Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda tevbe kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Mumin suresi ayet 52
O gün zalimlere, özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lânet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır!

Şahitlerin şahitlik yapacağı kıyamet gününde, Allaha ortak koşarak veya onu inkar ederek zalim olanlara, ileri sürecekleri mazeretleri fayda vermeyecektir. Zira onlar, tutarsız mazeretler ileri süreceklerdir. Lanet onlaradır, yurtların en kötüsü olan cehennem de onlaradır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Mumin suresi ayet 55
Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın va'di haktır. Günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.

Ey Muhammed, rabbinin emirlerine karşı saırh ol. Sana verdiği peygam-berliğinin icaplarını yerine getir. Onu kavmine tebliğ et. Allahın, sana ve iman edenlere yardım edeceği vaadine kesinlikle inan. Zira onun vaadi haktır. O, vaadinden dönmez. Allahtan, günahlarının bağışlanmasını dile. Akşam sabah rabbini överek namaz kıl
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Şura suresi ayet 37
(Bunlar) Büyük günahlardan ve çirkin -utanmazlıklardan kaçınanlar ve gazablandıkları zaman bağışlayanlar

Yani, onlar öfkeli değil, sakin bir mizaca sahiptirler, kinci değildirler, Allah'ın kullarının noksanlıklarına göz yumarlar. Ve öfkelendiklerinde öfkelerini bastırırlar. Bu özellik, imanın en önemli vasıflarından birisidir ve Kur'an da övülmüştür. Ayrıca, Hz. Peygamber'in (s.a.) başarı kazanmasındaki en mühim amillerden biri olma keyfiyetine haizdir. Hz. Aişe'den (r.a) şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Rasulullah hiçbir surette nefsi için intikam alma yoluna gitmemiştir. O sadece, Allah'ın hududlarına tecavüz eden kimselere ceza vermiştir."
(Buhari, Müslim)
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Casiye suresi ayet 7
Gerçeği sürekli ters yüz eden günaha düşkün olan herkesin vay haline.

Casiye suresi ayet 8
O Allah'ın âyetleri kendisine okunurken İşitir de, sonra onları İşitmemiş gibi büyüklük taslayarak ısrar eder, İşte ona, çok acıklı bir azabı müjdele!

Çok yalancı ve çok günahkâr olan her kimsenin vay haline!" buyruğundaki: "Veyl: vay haline!" cehennemde bir vadidir. Allah'ın âyetlerini delil olarak görmeyi terketmekten dolayı tehdit sözkonusudur.

" Çok yalancı" çokça yalan söyleyen demektir. Çünkü: "Yalan" demektir.

“Çok günahkâr" günah işleyen kişi anlamındadır.

Rivayete göre maksat, en-Nadr b. el-Haris'tir, İbn Abhas'tan rivayete göre ise bu kişi el-Haris b. Kelede'dir. es-Sa'lebî de bu kişinin Ebu Cehil ve arkadaşları olduklarını nakletmiştir.

"O Allah'ın âyetleri" yani Kur'ân-ı Kerim'in âyetleri "kendisine okunurken işitir de sonra onları işitmemiş gibi büyüklük taslayarak ısrar eder."

Yani emre itaat etmeyecek kadar kendisinin büyük olduğunu kabul ederek küfrünü sürdürür gider. Buradaki "ısrar etmek"; " Çıkını bağladı," tabirinden alınmıştır. Bu anlamdaki açıklamaları jbn Abbas ve başkaları yapmıştır. Bunun aslının eşeğin kulaklarını dikerek dişi eşek üzerine bükül-mesini anlatmak üzere kullanılan: alındığı da söylenmiştir.

"Gibi" lafzındaki şeddelisinden hafifletilmiştjr. " Sanki o" onları işitmemiş gibi... demektir. Buradaki zamir ise şe'n zamiridir. Şairin şu sözünde olduğu gibi:

"Sanki parlak ve gözalıcı selem ağacına uzanan bir ceylan gibidir (o).'!

Cümle nasb mahallindedir.İşitmemiş kimse gibi ısrar eder" demektir. Lokman Sûresi'nin baş taraflarında (31/7. âyetin tefsirinde) bu âyetin anlamına dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Aynı şekilde "İşte ona acıklı bir azabı müjdele" buyruğunun anlamı da el-Bakara Sûresi'n-de (2/10. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Ahkaf suresi ayet 16
İşte bunlar; yapmakta olduklarının en güzelini kabul ederiz ve kötülüklerinden geçeriz; (bunlar) cennet halkı içindedirler. (İşte bu,) Onlara va'dolunan dosdoğru bir vaaddir.

İşte bu şefaatlara sahibolan kişilerin, dünyada iken yaptıkları amellerin en güzellerini kabul eder mükafaatlanni ona göre veririz. Ve yaptıkları kötülükleri bağışlayıp onlardan dolayı kendilerini cezalandırmayız. Bunlara, cennetliklere davrandığımız gibi davranırız. Bu, Allahın onlara, dünyada iken vaadedilen doğru bir vaaddir.

*Muhammed b.Hatib diyor ki: "Hz. Ali Basralılara galip geldiğinde onun yanında Hz. Osman'ın aleyhinde konuşuluyordu. Bu konuşanlardan biri: "Ara*mızda doğru hüküm verecek biri var.. Meseleyi ona arzedelim." dedi. Meseleyi Hz. Ali'ye arzettiler. Hz. Ali (r.a.) şöyle dedi: "Osman (r.a.) Allahın, hakkında şöyle buyurduğu kimselerdendir: "Bunlar, en güzel amellerini kabul ettiğimiz ve günahlarından vazgeçtiğimiz cennetliklerdendir. İşte bu, dünyada vaadedil-dikleri doğru vaaddir."

Mücahid diyor ki: "Ebubekir (r.a.) Ömer (r.a.)i çağırdı ve ona: "Ben sana bir vasiyette bulunacağım. Sen onu muhafaza et." dedi ve şöyle buyurdu: "Şüp*hesiz ki Allahın, gecede yerine getirilecek bir kısım haklan'vardır ki onîan gündüzün kabul etmez. Ve gündüzün yerine getirilecek bir kısım haklan vardır ki onlan geceleyin kabul etmez. Hiçbir kimsenin, farzları eda etmeden nafileyi yapmaya hakkı yoktur. Kıyamet gününde terazisi ağır gelen kimsenin terazisi*nin ağır gelme sebebi, dünyada iken hakka uyması ye hakka uymanın zorluğuna katlanmasıdır. Kendisine haktan, hayırdan başka bir şey konmayan terazinin ağır gelmesi muhakkaktır.

Kıyamet gününde terasizi hafif gelenlerin terazilerinin hafif olma sebebi ise, onların dünyada iken batıla uymaları ve batılın kendilerine kolay gelmesi*dir. Kendisine batıldan başka bir şey konulmayan bir terazinin hafif gelmesi muhakkaktır. Görmez misin ki Allah, cennetlikleri en güzel amelleriyle zikredi*yor. Öyle ki bir insan "Benim amelim nerde bunların ameline ulaşacak?" der. Bunun sebebi ise Allahm, onların en kötü amellerini affetmesi ve onları ortaya çıkarmamasıdır. Yine görmez misin ki Allah, cehennemlikleri en kötü amelle*riyle anıyor. Öyle ki insan, "Benim amelim bunların amelinden daha hayırlıdır." der. Bunun sebebi ise, AUahın, onların en güzel amellerini reddetmesidir. Yine görmez misin ki Allah zorluk ifade eden âyetlerini kolaylık ifade eden âyetleriyîe kolaylık ifade eden âyetlerini de zorluk ifade eden âyetleriyle birlikte birlikte indirmiştir ki, mümin hem ümit hem de korku içinde bulunsun. Böylece kendisini eliyle tehlikeye atmasın ve Allahtan, hak dışında bir tememnide bu*lunmasın.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Muhammed suresi ayet 2
İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.

Her ne kadar "iman edip" denildikten sonra, "Muhammed'e indiriline iman edenler" demeye ihtiyaç yoksa da -çünkü iman, Hz. Muhammed'e (s.a) ve ona nazil olan talimata, öğretiye inanmayı da içine alır-, bunun ayrıca ve özellikle zikredilmesi, şuna dikkat çekmek içindir: Hz. Muhammed (s.a) peygamber olarak görevlendirildikten sonra, herhangi bir kimsenin Hz. Muhammed'e (s.a) ve onun getirdiği dinin emir ve yasaklarına inanmadan, Allah'a, ahirete, geçmiş peygamberlere ve kitaplara inanması hiçbir anlam ifade etmez. Bu açıklama şunun için gerekliydi: Hicret'ten sonra, Medine'de imanın diğer bölümlerine inanan insanlar vardı. Fakat onlar Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğine inanmıyorlardı.

Bunun iki anlamı vardır: Biri, "Allah, onların cahiliye döneminde işledikleri günahların tamamını onların sorumluluklarından düşürmüştür. Artık bu günahlardan dolayı onlar hesaba çekilmeyeceklerdir."
Diğeri ise, "Onlar inanç, düşünce, ahlak ve davranışları bakımından birtakım bozukluklara saplanmışlardı; Allah onları bu saplantılarından kurtarmış, düşüncelerini değiştirmiş, inanç ve tasavvurlarını düzeltmiş, alışkanlık ve ahlaklarını iyiye yöneltmiş, hayat tarzlarını tümden değiştirmiştir. Onların kafalarındaki cahiliyet anlayışları yerine imanı, çirkin hareketler yerine ise, güzel ve doğru amelleri yerleştirmiştir."

Bunun da iki anlamı vardır: Birincisi şudur: "Allah, önceki durumlarını değiştirerek onları doğru yola sevketmiş ve hayatlarına yeni bir biçim vermiştir."
İkincisi, "Allah, onları daha önce içinde bulundukları güçsüzlük, zayıflık ve ezilmişlik halinden kurtararak onları öyle bir hale getirmiştir ki, onlar zulme uğrama yerine zalimlere karşı koyma, mahkum olarak yaşama yerine kendi hayat düzenlerini serbestçe kendileri düzenleme, mağlup olarak yaşama yerine galip olarak yaşama mevkiine çıkarılmışlardır."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Muhammed suresi ayet 19
Şu halde bil; gerçekten Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Allah sizin dönüp-dolaşacağınız yeri bilir konaklama yerinizi de.

İslam'ın insana kazandırdığı ahlaki değerlerden biri de, kulun Rabbine ibadet ve kulluk görevlerini yerine getirmesi, O'nun dini uğruna cihad etmesi, gücü yettiği kadar gayret etmesi, "Üzerime düşeni yaptım" diye yaptıklarını asla yeterli görmemesi, tersine, daima "Rabbimin benden istediklerini ve üzerimdeki hakkını yerine getiremedim" diye düşünmesi ve her zaman kendi hatalarını itiraf ederek Allah'a, "Sana kullukta yaptığım kusurları bağışla" diye dua etmesidir.
Bu duygunun özü, Allah'ın şu buyruğunda ifade edilmiştir: "Ey Peygamber! Hatalarından dolayı af dile, günahlarından dolayı bağışlanma dile." Bu, Hz. Peygamber'in (s.a.) gerçekte bilerek herhangi bir günah ve hata yaptığını ifade etmez. Aksine en doğru ifadesiyle şöyle denmek istenmektedir: Rabbine karşı kulluk görevlerini bütün kullardan daha fazla yerine getiren Peygamberin derecesi bile, yerine getirdiği görevler karşılığında gönlünden en küçük bir öğünme duygusu geçirmemesini, bütün büyük hizmetleri ve başarılarına rağmen Rabbinin huzurunda kusurlarını itiraf etmesini gerektirir.
Bu ayet nedeniyle Hz. Peygamber (s.a) , Allah'tan sürekli ve çok çok mağfiret dilerdi.
Ebu Davud, Nesei ve Müsned-i Ahmed'deki rivayetlere göre Hz. Peygamber (s.a) ,
"Ben her gün Allah'tan yüz kere mağfiret diliyorum" buyurmuştur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Fetih suresi ayet 1
Şüphesiz Biz sana apaçık bir fetih verdik.

Hudeybiye barışından sonra Allah tarafından zafer müjdesi bildirilince, müslümanlar bu barışın nasıl bir fetih (zafer) olabileceği konusunda hayrete düşmüşlerdi. İmanlarından dolayı Allah Teala'nın buyruğuna inanmalarına rağmen, onun bir fetih olması fikri kimsenin idrakine sığmıyordu.
Hz. Ömer (r.a) bu ayeti dinleyince şöyle sordu: "Ey Allah'ın elçisi! Bu bir zafer midir?" Hz. Peygamber de (s.a) "Evet" dedi. (İbn Cerir.)
Başka bir Sahabi gelerek o da aynı soruyu sordu. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: "Muhammed'in varlığı elinde olan Allah'a yemin olsun ki, şüphesiz bu bir fetihtir." (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud)
Medine'ye ulaştıktan sonra bir başka Sahabi de arkadaşlarına: "Bu nasıl bir fetihtir? Kabe'yi ziyaret etmemiz yasaklandı; kurbanlık develerimiz daha ileri gidemedi, Allah'ın Rasulü Hudeybiye'de durmak zorunda kaldı ve bu barış yüzünden iki mazlum kardeşimiz (Ebu Cendel ve Ebu Basir) zalimlerin eline terk edildi." diye serzenişte bulundu. Bu sözler Peygamber'e (s.a) ulaşınca şöyle buyurdu: "Çok yanlış söz söylenmiştir. Bu, gerçekte çok büyük bir zafer ve fetihtir, siz müşriklerin yurtlarına kadar ilerlediniz, onlar da gelecek yıl Umre yapmanız konusunda söz vererek sizi geri dönmeye razı ettiler. Onlar savaşa son vermeyi ve barış yapmayı kendiliklerinden istediler. Halbuki onların kalplerinin size karşı ne kadar kinle dolu olduğunu biliyorsunuz. Allah sizi onlara üstün kılmıştır ve galibiyet lutfetmiştir. Siz Uhud Savaşı'ndan kaçarken ben de arkanızdan bağırıyordum. O günü unuttunuz mu? Hendek Savaşı'nda her taraftan düşmanın korkunç bir manzara ile saldırıya geçtiği günü unuttunuz mu?" (Beyhaki-Urve b. Zübeyr'in rivayetiyle)
Fakat uzun zaman geçmeden bu barışın bir fetih ve zafer olduğu tamamen açığa çıktı. Herkes açıkça anladı ki, gerçekten Hudeybiye Anlaşması'yla İslam fethi de başlamıştır.
Hz. Abdullah ibn Mes'ud, Hz. Cabir ibn Abdullah ve Hz. Bera b. Azib'ten ayrı ayrı fakat aşağı yukarı aynı manadaki şu sözler rivayet edilmiştir: "İnsanlar, Mekke'nin fethine zaferdir diyorlar, halbuki biz asıl zafer olarak Hudeybiye barışını kabul ediyoruz" (Buhari, Müslim, Müsned-i Ahmed, İbn Cerir)
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Fetih suresi ayet 2
Öyle ki Allah senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin.

Bu ayetin nazil olduğu yer-durum göz önüne alınırsa, açıkca anlaşılmaktadır ki burada zikri geçen bağışlanan günahlardan maksat, geçmiş 19 sene içerisinde Hz. Peygamber (s.a) önderliğinde İslam'ın yayılması için yapılan mücadeleler, çalışmalar ve savaşlarda müslümanların yaptığı bir takım hatalardır. Bu hataları hiç kimse bilmemektedir. Hatta insan aklı, bu samimi gayretler içinde bir eksiklik arayıp bulmakta da acizdir. Ama Allah Teala nazarında, en güzel ve en yüce olma ölçüsüne göre bu çalışmalarda öyle bir takım kusurlar oluyordu ki bunlardan dolayı müslümanlara müşriklere karşı kesin bir zafer nasib olmuyordu.
Allah Teala'nın buyruğunda şu denmek istenmektedir: "Eğer siz bu hatalarla çalışmalarınıza ve cihadınıza devam etseydiniz, müşrik Arabları yenmeniz, onları alt etmeniz için daha uzun zaman gerekirdi. Ama biz bütün bu kusurları ve hataları bağışlayarak, sadece kendi kerem ve lütfumuzla onları gidererek, Hudeybiye denen yerde size bu fetih ve zafer kapısını açtık. Bu zaferi kendi gayretinizle başaramazdınız.
Burada şu nokta iyice anlaşılmalıdır: Herhangi bir gaye uğruna bir topluluk bir çaba gösteriyorsa, bu çabanın eksiklikleri, kusurları, hataları, o topluluğun liderine yönelir. Bu kusurlar ve hatalar, liderin şahsi hatalarıdır anlamına gelmez. Aslında bu hatalar bütün o topluluk tarafından işlenir. Bizatihi o topluluğun hareketlerinin sonucudur. Ama sorumluluk liderde olduğu için suçlamalar lidere yöneltilir ve "Davranışlarında şu kusurlar var" denir.
Nitekim söz Peygamber'edir (s.a) ve "Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışlamıştır", diye buyurulmuştur. Bu bakımdan bu genel ifadeden şu mana da çıkar: Allah nezdinde masum Peygamber'in (s.a) bütün sürçmeleri -onun yüksek makam ve mevkiinden dolayı sürçme denir- bağışlanmıştır. Daha sonra Sahabe-i Kiram, Hz. Peygamber (s.a) ibadet yaparken ağır meşakkatlere ve tahammülü güç uzun süreli ibadetlere katlandığını gördüklerinde: "Sizin gelmiş geçmiş bütün günahlarınız affedilmiştir. O halde kendi canınıza bu kadar eziyeti niçin yüklüyorsunuz?" demişlerdi ve Peygamber (s.a) cevap olarak: "Şükreden bir kul olmayayım mı?" diye cevap vermişti. (Müsned-i Ahmed, Buhari, Müslim, Ebu Davud)

Nimetin tamamlanmasından maksat; müslümanların kendi yurtlarında her tehlike, endişe ve dış müdahaleden korunmuş bir halde tam olarak İslam medeniyeti, ahlakı ve İslam kanunları ve hükümlerine uygun olarak yaşamaları için hür ve serbest olmaları ve onların, Allah'ın dinini, Kelime-i Tevhid'i yükseltebilmeleri için güçlü olmalarıdır. Allah'a kulluk yolunda bir engel ve Kelime-i Tevhid'i yayma gayretine karşı bir zorluk olan küfr ve fasıklığın üstün gelmesi, Kur'an-ı Kerim'in "fitne" diye isimlendirdiği olay müslümanlar için büyük bir musibettir. Müslümanların bu fitneden kurtularak Allah'ın dininin eksiksiz olarak yaşanıp tatbik edildiği bir İslam beldesine (Dar-ül İslam'a) sahip olmaları, bununla birlikte Allah'ın arzında küfr ve fasıklık yerine iman ve takvanın yerleşebileceği fırsat ve vasıtaların ellerine geçmesi, Allah'ın nimetinin onlar üzerine tamamlanması anlamına gelir.
Bu nimetin müslümanlara Allah'ın Rasulü yüzü suyu hürmetine verilmesine işaret olarak, Allah, Peygamber'e (s.a) "Biz sana nimetimizi tamamlamak istedik, bundan dolayı da bu fethi lutfettik" buyurmuştur.

Burada, Peygamber'e (s.a) doğru yolu göstermekten maksat, fetih ve zafer yolunu göstermektir. Diğer bir ifade ile Allah Teala Hudeybiye'de bu barış anlaşmasını yaptırarak, İslam'ın yayılmasına engel olan bütün güçleri mağlub edebilecekleri en uygun ve en güzel yolu göstermiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Hucurat suresi ayet 12
Ey iman edenler zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah tevbeleri kabul edendir çok esirgeyendir.

Burada kişi mutlaka zannetmekten değil, fazlaca zannetmekten ve her zannettiğine tabi olmaktan menedilmiştir. Bunun sebebi olarak da, zannın bir kısmının günah olması gösterilmiştir. Bu emri iyice kavrayabilmek için zannın kısımlarını ve zannın ahlaki öneminin ne olduğunu incelemek gerekir.
Zannın bir kısmı ahlaken beğenilmiş ve dinen makbul görülerek övülmüştür. Söz gelimi Allah, Peygamber ve mü'minler hakkında hüsn-ü zanda bulunmak, su-i zan duymaya bir neden olmadıkça insanlar hakkında güzel zanlar beslemek bu kategoriye girer.
Zannın ikinci kısmı, fiilen başka çare kalmaması durumundaki zandır. Örneğin mahkemelerde şahitler hakkında gerekli inceleme yapıldıktan sonra, galip zanna göre hüküm verilir. Çünkü mutlak gerçeği bilmek mümkün olmadığından şahitlerin ifadesine dayanarak bir karar verme zorunluluğu vardır ve galip zanna göre karar verilir. Bu bakımdan insanlar arasında karar verme zorunluluğu olan birçok muamelatta, mutlak gerçeği bilmek mümkün olmadığından galip zanna dayanılarak hüküm verilir.
Zannın üçüncü çeşidi de her ne kadar su-i zan ise de günah sayılmayan, caiz olmak özelliği taşıyandır. Mesela: Bir kimse veya zümrenin yaşayış ve hareketlerinde yahut davranışlarında ve başkaları ile olan muamelelerinde hüsn-ü zanna layık olmayan görüntüler varsa ve buna su-i zan duymak için makul sebepler mevcut ise, işte o zaman bu zan günah değildir. Böyle bir durumda şeriat asla kişinin ahmaklık sergileyerek mutlaka o hareketlere hüsn-ü zan göstermesini emretmiyor. Fakat bu caiz görülen su-i zanın son sınırı, onun mümkün olan kötülüklerinden kurtulmak için ihtiyatla hareket etmekle yetinilmesidir. Daha ileri giderek, sırf zan üzerinde durarak o kişiye karşı herhangi bir muamelede bulunmak doğru değildir.
Dördüncü çeşit zan gerçekte günah olan zandır. Kişinin başka birine sebepsiz yere su-i zan beslemesi veya başkaları ile ilgili kanaat ve görüşlerinde daima su-i zanı ön plana alması yahut dış görünüşleri ve hareketleri temiz iyi bir insan olduğunu gösteren kişilere su-i zan beslemesidir. Bunun gibi, birinin herhangi bir sözü ve hareketinde iyilik ve kötülük ihtimali eşit olup bizim de sırf su-i zandan hareket ederek onu kötülüğe yorumlamamız da günahtır. Mesela, iyi bir insan bir topluluktan kalkıp giderken kendi ayakkabısı yerine başka birinin ayakkabısını giyse, bizim de onun mutlaka çalmak niyeti ile yaptığına karar vermemiz gibi. Halbuki bu hareket dalgınlıktan da olabilir... İyi ihtimali bırakıp da kötü ihtimali tercih etmek su-i zandan başka bir şey olamaz.
Bu incelemelerden sonra zannın bizatihi bir davranış olarak yasak olmadığı meydana çıkmaktadır. Aksine, bazı durumlarda iyidir de, bazı durumlarda kaçınılmaz, bazı durumlarda bir dereceye kadar caiz olup daha fazlası caiz olmayandır. Bazı durumlarda da tamamen caiz değil ve yasaktır. Bu bakımdan zandan veya su-i zandan mutlaka sakınınız buyurulmamış, ama çok fazla zan beslemekten sakının buyurulmuştur.
Bu buyruğun arkasından, emrin sebebini açıklamak için de, bazı zanların günah olduğu buyruğu yukarıdaki buyruğa eklenmiştir.
Bu ilahi uyarıdan, kişinin zanna dayanan bir kanaat elde etmeye çalışırken veya bir kimse hakkında karar vermek için harekete geçerken bunları düşünüp taşınıp ölçmesi ve bu zan ve tahminin günah olup olmayacağını gözönüne alması gerektiği sonucu çıkmaktadır. Hakikaten bu zan gerekli midir, böyle bir zan için makul sebeplerim var mıdır, kendisine dayanarak davranış gösterdiğim bu zan caiz midir gibi tedbirleri, Allah'tan korkan herkes elbette almalıdır. Zan ve tahminlerini alabildiğine başıboş bırakmak ve rasgele, sebepsiz olarak zanlara dayanmak Allah'tan korkmayan ve ahirette hesaba çekileceğini düşünmeyen kişilerin işidir.

Yani insanların sırlarını, gizli yönlerini araştırmayın, birbirinizin kusurlarını soruşturmayın, başkalarının hal ve hareketlerini araştırmayın. Bu hareketler ister su-i zandan dolayı yapılsın, yahut kötü niyetle birine zarar vermek için yapılsın veya sadece kendi merakını gidermek için yapılsın, her durumda da şeriatın yasakladığı şeylerdir. Başkalarının üzerine perde çekilmiş hallerini araştırması, o perdenin arkasına uzanarak kimin ne ayıbı var, kimin ne kusuru var, kimin ne biçim gizlenmiş hataları var diye öğrenmeye çalışması bir müslümanın işi değildir. İki kişinin konuşmasına kulak kabartmak, komşuların evlerinin içini merak etmek, çeşitli yollarla başkalarının aile hayatını veya onların şahsi davranışlarını araştırmak büyük bir ahlaksızlıktır ve bundan binbir kötülükler ortaya çıkar. Bu bakımdan Hz. Peygamber (s.a) bir hutbesinde bu kimselerle ilgili olarak şöyle buyurmuştur.
"Ey dili ile iman etmiş de henüz iman kalplerine tam girmemiş olanlar! Müslümanların gizli hallerini araştırmayınız. Çünkü, kim onların gizliliklerini araştırırsa Allah'da onun gizliliğini araştırır. Allah'da kimin gizliliğini araştırırsa evinde dahi onu rezil ve rüsvay eder." (Ebu Davud)
Hz. Muaviye, Hz. Peygamber'den (s.a) şöyle buyurduğunu işittim demektedir: "Eğer insanların gizli hallerinin peşine düşüp araştırırsanız onları ifsad eder yoldan çıkarırsınız veya nerdeyse yoldan çıkar hale getirirsiniz." (Ebu Davud) Bir başka Hadisi Şerifte Peygamberimiz (s.a) şöyle buyurmuştur: "Biri hakkında kötü zan beslemişseniz, hiç olmazsa onu araştırmayın. (Ahkamu'l-Kur'an, Cassas) Bir başka hadiste de Allah'ın Rasulü (s.a) şöyle demiştir: "Kim birinin gizli kusurunu görür ve üzerine bir perde çekerse, sanki o, diri olarak toprağa gömülmüş kız çocuğunu ölümden kurtarmış gibi olur." (Cassas) Kusurların araştırılması ve insanların gizli yönlerinin soruşturulmasının yasak olduğunu belirten bu emir sadece şahıslar için değil, İslam devleti için de geçerlidir.
Şeriat, nehyi ani'l-münker'i (kötülüklerin yasaklanması görevini) İslam devletinin bir vazifesi kabul etmiştir. Ama bu görev, bir gizli polis şebekesi kurarak insanların gizli yönlerini araştırıp açığa çıkartmasını ve onları cezalandırmasını gerektirmez. Ancak o gizli olanların açığa çıkanlarına karşı kuvvet kullanılmalıdır. Gizli kötülüklerin düzeltilme yolu ise, gizli polis şebekesi ile değil, talim ve terbiye, nasihat ve telkin, halkın toplu eğitimi ve temiz bir cemiyet düzeni kurmaya çalışmakla olur.
Bu konuyla, Hz. Ömer'in başından geçen şu olay güzel bir örnek teşkil eder... Bir gece Hz. Ömer, evinde şarkı söyleyen bir adamın sesini işitir ve meraklanır. Duvarın üzerine çıkar, bir de ne görsün, orada şarap da var kadın da... Hz. Ömer bağırarak "Ey Allah'ın (c.c) düşmanı! Sen Allah'a isyan edeceksin de Allah da senin perdeni yırtıp seni rezil etmeyecek mi zannettin?" Adam şöyle cevap verir: "Müslümanların halifesi acele etmeyiniz. Ben bir günah işlemişsem siz üç günah işlediniz... Allah tecessüsü, gizlilikleri araştırmayı menetti, siz yaptınız. Allah evlere kapılarından girmeyi emretti, siz duvardan atlıyarak girdiniz. Allah kendi evlerinizin dışında, başkalarının evlerine izin almadan girmeyiniz diye emretti siz ise iznim olmadan evime girdiniz" Bu cevabı alan Hz. Ömer hatasını kabul eder ve o adama karşı herhangi bir işlem yapmaz. Ama şüphesiz ondan doğru ve ahlaklı yolu tercih edeceğine söz alır. (Mekarimü'l-Ahlak, Ebu Bekir Muhammed bin Cafer El-Haraiti)
Bundan anlaşılmaktadır ki sadece fertler için değil, İslam devleti idaresi için bile, insanların gizliliklerini araştırıp onların hatalarını öğrenip arkasından da yakalanıp cezalandırması doğru değildir.
Bu mesele bir hadisi şerifte de bildirilmiştir. Peygamberimiz (s.a) bir hadiste şöyle buyurmaktadır: "Devlet idarecisi insanların şüpheli yönlerini araştırmaya başladığı an onları ifsad etmiş, ahenklerini bozmuş olur." (Ebu Davud) Araştırılması gerçekten bir zaruret olan özel durumlar bu emrin dışındadır. Mesela: Bir kişi veya zümrenin davranışlarında bozukluk alametleri görülüyorsa ve bir suç işlemeye doğru gittiği düşüncesi varsa elbette devlet onun durumlarını inceleyebilir. Birinin herhangi bir kişiye evlenme teklifinde bulunması veya ona bir iş ortaklığı teklif etmesi halinde, teklif edilen kimse, kendini güven altına almak için teklif yapanın durumlarını inceleyebilir.

Gıybet, şöyle tarif edilir: "Birinin, herhangi bir kimsenin arkasından, duyduğu zaman hoşuna gitmeyeceği sözler söylemesidir." Bu tarif bizzat Peygamberimiz tarafından yapılmıştır.
Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve diğer muhaddislerin naklettiği, Hz. Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadisi şerifte Peygamberimiz (s.a) gıybeti şöyle tarif buyurmuştur. "Gıybet, kardeşinin, hoşuna gitmeyecek şekilde anılmasıdır." "Söylediğim şeyin kardeşimde olduğunu görmüşsem ne olacak?" denilince Hz. Peygamber (s.a.) buyurdu ki: "Eğer söylediğin şey kardeşinde varsa gıybet etmiş oluyorsun, dediğin onda yoksa iftira etmiş olursun."
İmam Malik'in Hz. Muttalib bin Abdillah'dan naklettiği bir hadisin ifadesi de şöyledir: "Adamın biri Hz.Peygamber'e "gıybet nedir?" diye sordu. Peygamberimiz de (s.a) "İşittiği zaman hoşuna gitmeyecek şekilde kişi hakkında konuşmandır" buyurdu. Adam "Ya Rasulallah! Ya sözüm doğru ise" deyince Peygamberimiz (s.a) : "Eğer sözün yanlışsa, o zaten iftiradır" buyurdu." Bu buyruklardan, birinin arkasından yalan sözlerle suçlanmasının iftira olduğu ve var olan kusurlarının söylenmesininse gıybet olduğu anlaşılmaktadır.
Bu hareket ister açık ifadeli sözlerle yapılsın, ister kinaye ve işaretler ile yapılsın her şekli ile haramdır. Bunun gibi bu hareketin kişinin hayatında yapılması, yahut öldükten sonra yapılması, iki şekilde de haramlılığı aynıdır.
Ebu Davud'un rivayetine göre, Maiz bin Malik El Eslemi'ye zina suçundan dolayı recm cezası verildiği sırada, Peygamberimiz (s.a) yolda yürürken bir sahabinin kendi arkadaşına şöyle söylediğini işitti: "Şu adama bak! Allah onun suçlarını perdelemişti, fakat nefsi köpek gibi öldürülmeye kadar peşini bırakmadı." Bir miktar yol aldıktan sonra "Kokuşmuş bu merkebin leşinden yiyin" buyurdu. Onlar da: "Ya Rasulallah! Onu kim yiyecek?" deyince, Peygamber Efendimiz, "Biraz evvel sizin söylediğiniz, kardeşinizin haysiyetini rencide eden sözler, bu merkebin leşini yemekten daha çok çirkindir" buyurdu.
Bu haramın dışında kalan gıybetler ancak şu şekilde olanlardır: Birinin arkasından veya öldükten sonra onun kötülüğünü söylemek şeriat nazarında doğru bir mecburiyet halini almışsa ve bu mecburiyet gıybet olmadan yerine gelmiyorsa ve bu gıybet yapılmazsa gıybete nisbetle çok daha büyük bir kötülük ortaya çıkacaksa bu gıybetin haramlılığı ortadan kalkar.
Hz. Peygamber (s.a) bu istisna olan gıybeti şöyle ifade buyurmaktadır: "En kötü zulüm, bir müslümanın haysiyet ve şerefine haksız yere hücum etmektir." (Ebu Davud) Bu buyrukta "haksız yere" şartı "haklı yere" yapılabileceğini göstermektedir. Nitekim Hz. Peygamber'in (s.a) hayatında gördüğümüz bazı örneklerden "haklı yere"den ne kastedildiğini ve hangi durumlarda gıybetin gerektiği kadar caiz olabileceğini öğrenmekteyiz.
Bir gün bir bedevi gelip Peygamberimiz'in (s.a) arkasında namaz kıldı. Namaz bitince de "Ey Allah! Bana da, Muhammed'e de merhamet et, ikimizin dışında hiç kimseyi bu merhamete ortak kılma" diyerek çekip gitti.
Peygamberimiz (s.a) ashabına şöyle dedi: "Ne diyorsunuz, bu adam mı daha çok şaşkın yoksa devesi mi? Ne dediğini duymadınız mı?" (Ebu Davud) Peygamberimiz (s.a) bu sözü adamın arkasından söyledi. Çünkü o bedevi selam verir vermez çekip gitmişti. O, Peygamberimiz'in (s.a) önünde çok yanlış bir söz söylemişti, bu yanlış söz karşısında Peygamberimiz'in susması başkalarının böyle sözlerin bir dereceye kadar caiz olabileceği yanlış kanaatine gitmesine sebep olabilirdi. Bu yüzden Hz. Peygamber'in (s.a) o sözü reddetmesi gerekiyordu.
Yine bir keresinde Fatıma binti Kays adındaki kadına iki kişi evlenme teklifinde bulundu. Biri Hz. Muaviye, diğeri Hz. Ebu El-Cahm idi. Kadın gelerek Peygamberimiz'e (s.a) akıl danıştı. Peygamberimiz (s.a) "Muaviye müflistir, Ebu El-Cahm ise karılarını çok döver," buyurdu. (Buhari ve Müslim)
Burada bir kadının müstakbel hayatı sözkonusudur. Ve Hz. Peygamber'den akıl danışmıştır. Bu durumda Peygamberimiz (s.a) o iki sahabeye ait bildiği kusurları söylemeyi gerekli bulmuştur... Birgün Peygamberimiz (s.a) Hz. Aişe annemizin yanında iken biri gelerek görüşme izni istedi. Hz. Peygamber (s.a) "Bu adam kabilesinin çok kötü bir kişisidir", buyurdu, sonra dışarı çıktı, o adam ile çok yumuşak bir eda ile görüştü. Tekrar içeri girince Hz. Aişe validemiz, "Onun hakkında dışarı çıkmadan önce bazı şeyler söylemenize rağmen, daha sonra çok iyi bir eda ile konuştunuz." deyince Peygamberimiz (s.a) şöyle cevap verdi:
"Kıyamet günü Allah katında en kötü mevki birinin çirkin sözlerinden korkup da onunla münasebeti terkedenlerin mevkii olacaktır." (Buhari, Müslim)
Bu hadiseye dikkat ederseniz Peygamberimiz'in bu kişi hakkında kötü kanaatte olmasına rağmen onunla güzel bir şekilde konuşmasının, ahlakının icabı olduğunu göreceksiniz. Ama Hz. Peygamber (s.a.) bu adamla merhamet ve şefkatlice konuşurken, ailesi gördüğü takdirde yanlışlıkla onu samimi dostu zanneder de daha sonra bunu suistimal eder düşüncesi ile Hz. Aişe'yi bu adam kabilesinin çok kötü bir kişisidir diye ikaz etmiştir. Bir keresinde Hz. Ebu Süfyan'ın karısı Hint binti Utbe, Peygamberimiz'e gelerek "Ebu Süfyan cimri bir adamdır. Bana ve çocuklarına yetecek kadar gerekli masrafı yapmıyor" dedi. (Buhari, Müslim)
Kocanın bulunmadığı sırada, kadın tarafından yapılan bu şikayet her ne kadar gıybet ise de Hz. Peygamber (s.a) bunu caiz görmüştür. Çünkü haksızlık yapanı, bu haksızlığı giderecek güçte olan birine şikayet hakkı vardır. Hz. Peygamber'in (s.a) bu gibi örneklerinden faydalanılarak fakih ve muhaddisler şu kaideyi ortaya koymuşlardır. "Gıybet, ancak şer'an doğru bir maksat için gerektiği takdirde ve o gıybet olmadan o gereklilik ortadan kalkmadığı takdirde caizdir." Daha sonra bu kaideye dayanarak İslam alimleri gıybetin aşağıdaki şekillerini caiz kabul etmişlerdir:
1) Zulme uğrayan kişinin bu zulmü ortadan kaldırabilecek güçte olduğuna inandığı kimseye zalim kimseyi şikayet etmesi.
2) Düzeltilip ıslah edilmesi niyeti ile haksızlıkları ve kötülükleri giderebilecek yetkide olan kimselere bir kişi veya zümrenin kötülüklerinin anlatılması.
3) Fetva almak gayesi ile bir müftüye veya bir İslam alimine, bir kişinin yanlış hareketlerini konu edinen bir olayın anlatılması.
4) Bir kişinin veya kişilerin şerlerinden sakınsınlar diye diğer insanlara bilgi verilmesi. Mesela, hadis ravilerinin, şahitlerin, kitap yazarlarının eksiklerini, hatalarını açıklamak bütün alimlerce caiz değil, hatta vacip kabul edilmiştir. Çünkü bu açıklama olmadan şeriatı yanlış rivayetlerin yayılmasından, mahkemeleri adaletsizlikten ve insanları özellikle ilim araştırıcılarını sapıklıklardan korumak mümkün olmaz. Yuva kurmak isteyenlerin karşıki şahıs hakkında yahut yanından ev alınmak istenen kimsenin komşuluğu hakkında yahut birisi ile iş ortaklığı kurulmak istendiği taktirde veya birine bir emanet verilmesi gerektiğinde kendisinden bilgi istenen kişinin bu kimselerin iyi ve kötü taraflarını bilmediğinden dolayı zarara uğramasın diye soran kişiye açık açık anlatması gerekir.
5) Fısk, fucur ve çeşitli ahlaksızlıklar yayan yahut dini düşüncelerde sapık fikirler ve bid'atler dağıtan veya Allah'ın kullarını dinsizlik, eziyet ve zulüm fitnelerine boğan kimselerin kötülüklerini herkese karşı ilan ederek tenkit etmek, bunları anlatmak da gıybet değildir.
6) Kötü bir lakapla meşhur olan kimseleri bu lakap dışında tanıtmak mümkün değilse küçültmek ve hafife almak niyeti ile değil de kişiyi tanıtma niyeti ile o kötü lakabın kullanılması da gıybet değildir. (Geniş bilgi için bkz. Fethu'l-Bari Cilt: 10, sahife: 36, Müslim, Şerhi Nevevi, Tahrimü'l-Gıybeh babı; Riyazü's-Salihiyn, Gıybetin Mübah Olan Babı, Ahkamu'l-Kur'an, Cassas ve Ruhu'l-Meani)
Bu istisnai durumlar dışında birinin arkasından çirkin söz söylenmesi kesin olarak haramdır. Bu çirkin söz doğru ise gıybettir, yalan ise iftiradır, iki kişiyi birbirine düşürmek için ise düzenbazlıktır. Şeriat bu üçünü de yasaklamıştır.
İslam toplumunda bir müslümanın, yanında başka birinin gıybetinin yapılmasını, yalan yere töhmet altında bırakılmasını sessizce dinlemesi doğru değildir, onu derhal reddetmesi gerekir. Hiçbir şer'i mecburiyet olmadığı halde birinin mevcut kusurlarının ortaya dökülmesinin günah olduğunu ve bu hareketi yapanların Allah'tan korkarak böyle günahlardan uzak kalmalarını da telkin etmesi gerekir. Hz. Peygamber (s.a) buyuruyor ki: "Bir kimse bir müslümanın aşağılandığı ve onun şeref ve haysiyetine saldırıldığı sırada onu korumuyorsa, Allah Teala da onun kendinden yardım istediği durumlarda himaye etmez.
Ve eğer bir kişi müslümanın şeref ve haysiyetine saldırıldığı ve ona hakaretler yapılıp, aşağılandığı sırada onu korursa Allah da kendisinden yardım istediği durumlarda ona yardım eder." (Ebu Davud)
Gıybet yapana gelince: Bu günahı işlediğini veya işliyor olduğunu anladığı an ilk görevi, Allah'a tevbe etmesi ve bu haram işten derhal vazgeçmesidir. Bundan sonra ona düşen ikinci görev, yaptığı bu günahı gidermektir. Ölmüş bir kimsenin gıybetini yapmışsa onun hakkında çokça Allah'tan af dilemesi, eğer yaşayan bir kimsenin gıybetini yapmışsa, bu gıybet gerçek dışı ise bile daha önce yanlarında bühtan ettiği kişilere gidip yaptığı hareketin yanlış ve asılsız olduğunu belirtmesi gerekir. Yaptığı gıybet kişide var olan kusurları ihtiva ediyorsa, bundan sonra asla onu kötülememeli, daha önce yaptığı gıybetten dolayı af dileme sadece gıybeti yapılan kişinin durumdan haberi olması halinde yapılmalıdır, aksi takdirde sadece tevbe ile yetinilmelidir. Çünkü o kişinin durumdan haberi yoksa gıybet yapanın özür dilemek için "Ben senin gıybetini yapmıştım" demesi o adamı üzer, onun da içinde bir takım nahoş duygular doğabilir, denmektedir.

Bu cümlede Allah Teala gıybeti "Ölmüş kardeşinin etini yemeğe" benzetmekle bu hareketin son derece çirkin olduğunu tasvir etmiştir. Leş etinin yenmesi bizatihi nefret ettiricidir. Kaldı ki bu et de bir hayvan eti değil de insan eti olursa... Hatta herhangi bir insanın değil de bizzat kendi kardeşinin eti olursa işin çirkinliği düşünülmelidir. Dahası, bu benzetmeyi soru biçiminde ortaya koyarak Allah Teala insan üzerinde daha fazla tesir yaratmıştır. Böylece her şahsın kendi vicdanından sorarak ölmüş kardeşinin etini yemeğe razı olup olmayacağına kendisinin karar vermesini dilemiştir. Nasıl onun tabiatı bu ölmüş kardeş etinden tiksiniyorsa, bir mü'min kardeşinin bulunmadığı ve kendini savunacak bir durumda olmadığı sırada, onun şeref ve haysiyetiyle oynanmasını hoş karşılayamaz.
Bu ilahi buyruktan, gıybetin haram oluşunun asıl sebebi, gıybet edilen kişinin kalbinin kırılması, incinmesi değil, bilakis herhangi bir kişinin yokluğunda çekiştirilmesinin, arkasından kötülenmesinin bizatihi haram olduğu anlaşılmaktadır. Artık o kişinin bu gıybetten haberi olsun olmasın ve bundan üzüntü duysun duymasın önemli değil. Ölmüş insanın etinin yenmesi, ölüye eziyet verdiği için haram kılınmadığı meydandadır. Biçare kişi öldükten sonra birinin kendi leşini parçaladığını bilmez, hissetmez. Ama son derece çirkin olan, bu hareketin bizzat kendisidir. Aynen bunun gibi gıybeti yapılan kişi hakkında söylenenlerden haberi olmazsa ve hayatı boyunca da kim, nerede, ne zaman kendi haysiyetiyle uğraşıp başkalarının onu zedelediğinden dolayı da kendisine en ufak bir eziyet ve ızdırap ulaşmayacaktır. Fakat onun şeref ve haysiyetine ne olursa olsun bir leke sürülmüş olacağından gıybet, kendi türü içinde ölmüş kardeşinin etini yemekten farklı değildir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Zariyat suresi 59
Artık gerçekten zulmedenler için (geçmişteki) arkadaşlarının günahlarına benzer bir günah vardır. Şu halde acele etmesinler.

Buradaki "zulüm" ile doğruyu ve hakikati çiğnemek ve fıtratı bozmak kastedilmektedir. "Zulmedenler" ise, siyak ve sibaktan da anlaşıldığı gibi, Allah'tan başkasına kulluk edenler, ahireti inkar edip dünyada sorumsuzca yaşayarak hiç hesaba çekilmeyeceğini sananlar ve kendilerine hakikatlerden haber vermeye çalışan peygamberleri yalanlayanlardır.

Bu ayet, "Kıyamet nerede kalmış, niçin gelmiyor?" diyenlere verilmiş bir cevaptır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Tur suresi ayet 23
Orada bir kadeh kapışır-çekişirler ki onda ne ‘boş ve saçma bir söz' ne günaha sokma yoktur.

Allaha ve Resulüne iman etlen ve soyları da iman ederek kendilerine tabî olan müminlere cennette, canlarının istediği çeşitli meyveler ve etler veririz.Orada cennetlikler neşelerinden dolayı birbirlerinden kadeh kapışacaklar. Artık cennette ne boş bir söz vardır ne de bir günah işleme. Zira orada içecekleri kadehin içinde ne bir saçma söz söyletecek şey ne de günaha sokacak bir şey bulunur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Necm suresi ayet 32
Ki onlar ufak tefek günahlar dışında günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin mağfireti geniş olandır. O sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O sakınanı daha iyi bilendir.

"İllallahümme", az miktarda, hafif tesir ve bir şeyin yanında az bir zaman durmak, anlamlarına gelir. Örneğin, "ellememe bi'l-mekan" (o bir mekanda biraz durdu) , "ellememe bi't-taam' (o azıcık yedi) , "bihi lememun" (aklen biraz dengesiz) . Dolayısıyla bu kelime, kişinin bir fiili yapmamakla birlikte yapacak noktaya kadar gelmesini ifade eder. Ferra, şöyle bir cümleyi bedevilerden duyduğunu nakleder: "Darebe ma lememe'l-katlu" (öyle vurdu ki az kalsın ölecekti) . Yani, o şahıs bu fiili az kalsın yapacaktı.
Müfessirler bu ifadeyi küçük günah olarak anlamışlardır. Bazıları, bir kimsenin büyük günahları işleyecek noktaya gelmiş olmasına rağmen bu cürümü işlememiş olması ya da son safhayı gerçekleştirmemesi şeklinde yorumlarlar. Bazıları, az bir zaman günah işleyen kimsenin sonradan günahlarından vazgeçmesi anlamına geldiğini söylerler. Bazıları ise günah işlemeyi düşünüp yapmak niyetinde olan kimsenin, bu cürümü fiilen yapmaması şeklinde anlaşılabileceği kanatindedirler.
Bu ifade üzerinde sahabe ve tabiundan bazı rivayetleri nakletmeyi uygun bulduk.
Zeyd b. Eslem ve İbn Zeyd, İbn Abbas'ın bu ifadeyi "Kişinin İslâm'a girmeden önce işlediği günahlar" anlamında yorumladığını naklederler.
İbn Abbas'ın yukarıda zikrettiğimiz görüşü ile, "bu kişinin bir fuhuş veya büyük günah işledikten sonra hemen tövbe etmesi (vazgeçmesi) dir." şeklindeki diğer bir görüşü, Ebu Hureyre, Abdullah bin Amr bin el-As, Mücahid, Hasan Basri ve Ebu Salih'den de rivayet edilmiştir.
İbn Mes'ud, Mesruk ve Şa'bi ile ayrıca Ebu Hüreyre ve İbn Abbas'dan güvenilir senetlerle, bu ifadenin "Bir kimsenin büyük günah işlemeye yaklaşması, hatta ilk safhayı geçtikten sonra hemen vazgeçmiş olması" anlamına geldiği rivayet edilir. Sözgelimi bir şahsın hırsızlık yapmak niyetiyle yola çıkıp sonra vazgeçmesi veya bir kadına yaklaşıp, sonra zina etmekten kaçınması gibi.
Abdullah b. Zübeyr, İkrime ve Dahhak, "Bu ifade ile kendisi hakkında dünyada bir müeyyide tayin edilmemiş ve ahirette de karşılığında ceza verileceği haberi bulunmayan küçük günahların kastolunduğunu" söylerler.
Said b. Müseyyeb, bu ifadenin, "fiilen işlenmeyen kötü düşünceler" anlamına geldiğini söyler.
Yukarıda, sahabe ve tabiun tarafından yapılmış çeşitli yorumları naklettik. Nitekim ulemanın ve fakihlerin çoğunluğu da aynı görüştedirler. Nisa Suresi'nin 31. ayetinde, günahlar açık bir şekilde ikiye ayrılmıştır. Kebair (büyük günahlar) , Seğair (küçük günahlar) .
Sözkonusu ayet, fuhuş ve büyük günahlardan sakınanların, küçük günahlarının affolunacağını bildirerek, insanlara ümit vermektedir. Fakat buna rağmen bazı alimler, hiç bir günahın küçük olamayacağını söylemişlerdir. Çünkü onlara göre, Allah indinde masiyet kendi başına büyük bir günah demektir. Ancak İmam Gazzali, "Kebair (büyük günah) ve Seğair (küçük günah) arasında fark vardır ve bu gerçeği reddetmek mümkün değildir. Çünkü dinin ana kaynaklarında bu fark açıkça belirtilmiştir.' demektedir.
Büyük ve küçük günahlar arasındaki farka gelince, Kur'an ve Sünnet'te açıkça yasaklanan her günahın, büyük günah olduğu kesindir. Ayrıca Allah'ın ve Hz. Peygamber'in (s.a.) had cezası verdiği veya Ahirette karşılık olarak azab haberi bildirdiği ya da mücrimin lanetlendiği her günah, büyük günahtır. Yine Allah'ın mücrimler üzerine azab göndermesine neden olan her suç büyük günahtır. Bunların dışındakiler, küçük günahlar grubuna girer. Büyük günahları işlemeye niyet etmek ve istek duymak da küçük günahtır. Hatta büyük işlememek kaydıyla, başlangıç safhasında olmak dahi küçük günahtır. Ancak, küçük günah işleyen kimse, Allah'a karşı büyüklenir, büyük günah işlemekten çekinmez ve Allah'ın yasalarını dikkate almadığı gibi, bu yasaları hafife alırsa o takdirde sözkonusu afdan yararlanamaz.

Allah'ın küçük günahları affetmesinin nedeni, onların günah kabul edilmemesi dolayısıyla değildir. Affedilmelerinin nedeni, Allah Teâlâ'nın kullarına olan rahmetinin geniş olmasındandır. Şayet kullar büyük günahlardan sakınır ve fuhuştan uzak durursa, Allah, engin rahmeti dolayısıyla kullarının küçük günahlarını affeder.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Necm suresi ayet 38
Doğrusu hiçbir günahkar bir başkasının günah yükünü yüklenmez.

Bu ayetten üç kaide çıkarılabilir:
a) Herkes yaptıklarından sorumludur.
b) Bir şahsın yaptıklarından ancak kendisi sorumludur.
c) Hiçkimse, bir başkasının cezasını çekmeyi kabullenemez. Çünkü onun bu tavrı, asıl suçlunun cezasının hafifleştirilmesini sağlamayacağı gibi, bunun ona (asıl suçluya) bir yararı da olmayacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Rahman suresi ayet 39
İşte o gün, ne insana, ne de cinne günahından sorulmaz.

Suçluların, yüzlerinden nasıl belli olacakları hususunun açıklaması ileride yapılacaktır. Yani o kadar insan içerisinde, öncekiler ve sonrakiler toplanacak ama buna rağmen, "suçlu kim?" diye sorulmayacaktır. Çünkü suçlular, zaten korku içinde olacaklarından kendilerini belli edeceklerdir.
Nitekim güvenlik kuvvetlerinin yakaladığı bir grup içinde de çoğu zaman suçsuz ve günahsız insanlar bulunabilir. Ancak suçlular genellikle yüzlerinden anlaşılır. Çünkü korku içinde davranırlar. Ancak dünyada bu kural her zaman geçerli değildir. Hatta polis suçlulardan daha çok, suçsuz, günahsız insanlara eziyet eder. Dolayısıyla böyle bir olayda, suçsuzların yüzlerinde de korku ifadesi vardır. Ancak Allah katında, O'nun adaletinden kuşku duyulmayacağı için, suçsuzlar kendilerinden emin ve güvende olacaklarından, suçlular kendilerini yüzlerinden belli edeceklerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Rahman suresi ayet 41
Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.

Kıyamet gününde melekler suçluları, yüzlerinin siyahlığı ve gözlerinin maviliğinden tanıyacaklar ve onları perçemlerinden ve ayaklarından yakalayıp cehenneme atacaklardır.
Kıyamet gününde müminler, abdest azalarının parlaklığı ile tanındıkları gibi kâfirler de yüzlerinin siyahlığı ve gözlerinin maviliği ile tanınacaklardır. Cehennem zebanileri, suçluları perçemlerinden ve ayaklarından yakalayacaklardır.
Abdullah b. Abbas diyor ki:
"Onlar bu şekilde yakalandıktan sonra tandıra konulan odunlar gibi kırılıp cehenneme atılacaklardır.
Dchhak ise diyor ki:
"Onların ayaklan zincirlerle perçemlerine bağlanacaktır.
Süddi de diyor ki:
"Kâfirlerin perçcmleriyle ayaklan birleştirilip bağlanacak ve bellerinden ip gibi büküleceklerdir."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Vakıa suresi ayet 25
Orada ne ‘saçma ve boş bir söz' işitirler ne günaha sokma.

Bu, Kur'an'da bir çok yerde zikredilmiş bulunan Cennet nimetlerinden bir nimettir. Bu nimet, insanların orada hiç bir boş söz, yalan, gıybet, bühtan, sövgü, laf-ü güzaf, alay ve aşağılama duymayacak olmalarıdır. Kötü bir toplum içinde yaşayan zevk-ü selim sahibi bir kimse, Allah'ın insanlara Cennette va'ad ettiği bu nimetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu iyi bilir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Vakıa suresi ayet 46
Onlar büyük günah üzerinde ısrarlı davrananlardı.

Şirk üzere devam ederlerdi. el-Hasen, ed-Dahhak ve İbn Zeyd'den böyle açıkladıkları nakledilmiştir. Katade ve Mücahid dedi ki: Büyük günah, kendisinden tevbe etmedikleri günahtır.
eş-Şâbî: Bu ğamus yeminidir, demiştir. Bu da büyük günahlardandır, demiştir. Yemininde durmadı" yani yerine getirmeyip geri döndü denilir. Onlar, Öldükten sonra diriliş yoktur, putlar Allah'ın ortaklarıdır, diye yemin ediyorlardı. İşte yeminlerinde durmayışları da budur, Yüce Allah onların bu halini: "Onlar var güçleriyle: Ölecek bir kimseyi Allah diriltmez diye Allah'a yemin ettiler" (en-Nahl, 16/38) diye haber vermektedir. Peygamber (sav) iie ügiii haberde de: "Hira dağında ibadete çekilirdi denilmektedir. Yani Günah dernek olan "hins"i kendisinden kaldıracak işler yapardı, demektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Mücadele suresi ayet 8
‘Gizli toplantıların fısıldaşmalarından' (kulis) men' edilip sonra men' edildikleri şeye dönenleri; günah düşmanlık ve Peygamber'e isyanı (aralarında) fısıldaşanları görmüyor musun? Onlar sana geldikleri zaman seni Allah'ın selamladığı biçimde selamlıyorlar. Ve kendi kendilerine: Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azab etse ya. derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o ne kötü bir gidiş yeridir.

Bu ifadeden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber (s.a) onları daha önce, bu davranışlardan men etmiş, fakat bu davranışlarında ısrar etmeleri üzerine de bu ayet nazil olmuştur.

Birçok rivayette anlatıldığı gibi bu, Yahudi ve münafıkların ortak tavrı idi. Onlar Hz. Peygamber'in (s.a.) yanına geldiklerinde Essamü aleyke Ya Eba-l Kasım diyorlar ve böylelikle "Essalâmü Aleyke"nin telaffuzunu bozarak bunu işiten kimselerin kendilerinin selam verdiğini zannetmelerine neden oluyorlardı. Ancak onlar "Essamu aleyke" (ölüm üzerine olsun) dediklerinde Hz. Peygamber (s.a) de kendilerine "ve aleykum" (sizlerin üzerine de olsun) diye karşılık veriyordu. Bir defasında Hz. Aişe dayanamayarak onlara, "ölüm ve Allah'ın laneti de sizlerin üzerine olsun" der Hz. Peygamber (s.a) ise hemen Hz. Aişe'ye "Ya Aişe, Allah kötü sözden hoşlanmaz" diye müdahalede bulunur. Hz. Aişe bunun üzerine Hz. Peygamber'e (s.a.) , "Ya Rasulullah! Ne dediklerini işitmediniz mi? deyince Hz. Peygamber (s.a) "Benim dediğimi duymadın mı? Ben de onlara "sizin üzerinize de olsun dedim", diye cevap verir. (Buhari, Müslim, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim) .
İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna göre, Yahudiler ve münafıklar Hz. Peygamber'e (s.a.) bu şekilde cevap verirlerdi. (İbn Cerir)

Yani onlar bu davranışlarını, Hz. Muhammed'in (s.a) peygamber olmadığı iddialarına delil olarak kullanıyorlardı. Çünkü kendilerinin gece gündüz Hz. Muhammed'e (s.a) belâ okumalarına rağmen, yine de azabın gelmemesini, onun peygamber olmayışına bağlıyorlardı. Ve eğer o peygamber olsaydı, azabın gelmesi gerekirdi şeklinde düşünüyorlardı.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Mücadele suresi ayet 9
Ey iman edenler kendi aranızda gizli konuşmalarda bulunacağınız zaman bundan böyle günah düşmanlık ve Peygamber'e isyanı fısıldaşıp-konuşmayın; birri (iyiliği) ve takvayı konuşun ve huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakının.

Bu ifadeden anlaşıldığına göre, "Necva", başlı başına yasak ve uygun olmayan bir davranış değildir. Ancak Necva'nın caiz oluşu ya da olmayışı, ne hakkında ve niçin konuşulduğuna bağlıdır. Sözgelimi, salih bir toplumda, ihlaslı birkaç kişinin bir araya gelerek konuşmasından kimse rahatsız olmaz ve kendilerine bir kötülük yapacaklarından endişe edilmez. Fakat bunun aksine, kötü niyetli insanlar bir araya gelip gizli gizli konuşurlarsa, herkes, onların bir fitne çıkarmaya hazırlandıklarını düşünür. Ayrıca bir kaç kişinin tesadüfen karşılaşmaları sonucunda, bir araya gelmeleri ve gizlice konuşmaları, başlı başına kötü bir şey değildir. Ancak Müslüman bir toplumda, bağımsız bir grup kurmak ve sürekli gizli gizli görüşmeler yapmak, kesin surette bozgunculuğa sebebiyet verir. En azından Müslümanlar arasında hizipçilik başlar. Necva'nın caiz olması ya da olmaması, neler konuşulduğuna bağlıdır. Şayet iki kişi bir araya gelip, başkalarının arasını bulmak, onları barıştırmak veya hakkı elinden alınmış bir kimsenin hakkını nasıl iade edebileceklerini görüşmek için gizlice konuşurlarsa, bu hayır ve sevaptır. Fakat iki kişinin arasını bozmak veya birinin hakkını elinden almak, ya da bir haram işlemek için gizlice konuşurlarsa, bu tavır hem keyfiyetinden, hem de gizlice konuşulduğundan dolayı yasak ve günahtır.
Hz. Peygamber, bir mecliste nasıl davranılacağı hususunda gerekli ahlâkî kurallardan birini şöyle açıklamıştır. "Bir mecliste üç kişi varsa, iki kişi kendi arasında gizlice konuşmasınlar. Çünkü üçüncü kişi bundan rahatsız olur." (Buhari, Müslim, Müsned-i Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud) Başka bir hadiste Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur. "İki kişi kendi arasında, üçüncü kişiden izin almadan konuşmasın. Aksi takdirde, o kimse bundan alınır." (Müslim) . Bu esaslar dahilinde düşündüğümüzde, üçüncü kişinin anlamadığı bir dilde, iki kişinin konuşmasının da aynı şekilde yanlış olduğu sonucuna varırız. Hele üçüncü kişi hakkında ve ne konuşulduğunu ona belli ederek konuşmak, daha büyük hatadır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt