Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda tevbe kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Ahkaf suresi ayet 31
Ama inkâr edenlere gelince onlara: Âyetlerim size okunmuş, siz de büyüklenip suçlu bir toplum olmuştunuz, değil mi? denilir.

“Ey kavmimiz, Allah’a çağıran Allah dâvetçisine icabet ediniz. Söylediği her söz Allah sözü olan, yaptığı her iş Allah talimatı olan, çağırdığı her şey Allah’tan olan, sadece Allah’a kulluğa çağıran, Allah’tan başkalarına kulluğu reddetmeye çağıran bu Allah dâîsine itaat edin. Onun dediklerini aynen kabul edip onun gösterdiği kulluğa girin. Onu kendinize örnek alın. Onun sizin hayatınıza karışması konusunda Rabbiniz tarafından odak nokta seçtiğini ve onun vasıtasıyla size mesajlar gönderdiğine iman edin. Onun Allah sözcüsü olduğuna iman edin. Allah’ın istediği hayatı yaşama konusunda onun tek örnek olduğuna inanın. Allah tarafından kulluk konusunda hayatı onaylanmış tek kul ve elçi olduğuna inanıp onun gibi olmaya çalışın ki, Allah sizin gü-nâhlarınızdan kimini affetsin ve sizleri dayanılmaz cehennem ateşinden korusun.”

Dikkat ederseniz burada, ‘günâhlarınızdan bazısını Allah bağışlasın’ deniliyor. Çünkü bazı günâhlar vardır ki, Rabbimiz onları doğrudan bağışlar. Bunlar hukukullahı, Allah haklarını ilgilendiren gü-nâhlardır. İmanla, ama hemen arkasından ameli de gündeme getiren bir imanla Allah bunların tümünden dilerse geçiverir. Ama bazı günâhlar vardır ki, bunlar sadece hukukullahı ilgilendirmekle kalmaz, aynı zamanda hukuk-ı ibâdı, yani kulların haklarını da ilgilendirir. El-bette bunların affı için onların rızası da şarttır.

Demek ki günâhların affının ve can yakıcı cehennemden kurtulmanın bir tek yolu var, o da Allah’a iman ve Allah davetçisi olan peygambere icabettir. Peygambere, peygamberin getirdiklerinin tümüne, Allah’ın ve peygamberinin istediği biçimde teslimiyet. Böyle ya-pan, böyle inanan ve böyle yaşayanların mutlaka günâhları affedilecek ve Rabblerinin cennetine ulaşacaklardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Lokman suresi ayet 33
Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.

Ey insanlar! Rabbinizin gazabından korkun. Babanın evlada evladın da babaya herhangi bir faydasının dokunamayacağı kıyamet gününde Allahın gazabına uğramaktan kaçının. Zira o gün emir Allahmdır. Onun izni olmadan hiçbir kimse başkasına şefaatçi olamayacaktır. Kıyametin gelmesi kesindir. Zira o, Allahın vaadidir. Allah, vaadinden asla dönmez. Sakın dünya hayatının süsü ve lezzeti sizi aldatıp da sizi kendisine celbetmesin, kıyamet günü için hazırlık yapmayı terkettirmesin. Herhangi bir aldatan, sizi, Allah hakkında aldatarak savsaklamasın. Allahın sizi affedeceğine ümitlendirerek sizi günah işlemeye devam ettirmesin.
Abdullah b. Abbas, Mücahid, Dehhak ve Katade'ye göre burada"aldatan"dan maksat, şeytandır. Ancak Kur'an-ı Kerim'in ifadesi geneldir bu sebeple burada insanı her aldatan bu ifadenin içine girmektedir. Bu aldatan şeytan da olabilir, nefis de, insan da, eşya da.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Ahzab suresi ayet 33
Evlerinizde vakarla-oturun, (evlerinizi karargah edinin) ilk cahiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah'a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.

Ey Peygamber hanımları, evlerinizde durun. Oralarda vakarlı olun. Önceki cahiliye dönemindeki gibi açılıp saçılmayın, böbürlenmeyin, gayri ciddi davranmayın. Farz olan namzlan kılın. Mallarınızdan, farz olan zekatı verin. Alla-hın ve Resulünün emir ve yasaklarında Allaha ve Resulüne itaat edin. Ey ehl-i Beyt, Allah sizden kötülüğü ve hayasızlığı kaldırmak ve sizleri günahlardan temizlemek ister.

Âyet-i kerimede "Ehl-i Beyt" ifadesi zikredilmektedir. Hz. Ali Hz. Fatı-ma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in bu ifadeye girdikleri muhakkaktır.
Resulullahın üvey oğlu Ömer b. Seleme diyor ki:
"Bu âyet Resulullaha, hanımı Ümmü Seleme'nin (annemin) evinde inince Resulullah, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı ve onlan cübbesinin altına aldı. AH de arkasında bulunuyordu. Onların hepsini cübbesiyle kapladı ve şöyle dedi: "Ey Allahım işte bunlar benim ehl-i Beytim'dir. Sen onlardan murdarlığı gider ve onları tertemiz kıl." Bunun üzerine Ümmü Seleme şöyle dedi: "Ey Al-lahin Resulü, ben de onlarla beraber miyim?" Resulullah: "Sen yerindesin, sen hayır üzeresin." dedi.

Enes b. Mâlik diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.) altı ay sabah namzina Fatima'nın kapısından geçerek gitti. Resulullah oradan geçerken: "Ey ehl-i beyt; namaz." der ve: "Ey Ehl-i Beyt, şüphesiz Allah sizi kötülüklerden arındırıp tertemiz yapmak ister..." âyetini okurdu.

Ancak bu zikredilenlerin Ehl-i Beyt'ten olmaları, bunların dışında bulunan kimselerin Ehl-i Beyt'ten sayılmayacaklan manasına gelmez. Nitekim âyet-i kerimeler, Resulullahin hanımlarını zikretmektedir. Dolayısıyla "Ehl-i Beyt" ifadesine onun hanımlarının öncelikle girmesi gerekir.
Aynca, Ehl-i Beyt'ten bahseden âyetteki zamirlerin erkek sıygasının kullanılması, ehl-i beyt'in içine, Resululahın hanımları ve kızının yanında Hz. Ali gibi erkeklerin de girmesindendir. Yoksa Resulullahm hanımlarını ehl-i Beyt'in dışında kabul etmek için değildir. Nitekim Hz. Fatıma da kadındır fakat ehl-i beyt'ten olduğuna itiraz edilmemiştir.

Alkame diyor ki:
"fecrime: "Ey Peygamber ailesi, şüphesiz Allah sizi, günah ve kötülüklerden arındırıp tertemiz yapmak ister." âyetini çarşılarda yüksek sesle okur ve "Bu âyet özellikle Resulullahın hanımları hakkında nazil olmuştur." derdi. İkrime'nin bu sözü, âyetin nüzul sebebini bildirmektedir. Dolayısıyla bu söze dayanarak ehl-i beyt'e, Resulullahın kızları ve diğer hanımlarının girmediği söylenemez.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Fetih suresi ayet 14
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza verir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Böyleleri iyi bilsinler ki, göklerin ve yerin hükümranlığı, göklerin ve yerin mülkiyeti Allah’ındır. Melik olan, Mâlik olan, mülkün sahibi olan, mülkünde egemen olan Allah, mülkü olan insanlardan dilediğini bağışlar, dilediklerine de azap eder. Bağışlama yetkisi de, azap etme yetkisi de O’na aittir. Tüm yetki O’na aittir. Kullarından kendisine iman eden, kendisi için bir hayat yaşayan ve yaşadığı hayatla bağışlanmayı talep edeni bağışlar, tercihini azaptan yana kullanana da azap eder. Ama bilesiniz ki O fazlasıyla bağışlayan, fazlasıyla merhamet edendir. Kulları için bağışlamadan yanadır, merhametten yanadır. Lâkin illa da azap isteyenlere de azap edendir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hucurat suresi ayet 11
Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi ‘olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.

Ey iman edenler! Sakın bir kavim bir kavmi alaya almasın! Sakın bir mü’min bir mü’minin izzet-i nefsiyle oynamasın. Birbirinizin kusurlarını, ayıplarını ortaya sererek birbirinizi küçük düşürmeyin. Birbirinizi tahkir ve tezyif etmeyin. Sakın birbirinizi küçük görmeyin. Ne biliyorsunuz? Belki de küçük görüp alaya aldıklarınız Allah katında sizden daha üstündürler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar. Umulur ki o alaya alınan, küçük düşürülenler Allah katında alaya alanlardan daha hayırlıdır. Öyleyse yapmayın bunu. Müslüman kardeşlerinizi küçük görüp alaya almayın. Bilir misiniz Allah yanında kimin daha hayırlı, kimin daha hayırsız olduğunu? Malımıza, mülkümüze, ilmimize, kavmimize, kabilemize, ırkımıza, sosyal, siyasal statümüze güvenip de diğer Müslüman kardeşlerimize alaylı bir tavırla ko-nuşmamalıyız. Müslüman kardeşlerimize tepeden bakmayalım. Kendimizi onlardan üstün bir konumda görmeyelim. Ne biliyoruz? Belki de o alaya alıp küçük gördüklerimiz, kendilerine tepeden baktıklarımız Allah katında bizden daha hayırlı, daha üstün mü’minlerdir.

Dikkat ederseniz bu konuda önce Müslümanlar uyarıldıktan sonra ısrarla bir de kadınlar uyarılıyor. Allahu âlem bu ya bir te’kittir, ya da bu özelliğin çokça kadınlarda bulunması sebebiyle kadınlar bir daha uyarılmaktadır. Öyleyse Müslümanlar durumları, konumları, statüleri ne olursa olsun kesinlikle küçük görülmemeli, aşağılanmamalıdır. Ekonomik durumu şöyle olabilir, tahsil durumu böyle olabilir, elbisesi, işi, aşı, mesleği böyle olabilir. İki cümleyi bir araya getiremeyecek kadar eğitimsiz olabilir. Değil mi ki o bir müslümandır. Değil mi ki onun kalbinde zerre kadar imanı vardır. Bilelim ki onun Allah katındaki değeri, şu üstünde gezip dolaştığımız dünyanın on mislidir. O Müslüman Allah katında şu dünyanın on katı daha değerlidir. Çünkü Rasulullah Efendimizin bir hadisinin beyanıyla, “yarın cennete en son girecek, imanı en zayıf Müslümanın cennetteki mükafatı, şu dünyanın on misli daha büyük bir makamdır.” Öyleyse onu küçük görmeye, onu aşağılamaya ve onunla alay etmeye hiçbir müslümanın hakkı yoktur.

Ey Müslümanlar! Sakın birbirlerinizi el-kol işaretleriyle, kaş-göz işaretleriyle, bıyık-burun işaretleriyle, dillerinizle eğlenceye, maskaraya almayınız. Dikkat ederseniz ifadede “enfüseküm” buyuruluyor. Ya-ni kendinizi, kendinizden olanları alaya almayın buyuruyor Rabbimiz. Öyleyse bir Müslümanın bir Müslüman kardeşini küçük görmesi, onu alaya alması aslında kendi kendini alaya alması, kendi kendini küçük düşürmesi anlamına gelir. Çünkü bir hadisin beyanıyla, “mü’minler bir bütünün parçaları, bir bedenin uzuvları gibidirler.” Kardeşimi kötülemem kendimi kötülemem demektir. Kardeşimi eğlenceye almam ken-dimi eğlenceye almam demektir. Çünkü peygamberim buyuruyor ki, o benden, benim bedenimden bir parçadır. Onun aleyhinde olmam demek, kendi uzvumun aleyhinde olmam demektir. Onu küçük görüp onunla alay etmem demek, kendi uzvumla alay etmem demektir. Bunu yapmayın diyor Rabbimiz.

Yine birbirinize kötü lâkaplar takmayın. Birbirinizi çağırırken kötü lâkaplarla çağırmayın. Hoşunuza gitmeyecek isimlerle, künyelerle birbirinize hitap etmeyin. Kardeşinizin gücüne gidecek, onun kalbini kıracak sıfatlarla hitap etmeyin. Özürlü kardeşlerinizi özrüyle çağırmayın. Topal Abdullah, sağır Hasan, kör Mûsâ, aksak Halil gibi lâkaplar, çok çirkin lâkaplardır. Bu o kardeşimizin hatası değildir. Bu, Rab-bimizin bir takdiridir.

Düşünsenize, imandan sonra fısk ne kadar kötü bir şeydir. İman ettikten, iman iddiasında bulunduktan sonra böyle kötü ahlâk sahibi olmak ne çirkin bir şeydir. İmandan sonra isyan, küfür, şirk, zu-lüm gerçekten çok fena bir şeydir. Müslüman olduğunuz halde nasıl bir Müslüman kardeşinizi, kendinizden olan birini, kendinizden bir parça olan kardeşinizi küçük görebilir, onunla alay edebilir, onun şerefiyle oynayabilir, ona hoşuna gitmeyecek lâkaplar takabilirsiniz? Na-sıl yapabilirsiniz bunu? Yakışır mı bu bir Müslümana? Doğrusu kim böyle bir şeyi yapar da tevbe etmez, bu kötü eyleminden vazgeç-mezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir. Bu yaptıklarınızın sonucunda bir belâyla, bir azapla, bir cehennemle karşı karşıya kalırsanız sizi kim kurtarabilir? Yapmayın böyle şeyleri. Rabbimiz, “bu ahlâkî kurallar Rabbinize aittir, bırakın kendi hevâ ve heveslerinizi de Allah için bir hayat yaşayın,” diyor.

Binaenaleyh müslüman gücü yettiğince Allah’a kulluğa âmâde olmalıdır. Bütün gücüyle Allah’a kulluk yapabilmek için gayret etmelidir. Müslüman’ın bu gayretindeki eksiklikler, kusurlar onun hor görülmesine sebep değildir. Onun içindir ki kusurlu da olsa, günâhkar da müslümanlar onun gıybetini yapamazlar. Kulluk noktasındaki eksiklikleri hususunda bile mü'minin, bir mü'min kardeşinde gördüğü eksiklikten ötürü ona hakaret edip, hakir görmemesinin bir sebebi de ondaki eksiklik temelde kendi eksikliği oluşudur. Onda gördüğü günâhların temelde kendi günâhları olmasındandır. Zira Mü'minler bir bütündür bir vücutturlar. Onda, yani kendisinde kendi bünyesinde gördüğü bir eksiklikten ötürü onu hakir görmek yerine, onun aleyhinde konuşmak, onu küçük düşürmek yerine hemen onu düzeltmesi gerekir. Çünkü hiç bir insan kendi elinde, kendi ayağında, kendi azalarından birinde gördüğü bir rahatsızlığın, bir eksikliğin aleyhinde olmak veya onu kendi haline tek etmek yerine, onun tedavisi için say eder.

Evet müslüman müslümanın kardeşi olduğundan ve bu kar- deşlik maddi planda tasavvuru mümkün bütün yakınlıklardan daha üstün olduğundan ne zulmeder, ne aldatır, ne buğz eder, ne de sırt döner ona. Bütün bunlar düşünülemez birbirleri arasında. Bu tavırları takınacak yerde en fazla hayırda birbirleriyle yarışabilirler ve neticede bilirler ki üstünlük ancak takva iledir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Ahzab suresi ayet 53
Ey iman edenler, (rastgele) Peygamberin evlerine girmeyin (Bir başka iş için girmişseniz ille de) yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin yemeği yiyince dağılın ve (uzun) söze dalmayın. Gerçekten bu peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah hak (kı açıklamak)tan utanmaz. Onlardan (peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu sizin kalpleriniz için de onların kalpleri için de daha temizdir. Allah'ın Resûlü'ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini nikahlamanız size ebedi olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız Allah katında çok büyük (bir günah)tır.

Bu âyet-i kerimeye "Hicab âyeti" denmekte ve nüzul sebepleri hakkında çeşitli rivayetler zikredilmektedir. Bunları şöylece sıralamak mümkündür:
Bu âyet-i kerimenin, Resululullahm, Zeyneb Bint-i Cahş'la evlenmesi sırasında düğün yemeği verirken, sahabilerin geç vakitlere kadar oturmaları üzerine nazil olduğu rivayet edilmektedir.
Enes b.Mâlik diyor ki:
Ben bu ayetin nüzul sebebini çok iyi biliyorum. Zeyneb Bint-i Cahş (r. anh.) Allah tarfmdan Resullulaha hediye edilince (onunla evlenmesini emredince) Resullullah ile Zeyneb bir araya geldiler. Resullalah yemek yapıp insanları1 yemeğe davet itti, Onlar oturup konuşmaya daldılar. Onlar oturup konşurken Resulullah (s.a.v.) dışan çıkıp içeri giriyordu. Bunun üzerine Allah teala: "Ey iman edenler...perde arkasından isteyin.," âyetini gönderdi. Artık bundan sonra kadınlarla erkekler arasına perde çekilir oldu. (Haramlık selamlık başladı)
Diğre bir görüşe göre ise Enes b Mâlik şöyle diyor:
Resullah (s.a.v.) Zeyneb Bİnt-i Cahş ile evlenince insanları düğün yemeğine edavet etti. İnsanlar yemek yedikleri sortra oturup konuşmaya başladılar Resullullah kalkıp gidecek gibi oldu. Fakat oturanlar kalkıp gitmediler. Resulullah bu durumu görünce kalkıp dışan çıktı. Oturanların bir kısmı da onunla beraber kalkıp gittiler. Fakat içlerinden üç kişi oturmaya devam ettiler. Kesulullah içeri girmek istedi. Ben de koşup Resulullaha herkesin gittiğini söyledim. Resulullah gelip içeri girdi. Ben de içeri girmek istedim Resulullah benimle kendi ansna perde çekti. Bunun üzerine Allah teala bu âyeti gönderdi. [68]
Enes b. Mâlik diğer bir rivayette bu âyetin nüzul sebebi olarak I iz. Ömer'in Resulullahtan hanımlarını örtmesini istemesini zikretmiş ve şöyle diniştir.
Ömer (r.a) dedi. ki: Dedim ki: "Ey Allanın Resulü, senin yanına takva sahibi de giriyor fâcir de giriyor. Müminlerin annelerine emretsen araya perde çekseler nasıl olur? Bunun üzerine Allah teala hicab âyetini (Kadınlarla erkeklerin arasına perde çekilmesini emreden âyeti) indirdi.
Âyet-i kerimede, müminlerin, izinsiz olarak Resuluflahın evine girmemeleri, yemek için davet edildiklerinde yemek yedikten sonra oturup sohbeti uzatmamaları, Peyamberin hanımlarından birşey istendiğimde, perde arkasından islenmesi ve Peygamber (s.a.v.) in vefatından sonra onun hammlanya cvlenilc-meyeceği beyan edilmektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Ahzab suresi ayet 58
Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara irtikab etmedikleri (bir suç) sebebiyle eziyet edenler ise gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir.

Bu âyet-i kerime, mümin erkek ve mümin kadınlara, yapmadıkları şeyleri isnad ederek onlara iftirada bulunan veya onları ayıplamaya çalışan yahut onların itibarını üüşümek isteyen, kâfir, münafık ve zındıklar! yermekte ve onhı-nn, bu halleriyle büyük günah işlediklerini beyan etmektedir.
Bir kısım beyinsizler, müminlerin seçkinleri olan Sahabe^ Kirama çeşitli şekillerde dil uzatmışlar ve onların şahsiyetlerini rencide etmeye çalışmışlardır. Peygamber ethedimiz bu şekilde davarananlara hitaben buyuruyor, ki:
"Sahabiler hakkında Allahtan korkun Allahtan, Şahabilerim hakkında Allahtan korkun Allahtan. Benden sonra onları hedef edinmeyin Onlan seven beni sevdiği için onlan sevmiş olur. Onlara buğzeden de bana buğzeltiği için onlara buğzetnıiş olur. Onlara eziyet veren bana eziyet vermiş olur. Bana eziyet veren de Allaha eziyet etmiş olur, kim de Allah eziyet ederse Allanın onu yakalamasaı pek yakındır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hucurat suresi ayet 12
Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.

Ey iman edenler, zannın pek çoğundan da sakının! Ya da zan-dan çokça sakının. Zan beslemekten ve de zanla amel etmekten uzak durun. Zanla konuşmayın, zanla yürümeyin, zanla hareket etmeyin, karar vermeyin. Zan, ihtimale dayanan bir şeydir. Öyle olmaya da, böyle olmaya da ihtimali olan, kesinlik ifade etmeyen şeydir.

Öyleyse ey müslümanlar, kesinkes bilmediğiniz bir şey hakkında konuşmayın. Kesin bilmediğiniz bir konuda hüküm vermeyin. Hattâ gözünüzle gördüğünüz, kulaklarınızla işittiğiniz bir şey hakkında bile o anda gözünüz, kulağınız sağlıklıysa, kalbiniz sağlıklıysa, iyice anlamış ve değerlendirebilmişseniz ancak ondan sonra konuşun, on-dan sonra karar verin. İyice bilip anlamadan, olur olmaz kimselerden duyduğunuz şeylerle, aldığınız haberlerle, yorumlarla bir insanı, bir toplumu, bir hadiseyi değerlendirmeye kalkışmayın. Çünkü bilesiniz ki zannın bazısı günâhtır. Yanlış değerlendirmeden, yanlış karar vermeden sakının. Zannın bir kısmı toplumsal barışı, ailevî huzuru, Müslümanlar arasındaki kardeşliği öldürür.

Ayrıca tecessüs de etmeyin. 'Tecessüs', cess fiilinden türemiştir. 'Cess' aslında, hastalığı veya sağlığı anlamak için nabız yokla-maktır ki, el ile dokunmak ve haber araştırmak anlamlarına gelir. 'Te-cessüs' ise, dikkat ve gayretle araştırmak demektir. Tecessüs', bir şe-yin içyüzünü araştırmak, gizli tarafını ve kusurunu aramak şeklinde olumsuz bir anlama sahiptir. İnsanların birbirlerinin gizli durumlarını, ayıplarını ve kusurlarını araştırıp ortaya dökmeleri 'tecessüs' kavramı ile ifâde edilmiştir. İnsanlar hata edebilirler, kusurları olabilir, hattâ gü-nah bile işleyebilirler. Hiç kimse melek olmadığına göre, hatasız ve kusursuz insan olmaz. Ancak, müslümana, toplum arasında hataların veya günâhların gizlenmesi, saklanması tavsiye edilmiştir. Açıktan açığa işlenilen bir günâh, nehy-i ani'l-münker faâliyeti ile ortadan kaldırılmaya çalışılır. Müslümanın gizli gizli işlediği, ancak kimseye zarar vermeyen bir suçu (günâhı) araştırılmaz. Kimileri kendi noksanını, gü-nahını veya hatasını ayıp sayar. Bu kendine âit ayıbın ortaya konulmasından hoşlanmaz. İslâm da gizli suçların, ayıpların, kişiye âit eksik hallerin, gizli sırların araştırılmasını, ortaya dökülmesini helâl gör-mez.

Allah (c.c) mü'minler arasında her türlü hayâsızlığın, çirkin işlerin yayılmasını isteyenleri, yani bunu yapanları dünya ve âhirette acıklı bir azapla tehdit ediyor (Nûr,19). İnsanlara âit günâhların, kusurların veya hataların araştırılıp ortalığa yayılması, şüphesiz ki çirkin işlerin yayılmasını istemektir, buna sebep olmaktır. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Müslümanların gizli hallerinin (ayıplarının) peşine düşerseniz, onları ifsat edersiniz (fesâda uğratırsınız)."
(Ebû Dâvud, Edep, 4888, Riyâzu's-Sâlihîn, 622)

"Kim bir ayıp görür ve onu örterse, diri diri gömülmüş bir kız çocuğunu diriltmiş gibi olur."
(Ebû Dâvud, Edep, 4891)

Yine, bir başka hadiste buyuruluyor ki: "Zandan kaçının, çün-kü zan sözlerin en yalanıdır. Tecessüste bulunmayın, birbirinizin içyü-zünü araştırmayın, birbirinizin sözlerine (kötü niyetle) kulak kabartma-yın. Birbirinize haset etmeyin, birbirinize buğz etmeyin, birbirinize sırtınızı dönmeyin. Allah'ın emrettiği gibi kardeş olunuz. Müslüman müs-lümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz, ona haka-ret etmez. Takvâ buradadır, takvâ buradadır" diyerek göğsünü işaret etti
(Buhârî; Müslim; Riyâzu's-Sâlihîn, 622)

"Bir kul dünyada bir kulun (ayıbını) örterse, Kıyâmet günü de Allah onun ayıbını örter."
(Müslim, Birr 21, no: 2590)

Müslümanların kendilerine âit, hiçbir zaman tecâvüz edilme-mesi gereken hakları, haysiyet ve şerefleri vardır. Bunları korumak di-ğer müslümanların görevidir. Gizli hallerin araştırılmaması, müslü-manların diğerleri üzerinde bir hakkıdır. İnsan onuruna yakışan da onu şereflendirmek, toplum içinde rezil ve rencide etmemektir.

"Kim hürmeti düşecek, şerefinden noksanlık olacak bir yerde müslümana yardımcı olmaz, onu yalnız bırakırsa Allah da yardımını istediği yerde onu yalnız bırakır. Kim şerefinden kaybedeceği, saygı-sının azalacağı bir yerde müslümana yardımcı olursa, yardımını istediği yerde Allah ona yardımcı olur"
(Ebu Davûd, Edep, 41)

Bir adam İbn Mes'ud'a gelerek falancanın sakalından rakı damlıyor" dedi. İbn Mes’ûd ise ona şu şekilde cevap verdi: "Biz teces-süs etmekten nehy olunduk. Ancak açığa vurduğu zaman, onu yakalayabiliriz." Mücâhit de, Birbirinizin kusurunu araştırmayın" âyetinden maksat "açığa çıkanı alın, gizli kalanı bırakın, demektir" diye bu hususta açıklamada bulunmuştur. Bu hadislerden de anlaşıldığı gibi insanın hiç bir şekilde çiğnenemeyecek ve dokunulamayacak olan şe-refi, haysiyeti, hak ve hürriyetleri vardır. Bunlardan biri de, gizli husus-ların araştırılmamasıdır. İslâm dini, bu şekilde fevkalâde mükemmel bir tarzda fertlerin haklarına riâyet etmeyi emretmiştir. İslâm'da insa-na, insan olma onuruna yakışır bir şekilde davranma emredilirken, o-nun hiç bir şekilde taciz edilmesine izin verilmemiştir.

Kimsede suç aramayın. Kimsede ayıp, kusur aramayın. “İnsanlar ne iş yapıyorlar? Hangi günâhları işliyorlar?” diye arkalarından casusluk yapmayın. Müslümanların gizli sırlarının peşine düşmeyin. Müslümanların avretlerini açma, Müslümanların gizli çamaşırlarını or-taya dökme gayreti içine girmeyin. Kendinize muhbirlik görevi biçmeyin. Müslüman kardeşlerinizin ayıplarını, günâhlarını örtmeden yana olun, açmadan yana değil. Eğer onu uyaracak bir durumdaysanız uyarın. Günâhı açıktan işliyorsa engelleyin. Ama günâh gizlide işleniyorsa, açığa vurarak o kardeşinizi daha çok dinden uzaklaştırmayın. Allah’ın örttüğünü, Allah’ın kapattığını siz açmadan yana, deşifre etmeden yana olmayın. Günâhlar toplum arasında yayılmasın. Toplumda kötülüklerin yayılmasına sebep olmayın. Duymayanlara da duyurmayın. Allah’ın Resûlü çoğu zaman “Allah’ın kapattığı gizli günâhlarınızı bana getirmeyin,” buyuruyordu.

Rabbimizin bu âyeti gereği casusluk yapmayacağız. Müslümanların esrarına muttalî olmaya çalışmayacağız. İzni olmadan bir müslümanın cebini, evini, eşyalarını araştırmayacağız. Bir müslüma-nın evinde ne olup bitiyor diye penceresinin altından dinlemeyeceğiz. Kapısının anahtar deliğinden içeriyi gözetlemeyeceğiz. Bir müslüma-nın tenhada işlediği bir günâhına muttalî olmuşsak onu uyarmaya hakkımız vardır, ama onu insanların içinde anlatarak onu rezil rüsva etmeye hakkımız yoktur. Onu örtüp örtbas etmeye çalışacağız. Allah’ın Resûlü bir hadislerinde bu konunun ciddiyetine dikkat çekerek şöyle buyurur:
“Ey mü’minler, sakın sizden biriniz bir kardeşinin avretini açmaya kalkışmasın. Bir kardeşinin tenhada işlediği bir ayıbını insanların arasında ortaya dökmesin. Eğer böyle yapmaya kalkışırsanız Allah da sizin avretlerinizi açığa çıkarıverir. Evinizin göbeğinde işlediğiniz en mahrem sırlarınızı bile âleme teşhir ediverir.”
(Ebû Dâvud, Edeb, hadis no: 4884, Tirmizî, Birr 85)
 

tevbeYA-HAK

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Kas 2007
Mesajlar
2,050
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
TÜRKİYE'NİN UZAK DOĞUSUNDAN
Kur'an burada günahın sonuçlarının kaçınılmaz olduğu ve her insanın işlediği günahın cezasını öyle veya böyle çekeceği teorisini reddeder. Bu, insanların uydurduğu ve insanlığa zarar veren yanlış teorilerden biridir. Bu teori, doğru varsayıldığında, insan bir günah işlese artık düzelme ümidini tamamen yitirir, demeye gelir. Geçmişte işlediği bir günahtan pişman olsa ve onu düzeltmenin yollarını arasa ve hayatında birçok iyi değişiklikler yapsa da, bu teori onu ümitsizliğe boğar:



ÇOK İNCE BİR DETAY...ALLAH'TAN ÜMİDİMİZİ KESMEMELİYİZ...ALLAH RAZI OLSUN...
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Necm suresi ayet 32
Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.

Onlar günahların ve fuhşiyatın büyüklerinden sakınırlar. Bunun bilincinde olarak Rabblerinden mağfiret dileyenler, tevbe edenler hüs-nâya ulaşacaklardır. Şüphesiz ki Rabbin mağfireti geniştir. Günahların büyüklerinden sakınıldığı sürece, bu konuda hassas davranıldığı sürece Rabbimiz kusurlarımızın örtüleceğini, ufak tefek işlenen günahların, kusurların ciddiye alınmayacağını, sıfırlanacağını anlatıyor. Bakın Nesâî’de İbni Hibban’dan Rasulullah Efendimizin şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir:
“Bir kul beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, malının zekâtını verir ve yedi büyük haramdan da sakınırsa ona cennetin bütün kapıları açılır ve o kul dilediği kapıdan girer.”

Bu yedi büyük günahla alâkalı olarak da şunlar sayılır: Zina, içki, sihir, iffetli bir mü’mine zina iftirası, haksız yere bir Müslümanı öldürmek, fâiz yemek, savaşta düşman karşısından kaçmak. Tabi büyük günahlar bunlarla sınırlı değildir, başka hadislerde başkalarının da sayıldığını biliyoruz. Kimileri buna karşı gelmekte ve itiraz etmektedir. “Efendim, Allah’a karşı işlenen günahın büyüğü küçüğü olmaz, günahın kime karşı işlendiği önemlidir” demeye çalışıyorlarsa da, hadislerde geçtiği için böyle diyoruz. Kur’an’da da Rabbimiz böyle buyuruyor.

Hattâ daha fazla lütufları da vardır Rabbimizin. Ama kötülere, kötülük işleyenlere, kötülük kazananlara Rabbimiz tarafından takdir edilen ceza işlediklerinin aynıdır ya da işlediklerinin bir mislidir. Kötülüğün karşılığı misli mislinedir. Ama Rabbimizin iyilere, iyiliklerine takdir ettiği mükafat böyle değildir. İyilik ve kötülüklerin karşılıkları farklıdır. İyiliklere kat kat mükafat veren, karşılık veren Rabbimiz günahın karşılığını tamtamına veriyor. Bir sevaba on mükafat, bin mükafat verilirken, bir günaha bir ceza, iki günaha iki ceza verilmektedir.

Anlıyoruz ki günahların ve sevapların kat sayıları farklıdır. İyiliğin karşılığı bazen bire on, bazen bire yedi yüz, bazen bire sonsuz mükafat iken, kötülüğün karşılığı ise sadece bire birdir. Rabbimiz ne kadar da merhametlidir bizim için değil mi? Hattâ bakın bir adam bir günah işlemeye niyet edip azmetse ama sonra da Allah korkusundan, âhiret endişesinden dolayı onu yapmaktan vazgeçse, onun karşılığında bir sevap verilecektir.

Allah sizi topraktan yarattığı zaman, siz toprak iken ve siz annelerinizin karnında bir cenin iken de, toprak olarak ve de ana karnında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Onun için kendinizi te-mize çıkarmayın. Çünkü O kimin muttakî olduğunu en iyi bilendir. Sizi toprak iken adam eden, sizi ana rahminde bir cenin iken size anlama gücü veren, sizi vahyine, kendi bilgisine muhatap kabul eden, kendi bilgisini aktaran, sizi vahiyle bilgilendiren, size hayatın mânâsını, Rab-binizi tanıtan, sizi halife yapan, yeryüzüne egemen kılan, tüm varlıklara hükmetme yetkisi veren O’dur. Sizi irade sahibi kılan, seçme hakkı tanıyan, yeryüzünde yaratıcınız olarak kendisine rağmen size isyan etme, zatına kafa tutma hakkı veren O’dur.

Öyleyse ey Allah kulları, gelin Rabbinizin, sahibinizin lütfedip size verdiği bu yetkiyi kötüye kullanmayın. Halbuki siz Rabbinizi, Rab-binizin lütuflarını, yaratılışınızı, imtihan için bu dünyada bulunan kullar olduğunuzu, kendinizin dünyada yaratıcının vekili olarak bulunduğunuzu unutup, asil olduğunuzu zannedip kendi kendinizi temize çıkarmaya çalışıyorsunuz. Kendinizi tezkiye etmeye kalkışıyorsunuz. Buna hakkınız yoktur diyor Rabbimiz.

İnsanları mutlak anlamda yalnızca Allah tezkiye edebilir. Çünkü mutlak yaratıcı meydana getirici O'dur. Nefsin hangi yolla ve nasıl tezkiye edileceğini ancak O bilir. Fücurdan, günahtan, isyandan sakı-nabilmenin, doğru yola (hidâyete) girebilmenin yöntemini O bildirir. Rabbimizin bildirdiği tezkiye yollarına uymayıp da kendini temize çı-karanlar, bir anlamda kendilerini üstün görenler (kitap ehli olanlar) ya-nılıyorlar. Allah (cc), gönderdiği Kitabı göz ardı edenleri ve onu az bir para karşılığı satanları âhirette tezkiye etmeyecek, onları temize çı-karmayacak (Bakara,174). Allah'a verdiği sözden dönenlerin durumu da bundan farklı değildir (Âl-i İmrân,77).

Nefsin temiz olduğuna, gerekli feyzi alıp gelişmiş olduğuna hükmetmek ve onu hep temize çıkarmak. (Nitekim, şâhitlik yapanı tezkiye etmek bu anlamdadır.) Ancak, bu şekilde nefsi temize çıkar-mak yanlıştır. Yaptığı amelin sonucunu bilmeden, kaderin sırlarına ulaşmadan nefsi temize çıkarmak bir böbürlenme ve gurura kapılma-dır. Kitap ve sünnet rehberliğinde bir hayat yaşayarak takvâ sahibi ol-madan, Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirmeden "kalbim temiz" diyenlerin yanlış yaptıkları açıkça görülmektedir. Nefsi temizlemenin en kestirme yolu, takvâ sahibi olmaktır. Takvânın kapsamı, bunun en geçerli yol olduğunu gösterir. Zâten insanın nefsine fücuru ve takvâyı öğreten Rabbimizdir. Nefsi temizleyip kurtuluşa ermek, şüphesiz fücuru terk edip takvâya sarılmakla mümkün olabilir. Peygamberimiz (a.s) şöyle duâ ederdi:
"Allah'ım! Benim nefsime takvâsını ver ve onu temizle. Sen onu temizleyenlerin en hayırlısısın. Sen onun velîsi ve mevlâsısın."
(Müslim, Zikir ve Duâ 18)

Adamlar hem Allah tarafından yaratılmışlar, Allah tarafından bu dünyaya getirilmişler, her şeylerini Allah’a borçlular, hem de Allah’a iftira edip, Allah’ın istemediği bir hayatı yaşayıp, Allah’ın Kitabından, peygamberinin örnekliğinden habersiz bir hayat yaşayıp “biz şu anda Allah’ın istediği hayatı yaşıyoruz, bizler Allah’ın sevgili kullarıyız, bizler cennetin ta ortasına lâyık kimseleriz” diyerek tezkiye ediyorlar. “Biz kitap ehliyiz, bizim kitabımız var, bizim Tevrat’ımız, İncil’imiz, Kur’an’ımız var” diyerek kendilerini temize çıkarıyorlar. Ama gelin görün ki adamların kitaplarıyla uzaktan ve yakından hiçbir ilgileri yok. Allah diyor ki, biz sizi biliriz. Sizin öncenizi de sonranızı da en iyi bilen biziz. Sizin yok olduğunuz, henüz yaratılmadığınız döneminizi de, ana rahminde kendinizi bile bilmediğiniz dönemlerinizi bilen biziz. Gelecekte ne olacağınızı, başınıza nelerin geleceğini, nasıl bir çizgi takip edeceğinizi de biz biliyoruz. Öyleyse kendinizi günahsız, kusursuz görerek temize çıkarmaya kalkışmayın. İyiye kötüye Allah karar versin. İyilerin iyiliğine, kötülerin kötülüğüne siz değil Allah karar versin.

Kendi kendimizi temize çıkarmadan, tezkiye etmeden, durumumuzdan mutmain olmadan yana olmayalım. Kendimize güvenmeden yana olmayalım. Yaptığımız konuşmalarla, birilerini dinlemelerinizle veya infaklarınızla, ikramlarınızla, berikiler cemaatlarıyla, ötekiler hocalarıyla, hacılarıyla kesin cennete gideceğimizi iddia ederek kendi kendimizi tezkiyeden yana olmayalım. İşte bilelim ki bizim bu mutmain halimiz değişimin önündeki en büyük engeldir. Bizim değişimimizin önündeki en büyük engel budur.

Çünkü tarihte Yahudi’nin değişiminin önündeki en büyük engel buydu. Hristiyanın önündeki en büyük engel de buydu. Onlar bu inançlarından dolayı değişmeye gerek görmediler. Mutmaindiler çünkü bu konuda. O halleriyle cennete girecek olan bu insanlar, İslâm’ı kabule gerek görmediler. İşte bakın bu mutmain ve değişime gerek duy-mayan, değişime razı olmayan, statik ve durağan hayatlarını, geleneklerini devam ettirmeden yana olan bu insanları reddediyor Allah. Öyleyse şunu kesinlikle kabul etmek zorundayız ki, hiçbirimiz kendi durumumuzdan mutmain olmamalıyız. Hiçbirimiz kendi kendimizi tezkiyeden yana olmamalıyız. Hiçbirimiz statükodan yana olmamalıyız. Çünkü bu değişimin önüne dikilmiş en büyük engeldir. “Ben iyiyim! Biz iyiyiz!” putu bilelim ki değişmenin önüne dikilmiş en büyük engeldir.

Hiçbir zaman unutmayalım ki tezkiye Allah’a aittir. Allah’a karşı kendi kendimizi tezkiye etmeye cüret etmediğimiz gibi, başkalarını da tezkiye etmeye hakkımızın olmadığını bilelim. Buhârî ve Müslim’in bu konuda Rasulullah Efendimizden rivâyet ettikleri hadisler çoktur. Bir hadislerinde Allah’ın Resûlü: “Bir kimseyi tezkiye edip cennetlik olduğunu söyleyen kişinin yüzüne toprak atın.” buyurur. Yine bir defasında bir kişinin bir kişiyi övüp tezkiye ettiğini gördü de, Allah’ın Resûlü ona şöyle buyurdu: “Yazık sana! Bu yaptığınla kardeşinin boynunu kopardın.” Sözlerine şunları ekledi: “Herhangi biriniz birini övecekse bari ‘böyle olduğunu zannediyorum’ desin ve Allah’a karşı hiç kimseyi tezkiye etmesin.”

Unutmayalım ki tezkiye sadece Allah’a aittir. Allah kimin için temizdir demişse o temizdir, kimin için murdardır demişse o murdardır. Allah’ın kitabında temiz dedikleri, Allah’a, Allah’ın istediği biçimde ve peygamber örnekliliğinde iman etmiş Müslümanlardır. Değilse Allah’ın kıstaslarına uymadan bir kişi ben Müslümanım demekle kendisini temize çıkarma hakkına sahip değildir. Kur’an’ın öngördüğü, Ra-sulullah Efendimizin örneklediği şekilde yaşayanlar ancak temizdirler. Allah’ın istemediği bir hayatı yaşayanlara Allah necis demişse, pis demişse onlar istedikleri kadar kendilerini tezkiye etmeye çalışsınlar onlar pistirler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
tevbeYA-HAK
Allah CC sizden de razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Ahzab suresi ayet 71
Ki O, ( Allah) amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse artık o en büyük kurtuluşla kurtulmuştur.

Mü´minlerin hayır ve güzel olan işlerine karşılık, işlerinin iyiye götürülmesi... Çünkü kişi Allah´tan ittikâ ettiği için, amellerini düzeltir. Amel-i sâlih de göğe kaldırılır ve orada muhafaza edilir. Böylece de amel-i sâlih yapan, cennette ebedî bırakılır. Kişinin doğru söylemesine karşılık da günahlarının bağışlanması vaadedilmiştir.

Daha sonra Cenâb-t Allah, "Kim Allah´a ve Resulüne itaat ederse, muhakkak ki o, en büyük kurtuluşla kurtulmuştur" buyurmuştur. O halde Allah´a itaat, peygambere itaat demektir. Fakat Cenâb-ı Hak, bu iki itaati, itaat edenin fiilinin çok kıymetli olduğunu göstermek için birlikte zikretmiştir. Çünkü bu kimse, bu tek hareketiyle, Allah katında bir ahd, Resul katında da bir "el" edinmiştir.

Allah Teâlâ, "Muhakkak ki o, en büyük kurtuluşla kurtulmuştur" buyurmuştur. Cenâb-ı Hak bu kurtuluşu şu iki sebebten dolayı "büyük" olarak nitelemiştir:

a) Bu, büyük bir azabtan kurtuluştur. Azabtan kurtulma ise, azabın büyüklüğü nisbetinde büyük olur. Öyle ki bir kimse birisine bir kamçı vurmak istese ve o birisi bundan kurtulsa, bu hususta, "O, büyük bir kurtuluşa erdi" denilmez. Çünkü onun kurtulduğu bu azab, tahakkuk edecek olsaydı da, durum pek fazla farklı olmayacaktı.

b) Bu kimse büyük bir mükâfaata ulaşmıştır. Bu da, ebedî olan bir mükâfaattır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Sebe suresi ayet 50
De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur'an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakındır.

Ey Mtıhammcd, sen onlara şöyle de: "Eğer ben haktan saparsam aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayete erersem bu da rabbimin bana vah-yettiği şeyler sayesindedir. Şüphesiz o, çok iyi işiten ve çok yakın olandır.

Ey Muhammed, kavmine de ki: "Eğer ben doğru oyldan uzaklaşıp ta sapık bir yolu tutacak olursam bunun zararı bana ait olur. Şayet hidayeti ve doğruyu bulacak olursam bu da rabbimin bana hakkı vahyetmesi ve beni doğru yolda muvaffak kilmasındandir. Şüphesiz ki rabbim, çok iyi işiten ve kullarına çok yakın olandır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mucadele suresi ayet 13
Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermekten ürktünüz mü? Çünkü yapmadınız, Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. Şu halde namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Sizler Peygamber (a.s) ile özel görüşmenizden önce sadaka vermekten ürküp sakındınız mı ki bunu yerine getirmediniz? Çok mu zor geldi bu size? Zorlandınız mı sadaka vermekte? Âlimlerimizden kimileri bu emrin bir gün, kimileri de on gün yürürlükte kaldıktan sonra kaldırıldığını söylemişlerdir. Tabii bu arada Müslümanlar da eğitilmiş oluyorlardı. Artık bu uyarılardan sonra olur olmaz basit meselelerle alâkalı Peygamber (a.s) ile özel görüşme isteklerinden vazgeçmiş, bu konuda daha dikkatli davranır olmuşlardır. Müslümanların işleriyle uğraşan, Müslümanların sorumluluğunu üzerine alan kimseler de olur olmaz işlerle meşgul edilmemelidir.

Eğer yapamadıysanız, sadaka verme işini beceremediyseniz Allah sizi affetmiş, tevbelerinizi kabul etmiştir. Artık Allah’ın istediği şekilde namazınızı ikame edin, tüm hayatınızı düzenleyecek şekilde namazınızı ayağa kaldırın, hayata özdeş bir şekilde namazınızı güzelce kılın. Namazla Allah’tan mesaj alın ve bu mesaj ekonomik hayatınızı, eğitiminizi, ticaretinizi, evinizi, ailenizi ve tüm sosyal hayatınızı düzenlesin. Öyle bir namaz kılın ki, tüm bedeninizde Allah söz sahibi olsun.

Zekâtınızı da verin, malınıza da Allah’ın karıştığını ortaya koyun. Malla ilişkilerinizi de Allah’ın istediği gibi düzenleyin. Allah ve Resûlü’ne itaat edin. Allah ve Resûlü’nün dediklerinden çıkmayın. Ha-yatınızda söz sahibi Allah ve Resûlü olsun. Unutmayasınız ki Allah yaptıklarınızın tamamından haberdardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Munafikun suresi ayet 6
Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez.

Onlar için istiğfar etmişsin etmemişsin fark etmez, çünkü Allah onları kesinlikle affetmeyecek. Yani bu adamlar, peygamberle, Müslümanlarla dalga geçecekler, sonra da Allah onları affedecek, öyle mi? Niye? Allah onları affetmeye mecbur mu? Ya bu münâfıklar bu huylarından ciddi ciddi vazgeçecekler, ya da Allah kesinlikle onları affetmeyecektir. Çünkü Allah fâsık bir kavmi, fısk ve fücur ehlini hidâyete erdirmez.

Onlar bu münâfıkça tavırlarını sürdürdükleri sürece Allah asla onları bağışlamayacaktır. Çünkü münâfıkların İslama dönme ihtimalleri de yoktur. Yani İslamı, Allahı, peygamberi tanımayan bir kâfir tanıyınca Müslüman olabiliyor da, bunları tanıyan bir münâfık İslama girmiyor. Çünkü o ben Müslümanım diye kendi kendini aldatıyor. Daha önce Tevbe sûresindeki âyet gelmişti:

Ey Muhammed! Onlar için ister istiğfar et, istersen etme, birdir. Onlara yetmiş kere de istiğfar etsen Allah onları bağışlamayacaktır...
(Tevbe 80)

İnsanların cehennemine razı olmayan Allahın Resûlü, seksenden fazla istiğfar ederim buyurunca, işte Rabbimiz bu âyetini gönderdi.

Bu âyetlerden anlıyoruz ki, dua ve istiğfar ancak mü'minler için fayda sağlayacaktır. Kâfir ve münâfıklar için ne duanın, ne de istiğfarın en küçük bir faydası olmayacaktır ve bu câiz de değildir. Burada şunu ifade edelim ki, kâfir veya münâfık birisi için değil, sıradan bir kimse Allahın en sevdiği peygamberi Hazreti Muhammede (a.s) dua etse bile, yine de bunun hiç bir mânâsı olmayacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Yasin suresi ayet 54
O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız.

İnsanların, kabirlerinden kalkmalarını ilan eden ikinci sur da ancak bir çığlıktır. İşte o anda bütün varlıklar huzurumuza getirileceklerdir. Herkes yaptığı amelin karşılığını bulacaktır. O kıyamet gününde hiçbir kimseye haksızlık yapılmayacak ve sizler ancak işlediğiniz amellere göre cezalandırılacak veya mükafaatl andırılacaksınız.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Yasin suresi ayet 65
Bugün biz, onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazandıklarını elleri bize söylemekte ayakları (aleyhlerinde) şahitlik etmektedir.

O gün, biz onların ağızlarını mühürleriz de bize elleri konuşur. Ayakları da ne yaptıklarına şahitlik eder.
Kıyamet gününde biz o müşriklerin ağızlarını mühürleriz. Artık ağızlan konuşamaz olur. Dünyada işledikleri isyanları bize elleri bildirir. Ve dünyada kazandıkları kötü amellerine ayaklan şahitlik eder.
AlIah teala bu âyet-i kerimelerde, kıyamet gününde, kâfir ve münafıkların hesap verme şekillerini beyan etmektedir.
Enes b. Mâlik diyor ki:
"Birgün biz Resulullahın yanında bulunuyorduk. Resulullah güldü ve: "Neden güldüğümü biliyor musunuz?" dedi. "Allah ve Resulü daha iyi bilir." dedik. Resulullah dedi ki: "Kulun rabbiyle konuşmasına güldüm. Kul diyecek ki "Ey rabbim, sen bana zulmetmekten beni beri kılmamış miydin?" Allah "Evet beri kılmıştım." diyecek. Kul, "Ben kendi aleyhime benim dışımda birinin şahitlik etmesine izin vermem." diyecek. Allah ise: "Senin aleyhine bizzat kendi şahitliğin ve Kiramen kâtibîn meleklerinin şahitliği kâfidir." diyecek ve onun ağzını mühürieyecektir. O kişinin organlanna: "Konuş" denecek organları da yaptığı işleri anlatacaktır. Sonra kişiye konuşma izni verilecek o da organlarına: "Kahrolun, ezilin. Ben sizi savunuyordum." diyecektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tahrim suresi ayet 4
Eğer sizler (Peygamberin iki eşi) Allah'a tevbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalbleriniz eğrilik gösterdi. Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, onun mevlasıdır; Cibril ve mü'minlerin salih olan(lar)ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler.

Şimdi de Rabbimiz kendisiyle yol bulmak isteyen, kendisi için bir hayat yaşamak isteyen, muttakî kullarına, Peygamber’e (a.s) karşı onu üzmek için kendi aralarında anlaşan, ağız birliği eden hanımlarına bu davranışlarından vazgeçmeleri konusunda bir uyarıda, bir yol gösterisinde bulunuyor. “Ey peygamberin bu işe karışan iki hanımı, yaptığınız bu işten dolayı tevbe etmek zorundasınız. Çünkü bu yaptığınızdan dolayı kalbinizde bir eğrilik meydana gelmiştir. Rasulullah’ın beğendiğini beğenmemek, Rasulullah’ın hoşnutluğunu istememek, ona karşı komplo düzenlemek sûretiyle kalpleriniz haktan kaymıştır. Kalpleriniz ona itaatten kaymıştır. Öyle bir tevbe etmelisiniz ki, eğrilen kalpleriniz düzelmiş olsun.” İki anamız uyarılıyor ve kendilerine yol gösteriliyor.

Ve bir de Allah’ın velî olduğu hatırlatılıyor. Unutmayın ki Allah sizin mevlânız, yani sahibiniz, mâlikiniz ve âmirinizdir. Onun için kendi arzularınıza göre değil, O'nun emirlerine göre hareket ediniz. "O, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibidir." Binaenaleyh size verdiği emirleri ve hükümleri de sizin ihtiyaç ve menfaatlerinizi bilerek ilim ve hikmetiyle vermiştir. Tahrimin asıl sebebini hatırlatmakla kadınların her hususta hoşnutluklarını aramanın neden dolayı iyi olmadığını açıklamak ve karı koca arasındaki sırların korunmasının gereğine işaret et-mek, ayrıca kadınların kocalarına karşı çıkmalarının boşamaya sebebiyet verebilecek ve neticede ateşe sürükleyebilecek sakıncalardan olduğunu anlatmak isteniyor.

"Sağu" kelimesi, lügatte dönmek, eğrilmek ve yönelmek anlamlarına gelir. "Kalbinizin tüm aynaları eğrilmişti" veya "Sizin kalbiniz eğrilmişti" veya "Kalpleriniz doğru yoldan uzaklaşmıştı" veya "Kalpleriniz haktan uzaklaşmıştı" şeklinde anlıyoruz. Hak'tan maksat da, Ra-sulullah'ın getirdiği haktır. Yâni sizler ey peygamber hanımları, "Rasû-lullah'ın beğendiğini beğenip, beğenmediğini beğenmemek suretiyle, O'na uymanız gerektiğinden, kalpleriniz O'na uymamış ve aksine karşı gelmişti."

Bunlar Rasulullah Efendimizin hadislerinden anlaşıldığına göre Ayşe ve Hafsa anamızdır. Rasulullah Efendimize karşılık veriyor, darıltıyor, üzüyorlardı. Rabbimiz onları uyararak buyuruyor ki, “eğer tevbe eder, yaptığınız bu işten pişmanlık duyar ve bir daha böyle bir şeyi yapmamaya, peygamberi üzmemeye karar verirseniz kalpleriniz düzelmiş olacaktır. Eğer eşiniz, efendiniz olan Peygambere karşı aranızda anlaşarak, ağızbirliği ederek onun aleyhine bir şeyler yapmaya karar vermişseniz, Peygambere karşı birlikte hareket etmeye kalkışmışsanız, Peygamberi incitmeyi planlamışsanız, Peygambere karşı bu tutumunuzu sürdürürseniz kesinlikle bilesiniz ki Allah O’nun dostudur, Cebrâil, melekler ve sâlih mü’minler onun yardımcılarıdırlar. Hepsi peygamberin dostu, seveni ve destekçisidirler.”

Evet, "Tezahür", bir kimseye karşı birlik olmak anlamına gelir. O zaman şöyle diyeceğiz: "Ve eğer Peygamberi incitmek için birlik olursanız” Veya, “Ve eğer ikiniz birden O'na karşı çıkarsanız", Veya, "Ve eğer sizler bu tutum ve davranışı sürdürürseniz” âyetin lafzından iki kadına hitap edildiği bellidir. Ayrıca siyak ve sibaktan bu iki kadının Hz. Peygamber'in (s.a.) hanımları olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü sûrenin ilk beş âyeti onlarla ilgilidir. Nitekim bu, Kur'an'ın üslubundan da anlaşılmaktadır. Ancak buradaki sorun, bu iki hanımın kimler olduğudur ve hangi zaafları dolayısıyla uyarılmışlardır? Bu olayı ayrıntılarıyla birlikte hadislerden öğrenebiliyoruz. Bu hadisler Müsned-i Ah-med, Buhâri, Tirmizî ve Neseî'de İbn Abbas’tan mervi olmak üzere nakledilmişlerdir ve bazı kelime farklılıkları ile birlikte şu şekilde özetlemek mümkündür: Ben bir süredir Hz. Ömer'e, haklarında âyet nazil olan Hz. Peygamber'in (s.a) hanımlarının kim olduğunu sormayı düşünüyor ama heybetinden ötürü O'na bunu sormaya cesaret edemi-yordum. Hacc için yola çıktığında ben de O'nunla birlikteydim. Hac dönüşü bir yerde konakladık ve abdest alırken ben O'na bu soruyu sordum. O da "Aişe ile Hafsa" cevabını verdi.

Bilin ki Allah onun dostu, bundan başka Cebrâil, salih mü'min-ler ve melekler de yardımcısıdır. Evet, eğer Peygamber'e karşı ikiniz veya her iki taraf birbirinize arka verecek olursanız. Tezahür, birbirine arka verip yardımlaşmaktır. “Alâ” ile kullanıldığı zaman da bir diğerine karşı dayanışmaya girerek ve yardımlaşarak üstün olmaya çalışmak mânâsını ifade eder. Burada yardımlaşmak mânâsıyla tefsir edilmiş olmakla beraber “Aleyhi” ile getirilmesi Peygamber'e karşı birbiriyle yardımlaşma ve dayanışma içine girdiklerini göstermektedir "Her ikisi de birbirine arka verecek olursa." denilmekle, bu dayanışmanın fiilen yapılmış olduğu ifade edilmiş olmaz. Çünkü farz etmek, gerçekleşme-sini gerektirmez. Ancak yüz yüze gelme karinesi (delili) tevbeyi gerektiren meylin böyle bir dayanışmayı andırdığını ve bu sebeple büyük bir tehdide müstahak olduklarını işaret eder. Onun için Peygamber'e karşı öyle birbirlerine arka çıkacak olanların kendilerini büyük bir tehlikeye atmış olacaklarından dolayı, bundan sakınmalarının gereği an-latılmak üzere yine cezanın illeti, ceza makamına konarak Peygamber'in hak ve salahiyeti, maddî ve manevî her kuvvete sahip olan yü-ce şanı ve maddiyattan ziyâde maneviyatının büyüklüğü şöyle izah e-dilmektedir.

Hiç şüphesiz haberiniz olsun ki: Allah O Allah O Peygamber'in mevlâsı, yardımcısıdır. Yani hak onundur ve her şeyden önce onun sahibi ve yardımcısı Allah Teâlâ'dır. Hem de Cibrîl -Ruhu'l-Emin (güvenilir ruh) olan ve Peygamber'e vahiy getiren o manevî ve rûhânî kuvvet- de onun yardımcısıdır. Ve müminlerin salihi. O iki hanımın ba-baları Ebu Bekir ve Ömer'den her biri ve genelde müminlerin iyi olan her ferdi onun yardımcısıdır. Burada Ebu Bekir'e ve Ömer'e işaret ol-mak üzere "müminlerin salihi" buyurulmuştur. Hz. Peygamber'in veziri durumunda bulunmaları cihetiyle müminlerin salihleri arasındaki ferdî üstünlüklerine ve Peygamber'e sevgi ve hizmet hususunda gösterdikleri samimiyet ve sadakatlerine işaret için Cibril'in peşinden “Sâ-lihu’l-mü’minîne” denildiğini, müfessirlerin çoğu beyan etmişlerdir.

İşte Peygamber böyle bütün manevî ve maddî kuvvetlerin sev-gi ve yardımına kavuşmuştur. O halde ona karşı çıkmanın nasıl bir fe-lakete yol açacağını düşünmeli de bundan bütün müminlerin erkek ve kadınları korunup sakınmalıdırlar. Böyle bir kudret karşısında birkaç kadının birbirlerine arka çıkmalarının ne hükmü olabilir?

Gerçekten de işte o Müslümanlardan birisi olan Hz. Ebu Bekir efendimiz, kendi öz kızına karşı Rasulullah’ı tercih etmiş, Ömer efendimiz kızına karşı Rasulullah’ın yanında yer almış, ona destek vermiştir. Sahâbe-i kiram efendilerimiz Rasulullah Efendimizi nefislerinden bile önde tutmuşlardır. Zaman zaman Hz. Ebu Bekir ve Ömer efendilerimiz Rasulullah’ın hane-i saadetlerine geliyor ve kızlarını Rasulul-lah’ı incitmemeleri konusunda uyarıyorlardı: “Sizden kim peygamberi incitirse o helâk olmuştur. Sizler Rasûlullah’ı üzme konusunda Allahtan korkmuyor musunuz? Bilmiyor musunuz ki Rasûlü kime gazap et-mişse Allah da ona gazap eder? Allah’tan korkun da Rasulullah’a kar-şılık vermeyin, onu darıltmayın” diye kızlarına nasihatte bulunuyorlardı. Hattâ Ömer efendimiz bir defasında Rasulullah’ın hanımlarından, kendisinin de akrabası olan Ümmü Seleme anamıza da bu konuda nasihat etmeye gidince, Ümmü Seleme anamız: “Ey Ömer, şimdi de Rasulullah’ın hanımlarına mı karışıyorsun?” diye çıkışınca, Ömer efendimiz, “acaba ileri mi gidiyorum diye orada durakladım” buyuruyor.

Bir de tabii burada Rabbimizin sert bir dille eleştirisini kadınlarımız göz ardı etmemelidirler. Kocalarına karşı tavır bozukluğu içinde olan, onların yüzlerine karşı sert cevaplar veren, onların İslâmî emir ve arzularını yerine getirmeyen kadınlar uyarının sertliğine bakarak ibret alsınlar. Eğer kadınların kocalarına karşı bu hareketleri, onların meşru isteklerine karşılık vermeleri önemsiz bir şey olsaydı, elbette Rabbimiz böyle bir azarlamada bulunmazdı. Hz. Ömer efendimiz ve Ebu Bekir efendimiz elbette kızlarını bu derece azarlamazlardı.

Rasulullah Efendimizin kendisi aramızda yoksa da, onun sünnetini, onun örnek hayatını her şeyin üzerinde tutmak zorundayız. Allah’ın Rasûlü’nün nefislerimizden daha evlâ olduğunu unutmayacağız. Rasulullah Efendimizin hayatını, onun mübârek ashabının ona karşı davranışlarını her şeyin önüne geçirmek ve örnek almak zorunda olduğumuzu unutmayacağız. Rasulullah Efendimizin arzularını kendi arzularımıza, onun değer yargılarını kendi değer yargılarımıza tercih etmek zorunda olduğumuzu unutmayacağız. İşte o zaman bizler de Rasulullah Efendimizin biraz önce belirtilen dostlarının, velîlerinin, yardımcılarının, destekçilerinin içine girebiliriz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tahrim suresi ayet 5
Belki onun Rabbi, -eğer o sizi boşayacak olursa- ona yerinize sizlerden daha hayırlı Müslüman, mü'min, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan dul ve bakire eşler' verir.

“Ey peygamber eşleri, eğer sizler Rasulullah’a karşı aranızda bir cephe kurup onu üzme eylemlerinize bir son vermezseniz ve bu tavrınızdan dolayı o sizleri boşarsa, kesinlikle bilesiniz ki Allah ona sizlerden daha iyi, daha hayırlı eşler verecektir. Yani sizler ondan bo-şandınız diye Peygamber (a.s) hanımsız kalacak değil ya! Yeryüzünde Allah’ın sâlih kullarının kökü kesilmiş değil ya! Umulur ki Rabbiniz ona sizden daha hayırlı eşler verecektir.” Nasıl eşler?

Müslüman eşler… Allah ve Rasûlü’ne tam teslimiyet göstermiş, Allah ve Resûlü’nün seçimini kendileri için seçim kabul etmiş, bo-yunlarındaki kulluk iplerinin ucunu Allah’a teslim etmiş, yalnız Allah’ın çektiği yere giden Müslüman eşler… İşte kadınlar için de, erkekler için de ilk şart budur. Rabbine teslim olan kadınlar... Rabbine teslim olmayan kadınların kocalarına teslimiyetleri de mümkün olmayacaktır. Rabbinin kendisine biçtiği role itaat edip teslim olmayan bir kadının, kocasının meşru dairedeki arzularına teslim olması da mümkün olmayacaktır.

İkinci özellik de mü’minât eşler… Mü’mine, iman etmiş eşler… Allah’a Allah’ın istediği gibi iman eden, Allah’ın iman edin dediklerine iman eden, Allah’ın kitabına, Allah’ın elçisinin örnekliğine, Allah’ın ya-salarının doğruluğuna iman etmiş, güvenmiş, güven içine girmiş eşler… Bunlar sâliha hanımlardır. Öyleyse hanımlar bu âyetleri iyi dinlesinler, iyi okusunlar, iyi öğrensinler ve kendilerini bu âyetlerle çok iyi değerlendirsinler. Rabbimiz hanım kullarında bu özellikleri görmek is-tiyor. İşte önceki eşleri boşandığı zaman Rabbimizin peygamberine lâyık gördüğü kadınlar, bu özelliklere sahip olan kadınlardır.

Başka ne özellikleri varmış onların?
Kânitât olan kadınlar… Yani daima el pençe emre âmâde bekleyen, Allah’ın emirlerine itaat eden, Allah ve Resûlü’ne gönülden bağlı olan, kocasının Allah ve Rasûlü’ne ters düşmeyen emirlerini se-ve seve yerine getiren kadınlar… Şüphesiz ki erkek olsun, kadın olsun tüm kulların Allah karşısındaki durumu budur. Tüm kullar Allah ve Resûlü’nün emirleri karşısında “lebbeyk ya Rabbi, buyur ya Rasulal-lah” deme vaziyetinde olacaklardır. Ama tabii hanımların ayrıca kocalarına karşı böyle bir itaat durumları söz konusudur. Kur’an’ın başka yerlerinde kadınların bu durumları anlatılmaktadır.

Yine tâibât’tır o kadınlar. Yani sürekli tevbe eden, devamlı tev-bekâr olan kimselerdir onlar. Sürekli Allah’la aralarını düzeltmeye, kulluklarını düzeltip güzelleştirmeye çalışan kimselerdir onlar. Allah’a karşı kusurlarını, eksikliklerini anlayıp durumlarını düzeltmeye, kendilerini toparlamaya çalışan kimselerdir. Biraz önce Rasulullah Efendimizin hanımları, Efendimize karşı işlemiş oldukları yanlış bir hareketlerinden ötürü ikaz edilmişlerdi. Onlar da hemen Rabbimizin bu ikazıyla bu tavırlarından vazgeçiverdiler. Veya meselâ yine Ahzâb sûresinde Rabbimiz onlara dünyayı, dünya nimetlerini yahut da Allah’ın rızasını, Rasulullah’ın hoşnutluğunu ve âhireti tercih hususunda bir emir yöneltmişti de, onlar dünyayı değil âhireti ve Rasulullah Efendimizin hoşnutluğunu tercih etmişlerdi. Hiç şüphesiz ki onlar da müsli-mât, mü’minât, gânitât ve tâibât idiler. Yani onlar Peygamber’e (a.s) hanım olma şerefini devam ettirdiler. Bu izzeti, bu şerefi, bu liyakati asla kaybetmediler ve ebedîyen onun hanımı olarak kaldılar. İşte onların bu özelliklerini bilen Allah’ın Rasûlü ne onları boşadı, ne de onlardan vazgeçti.

O kadınların bir başka sıfatları, bir başka özellikleri de âbidât-tır. Yani sürekli Allah’a kul olan, kulluk sıfatına sahip olan kimselerdir onlar. Ubûdiyet sıfatının sahibidirler. Allah’ın sınırlarını sürekli koruyan kimselerdir. Allah’ın sınırlarını koruyan kadınlar elbette kocalarının sı-nırlarına da riâyet edeceklerdir. Allah’a itaat etmeyen, Allah’ın sınırlarını ihlâl eden bir kadın, kocasının hukukuna hiç riâyet etmeyecektir.

Yine sâihât’tır o kadınlar. Daima seyahat içinde bulunanlardır. Ama tabii ki buradaki seyahat maddî bir seyahat değildir. Ayşe annemizin bir sözüyle söyleyecek olursak, “bu ümmetin seyahati oruçtur.” Öyleyse o kadınlar Rabblerine sürekli oruç tutan hanımefendilerdir. Nefislerini tertemiz hale getirmek, nefislerini Allah eğitimine tabi tutmak için oruç gibi çok değerli bir ibadeti ihmal etmeyen kimselerdir. Orucun kulluk ve itaat dirilişlerindeki etkisini bilen kimselerdir onlar. Oruç, kişiyi kullukta diri tutar. Onun içindir ki, “adam öldüren bir kimse köle azat edecek bir imkân bulamazsa, iki ay oruç tutsun” diyor Rab-bimiz. Neden? Çünkü o iki ay oruçlu halinde hatasını telafi edecek, arınacak, süzülecek ve tertemiz hale gelecektir. Yani Rabbine karşı kendisini diriltmiş olacaktır.

Sırasıyla bu özellikleri bir daha söyleyeyim inşallah:

"Kanitat" iki anlama da gelir. Birincisi, "Allah'a ve Rasûlü’ne ta-bi olan ikincisi, 'Kocaya itaat eden"

"Tâibât" "Tâib" bir kimseye sıfat olarak kullanıldığında "Bir kez tevbe eden" değil, sürekli Allah'tan günahları dolayısıyla af dileyen, vicdanî hassasiyetiyle kendi zaaf ve hatalarını hissedip, Allah'tan utanan demektir. Bu özelliklere sahip olan bir kimse tekebbür göstermez, onda kendini beğenmişlik duygusu bulunmaz, yumuşak ve halim bir kişiliğe sahip olur.

"Abidât" ibadet eden bir kimse, elbette ibadet etmeyen bir kim-se gibi Allah'tan gafil olmaz. Bir kadının iyi bir zevce olmasında bu vasfın çok büyük bir etkisi vardır. İbadet eden bir kadın, Allah'ın sınırlarını hiçbir zaman çiğnemez. Hak sahiplerine haklarını verir. İmanı her daim diridir, vicdanı hassas olur. Böyle kadınlardan, Allah'ın emirlerinden yüz çevirmeleri asla beklenmez.

"Sâihâtin"; bir çok sahabe ve tabiin bu kelimeyi "Saimat" şek-linde izah etmişlerdir. Bu kelime oruç için seyahat etmek münasebe-tiyle kullanılmıştır. Kadim dönemlerde birçok rahip ve derviş seyahat ederken yanlarında yiyecek taşımazdı. Bu yüzden de yiyecek bulana kadar aç kalırlardı. Dolayısıyla oruç tutmak, iftara kadar bir kimsenin aç kalması demek olduğundan, bir çeşit dervişlik sayılır. ibn Cerir, Tevbe: 12'nin tefsirinde Hz. Aişe'nin şu sözünü nakletmiştir: "Bu ümmetin seyahatı oruçtur." Burada salih kadınlar tanımlanırken, "Oruç tutarlar" denmesiyle, sadece Ramazan orucu tutmaları değil, nafile oruç tutmaları da kast olunmuştur.

“İşte ey peygamber eşleri, sizler peygambere karşı bu tutumlarınızdan vazgeçmezseniz Allah peygamberine bu özelliklere sahip dul ve bakire hanımlar verecektir.” Bu âyetler indikten sonra analarımız hemen yapmış oldukları o yanlışlarından vazgeçmiş ve Rabbimi-zin saydığı bu güzel hasletlere sahip birer hanımefendi olarak ebedîyen âhirete intikal etmişlerdir. Tabii bu âyetler bize hanımlarımızı bu özelliklerin sahibi olacak şekilde eğitmemizi, yetiştirmemizi de öğütlemektedir.

Tabi Hz. peygamber'in (s.a) hanımlarına, "Şayet Resul (s.a) sizi boşarsa, Allah O'na bu sıfatlara haiz kadınlar verir" şeklinde hitap edilmiş olması bu sıfatların onlarda bulunmamasını gerektirmez. Den-mek istenen şudur: "Resul'e eziyet veren davranışlarınızı terk edin ve bunun yerine o güzel sıfatları daha da geliştirmek için çokça çaba sarf edin." Tabi bu âyette, kişinin, sadece kendisini Allah'ın azabından kurtarmasının yeterli olamayacağı, gücü yettiğince ailesini Allah'ın sevdiği kullar olacakları şekilde yetiştirmesinin de kendi sorumluluğu içinde olduğu bildirilmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Zumer suresi ayet 7
Eğer inkâr edecek olursanız, artık şüphesiz Allah size karşı hiçbir ihtiyacı olmayandır ve O kulları için inkâra rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz sizin (yararınız) için ondan razı olur. hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilendir.

Yani, "Sizlerin inkar etmeniz, Allah'ın hükümranlığına bir halel getirmez. Sizler Allah'ı tek ma'bud olarak kabul etseniz de, etmeseniz de, Allah için farkeden bir şey olmaz."
Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle söylediği rivayet olunur: "Allah; ey kullarım! Gelmiş-geçmiş tüm ins ve cinden daha fazla fâcir olsanız, yine de benim hükümranlığıma bir halel getiremezsiniz" demiştir. (Müslim) .

Yani, Allah kendi çıkarı için değil, kullarının iyiliği için küfrü tasvib etmez. Çünkü küfür Allah için değil, insanlar için zararlıdır. Burada dikkate değer husus, Allah'ın dilemesiyle rızasının ayrı şeyler olmasıdır. Çünkü Allah'ın dileği dışında hiçbir şey vuku bulmaz. Fakat O'nun razı olmadığı olaylar cereyan edebilir, zaten olmaktadır da. Dünyada zalimler, zorbalar, haydutlar, hırsızlar, katiller, caniler, gece gündüz faaliyet göstermektedirler. Allah Teâlâ, yaratmış olduğu nizamda bu kimselere fırsat tanımıştır. Allah tıpkı salih insanlara iyilik yapmaları için fırsat tanıdığı gibi, fâcir insanlara da kötülük yapmaları için fırsat tanımıştır. Allah onlara böyle bir fırsat tanımamış olsaydı yeryüzünde kötülük diye bir şey olmazdı. Tüm bunlar Allah'ın dilemesi dahilinde olmaktadır, yoksa bu, Allah'ın bu kötülüklerden razı olduğu anlamına gelmez. Nitekim bir kimse haram yol ile rızkını kazanmak istediğinde, Allah o kimseye fırsat tanır. Allah'ın bir hırsıza ya da rüşvet alan bir kimseye bu şekilde rızıklarını kazanmaları için fırsat tanıması, yaptıkları o işten razı olduğu anlamına gelmez.
Sizler eğer küfür üzerinde ısrar ederseniz, biz sizi zorla mü'min yapmayız. Fakat yaratıcınızı inkar etmenizden de hoşlanmayız. Çünkü bu sizin zararınızadır. Aksi takdirde benim hükümranlığıma halel gelmez.

Burada küfrün karşıtı olarak, iman değil, şükür kelimesi kullanılmıştır. Bu kullanımdan küfrün nankörlük, imanın da şükür olduğu anlaşılıyor. Allah'ın ihsanını idrak eden bir kimse için, iman etmenin dışında başka çıkar bir yol yoktur. Bu kimse eninde sonunda mutlaka iman edecektir. Dolayısıyla şükür ile iman birbirine bağlıdır. Şükreden kimse iman eder. Tam aksine küfür sözkonusu iken şükür olmaz.

Yani, hepiniz kendi yaptıklarınızdan sorumlusunuz. Başkasının tesiriyle küfür içinde olan bir kimsenin vebalini onu küfre sokan kimse taşımayacaktır. Dolayısıyla suçunun cezasını kendisi çekecektir. Bu yüzden küfür ile iman arasındaki farkı anlayan kimse, hemen küfrü terketmeli ve İslâm'ı kabul etmek suretiyle kendisini cehennem azabından kurtarmalıdır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt