — Allah Teâlâ, gökleri ve yeri altı günde yarattığını, sonra Arş'a istiva ettiğini haber vermektedir. Yine göklerle yer yaratıl-mazdan önce Arş'ın su üzerinde olduğunu haber vermiştir. Bu husus İmran b. Hu s ay n' in Peygamber (s.a.v.)'den naklettiği ve Buhârî'nin «Sahih»inde rivayet ettiği bir hadîste de sabittir. Söz konusu hadîste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: «Allah vardı ve başka birşey yoktu. Arş'ı da su üzerinde idi. Allah «zikir»de (kader defterinde) herşeyi yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı»(53). Oysa Arş daha önce yaratılmıştı. Ve Allah'ın daha önce de, daha sonra da Arş'a müstevli olduğu malûmdur. O halde genel anlamdaki istilâ'nın belli bir zamana ve Arş'a has olan bu istilâ olması mümkün değildir.

7 — Dilde «istevâ»nın «istevlâ» anlamına geldiği sabit değildir. Çünkü bunu iddia edenlerin dayanağı olan:
Bişr, ırak'a istiva etti.
Kılıçsız ve dökülen kan olmaksızın»
beytidir. Bunun Arap şiiri olduğuna dair sahih bir nakil yoktur. Dil imamlarından pek çoğu onu reddetmiş ve dilde bilinmeyen uydurma bir beyit olduğunu söylemişlerdir. Bilinen bir husustur ki, eğer Resûlüllah (s.a.v.)'in hadisi delil olarak ileri sürülecek olsa, rivayetinin sahih olup olmadığı araştırılır. O halde isnadı bilinmeyen ve dil imamlarının reddettiği bir şiirin ne hükmü olabilir ki?! Ebû'l-Muzaffer'in «el-îfsâh» isimli kitabında Halil' den şunu nakleder: Halil'e: «Dilde «istevâ»nın «istevlâ» anlamına geldiğine hiç rastladın mı?» diye sorulması üzerine şöyle dedi: «Bu arapların bilmediği bir şeydir ve dillerinde böyle bir şey caiz değildir». Halil ki, dilde imamdır, herkes bunu bilir. O halde istevâ'nın, dilde bilinmeyen bir anlama hamledilmesi yanlıştır.

8 — Dilcilerden bir grubun şöyle dediği rivayet edilmiştir: îstevâ'nın istevlâ anlamında kullanılması, ancak bir müddet aciz kaldıktan sonra galip gelen hakkında kullanıldığı takdirde caizdir. Allah'ı ise hiçbir şey aciz bırakmaz. Arş hiçbir zaman Allah'a mukavemet edip galip gelmesine engel olmamıştır. O halde âyetteki isti-vâ'nın istilâ anlamına alınması mümkün değildir.
Şairin «Bişr, Irak'a istiva etti» sözü, mecazî bir söz olup maksadını ifade eden bir karine olmaksızın mecaza hamledilmesi caiz değildir. Hele kelime müşterek bir lâfız olursa, karineye daha çok ihtiyaç vardır. Âyette ise, 'istilâ anlamının kastedildiğine dair karine mevcut değildir.
Yine dilciler, ancak münazaa ve karşılıklı galip gelme söz konusu olmaksızın isti vâ'nın istilâ anlamında kullanılamayacağını söylüyorlar. Arş hakkında ise, kimsenin Allah'la münazaaya girmesi söz konusu değildir. İstilâ'nın genel anlamının kasdedilip edilmeyeceği konusunda anlaşmazlık bulunmakla birlikte bu özel anlamı sabit olsa bile, sırf bazı dilciler bunu iddia ediyor diye istivanın bu anlama hamledilmesi gerekmez. Kaldı ki bunlar, mutlak olarak istilâ mânâsında kullanıldığını söylüyorlar. îstivâ, Kur'an'ın birkaç yerinde zikredilmiştir. Şu örneklerde olduğu gibi: «Artık sen beraberindekilerle gemiye yerleştiğinde...»(54), «Ve gemi Cûdi dağı üzerinde oturdu»(55), *Ta ki sırtlarına kurulasınız»(56). Adiy'in naklettiği hadîste şöyle denilmektedir: «Resûlüllah (s.a.v.) bineğini getirdi. Ayağını üzengiye koyduğunda «bismillah» dedi. Sırtına istiva ettiğinde (kurulduğunda) da «elhamdülillah» dedi»(57).

9 — Eğer bunun Arap dilinde bulunduğu sabit olsa, Âribe arabının lehçesinde de bunun böyle olmasını gerektirmez. Bazı Âribe araplarının lehçesinde böyle bir kullanış olsa, mutlaka Resûlüllah'ın lehçesinde de böyle olmasını gerektirmez. Eğer Resûlüllah'ın lehçesinde böyle bir kullanış bulunsaydı Kur'an ve Sünnet'te bilinen anlamda olurdu ve kastedilen de o olurdu. Başka bir anlamın kasdedilmiş olması caiz değildir.

10 — Bu anlama hamledilecek olsa, değil Allah ve Resulü, hattâ değil sahabe, bazı imamların bile tenzih edilmesi gereken mahzurlu bir durum söz konusu olur. Eğer Kur'an ve Sünnet'te biz insanların ondan başka şey anladığı ve Allah'la Resulünün başka anlamlar kasdettikleri ifadeler bulunsaydı, Allah korusun bu bir aldatmaca olurdu.

O halde bu şairin, bu anlam için bu lâfzı kullanması, hakikat üzere değildir, hakikat üzere başka anlamda kullanılır. Eğer hakikat üzere bu anlamda olsaydı, onda mecazi iştirak gerekli olurdu. Ama eğer bazı Araplarda bu bir mecaz ise, ya da şairin kendisinin ihdas ettiği bir mecaz ise, bunun için biz kalkıp Resülüllah'ın ümmetine hitap ettiği ifade üslûbunu mu terkedelim?!

11 — Bu sözcüğün - ki Kur'an ve Sünnet'te pek çok kere tekrarlanmış ve havas tarafından da, avam tarafından da anlaşılması için yollar pek çoktur - anlaşılması için sonradan söylenmiş bir şairin bir beytine müracaat etmek sakıncalı bir yoldur, Eğer bu beyite müracaat edilecek olsa, onu te'vil edenlere reddiye mahiyetinde eser veren imamları, hatta Allah ve Resulü ile sahabe ve müctehid imamları yalanlayıp hatalı olduklarını söylemeye sebeb olur. O zaman Allah, kullarına oyun oynayarak Kitap ve Sünnet'te anlatılanların ve takip edilen üslûbun hilâfına birşeyler kasdetmiş, bu yolla imtihan etmiş olur. Oysa Allah, kimseye gücünün yetmediği şeyi yük-lemez. Böyle birşey Allah, Resulü, sahabe ve imamlar hakkında mümkün değildir.

12 — «îstivâ»nın anlamı sahabe, tabiin ve etbauttâbiîn arasında açık bir şekilde biliyordu, Bu sebeble sonradan, ortaya çıkmış bir tefsir kat'iyetle batıldır. Yezid b. Harun el-Vasiti'nin söylemek istediği budur. O şöyle demektedir: «O Rahman Arş'a istiva etti»(58) âyetini halkın nefsinde karar kılmış anlamdan başka b:r anlamla tefsir eden, Cehmi'dir. îmam M â 1 i k' in: «İstiva malûmdur» sözü de bu anlamdadır. Bazılarının iddia ettiği gibi bu sözüyle O, «istivanın Kur'an'da zikredildiği malûmdur» demek istememiştir. Güya kendisine: «îstivâ Kur'an'da zikrediliyor mu, zikredilmiyor mu?» diye sorulmuş ve kendisi de bu cevabı vermiştir. Yine bazılarının idda ettiği gibi, kendisine güya istivanın keyfiyeti sorulmuş, o da: «keyfiyeti malûmdur» demek istemiş iddiası da doğru değildir. Nüzul ve istiva lâfızlarını sormak ve bu konuda söz söylemek bid'at değildir. Çünkü sahabe de, tabiûn da bu konuda söz söylemişlerdir. Bid'at olan, keyfiyeti sormaktır.
Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyen astronomi, yani ihata ve dünyanın yuvarlaklığı hakkında biraz daha bilgi edinsin. O halde bu konu üzerinde de durmak gerekiyor.

Dip Notlar:
51) 20 Tâhâ, 5
52) 23 Mü'minûn, 86
53) Buhârî, Bed'u'l-Halk, 1
54) 23 Mü'minûn, 28
55) 11 Hud, 44
56) 43 Zuhruf, 13
57) Tirmizi, Deavât, 46
58) 20 Tâhâ. 5
 
E

Ebu İbrahim

Arş'ın yeri ve mâhiyeti:

Şüphesiz yerin yuvarlaklığı üzerinde ittifak edilmiştir. Büyük kısmı suyun içindedir. Su olmayan tarafı ancak altıda birden biraz fazladır. Su yeryüzünü her taraftan kubbe gibi sarmaktadır. Yerin üstündeki su ile göğün uzaklığı, başımızla göğün arasındaki uzaklık gibidir. Yerin altında sadece onun ortası vardır ve altının sonu da merkezidir. Böylece bizim alt ve üst dışında bir yönümüz yoktur ve yönler insanın yer d eğiş turnesiyle değişir.

Yerin üstü her tarafta onun yüzüdür. Altı da yüzünün altındaki kısmıdır. Merkezin son noktası odak noktasıdır. Yerin ve suyun yüzeyinin her tarafından merkeze doğru gidiş, iniş demektir. Merkezden yere ve suya doğru gidiş de yükseliş olur. Dünya seması yerin üstünde olduğuna ve onu kuşattığına göre, bu sema yuvarlaktır. Diğeri de böyledir. Kürsü bütün feleklerin üstündedir. Arş da kürsünün üstündedir. Kürsüye oranla meleklerin ve içindekilerin durumu çölde bir halka, arşa oranla da hepsinin durumu, çölde bir halka gibidir.

Felekler (yörüngeler) de Kur'an, Sünnet ve îcmâ ile yuvarlaktır. Çünkü «felek» sözü yuvarlaklığa işaret etmektedir. Yüce Allah: «Hepsi bir yörüngede yüzerler»(59) buyurmaktadır. Ibn Abbas bunu tefsir ederken: «Kirman yuvarlağı gibi bir yörüngede» demiştir. Kızın memesi büyüyünce «yörüngeleşti» denir. Astronomi ve hesap uzmanları bu konuda müttefiktirler.

Arş ise kubbemsidir. Ebû Dâvud Sünen'inde Cübeyr b. M u t' i m' in şöyle dediği rivayet edilir: «Resûlullah'a bir arap geldi ve "Ey Allah'ın Resulü, çok sıkıntı çektik ve çoluk çocuk aç kaldı...» dedi. Ebû Dâvud hadisin tamamını zikreder. Sonunda: Resûlullah şöyle buyurmaktadır: «Şüphesiz Allah Arş'ı üzerindedir. Arş'ı da yerin ve göklerin üzerinde şu şekildedir» diyerek parmaklarını kubbe gibi birleştirdi"(60).

Mutlak olarak Arş'ın yuvarlak bir yörünge olduğu sabit değildir. Belki yörüngelerin üstünde ve ayakları olduğu sabit olmuştur.

Buharı ve Müslim'de Ebû Said'in şöyle dediği kaydedilir: "Yahudilerden bir adam Resûlullah'a geldi ve: «Ey Muhammed, ashabından biri yüzüme vurdu» dedi. Resülüllah onu çağırın dedi. Çağırdılar. Resûlüllah ona "Bunun yüzüne niçin vurdun?» dedi. Şöyle cevap verdi: «Ey Allah'ın Resulü, çarşıda geçerken «Musa'yı bütün insanlardan üstün kılana yemin olsun» diyordu. Muhammed'den de mi, ey kötü kişi?» dedim ve öfkelenip vurdum. Resûlüllah şöyle buyurdu: «Peygamberler arasında tercih yapmayınız. Kıyamet günü insanlar bayılır. İlk ayılan ben olurum. Bir de ne göreyim Musa Arş'-ın ayaklarından birini tutmuştur. Bilemiyorum benden önce mi ayıtmış, yoksa Tür baygınlığının karşılığını mı görmüştür?»(61)

Arş'm yükseklerde oluşu konusunda Resûlüllah şöyle buyurdu: «Allah'tan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyin. Çünkü Firdevs cennetin ortası ve en yükseğidir. Onun üstünde Arş vardır ve cennetin nehirleri ondan doğup akar»(62)

Bu hadislerden anlaşılmıştır ki, Arş mahlûkatın en yükseği ve tavanıdır, kubbemsidir, ayakları vardır. Ne olursa olsun, yörüngeleri ister kuşatsın veya kuşatmasın, Arş üsttür. Yüce Allah'a nisbetle ulvî ve süfli âlemin son derece ufak olduğunun bilinmesi gerekir. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir demekle, Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler».(63)

Dip Notlar:
59 21 Enbiyâ, 33
60 Buhârî, Cuma, 34, 35; İstiskâ, 9; Müslim. İstiskâ, 18; Ahmed İbn Han-bel, 11/420, III/256

61 Buhârî, Husûmât, 1; Enbiyâ, 25, 31; Tefsir Sûre, 7; Rikak, 43; Diyât, 32; Tevhid, 31; Müslim, Fadâil, 160
62 Buhârî, Cihad, 4; Tevhid, 22; Tirmizî, Cennet, 4; Ahmed İbn Hanbel, 11/235; îbn Mâce, Zühd, 39
63 6 En'âm, 91



Allah'ın her şeyin üstünde olması konusunda önemli bir kural:

Onun en üstte olduğu, sarih akıl ve sahih insan fıtratı tarafından kabul edilir. Şöyle ki: Henüz hiçbir şey yok iken Allah vardı. Sonra âlemi yarattı. Onu ya kendi zâtında yaşatmış ve ondan ayrılmıştır ki, bu muhaldir. Yüce Allah pisliklerle ve benzeri şeylerle uğraşmaktan münezzehtir. Ya ayrı olarak yaratmış, sonra onun içine girmiştir, ki bu da muhaldir. O, yaratıkları içine girmekten münezzehtir. Müslümanlar arasında bu iki şık hakkında ihtilâf yoktur.

Ya da yüce varlığından ayrı ve dışta yaratmış ve içine girmemiş (hulul etmemiş) tir. İşte kendisinden başkası caiz olmayan durum budur. Allah'a ancak bu yakışır. Bu da, mihne zamanında İmam A hm e d 'in Cehmiyye'ye karşı kullandığı delillerdendir. Eş'arî «Nakalât»da imamı olan Muhammed îbn Külâb'ın şöyle dediğini zikreder:
Allah'ın âlemin üstünde olduğu akılla bilinir. istivası da nakille ve fıtratları mükemmelleştirmekle gönderilen peygamberlerin bildirmeleriyle bilinir. Allah'ın yarattığı fıtratta değişik olmaz. Filozoflar ve diğer sapıklık ehlinin hilâfına şeriat bunu bildirmiştir. Sapıklık ehli gerçekleri ters yüz etmişlerdir.



İbni Teymiyye Kulliyatı_5
Allah'ın Yücelerde Oluşu ve Arş'a İstivası Bölümü
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
49
namazi kazaya birakirsak bu tür münakasalar tartismalar olur
gelin biz namazlarimizi vaktinde kilmaya calisalim
haydin namaza....
 

Ahmed Muhammed

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 May 2010
Mesajlar
861
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
Tüm hepsinin belgelerini,delillerini yazdım.Hatta yazının Büyüklüğünü 4'e çekip başına ''KAYNAK'' diye de iliştirdim.Orada yazanlar ibni teymiyye'nin eserlerinden alınmıştır.Gerçi bunu belirttim ya okumadınız,ya da anlamadınız.

Ayrıca Yazılarınızı okudum.Daha doğrusu başka yerden alıntıladıklarınızı. (Eğer oradaki yazılar size ait değilse)

Yazılarınızdan çıkardığım sonuç şudur ki :
İbni Teymiyye'nin savunduğu sapık görüşü ''Allah Arşın üstündedir,orada oturur'' (haşa) savunuyor ve destekliyorsunuz.Ve bunu müteşabih hadis ve ayetlere dayandırıyorsunuz.

O zaman son olarak müteşabih hadis ve ayetler hakkında yapılan bir açıklamayı burayı koyuyorum.Artık dilerseniz inanırsınız,dilerseniz inanmazsınız.Ama bu yazıyı önyargısız birşekilde sadece doğruyu öğrenmek için okuyun.


Kur’an-ı kerimde manası açık olan âyetlere Muhkem âyetler, manası açık olmayan, tefsire, izaha muhtaç olanlara Müteşabih âyetler adı verilir. Müteşabih olanlara açık manalarını vermek akla ve dine uygun olmazsa, uygun mana vermek, yani Tevil etmek gerekir. Açık manalarını vermek günah olur.

Âyetler gibi hadis-i şerifler de, muhkem ve müteşabih diye ikiye ayrılır.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kur’anda yedi şey bildirilir: Yasak, emir, helal, haram, muhkem, müteşabih ve misaller. Helali helal, haramı haram bilin, emredilenleri yapın! Yasak edilenlerden sakının! Misal ve hikaye olanlardan ibret alın! Muhkem olanlara uyun! Müteşabih olanlara inanın!) [Hakim]

(Gece seher vakti, Allahü teâlâ dünya semasına iner), (Resulullah, Allah gökte diyen cariyeyi tasdik etmiştir) hadis-i şerifleri müteşabihtir. Mücessime ve Müşebbih fırkaları, (Allah cisim gibidir. Arş üzerinde oturur, iner, yürür) gibi şeylere inandıkları için kâfirdir. (Tatarhaniye, Milel ve Nihal)
[Mısır, Şam, Kudüs kadılıkları da yapmış olan Şafii fıkıh ve hadis âlimlerinden Muhammed ibni Cemaanin (Erreddü-alel-müşebbihi fi-kavlihi teâlâ Errahmanü alel Arş-isteva) kitabı bu konuda çok güzeldir.]

Mevlana Halid Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın yönü, karşıda bulunması yoktur, madde, cisim değildir. Sayılı değildir. Ölçülmez. Onda değişiklik olmaz. Mekanlı değildir. Bir yerde değildir. Zamanlı değildir. Öncesi, sonrası, önü arkası, altı üstü, sağı solu yoktur. Bunun için, insan düşüncesi, insan bilgisi, insan aklı, Onun hiçbir şeyini anlayamaz. Onun nasıl görüleceğini de kavrayamaz. El, ayak, yön, yer ve bunlar gibi, Allah için caiz olmayan kelimelerin, âyet ve hadislerde bulunması, bizim anladığımız ve bildiğimiz, bugün kullanılan manalarda değildir. Böyle âyet ve hadislere Müteşabihat denir. Bunlar, kısa veya uzun olarak, Tevil olunur. Yani, Allah’a yakışacak başka mana verilir. Mesela, (Allah’ın eli, onların ellerinin üstündedir) ve (Arş’ın üzerine istiva eden Allah, nerede olursanız olun, sizinle beraberdir) mealindeki âyetler için, burada ne murat edilmişse, öylece inandım demeli. Allah’ın ilmi, bizim ilmimize, benzemez. Onun eli de, elimiz gibi değildir, istivası da bizim istivamıza benzemez, beraber olması bizim beraber olmamıza benzemez demelidir. (İtikadname)

Selefiyeciler, bu âyetin beraber olma kısmını tevil ediyorlar da, istiva kısmını tevil etmiyorlar. Tevil etmeyince ikincisindeki tuhaflığı görüyorlar da, birincisindekini göremiyorlar. Birçok âyette, (Onlar kördür) buyuruluyor. Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler Kureyş lügatı ve lehcesi iledir. Kelimelere, 1400 yıl önce, Hicaz’da kullanılan manaları vermek gerekir. Zamanla değişip, bugün kullanılan manaları vermek yanlış olur.


Zıllullah için, Allah’ın gölgesi diyorlar. Âlimler, zıl [gölge] kelimesine himaye, koruma gibi manalar vermiştir. Mesela, (Ali, Veli’nin gölgesinde geçiniyor) denince, Ali’nin Veli’nin himayesinde olduğu anlaşılır.

(Allah, gölgesinden [himayesinden] başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamette, yedi sınıf insanı kendi gölgesinde gölgelendirir.) [Buhari],

(Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir.) [Taberani]

mealindeki hadislerde geçen gölge himaye demektir. Sultan, Allah’ın gölgesidir demek, (Sultan Allah’ın emirlerini uygulamak yetkisine sahip) demektir. (Din, kılıçların gölgesi altındadır) hadis-i şerifi ise, (Din, devletin himayesi ile yayılır) demektir. Nasıl ki, Beytullah [Allah’ın evi] kelimesini, hâşâ Allah’ın barındığı ev olarak anlamıyorsak, gölge, el, yüz, istiva gibi kelimeleri de böyle anlamak gerekir.

Ayrıca açtığınız konuda evliyaullahtan olan zat-ı şerifleri kötülemişsiniz.Allahü Teala size gerçeği tez zamanda göstersin.Sizlere akıl fikir ihsan eylesin.O güzel insanları kötüleyerek ne denli çirkin bir iş yaptığınızın farkında olsanız keşke.

Ehli sünnet alimlerini red eden,onları kötüleyen kişilere alttaki ayet-i kerime ibretlik bir cevaptır.(Tabi onlar bu huylarından vazgeçmezler.Bu halleri hep şeytandandır.)

(Kur'an-ı kerimdeki misaller, çoğunu küfre sürüklediği gibi, çoğunu da hidayete ulaştırır.) [Bekara 26] (1/ 286)


(Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır; çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her görüş, yanlıştır. Her sapık, kendi görüşünün Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uyduğunu ve sapıklığının doğru olduğunu sanır. )


kaynak:dinimizislam
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
40
Konum
İstanbul
SuphanALLAH.....




1- Müslüman kalp kırmaz, Hiddetlenip kendi kriterlerine göre insanları yargılamak Müslümana yakışmaz...

Kırılan kalbin değil nefsin. Rahatım o yüzden. Ehli sünnet alimlerini beğenmeyipte bir sapığın peşinden giden kimseye hiddetlenmek gayrettir gadab değildir.

bu sorunuyu öyle bir üslup ile sormuşsun ki yaşın genç kanın kaynıyor herhalde, daha ilim konusunda çok yol alırsın inşaALLAH kardeşim, Soru veya ithamın öyle bir boyutta ki, görende ZİNA etmiş ŞİRK koşmuş, yahut karşında ki yahudi yada Hristiyanmışda İSLAM hakkında olmadık sözler eden biri sanır..Bak genç kardeşim sakin ol yukardan aşağı yazdıklarımı bi oku... Sorunun cevabına gelince Ben MÜSLÜMANIM net ve açıktır sanırım... ALLAH C.C insanları mezheplerden sorguya çekmeyecek ALLAH C.C ve RESULUNE S.A.S itaatten sorguya çekicek....Sen körü körüne TAKLİD edebilirsin mesele değil, benim görevim yanlışları elimden geldiğince düzeltmeye gayret etmek... Sana birkaç satır TAKLİD edeken dahi eline yüzüne bulaştırdığın o ALİM' lerin (ALLAH C.C onlardan razı olsun) kendi eserlerinde ki kitaplarından örnekler ve kendi sözlerini sunayım araştır bu sözler yalan mı değilmi kitap isimlerine varana kadar vereyim...


Madem taklite karşısın neden meshebsizleri taklit ediyorsun . Onların kitablarından nakil yapıyorsun. Dört mesheb imamını taklit edince taklit kötü sapık teymiyeyi taklit edince taklit güzel dime. Allahü teala ıslah etsin etsin. Ayrıca dinde bidat çıkarmak zina etmekten daha şiddetlidir.


SÜNNETE TÂBİ OLMA VE ONA MUHALiF SÖZLERi TERK ETME HAKKINDA İMAMLARIN SÖYLEDiKLERi


İşte o kadar cahilsinki o büyük müctehid alimlerin sünnete muhalif söz söyleyeceklerine inanıyorsun. Ama teymiye söyledimi doğru diyorsun. Dört meshab imamının yanlış söylediğini 1400 sene sonra senmi doğru söyleyeceksin. Sende senin alim dediğin zavallılarda namazı orucu zekatı ve daha nice hükümleri hep o alimlerin kitablarından öğrendi. Müctehid ictihadında isabet edemese bile 1 sevab alır. Dolayısıyla müctehidin ictihadıyla amel eden kınanmaz.
Burada imamların sözlerinden vakıf olabildiklerimizi vermemiz faydalı olacaktır. Onları taklid edenlere, hatta mertebe bakımından onlardan alt derecede olanları körü körüne taklid edenlere ve onların sözlerine ve mezheplerine gökten inmiş gibi tutunmuş olanlara umulur ki bir nasihat ve hatırlatma olur. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:

“Size Rabbinizden indirilmiş olana tâbi olun. Onun dışında velilere (dostlara) tâbi olmayın. Ne de az hatırlıyorsunuz (öğüt alıyorsunuz).”(A‟raf 3)


1- Ebû Hanife(H 80-150)

Bunların ilki İmam Ebû Hanife Numan b. Sabit'tir. Mezhebinden olanlar ondan çeşitli söz ve ifadeler nakletmişlerdir. Hepsi de tek bir şeye götürmektedir ki, o da şudur: “Hadisi esas almak, ona muhalif olan görüşleri terk etmek vaciptir.”


1. Hadis sahih olduğunda, benim mezhebim o(hadis)dur.6

2. Bir kimsenin nereden aldığımızı bilmeden bizim sözümüzü alması (onunla amel etmesi) helal olmaz. Bir rivayette de: “Benim delilimi bilmeyen bir kimsenin sözlerimle fetva vermesi haramdır.” “Çünkü biz beşeriz. Bugün bir söz söyler, yarın ondan geri dönebiliriz.”7

Diğer bir rivayette de: “Dikkatini çekerim ey Yakub (Ebû Yusuf)! Sakın ola ki, benden duyduğun her şeyi yazayım deme. Çünkü ben bugün bir kanaat bildirir, yarın ondan vazgeçebilirim. Yarın da bir kanaat bildirir, öbür gün vazgeçebilirim.8

Bak kime söylüyor duydunmu . Sana değil Ebu Yusuf hazretleri gibi bir müctehide söylüyor. Çünkü imam-ı ebu yusuf hazretleri müctehid olduktan ictihad makamına vardıktan sonra başkasının ictihadıyla amel etmesi caiz değil. Kendi ictihadına uyması vacib olmaktadır. Dolayısıyla Imam-ı Azam Ebu hanife hazretleri bu yukarıda yazdıklarını müctehid olan taleberine söylüyor. Senin bneim gibi cahillere değil.

3. Allah'ın kitabına ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hadislerine muhalif bir söz söylersem, sözümü terkedin.9

Yani icitihadınız benim ictihadıma uymazsa kendi ictihadınıza uyun diyor. bunu yapabilmek içinde müctehid olmak lazım.



[/COLOR]

Diğer yazdıklarında hep aynıdır. Önce müctehid ol sonra beğenmessizn mesheb imamlarını ' rahmetullahi teala aleyhim ecmain.'
 
E

Ebu İbrahim

Tüm hepsinin belgelerini,delillerini yazdım.Hatta yazının Büyüklüğünü 4'e çekip başına ''KAYNAK'' diye de iliştirdim.Orada yazanlar ibni teymiyye'nin eserlerinden alınmıştır.Gerçi bunu belirttim ya okumadınız,ya da anlamadınız.
''Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır ''

İbni Teymiyye Birinci Mesele:

-Bazı yaratıkların başlangıcının olmadığını, yani Allâh ile birlikte ezelde var olduklarını iddia etmesidir.

KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir.
1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2- Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3- Şerh Hadis-i Nüzul
4- Şerh Hadis İmran b. Husayn
5- Nakd Meratibul İcma’
6- Fetaval Kübra
7- Altı Sürenin Tefsir Mecmuası

Şimdi kardeşim hepsini alıntılamıyım, aşağı yukarı verdiğin örnekler böyle örnekler, ben sana yukarda ARŞ' A İSTİVA ile ilgili iddanı tamamen çürüten kendi eserinde kendi elleri ile yazdığı kitabından ilgli bölümü tamamını gözlerinin önüne serdim, idda ettiğin kelime bu satırların neresinde diye soruyorum....?

Özetlersem kitaptamı diyorsun tam metni hiçbir katkı yapmadan getir suraya yaz, benim yukarda yaptığım gibi, yoksa bir insanı sadece zanna kapılarak okumadığın birtakım kelimeleri, sağdan soladan duyduklarını papağan gibi tekrarlamakdan ibaret oluyor iddaların... Anlatabildim mi...?

Bak ARŞ' A İSTİVA hakkında ne demiş yukarda komple yazdığı eerleride 28 CİLT olarak likde verdim, 28 koskoca kitap var o linkde bi bak bakalım varmıymış o iddaların o kitaplarda kendi gözünle oku gör sonrada deki, ey EBU İBRAHİM bak sen böyle diyordun ama işte bak bu metin hiç dokunmadan ekliyorum diye getir şuraya yapıştır..

Kendi ŞEYHCİKLERİNİZ den duyduklarınız ile itham etmeyin insanları, bu tıpkı HARİCİLERİN TEKFİR için

"Kim ALLAH C.C un indirdiği ile hükmetmez ise işte onlar kafirlerin ta kendisidir"

ayetini delil gösterim öncesinde ki ve sonrasındaki ayetlere bakmadan çaldıkları minareye kılıf uydurmaları gibi oluyor...


KAYNAK:Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir

Madem o kitaplarda geçmektedir, ben göremedim getir şuraya yapıştır o sözün geçtiği metni bi görelim....!!!

Kur’an-ı kerimde manası açık olan âyetlere Muhkem âyetler, manası açık olmayan, tefsire, izaha muhtaç olanlara Müteşabih âyetler adı verilir. Müteşabih olanlara açık manalarını vermek akla ve dine uygun olmazsa, uygun mana vermek, yani Tevil etmek gerekir. Açık manalarını vermek günah olur.

Şimdi şu sözleri kırmızı olarak işaretlediklerim içinde bulunduğun vahim durumu gözler önüne seriyor zaten........!!!!!!!!

Sana kitabı indiren O'dur. O'nun bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar; kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar; fitne çıkarmak ve te'vile yeltenmek için müteşabih olanlara uyarlar. Halbuki onun gerçek te'vilini, ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: Biz ona inandık, hepsi Rabbımızın katındadır, derler. Ancak akıl sahibleri düşünebilirler. ALİ İMRAN-7

tevil kelime anlamı nedir bilmeyenlere ekleyelim kafalar karışmasın....
Tevil = 1. lafı bilinen anlamından başka bir anlamla yorumlama, ona başka anlam verme.
2-yorumlamak anlamına geliyor. bir sözden mecazi anlamlar çıkarmaya denir.

ALLAH Azze ve Celle ayetinde ne diyor...


Sana kitabı indiren O'dur. O'nun bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar; kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar; fitne çıkarmak ve te'vile yeltenmek için müteşabih olanlara uyarlar. Halbuki onun gerçek te'vilini, ancak Allah bilir.........Ali İmran - 7

Sen ne diyorsun...

Kur’an-ı kerimde manası açık olan âyetlere Muhkem âyetler, manası açık olmayan, tefsire, izaha muhtaç olanlara Müteşabih âyetler adı verilir. Müteşabih olanlara açık manalarını vermek akla ve dine uygun olmazsa, uygun mana vermek, yani Tevil etmek gerekir. Açık manalarını vermek günah olur.

Biz ALLAH C.C ve RESULU S.A.S KUR' AN ve SÜNNET de kendini nasıl tanımlamış ise ona olduğu gibi inanırız...

Örnek;

Yahudiler dediler ki: Allah'ın eli bağlıdır. Böyle dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın, la'net olsun. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, nasıl dilerse öyle infak eder. Rabbından sana indirilen; andolsun ki, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfürünü artıracaktır. Onların aralarına kıyamet gününe kadar sürecek kin ve nefret saldık. Savaş için ateşi ne zaman körükleseler; Allah, onu söndürür. Ve yeryüzünde fesada koşarlar. Allah, ise fesadçıları sevmez.

Muhakkak ki sana bi'at edenler; ancak Allah'a bi'at etmektedirler. Allah' ın eli onların elleri üstündedir. Onun için kim, ahdini çözerse; ancak kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse; ona da Allah büyük bir ecir verecektir.FETİH - 10


Melekler ise onun çevresindedirler. Ve o gün; Rabbının Arş'ını, onların da üstünde sekiz tanesi yüklenir.HAKKA -17


Bu ayetlerde kırmızı ile açıklanan bölümlere olduğu gibi iman ederiz, keza ALLAH C.C un Görmesi, işitmesi, gibi KUR' AN da geçen tabirlerede yine olduğu gibi iman ederiz, şöyle görür, böyle görür, eli şöyledir felan demeyiz, ARŞ' A İSTİVASI' da aynı şekilde

ALLAH C.C 7 KAT SEMANIN ÜZERİNDE ARŞ' INA Keyfiyetine göre İSTİVA etmiştir, ARŞ' In sınırı şu kadardır, arş şöyledir gibi yorum katmayız ALLAH C.C KUR' AN ve SÜNNET de nasıl tanıtmış ise öylece iman ederiz...

(Allah cisim gibidir. Arş üzerinde oturur, iner, yürür) gibi şeylere inandıkları için kâfirdir. (Tatarhaniye, Milel ve Nihal)
[Mısır, Şam, Kudüs kadılıkları da yapmış olan Şafii fıkıh ve hadis âlimlerinden Muhammed ibni Cemaanin (Erreddü-alel-müşebbihi fi-kavlihi teâlâ Errahmanü alel Arş-isteva) kitabı bu konuda çok güzeldir.]

Ne keramet ise FETVA verenlerde şeyhleriniz, KAFİR olduğuna dair, bir tane delil getirin...!!!!

Oysa bizim delillerimiz....

«Hz. Zeyneb, Resûlüllah'ın diğer hanımlarına karşı övünür ve: Sizleri aileniz evlendirdi, beni ise yedi göğün yukarısından Allah evlendirdi, derdi(47)

Abdullah b. Ahmed ve başkaları, sahih senedlerle nakledilen bir rivayete göre İbnü'l-Mübârek'e: Rabbimizi ne ile biliriz? diye sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir:

O'nu göklerinin yukarısında Arş'm üzerinde ve yaratıklarının dışında olmakla biliriz. Cehmiyye'nin dediği gibi O, burada yerdedir, demeyin. Yine sahih bir senedle Süleyman b. Harb'ın şöyle dediği nakledilmiştir.

Câbir b. Abdillah' tan nakledilen sahih bir rivayette şöyle denilmektedir: «Resûlüllah (s.a.v.) Arafat günü hitap ettiği en büyük topluluğun bulunduğu sırada: «Tebliğ ettim mi?» diyordu. Hazır bulunanlar da «Evet» diyorlardı. Bu sırada Resûlüllah (s.a.v.) parmağını yukarıya kaldırdıktan sonra o topluluğa işaret ediyordu ve.-«Allah'ım, şahit ol» diyordu. Resûlüllah bunu birkaç defa tekrar etti(46)

Yine cariye ile ilgili hadîste belirtildiği üzere, Peygamber (s.a.v.) cariyeye Allah'ın nerede olduğunu sormuş, cariye «Göktedir» cevabını verince onun azad edilmesini emretmiş ve böyle söylemesinin imanına delil olduğunu kabul etmiştir. Allah'ın, yaratıkların yukarısında, yücelerde olduğuna işaret eden daha pek çok hadîs vardır.


Söyleyecek söz kalmadı sanırım....
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt