Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

RAMAZAN ! Hoşgeldin , Bereket getirdin... (1 Kullanıcı)

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
[COLOR="darkgreen"]Eğer oruç bizi çepeçevre tutacaksa, ona uyum sağlamalı ve ne istiyorsa yapmalıyız.
Bu sebeple kötü huylarından kurtulmak isteyen her Müslüman, Ramazan münasebetiyle öncelikle yalan söylemeyi bırakmalı.[/COLOR]

Dedikodu yapmak ve yapanlara inanarak bir başka kişi hakkında kanaat sahibi olmak gibi önyargı ve peşin hükümlülük hastalığından kurtulmalı, bize gelen bir haberi kaynağından doğrulatmadan inanmamalı. Ancak o zaman orucun insana yüklediği misyonu taşıyabiliriz.

Şefkati, merhameti ve muhabbeti başkalarından beklemek yerine, öncelikle biz göstermeliyiz ki, ilk adım atmanın mükafatını elde edelim.
Şefkat, merhamet ve muhabbet; ALLAH’ın insana bahşettiği çok büyük ikramlardandır. Oruçlu insanlar bu ikramı herkesle paylaşmak mecburiyetindedir. ALLAH’tan geleni ALLAH’ın yarattıklarına sunmalıyız.



esselamün aleyküm ve rahmetüllahi ve beraktüh.
allah celle celalüh sizden razı olsn. çok güzel ve birbirinden faideli değerli konuşlar bilgiler. bizlere nasiplenme imkanı sunup zahmet gördüğünüz için Rahman ve Rahim olan Rabbimiz de silzeri cenneti rahmeti ve merhametiyle nasiplendirsin inşallah
amin.

selam ve dua ile

ve aleykümselam Mir_Erhan kardeşimiz...

Rabbimiz sizden de razı olsun , değerli vaktinizden ayırıp okuma zahmetine girdiğiniz için.

Rabbim faydalanıp , hayatlarımıza uyulayabilmeyi nasip etsin.

Allah Celle Celalühe emanet olunuz.
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
11. Ramazan

Ramazan geldi geçiyor, olayların peşinden koşarken Ramazan’ın heyecanı günlük gaileler arasında kaybolup gidiyor sanki..
Ramazan’da, daha çok içe dönecektik, ama yine dışımızdaki olaylarla daha çok ilgileniyoruz bakıyorum da..

Geçmiş bir yılı Kur’an-ı Kerim’in aydınlığında süzgeçten geçirecek ve gelecek yılın sorumluluklarını planlayacaktık..

Ramazan sadece oruç değil, itikaf zamanıdır aynı zamanda..
Radyoyu, televizyonu, telefonu kapatıyorsunuz..
Sadece zikir, dua ve tefekkür..

Eskiden evlerde de itikaf odaları, hatta çilehaneler olurdu..
Şimdi camilerde bile itikaf için uygun mekanlar yok.. Dergahların çilehanesi var mı sanki?
Ramazan çadırlarına insanlar yemek yemek için geliyor, sonra da vur patlasın çal oynasın, ucuz eğlenceler..

Bir zamanlar biz Direklerarasını, Osmanlı’da levanten, din dışı çevrelerin Ramazan’da kendileri için sığınma/gizlenme yeri olarak görürdük, şimdi cami önleri Direklerarasına döndü. Ne ararsan var Lunaparkı da var, canbazları da, macuncusu da. Animatörleri de, sucuk satanı da. Bangır bangır müzik.. Ve işportacı çığlığı..
Sükunet, sessizlik, tefekkür yok. Millet “Ramazan eğlencesi”ne gelmiş sanki..

Hızırilyas (Hıdırellez) günlerini, şenliğe döndürmedik mi?
İki manevi önderin buluştukları kabul edilen günde Hz. Hızır ve Hz. İlyas’ı hatırlayan var mı?

İtiraf edelim ki, düğünü de, cenaze merasimini de, Ramazan’ı da nasıl idrak etmemiz gerektiğini bilmiyoruz..

Din, vicdani ve felsefi bir kanaat konusu değil.
O daha farklı bir şey..
Ya da evreni yarattığı kabul edilen, tanımlayamadığımız bir güce karşı sadece şükran sunma töreni de değil bizim için.. O zaman dini “religio”laştırırsınız.. Yercil, insani bir şey olur o, ilahi değil..

“İnsani yardım” çabaları da dini bir boyutu olsa da, asıl yerine ikame edilecek bir şey değil.. Yani bu konuyu vicdani tatminle, insani sağduyu ile geçiştiremezsiniz..

Sanırım asıl sorun, aklımız mı dinimize yol veriyor, dinimiz mi aklımıza?

Bizim aklımız, paramız ve makamımız dinimizden daha baskın..
Onun için de yaşayışımıza, dünya görüşümüze göre, çıkarlarımıza göre bir din telakkisi giderek hayatımıza daha fazla hakim oluyor..
Yani inandığımız gibi yaşamak yerine, yaşadığımız gibi inanmaya başlıyoruz..
Ramazan da sanki bu kentli dindar sosyetenin “vicdan günü” ile cami avlusunda kendi misyonunu örgütlüyor..

Ramazan’nın bizi içimize döndürmesi gerek. Sessizliğe, yeni Ramazan kültürü bize dışarıya ve eğlenceye çağırıyor..
Oruç tutmak sadece aç kalmak değil. Kaldı ki, görkemli iftar sofraları ile Ramazan’dan çoğumuz kilo alıp çıkıyoruz..
Dünyevileşmekten kurtulamıyoruz..
“İslâm sosyetesi”, giderek “Dubai sosyetesi” gibi, Ramazan’da 14 günlük turlara çıkarak seferi oluyorlar, orucu kısa günlere, serin günlere erteliyorlarmış..
Ramazan’da oteller daha ucuz, çünki müşterisi az. Ama bu gidişle bizim sosyete otelleri dolduracak gelecek yıllarda.

Sanırım herkes bu konu üzerinde düşünmeli bugünden.. Benim korkum, bizim bu zaafımız giderek birilerinin umuduna dönüşüyor..
Karnavallar nasıl doğdu biliyor musunuz, o faşingler..
Şeytan kovma günleri ile başladı bu işler.. Fahişeleri, büyücüleri arabalara bağlayıp taşlarken; şeytan, korteji ele geçirdi zamanla, bir cinsellik gösterisine döndü iş..

Ramazan “eğlenceleri” de bizi bir yerlere götürüyor sessiz ve derinden.. Hem de birileri dini anlamda vicdani tatmine kavuşuyor..
Artık güllaç yemek bile dindarlık olarak algılanmaya başladı..

Mesela kurban kesmek, celeb ve kasaba 300-500 liralık bir siparişle kebab bayramına dönüşecek nerede ise..
Zaten Ramazan’a da şeker bayramı demiyorlar mı?
Ya da parayı veriyorsunuz, birileri bir yerlerde o kurbanı kesip etini yoksullara dağıtıyor o kadar.
Kendisi kurban gerçeği ile, ölümle, hayatla, canla yüzleşmiyor..
Kurban kendisi, ya da can paresi değil.
İsmail’ini kaybetmiş bir kurban ne kadar kurbandır sizce!

Paranızı ve koçunuzu değil sadece, malınızı, canınızı, sevdiklerinizi, makamınızı Allah yolunda kurban edebilecek misiniz?
R
amazanlarımız tarihten kopuk, gelenekten kopuk, ibadet boyutu ötelenmiş, geleceğe yön gösterici olmaktan uzak bir Ramazan olmamalı.

Bugün trajik bir sapmanın eşiğinde olmasak da, gidiş pek iyi değil..
Radyolar, TV’ler, gazetelerin sahur ve iftar programları, sohbet ve söyleşileri, ziyaretleri ile Ramazan’ın rengi sokağa yansımıyor değil, ama gidişat çok da iç açıcı değil..
Gelecek için yeni şeyler düşünmeli, yeni şeyler yapmalıyız..

Her Ramazan bizim için yeni bir başlangıç, bir sıçrama vesilesi olmalı.
Bilim, sanat, tefekkür boyutu ağır basan, evrensel renkleri ile daha farklı bir Ramazan idrak etmek mümkün..
Şimdi eve ve içe dönüş zamanı..

Selâm ve dua ile.

( Abdurrahman Dilipak )
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
12. “Ramazan eğlenceleri”


“Ramazan eğlenceleri” adı altında sunulan programların ramazanın ruhu ile bağlantısı yok.
Pek çoğu eski TRT (Allah biliyor ya, şimdinin TRT’si milletin kıblesine hırlamıyor) ve oruçsuz yazarlar tarafından cebren dayatılan “Direklerarası” kokuyor.

Oysa ramazan “eğlence” zamanı değil, “zikir” , “fikir” , “şükür” zamanı.

Aslına bakarsanız ramazanda “eğlence” kavramı bile değişmeli, kirletilmiş eğlencelerin yerini iman eksenli yansımalar almalıdır.

Osmanlı insanı ramazanın tümünü eğlenceye ve neşeye dönüştürmüştü.
İftar ve sahur sofraları, tüm ailenin ortak yaşam içinde Allah’a ulaşma keyfini derinden hissettiği anlardı...

Selâtin camilerinde (padişahlar tarafından yaptırılan camiler), musikişinas müezzinlerle bestekâr imamların kıldırdığı ruhu şenlendirici teravihler de müthiş neşe verirdi insanlara...

Fitre ve zekât verme, fakir doyurma, sadaka taşlarına sadaka bırakma, borcundan dolayı cezaevine düşmüş borçlu bir dindaşının (kardeşinin) borcunu ödeyip ramazanı çoluk çocuğuyla yaşamasını sağlama gibi sevaplı işler de imanlı insanın iç dünyasını neşelendiren işlerdi...

Osmanlı ibadet ederek eğlenirdi...
Yani “eğlence” anlayışı bizimkinden farklıydı.

Anlayacağınız biz onların torunlarıyız, ama onların “eğlence” saydığını biz “eğlence”den saymıyoruz.
Onların “zevk” odaklarından zevk alamıyoruz.
Aramızda anlayış farkı oluştu.

Osmanlı insanı, başta namaz ve oruç olmak üzere insanı Allah’a ulaştıran yollardan zevk alırdı, biz alamıyoruz...

Osmanlı insanı bir çiçeğin kıvrımlarında Allah’ın sıfatlarının yansımalarını okur, bir gülün kokusunda Peygamber-i âlişan Aleyhisselatü vesselam Efendimizi koklar, müthiş bir keyif yaşardı; biz çiçeklere bakmıyor, gülü görmezden geliyoruz...
Dolayısıyla zevk de alamıyoruz.



Osmanlı aileleri, çocuklarını ramazana ısındırmak ve özellikli bir ay olduğunu çocuklarının yüreğine çakmak için bazı oyunlara başvururlardı...
Bu sayede hem kendileri eğlenir, hem de çocukları eğlendirirlerdi.
Oturulan mekânın müsait yerine küçücük bir mahya kurmak ramazan eğlencelerinden biriydi...
Çocuklar küçücük mumlardan oluşan mahyayı iftar ezanıyla birlikte yakar, bu aile içinde müthiş bir seremoni olurdu.

Osmanlı aileleri ramazanda küçük bir “Hazine Sandığı” yapar, aile bireyleri, en büyüğünden en küçüğüne kadar bu sandığa ramazan boyunca kimi para, kimi güzel bir söz, kimi ayet-hadis, kimi de ramazana ilişkin gözlemler, dualar, duygular yazıp atardı...
Sandık kadir gecesi açılır, çıkan para sayılıp isim isim mahalle fakirlerine ayrılır, yazılı kâğıtlar okunur, yazanlar tebrik edilir, aralarından en iyisi seçilip ödüllendirilirdi...
Sonraları bunun yerini maalesef “Tombala” aldı.

Küçüklere öğleye kadar oruç tutturulur, öğlenlerde ciddi ciddi iftar ettirilir, her öğle orucuna bir ip kesilir, sonra ipler bir birine eklenirdi...
Ramazanın sonuna kadar epey uzayan düğüm düğüm ip, süslü bir sandıkcığa konur, açık arttırmaya çıkarılırdı...
Aile büyüklerinden biri sandıkcığı satın alınırdı...
Sonra da güzel bir ambalaj yaptırır, bayram günü çocuğa hediye ederdi.
Böylece hem çocuğun bayram harçlığı çıkardı, hem de torunlarına gösterebileceği bir ramazan hatırası biriktirmiş olurdu.
Çocuğun bayram armağanı da bu arada çıkardı.

Osmanlı dünyasında ramazan hazırlıkları da çok keyifliydi; camilere mahya kurulmasını seyre bütün şehir gider, ramazan akşamlarında bazı güzergâhlarda fener alayları düzenlenmesi insanları pencerelere çekerdi.

Kısacası hayatın da, ramazanın da tadını çıkarırlardı.

( Yavuz Bahadıroğlu )
 

Zaur.

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Tem 2009
Mesajlar
24
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Selam, Allah oruc niyyetlerimizi kabul etsin inşallah AMİN.
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
13. Okumak ve kardeşlik ayı Ramazan


Ramazan, Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu ay.
İlk ayet: “Yaratan Rabbinin adıyla oku!”

Okunması, anlaması, düşünülmesi gereken ve binlerce tekrarı dahi yeni ufuklar açan ve devamlı okunması gereken Kur’an-ı Kerim...

Tabii insanların düşünceleriyle de yardımlaşmaları şart.
Abdurrahim Karakoç kardeşim yazılarında, bazen eskimez şiirlerinden demetler sunuyor. Çok da güzel oluyor.

Lise çağlarımda “Safahat”ın yaklaşık yarıya yakınını ezberlemiştim.
Üç sene önce “Mehmet Akif Ersoy Günü” için Erzurum’a gittik. İlgili, canlı, güzel bir gün oldu.
Ertesi gün Mustafa Karahasanoğlu, Mehmet Doğan ve Hüseyin Öztürk beylerle bir grup genci ziyaret ettik. Bunlar bir üniversite öğretim üyesinin izahlarıyla Safahat’ı ezberliyorlardı. Sevindim.
İstiklal Marşı şairimizi yakından tanımak, manevi varlığı ile dost ve arkadaş olup sohbetinde bulunmak önemli imkandır.
Her şeyden önce, karakter abidesi bir kimseyi arkadaş edinmektir. Geçen asırdaki sıkıntılı bir dönemimizi, duyarak, düşünerek tanımaktır. Bir duvarın taşları gibi manen birbirine kenetlenmesi gereken Müslümanların temel meselelerini, ayetler ışığında İstiklal Marşı şairimizle beraber düşünmek, O’nun ağlayan ve ağlatan yüreğinden dinleyip yaşamaktır:


“Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,
İslam’ı uyandırmak için haykıracaktım.”


“Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!
Oku, şayet sana bir hisli yürek lazımsa;
Oku, zira onu yazdım, iki söz yazdımsa.”


Safahat’ı gönülden nasıl bir duyguyla okumamız gerektiğine böyle bir feryatla işaret eden Akif’imizle, sık sık beraber olup, her ay birkaç gün olsun Safahat’ında buluşup görüşmek ne güzel olur.
Böyle bir birliktelik, dünün hadiseleri üzerinden, İslam’ın aydınlığında değişmez insanlık değer ve özlemlerimizi bir kere daha derinden duyup düşünmek demektir:


“Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki bu din,
Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin.”



“İnkılap ümmetinin şanı yakıp yıkmaktır” diyen Akif:

“Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
Onu en çolpa herifler de, emin ol, becerir.
Sade sen gösteriver, “işte budur kubbe!” diye,
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman,
Bir Süleyman daha lazım, yeniden bir de Sinan”


“İntihar etmek değilse yolda durmak, gitmemek,
Asumandan refref indirsin demektir bir melek!
‘Leyse li’l-insani illa ma sea’ derken Huda;
Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha?”


“Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur!”

“Ser-menzili merama varır durmayıp giden;
Yoktur necat ümidi bu çöller geçilmeden.”


Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,
Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlayamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmiyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden müteferrik bu kadar akvamı,
Aynı milliyetin altında tutan İslam’ı,
Temelinden yıkacak zelzele kavmiyettir.
Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir.
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez...


Sizi bir aile efradı yaratmış yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.



Girmeden tefrika bir millete düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.


Ey cemaat, yeter Allah için olsun, uyanın!
Sesi pek müthiş öter sonra kulaklarda çanın!”



( Hasan Aksay )
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt