Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda hidayet kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Küfür ve dalalet, zarara asla uğramayacak bir ticareti / kazancı (35/Fâtır, 29; 61/Saff, 10-11) istememek ve müflis tüccar olmaktır. "Onlar hidayete karşılık dalaleti satın alanlardır. Ancak, onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de hidayete erememiş, doğru yola girememişlerdir." (2/Bakara, 16)

Fatır suresi ayet 29
“Allah’ın Kitabı’na uyanlar, namazı kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık sarf edenler, tükenmeyecek bir kazanç umabilirler.”

Allah’ın kitabını okuyanlar, kitabı izleyenler, kitapla beraber olanlar, kitaba tabi olanlar, bu kitaptan hesaba çekileceklerini bilerek gece gündüz bu kitabı tanımaya, hayatlarını bu kitapla düzenlemeye çalışanlar, kitabı düşünenler, kitap üzerinde kafa yoranlar… Bu kitabın istediği şekilde namazı ikame edenler, namazla kitabın kıraatini ve kıyamını gerçekleştirenler, namazla Allah’tan mesaj alanlar, namazla kitabı, namazla hayatı ayağa kaldıranlar, imanlarının direğini dikenler, namazla hayatı özdeşleştirenler, namazı Allah’a doğrultanlar, hayatlarını Allah’a yönelik kılanlar, namazla kulluklarını ayağa kaldıranlar…

İşte kitabı izleyenler, kitapla beraberliklerini sürdürenler, böyle namaz kılanlar, namazda aldıkları mesajı Allah kullarına duyurma kavgası içine girenler, kendilerine Allah’ın verdiği rızıktan gizli ve açık, Allah yolunda, Allah rızası uğrunda sarf edenler, infak edenler, hayatlarında delik açanlardır.

İnfak, ‘delik açmak’ demektir. Hayatımızda delik açmalıyız. Çünkü hayat bize verilmiş bir rızıktır. Vücudumuz bir rızıktır. Mallarımız, mülklerimiz, paralarımız, pullarımız, giydiklerimiz, gücümüz, kuvvetimiz, sağlığımız, bilgilerimiz, aklımız, fikrimiz rızıktır. İşte bunlardan birer delik açıp, onları sürekli bize veren Rabbimizin emrettiği yolda akıtıp duracağız. Tüm sahip olduklarımızdan bir şeyleri infak edeceğiz ve bunu açık da yapacağız gizli de. Her ikisinin de yasaları belirtilmiştir. Yeri geldiği zaman bazen infakın açıkça yapılması güzeldir, farzdır, yeri geldiği zaman gizli yapılması güzeldir. Bazen de yerine ve zamanına göre hem açık, hem de gizli yapılabilir. Bunu kitabımız ve onun pratiği olan Rasulullah Efendimizin sünneti tarif etmiştir. Örneğimiz nasıl onaylamış, nasıl örneklemişse, aynen onun gibi yapacağız.

İşte böyle yapanlar, böyle yaşayanlar, Allah’ın kitabını izlemeye devam edenler, kitapla beraberliklerini sürdürenler, Allah’ın istediği şekilde namazlarını ikame edenler, Allah’ın kendilerine verdiklerini Allah kullarıyla paylaşma kavgası içinde olanlar, işte bunlar, bu âlimler asla batmayacak, ebediyen kaybolmayacak, zâyi olmayacak bir ticaret, bir kâr umarlar.

Bunlar hiçbir zaman bitip tükenmeyecek bir ticaretin peşine düşen kimselerdir. İşte hayatları, çabaları, ticaretleri, hizmetleri kabul edilip, hayatları bereketlendirilenler bunlardır. Elbette Allah’tan en çok ittikâ edenler, Kur’an’ın bilincine eren âlimler olunca, elbette Allah’ın lütfuna en çok mazhar olanlar da onlar olacaktır. İşte gerçek ticaret, gerçek kazanç budur. Kâfirlerin, müşriklerin, münâfıkların ticaretleri yalandır, yanlıştır. Onlar âhireti satarlar, dünyayı alırlar, cenneti satarlar, cehennemi alırlar. Mü’minlerse canlarını, mallarını ortaya koyarak cenneti ve Rahmân’ın rızasını, Rahmân’ın hoşnutluğunu satın alırlar. Gerçekten bu alışveriş tebrike şayan, kazançlı bir alışveriştir.


61/Saff, 10-11)

Saf suresi ayet 10-11.
“Ey İnananlar! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah’a ve peygamberine inanır, Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad edersiniz; bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur.”

Rabbimiz burada bir ticaretten, bir alışverişten söz ediyor. Hem de çok kârlı bir alışveriş. Neymiş bu alışveriş? Şartları nasılmış?

“Allah’a ve Resûlü’ne iman edersiniz.” Arkadaşlar, dikkat ederseniz önce ey iman edenler dendi, sonra da Allah’a ve Resûlü’ne iman edersiniz dendi. Bunun mânâsı şudur: “Ey inandığını, mü'min olduklarını iddia edenler veya ey inandığını zannedenler…” Çünkü iman sadece iddiadan ibaret olmayacaktır. İman, Allah’ın istediği gibi olacaktır. Ya da mânâ, ey buraya kadar anlatılanlara iman edenler, bundan sonra anlatılacak olanlara da iman edin demek olacaktır. Allah’a Allah’ın istediği biçimde iman edin. Allah’tan gelenlerin tümüne iman edin. Allah’a iman, Allah’tan gelenlerin tümüne iman demektir. Allah’a iman, Allah’ın hayata karışacağına iman demektir. Allah’a iman, O’nun Rabb, Melik, ve İlâh oluşuna imandır. Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde bir hayat yaşamaya iman demektir. Allah’ın hayata karışacağına, Allah’ın hayatı düzenlemek üzere hayat programı gönderdiğine imandır. Allah’a iman, Allah’ın belirlediği hayat programına iman demektir. Kişinin boynundaki kulluk ipini yalnız Allah’ın eline vermeye imandır.

Allah’a böylece iman edeceğiz, Allah’ın istediği gibi inanacağız. Biraz önce Rabbimizin anlattığı ehl-i kitabın kendi arzu ettikleri gibi bir iman olmayacak bu iman… Öyle bir Allah’a inanacağız ki, inandığımız Allah, yalnız kendisine ibadet edilen, yalnız kendisine itaat edilen bir İlâh olacaktır. Kendisinden başka İlâh olmayan, kendisinden başka Rabb, Mâbud olmayan bir Allah’tır. Günlük hayat programımızı yapan, kendisinden başka kimsenin hayata karışma yetkisi olmayan bir Allah… Velîmiz olan, bizim adımıza tek taraflı karar verme makamında olan, bizim adımıza aldığı kararları hayatımızın her bir alanında bizim için bağlayıcı olan, her işimizi kendisine havale edeceğimiz, bütün problemlerimizi kendisinden soracağımız bir İlâhtır O. Melekleri, peygamberleri, kitapları olan, melekleri vasıtasıyla sürekli bizimle diyalog halinde olan, yaptığımız her şeyi gören, bilen, kontrol eden bir Allah... Peygamberleri vasıtasıyla bizden istediği kulluğu örnekleyen, kitapları vasıtasıyla bize hayat programı gönderen bir Allah… Evet, bize gönderdiği kitaplarında kendisini bize nasıl tanıttıysa öyle bir Allah’a inanacağız. Yeryüzünde ortağı, benzeri olmayan, hayatın tümünde mutlak hâkimiyet ve otorite sahibi bir Allah’tır O.

Kimi demokrat kafaların inandıkları gibi hayata karışmayan, hukuku bilmeyen, eğitimden anlamayan, kılık-kıyafet konusunda söz sahibi olmayan, kazanmamıza, harcamamıza karışmayan, düğünümüze, derneğimize, atımıza, arabamıza, dükkanımıza, tezgahımıza, cebimizdeki paramıza, ev tefrişimize, soframıza, mutfağımıza karışmayan, dünyayı, gökleri ve yerleri, göktekileri, yerdekileri yaratan a-ma onların hayatına karışmayan, yaratan, ama egemenlik haklarını başkalarına devreden bir Allah’a değil, her şeyin sahibi ve her şeyin yöneticisi olan, bütün insanların hayat programlarını kendisinden almak zorunda oldukları bir Allah’a inanacağız.

Sadece Allah’ı kabul etmek yetmez, peygambere de iman edeceğiz. Peygambere iman, peygamberin örnekliğine ve her konuda onun gibi olmamız gerektiğine iman etmek demektir. Peygambere iman, Allah’ın istediği kulluğu yaşayabilmek için adım adım kendisini takip etmek zorunda olduğumuza iman demektir. Peygambere iman, peygamberin inandığı gibi Allah’a iman demektir. Rasûlullah, ne Hris-tiyanların, ne Aristo’nun, ne Ebu Cehil’in, ne demokratik kafaların uydurduğu gibi dünya işini bilmeyen, dünyaya karışmayıp dünya idaresini insanlara bırakan, dünya işlerine karışmayan, hukuk, eğitim, ticaret gibi dünya işleri konusunda cahil bir Allah’tan mesaj getirmemiştir. Öyleyse öyle bir Allah’a iman edeceğiz ki, bu Allah, Rasûlullah’ın inandığı ve bize haber verdiği Allah olacaktır. Ya da kitabında kendisini bize nasıl tanıttıysa, öylece Allah’a iman edeceğiz. Sonra:

“Mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz.” Dininizi yaşayabilmek, hayatınızda imanınızı görüntüleyebilmek için mallarınız ve canlarınızla cihad edersiniz. Cihadsız bunların gerçekleşmesi mümkün değildir. Bakın bu hususu anlatırken Rasûlullah Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurur: “Dinin zirve noktası cihaddır.” Cihad, cehd kökünden gelir. O da mü’minin inancını yaşama adına cehd ve gayret etmesi, çabalaması demektir. İnanan kişi, inancını yaşama kavgası verecektir. Bir taraftan inancını yaşama kavgası verirken diğer taraftan inancını yaşayabileceği ortamı oluşturmanın savaşını da vermek zorundadır. Yani inancını insanlara ulaştırarak bu inancın rahat bir şekilde yaşanmasını sağlayacaktır. Onun içindir ki İslâm’ın cihadı, Allah adına bir cihaddır.

Cihadsız dinin yaşanması, cihadsız Müslüman kalmak mümkün değildir. Dinimizi yaşamamıza, kulluğumuzu icra etmemize engel olan tüm düşmanlarımızla savaşı sürdürmek zorundayız. Bize en büyük düşman olan şeytanlara, cin şeytanlarına ve iki ayaklı insan şeytanlarına, bizim kulluğumuza engel olmaya çalışan nefsimizin arzularına, bizi Allah’a kulluktan çalıp kendisine kul-köle edinmeye çalışan dünyaya ve dünyalıklara karşı sürekli savaşımızı sürdürmek zorundayız. Bu uğurda mallarımızı ve canlarımızı fedâya hazır olmak zorundayız. Dikkat ederseniz önce mal, sonra da can zikrediliyor. Zaten Allah yolunda mallarından vazgeçemeyen insanların, toplumların Allah için savaşmaya, Allah için canlarını fedâ etmeye güçleri yetmez. Vücutlarının dışındakileri harcamaya gücü yetmeyen insanlar, iç dünyalarını veya vücutlarını nasıl harcayabilecekler? Malını Allah yolunda veremeyen insanlar canlarını nasıl verebilecekler? Cebimdeki on bin lirayı Allah için harcayamayan, ömrümün birkaç saatini Allah için ilme, Allah için bir hizmete adayamayan ben, ilerde ömrümün tamamını Allah’a nasıl verebileceğim? Halbuki Allah için savaşa girmek demek, ömrün tamamını fedâya hazır olmak demektir. Sormak lazım, inandıkları Allah, uğrunda mal harcamaya değmeyen bir Allah olan bu insanlar, O’nun uğrunda canlarını nasıl fedâ edecekler?

Rabbimiz, kitabında “kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” buyurmaktadır. Bunu Ebu Eyyub el-Ensârî efendimiz çok hoş açıklar. Fetihler gerçekleşip İslâm her tarafa yayılınca, sahâbe gelip Rasûlullah’tan izin istedi. “Ey Allah’ın Resûlü, artık bize müsaade et de biz şu işimize, aşımıza, ticaretimize, hurmalıklarımıza, tarlalarımıza dönelim” dediler. Allah’ın Resûlü şöyle buyurdu: “Siz Allah yolunda cihadı bırakır da tarlalarınıza, ticaretinize dönerseniz, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmış olursunuz!” buyurdu ve bu âyeti okudu. İşte âyetin mânâsı budur. Eğer gerçekten bizler işimize, aşımıza, dükkanımıza, tezgahımıza döner de Allah yolunda cihadı terk edersek, kendi ellerimizle kendi kendimizi tehlikeye atmış olacağız. Halbuki bize göre kendi kendimizi tehlikeye atmamız, zarara uğramamamız, maslahata uygun, rahat içinde bir hayatı kaybetmemiz demektir. O zaman kâfirlerin egemenliği altında zillet içinde bir hayata razı olacak, izzet ve şerefimizi kaybedeceğiz demektir. Ama cihaddan vazgeç-mezsek:

Eğer bilirseniz, anlarsanız bu sizin için dünya ticaretinden, tüm dünyayı kazanmanızdan çok daha hayırlı olacaktır.


Bakara suresi ayet 16
"İşte bunlar hidâyet yerine dalâleti satın almış*lar*dır. Ama ticaretleri kâr getirmemiştir. Doğru yolu da bu*lamamışlardır."

Hidâyet tam ellerine geçmişken onu bırakıp da dalâleti, sa*pık*lığı tercih ettiler. Hidâyet yerine dalâleti satın aldılar. Hidâyeti dalâletle değiştirdiler. Hidâyeti verip dalâleti tercih ettiler. Böyle bir alışverişte bulundular ama onların bu ticaretleri kendilerine kâr getirmedi. Kâr yolunu bulma im*kânları da kalmadı. Ticarette iki maksat vardır:

1- Sermayeyi korumak,
2- Kâr etmek,

Bunlar kâr etmek şöyle dursun sermayeyi bile koruyamadı*lar. Sermayesi olmayan, sermayeyi koruyamayan bir adamın kâr etmesi düşünülebilir mi? Bırakın kâr etmeyi mevcut sermayeyi bile kaybettiler bu adamlar diyor Rabbimiz. Peki neydi bu sermaye? Sermaye imandı, sermaye hidâyetti. Hidâ*yeti kaybeden, imanı kaybeden bir adam nerde kaldı kâr etsin. Zira imansız hiçbir amelin kıymeti yoktur. İmandan kaynaklanmayan her amel boştur. Kâfirlerin yaptıkları her şey boştur. Onların yaptıkları zahiren insanlık için hayırmış gibi görü*nen tüm amelleri, tüm eserleri imandan kaynaklanmadığı için yarın değerlendirmeye bile tabi tutulmayacaktır.


Kalu Bela denilen bezm-i elestte, yani hilkat sabahında, ruhlar meclisinde Allah, hepimizden ahd ve misak aldı. O'nun huzurunda doğru yola gideceğimize hep bir ağızdan söz verdik. Gerçi biz bu macerayı hatırlayamıyoruz ama, onu Allah, kitabında bildirmiş, bu suretle kat'i olarak malum olmuştur. Hatırlayamamak, inkâr vesilesi olamaz. Biz üç günlük kısa hayatımızda bile, nice mühim ve hayati olayları unutup duruyoruz. İşte ezeli iman, Allah'ın bir hidayeti ve bu maceranın tatlı bir hatırası ve insanlarda her türlü fazilet ve ahlak sermayesidir. Dünyaya çıkma zamanı gelince her ruh için cismani ve ruhani kuvvetlerle mücehhez bir ceset bağışlaması, dünyaya kitaplar indirmesi, peygamberler göndermesi, dünyada gördüğü, işittiği, fikren mülahaza ettiği her hadisede bir hikmet dersi göstererek ezeli iman nurunu kuvvetlendirip parlaklığını arttırması, hep Allahu Teala'nın kat kat hidayetleridir ki, kul, hidayet istedikçe ve hidayete uydukça Allah'ın hidayeti de daima artar durur. "...Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize süslemiş, sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır."
(49/Hucurât, 7)
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet İsteği ve Hidâyette Devam

Fâtiha suresinde "ihdinâ" (bize hidayet et) diye dua ediliyor.
Dalalette bulunanların hidayet istemesi, hidayetin meydana gelmesini istemek; hidayette bulunanların hidayet istemesi de sebat ve hidayet mertebesinde yükselmeyi istemek anlamındadır.
Bizi hidayet üzere sabit kıl, hidayetten ayırma demektir. Şu ayette buna benzer dua ifadesi vardır:
"Ey Rabbımız, bizi hidayete ulaştırdıktan sonra, kalplerimizi saptırma."
(3/Al-i İmran, 8)

Ali İmran suresi ayet 8
Onlar: "Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalblcrinıîzi (haktan) kaydırma, bize kendi katından rahmet ihsan et. Şüphesiz kî sen çok bağışta bulunansın, derler.

O, ilimde ileri gidenler derler ki: "Ey rabbimiz, bizi hidayete kavuşturup iman etmeye muvaffak kıldıktan sonra, kalblerimizi doğruluktan kaydırma. Kendi katından bizlere rahmet, başarı ve hakta kararlılık bahşet. Şüphesiz ki, sen kullarına nimetini çokça nasibedensin.

Taberi diyor ki: "Allah teala bu âyet-i kerimede sağlam ilim sahibi olanları: "Ey rabbimiz, sen bizim kalblerimizi hidayete erdirdikten sonra haktan saptırma." şeklindeki dualarından dolayı övgüsüne layık gördüğüne göre kaderi inkâr eden bir kısım cahillerin. "Allanın, bazı kullarının kalblerini itaatinden saptırması bir zulümdür." demelerinin açık bir yanlışlık olduğu ortaya çıkmak*tadır. Zira mesele onlann iddia ettikleri gibi olsaydı: "Ey rabbimiz, bizi hidayete kavuşturduktan sonra kalblerimizi haktan saptırma." diyenler övülmez bilakis kınanırdı. Ve ilimde ileri gidenler: "Ey rabbimiz, sen bizim kalblerimizi haktan kaydırma." derlerken, "Ey rabbimiz sen, bize zulmetme, bize haksızlık yapma." demiş olurlardı ki böyle bir duayı ilmi sağlam olanlar değil cahiller yapmış ola*bilir. Çünkü Allah teala kullarına asla zulmetmez, onlara haksız davranmaz. Ni*tekim bunu kullarına bildirerek şöyle buyurmuştur: "... Rabbin, kullarına karşı asla zulmeden değildir.

Kaderi inkâr eden Kaderiyye fırkasının ileri sürdüğü iddia fasit olduğuna göre buradan anlaşılmaktadır ki, Allah tealanın, kullarından bazılarının kalbini itaatinden saptırması onun tarafından bir adalettir. Bu nedenledir ki, kendisin*den, kalblerini saptırmamasını isteyen kullarını övmüştür. Nitekim bu hususta Allah tealanın nezdinde büyük mevkii olan Resulullahın dahi ondan kalbini hakta kararlı kılmasını ve değiştirmemesini istemesi de bu gerçeği göstermekte*dir. Bu hususta Resulullahtan, birbirini destekleyen çeşitli hadisler rivayet edil*miştir.

Şehr b. Havşeb, Ümrnü Selemeden şunları işittiğini rivayet etmiştir.

Ümmü Seleme demiştir ki: "Resulullah (s.a.v.) dualarında çokça "Ey kalbleri çeviren AHahım, sen benim kalbimi dinin üzere sabit kıl." derdi. Dedim ki "Ey Allanın Resulü, kalbler değişir mi? Resullah buyurdu ki: "Evet, Allahın, Âdemoğullarından yarattığı hiçbir beşer yoktur ki onun kalbi Allahın paımakla-nndan iki parmağı arasında bulunmuş olmasın. Eğer Aziz ve Celil olan Allah dilerse o kalbi düzeltir, dilerse kaydırır. Biz, rabbimiz olan Allahtan dileriz ki bizi hidayete kavuşturduktan sonra kalblerimizi haktan kaydırmasın. Yine on*dan dileriz ki bize katından rahmet bahşetsin. Çünkü o, çokça bahşedendir." Ümmü Seleme diyor ki: Dedim ki: "Ey Allahın Resulü, benim, kendim için yapacağım bir duayı bana öğretmez misin?" Resulullah dedi ki: "Evet, öğreti*rim." De ki: "Ey, Peygamber Muhammedin rabbi olan Allahim, sen benim gü*nahlarımı affet, kalbimin öfkesini gider ve sağ kaldığım müddetçe beni saptıran fitnelerden koru.

Diğer bir rivayette Şehr b. Havşeb diyor ki:

"Ümmü Sekmeye dedim ki: "Ey müminlerin annesi, Resulullah senin ya*nında kaldığı zaman onun en çok yaptığı dua neydi?" Dedi ki: "Onun en çok yaptığı dua: "Ey kalbleri (halden hale) çeviren Allahım sen kalbimi dinin üzere sabit kıl." duasıydı. Dedim ki: "Ey Allahın Resulü, "Ey kalbleri çeviren Allahım sen kalbimi dinin üzere sabit kıl." şeklindeki duanı ne çok yapıyorsun?" dedi ki: "Ey Ümmü Seleme, hiçbir insan yoktur ki onun kalbi Aziz ve Celil olan Allahın pamuklarından iki parmağı arasında bulunmuş olmasın. O, dilediğini düzeltir dilediğini kaydırır.

Enes, b. Malik diyor ki: "Resulullah (s.a.v.) "Ey kalbleri çeviren Allahım, sen kalbimi elinin üzere sabit kıl." diyerek çokça dua ederdi. Dedim ki: "Ey Al*lahın Resulü, biz sana ve getirdiklerine iman ettik sen bizim için korkuyor mu*sun?" Dedi ki: "Evet, çünkü kalbler, Allahın parmaklarından iki pamıağı arasın*dadır. O, bunları dilediği gibi çevirir

Nevvas b. Sem'an el-Kilâbî diyor ki: "Ben Resulullahin şöyle buyurduğu*nu işittim: "Hiçbir kalb yoktur ki o, âlemlerin rabbi olan Allahın parmaklarından iki parmağının arasında bulunmuş olmasın. O, kalbi düzeltmek istediğinde düzeltir, kaydırmak istediğinde de kaydırır." Nevvas diyor ki: "Resullah şöyle derdi: "Ey kalbleri çeviren Allahım, sen, kalblerimizi dinin üzere sabit kıl. Tera*zi, Aziz ve Celi olan rahmanın elindedir. Onun ketlerinden birini kaldırıp diğe*rini indirir.

Abdullah b. Amr b. el-Ass diyor ki:

"Ben, Resulullahin şöyle buyurduğunu işittim:" Şüphesiz ki bütün Âdemoğullannın kalbleri, Aziz ve Celil olan rahmanın parmaklarından iki par*mağının arasındadır. O kalblerin hepsi bir kalb gibidir. Allah onlan dilediği gibi çevirir. Ey kalbleri çeviren Allahım, sen bizim kalblerimizi itaatma

Nice âlim ve âbid vardır ki, onun kalbine küçük bir şüphe düşmüş, böylece de Hakk'tan sapmış, ayağı kaymış ve dosdoğru yoldan, müstakim dinden dönmüştür. Müslümanca bir hayat önemlidir ama, müslümanca ölmek çok daha önemlidir.
"Başka türlü değil, sadece müslüman olarak ölün"
(2/Bakara, 132)

Bakara suresi ayet 132
İbrahim, âlemlerin rabbinc teslim »İmayı oğullarına da vasiyet etli. Yakup da, "Oğullarım, Allah sizin için bu dini seçti. O halde sizler an*cak Müslümanlar olarak can verin." dedi.

İbrahim, oğullarına Müslüman olmayı tavsiye etti. Yani ibadette, tevhid inancında samimi olmalarını, kalb ve bütün uzuvlarını ona boyun eğdirmelerini tavsiye etti. İbrahim, oğullan İsmail ve İshaka böyle vasiyet ettiği gibi, İshakın oğlu olan Yakup ta kendi oğullarına aynı vasiyeti yaptı. İbrahim ve Yakup, oğullarına şöyle demişlerdi: "Ey oğullarım, Allah size vaadettiği bu dini seçti. Bu din de îslamdır. O halde Islama sanlın ve İslam dini üzere ölün. Hayatınızda bu dinden hiç ayrılmayın. Çünkü hiçbir kimse, ölümün kendisine ne zaman ge*leceğini bilemez. Her zaman gelebilecek ölüme karşı tedbirli olun ve İslamı bir an bile terkeîmeyin."


Biz, her an hidayette kalabilmek, doğru yoldan sapmamak için Allah'ın yardımına muhtacız. Zaten suredeki tüm cümleler istimrarı (devamlılığı) ifade etmektedir. Hamdler, sürekli O'na; ibadetler, taatler, ve dualar da kesintisiz O'nadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidayet, bizi hakka götüren her türlü meziyet, araç, akl-ı selim, Peygamber ve Kitap’tır.

Müstakim yolda kalabilmemiz, kesintisiz olarak bunlara sahip olmakla mümkündür. Sürekli akl-ı selim sahibi olmak, vahiyle irtibatlı bulunmak, Peygamber’e bağlı kalmak; dosdoğru yolu bulmak kadar, o yolda kalmak için de önemlidir. Öte yandan müslüman daha ileriye, en ileriye taliptir.
Zarardan kurtulmak için, mü'minin iki günü birbirine denk olmamalıdır. İlmî ve amelî yönden de kendini sürekli yenilemeli, hidayet yolunda mesafe katetmeye, dosdoğru yolun en ilerisinde yer almaya gayret etmelidir.
İşte bu duamızla biz, Rabbımız'dan hidayetimizin artırılmasını da istiyoruz. (Bkz. 35/Fâtır, 32)

Fatır suresi ayet 32
Sonra biz, kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan kimi kedine zulmeder, kimi orta yolu tutar, kimi de Allahın iz*niyle hayırlı işlerde öne geçer. İşte bu, Allahın büyük bir lütfudur.

Ayet-i kerimede zikredilen miras bırakılan kitabın hangi kitap ve ona mirasçı olanların da kimler olduğu hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.

Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüşe göre buradaki kitaptan mak*sat, Kufandan önce indirilen kitaplardır. Onlara mirasçı olanlar da Muhammed ümmetidir. Muhammed ümmeti bunlann hak kitap olduklarına iman etmeye mi*rasçı olmuşlardır.

Muhammed ümmeti de üç kısma ayrılmaktadır. Bunlardan bazıları kendi*lerine zulmedenlerdir. Bunlar da günahkarladır. Bazıları ise orta yolu tutanlar-dir. Bunlar da farzlan işleyip haramlardan kaçınan kimselerdir. Diğer bir kısmı ise hayır işlemede yanşa girişenlerdir. Bu gruplardan birincisi çetin bir hesaptan sonra cennete girecek, ikincisi kolay bir hesaptan sonra girecek üçüncüsü ise hesap vermeden cennete girecektir.

Abdullah b. Mes'ud ve Kâ'bul Ahbar bu görüştedirler. Taberi de bu görü*şü tercih etmiştir.

Ebudderda diyorki:
"Ben Resulullahın bu âyeti okuduğunu ve şöyle izah ettiğini işittim: "Ha*yırda yarışanlar hesaba çekilmeden cennete gireceklerdir. Orta yolu tutanlar ko*lay bir hesaba çekilecekler, kendilerine zulmedenler ise mahşer boyu hesaba çe*kilecekler sonra Allah, rahmetiyle onları affedecektir. "Bizden üzüntüyü gideren Allaha hamdolsun. Şüphesiz ki rabbimiz çok affedicidir, şükrün karşılığını ve*rendir. diyecek olanlar işte bunlardır.

Diğer bir görüşe göre ise miras bırakılan kitaptan maksat: "Kelîme-i Şehadef'tir. Buna mirasçı olanlar ise Muhammet! ümmetidir. Muhammet! ümmeti de üç sınıfa ayrılmaktadır. Bunlar şunlardır: Kendilerine zulmedenler ki bunlar da münafıklardır ve cehenneme gireceklerdir. Diğerleri orta yolu tutanlar ve ha*yırda yarışanlardır. Bunlar ise cennetlik olanlardır.

Bu ayetten hemen önce "Ancak Senden yardım isteriz." denilmişti. İşte, bu duanın nasıl yapılacağını göstermek için duaya başlanıyor: "Hidayet eyle bizi doğru yola..." Bu talep ve dua, istianenin öneminin ve genişliğinin tatbik sahasını gösteriyor. Dua ve isteğe ne suretle başlayacağımızı, Allah'tan ne istememiz gerektiğini, bizim için en büyük ve en değerli şeyin ne olması gerektiğini öğretmek için böyle dua etmemiz telkin edilmiş oluyor.
"İhdinâ" (Bizi hidâyete erdir) ifadesi, ne istediğimizi anlatmaya yetebilirdi. Ama bununla yetinilmedi. Nereye hidayet edilmesi, hangi yola Allah'ın bizi iletmesini istediğimiz de "es-sırata'l-müstakim" ifadelerinde açıklanmış oldu: "Dosdoğru yola. Öyle yol ki..."

Niçin "bana hidayet et" değil de; "bize hidayet et" diye çoğul edatı kullanıldı

Niçin "bana hidayet et" değil de; "bize hidayet et" diye çoğul edatı kullanıldı, denilecek olursa, şöyle cevap verilir: Dua, daha genel olduğu zaman, kabul edilmeye daha yakın olur.
Müslümanlar arasında duası kabul olunacak mutlaka birisi vardır. Allah, birisinin duasını kabul edince, diğerlerinin duasını geri çevirmez, denilmiştir.
Peygamber Efendimiz, "Allah'a, kendisiyle isyan etmediğiniz dillerle dua edin." Buyurdu. Sahabe: "Ya Rasulallah, hangimizin öyle dili vardır?" deyince de, O: "Birbirinize dua edersiniz. Çünkü sen onun lisanı ile, o da senin lisanınla Allah'a isyan etmemiştir." buyurmuştur. Kul, sanki şöyle der: "Senin Rasülünün 'cemaat, birlik rahmet; ayrılık ise azabtır. " (Müsned, IV/278) buyuruyor.
Sana hamdetmek isteyince de, bütün hamdleri dile getirerek "elhamdü lillâh" dedim.
İbadeti dile getirdiğimde, bütün herkesin ibadetini dile getirerek "iyyake na'büdü - ancak Sana ibadet ederiz-" dedim.
Yardım talebinde bulununca da, herkesin yardım talebini söyleyerek, "ve iyyake nesteıyn (ancak Senden yardım isteriz)" dedim.
Şüphesiz hidayeti istediğimde, onu herkes için isteyerek "ihdina -bize hidayet ver-" dedim."
Ayrıca, çoğul zamiri kullanılan bu ifade tarzında, müslümanların cemaat halinde olmaları gerektiğine işaret vardır.
Onlar toplu halde bir şeye karar verirlerse, bu doğru ve Allah katında değeri olan bir hüküm olur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Toplu haldeki bu müslümanlara Allah, yeryüzünü varis kılıp, onları da Kendisine yeryüzünde halifeler kılmıştır (35/Fâtır, 39; 21/Enbiyâ, 105)

Fatır suresi ayet 39
“Allah’ın göndermiş olduklarını tebliğ edenler, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Allah hesap gören olarak yeter.”

Yine o peygamberler Allah’ın risâletini, Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ ediyorlar, tebliğ edenlerdir onlar. Ve sadece Allah’tan haşyet duyan, sadece Allah’tan korkan, sadece Allah hatırını güden kimselerdirler onlar. Yalnız Allah emrine boyun eğen, yalnız Allah’ı dinleyen, O’ndan başkalarını asla hesaba katmayan kimselerdir onlar.

İşte bu peygamber özelliğidir ve müslümanlar da bu peygamber özelliğine sahip olmalıdırlar. Yasa neyi gerektiriyorsa, Allah neyi emretmişse, nasıl yapmamızı istiyorsa öylece yapmalıyız ve onu yap-mamıza hiçbir şey engel olmamalıdır. Çünkü hesap görücü olarak, hesaba çekici olarak Allah yeter, başka hiç kimseye ihtiyacımız da, minnetimiz de yoktur. Başka hiç kimseye hesap ödemeyeceğiz. Kabirde bizi insanlar karşılamayacak, dirilince bizi insanlar hesaba çekmeyecekler ki onları da hesaba alalım. Mahşerde, mahkeme-i kübrâ’da büyük hesap görücü sadece Allah’tır. Öyleyse niye Allah’tan başkaları için bir hayat yaşayalım? Niye Allah’tan başkalarını memnun etme yoluna girelim?

Enbiya suresi ayet 105
Yemin olsun ki biz, zikirden (Tevrat'tan) sonra Zebur'da da "Yeryüzüne mutlaka salih kullarım vâris olur." hükmünü koymuştuk.

Müfessirler, âyet-i kerimede beyan edilen "Zebur" ve "Zikir" kelimelerinden neyin kastedildiği hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
Şa'bî, Hasan-ı Basrî ve Katade'ye göre burada adı geçen Zebur'dan maksat, Hz. Davud'a indirilen "Zebur"dur.
"Zikir"den maksat ise Hz. İsa'ya indirilen İncildir. Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır.
Said b.Cübeyr, Mücahid ve İbn-i Zeyd'e göre ise
burada adı geçen "Zebur'dan maksat, tüm Peygamberlere indirilen kitaplardır.
"Zikir"den maksat ise, Allah'ın katında bulunan ve "Kitapların anası" diye adlandırılan "Levh-i Mah-fuz"dur.
Taberi bu görüşü tercih etmiş ve âyeti şöyle izah etmiştir:
"Şüphesiz ki biz, gökleri ve yeri yaratmadan önce herşeyi kendisinde tespit ettiğimiz "Levh-i Mahfuz'da" sonra bütün Peygamberlere göndermiş olduğumuz kitaplarda da şunu yazmışızdır: "Cennete mutlaka iyi amel işleyen salih kullarım vâris olacaktır."
Dehhak ve Abdullah b.Abbas'dan nakledilen bir görüşe göre ise,
âyetteki "Zebur" kelimesinden maksat, Hz. Musa'dan sonra gelen peygamberlere indirilen bütün kitaplardır. "Zikir"den maksat ise, Hz. Musa'ya indirilen Tevrat'tır.
Âyet-i kerime'de geçen "Yeryzüne mutlaka salih kullarım vâris olur." ifadesindeki yeryüzünün, cennet veya dünya olduğu, "Salih kullar"ın ise, Allah'a ibadet eden her salih kul veya Muhammed ümmeti yahut da Hz. Musa dönemindeki İsrailoğullan olduğu söylenmiştir.
Âyette geçen "Yeryüzü" ifadesinden maksadın "Cennet" olduğunu söyleyenler şu âyeti delil olarak göstermektedirler. "Onlar da: Bize verdiği vaadinde duran ve bizi bu yere vâris kılan Allah'a hamdolsun. Cennette istediğimiz yeri yurt edinebiliyoruz. İyi amellerde bulunanların mükâfaati ne güzelmiş." derler,"
"Yeryüzü" ifadesinden maksadın, "Dünya" olduğunu söyleyenler ise, şu âyeti delil göstermektedirler. "Hor görülen o kavmi de, mübarek kıldığımız yerin dolgularına ve batılarına vârisler yaptık. Böylece sabretmelerinden dolayı, rabbinin, İsrailoğullarına olan o pek güzel vaadi yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttikleri şeyleri de yerle bir ettik."
"Musa kavmine şöyle dedi: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah'ındır. Onu, kullarından dilediğine miras bırakır. İyi akıbet, Allah'tan korkanlaradır."
"İhdinâ" derken, hidayetin yalnız ve yalnız Allah'a ait olduğunu bildiğimizi de itiraf etmiş oluyoruz. Allah, Rasulüne: "Sen sevdiklerine hidayet veremezsin. Ancak Allah, dilediğine hidayet verir." (28/Kasas, 56)

Kasas suresi ayet 56
Ey Muhammed, şüphesiz sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. O, hidayete erecekleri çok iyi bilir.

Ebu Hureyre (r.a.), Müseyyeb b. Hezen, Abdullah b. Ömer, Mücahid, Katade, Atâ ve diğer bazı âlimler bu âyet-i kerimenin, Resulullah'ın amcası olan ve ölürken iman etmeyen Ebu Talib hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.
Ebu Talib, Resulullah'ı himaye ediyor, ona yardımda bulunuyor ve onu şefkatle seviyordu Ebu Talib'in Ölüm hastalığında Resulullah onu iman etmeye ısrarla davet etmişti. Fakat Ebu Talib, üzerinde bulunduğu bâtıl inançtan dönmemiş ve iman etmemiştir.
Müseyyeb b, Hazen (r.a.) diyor ki:
"Ebu Talib'e ölüm gelip çatınca, yanında Ebu Cehil'in de bulunduğu bir sırada Resulullah (s.a.v.) de yanma girdi ve ona şöyle dedi: "Ey amcam, Lâilahe illallah "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" kelimesini söyle ki Allah katında onunla seni savunayım." Bunun üzerine Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebu Ümeyye: "Ey Ebu Talib, sen, (baban) Abdülmuttalib'in dininden vaz mı geçeceksin?" dediler, ve devamlı olarak ona bunu telkin ettiler. Nihayet Ebu Talib onlara şu sözleri söyledi: "Ben, Abdülmuttalib'in dini üzereyim." Resulullah şöyle buyurdu: "Bana yasaklanmadıkça senin için mutlaka af dileyeceğim." Bunun üzerine şu âyet-i kerime nazil oldu: "Ne Peygamberin ne de müminlerin, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, akrabaları .da olsa, müşrikler için af dilemeleri asla doğru olamaz. [61]İşte bu Kasas suresinin elli altıncı âyetinin nüzul sebebi de aynı olaydır.
Ubu Hureyre (r.a.) diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.) amcasına şöyle dedi: "Lailahe illallah" de ki kıyamet gününde senin için bununla şahitlik edeyim." Ebu Talib şöyle dedi: "Şayet Kureyşliler beni ayıplayıp: "Onu, korkusu böyle yapmaya şevketti." demeyecek olsalardı ben onu söyleyerek seni sevindirirdim." Bunun üzenne Allah teala: "Ey Muhammed, şüphesiz ki sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin." âyetim indirdi.
Resulullah (s.a.v.)'in amcası Abbas, kardeşi Ebu talib için Resulullah'tan şunu sormuştur:
"Ey Allah'ın Resulü, senin, Ebu Talib'e herhangi bir faydan oldu mu? O seni himaye ediyor ve senin için herkese kızıyordu." Resulullah da ona şu cevabı verdi: "Evet, o, cehennem ateşinin sığ bir yerinde bulunacaktır. Şayet ben olmasaydım o, cehennemin en alt katma atılacaktı. [64]
Ebu Said el-Hudr^nin rivayetinde ise Resulullah şu cevabı vermiştir:
"Belki kıyamet gününde şefaatim ona fayda verir de o, ateşin, topuklarına kadar ulaşacağı sığ bir yerine konur. Fakat yine de o ateşten bey; kaynar.

buyurarak, hidayeti Rasülünün bile veremeyeceğini bildirir. Peygamberler ancak hidayete vesile olurlar, insanlara yol gösterirler. "Muhakkak sen, sırat-ı müstakıyme yol göstermektesin." (42/Şûrâ, 52)

Şura suresi ayet 52
“Ey Muhammed! İşte sana da buyruğumuzla bir ruh (kalplere can veren bir kitap) gönderdik; sen, Kitab nedir, iman nedir önceleri bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nûr kıldık. Şüphesiz sen doğru yola götürüyorsun.”

Rabbimizin katından gönderdiği bu kitap ruhtur. Kur’an’ın bir adı da ruhtur. Bize bizi canlı tutacak bir ruh veren Rabbimiz bizi diriltecek, bizi diri tutacak bir ruh olarak bize kitap göndermiştir. Öyleyse kitap ruhtur, Kur’an ruhtur. Ancak bu kitaptan haberdar olan kişi diridir, ruh sahibidir, vahiyden nasibi olan kişi diridir, başkaları ölüdür, ruhsuzdur, diyoruz. Kur’an’ı tanımayan kişi, vahiyle tanışmayan kişi ölüdür.

Bir insan düşünün ki ölü. Bir insan düşünün ki ruhen ölü, bedenen ölü. Bir insan ki ruhtan, Allah’tan, peygamberden, kitaptan vahiyden habersiz. Allah diyor ki, böyle ölü iken kendisine hidâyet vererek biz insanı dirilttik. Yâni kâfirken Müslüman yaptık, diyor. Artık adam dirilmiştir, canlıdır. Tıpkı kupkuru bir toprağın Rahmân’ın rahmetiyle dirilip canlandığı gibi. Yağmur da Allah’ın başka bir âyetidir ve o âyetiyle nasıl ölü toprağa can veriyorsa, vahiyle de ölü insanları diriltiyor Allah. Artık vahyin, hidâyetin dirilttiği bu adam Allah’ı, kitabı, peygamberi, kendisini, çevresini, hayatı, ölümü, ölüm ötesi hayatı, varlığı, varlık gâyesini tanıyor.

Rabbimiz, biz ruh gönderdik, seni, insanı dirilttik diyor. Yâni kitabı ruh, dirilik yasası kıldık; seni ve senin yoluna tabi olanları onunla dirilttik, diyor.

“Ey peygamberim, sana bu kitap, bu dirilik yasası gelmeden önce kitap, iman, hidâyet, din, hayat, memat, hayat programı nedir bilmezdin! Kitap sahibi olmak şöyle dursun, kitabın nasıl bir şey olduğunu bilmiyordun.” Allah Resûlü, Rabbimiz kendisine kendi bilgisini aktarana kadar ne din, kitap, risalet, ne hidâyet, hiçbirisinden haberdar değildi. Bütün bunları tasavvur bile etmesi mümkün değildi. Allah’ın Resûlü bütün bunları bilmiyordu da, Allah bildirdi.

Burada hemen şunu söyleyelim, yeryüzünün en âlimi Müslümanlardır. Yeryüzünün en âlim kimseleri, Allah bilgisine sahip olanlardır. Kâfirler ve müşrikler, yeryüzünün en cahil, en akılsız insanlarıdırlar. Kur’an’ın başka âyetlerinden öğreniyoruz ki, gerçek bilgi vahiydir. Gerçek bilgi, Allah’ın bildirdiği bilgidir. Allah bilgisinin dışında ne varsa hepsi zandan ibarettir. Ancak Allah bilgisine sahip olan, vahiy bilgisinden haberdar olan kişi âlimdir. Yâni ilim Müslümana aittir. Kur’-an’ı ve sünneti tanıyan kişi, vahiyden haberdar olan kişi dünyanın en âlim kişisidir. Vahiyden habersiz yaşayan insanlar, hem dünyalarını, hem de âhiretlerini berbat etmiş cahil ve sapık insanlardır. Kitap ve sünnetten, vahiyden habersiz kendilerine hayat programı yapmaya çalışan kimseler, hem dünyalarını, hem de ukbâlarını mahvetmiş zalimlerdir ve Allah zalimlere asla yol gösterecek değildir. Onlar dünyada da, âhirette de kaybetmiş kimselerdir.

Allah böyle vahiy bilgisine, kitap ve sünnete müracaat etmeyen, kendi zanlarıyla, kendi hevâ ve hevesleriyle bir hayat yaşayan zalim bir toplumu asla kurtuluşa ve düzlüğe ulaştırmayacaktır. Allah’ı, Allah’ın âyetlerini, Allah’ın hayat programını reddederek kendi kendilerine bilgisizce yasa belirlemeye kalkışan, kanun koyma, haram-he-lâl, hayat programı belirleme yetkisini kendilerinde gören zalim bir toplumu asla Allah kurtuluşa ulaştırmayacaktır. Böyle bir toplum ne hukukta, ne eğitimde, ne ekonomide, ne amelde, ne düşüncede kesinlikle doğruya ulaşamayacaktır. İyi şeyler yapmak için çırpınsalar da, Allah’ın yasalarından habersiz hareket ettiklerinden, istinat noktası olarak Allah’ın kitabını tanımadıklarından ne yaparlarsa yapsınlar, hep batacaklardır. Karmaşa içinde bir hayat yaşamaktan asla kurtulamayacaklardır. Hiçbir konuda doğru ve sıhhatli bir noktaya varama-yaca, hiçbir konuda çözüme ulaşamayacaklardır. Çözümü bulduk sandıkça batacaklardır. Çünkü o toplum Allah’ın yasalarını reddetmiş, Allah’ın kendileri için gönderdiği ruhla ilişkiyi kesmiş ve zalim olmuştur.

Rabbimiz, biz o kitabı, o ruhu bir nûr, bir ışık kıldık ki kullarımızdan dilediğimizi onunla hidâyete iletiyoruz, diyor. Ayrıca bir de o kitabı, biz insanlar için yol gösterici, bir nûr kıldık. Ona rehberlik edecek, yaşadığı hayatta onun yolunu aydınlatacak, hayatı boyunca onu yalnız bırakmayacak bir nûr kıldık, diyor Allah. Artık yaşadığı hayatta insanlar arasında o nûrla, o kitapla, o vahiyle yürüyor ve onu o nûr karanlıklar arasında bırakmayıp aydınlığa çıkarıyor.

Kur’an ruhtur ve onu tanımayan kimse de ölüdür. Bir insan düşünün ki, önce ölüdür. Ama bu ölüm canın bedenden ayrılışı şeklinde bir ölüm değildir. Canları bedenlerindeyken ölüdür bu kâfirler. Mehmet Akif, bunlar için namaz kıldığı caminin imamına şöyle diyor-du: “Hoca bunları canlı zannetme sakın. Bunlar meyyit-i müteharriklerdir.” Yâni kişi eğer vahiyle, Allah’la, peygamberle beraber değil, Kur’an’dan peygamberden ve onun ashabından örnek alacak kadar onlara yakınlık kurmuş değilse, Rasûlullah’ın ve sahâbesinin tatbikatını bilmiyorsa, ölüdür o insan. Kur’an’dan ayrı kalması sebebiyle ölüdür. Rasûlullah’ın hayat veren çağrısına uymamışsa, hayattan mahrumdur o insan. Çünkü Rabbimiz Enfâl sûresinde şöyle buyurur:

“Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin.”
(Enfâl 24)

Âyet-i kerîmeden anlıyoruz ki, Allah ve Resûlünün çağırdığı şey, hayat veren şeydir ve ondan mahrum olanlar da ölüdür. Yine biliyoruz ki, Kur’an’ın bir adı da ruhtur ve bu ruhla ilişkisi kesilmiş insan ölüdür. Zaten irtidat eden, Kur’an’dan irtibatını kesen kişi, ruh hakkını, hayatiyet hakkını kaybettiği için İslâm’da ölümü hakketmiş insandır. İşte böyle vahiyle, ruhla tanışamamış bir ölüyle, vahiyle dirilmiş kimse bir olur mu? diyor Rabb’ımız. Nûr sahibi bir Müslümanla bu nûrdan mahrum olan kâfir bir olur mu? Eline el feneri verilmiş ve onunla yürüyen bir adamla, karanlıkta el yordamıyla, düşe kalka yürümeye çalışan insan hiç bir olur mu?

“Şüphesiz ki ey peygamberim, sana ulaştırdığımız bu ruhla insanlara hidâyeti, sırât-ı müstakîmi gösteriyor, rehberlik ediyorsun. Sen Hakka, doğru yola, kılavuzluk, mihmandarlık ediyorsun. Hidâyet sadece Allah’a aittir. Kitap da, peygamber de, Kâbe de sadece hidâyet vasıtaları, hidâyet rehberleridir.” Allah’ın Resûlü tüm hayatıyla bize hidâyet yolunu göstermiştir ama onun da hidâyete ulaştırma yetkisi yoktur.

Rabbimiz vahiyle peygamberlerine yol göstermiştir. Biz de o vahyin ışığında yürüyoruz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet Vermek Sadece Allah’a Ait

Biz kimseye hidayet veremeyiz. Ama İslam nuruna davet eder, yol gösteririz. Gözlere nur vermek Allah'a aittir. Doktorlar nur vermiyor, veremiyor; sadece gözü perdelenenlerin nurunun açılmasına vesile oluyor.
Hidayet gönül işidir. Kişinin kafasına tabanca dayayarak iman ettiremezsiniz.
Böylesi, hidayete ermiş gibi görünür ama, gönülden inkâr eder.
Yine, kişinin kafatası veya kalbi açılarak içinden iman sökülemez. İman, hidayet bir gönül işidir. Gönüle de yalnız onu Yaratan hakim olur.
Bizim tebliğimiz, bir kişinin hidayetine sebep olursa, bu bizim için yeryüzü dolusu altına sahip olmaktan daha hayırlıdır.
Bu, bize biraz ters gelebilir. Ama, yeryüzü, insan için yaratılmıştır. Yeryüzünün tamamı, insanın haksız yere akıtılmış bir damla kanına denk olmaz. Dinimizin insana verdiği değer bu!...
"Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa, ihya ederse (hidayetine vesile olursa) bütün insanları kurtarmış, ihya etmiş gibi olur."
(5/Mâide, 32)

Maide suresi ayet 32
Bundan dolayı, İsrail oğullanna şunları yazdık: Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmaksızın öldürürse, bütün İnsanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse, bütün İnsanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, peygamberlerimiz onlara apaçık âyetlerle gelmişlerdi. Sonra yine de İçlerinden birçoğu bunların arkasından yeryüzünde taş*kınlık etmektedirler.

Yüce Allah'ın: "Bundan dolayı..." yani bu katilin ve onun işlediği cürmün bir sonucu olarak... ez-Zeccâc der ki: Onun işlediği cinayetinden dolayı demektir Nitekim cinayet işleyen bir kimse hakkında; Ki§i, ahalisinin aleyhine bir cinayet işledi denilir. Bab ve maştan itibariyle bu fiil; gibidir.

Şair el-Hİnnevt (veya Havvat b, Cübeyr) der ki:

"Ve aralarında bulunduğum kıldan çadır ahalisi

Hemen savaşa tutuştular ve o cinayetin sebebi ben idim.

Bunun anlamının, üzerlerine bu cinayeti çeken ben oldum şeklinde olduğu da söylenmiştir. Adiy b. Zeyd de der ki:

"Evet, şüphesiz Allah sizi üstün kılmıştır. Bellerine sağlamca peştemal bağlayan herkesten."

Bunun aslı "çekmek"dir. "Ecel" de buradan gelmektedir. Çünkü, her kişi önceden takdir edilmiş bir vakte doğru çekilmektedir. "Ayn" harfi ile "Âcil : çabuk, erken"in zıddı olarak; (hemze ile); "Âcil" de buradan gelmektedir. Bu ise, önceki bir hususun kendisine doğru çektiği şey anlamına gelir. Evet anlamına kullanılan "Ecel" de buradan gelmektedir. Çünkü bu da kendisine doğru çekilen şeye bir bağlılığı ifade etmektedir. Yaban öküzü sürüsü anlamına gelen el-İcl" de buradan gelmektedir. Çünkü, bu öküzlerin biri ötekine doğru çekilir. Bu açıklamaları er-Rummânî yapmıştır.

Yezid b. el-Ka'kâ Ebu Cafer de; Bundan dolaylı buyruğunu "nun" harfini esreli ve lıemze'yi hazfederek, şeklinde okumuştur ki, bu da bir söyleyiştir. Bu kıraate göre ifadenin asli; şeklinde olup, hemze'nin esresi "nun"a verilerek hemze hazf edilmiştir. Diğer taraftan şöyle de denilmiştin Yüce Allah'ın: Bundan dolayı buyruğunun daha önce geçen "pişmanlık duyanlardan" anlamında buyru*ğun taalluk etmesi de mümkündür. Bu durumda, üzerinde vakıf yapılır. Bunun, kendisinden sonra gelen; yazdık" e taalluku da mümkündür. Buna göre; bir söz başlangıcı olur. Bundan önce gelen, ile ifade tamamlanmış olur. İnsanların çoğu bu görüştedir. Yani, bu musibet dolayısıyla biz bunu yazdık, anlamındadır.

Kendilerinden önce öldürmenin haram kılındığı bir takım ümmetler geçmiş olmakla birlikte özel olarak İsrail oğullarının anılmasının sebebi insanların öldürülmesi dolayısıyla azap tehdidinin yazılı olarak üzerlerine indiği ilk ümmetin kendileri oluşudur. Bundan önce bu tehdit, mutlak olarak söz şeklinde varid olmuştu. İsrail oğullarına bu emir, tuğyanları ve kan dökmeleri sebebiyle yazılı emir verilmek suretiyle iş daha bir ağırlaştırılmış oldu.

"Bîr kimseye... karşılık olmaksızın" buyruğunun anlamına gelince: Bir kimce, birisini öldürmek suretiyle öldürülmeyi hak etmeksizin demektir. Şanf yüce Allah, şu üç husus sebebiyle olması dışında bütün şeriatlerde öldürmeyi haram kılmıştır: İmandan sonra küfür, mulısan oluştan sonra zina etmek ve zulmen ve haksızca saldırarak birisini öldürmek.

"Veya yeryüzünde bozgunculuk olmaksızın." buyruğundan kasıt, şirktir, Yolkesicilik olduğu da söylenmiştir.

el-Hasen; Veya bozgunculuğa" buyruğunu, şeklin*de nasb ile ifadenin baş tarafının delalet ettiği ve şu takdirde mahzuf bir fiil olduğunu var kabul ederek nasb ile okumuştur: Veya yeryüzünde bir fesat çıkartmaya karşılık... Buna delil ise, yüce Allah'ın: "Kim, bir kimseyi bir kimseye... karşılık olmaksızın" buyruğudur. Zira bu, fesadın en büyükierindendir.

Ancak, genel olarak diğer kurra bu kelimeyi esreli olarak; şeklinde nefs kelimesine mana yoluyla matuf olarak, veyahut da; Bozgunculuğa karşılık olmaksızın, takdirinde okumuşlardır.

"Bütün insanları öldürmüş gibi olur" buyruğundaki bu benzetmenin sıralanışı hususunda müfessirlerin ifadeleri birbirine uygun değildir. Çünkü, bütün insanları topluca öldüren kimsenin alacağı ceza, tek bir kişiyi öldüre*nin alacağı cezadan daha fazladır.

İbn Abbastan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bunun anlamı şudur: Kim bir peygamberi yahut adil bir yöneticiyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de böyle birisini güçlendirmek ve ona yardımcı olmak suretiyle diri tutarsa, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Anlamı gudur:
Her kim, tek bir kişiyi öldürür ve onun öldürülme yasağını çiğneyecek olursa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de Allah'tan korkarak bir canı öldürmeyi terkeder, onun öldürülme yasağını çiğnemez ve hayatta kalmasına sebep teşkil ederse, bütün insanlığı diriltmiş gibi olur.

Yine ondan başka gelen rivayete göre buyruğun anlamı şöyledir: Öldürülmüş olana göre bütün insanları öldürmüş gibi olur, onu hayatta bırakan ve helak olmaktan kurtaran kimse de o kurtarılan kimseye göre bütün insanları diriltmiş gibi olur.

Mücahid de der ki: Yani, kasti olarak mümin bir kimseyi öldüren kimseye Allah cehennemi ceza olarak belirlemiş, ona gazab etmiş, ona lanet etmiş ve ona çok büyük bir azap hazırlamıştır. Buyuruyor ki: Şayet bütün insanları öldürmüş olsaydı, böyle bir azaptan daha fazla ona azap edilmeyecekti. Kim de öldürmeyip bundan uzak durursa, onun sebebiyle de insanlar hayatta kalmış olurlar.

İbn Zeyd de der ki: Yani, her kim birisini öldürecek oiursa ona, adeta bütün insanları öldürmesi halinde gereken ceza gibi kısas cezası gerekir. Her kim de bir canı diriltirse, yani kendisi lehine başkasını öldürme hükmü sabit olduğu halde o kimseyi affederse dernektir. el-Hasen de böyle açıklamıştır. Yant bu, güç yetirdikten sonra affetmek demektir

Şöyle de denilmiştir: Bu şu demektir: Kim birisini öldürürse, bütün mü'min-ler onun hasmıdırlar. Zira o, hepsini o mü'minden mahrum bırakmıştır. Kim de mü'min bir cam diriltirse, o da bütün insanları diriltmiş gibi olur. Yani, herkesin ona teşekkür etmesi gerekir. Şöyle de denilmiştir: Birtek katilin günahı, hepsini öldürenin günahı gibi değerlendirilmiştir. Yüce Allah ise dilediği hükmü koyabilir.

Bir başka açıklama da şöyledir: Bu hüküm, aleyhlerine cezanın daha da ağırlaştırılması için İsrail oğullarına hastır.

İbn Atiyye ise der ki: Özet olarak benzetme -söylenildiğine göre- bütünüyle vakidir. Bir kişi hakkında bu yasağı çiğneyen bir kimse, bizzat herkes hakkında aynı yasağı çiğnemiş gibi kabul edilir. Buna bir örnek verilecek olursa: İki kişi» meyvelerinden hiçbir şeyin tadına bakmamak üzere iki ağaç hakkında yemin edecek olsalar, onlardan birisi kendi yemin ettiği ağacın meyvesinden bir miktar yese, diğeri de ağacının meyvesinin tamamını yiyecek olsa, her ikisi de eşit olarak yeminlerini bozmuş olurlar.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir; Bic kişinin Öldürülmesini helal kabul eden, hepsinin öldürülmesini helal kabul etmiş demektir. Çünkü o, şeriatı inkâr etmiş olur.

Yüce Allah'ın: "Kimde onu diriltirse..." buyruğunda mecazî bir ifade vardır. Çünkü bu, ölümden kurtarmak ve öldürmeyi terk etmek anlamındadır. Aksi taktirde yaratmanın kendisi olan gerçek anlamda diriltmek yalnızca Allah'a aittir. Böyle bir diriltmek de, lanetli Nemrud'un söylediği: "Ben de diriltir ve öldürürüm" (el-Bakara, 2/258) sözleri türündendir. O, öldürmeyi terketmeye diriltmek adını vermiştir.

Daha sonra yüce Allah İsrail oğullarına, peygamberlerin apaçık delillerle geldiğini, onların çoğunun haddi aşan ve Allah'ın emrini terkeden kimseler olduklarını haber vermektedir
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Taha suresi ayet 50
"Rabbimiz, her şeye yaratılışını verip, sonra hidayet edendir."

Müfessirler bu âyet-i Celileyi çeşitli şekillerde izah etmi§lerdir. Bu izah şekillerinden biri de şöyledir: "Allah, herşey için eşini yaratmış ve ona, evlen*me, yeme, içme, barınma vb. yollan göstermiştir." Taberi bu izah şeklini tercih etmiştir.

Diğer bir izah şekli de şöyledir: "Herşeye, yaratılmış olduğu şeklini ver*miştir. İnsanları insan, hayvanları hayvan şeklinde yaratmış sonra da herşeye, kendisine uygun olan yollan göstermiştir. Gıdasını nasıl tedarik edeceğini ve te*darik ettiği gıdayı nasıl muhafaza edeceğini öğretmiştir.

Diğer bir izah şekli de şöyledir: "Her canlının yaratılşını düzgün ve uy*gun bir şekilde yapmıştır. Sonra ona kendisine yaraşacak şeyleri göstermiş ve öğretmiştir.

Başka bir izah şekli de şöyledir: "Yarattığı her şeye kendisine yaraşan Özellikler verdi. Köpeğe diş, kuşa pençe gibi. Sonra ona nayatini nasıl devam ettireceğini gösterdi." Diğer bir izah şekli şöyledir: "Allah, yarattı ki arının, amellerini, ecellerini, nzıklarını takdir etmiştir. Yaratıklar, onun takdir ettiği şe*kilde hareket etmektedirler.


Bakara suresi ayet 38
"Ne zaman benden bir "hüda" gelir de, kim benim "hüda"ma uyarsa, böyleleri için korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir."

Biz, Âdem, Havva ve İblis'e "Hepiniz gökten yere inin." dedik. Ey Âdemoğullan, tarafımdan size bir açıklama ve hidayet geldiğinde kim, Pey*gamberlerimin diliyle gönderdiğime ve açıkladığım hükümlere uyarsa, onlara gelecekte kıyamet korkusu yoktur. Onlar, dünyada yapmadıkları şeylerden dola*yı da üzülmeyeceklerdir.

Âyet-i kerimede, kendilerine hep birlikte inmeleri emredilenler, Ebu Salihin rivayetine göre, Hz. Âdem, Havva, Yılan ve İblis'tir.

Âyet-i kerimede zikredilen "Hidayet"den maksat, Ebul Âliyeye göre, Peygamberler ve Allah'ın onlara gönderdiği vahiylerdir. Bu izaha göre Allah te*la bu âyet-i kerimede, Hz. Âdem ve Havvamn yanında, onların soyundan gelen insanlara da hitabetmiştir. Hitap sadece Hz. Âdem ve Havvaya değildir. Çünkü Hz. Âdem zaten Peygamberdir. Ona "Peygamber geldiğnde ona uy" şeklinde bir emir gönderilmesi mümkün değildir. Bu itibarla Hz. Âdemin soyundan gelen insanlar söz konusudur.

Taberi diyor ki:
Âyette zikredilen "Hidayet"ten maksat, Allah'ın gönde*receği emirler, göstereceği doğru yollardır.Buna göre hitap, Hz. Âdeme, Havva*ya ve onlarla birlikte yeryüzüne inenleredir. Ancak hitap bunlara ise de dolaylı yolla bütün mükellef olan kullaradır. Bu itibarla kim Allanın beyan ettiği emir*lere uyar, yasaklardan kaçınır ve gösterdiği doğru yolda gidecek olursa, artık onun için âhiret azabından korkma yoktur. Dünyadayken yapamadığı şeylerden dolayı da üzülmeyecektir.

Yeryüzündeki hayatında insanın önüne iki yol açılmış bulunuyor. Bu yollardan birisi, Allah'a giden yol, diğeri ise, Allah'ın yolu dışındaki sayısız yollar. Allah, yarattığı kullarına karşı son derece merhametli olduğu için, insanlara sürekli olarak "hüdâ"sını göndermiştir. Nitekim “hidâyet” kelimesinin bir anlamı "hediye" dir. Allah'ın insanlara yol göstermesi, onlara hüdâsını göndermesi, bütünüyle O'nun hediyesidir. İnsana düşen, Allah'ın hediyesini kabul etmektir. Bu hediyeyi Allah, her insana doğrudan doğruya değil de, aralarından seçtiği elçileri vasıtasıyla gönderir. İblis, dünya hayatının geçimliliğini insan için yegâne amaç haline getirir. Bunun sonucunda, yalnızca tutkuları peşinde koşan ve yeryüzünde fesat çıkaran insanın doğru yolu bulması için Allah, elçilerini gönderir ve onlarla beraber Kitap indirir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet İçin Kulun Çabası Gerekir

İnsanın, saptığı yollardan ayrılıp, Allah'ın yoluna girebilmesi için, öncelikle böyle bir zorunluluğu duyması, yani bu yola girmek için çabalaması gerekir. Bu çabalama Allah uğrunda cihaddır. Böyle bir çabanın içinde olan, yani, ya kendi kendilerine, ya da elçilerinin çağrısıyla böyle bir çabanın içine giren insanlara, elçiler getirdikleri Kitab'ın ayetlerini okurlar.
Ne ilginçtir ki, elçilere ilk inananlar, şirkin kirlerine bulaşmamış ve şirkin yarattığı ortamdan son derece rahatsızlık duyanlar olmuşlardır.
Yani, Kur'an'ın deyişiyle, kulakları bütünüyle sağır, gözleri bütünüyle kör olmamış, bunun sonucunda kalpleri hepten kararmamış, yani, ölmemiş insanlardır bunlar. İnsanı öldüren, kalbi karartan günahlardır.
Şirkin her türlü kirlerinin içine bulaşarak, karanlıklar içinde hayaller ve kuruntular üzerinde bir 'bilgi' oluşturan ve bunu gerçek bilgi sanan insanların iman etmesi kolay olmaz. İblis, insanlara yaptıklarını süsler, onlara va'd eder, içlerine kuruntular eker.
"Elbette senin kullarından belirlenmiş bir pay alacağım' dedi; 'onları mutlaka saptıracağım, boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim.' (İblis) Onlara va'd eder, ümit verir." (4/Nisâ, 118-120) İşte, şeytanın va'dine, verdiği ümitlere ve emirlerine bağlanıp, tutkularına kapılan insanlar 'ölmüş' insanlardır. Bunlar, fasıktırlar, facirdirler... Elçilerin getirdiklerine inanmazlar; onları yalanlarlar, iman edenleri de vazgeçirmeye çalışırlar. Onların bu durumuna, Kur'an-ı Kerim'de "çok uzak bir dalal" denir.

Nisa suresi ayet 118
Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: "Andolsun, kularından 'miktarları tesbit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim.

Yani, "onların zamanlarından, işlerinden, çabalarından, kuvvetlerinden, yeteneklerinden, servetlerinden ve çocuklarından bir kısmını kendim için ayıracağım: Onları hile ile aldatacağım ve bunların büyük bir kısmını benim yolumda harcamalarını sağlayacağım."

Nisa suresi ayet 119
Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır.

Burada putperest Arapların bâtıl geleneklerinden biri kastediliyor. Araplar dişi bir deve, beş veya on yavru doğurduğunda onun kulaklarını yararlar, onu tanrılarına adarlar ve onu çalıştırmayı haram sayarlardı. Aynı şekilde on yavrunun doğmasında dişi deveye eşlik eden erkek devenin de kulakları yarılır ve tanrıya adanırdı.

Bu ifade, yaratıklar üzerinde yapılan doğru ve yerinde değişiklikleri lânetlemez. Aksi takdirde insanlık medeniyetinin tümü Şeytan'ın saptırması olurdu. Medeniyetin, Allah tarafından yaratılan şeylerin doğru ve yerinde kullanılışından başka bir şey olmadığı açıktır. Kur'an'ın şeytanî değiştirmeler olarak tarif ettiği şey, eşyanın, insan fıtratının ve kendi tabiî fonksiyonunun aksine kullanılması olayıdır. O halde tabiatın düzeninden bir kaçış olarak benimsenen livata (eşcinsellik) , doğum kontrolü, dünyadan el-etek çekme vs. gibi şekillerin tümü şeytanın aldatmasının sonuçlarıdır. Kadınların kendilerine uygun fonksiyonları bırakıp, yaratılışın erkeklere verdiği görevleri üstlenmeleri de aynı şekilde şeytanın aldatmasıdır. Şeytanın takipçilerinin, evrenin yaratıcısının kanunlarını beğenmeyip onları "ıslah" etmeye çalıştıklarını gösteren bu tür örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür.

Nisa suresi ayet 120
(Şeytan) Onlara vaidler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez.

"Şeytanın başarısı tamamen boş vaadlere ve aldatmaya dayanır. Şeytan fertleri ve toplumu aldatmak için kurbanlarını temin etmek üzere kendi yanlış yolunu süsleyip insanlara pembe bir manzara çizer. Kişiyi başarı ve zevk vaadlerinde bulunarak aldatır. Bazılarına milli güç ve zenginlik, bazılarına insanlık refahının başka bir yönünü vaadederek aldatır. Bazılarına da kendisinin Hakk'a ulaşmada tek doğru yol olduğunu söyler. Bazılarını ne Allah'ın, ne de ahiret diye bir şeyin varolmadığını söyleyerek aldatır. Bazılarını da ahiret'teki hesaptan şu veya bu azizin şefaati ile kurtulabileceklerini söyleyerek saptırır. Kısacası, şeytan insanı en zayıf tarafıyla aldatmaya çalışır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet İçin Kulun Çabası Gerekir

İblisin temelde insanlar üzerinde bir hükmü yoktur. O sadece va'd eder; kuruntular ve ümitler verir. Ona uyanlar, aslında tutkularına, arzularına, hevalarına uyanlardır. Böyleleri, kurdukları dünyalarını sürdürebilmek için birtakım putlar icat ederler. Bu putlar, bazı şekiller olabildiği gibi, özellikle günümüzde çok yaygın olduğu biçimiyle, aldatıcı birtakım "bilgi"ler, eğlenceler, şarkılar, sporcular, bilim, teknik, sosyal bilgiler, ilerleme, eğitim, medeniyet, kültür, çağdaşlık gibi kelimeler de olabilir. Bunlar, Allah'la ilişki koparılarak değerlendirildiğinde; Allah'ın yolundan sapmış, tutkularına köle olmuş insanların, başkalarını da saptırmak için icat ettikleri putlara dönüşür. (Bkz. 14/İbrahim, 35-36; 25/Furkan, 17-18)

İbrahim suresi ayet 35
Bir zaman İbrahim şöyle dua etmişti: Rabbim, bu beldeyi emin bir belde yap. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan koru.

Allah teala bu âyet-i Kerimede, Resulullaha, İman etmeyen müşriklere, içinde yaşadıkları Mekkenin, meskun bir bölge olmasına sebep olan Hz. İbrahimin de, burada, putlara tapımlmamasmi Allahtan dilediğini kavmine hatırlatmasını bildirmektedir.

İbrahim suresi ayet 36
Rabbim, çünkü putlar, kendilerine tapan birçok insanın sapmasına sebep oldular. Kim bana uyarsa şüphesiz ki o, benîm dinimdendir. Kim bana karşı gelirse şüphesiz ki sen, af ve merhameti bol olansın.

Ey rabbim, bu putlar, birçok insanı hak yoldan çevirip sapıklığa düşmelerine ve onların, seni inkâr edip, kendilerine tapmalarına vesile olmuşlardır. Ey rabbim, kim, sana iman etmem ve sadece sana kulluk etmemde bana uyar da putları bırakırsa şüphesiz ki o, benim yaptığımı yapmış ve benim dinime tâbi olmuş olur. Kim de benim emrime karşr gelir, benim davetimi kabul etmez ve sana ortak koşacak olursa, onun hakkında hüküm verecek sensin. Şüphesiz ki sen, günahları çokça affeden ve kullarına karşı çokça merhametli olansın.

Furkan suresi ayet 17
Rabbin onları ve Allah'tan başka taptıklarını topladığı gün: "Bu kutlarımı siz mi saptırdınız yoksa kendi kendilerine mi yoldan saptılar?" der.

Allah, kıyamet gününde, kendisini bırakıp ta, Melekler, cinler ve insanlar gibi yaratıklara tapan ve kıyamet gününü inkâr eden bu kâfirlerle, taptıkları var*lıkları bir araya getirip onlara: "Şu kullarımı siz mi hak yoldan saptırdınız? Yoksa onlar kendileri mi saptılar?" diye soracaktır. O, kendilerine tapınılanlar ise şöyle diyeceklerdir:

Furkan suresi ayet 18
Onlar: "Hâşâ, seni, layık olmadığın sıfatlardan tenzih ederiz. Se*ni bırakıp başka dostlar edinmek bize yakışmaz. Fakat sen onları ve atala*rını nimetler içinde yaşattın da, sonunda seni anmayı unuttular ve yok olmaya layık bir kavim oldular." derler.

Müşriklerin taptıkları Melekler, İsa, Üzeyir gibi varlıklar Aİah'ı, onların sıfatlandırmalarından tenzih ederek derler ki: "Ey rabbimiz, biz seni, ortağının bulunmasından tenzih ederiz. Bizim, seni bırakıp ta başkalarını dostlar edinme*miz bize asla yakışmaz. Bizim dostumuz ancak sensin. Rabbimiz, sen bunları ve atalarım dünyada iken mal ve sıhhat gibi çeşitli nimetlerle yaşattın. Onlar seni anmayı, Peygamberine indirdiklerini ve ahirette tekrar dirilmeyi unuttular. Böy*lece helak olmayı hak eden bir topluluk oldular.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet İçin Kulun Çabası Gerekir

Öte yandan, şirkin yol açtığı ortamdan memnun olmayan ve çıkış yolu arayan insanlar dalal içinde olmalarına rağmen, elçilerin okuduğu ayetlerle, kalplerindeki kirleri gidermeğe girişirler, tezkiyeye başlarlar. Bu şekilde arınmaya koyularak, hüdaya tabi olmak isteyenlerin bu çabasına "ihtidâ" denilir. (İhtidâ etmediği halde, böyle görünen dönmeler vardır. İhtidanın başlangıcı elçilere ve Allah'tan getirdiklerine inanmak ve okudukları ayetlerle kalplerini arıtma uğraşısı içine girmektir. "Eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ettilerse, şüphe yok, ihtida etmişlerdir." (2/Bakara, 137) "Eğer müslüman olup teslim olmuşlarsa, şüphe yok, ihtida etmişlerdir." (3/Âl-i İmran, 20) Beri taraftan, elçilerin çağrılarına kulak vermeyip, uzak bir dalal içinde olanların peşinden gidenlerin, kendilerini dalalete sürükleyenlere karşı tavırları şöyle anlatılır: "Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün, "keşke" derler, Allah'a itaat etseydik, Rasül'e itaat etseydik! Rabbimiz, doğrusu biz efendilerimize, beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de, onlar yolu saptırdılar." (33/Ahzab, 66-67) (Ayrıca bkz. 7/A'raf, 38-39).

Bakara suresi ayet 137
Eğer sizin iman ettiğiniz gibi onlar da iman ederlerse şüphesiz ki hidayete ermiş olurlar. Şayet yüzçevirirlerse, bilin ki onlar ancak bir ayrılık içindedirler. Onlara karşı Allah sana yetecektir. O, her şeyi çok iyi işiten, çok iyi bilendir.

Ey müminler, eğer Yahudi ve Hıristiyanlar da sizin ikrar ve tasdik ettiğiniz gibi ikrar ve tasdik ederlerse şüphesiz ki hak yolu tutup hidayete ermeye muvaffak olmuşlardır. Eğer iman etmekten yüzçevirirlerse şüphesiz ki onlar, Allah ve Resulüne karşı bir isyan ve harp içindedirler. Ey Muhammed, bu suçlulara karşı Allah sana yetecektir. Onları ya öldürecek veya sürgün edecektir. Allah onların söylediklerini çok iyi işiten, içlerinde gizledikleri haset ve kini çok iyi bilendir.
Allah teala bu âyet-i kerimede vaadetüklerini yerine getirdi. Peygamberini onların şerrinden kurtardı. Peygamber onların bir kısmını öldürdü, bir kısmını sürgün etti, bir kısmını ise zımmi yapıp cizye ile vergiye bağlayarak zillete düşürdü.
Nitekim Resulullah (s.a.v.) Hendek savaşında, müşriklerle birleşerek Müslümanlara ihanet ettikleri için Kureyza Yahudilerinin savaşçılarını Öldürttü, kadın ve çocuklarını esir aldı. Nadr oğullarını ise Şam'a sürgün etti. Hayber Ya-hudilerini de Cizyeye bağlayarak Zımmi yaptı.

Ali imran suresi ayet 20
Eğer seninle mücadele ederlerse de ki: "Ben, Allaha yöneldim. Bana tabi olanlar da. Kendilerine kitap verilenlere ve okur yazarlığı olmayanlara de ki: "İslam oldunuz mu?" Eğer Müslüman olurlarsa doğru yolu bulmuş olurlar. Şayet yüzçevirirlersc sana düşen sadece tebliğdir Allah, kullarını çok iyi görendir.

Şayet Hristiyanlar, İsa hakkında seninle tartışmaya girer ve bâtıl iddialarla seninle cedelleşirlerse de ki: "Ben, dilimle, kalbimle ve bütün azalarımla yalnızca Allaha boyun eğip teslim oldum. Bana tabi olanlar da Allaha teslim oldular. Kendilerine kitap verilen Yahudi ve Hristiyanlarla okur yazarlığı olmayan Arap müşriklerine de ki: "Teslim oldunuz mu? Yani, Allanın birliğini kabul edip ibadeti ve ilahlığı sadece ona tahsis ettiniz mi? Şayet onlar Müslüman olurlarsa, yani boyun eğip sadece Allaha kulluk ederlerse, şüphesiz ki onlar, doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer onlar, senin davet ettiğin tevhid inancından, İslamdan yüzçevirirlerse, ey Muhammed, bil ki sen, sadece tebliğ edicisin. Sana düşen ancak, ilahi hükümleri tebliğ etmektir. Allah, kulların yaptıklarını çok iyi görendir. Onlara, amellerinin karşılğım verecektir.
Peygamber efendimiz, bütün insanlığın, kendisini Peygamber olarak kabul edip İslam dinine iman etmesi gerektiğini beyan ederek buyuruyor ki:"Muhammedin nefsi kudret elinde olan Allaha yemin olsun ki bu ümmetten herhangi bir kimse Yahudi ve Hristiyan da olsa, beni duyduğu halde bana gönderilenlere iman etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur.

Ahzab suresi ayet 66
Yüzleri ateşe çcvirildiği gün onlar: "Keşke Allaha itaat etseydik,-Peygambere itaat etseydir." derler.

Allah teala bu âyeti kerimede, kâfirlerin, cehennem ateşine çevirilerek yakılacakları zaman nasıl pişman olacaklarını, Allah ve Resulüne itaat etmiş olmayı temenni edeceklerini beyan ediyor.

Ahzab suresi ayet 67
Ve dediler ki: "Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular."

Yine diyecekler ki, Rabbimiz, biz Seni bırakmış da efendilerimize, büyüklerimize, siyasîlerimize itaat etmiştik. Biz örnek olarak Re-sûl’ünü bırakmıştık ta kendimize başka örnekler arayışı içine girmiştik. Büyük bildiğimiz, önder bildiğimiz, lider tanıdığımızı bulmuş, bizi Seninle çatışmaya sevk eden, bizi Sana kulluktan koparıp kendilerine kulluğa çağıran, bizi Senin yasalarına uymaktan uzaklaştırıp kendi yasalarına itaate zorlayan kimselere itaat etmiştik. Aksi takdirde insanları Allah’ın yoluna çağıran, Allah ve Resûlü’ne itaate çağıran kim olursa olsun, bir çocuk bile olsa ona itaatte bir sakınca yoktur. Bizi Allah’ın emirleriyle, Rasûlullah’ın istekleriyle karşı karşıya getiren her müslümanın uyarısına kulak vermek zorundayız

Araf suresi ayet 38
Allah kıyamet gününde onlara der ki: "Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetlcriyle beraber cehennem ateşine girin." Cehenneme giren her ümmet kendi din kardeşine lanet eder. Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler, öncekiler hakkında derler ki: "Rabbimiz, işte şunlar bizi doğru saptırdı. Onlara cehennem ateşinden iki kat azap ver." Allah der ki: "Her kesin azabı kat kattır. Fakat siz bilemezsiniz.

Allah'a iftira eden bu kâfirler, kıyamet gününde Allah'ın huzuruna varınca Allah onlara der ki: "Cinlerden ve insanlardan olan, geçmiş kâfir ümmetlerle birlikte siz de cehennem ateşine girin." Her ümmet cehennem ateşine girince, kendi dininden olan kardeşine, cehenneme girmesine sebep olduğu düşüncesiyle lanet okuyacaktır. Nihayet hepsi beraber cehennemde bir araya gelince, en son giren zayıflar, kendilerinden önce giren elebaşlan için derler ki: "Ey rabbimiz, işte bunlar bizleri senin yolundan saptırıp Şeytanlara itaat etmeyi süslü gösterdiler. Cehennem ateşinden bunlara bir kat daha azap ver." Allah da der ki: "Hepinizin azabı katmerlidir. Fakat ey cehennemlikler, siz bunun farkında değilsiniz."
Âyet-i kerime'nin sonunda: "Herkesin azabı kat katur." buyuru İm aktadır. Bu ifadeden maksat azaplarının tekrar etmesidir. Ancak Abdullah b. Mes'ud, buradaki: "kat, kat" diye tercüme edilen kelimesinden maksadın "Yılanlar" olduğunu söylemiş, ayet-i kerime'de, kâfirlerin, kıyamet gününde yı-lanlann sokmasıyla da azap göreceklerinin beyan edildiğini bildirmiştir.

Araf suresi ayet 39
Öncekiler de sonrakilere derler ki: "Sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktur. O halde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın."

Cehenneme Önceden giren elebaşılar derler ki: "Bizim, Allah'ın ayetlerini inkâr etmemiz sebebiyle nasıl bir cezaya çarptı aldığımızı gördünüz. Sizin, bizden üstün bir tarafınız yoktur. Sanki siz, Allah'a itaate yönelip te azgınlaığımz-dan ve sapıklığınızdan vaz mı geçmiştiniz? Bizim saptığımız gibi sizler de sapmıştınız."
Allah onlara: "Ey kâfirler, işlediğiniz günahlardan dolayı cehennem azabını tadın." der.
Bu hususta diğer bazı âyetlerde de şöyle buyrulmaktadır: "Şüppesiz ki Allah, kâfirleri lanetlemiş ve onlar için, alev alev yanan bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Kendilerine ne bir dost ne de bir yardımcı bulabileceklerdir."
"Yüzleri ateşe çevrildiği gün onlar: "Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygambere itaat etseydik." derler.
"Ey rabbimiz, biz efendilerimize ve büyüklerimize uymuştuk. Onlar ise bizi doğru yoldan saptırmışlar. Ey rabbimiz, onlann azabını iki kat ver. Onlan büyük bir lanete uğrat." derler
"İşte o zaman, tâbi olunanlar, kendilerine tâbi olanlardan uzaklaşacaklar, azabı görecekler ve aralarındaki bağlar kopacaktır."
"Tâbi olanlar şöyle derler: "Keşke bizim için tekrar dünyaya dönüş olsa da, onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşssak." İşte böylece Allah, amellerini bir pişmanlık kaynağı olarak kendilerine gösterecektir. Ve onlar, cehennem ateşinden çıkacak ta değillerdir.
İnkâr edenler: "Biz bu Kur'ana ve ondan önce gelen kitaplara inanmayacağız." dediler. Sen o zalimlerin, rablerinin huzurunda dururken, birbirlerini suçlayarak söz attıklarını bir görmelisin. Zayıflar büyüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız biz mutlaka iman etmiş olacaktır." derler.
"Büyüklük taslayanlar da zayıfların sözlerini reddederek: "Size hiyadet gelince, sizi ondan biz mi alıkoyduk? Bilakis siz suçluydunuz." derler.
"Zayıflar, büyüklük tasyanlara: "Bilakis gece gündüz tuzaklar kurmanız bizi alıkoydu. Çünkü siz, Allah'ı inkâr etmemizi ve ona ortaklar koşmamızı emrederdiniz." derler. Onlar, azabı görünce, pişmanlıklarını İçlerine atıp gizlerler. Biz, inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar takarız. Onlar, yaptıklarından başka bir şeyin mi cezasını çekerler?
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet İçin Kulun Çabası Gerekir

Kalplerini arıtanlar; Allah'a yapışır, Rasüllerin öğretilerine kulak verir ve bu öğretiler üzerinde gitmeğe, hayatlarını sürdürmeğe çalışırlarsa, Allah da onların hidayetini artırır, onları sırat-ı müstakimde sabitleştirir. "Allah, İhtida edenlerin hidayetlerini artırdı ve onlara takvalarını verdi." (47/Muhammed, 17) İhtidalarında sabit olup, imanlarından dönmeyenler ve salih amellerde bulunanların sonunda kalpleri de hidayete erer. Kalp hidayete erince, insan bütünüyle hüdaya ulaşmış, yani artık tam anlamıyla hidayet bulmuş demektir. "Kim Allah'a iman ederse, Allah kalbini hidayete erdirir." (64/Teğabün, 11) Allah'ın hidayete erdirdiği insanlar, yine İblis'in iğvalarına kapılıp, dalalete düşebilirler. Dalalet, doğru yoldan her türlü sapmayı içine alır; İster bilerek, ister bilmeyerek, ister unutarak, ister kasden olsun. Sırat-ı müstakimde olmamak veya sırat-ı müstakimi bilmemek de dalalettir.

Muhammed suresi ayet 17)
Doğru yolu bulanlara gelince, Allah onların hidayetini artırır ve onlara "Takva" bahşeder.

Ey Muhammed, Allanın, hakka uymaya muvaffak kıldığı, iman etmeye kalblerini açtığı kimselere gelince, Allah onların, imanlarını ve hidayetlerini ila*ha da artırır. Ayrıca onlara, kendisinden korkmayı ilham eder.

AbduIIah b. Abbas diyor ki: "Allah teala, Kur'anı kerimi indirince mü-n.ini.T ona iman ettiler. Böylece Kur'an onlar için doğru yolu gösteren bir reh*ber o: Ju. Daha sonra Allah, Kur'anın hükümleri arasında nasih ve mensuh'u be-yane dince de müminlerin doğru yolu gömıeleri iyice kuvvetlendi. İşte Allahin, onların hidayetlerini artırması budur."

Teğabün suresi ayet , 11)
Allahın izni olmadan kulun başına hiçbir müsibet gelmez.
Kim Allaha iman ederse Allah onun kalbini hidayete eriştirir
Allah her şeyi bilendir.


Allahın birliğini inkar eden, kulu Muhammed'e indirdiği Kur'anın âyetlerini yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi olarak kala*caklardır. Ne ölüp kurtulacaklar ne de oradan çıkarılacaklardır. Cehennem ne kötü vanlacak bir yerdir Hiçbir kimsenin başına bir musibet gelmez ki o, Alla*hın kaza ve kaderiyle olmuş olmasın. Kim Allaha iman eder ve- başına gelen herhangi bir felaketin Allahın takdiriyle geldiğine inanırsa Allah onun kalbini, emirlerine boyun eğmeye muvaffak kılar. Allah, herşeyi bilendir. O, geçmişi de bilir geleceği de.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet İçin Kulun Çabası Gerekir

Kur'an, hidayetin Allah'ın elinde olduğunu, Allah'ın hidayet vermediğine kimsenin hidayet veremeyeceğini, eğer Allah dileseydi herkesin hidayet üzere olacağını söylemektedir. (Örnek olarak bkz. 6/En'am, 149; 16/Nahl, 9, 93; 7/A'râf, 30; 13/Ra'd, 31; 4/Nisâ, 88; 28/Kasas, 56; 42/Şûrâ, 52; 18/Kehf, 17; 39/Zümer, 37; 2/Bakara, 142, 213, 272; 10/Yûnus, 25; 14/İbrahim, 4...). Kişinin bâtıl yolu bırakıp, hidayete yönelmesi, Cenab-ı Hakk'ın dilemesi ve yardımı ile olur. " De ki: Ey insanlar, size Rabbiniz tarafından bir hak geldi. Kim ihtida eder, doğru yola giderse, kendi lehine doğru yola gitmiş olur. Kim de dalalet içinde olursa, saparsa; kendi aleyhine sapmış olur. Ben üzerinize vekil değilim." (10/Yûnus, 108). "Allah kimi saptırırsa, artık onu hidayete, doğru yola sevk edecek hiçbir kimse bulunmaz." (13/Ra'd, 33).

Enam suresi ayet 149
De ki: "En 'üstün ve apaçık' delil Allah'ındır. Eğer o dileseydi elbette tümünüzü hidayete yöneltip iletirdi."

Nahl suresi ayet, 9
Yolu doğrultmak Allah'a aittir, kimi (yollar) ise eğridir. Eğer o dileseydi, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi.

Nahl suresi ayet 93;
Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet kılardı; ancak dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Yapmakta olduklarınızdan muhakkak sorulacaksınız.

A'râf suresi ayet, 30;
Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketi. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.


Rad suresi ayet 31;
Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur'an olsaydı (yine bu Kur'an olurdu) . Hayır, emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu. Küfre sapanlar, Allah'ın va'di gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez. (Veya miadını şaşırmaz.)

Rad suresi ayet 33
Her nefsin bütün kazandıkları üzerinde gözetici olana mı (başkaldırılır?) Onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: "Bunları adlandırın (bakalım) . Yoksa siz yeryüzünde bilmeyeceği bir şeyi O'na haber mi veriyorsunuz? Yoksa sözün zahirine (veya boş ve süslü olanına) mı (kanıyorsunuz) ? Hayır, küfre sapanlara kendi hilelidüzenleri süslü-çekici gösterilmiştir ve onlar (doğru) yoldan alıkonmuşlardır. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için hiç bir yol gösterici yoktur.

Nisâ suresi ayet, 88;
Şu halde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye? Oysa Allah, onları kazandıkları dolayısıyla tepe taklak etmiştir. Allah'ın saptırdığını hidayete eriştirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık sen ona kesin olarak bir yol bulamazsın.

Kasas suresi ayet, 56;
Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete eriştiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.

Şûrâ suresi ayet, 52;
Böylece sana da biz kendi emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.

Kehf suresi ayet, 17;
(Onlara baktığında) Görürsün ki, güneş doğduğunda onların mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser-geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi de saptırırsa onun için asla doğru-yolu gösterici bir veli bulamazsın.

Zümer suresi ayet, 37;
Allah, kimi de hidayete eriştirirse, onun için bir saptırıcı da yoktur. Allah, intikam sahibi, güçlü ve üstün olan değil midir?

Bakara suresi ayet 142
İnsanlardan birtakım beyinsizler: "Onları daha önce üzerinde bulundukları kıblelerinden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da Allah'ındır, batı da. Dilediğini dosdoğru yola yöneltip-iletir."

Bakara suresi ayet 213,
İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcı-korkutucular olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı-olan 'azgınlık ve kıskançlıkları yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir.' Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltip-iletir.

Bakara suresi ayet 272;
Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (kesin bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içidir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size eksiksizce ödenecektir.

Yûnus suresi ayet 25
Allah barış yurduna(32) çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir.

Yûnus suresi ayet 108
De ki: "Ey insanlar, şüphesiz size Rabbinizden hak gelmiştir. Kim hidayete ulaşırsa, o, ancak kendi nefsi için hidayete ulaşmıştır. Kim de saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim."

İbrahim suresi ayet, 4.
Biz hiç bir peygamberi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. Böylece Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, dilediğini hidayete yöneltip-iletir. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Hidayet, öncelikle Allah'tandır ve tek hidayet edici O'dur. Fakat, rasüller Allah'ın hidayetiyle hidayet edici, yani insanları Allah'ın yoluna yönelticidirler. Bu yönelişi tam bir hidayet üzerinde oluşa çevirmek yine Allah'ın elindedir. Peygamber ne kadar isterse istesin, insanlara hidayet veremez. Allah'ın izniyle insanlar hidayete erer veya sapıklıkta devam eder. Aynı şekilde İblis de insanlara vesvese vererek, emrederek, kuruntular ve ümitler içinde yürüterek onları dalalete çağırır. Ama, yine, insanı sapıklığa iten Allah'tır; yani, nihai belirleyici O'dur. İnsansa iradesini kullanarak sapar; yani Allah, İblisin va'dlerine kanarak, tutkularına esir olan insanları, kendileri istedikleri ve o yöne yöneldikleri için saptırır. İnsanları doğruya yönelten, yani hidayete götüren imamlar olarak rasüller göndermesi, temelde yine Allah'ın hidayet etmesi olduğu gibi, İblisle de saptırması, yine Allah'ın saptırmasıdır; yani, Allah insanın gerek hidayete ermesi, gerekse sapması için gerekli her türlü şartı yaratır; sonra, hidayete ermeğe çabalayan insanları hidayete ulaştırır; sapıklıkta ısrar edenleri de kendi hallerine bırakır:
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet İçin Kulun Çabası Gerekir

Hidayet, öncelikle Allah'tandır ve tek hidayet edici O'dur. Fakat, rasüller Allah'ın hidayetiyle hidayet edici, yani insanları Allah'ın yoluna yönelticidirler. Bu yönelişi tam bir hidayet üzerinde oluşa çevirmek yine Allah'ın elindedir. Peygamber ne kadar isterse istesin, insanlara hidayet veremez. Allah'ın izniyle insanlar hidayete erer veya sapıklıkta devam eder. Aynı şekilde İblis de insanlara vesvese vererek, emrederek, kuruntular ve ümitler içinde yürüterek onları dalalete çağırır. Ama, yine, insanı sapıklığa iten Allah'tır; yani, nihai belirleyici O'dur. İnsansa iradesini kullanarak sapar; yani Allah, İblisin va'dlerine kanarak, tutkularına esir olan insanları, kendileri istedikleri ve o yöne yöneldikleri için saptırır. İnsanları doğruya yönelten, yani hidayete götüren imamlar olarak rasüller göndermesi, temelde yine Allah'ın hidayet etmesi olduğu gibi, İblisle de saptırması, yine Allah'ın saptırmasıdır; yani, Allah insanın gerek hidayete ermesi, gerekse sapması için gerekli her türlü şartı yaratır; sonra, hidayete ermeğe çabalayan insanları hidayete ulaştırır; sapıklıkta ısrar edenleri de kendi hallerine bırakır:

Enbiya suresi ayet 73
Onları, emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık. Onlara hayırlı işler yapmayı, namazı dosdoğru kılmayı ve zekatı vermeyi vahyet-tîk. Onlar ancak bize ibadet eden kimselerdi.

Allah Teala bu âyet-i kerimede, Hz. İbrahim'i, Hz. Lut'u, Hz. İbrahim'in oğlu İshak'ı ve İshak'ın oğlu Hz. Yakub'u önderler yaptığını, bunları, insanlara doğru yola gösteren ve onlan Allah'a davet eden Peygamberler yaptığını beyan ediyor ve bunlara hayır işlemelerini, namaz kılmalarını, zekât vermelerini vah-yettiğini, bunların da samimiyetle Allah'a kulluk ettiklerini bildiriyor.

Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde olduğu gibi bu surede de Peygamberler*den kısa olarak bilgiler veriliyor bu bilgiler Hz. İbrahim ile başlıyor ve devam ediyor.

Şûrâ suresi ayet 52
"Muhakkak sen, sırat-ı müstakime ihtida ettirirsin. Buna karşılık,

Fakat biz onu bir nur kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi onunla hidayete erdiririz. Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yolu gösteriyorsun.

Kasas suresi ayet 56)
Ey Muhammed, şüphesiz sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. O, hidayete erecekleri çok iyi bilir.

Ebu Hureyre (r.a.), Müseyyeb b. Hezen, Abdullah b. Ömer, Mücahid, Katade, Atâ ve diğer bazı âlimler bu âyet-i kerimenin, Resulullah'ın amcası olan ve ölürken iman etmeyen Ebu Talib hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Ebu Talib, Resulullah'ı himaye ediyor, ona yardımda bulunuyor ve onu şefkatle seviyordu Ebu Talib'in Ölüm hastalığında Resulullah onu iman etmeye ısrarla davet etmişti. Fakat Ebu Talib, üzerinde bulunduğu bâtıl inançtan dön*memiş ve iman etmemiştir.

Müseyyeb b, Hazen (r.a.) diyor ki:

"Ebu Talib'e ölüm gelip çatınca, yanında Ebu Cehil'in de bulunduğu bir sırada Resulullah (s.a.v.) de yanma girdi ve ona şöyle dedi: "Ey amcam, Lâilahe illallah "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" kelimesini söyle ki Allah katında onunla seni savunayım." Bunun üzerine Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebu Ümeyye: "Ey Ebu Talib, sen, (baban) Abdülmuttalib'in dininden vaz mı geçeceksin?" de*diler, ve devamlı olarak ona bunu telkin ettiler. Nihayet Ebu Talib onlara şu sözleri söyledi: "Ben, Abdülmuttalib'in dini üzereyim." Resulullah şöyle buyur*du: "Bana yasaklanmadıkça senin için mutlaka af dileyeceğim." Bunun üzerine şu âyet-i kerime nazil oldu: "Ne Peygamberin ne de müminlerin, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, akrabaları .da olsa, müşrikler için af dilemeleri asla doğru olamaz. İşte bu Kasas suresinin elli altıncı âyetinin nüzul sebebi de aynı olaydır.

Ubu Hureyre (r.a.) diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) amcasına şöyle dedi: "Lailahe illallah" de ki kıyamet gününde senin için bununla şahitlik edeyim." Ebu Talib şöyle dedi: "Şayet Kureyşliler beni ayıplayıp: "Onu, korkusu böyle yapmaya şevketti." demeyecek olsalardı ben onu söyleyerek seni sevindirirdim." Bunun üzenne Allah teala: "Ey Muhammed, şüphesiz ki sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin." âyetim indir*di.

Resulullah (s.a.v.)'in amcası Abbas, kardeşi Ebu talib için Resulullah'tan şunu sormuştur:

"Ey Allah'ın Resulü, senin, Ebu Talib'e herhangi bir faydan oldu mu? O seni himaye ediyor ve senin için herkese kızıyordu." Resulullah da ona şu ceva*bı verdi: "Evet, o, cehennem ateşinin sığ bir yerinde bulunacaktır. Şayet ben ol*masaydım o, cehennemin en alt katma atılacaktı.

Ebu Said el-Hudr^nin rivayetinde ise Resulullah şu cevabı vermiştir:

"Belki kıyamet gününde şefaatim ona fayda verir de o, ateşin, topuklarına kadar ulaşacağı sığ bir yerine konur. Fakat yine de o ateşten bey; kaynar.

Yûnus suresi ayet 43
Onlardan bir kimi da sana bakıp dururlar. Hiç sen, körlere doğ*ru yolu gösterebilir misin? Hele körlükleri yanında bir de basiretsiz olur*larsa.

Ey Muharamed, bu müşriklerden bazıları senin ortaya koyduğun delilleri*ni, peygamberlik alametlerini senin vakarını ve iyi ahlakını, güzel görünümünü görürler. Bunlar, senin Peygamber olduğunu gösteren delillerdir. Fakat bunlar, müminlerin sana baktığı gibi takdir gözüyle değil, tahkir gözüyle bakarlar Bu itibarla onlar, gerçeği göremeyen körlerdir. Sen, körlere doğru yolu nasıl göste*receksin? Hele bunlar bir de basiretsiz olurlarsa.

Bu âyet-i Kerime, Peygamber efendimizin Peygamberliğini inkâr eden ve onu yalanlayan kavmine karşi onu teselli etmekte ve kavmine İslamı tebliğ etmesine rağmen onların iman etmelerine üzülmemesini, zira hidayetin, ancak Allahm elinde olduğunu bildirmektedir.


En'âm suresi ayet 116
Eğer ycryüzündckilcrin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolun*dan saptırırlar. Çünkü onlar sadece "Zan'a uyarlar ve sadece tahmin yü*rütürler.

Bu âyet-i Kerime, yeryüzünde yaşayan insanların çoğunluğunun görü*şünün hakkı temsil etmediğini, çünkü bunların birtakım hayal ve kuruntulara dayandığını, bu itibarla çoğunluğun, doğru olmayan görüşüne uyuldtığu takdir*de, insanları Allanın yolundan saptıracaklarını bizlere Öğretmekte, azınlık tara*fından benimsenmiş olsa da, gerçeğe uymak gerektiğini bildirmektedir. O halde "Çoğunluk böyle düşünüyor öyleyse bu doğrudur" mantığı geçersizdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet İçin Kulun Çabası Gerekir

Dalalet, "an" harf-i cerriyle kullanıldığında "yitmek, yok olup gitmek" anlamlarına gelir.
Kafirlerin dünya hayatındaki amelleri, küfürleri, iftiraları, hepsi ahirette kendilerinden sıyrılıp gidecektir. Böylece onların hiçbir değerlerinin olmadığı anlaşılacak ve kendilerine hiçbir bakıma yarar getirmeyecek, tam tersine zarar verecektir. Dünya hayatında Allah'a koştukları eşler de, aynı şekilde kendilerinden kaybolup gidecektir: "Uydurdukları şeyler kendilerinden kaybolup gitti." 6/En'âm, 24; 10/Yûnus, 30)

Kur'an'ı başından başlayarak okuyan kimsenin, yüce Allah'tan ilk isteği hidayettir. Bu isteğe cevap da, ardından verilmektedir: Hidayeti isteyene "işte Kur'an!" (2/Bakara, 2) denilmektedir. Dosdoğru yol, hidayet Kur'an yoludur.

Enam suresi ayet 24
Bak, kendi kendilerini nasıl yalanladılar. Ve uydurdukları put*lar, kendilerinden nasıl kaybolup gitti.

Ey Muhammed, bak, putları ve diğer şeyleri rablerine denk tutan bu müş*rikler, Allahın huzuruna çıktıklarında söyleyecekleri: "Rabbimiz olan Ali aha yemin olsun ki biz, Allaha ortak koşanlardan değildik." şeklindeki sözleriyle kendilerini nasıl yalanlayacaklarıdır. Onlar, bu iftiralarından ve Allaha ortak koşmalarından dolayı cezalandırılınca da uydurdukları putları kendilerinden uzaklaşarak kaybolup gidecek ve onlar, yapayalnız kalacaklardır.

Yunus suresi ayet 30
Orada herkes, daha önce yaptıklarından dolayı imtihan verir. Hak olan mevlaları Allaha döndürülürler. Uydurdukları şeyler de kendile*rinden kaybolur.

Kıyamet gününde herkes, daha önce işlediği hayır ve serden haberdar olacaktır. İnsanlar rablerinin huzuruna çıkarılacaklardır. Müşriklerin, Allah ile birlikte ilah edindikleri ve Allaha denk tuttukları şeyler, o sıkıntılı hallerinde kendileriden kaçıp kaybolacaklanr. Rableri de kendilerini, yaptıklarına göre ce*zalandıracak veya mükâfaatlandıracaktır.

Bu âyet-i kerime, insanalnn bu dünyadaki davranışlarından âhirette ha*berdar edileceklerini ve ondan sonra da yaptıklarının karşılığını göreceklerini beyan etmektedir. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "O gün in*sana yaptığı ve yapmadığı herşey haber verilir." Daha doğrusu insan, özürlerini ortaya koysa bile, kendi yaptığını gözüyle görür. "Biz, her insanın amelini kendi boynuna taktık. Kıyamet gününde onun için bir kitap çıkaracağız. O, kita*bını açık bulacak." "Ogün insana: "Kitabım oku, bugün hesap görme bakımın*dan sen kendine yetersin." denilir[

Bakara suresi ayet 2
İşte o kitap, kendisinde hiç şüphe olmayan ve takva sahiplerine doğru yolu gösteren bir kitaptır.

Ey Muhammed, sana anlatıp açıkladığım bu Kur'anın, Allah katından geldiği hususunda hiçbir şüphe yoktur. Bu Kur'an, rablerinin, kendilerine emret*tiği şeylerde ona tiaat ederek ve yasakladığı günahlardan da kaçınarak, Allah'tan korkan insanlar için, doğru yolu gösteren bir rehberdir.

Burada Kur'an-ı Kerimin rehberliğinin, sadece AHahtan korkanlara yani takva sahiplerine ait olduğu zikredilmektedir. Çünkü Kur'an, müminlerin kalb-leri için bir şifa, inkarcılar için de, onlann gözlerini kör eden bir perdedir.

Nitekim diğer âyet-i kerimelerde de Allah teala şöyle buyurmaktadır: "... Ey Mııhammcd, sen onlara şöyle de: "Kur'an, iman edenlere bir hidayet rehberi ve şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bîr ağırlık vardır. Onların gözleri Kur'ana karşı kördür. "Biz, Kur'anı iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olarak indiriyoruz. Kur'an, zalimlerin ise ancak zararını artırır."

Evet bu Kur'an, Allanın, kâfirlere karşı en mükemmel bir delilidir. Mü*min bu Kur'ania doğru yolu bulur. Bu Kur'an kâfirin ise aleyhine bir delildir.

Ayet-i kerimede geçen "İşte o kitap" ifadesinden maksat, Mücahid, İkri-me, Suddî, İbr.-i Cüreyc ve İbn-i Abbas'a göre "Bu kitap" demektir.

Taberi diyor ki: "Nasıl olur da görünmeyen bir şeyi işaret eden ve "O" aniamına gelen Zalike zamirinin, görünene işaret eden ve "Bu" anlamı*na gelen Hazâ yerine kullanıldığı söylenir?" diye sorulacak olursa ona cevaben denir ki: "Geçmiş olan ve geçmesi yakın olan bütün şeyler, görünür gibi kabul edilir ve ona göre cümleler kullanılır. Mesela bir adam diğer bir kimse*ye hitabettiğinde, dinleyen kimse ona: "Vallahi o şey söylediğin gibidir. Vallahi bu şey söylediğin gibidir." diye cevap verir. Böylece geçmiş şeyler hakkında bazan Zalike, yani "O" bazan da Hazâ, yani "Bu" zamiri kulla*nılır. Durum bu âyet-i kerimede de böyledir. Buradaki "O" zamiri mukatta'a harflere işaret etmektedir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Ey Muhammetl, şimdi sana zikrettiğim ve açıkladığım bu harflerin kapsadığı mânâlar, kendisin*de şüphe olmayan bir kitaptır."

Burada, harfler biraz önce zikredildiğinden bunlara, görünmeyene işaret eden zalike, ile işaret edilmesi caiz olmuştur. Zira zalike, yeni geçen haberler için işaret olarak kullanılmaktadır. Bu haberlere, gözönünde bu*lunan haberler gibi muamele yapılır.

Bazı müfessirlere göre buradaki "O" zamiri. Bakara suresinden önce Mekke ve Medinede inen surelere işaret etmektedir. Buna göre mânâ şöyledir: "Ey Muhammet), sana indirmiş olduğum surelerin kapsadığı âyetler, kendisinde şüphe olmayan bir kitaptır." Buna göre, her ne kadar âyette "O sureler" derime-mişse de, sureler de Kur'anın birer parçası olduklarından "O" zamirini "Bu" za*miri diye izah etmek uygun olmuş zalikel kitabü, ifadesinden maksadın hazel kitab, olduğu söylenmiştir.

Bazı âlimlere göre, buradaki "O" zamirinden maksat, Tevrat ve İncite işa*rettir. Bu izaha göre zalike'nin hazâ, mânâsına olduğunu söy*lemeye ihtiyaç yoktur. Zira zalike, tam kendi mânâsında, göz ile görün*meyene işaret etmiş olur.

Ayette geçen ve "Kendisinde hiç şüphe olmayan" diye tercüme edilen "La reybe fıh" ifadesi, Mücahid, Atâ, Süddî, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve Rebi b. Enes tarafından "kendisinde şek olmayan." diye izah edilmiştir.

Yine âyette geçen ve "Doğru yolu gösteren." diye tercüme edilen huden, kelimesi, Şa'bî tarafından "Sapıklıktan kurtaran" şeklinde. Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes'ud tarafından "Nur olan" şeklinde izah edilmiştir. Bi*rinci izaha göre âyetin mânâsı "Takva sahiplerini sapıklıktan kurtaran" ikinci görüşe göre ise "Takva sahipleri için bir nur ve bir aydınlık olan" demektir.

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Allah tealanın kitabı, sadece takva sahipleri için mi bir nurdur ve sadece müminlere mi doğru yoiu gösterir?" Ona cevaben denilir ki: "Evet, Allah tealanın kitabı, onun vasıflandırdığı gibi*dir. Şayet o, takva sahibi olmayanlar için de bir nur olsa ve mümin olmayanlara da doğru yolu gösterecek olsaydı, Allah teala onu, "Takva sahiplerine doğru yo*lu göstermeye tahsis etmiş olmazdı. Tüm uyarılanlar için böyle olduğunu beyan ederdi. Doğrusu Kur'an, takva sahiplerine doğru yolu gösteren, müminlerin kalblerinde olan hastalıkları tedavi eden bir kitaptır. Kendisini yalanlayanların kulaklarında bir ağırlık, inkâr edenlerin gözlerini örten bir körlük, kâfirlere karşı Allanın kesin delilidir. Mümin, onunla doğru yolu bulur. Kâfir de onunla sustu*rulur.

Âyette zikredilen ve "Takva sahipleri" diye tercüme edilen ( lil müttakin, ifadesi, Hasan-ı Basri tarafından "Kendilerine haram kılınanlardan kaçman ve kendilerine farz kılananları eda edenler." diye izah edilmiştir. Abdul*lah b. Abbas tarafından da "Bildikleri hidayeti terketmeleri halinde, Allanın, kendilerini cezalandırmasından korkanlar ve Allanın gönderdiklerini tasdik et*tikleri takdirde, onun merhametini umanlar." şeklinde izah edilmiştir. Ebu Mâlik, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes'uddan nakledilen başka bir izaha göre de onlar bu ifadeyi "Müminler" diye izah eünişlerdir. Kelbî tarafından ise, "Büyük günahlardan kaçınanlar." şeklinde izah edilmiş, Dehhak'ın Abdullah b. Abbastan rivayetine göre o da bu ifadeyi: "Allaha ortak koşmaktan kaçınan ve ona itaat eden müminler." şeklinde izah etmiştir. Katade ise "Müttakiler"den maksadın, daha sonra gelen âyetlerde, "Gayba iman etme, namazı kılma, kendi*lerine verilen nzıklan intak etme,, sıfatları zikredilen kişiler." olduğunu söyle*miştir.

Taberi, bu izahlardan, en tercihe şayan olanın, "Takva sahiplerinden maksat. Allanın yasakladığı şeylerden kaçınan ve Allanın emrettiği şeyleri yeri*ne getirerek ona itaat eden kimselerdir." diyen görüş olduğunu söylemiş, âyetin genel ifadesinin bunu gerektirdiğini, âyeti takvanın herhangi bir dalına tahsis et*meye dair herhangi bir delil bulunmadığını beyan etmiş ve buradaki "Tak-va"dan maksadın, "Allaha ortak koşmaktan kaçınmak ve nifaktan beri olmak" diyenlerin görüşlerinin doğru olmadığını söylemiştir. Bu görüşte olanların "ni*fakı" "Allanın haram kıldığı şeyleri işleme ve farz kıldığı şeyleri yapmama." mânâsına aldıkları takdirde, takvayı izahlarının doğru olabileceğini beyan et*miştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyette Kulun Rolü

Kur'an'ın tamamını dikkatlice okumayanlar yüzeysel bir bakış açısıyla kaderci bir anlayışa kapılır ve hidayetin, kişinin hiçbir etkisi olmadan, tamamen Allah tarafından takdir edildiğini zannederler. Kuşkusuz Allah'a inanan her mü'min Allah'ın iradesinin her türlü iradenin üstünde olduğuna; Allah'ın dilemesinin önünde hiçbir engel bulunamayacağına kesin olarak inanır. İnsan da diğer yaratıklar da Allah'a muhtaçtırlar. Yaratıkların, kendilerinden kaynaklanan hiçbir şeyi yoktur. Organları da, fiilleri de, yararlandığı şeylerin hepsi de Allah tarafından yaratılmıştır. Hidayeti de veren O'dur. Ancak, hidayeti dileyen bir kimseye Allah engel olur ve onu sapıklıkta kalmaya zorlar mı? Ya da hidayeti bulmak istemeyeni Allah zorla hidayete sürükler mi? Daha açık bir ifade ile, yüce Allah, kulları arasında ayırım yaparak kimilerini kayırır ve kimilerini cezalandırmak için başka şeylere yönelir mi?

Allah'ın dilemesinin önünde hiçbir engel olamayacağına kesin olarak inanan mü'min, durup dururken Allah'ın, kulları arasında bir ayırım yapmadığına; O'nun âdil olduğuna da kesin olarak inanır. "Kim yararlı iş işlerse kendi lehinedir; kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara karşı zalim değildir." (41/Fussılet, 46) "Bu, yaptığınızın karşılığıdır. Yoksa Allah, kullara asla zulmetmez." (3/Âl-i İmran, 82)

Fussilet suresi ayet 46
Kim salih amel işlerse onun mükafaatı kendinedir. Kim de kötü amel İşlerse, onun zararı yine kendinedir. Yoksa abbİn, kullarına karşı asla zalim değildir.

Kim bu dünyadayken Aİlaha itaat ederek, onun emirlerini tutup yasakla*rından kaçınarak salih amel işleyecek olursa o, kendi menfaati için bunu işlemiş olur. Zira âhirette bunun karşılığı olarak rabbi tarafından, cehennemden kurtarıl*mış ve cennete konulmuş olur. Kim de dünyada iken Aİlaha karşı gelerek bir kötülük işleyecek olur ise o, kendi aleyhine kötülük işlemiş olur. Zira o kimse, ameliyle Allanın gazabını üzerine çekmiş olur. Ey Muhammed, rabbin, herhan*gi bir kimseyi haksız yere cezalandırarak kullarına asla zulmeden değildir.

Ali imran suresi ayet 82
Bundan sonra kim yüzçevirirse, işte onlar, fasıkların ta kendileri*dir.

Artık Allanın bütün Peygamberlerinden ve onların ümmetlerinden, Pey*gamberlere iman etmelerine ve onları desteklemelerine dair bir söz aldıktan sonra kim Peygamberlere iman etmekten ve onlara yardım etmekten yüzçevirir*se işte onlar, Allaha itaatten aynlan fâsıklann ta kendileridir. Zira onlar bu hal*leriyle bütün Peygamberlerin talimatına karşı çıkmış ve kendi arzularına uymuş olurlar.

Taberi diyor ki: "Her ne kadar bu iki âyet, Allah tealanırı, belli şeyleri yapmalarına dair Peygamberlerinden ve onların ümmetlerinden ahit aldığına da*ir beyanda bulunuyorsa da, bunlar Resulullahm hicreti esnasında, Medinenin çevresinde bulunan Yahudilere, Hz. Muhammed geldiğinde ona iman edecekle*rine dair kendilerinde ahit alındığını bildirmektedirler. Zira onların ataları olan Yahudilerden ve o atalarına gönderilen Peygamberlerden böyle bir ahit alınmış*tır. Onlar da bu ahitle yükümlüdürler.

Aslında Allah, hidayeti, bir bakıma yaratılışla iç içe ve her bir canlıya kendisine özgü bir tarzda vermiştir. "O, her şeyi ölçüyle yapıp, yol göstermiştir." (87/A'lâ, 3) Böylece her canlının kendine has yolda ilerlemesiyle, kainatın sistemi bozulmadan devam etmektedir. İnsana gelince, o diğer canlılardan daha farklı bir konumdadır. Çünkü Allah, ona bir değil; iki yol göstermiş ve onu irade hürriyeti içerisinde imtihan etmek istemiştir: "Biz ona eğri ve doğru iki yol göstermedik mi?" (90/Beled, 10)

Alâ suresi ayet 3
Herşeyi bir ölçüye göre takdir etti. Doğru yolu gösterdi.

Âyet-i kerimede geçen "Doğru yolu gösterdi." ifadesi Mücahid tarafın*dan, "İnsanlara hayınn ve şerrin yolunu, hayvanlara da otlama yollarım göster*di." şeklinde izah edilmiş kliğer bir kısım âlimler ise "Erkeklere, dişilerle ilgi kurnıa yolunu gösterdi." şeklinde izah etmişlerdir.

Taberi, âyetin genel manada anlaşılmasının daha doğru olacağını söyle*miştir.[

Beled suresi ayet 10
Biz ona (hayır ve şerri) her iki yolu da göstermedik mi?

Ayette zikredilen bu iki yol'dan maksat, Abdullah b. Mes'ud, Rebi1 b. Huseyn, Abdullah b. Abbas, İkrime, Mücahid, Dehhak, Katade ve îbn-i Zeyd'e göre, hayır ve şer yolu'dur. Allah teala insana hayır yolunu da göstermiş şer yo*lunu da göstermiş ve insanı bu yollardan birini tercih etmekte serbest bırakmıştır. Bu hususta başka bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Doğrusu biz ona hi*dayet yolunu gösterdik. Ya şükreder veya nankörlük eder.

Bu iki yoldan maksadın, hayır ve şer yollan olduğuna dair Hasan-ı Basri ve Katade'den mürsel bir hadis rivayet edilmiştir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir görüşe göre bu iki yoldan maksat, doğan bebeğin besin kaynağı olan annesinin memesidir. Taberi birinci görüşü tercih etmiştir.

Böyle geniş bir serbestliğe sahip olan insan soyunun, doğru yolu çeşitli sebeplerle bulanık görmesi ya da yolunu şaşırması tehlikesine karşı -ki bu, insanlık tarihi boyunca sürekli vuku bulmuştur.- Allah sürekli elçiler göndererek kendi doğru yolunu, yönünü insanlığa göstermiştir. İnsanlar ise elçilerle gelen bu yol pusulasın karşı olan tavırlarına göre; ya doğru yolda, ya da yanlış/eğri yolda hayatlarını tüketmektedirler. Bu durum, yeryüzü sisteminin Allah tarafından alabora edilip ortadan kaldırılacağı ve yerine bu dünyadaki yol tercihinin cevabını oluşturan yeni bir düzen oturtulacağı kıyamet saatine kadar da devam edecektir. Çünkü Allah insanları bu konuda serbest bırakmıştır. Aksi takdirde insanın diğer varlıklarla farkı kalmazdı.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet Türleri

İnsanda üç çeşit hidayet vardır.

Bunlardan birincisi içgüdüdür.
Hayatının ilk safhasında sadece içgüdüler ona kılavuzluk eder.

İkinci safhada beşduyu devreye girer. Ancak içgüdü hidayeti de devam eder ve içgüdü yanıldığında duyuların hidayeti onları düzeltir.

Üçüncü hidayet ise, muhakeme, yani akıl hidayetidir. Akıl, içgüdülerle duyuların yanılgılarını düzeltir ve onlara hakemlik yapar.
İnsanı diğer hayvanlardan ayıran, bu hidayete sahip olmasıdır. Acaba akıl hidayeti yanıldığında hangi hidayet insana kılavuzluk eder? Akıl da yanılabilir.
Çünkü akıl, insana kılavuzluk ederken ilk iki hidayetin topladıkları malzemeyi kullanır. Bu sebeple eksik malzeme her zaman için sözkonusu olabilir ve akıl hidayeti yanılabilir.
Ayrıca insan; sevgi, kin ve nefret gibi duyulara da sahiptir ve aklın muhakemesine bunlar olumsuz etkilerde bulunabilirler.
İşte bu sırada, yanılmaz ve mutlak doğru olan hidayet gündeme gelir ki o da "vahiy"dir.
Fatiha suresinde, kulun Allah'tan istediği hidayet, işte budur.

Kur'an'ın bizden istediği, peygamberlerin kişiliğinde örnekleşen hidayeti izlememizdir.
Peygamberler ve onların tebliğatı hidayettir.
Enbiyâ, 73;
Ve onları, kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdi
İsrâ, 9;
Şüphe yok ki, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir.
Bakara, 185;
Ramazan ayı. İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim de hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun) Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. (Bu kolaylığı) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.
Âl-i İmran, 41,
(Zekeriya) Dedi ki: "Rabbim, bana bir alamet ver." "Sana alamet, işaretleşme dışınıda, insanlarla üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça zikret ve akşam sabah onu tesbih et." dedi.
Âl-i İmran,138;
Bu (Kur'an) , insanlar için bir beyan, sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür.
Mâide, 44,
Gerçek şu ki, biz Tevratı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hümederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar) , Allah'ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanlardır.
Mâide,46;
Onların (Peygamberlerin) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde ve hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik.
En'âm, 91,
Onlar: "Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra da Onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar.
En'âm,154;
Sonra biz Musa'ya, iyilik yapanların üzerinde (nimetimizi) tamamlamak, her şeyi ayrı ayrı açıklamak ve bir hidayet ve rahmet olarak Kitabı verdik. Umulur ki Rablerine kavuşacaklarına inanırlar.
A'râf, 154;
Musanın kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhalar'ı aldı. (Onlardan bir) Nüshasında "Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır" (yazılıydı.)
Yûnus, 57...)
Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve mü'minler için bir hidayet ve rahmet geldi.
Peygamberlerde örnekleşen hidayeti elde etmenin bir niyet ve gayret ürünü olduğu da Kur'an tarafından beyan ediliyor.
Ankebut, 69)
Bizim uğrumuzda cihad edenlere, biz şüphesiz onlara yollarımızı gösteririz. Gerçek şu ki Allah, ihsan edenlerle beraberdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Cihad ve Tebliğ;

Başkasının Hidâyeti İçin Çalışmak Hidayeti bulup o yolda yürüyen insanın, başkalarına bu hidayeti ulaştırmak istememesi, elinde bulunan imkân ve fırsatları değerlendirmemesi, bir insanlık suçudur, büyük bir cinayettir. Komşumuzun evi yanarken, yangını söndürme gücümüz olduğu halde seyirci kalmak ne ise; hatta ondan da daha kötüdür, cehenneme aday inanç ve yaşayışlara tepkisiz ve pasif bir seyirci kalmak. Hidayete davet etmediğimiz yakınlarımız ve ilişkide olduğumuz insanlar, yarın yakamıza yapışıp bizden dâvâcı olabilirler endişesi ile, başkalarına mesajı ulaştırmaya çalışmak zorundayız (bkz. 33/Ahzab, 67).
Ahzab suresi ayet 67
Ve dediler ki: "Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular."

İslam'ın hidayet yolunu gizleyip açıklamayanlar, Kur'an'da şöyle uyarılır: "İndirdiğimiz delilleri ve hidayeti, biz insanlara Kitapta açıkladıktan sonra onları gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder. Hem de bütün lânet edebilenler lânetler. Ancak, tevbe edip kendilerini düzelten ve Allah'ın indirdiğini açıklayanlar müstesna. İşte onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhamet edenim." (2/Bakara, 159-160).

Bakara suresi ayet 159
Gerçek, apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için Kitapta açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar; işte onlara, hem Allah lanet eder, hem de lanet ediciler lanet eder.

Yahudi âlimlerinin en büyük günahı, Kitab'ın öğretilerini sadece din adamları ve bilginlerinin tekeline mahsus kılmalarıdır. Bırakın Kitab'ı Yahudi olmayanlara (Gentile) tebliğ etmemelerini, onları kendi halklarına bile öğretmemişlerdir. Bunun sonucu Yahudiler cahillikleri nedeniyle dine aykırı şeyler yapmaya başlamışlardır. O zaman bile din bilginleri onları düzeltmek ve eğitmek için bir girişimde bulunmamışlardır. Bunun yerine, beğeni kazanmak için doğrudan veya dolaylı olarak dine aykırı her hareketi meşru ilân etmişlerdir. Burada diğer insanların önderleri olarak müslümanların, kendilerine verilen hidayet'i tebliğ edip yaymalar, Yahudi din adamları ve bilginleri gibi, halktan saklamamaları gerektiği bildirilmektedir.

Bakara suresi ayet 160
Ancak tevbe edenler, (kendilerini) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar (a gelince) ; artık onarın tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet İçin Gerekli Şartlar, Hidâyete Lâyık Olmak

Kimlerin doğru yolu bulurken, kimlerin yolu kaybedip şaşıranlar olduğu sorusu, bizim için önemli olmalıdır. Cevabını ayetlerden bulalım: "Allah, insanların bir bölümünü doğru yoluna eriştirdi. Fakat bir kısmı da şaşırmışlığı/sapkınlığı hak etti. Çünkü bunlar, saptırıcıları Allah'tan başka veli edinmişler ve kendilerini doğru yolu bulmuş sanmışlardı." (7/A'râf, 30) Bu ayette dikkati çeken nazik bir nokta var; o da, insanların bulundukları yolun doğru ya da eğriliği hakkında yanılabilecekleridir. Bu konuda yegâne ölçünün Allah tarafından belirlendiği, dolayı-sıyla ancak Allah'a; yani O'nun indirdiklerine uymakla bu problemi çözebilecekleri gerçeğidir. Buna da, tahmin etmekle değil; görüp duyduklarını, bildiklerini tahkik ederek, doğruyu, güzeli arayıp tâbi olmakla ulaşılabileceğini Rabbimiz bildiriyor: "Sözü dinleyip de en güzeline uyanlar, işte onlar Allah'ın kendisine yol gösterdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir." (39/Zümer, 18) Bir de bunun karşıtına bakalım: "Onlar sadece zanna ve nefislerinin arzusuna, canlarının istediğine uyarlar; oysa, andolsun ki onlara Rablerinden hideyet edici, yol gösterici gelmiştir." (53/Necm, 23) "Heva ve hevesini ilah edinen, bir ilim üzerine (bilgisi olduğu halde) Allah'ın dalalette, şaşkınlıkta bıraktığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Artık onu Allah'tan başka kim yola getirebilir? Siz, yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?" (45/Câsiye, 23).

Arâf suresi ayet 30
Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketi. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.

Zümer suresi ayet 18
Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete eriştirdikleridir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.

Bunun iki anlamı olabilir. Birincisi: "O duyduğu her söze hemen inanmaz. Onun üzerinde düşünür ve doğruysa kabul eder."
Diğer anlamı ise: "Bir söz duyduğunda ona hemen kötü bir anlam vermeyip, iyi niyetle yaklaşır" şeklinde olabilir.

Necm suresi ayet 23
Bu (putlar ise,) sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz (kuru ve keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah onlarla ilgili 'hiç bir delil' indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) heva (istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uymaktadırlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir.

İlah ve ilaheleriniz, hiç bir surette ilahlık sıfatına haiz değillerdir ve onların ilahlıkta bir payları dahi yoktur. Ayrıca onların ilahlığı hakkında Allah'ın onlara bir yetki verdiğine dair Allah tarafından verilmiş bir belge de bulunmuyor elinizde. Tüm bunlara rağmen böylesine saçma inançlar ortaya attınız.

Diğer bir ifadeyle, bunların dalâlette olmalarının iki nedeni vardır: a) Onların bu inancı bir gerçeğe dayalı olmadığı gibi sadece zan ve vehimden ibarettir. b) Onlar bu inançları arzu ve hevalarına uyarak ortaya atmışlardır. Çünkü onlar, öyle bir ilahları olsun istiyorlar ki, şayet ahiret varsa bu ilahları onları orada kurtarabilsin. Fakat bu dünyada hiçbir surette sınırlamalar (helal-haram) koymasınlar. Bu tür kimseler, dünyada diledikleri şekilde, helal ve harama aldırmadan yaşamak istedikleri için, herhangi bir ahlâkî disiplini kabul etmezler. İşte bu yüzden de peygamberin getirdikleri tevhidi nizama karşı çıkmaktadırlar. Dolayısıyla arzularına uygun ilahlar icad etmişlerdir.

Her dönem boyunca peygamberler gönderilmiş ve onlar da insanları dalâlet bataklığından çıkarabilmek için aynı gerçeği tebliğ etmişlerdir. Şimdi de Hz. Muhammed (s.a) "Bu kainatın yegane ilahı Allah'tır." gerçeğini tebliğ etmiştir.

Câsiye suresi ayet 23
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbi üzerine mühür vurduğu ve gözü üstüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?

"Heva ve hevesini tanrı edinmek" ifadesiyle bir kimsenin, nefsinin her istediğini yapması ve yaptığı işin Allah indinde haram mı helal mı olduğunu dikkate almadan davranması kastolunmaktadır. Böyle bir insan, Allah emretmiş bile olsa, eğer nefsi istemiyorsa o işi yapmaz. İşte bu kimse nefsine itaat ettiği şekilde, başkalarına da itaat ediyorsa şayet, o kimseleri de tanrı edinmiş olur. Her ne kadar bu kimse, o kimseleri ilah ve ma'bud edinmediğini söylese de veya o kimselerin putunu yaparak onlara tapmasa da onları tanrı edinmiştir. Çünkü bu kayıtsız şartsız teslimiyeti, onun bu kimseleri tanrı edindiğinin bilfiil ispatıdır. Ve bu da apaçık şirktir. Allah'tan başkasına bu şekilde itaat eden kimse, itaat ettiği kimseye secde etmemekle ve lisanen onun ilah olduğunu söylememekle, şirkten kurtulamaz. Nitekim diğer büyük müfessirler de bu ayeti, bu şekilde yorumlamışlardır. İbn Cerir, "Allah'ın koyduğu helal ve haramı dikkate almadan nefsinin arzusuna göre davranan kimse, nefsini ilah edinmiş olur" demektedir. El-Cessas ise "Böyle bir kimse Allah'a itaat ettiği gibi nefsine itaat eder" derken, Zemahşeri, "Nefsinin yönlendirdiği gibi hareket eden kimse, nefsine tıpkı Allah'a itaat ettiği gibi itaat etmektedir."

"Allah'ın bir ilme göre saptırdığı kimse" ifadesiyle, ilmi olmasına rağmen dalalete düşen kimselerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü o nefsinin kölesi olmuştur.
Ayrıca şöyle bir anlam da vermek mümkündür: "Allah o kimsenin nefsine kulluk ettiğini bildiği için, onu dalalete itmiştir."

Allah'ın bir kimseyi dalalete itmesi, o kimsenin kalp ve kulağını mühürlemesi ve gözlerine perde çekmesi hakkında, birçok yerde açıklamalar yapılmıştır.

Bu ayetin siyak ve sibakından ahiret düşüncesini ancak nefsinin yönlendirmesiyle hareket eden ve nefislerine kul olan kimselerin inkar ettikleri açıkca anlaşılmaktadır. Çünkü, ahiret düşüncesi böyle kimseleri nefislerine kulluk etmekten ve yine nefislerinin yönlendirmesiyle hareket etmekten alıkoyar. Bu defa ahireti inkar edenler nefislerine köleliği daha da artırarak, battıkça batarlar. Hiçbir kötülükten çekinmeyerek, başkalarının haklarına tecavüz etmekten ve zulümde bulunmaktan hiçbir surette utanmazlar. Hak ve hukukun onlar nezdinde bir anlamı yoktur. Hiçbir şeyden ibret almadıkları gibi, onlara nasihat da fayda vermez. Gece gündüz arzularının peşinde koşarlar ve hangi yolla olursa olsun heva ve heveslerini tatmin etmek için çırpınıp dururlar. Tüm bunlar, ahiret düşüncesini inkar etmenin sonuçta insanın ahlakını felç ettiğinin apaçık ispatıdırlar. Çünkü insanın Allah'a karşı davranışlarından kendini sorumlu hissetmesi, kendisini insanlık dairesinde tutmasını sağlar. Aksi takdirde insan ne kadar önemli vasıflara sahip olursa olsun onun bulunduğu durum bir hayvanınkinden daha kötüdür.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet İçin Gerekli Şartlar, Hidâyete Lâyık Olmak

Buna karşılık, Allah'ın hidayet verdiği kimseler de şunlardır: "Allah, kendi rızasını gözetenleri onunla (Kur'an'la) kurtuluş yollarına ulaştırır. Onları izniyle karanlıklardan aydınlı-ğa çıkarır ve yol gösterir." (5/Mâide, 16) "Bunlar, namaz kılan, zekat veren ve ahirete de tam olarak iman eden mü'minlere yol gösterici kılavuz ve müjdedir." (27/Neml, 2) "İman edenleri ve salih amel işleyenleri, imanlarına karşılık Rableri doğru yola eriştirir." (10/Yûnus, 9) "Güven, iman edip imanlarına zulüm katmayanlarındır. İşte onlar, hidayete eren, doğru yolu bulanlardır." (6/En'âm, 82) Dikkat edilecek olursa, Allah'ın hidayeti insana içten bir güç olarak verilmesine karşılık ilk adım insan tarafından atılmalıdır. Bu tercihe göre Allah, insanı fert ve toplum olarak denemekte, sonuçta ona yol göstermekte, ya da şaşkınlık içinde bırakmaktadır. Burada hidayet üzerinde ve sapıklık içinde; daha doğrusu hidayete layık olup olmama hakkındaki bilgilerimizi özetleyecek olursak, sapıklık nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:

Mâide suresi ayet 16
Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir.

Allah'ın Kitab'ının ve Peygamberi'nin (a.s) Sünneti'nin ışığında gitmek isteyenleri "Allah selâm yollarına iletir." Böylece, her yol ayrımında bu nurun yardımıyla güvenli yolun hangisi olduğunu bileceklerinden, yanlış zanlardan, yanlış düşüncelerden, yanlış davranışlardan ve bütün bunların sonuçlarından emniyette olurlar.

Neml suresi ayet 2
Mü'minler için bir hidayet ve bir müjdedir.

Yani ayetlerin bizzat kendileri birer "hidayet" (rehber) ve müjdedirler. Çünkü onlar en mükemmel anlatımla müminlere hidayeti gösterir ve müjde verirler.

Yûnus suresi ayet 9
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip-iletir (hidayet eder) .

Bu ayeti aceleyle geçiştirmemiz doğru olmaz. Zikrediliş düzenine göre bu ayet üstünde derince düşünmek gerekir:
a. "Allah onlara (iman edip salih amel işleyenlere) niye Ahiret Yurdu'ndaki Naim Cenneti'ni bağışlıyor?" Çünkü onlar, bu dünyadayken Sırat-ı Müstakim'i izlediler ve dünya hayatının her cephesi içinde doğruyu benimsediler... Hem birey hem de topluluk olarak... Ve yanlış, hatalı yollardan sakındılar.
b. "Onlar nasıl yaptılar da, her adımda, her dönüm ve kavşak noktasında, doğru ile yanlış, hak ile batıl, hidayet ile dalalat arasını ayırırken sahih kriterler kullanabildiler? Ayrıca basiretlerini kullanıp yanlış yollardan titizlikle kaçınarak sürekli Sırat-ı Müstakim üzere kalabilme gücünü nereden aldılar?" Bu gücün kaynağı, herşeyin asıl kaynağı olan Rabbleriydi; onlara hidayet ve her kritik durumda salih ameller işleme gücü veren Rabbleri...
c. "Rabbleri onlara niye hidayet ve güç verdi?" Çünkü onlar iman etmişlerdi.
d. "Yukarıdaki sonuçlara ulaştıracak olan iman, nasıl bir imandır?" Böyle bir iman yalnızca bir ikrardan ibaret değildir. Bu iman, insan davranış ve seciyesinin muharrik ruhudur; insanın manevi ve ameli yapısını değiştiren bir güce sahiptir.
Bu noktayı tasvir etmek üzere insanın fiziksel hayatı içindeki beslenme, sağlık, enerji ve mutlulukla ilgili durumuna bir göz atalım. Apaçıktır ki, beslenme denen hadisenin oluşabilmesi için yalnızca herhangi bir besine değil, sindirilip kana karışabilen, damarlarda vücudun her köşesine taşınıp, vücut için gerekli enerjiyi sağlayabilen "besinler" gereklidir. Aynı düşünceyle hidayet, doğru tavır, salih amel ve gerçek başarı da akıl, kalb ve nefsin derinliklerine nüfuz ettirilmiş olan yahut da aklın ve kalbin bir köşesinde uyuklamakta bulunan itikatlar öngörülen sonuçları üretemez; çünkü onlar bir insanın davranışı, seciyesi, düşünce yöntemi için ve daha iyi bir hayat için tavır alabilmesi yolunda bir etkide bulunamaz. Tıpkı bir kimsenin bir takım yiyecekleri yeyip, Allah'ın koyduğu fiziksel yasalar gereği sindirmedikçe elde edemeyeceği sonuçları temin edememesi gibi, sahih itikatları yalnızca dil ile ikrar etmekle yetinip, onları aklının, kalbinin ve nefsinin bir parçası haline getirmeyen insan da, yalnızca bu itikatlara uygun amellerle kazanılabilecek olan karşılıkları elde edemez.

En'âm suresi ayet 82
İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar , işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.

Bazı tefsirciler, İbrahim Peygamber'in kavminin Allah'a inanmadığı veya O'nun varlığından bilgisiz bulundukları ve kendi tanrılarının kâinatın yegâne hakimleri olarak kabul ettikleri görüşündedirler. Bu nedenler de, ilgili ayetlerin ve İbrahim Peygamber'le ilgili diğer ayetlerin yorumunu bu varsayıma dayandırmaktadırlar. Oysa, bu bölümdeki tüm ayetlerin bu halkın yerin ve göklerin yaratıcısı olarak Allah'a inandıklarını, fakat ilâhlığında ve hükümranlığında O'na ortaklar koştuklarını gösterdiği açıktır. İbrahim Peygamber'in şu ve daha başka sözleri bu gerçeği ortaya koymaktadır:
"... Nasıl olur da, sizin şirk koştuklarınızdan korkarım ben?" Bunun da ötesinde, onun Allah lafzını anış biçimi, kavminin Allah'a inandığını, fakat bunun yanısıra O'na ortaklar koştuklarını gösteriyor.
Ayet-82'de geçen 'zulm' kelimesi şirk anlamındadır. Bazı sahabeler onu günahkârlık olarak aldıklarında. Hz. Peygamber "Burada o şirk anlamındadır" diyerek bu yanlış anlayışı gidermiştir.
Yine bir bağlamda önemle belirtilmelidir ki, İbrahim Peygamber'in bu bölümde anlatılan ve büyük misyonunun başlangıç noktasını oluşturan hayatındaki bu en önemli olay Kitab-ı Mukaddes'te hiç mi hiç anılmamaktadır. Talmud'da geçiyorsa da, iki açıdan buradaki anlatım Kur'an'dakinden ayrılmaktadır.:
1) Talmud'da sıra "güneşten yıldızlara ve Allah'a doğru" iken, Kur'an'da "yıldızlardan güneşe ve... Allah'a doğru"dur.
2) Talmud'da, İbrahim'in güneş için "bu benim Rabbimdir" dediğinde, o an güneşe secde ettiği, aynı şekilde aya da secde ettiği anlatılmaktadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hidâyet İçin Gerekli Şartlar, Hidâyete Lâyık Olmak

Allah'ın bazı kimselere hidayeti nasip etmemesinin sebeplerinin başında zulüm gelir. Kur'an, birçok ayetinde "Allah zalimlere hidayet nasip etmez." diyor. (Bkz. 3/Âl-i İmran, 86; 5/Mâide 51; 6/En'âm, 144; 9/Tevbe, 19, 109; 28/Kasas, 50; 46/Ahkaf, 10; 61/Saff, 7; 62/Cum'a, 5) Saptırıcıları veli/dost edindiği halde, kendini doğru yolda sanmak (7/A'râf, 30) Hevâ ve hevesine uymak, zevklerine göre yaşamak. (45/Câsiye, 23) Allah'ı anmaktan, hatırlamak ve düşünmekten yüz çevirmek (59/Haşr, 19) Dünya hayatından başka bir beklentisi olmamak (2/Bakara, 200) Babalarını, atalarını üzerinde bulduğu dini ve din anlayışını körü körüne sürdürmek (2/Bakara, 170) Zalimlerden ve nankörlerden olmak (3/Âl-i İmran, 86). İman edip peygamberlerin hak olduğuna şahit olduktan ve kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr etmek (3/Âl-i İmran, 86) Hidayetin önündeki engellerden biri de nankörlüktür. (Bkz. 5/Mâide, 67; 9/Tevbe, 37; 16/Nahl, 107; 39/Zümer, 3).

Fısk (fasıklık, yani bozuk, rezil yaşayış) da hidayete erişmeyi engeller.
(bkz. 5/Mâide, 108; 61/Saff, 5; 63/Münâfıkun, 6) Kur'an, yalancılık ve israfın da hidayete ulaşmayı engellediğini beyan ediyor (bkz. 39/Zümer, 3; Ğâfir, 28) Şeytana tâbi olmak (22/Hacc, 4), Peygamber’in yolundan ayrılıp başka yollara uymak (4/Nisâ, 115), Allah'tan korkup çekineceğine başka varlıklardan korkup çekinmek (2/Bakara, 150), bütün bunlar hidayetin engellerindendir.

Bunlara mukabil hidayete ermek için gerekli şartlar da şunlardır:
Sözü dinleyip, en güzeline, en doğrusuna uymak
(39/Zümer, 18)
Allah'ın rızasını gözetmek
(92/Leyl, 19-20)
Allah'tan gelenleri bir ücret istemeden insanlara duyurmak (36/Yasin, 21)
İşlediği hata ve günahlardan dönmek, tevbe etmek
(20/Tâhâ, 82; 122),
Kur'an okumak, Allah'ın ayetlerine uymak
(2/Bakara, 150; 4/Nisâ, 174-175),
iman edip imanına zulüm katmamak
(6/En'âm, 82)
Salih amel işlemek, namaz kılmak, zekat vermek
(27/Neml, 2),
hidayete yönelmiş olmak
(47/Muhammed, 17; 42/Şûrâ, 13),
Allah'tan başkasından korkmamak
(2/Bakara, 150),
Yalnızca Allah'a teslim olmak
(3/Âl-i İmran, 20),
düşünmek, ibret almak
(20/Tâhâ, 128; 10/Yûnus, 43-44; 12/Yusuf, 111, 6/En'âm, 140).
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt