Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şems-i Tebrizi & Mevlana ... (1 Kullanıcı)

  • Konuyu başlatan duyygu
  • Başlangıç tarihi

Sedaa_*

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 May 2012
Mesajlar
2,150
Tepki puanı
6
Puanları
0
Yaş
23
Allah razı olsun, süpermiş :)
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Bırakmıyorum ki, gönülde düşünce olasın,
İstemiyorum ki, gözlerde değersiz kalasın;
Seni canımda saklıyorum; gözümde gönlümde değil.
Tâki son nefesime kadar bana yar olasın!

Sana dilsiz, dudaksız sözler söyleyeceğim Bütün kulaklardan gizli sırlardan bahsedeceğim Bu sözleri sana, herkesin içinde söyleyeceğim ama senden başka kimse duymayacak Kimse anlamayacak..

Şimdi sorarım sana, hangi aşk daha büyüktür?
Anlatılarak dile düşen mi, anlatılmayıp yürek deşen mi?

Aşktan mutluluk, güvenlik beklerler, halbuki aşk son zerresine kadar kendini vermektir, ruhundaki son zerreye kadar sevdiğin olmak istemektir, onun içinde eriyecek kadar sevmek, kendinden kopmak demektir. İşte ben aşk derken böyle bir aşktan bahsediyorum, ölmekten bahsediyorum. Var mı o'nun aşkıyla ölmeye cesareti olan?

Ben seni nasıl incitebilirim? Ayağına bir öpücük kondurayım desem, Kirpiklerimin dikeni ayağına batar da rahatsız eder diye korkarım…

Kalp mi insana sev diyen yoksa yalnızlık mı körükleyen? Sahi nedir sevmek; bir muma ateş olmak mı yoksa yanan ateşe dokunmak mı?

Ya tam açacaksın yüreğini, ya da hiç yeltenmeyeceksin! Grisi yoktur aşkın, ya siyahı, ya beyazı seçeceksin.

Anladım ki gönül çuvalımdaki kelimeler sana yetmez.
Oysa gönlüm güzel olmazsa, bahçemde bir gül dahi bitmez,
Ey Sevgili,
Senin “AŞK’ın” daim olsun.
Benim yaram olsa da fark etmez.
Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!

ŞEMS​
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Bir mum, başka mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.

2. Kimde bir güzellik varsa bilsin ki ödünçtür.

3. Dünya Tuzaktır, yemi de isteklerdir; İstek tuzaklardan kaçının.

4. Hırsı bırak, kendini boş yere harcama! Şu toprak altında çırak tabir, usta da ...

5. İhtirasların göz testisi dolmaz. Sedef, kanaatkar olmadıkça inciye
dolmaz.

6. Güçlük ve darlık içindeysen sabret; Sabır, gönül ferahlığının anahtarıdır.

7. Kim demiş; gül, yaşar dikenin himayesinde? Dikenin itibarı ancak gül sayesinde ...

8. Aynan niçin yansıtmıyor, biliyormusun? Çünkü yüzünden pas temizlenmemiş.

9. Dostumun ışığı, önümde ve arkamda bulunmazsa önümden, arkamdan nasıl haberdar olurum ben?..

10. Bileklerindeki zincirleri çöz, hür ol. Ne zamana kadar altının, gümüşün esiri olacaksın .
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm
ImageProxy.mvc
korktum.
Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm
ImageProxy.mvc
korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun
ImageProxy.mvc
hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün
ImageProxy.mvc
ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını
ImageProxy.mvc

zamanla barışılacağını
ImageProxy.mvc
zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu
ImageProxy.mvc

sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin
ImageProxy.mvc
bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı
ImageProxy.mvc
kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun
ImageProxy.mvc
günah elinin altındayken
ImageProxy.mvc
günaha el
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Birgül kadar güzel ol; ama dikeni kadar zalim olma. Birine öyle bir söz söyle ki, ya yaşat ya da öldür; ama asla yaralı bırakma.

Ey İnsan kaf dağı kadar yüksekte olsanda, kefene sığacak kadar küçüksün. Unutma ...herşeyin bir hesabı var üzdüğün kadar üzülürsün.

Hüzün taze tutar aşk yarasını. Yaramdan da hoşum, yârimden de...

Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil.



Kapımıza değil ; Kalbimize vuran buyursun !

Sevmeye layık olmayanı hatırlayarak değerli etme! Dönmek mi istiyor, bir şans daha verme. Unutma; sevgi yürekli olana yakışır.

Otunu, suyunu bilmediğin gönüllerde koyun gütme! Yoksa, 'kaçırcağın keçilere' çobanlık yapamazsın ...!

Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor. Derin denizleri ise ancak derin sevdalar. Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her sey susuyor. Anladım ki susan her şey derin ve heybetli.

Diyorlarki Dost acı söyler? Acıyı söyleyene Dost denilmez ki.!Seni sevmeyen acı söyler Dostun sana söyleyeceği acı dahi olsa senin canını acıtmayacak şekilde tatlı dille söyler.

İlim üç şeydir: Zikreden dil, şükreden kalp, sabreden beden...

İnsanoğlunun edepten nasîbi yoksa, insan değildir. İnsan ile hayvan arasını ayıran edeptir...


Yaşarken anlayamadıkları değerleri, öldükten sonra anlamanın kimseye faydası yok. Sevdiğinizi dirileştirmenin
yolu, hayatın tazeliğinde itiraf ve ifade etmektir.



Sen ol da; ister yâr' ol, ister 'yara'; lütfun da başım üstüne, kahrın da.

Ey aşk! Seni senelerce yaban ellerde, hoyrat dillerde aradım. Oysa bendeymişin bilememişim. Oyalanmışım. Kalakalmışım.

Güzel bir gülü, güzel bir geceyi, güzel bir dostu herkes ister. Önemli olan gülü dikeniyle, geceyi gizemiyle, dostu tüm derdiyle sevebilmektir.

Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

Kalp ruha der ki :Ben severim, aşık olurum;ama acısını nedense hep sen çekersin. Ruh da cevap verir : Sen yeterki sev..

Kalp midir insana sev diyen yoksa yalnızlık mıdır körükleyen? Sahi nedir sevmek; Bi muma ateş olmak mı,Yoksa yanan ateşe dokunmak mı?

Anladım ki: İnsanlar; Susanı korkak. Görmezden geleni aptal. Affetmeyi bileni çantada keklik sanıyorlar. Oysa ki; biz istediğimiz kadar hayatımızdalar. ... Göz yumduğumuz kadar dürüstler ve sustuğumuz kadar insanlar..!

Elalem şarap içer sarhoş olur, biz aşk ehliyiz içmeden sarhoş olmuşuz.

Bazısı gelirken, bazısı da giderken gönül açıklığı verir. Dikkat et ve iyi bak ki, sendeki bu gönül açıklığı giderken mi yoksa gelirken mi beliriyor?

Hayata tepeden bakarsan insanların sadece tepesini görürsün. Hayata daima insanlarla aynı mesafeden bak. O zaman insanların hem yüzünü, hem kalbini görürsün.

Sana affedilemeyecek kadar büyük hata yapan birine, akıl sınırlarının bittiği. yerden başlayacak ceza vermek istiyorsan ; bütün samimiyetinle affet.Hissedilen her şeyi arşivleyen kader, kendisiyle en iyi biçimde ilgilenecektir.

Söylediklerimin hepsinden vazgeçtim, pişman oldum. Çünkü ne sözde mana, ne de mana da söz kaldı.

Ne diye böbürlenip büyükleniyorsun. Doğumun bir damla su, ölümün bir avuç toprak değil mi?

Bir kişi Allah'tan başka kimseye ihtiyacı olmadığına inanırsa Allah da onu başkasına muhtaç etmez.

Musikinin ritminde bir sır saklıdır; eğer onu ifşa etseydim dünya alt üst olurdu.

Her yolun bir adabı vardır.Allahı sevmenin de bir adabı vardır..Derviş sadece gönlü geniş ve ruhu gezgin bir sufi demek değildir ki.

Kuralların olsun, ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! İnancın büyük

olsun, ama inancınla büyüklük taslama!


Dürüstlük bir şehirdir, ben de o şehrin sultanıyım, Onda kendim yaşayayım, kendim öleyim, kendim korunayım...

Gel bakalım ateşle nasıl oynanır göstereyim..Gör bakalım ateş mi seni yakar, sen mi ateşi?

Eğer Allah seni bana yazmışsa, benden kaçışın yok! Lakin kader seni benden almışsa, ağlamaya lüzum yok.

Alimken arif oldun peki aşık olmaya namzet misin?

Düzenim bozulur, Hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden bilebilirsin Hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil..! Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol; Silenlerden değil...

Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

Ya tam açacaksın yüreğini, ya da hiç yeltenmeyeceksin! Grisi yoktur aşkın, ya siyahı, ya beyazı seçeceksin.

Bil ki güneşe bakmaya cesareti olmayan gölgede kalmaya, gölgeyi ışık sanmaya mahkumdur.

Bazen arkasına dönüp bakması gerekir insanın; Nerden geldiğini unutmaması için.

Şeytanda insandaki özelliklerin birisi hariç hepsi vardır.Şeytanda eksik olan tek nimet Aşk..Şeytanın insanı çekememesi aşksızlığındandır.

Allah senin kapından aşk sarayına bir insan alacaksa , o insana sen nasıl ben seni sevmiyorum dersin?

Sende o var bu var , falan dedi var , falan anlattı var , peki sende senden ne var Mevlana?

Ey Celaleddin talipsen yüreğime , yalnızlığını adayacaksın bana.

Ey Gönül !Şimdi sorarım sana, hangi Aşk daha büyüktür..?Anlatılarak dile düşen mi, anlatılmayıp yürek deşen mi?

Her şey insanoğluna feda iken insanoğlu ise kendine cefa olmuştur.

Gençliğimde aradığımı yaşlılığımda buldum , neylersin. Ya ben erken geldim ya sen geç kaldın vuslata , neylersin. Kader!

Dostluk gül olmaktır yaprağı ile de dikeni ile de.

Dedim ki : Etrafında dolaşsam beni kınıyorlar?! Dedi ki : Zaten biz, kınanmadık sevgi görmedik ki...

Sözler hakikat değildir ağızdan çıkan seslerdir. Hakikati öğrenmek için söze değil yaşamaya ihtiyaç vardır.

Bir an bekle, arkana dön ve unuttuklarını anımsa.. Kaybettiysen ara, kırdıysan af dile, kırıldıysan affet; Çünkü hayat çok kısa.

İşimiz Allah'a kalmışsa, Olmuş bil.


Eğer çok konuşmak faydalı olsaydı Allah iki ağız, bir kulak verirdi. Onun için, çok dinleyip az konuşmak gerek...

İnsanlar maşuk aramıyor, bencil duygularına köle arıyor. Köle buluyor ama aşkı bulamıyor.


Eğer susarsan konuşman daha aydınlık olur..Çünkü sükutta hem sessizliğin ışığı,hem de konuşmanın faydası gizlidir.

Sana dilsiz, dudaksız sözler söyleyeceğim Bütün kulaklardan gizli sırlardan bahsedeceğim Bu sözleri sana, herkesin içinde söyleyeceğim ama senden başka kimse duymayacak Kimse anlamayacak.
Bana göre aşık öyle olmalı ki, şöyle bir kalkınca, her tarafı ateşler sarsın; her tarafta kıyametler kopsun.
Kadın; Bilene Nefes, Bilmeyene Nefs tir

O bir arslan gibi savaşa atılsın, onun timsah gibi bir kalbi olsun! O yeryüzünde kendisinden başka kimseyi bırakmasın! Hatta kendisiyle bile savaşa girsin.

Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil, kalpte olur. Onun dışındaki her l...eke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

Gökleri bir mendil gibi dürüp avucuna almalı.. Sonsuz zevalsiz çerağı, bir kandil gibi gök kubbesine asmalı.

Her İnsan için Bir Aşık Olma Zamanı Vardır , Bir de Ölmek Zamanı.

Sen nasıl bir pınarsın Mevlana'm, içtikçe daha çok susadığım.

Ey aşk! Sen öyle bir kişisin ki, dünya tokları, senin vuslatının açlarıdır.

Kaç ask eleginden geçmem lazim, Yedi deryayi bir yudumda içmek için?

Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz... Senden yepyeni taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı'ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama.

Kainat yek vücut, tek varlıktır. Herkes ve herşey görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

Bazen uzaklaşmak gerekir, yakınlaşmak için.. “Bazen hatırlamak gerekir, hatırlan...mak için.. “Bazen ağlamak gerekir, açılmak için.. “Bazen anmak gerekir, anılmak için.. “Bazen de susmak gerekir, duymak için..

Kader; yolun tamamını değil,sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir. Ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse, ne hayatın hakimisin, ...ne de hayat karşısında çaresiz.

Cehennem gibi olmalı, cehennemi bile yakıp yandıracak bir gönül istemeli.. Ki o gönlün önüne iki yüz deniz çıksa, hepsini de yaksın, yandırsın. Onun tek bir dalgası bilindik denizlere taş çıkartsın.

Aşık odur ki, Allah'tan aldığı aşk emanetini Allah'a verir. Aşk mezhebinde her şey yüce Aşk'a kurbandır.
Önce sevgiyi anlayalım.

Allah bir insanı senin elinle ayağa kaldıracaksa, sen nasıl elini uzatmazsın ? Allah seni insanlara sevdirmek istiyor, Allah senin dağılmış parçalarını topluyor. Aşka nankörlük etme!!

Bu nicelik ve nitelik dünyasının ucunda Dertli sesiyle konuşan bir adam durmakta ! Gözü kartallarınkinden bile daha keskin Yüzü şahididir gönül ateşinin İç ateşinin yakıcılığı artıyor her zaman Arzuyla dolu bir ruhtan , yanan bir avuç topraktı Aşk ve sarhoşluktan nasipsiz bilginler Tedavi için nabzını hekim eline verdiler.

Hakiki dost Allah gibi mahrem olmalıdır. Dostun çirkinliklerine, hoşa gitmeyen hallerine tahammül etmeli, hatasından incinmemelidir. Dosttan yüz çevirmemelidir, dosta itiraz etmemelidir.

Nitekim rahmeti bol olan Allah kullarının ayıplarından, günahlarından, noksanlarından dolayı onlardan yüz çevirmez. Tam bir inayet ve şefkatle, onlara rızkını verir. İşte garazsız, ivazsız dostluk budur.

Aşık olmakla sevmek arasındaki farkı sormuşlar (?) Cevaplamış Şems: Senin baktığına herkes bakar; ama senin onda görebildiğini herkes göremez. Herkes aşık olabilir; ama hiçkimse senin gibi sevemez. Tek fark sensin. Seni özel kılan sevdiğin değil, sevgin...

Hakkın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden iyi olmayacağını ?

Hazret-i Şems’i, konuşup nasihat etmesi için bir meclise davetetmişler.Meclise girer girmez köşe bir yere oturunca kendisini baş köşeye davet edenlere de şu cevabı vermiş: Adam adamsa oturduğu her yer köşe olur ona! Adam adam değilse, köşe bile eşik olur ona!

Giderken kendimi sende bırakmayı diliyordum, gördüm ki sana hiç gelmemişim... Anladım ki iyi niyetlerle dolu temenniler yalana sıvanmış teşekkürlerde, boğuluyormuş....

Merhabanın boynunu bükene elveda demek zulümmüş. Zülüflerinden zûl akan yare, sancıyan yaram kadar bile değer görmem... Ondandır ki yarim ile değil yaram ile hoşum...

Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında.Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak, nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Mevlânâ asla ney çalmadi
"Celâleddîn-i Rûmî" büyük bir velî idi.
Muvâfıktı islâma her iş ve hareketi.
“Mesnevî” kitâbını yazmıştır ki bî-bahâ,
Dünyâda, bu kitâbın bir eşi yoktur daha.
Onda, “Kırkyedi bin” den fazla beyit yazmıştır.
Bu eserle, dünyâya feyiz ve nûr salmıştır.
O, islâm bahçesinde açan "Gonca gül" idi.
O, tasavvuf dalında öten bir "Bülbül" idi.
O, hikmet deryâsına dalan bir "Evliyâ"dır.
Her sözü, o deryâdan saçılan bir damladır.
O, aşk-ı ilâhîyle dolmuş bir "Velî" idi.
İslâmdan, zerre kadar ayrılmış değil idi.
Her bir hareketini düşünüp ince ince,
Yapardı hep islâmın ahkâmı gereğince.
Onun için, o aslâ müzik dinlememiştir.
Ve aslâ "Ney" çalmamış, raks edip dönmemiştir.
Çünkü bu gibi şeyler, yoktur islâmiyyette.
O, bunları yapmaz ve beğenmezdi elbette.
Bu gün çalgı çalarak, varsa âyin yapanlar,
Onbeşinci asırda meydana çıktı bunlar.
Onikinci asırda vefât etti "Mevlânâ".
Bunlar, ondan üç asır sonra çıktı meydana.
Türbesine konulan "Çalgı âletleri" de,
Sonradan konulmuştur, yok idi o devirde.
"Mevlânâ"nın mübârek rûhu da, bundan sebep,
Elbet sıkılıyor ve oluyordur muazzeb.
Bu zâtın vefâtından geçince "Üçyüz" sene,
"Mevlevîlik", geçmişti câhillerin eline.
Mesnevîsinde geçen “NEY” sözcüğünü, bunlar,
“Çalgı âleti” sanıp, çalmaya başladılar.
Hâlbuki o, değil ki ney çalıp, raks eylesin,
Az yüksek sesle bile, vermedi zikre izin.
Evet, bu büyük velî, meşhur Mesnevîsinde,
(Dinle neyden...) diyerek başlamışlar ise de,
Bunu, “Mevlânâ Câmî” çok güzel şerh etmiştir.
Burada "Ney"den murâd, "Evliyâ"dır demiştir.
Yine o buyurur ki: ("Ney" derken o büyük zât,
Hiç “Çalgı aleti”ni etmedi bundan murâd.
"Ney", fârisî dilinde gelir “Yok” mânâsına.
Bu da işâret eder yine “Kâmil insan”a.
Zîrâ bunlar, kendini ve bütün mâsivâyı,
Öyle unuturlar ki herşeyi, her eşyâyı,
Kendilerini dahî, "Yok" bilirler âdetâ.
Bunun için “Ney” denir böyle büyük zevâta.
"Ney"in bir mânâsı da, "İçi boş bir çubuk"tur.
Ondan çıkan her sedâ, çalandan hâsıl olur.
Bunlar da, boşalmıştır kendi varlıklarından.
Kemâlat-ı ilâhî zuhûr eder bunlardan.
"Ney"’in bir mânâsı da, “Kamış kâlem” demektir.
Bundan da, “Kâmil insan” anlatılmak istenir.
Mesnevîde geçen bu "Ney"den murâd, velhâsıl,
Çalgı âleti değil, "Kâmil insan"dır asıl.
Onun ney çaldığını söylemek, bir hatâdır.
Hem de o büyük zâta, büyük bir iftirâdır.
 

kuranvesünnet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 May 2012
Mesajlar
16
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
"Celâleddîn-i Rûmî" büyük bir velî idi.


Nerden biliyorsunuz VELİ olduğunu..?

İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: "Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz. Zümer 3
 

abdulvedud

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Mar 2009
Mesajlar
144
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Nerden biliyorsunuz VELİ olduğunu..?

İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: "Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz. Zümer 3

evet kardeşim hoşgeldin sefalar getirdin bizde bu vahhabilerin savunduğu görüşleri koyup bizleri ve mevlanayı müşriklerle aynı kefeye koyan bir insan bekliyorduk uzun zamandır.

veli olduğunu bilmiyoruz tabiki de Allah bilir Lakin mesnevisi yazdığı eser bıraktığı ekol bizlere Allahı hatırlattığından

Allah dostları onlara bakıldığında yada eserlerine bakıldığında Allahı hatırlatanlardır. hadisi dayanaktır....
 

kuranvesünnet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 May 2012
Mesajlar
16
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Bende aynı mesneviye baktığımda bana ALLAH Azze ve Celleyi hatırlatmayı bırak, Ebu Cehilden daha tehlikeli bi adamı hatırlatıyor... Örneklendirelim

“Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler de, arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ederek (mürekkep) olsa yine ALLAH’ın kelimeleri tükenmez.” (Lokman: 31/27)


“....Ormanlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa yine Mesnevi’nin biteceğini umma...” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 6 s: 178)


“Bu kitap Mesnevi kitabıdır. Mesnevi hakikate ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı (!) Tanrı’nın en aydın yolu! Tanrı’nın en açık burhanıdır... Kur’an’ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebeb olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce özleri hayırlı katiblerin elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsade etmezler. Mesnevi, Alemlerin Rabbinden inmedir! Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir!....”

(Mesnevi-Celaleddin Rumi MEB Yayınları c: 1 s: 11)


“....Bir gün Sultan Veled buyurdu ki:

“Dostlardan biri babama şikayette bulunduğu ve alimler Mesnevi’ye neden Kur’an diyorlar diye benimle bahse girişti. Ben de Kur’an’ın tefsiridir, dedim, deyince babam bir lahza susup sonra:

“A sersem, dedi niçin olmasın? A eşek, niçin olmasın? A ****** kardeşi niçin olmasın? Peygamberlerle velilerin harfi zarflarda Tanrı sırlarının nurlarından başka birşey yoktur ki. Tanrı sözü, onların temiz gönüllerinden biter, ırmağa benzeyen dillerinden akar. İster Süryani dilince olsun, ister Seb’al Mesani dilince, ister İbrani dilince olsun, ister Arapça!...” Bu kitabta buna benzer birçok hikayeler vardır ki Mesnevi’nin yazıldığı tarihten itibaren Tanri Vahyi (!) olarak tanındığını gösterir.” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 4 s: 326)


“Bir kadın, oynaşıyla aptal kocasının gözü önünde sevişip buluşmak istiyordu. Kocasına: “A iyi talihli kişi, ağaca çıkıp meyva toplamak istiyorum” dedi. Ağaca çıkınca yukarıdan kocasına baktı, ağlamaya başladı. Dedi ki:
“A merdut ahlaksız. Üstündeki Luti kim? Karı gibi onun altına yatmışsın... Meğere sen bir ibneymişsin!” Kocası: “Senin başın döndü galiba... Çünkü burda benden başka kimse yok” dedi. Kadın: “O üstüne binen kalpaklı herif kim, söyle hele” diye birkaç kere daha sordu, söylendi.
Adam: “A kadın, ağaçtan in, başın döndü, adam akıllı bunadın sen...” dedi. Kadın ağaçtan indi, kocası ağaca çıktı. Kadın da oynaşını göğsüne çekti. Kocası bağırdı: “A ******, maymun gibi üstüne çıkan o adam kim?” Kadın: “Burada benden başka kimse yok ki” dedi. “Kendine gel, senin başın döndü galiba, saçmalama.” Adam, bu sözü birkaç kere söylediyse de kadın, “Bu armut ağacından olacak! Ben de armut ağacının üstündeyken öyle şeyler gördüm be hey kaltaban! Aşağıya inde bak... benden başka kimse yok, bütün bu hayaller armut ağacından!"


“Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu başaşağı edip düzmeye koyuldu. Bu sırada o mel’un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: “Belindeki ne?” Oğlan: “Kötü düşünceli biri, hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevab verdi. Oğlancı, Tanrı’ya homdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım.”

(Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 5 s: 205)


Bu Mesnevi bana ZINDIK ın en önde gidenini hatırlatıyor... Dilersen daha da ekleyebilirim MESNEVİ den....!!!
 

kuranvesünnet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 May 2012
Mesajlar
16
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Tarihi belgeler ile MOĞOL lar ile işbirliği yapıp, 10 binlerce insanın ölümünden sorum olan baş aktörlerden olduğunu yine tarih ilmi söylüyor zaten...


Mevlana' nın iki hocası Şems-i Tebrizi ve Seyyid Burhaneddin-i Tirmizi nin Moğollarla işbirliği halinde oldukları açıkça fark edilmektedir. Nitekim bu olaydan 1 yıl sonra Seyyid Burhaneddin ölünce onun türbesini de Moğollar inşa ettiler. Burada bir hususa da değinmek gerekir.
Şems-i Tebrizi nin Konya ya gelip Mevlana ile görüşmelerinden sonra Mevlana ile Moğollar arasında bir diyalogun başladığını görüyoruz. Bunun pek çok belgesi bulunmaktadır. Kayseri de onbinlerce Ahi ve Türkmen i öldüren, Baycu Noyan, ikinci defa Anadolu yu istila ettiğinde Konya ya da gelmişti. Bu gelişinde Mevlana ile görüşmeler yapmış ve Mevlana Baycu Noyan ile görüştükten sonra, şehre gelerek Baycu Noyan ın evliyaullahtan olduğunu Konyalılara telkin etmeye çalışmıştır. Ahmet Eflaki Dede Menakibu l-Arifin adlı eserinde bunu yazmaktadır.
Mevlana nın buna benzer bir iddiayı Cengiz Han için de dile getirdiğini görüyoruz. Dünya tarihinde Firavn ve Nemruttan sonra en gaddar ve kan dökücü devlet adamı Cengiz Han dır. Mevlana Cengiz Han ın bir mağaraya çekildiğini orada 10 günlük itikaftan sonra ALLAH tan mesaj aldığını ve bu mesajı aldıktan sonra Harezmşahlar (Maveraunnehir ile Horosan arası) ülkesine yürüdüğünü ve başarılarının buradan kaynaklandığını iddia etmektedir.


Bu iddiasını Fihi Ma fih adlı eserinde (M.E.B. baskısı, s. 101-103) dile getirmektedir.


Hülagu Han için de buna benzer bir iddiada bulunmaktadır. Mevlana Moğollar ın putperest olduklarını fakat oruca büyük bir önem verdiklerini ifade ettikten sonra Hülagu Han'ın Bağdat' ı kuşattığını bir türlü şehre giremediğini sonra bütün ordularına emir vererek atlarına üç gün süreyle yem ve su vermemelerini askerlerin de oruç tutmalarını emrettiğini söyler. Atların tuttuğu bu orucun yüzü suyu hürmetine Cenab-ı ALLAH' ın Bağdat' ın fethini Hülagu Han' ı müyesser kıldığını bildirir
 

abdulvedud

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Mar 2009
Mesajlar
144
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
“–Allâh’ın velî kulları kimlerdir?” diye sorduklarında, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “(Allâh’ın velî kulları) yüzlerine bakıldığında Allah Teâlâ’yı hatırlatan kimselerdir.” buyurmuştur. (Heysemî, X, 78; İbn-i Mâ*ce, Zühd, 4)
 

abdulvedud

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Mar 2009
Mesajlar
144
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
MOĞOL CASUSLUĞU İDDİALARI

MEVLÂNÂ"NIN YÖNETİCİLERLE İLİŞKİLERİ VE
MOĞOL CASUSLUĞU İDDİALARI
“Tanrı geçmişi hiç değiştirmedi,
ama kimi tarihçi için bu, sorun değildir.”
R. Shenkman

Bu muhtasar incelemede* Mevlânâ"nın, Anadolu"da etrafına Moğol propagandası yapan, Anadolu"daki Moğol işgaline zemin hazırlayan ve bu doğrultuda Moğol yanlısı Selçuklu yöneticilerini destekleyen, Moğol yanlılarını kayıran, bu uğurda gerektiğinde adam öldürtüp servet yağmalatan biri olarak sunulmaya çalışılmasıyla ilgili kimi zaman gündeme getirilen bazı iddiaların ve bunlarla ilgili bir kısım bağlantı kurmaların, çıkarımların ve bu çıkarımlara mesnet teşkil ettiği belirtilen referans ve atıfların değerlendirilmesi üzerinde durulacaktır.
Kimileri tarafından bu tür iddiaların ele alınmayacak kadar marjinal addedilmesi ve bu iddiaların sıhhatini sorgulamanın, bu tür yanlış iddiaları yaygınlaştıracağı değerlendirmelerine kısmen katılmakla birlikte Mevlânâ hakkında yukarıda anılan türden iddia ve yanlış değerlendirmelerin zaman zaman kitle iletişim araçları da kullanılarak gündeme getirilmesi, konunun yaygınlık kazanıp kazanmamasındaki gerekçeyi kendiliğinden işlevsiz hale getirmektedir.
Çalışmamızın, söz konusu çıkarım sahibi araştırmacıların bireysel şahsiyetlerine yönelik bir karalama amacı taşımadığını özellikle belirtmek isteriz. Amacımız, bir kısım hatalı değerlendirmelerin ilgili rivayetler bütünü gözetilmeksizin tekrar edilmesinin kısmen de olsa önüne geçmek, vardığımız sonuçlarla Mevlânâ"nın tarihsel şahsiyeti hakkındaki bilgilenmeyi daha sıhhatli kılarak kümülatif bilgilenmeye mümkün mertebe katkıda bulunabilmektir.
Konunun araştırılması sürecinde haklı ve tutarlı gerekçelere dayanmadığını gördüğümüz iddiaların mükerreren gündeme getiriliyor olması, meselenin açık bir şekilde anlaşılması açısından bu iddialardan bir kısmının bizzat ele alınarak değerlendirilmesi gereğini doğurduğu için metin içinde söz konusu iddialara da yer vermek istiyoruz.
Mevlânâ"nın Moğol propagandası yaptığı yönündeki bir iddiada şöyle denilmektedir: “Mevlânâ"nın sohbet meclislerinde Moğolların müşrik oldukları söz konusu edildiğinde Mevlânâ"da Moğolların müşrik olmadığını etrafına telkine çalışmaktadır (Fihi Mâ Fîh, Terc. s. 101-102.). Cengiz Hanın Lahûtî bir şahsiyet olduğunu savunmakta (Menâkibu"l-ârifin c.I, s. 259. Tercümesinde, s. 284), Moğolların oruç tuttuklarına, hatta atlarına bile Oruç tutturduklarına etrafındakileri inandırmaya çalışmaktadır (Aynı eser, I, 219, Tercümesinde, s. 243).1
Öncelikle yukarıdaki iddiaya mesnet teşkil ettiği söylenen Fîhi Mâ Fîh"teki rivayeti ele alalım. Birisi Mevlânâ"nın sohbet meclisinde Moğolların büyük bir güç haline gelme sürecini kast ederek şöyle der:
“Moğolların, buraya gelmeden önce giyecek bir şeyleri yoktu. Binek hayvanları öküzdü. Silahları odundandı. Şimdi ise haşmet ve azamet sahibi oldular, karınları doydu. En güzel Arap atları ve en iyi silahlar onların elinde bulunuyor.”
Dönemin tarihçilerinin “Henüz istila etmedikleri ülkelerde herkes gecelerini, ya oraya da gelirlerse diye, korku içinde geçiriyor” dedikleri dönemin süper gücü Moğolların nasıl böyle bir güç haline geldiklerine ilişkin Moğolların yükseliş trendinden bahsedilip bunun nedenleri üzerinde tartışılırken Mevlânâ, Moğolların bu yükselişini ve gücünü tasavvufî bir perspektifle yorumlar. Bir medeniyetin güçlenmesiyle o toplumun uğradığı mağduriyet ve hak ihlalleri arasında bir bağ kuran Mevlânâ, manevi sebeplere de atıfta bulunarak genel kanının aksine sadece tahakküme dayanan güç ile bir toplumun gerçek kudreti arasında her zaman doğru orantı kurulmasının yanlışlığını ifade eder. Ve yukarıdaki söz üzerine şöyle der:
“Onların (Moğolların) gönülleri kırık ve kuvvetleri yokken, Allah yalvarmalarını kabul ederek onlara yardım etti. Şimdi ise bu kadar ihtişam ve kuvvetli oldukları şu anda, halkların bu fakirliği ve zayıflığı, Yüce Allah"ın onları yok etmesine yol açacaktır. Böylece dünyayı zaptetmelerinin kendi kuvvetlerinin karşılığı olmayıp, Hakk"ın inayeti ve yardımı ile olduğunu anlayabilsinler diye Hak Tealâ böyle yapar. Onlar önce insanlardan uzak, fakir, çırılçıplak ve acınacak bir halde, sahrada yaşarlarken, onlardan bazıları ticaret yapmak için Harezm vilayetine geliyorlardı. Harezmşah bunu engelleyerek, tüccarların öldürülmesini emrediyordu. Tatarlar, padişahlarının yanlarına dert yanmağa giderek "Mahvolduk" dediler. Padişahları da on günlük izin isteyerek bir mağaranın kovuğuna gidip orada tam bir vecd içinde ibadet ederek Allah"a yalvardı. Allah"tan "Senin dileğini, yalvarışlarını kabul ettim. Dışarı çık. Her nereye gidersen, muzaffer ol!" diye bir ses erişti. Bu şekilde Hak buyruğuyla yola çıktıklarından, karşılarında bulunanları yendiler ve bütün yeryüzünü kapladılar.”2
Mevlânâ"nın Moğolların güçlenip gelişmelerini manevi bir yoruma tabi tuttuğu bu rivayet aynı zamanda Moğolları imparatorluk haline getiren Cengiz Han dönemine ilişkin tarihi bilgilerle de uyum arz etmektedir. Şöyle ki Harzemşah sınırlarına dayanmış olan Cengiz Han, Harzemşah"ın Otrar yakınlarında, içinde Müslümanların da bulunduğu Moğol kervanını yağmalaması ve Moğol elçisini öldürtmesi üzerine bölgeye gelerek kuvvetlerinin Harzemşahlarınkinden az olmasına rağmen yapılan savaşı kazanmış, daha sonra da Belh ve Buhara"yı almıştır. Moğolların kuvvetlenip büyümesinde bu bölgenin ele geçirilmesi önemli bir katkı sağlamıştı.3 Moğolların Hakk"ın buyruğu ile çıktıklarına dair rivayet ise Moğolların tüm yeryüzünün Gök Tengri tarafından kendilerine bağışlandığına dair eski Türklerden aldıkları inançla paralellik arz etmektedir.4 Moğolların bu inancının onların giriştikleri fetih hareketlerinde önemli bir rol oynadığı bilinmektedir.5
Mevlânâ"nın Moğollar hakkındaki bu yorumundan destek aldığı anlaşılan sohbeti dinleyenlerden bazılarının Moğolları tezkiye sadedinde: “Aslında Tatarlar da kıyamete inanıyorlar ve "Elbette bir sorgu sual günü olacak!" diyorlar” demesi üzerine Mevlânâ, buna şöyle karşılık verir:
“Hayır! Yalan söylüyorlar; böyle demekle, kendilerini Müslümanlarla aynı göstermeye çalışıyorlar. Yani biz de biliyoruz ve inanıyoruz, demek istiyorlar. Deveye: "Nereden geliyorsun?" diye sormuşlar, "Hamamdan geliyorum" demiş; "Evet! Ökçenden belli!" demişler. Bu atasözündeki gibi eğer onlar da kıyamet gününe inanıyorlarsa! bunun delili nerede? Yaptığınız bu kötülükler, günahlar ve zulümler üst üste birikmiş karlar ve buzlar gibi artık kat kat olmuştur. Tövbe, ahiret endişesi ve Allah korkusu, güneş doğunca nasıl karları ve buzları eritirse; onların da bu kötülük karlarını öylece eritmesi gerekir. Hâlbuki bir kar veya buz: "Ben güneşi gördüm, Temmuz güneşi üzerime ışıklarını saldı" der; ancak hâlâ kar ve buz halinde varlığını sürdürürse, akıllı bir insan buna inanır mı? Temmuz güneşi parlasın da karı ve buzu yerinde bıraksın! Bu imkansız bir şeydir.”6
Mevlânâ, Moğolların da ahiret inancına sahip oldukları yönündeki söze karşılık verdiği misallerle; Moğolların ahiret inancının olmadığını yaptıkları zulümlerle bunun bağdaşmadığını bu şekilde belirttikten sonra iyilik ve kötülüğün cezasız kalmayacağından bahisle sohbetine devam eder.7
Görüldüğü gibi Mevlânâ, Moğolların yükseliş ve kuvvetlenmesini yukarıdaki bakış açısıyla değerlendirmesi yanında deyim yerindeyse objektifliği elden bırakmamış ve onların yaptıkları zulümlerle kıyamete inanmanın bağdaştırılamayacağını açık bir şekilde ifade etmiş; böylece hakim gücün meddahlığı yerine olayları, kendilerini ortaya çıkaran gereklilikler çerçevesinde îzaha özen göstermiştir.
Mevlânâ"nın, Cengiz Han"ın lahutî bir şahsiyet olduğunu savunduğu iddiasına kaynak olarak gösterilen bölümde ise Cengiz Han"ın adı geçmemekte; bu bölümde Mevlânâ"nın, kerametiyle Konya"yı Bacu komutasındaki Moğol askerlerinden kurtarmasıyla ilgili menkıbe anlatılmaktadır.8
Mevlânâ"nın Cengiz Han"ın lahutî bir şahsiyet olduğunu savunduğu şeklindeki iddianın, Mevlânâ"nın ve Mevlevî kaynakların Cengiz Han"ın yaptığı zulümler hakkında söyledikleri görmezden gelinerek yapılmış bir değerlendirme olduğu açıktır. Zira Mevlevî kaynaklarda Cengiz Han ve Moğolların yaptığı zulümler bütün açıklığı ile anlatılmaktadır. Örneğin Eflâkî"de konuyla ilgili şunlar aktarılmaktadır:
“Belh"i kuşattığı sırada oğlunun ölmesi sonucu Cengiz Han, Moğol askerlerinin ele geçirdikleri büyük-küçük herkesi öldürmelerini, hamile kadınların karınlarını yarmalarını, Belh"in bütün hayvanlarını keserek Belh"i yerle bir etmelerine dair bir ferman çıkardı. Bunun üzerine Moğollar giriştikleri yağmalar sonucu iki yüz bin insanı yere gömdüler.”9
Ayrıca Moğolların on iki bin mescidi ateşe verdikleri, on dört bin Kur"an"ı yaktıkları, elli bine yakın bilgin, öğrenci ve hafızı öldürdükleri, iki yüz bin insanı yere gömdükleri; yağma edip götürdüklerinin ise haddi hesabının olmadığı belirtilir.10 Mevlânâ"nın baba diyarı Belh"in de aralarında olduğu dönemin şehirlerinin Moğollarca yakılıp, yıkılması, halkının kılıçtan geçirilmesi, çocukluğundan beri Mevlânâ"nın da zihin dünyasında yer etmişti. Örneğin Mevlânâ"nın Fîhi Mâ Fîh"te aktardığı bir anekdotta Cengiz Han"ın büyük istilâsından önce kendisinin de Belh"de bulunduğu sırada şehri kuşatan Moğolların yaptığı zulümlerden bahseden Mevlânâ; genç ve güzel bir kızın “Moğol zulmünden” Allah"a olan tevekkülü sayesinde nasıl kurtulduğunu anlatmaktadır.11
Sûfî şahsiyetlerin incelenmesinde sıkça karşılaşılan anlama sorunlarından biri, ve belki de en önemlisi, kimi araştırmacılar tarafından incelenen sûfînin neşr ü nemâ bulduğu tasavvuf geleneğinden koparılarak yorum ve değerlendirilmeye tabi tutulmasıdır. Bu yorum ve değerlendirmelerin de maalesef çoğunlukla söz konusu sûfînin yaşamını ve onu yönlendiren ilkeleri anlamaktan çok uzak kaldığı, kimi zaman çarpıttığı ve yazarların kendi görüşlerini yansıtmadan öteye gitmediği görülmektedir. Mevlânâ"nın yukarıdaki Moğolların yükselişiyle ilgili olarak, Cengiz Han"ın, halkının öldürülmesi sonucu Tanrı"ya yalvardığı ve duasının kabul olunduğu şeklinde tarihi kaynaklarla ve Moğollar arasındaki inançla da paralellik arz eden değerlendirmesi; Mevlânâ"nın kötülük problemi hakkındaki görüşleriyle yakından ilgilidir. Bu görüşlerin tasavvufî arka planı bilinmeden Mevlânâ"nın bu konudaki görüşleri anlaşılamaz.
Mevlânâ"ya göre iyilik ve kötülük, birbirinden bağımsız var olamayan birinin varlığı hayat sahnesinde diğerinin varlığını da gerektiren olgulardır.12 Bu bağlamda şeytanın varlığı bile Mevlânâ"ya göre iyi ile kötünün ayrılması hikmetine mebnî Hakk"ın irade ve takdirinin bir sonucu, işleyen bir çarkın dişlisi durumundadır.13 Dolayısıyla Mevlânâ"nın olaylara bakış tarzına ilişkin bu yorumuna vakıf olmadan onu, Cengiz Han"ı lâhutî bir şahsiyet olarak gören bir Moğol tarafgiri şeklinde nitelemekle Mevlânâ"nın şeytan hakkındaki ifadelerine bakarak onu Allah karşısında şeytanı öven ve şeytanın tarafını tutan biri olduğunu iddia etme arasında çıkarılan “anlam” bakımından pek bir fark olmadığı kanaatindeyiz.
Mevlânâ"nın bu değerlendirmesinde kimi zaman gereksiz ve çok kötü olarak görülen durumların dahi farklı açılardan bakınca yeni fırsatlar için bir fırsat olabileceğine işaret edilmektedir. Tarih olana, sonradan bakanların bu değerlendirmeyi yapması kolay gibi görünse de tarihin içinde yaşayan ve bu hadiselerin ıstırabı altında inleyenlerin bu tür bir tarih felsefesi yorumunda bulunması manidardır. Mevlânâ"nın mesajını eskimez kılan hususlardan birinin de onun, devrinin hadiselerine gömülmeyerek, tarihe yönelik bu üst bakışı yakalayan tarih yorumları olduğu söylenebilir.
Moğol akınlarından sonraki tarihi sürece bakıldığında bu tür bir değerlendirme yapmak mümkündür. Nitekim Moğolların istilaları sonucu Anadolu"ya akın eden âlim, sûfî ve sanatçılar, bu kültür havzasında Anadolu aydınlanması denebilecek, kültür tarihimiz adına son derece renkli bir dönemin yaşanmasına sebep olmuşlardır. Yine bu istilalar neticesinde artık iyice zayıflayan Anadolu Selçuklu Devleti"nin yıkılması, Osmanoğulları Beyliğinin bir Türk İmparatorluğunun temellerini atmasına zemin hazırlamıştı. Ayrıca kısa bir süre sonra Moğolların İlhanlı kolu İslâmiyeti resmi din olarak seçmiş, İslâm kültürü içinde asimile olmuşlardır.
Şimdi Mevlânâ"nın, Moğolların oruç tuttuklarına hatta atlarına bile oruç tutturduklarına etrafındakileri inandırmaya çalışmakta olduğu iddiasına kaynak olarak gösterilen rivayeti ele alalım.14 Eflâkî"nin ilgili bölümünde, Mevlânâ"nın namaz ve oruç ile ilgili görüşleri ve bunların faziletiyle ilgili görüşlerini aktaran rivayetlerden15 sonra Mevlânâ"nın orucun fazileti ile ilgili şu olayı anlattığı rivayet edilir:
“Hulagu, Bağdat"ı kuşattı. Ancak şiddetli çarpışmalar sürmesine rağmen şehir bir türlü düşmüyordu. Bunun üzerine Hulagu "Üç gün kimse bir şey yemesin ve atlara da yem verilmesin. Herkes Bağdat"ın fethi için kendi Yaratganına16 yalvarsın" diye emir verdi ve "Belki bütün kapıları açan Tanrı, fethi kolaylaştırır. Çünkü halife çok zengindir ve çok da azmıştır" dedi. Üç gün aç kalındıktan sonra şehir Moğollar tarafından teslim alındı.”
Mevlânâ, bu olayı anlattıktan sonra, o dönemin İslâm dünyasında geniş yankı bulan İslâm hilafetinin merkezi Bağdat"ın Moğollarca işgal edilmesi olayı ile açlığın fazileti ve oruç ibadeti hakkında şöyle bir bağ kurarak bu olayı anlatmaktan maksadını açıklar:
“Yemek yemeyip, oruç tutmak, dini inkâr edenler ve gerçek bilgiden haberi olmayan ham insanların işlerinde böyle tesir gösterir, onların galip ve muvaffak olmalarına sebep olursa, artık bunun, basiret sahibi Hak yardımcıları ve Allah dostları hakkında ne tesir yapacağını ve neler bağışlayacağını var sen kıyas et” der. Şiir:
“Oruca devam et, çünkü o, Süleyman"ın mührüdür.
O mührü kendi şeytanının eline verip saltanat mülkünü yıkma”17
Yukarıda aktarılan rivayetten sonra verilen rivayette Mevlânâ, Bağdat"taki halifeyi lüks ve israfa dayalı yaşamından ve oburluğundan ötürü kınayarak bir anlamda Moğollara karşı savaşı kaybedişinin nedeni olarak bu tenperverliği gösterir ve halifenin yaşam tarzını eleştirir.18 Bilindiği gibi daha önce Mevlânâ"nın babası Baha Veled"in de Belh"ten göç esnasında Bağdat"a geldiğinde burada kalmayı düşünmesine rağmen dönemin Abbasi halifesinin israf ve lükse dayalı hayat tarzından ötürü bu kararından vazgeçtiği ve halifeyi ağır bir şekilde eleştirdiği bilinmektedir.19 Günümüz Arap dünyasının ileri gelenlerinin lüks ve israfa düşkünlükleri hatırlanacak olursa Mevlânâ ve babasının o dönemin halifesine yönelik eleştirilerini daha iyi anlamak mümkündür. Ayrıca aktarılan bu rivayette Mevlânâ"nın, Moğolları “dini inkar eden ve gerçek bilgiden haberi olmayanlar” şeklinde nitelediğini de hatırlatmak gerekir. Ayrıca Mevlânâ"nın bu tenkidinin, halifeye yönelik bir özeleştiri olduğu; halifeye karşı Moğolları destekleme tarzında bir mahiyeti bulunmadığı, yine Eflâkî"de aktarılan Mevlânâ"nın halife hakkındaki şu kanaatinden de anlaşılmaktadır:
“Moğolların halifeye yaptıkları türlü işkence ve zulümlerle onu şehit etmeleri, halifenin günahlarının affolmasına ve derecesinin yükselmesine vesile olmuştur. Bu nedenle "Kötülük yapınca akıbetinden kork, çünkü tabiatta hiçbir şey cezasız kalmaz."”20
Binaenaleyh Mevlânâ"nın “Moğolların oruç tuttuğuna hatta atlarına bile oruç tutturduklarına etrafındakileri inandırmaya çalışan bir Moğol propagandacısı” olduğu şeklindeki nitelemenin sağlıklı bir çıkarım olmadığını belirtmek gerekir.
Konuyla ilgili diğer bir iddiada şöyle denilmektedir: “Mevlânâ ile Moğollar arasında bu sıcak ilgiyi kuran da Şems-i Tebrizi olmuştur. Erzurum-Erzincan üzerinden Anadolu"ya gelen Şems"in çok geçmeden Moğollarla irtibat kurduğunu anlamak güç değildir. Erzurum, Erzincan üzerinden Anadolu"ya giren Moğollar daha burada iken Şems"i Anadolu"ya (Konya"ya)göndermiş olmalılar. Nitekim Şems"in Konya"ya gelmesi de Moğollardan bir iki sene önceye raslamaktadır. Seyyid Burhaneddin Tirmidi"nin talebesi olan vezir Şemseddin İsfehani de Moğolların adamı idi. Moğollar Anadolu"ya girdikten sonra onu vezir yapmışlardır. Bu durumda gösteriyor ki Mevlânâ ve çevresi Moğollar"ın Anadolu"ya girdiği 640/1243 yılından itibaren Moğollarla sıcak ilişkiler içine girmişlerdir.”21
Bu iddiayla bağlantılı olarak o dönemle ilgili şunları söylemek mümkündür. Çeşitli tarihi olayların yap-boz misali derlenmesini ve bunun üzerine bina edilen bir hükmü anımsatan yukarıdaki değerlendirmede Şems"in Erzurum"da bir müddet Kur"an muallimliği yapmasına atıfta bulunularak Şems"in Moğollarla irtibatı olduğu iddia edilmektedir. Şems"in memleketi Tebriz"den şeyhi Ebubekir Selebâf"tan sonraki manevi açlığını gidermek ve kendi meşrebine uygun bir şeyh bulma arzusuyla ayrıldığını ve bu amaçla birçok şehir gezip, dolaşarak sûfîlerle görüştüğünü, bu yüzden kendisine “Şems-i Perende (Uçan Şems)” denildiğini biliyoruz.22
Şayet Şems, Konya"ya böyle bir misyonla gönderilmiş olsaydı, dönemin şartları göz önüne alındığında23 hayli önemli bir konumda olacak olan Şems"in Konya"da Mevlânâ ile karşılaşana dek geçirdiği süre zarfında bu yönüyle faal olması ve bu yönüne ilişkin kaynaklarda bir bilgi olması gerekirdi. Hâlbuki Şems"in Konya"ya vardıktan sonra Mevlânâ"nın düşünce hayatında ve tasavvuf anlayışında devrim yapıncaya kadar geçirdiği müddet hakkında elde bir bilgi olmadığını kaynaklar belirtmektedirler.24 Yine Şems, bir Moğol casusu olarak Konya"ya gelmiş olsa; dönemin şartları göz önünde alınarak şunlar söylenebilir. Selçukluların Kösedağ mağlubiyetinin (1243) üzerinden bir buçuk-iki yıl geçmiş, Selçukluların Moğollara bağlı bir haraçgüzar il olması kabul edilmişti. Moğollar, Selçuklular üzerinde açık bir baskı kurmuşken Şems niçin ortadan kaybolduğu tarihe (1247) kadar kendisine o dönemde önemli mevki kazandıracak böyle bir kimliği gizleme gereği duysun? Şems"in açık bir şekilde Moğol propagandası yapması gerekmez miydi?
Yine Şems"in Moğollar nezdinde böyle bir fonksiyonu olsaydı Moğollarla anlaşmaya giden Selçuklu heyetlerinde ve dönemin diğer siyasi etkinliklerinde dönemin kaynakları tarafından niçin zikredilmemektedir? Ayrıca Mevlânâ"nın Şems ile buluşmasından sonra tasavvuf anlayışında yaşanan kırılma üzerine resmi tedrisi terk edip artık talebeleriyle ilgilenmemesi üzerine Mevlânâ"yı değiştiren bu acayip derviş hakkında baş gösteren hoşnutsuzluk sürecinde, Şems"e yönelik bir çok eleştiri yapılmasına rağmen bunlar içinde onun Moğol propagandası yaptığına ilişkin kaynaklarda hiçbir iddianın olmaması da Şems"in o dönemde böyle bir misyonla Anadolu toplumunda gündeme gelmediğinin önemli bir kanıtı sayılabilir.
Dönemin Şam şehri de ele aldığımız konu açısından önemli bir fonksiyona sahiptir. Bilindiği gibi Şam, o dönemde her yanı kasıp kavuran Moğol istilalarına karşı Müslüman Anadolu halkınca bir kurtarıcı olarak görülen, Moğolların kuvvetli düşmanlarından Memlük devletinin selefi Eyyubilere ait olan ve Moğollara karşı düşmanlığın hakim olduğu bir şehirdi.25 Moğollarla ilgili bir meseleden dolayı Konya"da Şems"e yönelik bir hoşnutsuzluk olsaydı Konya"yı terk eden Şems"in Moğollara yönelik nefretin hakim olduğu Şam şehrine gitmesi ve burada on beş ay kalması sanırız uygun olmazdı.
Renkli çakıl taşları misali çeşitli tarihi olayların derlenip bunlar arasında bir sebep-sonuç ilişkisi varsayılması, yapılan kimi tarih yorumlarına ilişkin şu meşhur örneği akla getirmektedir. Evden sigara almak için çıkan ve karşıdan karşıya geçerken yoldaki keskin virajı alamayan alkollü bir sürücü tarafından ezilerek öldürülen Ahmet Bey"in, artık tarih olan bu olayını yorumlarken bir tarihçinin bazen, olaylar bütününü göz ardı ederek kimi vesikalardan çıkarımda bulunması, Ahmet Bey"in öldürülmesine ilişkin sebepleri sıralarken, öldürülmenin birincil nedeni olarak Ahmet Bey"in sigara içme alışkanlığını göstermesine benzemektedir.
Diğer bir iddiada; Mevlânâ"nın bir sohbet esnasında dönemin yöneticilerinden Muineddin Pervâne"yi Müslüman Memluklular"a karşı Moğollarla yaptığı işbirliğinden ötürü eleştirdiği rivayet, tam tersine yorumlanarak “(Mevlânâ"nın) Muinu"d-din Süleyman"ın 670 (1272) dolaylarında başlayan Moğollara karşı Memluklularla ittifakını desteklediği de anlaşılmaktadır (Fîhi Mâ Fîh Terc. s. 9). Aynı eserindeki (s. 102) Moğol aleyhdarlığı da bu döneme rasladığı muhakkaktır.”26 şeklinde verilerek Mevlânâ"nın Moğol karşıtı eleştirileri ve Moğollarla yaptığı işbirliği nedeniyle Pervâne"yi kınaması, okuyucudan kaçırılmaya çalışılmaktadır. Halbuki Mevlânâ"nın bu eleştirileri, Pervâne"nin Moğollarla Müslüman Memluklar aleyhine yaptığı ve h. 666-675/m. 1267-1276 yılları arasını kapsayan barış anlaşmasını, yani Pervâne"nin Memluklarla ittifakını değil Moğollarla işbirliğini tenkit amacıyla söylenmiştir.27 Calibi dikkat bir diğer husus ise; “Mevlânâ, etrafına Moğolların müşrik olmadıklarını telkine çalışmaktadır”28 iddiası ile “(Mevlânâ"nın) Aynı eserindeki Moğol aleyhdarlığı da bu döneme rasladığı muhakkaktır”29 iddialarına; yani birinde Mevlânâ"yı Moğol yanlısı diğerinde Moğol karşıtı gösteren her iki iddiaya kaynak olarak da Fîhi Mâ Fîh"in aynı bölümünün referans gösterilmesidir.30
Konuyla ilgili bir diğer iddiada ise Fîhi Mâ Fîh"te aktarılan rivayetler kaynak gösterilerek Mevlânâ"nın Moğol aleyhtarlığı yapanlara öfkelendiği ve Moğol zulmünü haklı göstermeye çalıştığı iddia edilmektedir.31 Bu özet çalışmanın hacmini aşmamak için Mevlânâ"nın Moğol zulmü hakkındaki kanaatlerine ilişkin daha önce aktarılanları hatırlatmakla iktifa ediyoruz.32
Bir diğer iddiada ise şöyle denilmektedir: “Baycu Noyan"ın Konya"ya gelip Mevlânâ ile görüşmesinden sonra (654/1256) Mevlânâ"nın Moğol askerleriyle de iyi ilişkiler içinde olduğu farkedilmektedir. Örnek olarak Moğol askerleri Konya"daki harmanları (Muhtemelen ahilere ait) yağma ederlerken Mevlânâ"nın işareti ile Mevlânâ"ya yakınlık gösteren Ahi Mehmed"in buğday yığınına ilişmemeleri (Menakibu"l-ârifin terc. I, 483) Mevlânâ muarızı, Konevi ile Ahi Evren"in dostu zengin bir Tacir olan Hacı Tâcu"d-Din-i Kâşi"nin öldürülmesi ve servetinin yağma edilmesi (Aynı eser, I, 297-298) olaylarında Mevlânâ"nın parmağı bulunduğu anlaşılmaktadır.”33
 

abdulvedud

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Mar 2009
Mesajlar
144
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Burada göze çarpan paradoks ise bir önceki paragrafta34 Mevlânâ"nın, Moğolların Anadolu"ya girdiği 640/1243 yılından itibaren sıcak ilişkiler içine girdiği belirtilirken hemen ardındaki paragrafta Mevlânâ"nın 654/1256 yılında Baycu ile görüşmesinden sonra Moğol askerler ile iyi ilişkiler içine girdiğinin söylenmesidir. Söz konusu dönemde zaten Anadolu"da askeri varlıklarıyla boy gösteren Moğollarla Mevlânâ, ilişkiye girmek için Moğolların Anadolu"ya hâkim oldukları 640 yılından 654"e kadar neden on dört yıl beklemiş ve bu konuda Moğol askerleri ile ilişkisine dair bir olay, kaynaklarda aktarılmamıştır.
Şimdi Mevlânâ ve Moğol askerleri arasında var olduğu iddia edilen işbirliğine ilişkin, örnek olarak verilen “Moğol askerleri Konya"daki harmanları (Muhtemelen ahilere ait) yağma ederlerken Mevlânâ"nın işareti ile Mevlânâ"ya yakınlık gösteren Ahi Mehmed"in buğday yığınına ilişmemeleri” ile ilgili rivayeti ele alalım. Mevlânâ"nın bir Ahi düşmanı olarak gösterildiği35 iddiaya kaynak gösterilen ve Eflâkî"de yer alan rivayette bir menakıb kitabından bekleneceği gibi Mevlânâ"nın kerametiyle ilgili bir olay şöyle anlatılmaktadır:
“Mevlânâ"nın "Benim kardeşim" dediği fütüvvet erbabının sultanı Ahi Mehmet Seyyid Âbadi"den şöyle rivayet edilir ki: Harman zamanı benim büyük bir buğday yığınım çıkmıştı. Bu sırada birdenbire Moğol askeri Konya sahrasını kapladı, harmanları darmadağınık edip yağmaya girdi. Mevlânâ hazretleri bana bir ferece giydirmişti. Hizmetçiye "o mübarek elbiseyi buğday yığınının üzerine at da onun bereketi ile buğday yığınına bir şey olmasın" diye emrettim. Allah daha iyi bilir ve şahit olarak da kafidir ki, yakın ve uzak bütün komşularımızın buğdaylarını yağma ettiler; fakat ne biri bizimkinin etrafında dolaştı, ne bir saman çöpü kayboldu ve ne de bir tane götürdüler. Sonra hepsini şehre taşıdım ve sofra sofra misafirlere ikram ettim. Şehre inince doğru Mevlânâ"ya gittim. Gülerek beni karşıladı ve "Eğer Ahi isteseydi onların hepsi kurtulurdu" dedi.”36
Görüldüğü gibi bu rivayetle, Mevlânâ"nın yüceliğini vurgulamak amacına matuf bir menkıbe anlatılmaktadır. Menkıbede Moğolların yaptıkları yağma ve yıkım anlatılmakta Ahi Mehmed"in harmanının ise Mevlânâ"nın kerametiyle kurtulduğu vurgulanmaktadır. Birçok tasavvuf büyüğüne ait bu tür kerametlerin aktarıldığı menkıbeler, dönemlerinin psiko-sosyal atmosferi hakkında bizlere önemli ipuçları vermektedirler. Menâkıb geleneğinde bu tür rivayetlerle verilmek istenen mesaj, meselenin vahametine ve olağan üstülüğüne dikkat çekilerek, tarikat pirinin kerametinin vurgulanmasıdır. Buradaki aktarılan olayın da anılan türden bir keramet olabilmesi ise o dönem şartları ve toplum bilinci itibariyle olağan şartlarda mümkün görülmeyen bir olayın, Mevlânâ"ya atfen vuku bulduğunun söylenmesi ile mümkündür. Bu olayın bir işbirliği ile yapılması durumunda ise olayın keramet boyutu ortadan kalkacak ve bu rivayetin aktarımına da bir menakıb yazarı gerek duymayacaktır. Örneğin yine Eflâkî"de bu amaçla anlatılan benzer bir rivayette şöyle denilir:
“Hulagu Han büyük bir ordu ile Rum memleketlerine hücum etmiş, yıkımlar yapmıştı. Müslümanlar arasında büyük bir karışıklık meydana gelmişti. Hoca Mecdeddin"in bin tane besili koyunu vardı. Onları ne yapıp, nereye götüreceği konusunda son derece şaşırmıştı. Kalkıp Mevlânâ hazretlerinin yanına geldi ve meseleyi anlattı. Mevlânâ: "Hiç gam yeme, bir arslanı tayin ederim, senin koyunlarını uyuz kurtların şerrinden muhafaza eder" dedi. Konya havalisinde bulunan bütün koyun ve davarları Moğol askerleri talan ettiler. Allah"ın inayetiyle Mecdeddin"in koyunlarından bir kuzu bile eksilmedi.”37
Binaenaleyh ana mesajı belli olan bu tür bir rivayetten Mevlânâ"nın Moğol askerleriyle işbirliği yaparak birilerinin harmanlarını yağma ettirdiği sonucunu çıkarmak sanırız zorlama bir tevildir. Ayrıca ikinci rivayette Moğolların uyuz kurtlara benzetilmesi de iddia edilen türden bir işbirliğinin olmadığını gösteren karinelerden biridir.
Mevlânâ ile Moğol askerler arasındaki işbirliğine örnek olarak gösterilen yukarıdaki iddianın geri kalanında ise “Mevlânâ muarızı, Konevi ile Ahi Evren"in dostu zengin bir Tacir olan Hacı Tâcu"d-Din-i Kâşi"nin öldürülmesi ve servetinin yağma edilmesi (Aynı eser, I, 297-298) olaylarında Mevlânâ"nın parmağı bulunduğu anlaşılmaktadır,”38 denilerek Mevlânâ"nın Hacı Kâşi"nin öldürülerek servetinin yağma edilmesinde parmağı olduğu belirtilmektedir. Şimdi Eflâkî"de geçen söz konusu rivayeti ele alalım.
“Bir gün Mevlânâ, zamanın az yetiştirdiği insanlardan olan şeyhlerin şeyhi muhaddislerin sultanı diye nitelenen Şeyh Sadreddin"i (Konevî) görmeye gitmişti. Şeyh Sadreddin Mevlânâ"yı saygıyla karşılayıp kendi seccadesi üzerine oturtu. Kendisi de onun karşısına diz üstü bir şekilde edeple oturarak hiçbir şey konuşmadan öylece murakebeye daldılar. Bu arada Şeyh Sadreddin"in hizmetinde bulunan, birkaç kez Kabe"yi ziyaret etmiş olan ve bir çok önemli şeyhin sohbetinde bulunmuş olan Hacı Kâşi adındaki bir derviş, Mevlânâ"dan “Fakr nedir?” diye sordu. Murakebeye dalan Mevlânâ, cevap vermedi. Derviş üç kez sorusunu tekrarladı. Mevlânâ hiçbir şey söylemedi. Böyle olmasına Şeyh Sadreddin incindi. Daha sonra kalkan Mevlânâ"yı Şeyh Sadreddin kapıya kadar uğurlayıp döndükten sonra dervişi Kâşi"ye kızarak: “Ey olgunlaşmamış ihtiyar ve ey vakitsiz öten kuş! O sırada soru sorma ve konuşmanın yeri miydi ki, terbiyesizlik ettin. Mevlânâ aslında senin soruna doğru cevap verdi. Şimdi sen, habersiz, vaktine hazır ol, çünkü gayb aleminden darbe yedin,” dedi. Kâşi “Cevabı ne idi?” deyince Şeyh Sadreddin: “Fakir Allah"ı bilince (marifet hasıl olunca) dili tutulur. Yani tam derviş velilerin huzurunda dille ve kalple bir şey söylemez; çünkü fakr, kemale erince kul (adeta) Tanrılaşır,” dedi. Bu olaydan üç gün sonra ayak takımı (rindan) denilen şehir eşkıyasının Kâşi"yi, bağına giderken yolda öldürdüğü ve nesi var nesi yoksa alıp götürdüğü rivayet edilmektedir.39
Burada anlatılan rivayette Hacı Kâşi"nin şehir eşkıyaları tarafından öldürülmesi olayı ile tasavvuf ve tarikat geleneğinde yaygın bir inanış olan Allah dostlarını incitmenin manevi gazabı gerektirdiğine ilişkin bir mesaj verilmektedir. Bu husus tasavvuf tarihinde birçok tasavvuf büyüğüne atfen anlatılan menkıbelerde karşımıza çıkmaktadır. Bu inanış, verilen olayda adı geçen veli ile o olay arasında organik ve tarihi bir neden-sonuç ilişkisini göstermekten ziyade, meydana gelen bir olayı, kendi tarikat pirleriyle bir şekilde ilişkilendirerek pirin yüceliğinin vurgulanmasına yöneliktir. Mevlevî gelenekten bu hususa bir örnek vermek gerekirse Mevlevî kaynaklarda Mevlânâ"nın babası Baha Veled"in gönlünün Harzemşah sultanına incinmesinden dolayı müritleriyle birlikte Belh"ten ayrılmasından sonra, bölgenin Moğollar tarafından işgal edilerek yağma ve yıkıma tabi tutulması, Mevlevî kaynaklarda Baha Veled"in gönlünün sultana incinmesinin manevi bir cezası olarak yorumlanır.40 Şimdi bu rivayetten yola çıkarak Belh"in Moğollarca işgal edilmesinde Baha Veled"in parmağı olduğunu söylemekle yukarıdaki rivayetten Mevlânâ"nın, Kâşi"nin öldürülmesinde ve servetinin yağma edilmesi olayında parmağı bulunduğunu söylemek arasında yürütülen “mantık” açısından pek bir fark olmadığı kanaatindeyiz. Ayrıca rivayette olayın şehir eşkıyaları (rindan) tarafından işlendiği de belirtilmektedir. Yine Kâşi"ye murakabe esnasında edebi terk ettiğini söyleyen Mevlânâ değil, Şeyh Sadreddin"dir ki, bu “mantığa” göre Şeyh Sadreddin"in kendi dervişinin öldürülmesinde parmağı olduğu şeklinde yanlış bir sonuç daha çıkmaktadır.
İnsan ve insan sevgisine ilişkin tutum ve düşünceleri bilinen Mevlânâ"nın bu tür entrikalar içinde olduğunun iddia edilmesi sanırız ehven tabirle maksadını aşan bir yorum olsa gerektir.
Bu konudaki rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla, Mevlânâ"nın Moğollarla direkt bir ilişkisi olmamış, ya kendisine onlarla ilgili bir soru sorulmuş ya da o dönemde meydana gelen bir olay üzerine bu konudaki fikirlerini beyan etmiştir. İddia edildiği gibi Mevlânâ, Anadolu"da Moğol çıkarlarına hizmet eden ve Moğollar nezdinde de bu yönüyle kabul gören birisi olsaydı, dönemin gündelik siyasetiyle ilgili olarak Moğolları ikna etmek ve onlarla iyi geçinmek için her türlü çabayı gösteren dönemin Selçuklu yönetiminde Mevlânâ"nın da etkin bir devlet adamı olması gerekirdi. Halbuki Mevlânâ"nın, etrafındakileri tasavvufî terbiye doğrultusunda yetiştirmeye çalışan bir gönül ereni olduğuna tüm yaşamı ve geriye bıraktığı eserlerindeki mesajı tanıklık etmektedir.
Mevlânâ, yöneticilerle ilişkilerinde dönemin şartları gereği Selçuklu yöneticileri arasındaki çekişme ve rekabete dayalı siyasî mücadeleden uzak kalmaya özen göstermiş; siyasîler ile dervişler arasında misyonları gereği bir ayrımı vurgulamıştır. Bu açıdan onun bilindik siyasetten uzak, ancak tasavvufî neşvesinin kazandırdığı kendisine özgün bir siyasetinin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Mevlânâ"nın etrafındakilerin, genelde Selçuklu elitlerinden meydana geldiği ve Mevlânâ"nın aristokrat çevrelere hitap ettiği yönündeki kanının aksine dönemle ilgili rivayetlerden Mevlânâ"ya en yakın bilinen aristokratların dahi Mevlânâ"yı, etrafındaki müridlerinin halkın bayağı sayılan kesimlerinden olması nedeniyle kınadıklarını ve bu eleştirilerin, dönemin elitlerince müşterek olarak dile getirilen bir husus olduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmen Mevlânâ"nın müridlerine karşı tavrını değiştirmeyerek onlara olan şefkatini ve rehberliğini esirgememesi, Mevlânâ"nın dönemindeki toplumsal yerini tahlil açısından önemlidir.
Mevlânâ"nın yöneticilerle ilişkisinde dikkati çeken bir diğer nokta; dönemin idarecilerinin Mevlânâ"dan ziyade diğer şeyh ve bilginleri daha sık ziyaret ettikleri; Mevlânâ"nın da yöneticilere karşı diğer şeyhlerin gösterdikleri türden sıcak iltifatlarda bulunmadığı yönündeki rivayetlerdir. Mevlânâ, yöneticilerin, işleri gereği kendi irfan dünyasını ve tasavvufî hakikatleri anlamakta güçlük çektiklerini, bu anlamda onların gönül estetiğinden yoksun olduklarını ifade ederek muhataplarınca anlaşılamadığından da yakınmaktadır.
Mevlânâ"nın resmi tedris ile yetişmiş olması, babasından beri yöneticilerle ilişkilerinin iyi olması, mevcut düzene karşı çoğunlukla resmi tedris görmemiş göçebe gruplar tarafından çıkarılan isyanlara Mevlânâ"nın iyi gözle bakmamasında ve bu anlamda Selçuklu yöneticilerini desteklemesinde etkili olduğunu söylemek mümkündür. Bu açıdan Mevlânâ, isyan yerine mevcut düzenin huzur içinde sürdürülmesinden yanadır. Ona göre yöneticilerin esas fonksiyonu, halkın işleriyle meşgul olup onların huzur içinde yaşamasına, dervişlerin rahatça ibadet etmelerine olanak sağlamalarıdır. Bu işlevi yerine getirmeleri, onların meşruiyeti için yeterlidir. Yöneticilere bu anlamda olumlu katkı sağlayan Mevlânâ, yanına gelen veya değişik vesilelerle bir araya geldiği yöneticilere de bazen açıkça bazen de çeşitli hikayelerle öğüt vermekten, yönetimde uymaları gereken ilke ve prensipler hakkında onları uyarmaktan da çekinmez. Bu yönüyle Mevlânâ, çeşitli vesilelerle hitap ettiği yöneticilerle ilişkilerinde genel olarak onlara nasihat edici konumdadır. Bunun yanında dönemin yöneticilerinin de Mevlânâ"ya saygı duydukları ve kimi zaman Mevlânâ"nın, etrafındaki kimselerin bazı ihtiyaçları için onlardan ricalarda bulunduğu da görülmektedir. Ancak bu ricalarda dahi Mevlânâ tasavvufî ilke ve prensiplerinden taviz vermez ve padişahlığın geçici olduğunu paralar üzerindeki padişah adlarının ve hutbelerde okunan hükümdar isimlerinden hangisinin bâkî kaldığını sorar.41 Bu açıdan Mevlânâ"ya göre “Padişah, padişahlığa boş veren kişidir; böylesi kişi ay ve güneş olmaksızın da parlar durur.”42
Mevlânâ, dönemindeki yöneticilerle ilişkileri de dâhil olmak üzere yaşadığı olaylarda genellikle olayın yakın vadedeki sonuçlarından ve yerel özelliklerinden ziyade insanın evrensel anlamdaki değişmez doğasına yönelik açılımlarına atıfta bulunmaktadır. Bu bağlamda o, kendisine sorulan o döneme ilişkin spesifik bir olaydan yola çıkarak evrensel ilkelere açılım sağlayabilmektedir. Bu anlamda Mevlânâ"nın zihin dünyasını, döneminin karmaşık olayları ve gündelik siyasetinden ziyade insanın olgunlaşması ve sevgilim dediği “Mutlak Hakikat” olan Allah"a ulaşmanın temrinleri ve ilkeleri yönlendirmekteydi demek mübalağa sayılmaz.
Şüphesiz ki her insan içinde yaşadığı muhitin içinde belli düşünce kalıpları alarak ve bunlardan etkilenerek yaşamını sürdürür. Ancak Mevlânâ"nın, döneminin hadiselerine gömülü kalmayarak, devrinin gündelik olaylarından ziyade bunların insan doğasıyla ilgili evrensel ilkelerine atıfta bulunduğunu görmekteyiz. Bu konudaki rivayetler bütününden anlaşıldığı üzere Mevlânâ, dönemin siyasi ricali arasındaki çekişme ve rekabete dayalı siyasi mücadeleden uzak kalmaya özen göstermiş, bunun yanında siyasiler ile tasavvuf ehli dervişler arasında misyonları gereği mevcut ayrıma dikkat çekmiştir. Bu açıdan onun bilindik siyasetten uzak ancak tasavvufî neşvesinin kazandırdığı kendine özgün bir siyasetinin olduğu söylenebilir.
Mevlânâ"nın, Selçuklu yöneticilerine nispetle direkt ilişkisinin bulunmadığı Moğollarla ilgili gündeme gelen meselelerde ne realiteden uzak, duygusal yalın bir milliyetçiliği, ne de güçlünün yanında olma kaygısıyla bir Moğol sempatizanlığı savunduğu görülmektedir. Bu meyanda Mevlânâ, bir yandan reel olarak var olan dönemin süper gücünün bu yükselişini ve gücünü tasavvufî bir yorumla îzah ederken, diğer yandan onların tahakküme dayalı zulümlerini anlatmaktan çekinmemiş, Moğolların yaptıkları bu zulümlerle uzun süre bu güçlerini koruyamayacaklarını belirtmiştir. Bu açıdan aşk merkezli bir yaşam felsefesine sahip olan Mevlânâ"nın Moğollara karşı da sürekli ve onulmaz bir nefrete sahip olduğunu söyleyemeyiz.
Mevlânâ"nın Konya kuşatması esnasında halkın durumunu, Moğollara karşı hissiyatını ve kendi yaptıklarını ifade eden gazelinde onların gelecekte Müslüman olacaklarını manevi bir öngörü ile söylemesi ve daha sonraki gelişmelerin de bu öngörüyü haklı çıkarması, Mevlânâ"nın Moğollar hakkındaki düşüncelerinde kayda değer bir noktadır. Nitekim Mevlânâ"nın bu gazelini öğrenen Moğol hanedanından Gazan Han"ın gazeli altın sırma ile işleterek kaftanının üzerine yazdırdığını, yine bu gazel nedeniyle Timur"un da Mevlânâ"nın Divân"ını Maverâünnehr"e götürdüğü Mevlevî kaynaklarda belirtilmektedir. Bu açıdan yaşam ve öğretileriyle yerel bir söylemden ziyade, evrensel bir mesajı dile getirerek tüm insanlığı kucaklayan Mevlânâ"yı, Selçuklu dostu veya Moğol dostu diye nitelemekten ziyade üniversel manada bir “insan dostu” diye tanımlamak müsemmaya ve onun aradan geçen sekiz asırlık zamana rağmen üstlendiği misyonuna daha uygun bir tanımlama olacaktır.

Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi.
* Bu özet makale daha önce Tasavvuf ilmi ve akademik araştırma dergisi"nin 11 (ss. 259-322) ve 12. sayı (ss. 173-195)larında yayımlanan çalışmalarımızın kısmî bir özeti mahiyetindedir.

1 Bayram, Mikâil, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya 1991, s. 92. İddialara mesned olarak verilen kaynaklar metinde gösterilmiştir.
2 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, çev. M. Ü. Tarıkâhya, İstanbul 1954, ss. 96-7 (İddiaya kaynak olarak verilen Fîhi Mâ Fîh çevirisinin İst., 1964 baskısında ss. 101-2"deki rivayet, bizim kullandığımız Tarıkâhya baskısında (İst. 1954) 96-7. sahifelerdedir). Söz konusu bölümün orijinali için ayrıca krş. Mevlânâ, Kitâb u Fîhi Mâ Fîh, nşr. Bedîüzzaman Fürüzanfer, Tahran 1330, ss. 64-5.
3 Bkz. Kafalı, Mustafa, “Cengiz Han” mad., DİA, c. 7, s. 368; National Geographic, “Cengiz Han” kapak konulu sayı, Ağustos 2001, ss. 93-4. Moğolların gizli tarihinde Temücin Cengiz Han"ın Buhara"yı istilâ ettiği esnada bölge halkına Moğollar arasında bir efsane haline gelmiş olan şu sözleri söylediği aktarılır: “Ben Tanrı"nın gazabıyım. Eğer büyük günahlar işlemiş olmasaydınız, Tanrı üzerinize benim gibi bir gazap salmazdı.” (bkz. National Geographic, s. 92).
4 Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 386.
5 Genç Temücin"e (Cengiz Han) büyük Moğol tanrısı Tengri"nin, onun dünyanın efendisi olmasını buyurduğu şeklindeki bu rivayet, Moğol Şamanların ayinlerinde canlandırılan bir sahne olarak Moğollar arasında bir mit halinde varlığını devam ettirmiştir. (bkz. National Geographic, s. 76)
6 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, Terc., s. 98.
7 Sohbetin tamamı için bkz. Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, Terc., ss.98-107 .
8 Krş Eflâkî, Menâkibu"l-Ârifin (Farsça Metin), c. I, s. 259 vd. Mevlânâ"nın Konya"yı Bacu komutasındaki Moğol askerlere karşı korumasıyla ilgili Eflâkî"de anlatılan bu menkıbenin Mevlânâ"nın kendi gazellerinde ve diğer tarihi kaynaklardaki yer alış şekli hakkında önceki bölümde geniş bilgi verildiğinden konuyu tekrardan kaçınıyoruz (Geniş bilgi için bkz., “Mevlânâ"nın Yöneticilerle İlişkileri ve Moğol Casusluğu İddiaları I, Tasavvuf ilmi ve akademik araştırma dergisi, Temmuz-Aralık 2003, ss. 312-317).
9 Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, çev. Tahsin Yazıcı, İst. 1989, c. I, ss. 17-8.
10 Eflâkî, age., c. I, s. 18.
11 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, Terc., ss. 255-6.
12 Mevlânâ"nın konuyla ilgili görüşleri için bkz. Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, Terc., ss. 312-3, 46; Mesnevî, c. IV, b. 64 vd.
13 Mevlânâ"nın bu konudaki görüşleri için bkz. Mesnevî, c. V, b. 2938 vd.
14 Bu iddiaya gösterilen kaynakla ilgili sehven meydana geldiğine inandığımız bir hususu da belirtmek gerekir. Bu iddiaya kaynak olarak Menâkibu"l-Ârifin"in tıpkı basımının c. I, s. 219"u sahifesi verilmektedir(bkz. Bayram, age., s. 92, 69. dipnot). Ancak anlatılan bu olay Tıpkı Basım"ın c. I, ss. 202-204 sahifeleri arasında geçmektedir. Bu iddiya kaynak olarak gösterilen yerde ise Moğollarla ilgili hiçbir şeyden bahsedilmeyip Çelebi Şemseddin"den rivayet edilen Mevlânâ"nın Sadreddin"in zaviyesini ziyaretiyle ilgili bir olay anlatılmaktadır (Karşılaştırma için bkz. Eflâkî, Menâkibu"l-Ârifin, Farsça Metin, c. I, s. 219 ile ss. 202-204).
15 Eflâkî, age., Farsça Metin, c. I, s. 197 vd.
16 Kelime Moğolların Tanrı için kullandıkları şekliyle verilmiş.
17 Eflâkî, age., Farsça Metin, c. I, ss. 202-4; Terc., c. I, ss. 219-221.
18 Eflâkî, age., Farsça Metin, c. I, s. 204-5; Terc., c. I, ss. 221-2.
19 Bkz. Eflâkî, age., Terc., c. I, s. 16.
20 Eflâkî, age., Terc., c. I, s. 222.
21 Bayram, age., s. 93.
22 Eflâkî, age., Terc., c. I, s. 90, c. II, s. 36; Füruzanfer, Mevlânâ Celâleddin, s. 163.
23 Zira bu dönemde Moğollar, Selçuklular üzerinde açık bir hakimiyet kurmuşlar, Selçuklular Moğollara bağlı bir haraçgüzar il olmayı kabul etmişlerdi (Söz konusu dönem hakkında geniş bilgi için bkz. “Mevlânâ"nın Yöneticilerle İlişkileri ve Moğol Casusluğu İddiaları I”, ss. 264-6).
24 Füruzanfer, age., s. 176.
25 Selahaddin Eyyubi"den sonra ordu başkumandanı Aybeg tarafından Eyyubiler üzerine kurulan Memlukler ve Moğollar arasındaki söz konusu dönemdeki mücadele için bkz. “Mevlânâ"nın Yöneticilerle İlişkileri ve Moğol Casusluğu İddiaları I”, ss. 272-3.
26 Bkz. Bayram, age., s. 93, 70 no"lu dipnot.
27 Bu sohbetin, söz konusu anlaşma (bkz. Turan, age., s. 527) üzerine söylendiğine ilişkin ayrıca bkz. Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, Terc., Önsöz, XLII.
28 Bayram, age., s. 92.
29 Bayram, age., s. 93, 70 no"lu dipnot.
30 Krş. Bayram, age., s. 92-3, 67. ve 70. dipnotlar.
31 Bkz. Bayram, age., ss. 92-3.
32 Bu konuda geniş bilgi için şu çalışmalarımıza bkz. “Mevlânâ"nın Yöneticilerle İlişkileri ve Moğol Casusluğu İddiaları I, Tasavvuf ilmi ve akademik araştırma dergisi, 2003, sayı: 11, ss. 259-322; “Mevlânâ"nın Yöneticilerle İlişkileri ve Moğol Casusluğu İddiaları II”, Tasavvuf ilmi ve akademik araştırma dergisi, 2004, sayı: 12, ss. 173-195).
33 Bayram, age., ss. 93-4.
34 Bkz. Bayram, age., s. 93.
35 Bkz. Bayram, age., ss. 89 vd.
36 Eflâkî, age., Terc., c. I, ss. 600-1.
37 Eflâkî, age., c. I, ss. 281-2.
38 Bayram, age., ss. 93-4.
39 Bkz. Eflâkî, age., Farsça metin, c. I, ss. 278-9.
40 Bkz. Sipehsâlâr, s. 21 vd.; Eflâkî, age., Remzi Kitabevi baskısı, c. I, s. 94; Füruzanfer, age., s. 91 vd. bu hususun Mevlevî geleneğe kaynaklık eden Kübrevî gelenekte de bu şekilde olduğu görülmektedir. Örneğin Harzemşah sultanının Necmeddin-i Kübra"nın halifelerinden Mecdeddin Bağdadî"yi Ceyhun ırmağında boğdurarak öldürdüğü haberi Necmeddin Kübra"ya ulaşınca tasavvuf geleneğindeki bu inanışa atfen “Bunun cezasını boynuyla ödeyecek” dediği ve Moğollar tarafından yapılacak kıyım arasında bağ kurduğu belirtilmektedir (bkz. Füruzanfer, age., s. 82)
41 Mevlânâ, Mesnevî, c. I, s. 89, b. 1103-6.
42 Mevlânâ, Mesnevî, c. II, s. 112, b. 1469.


Yazar: Osman Nuri Küçük
Semazen Akademik sitesinden 27.05.2012 tarihinde yazdırılmıştır.


Semazen Akademik - MOOL CASUSLUU DDALARI isimli siteden alıntıdır....



mevlana'n1n mool ajan1 olmas1 - ek_i sözlük bu linki arkadaşlar inceleyin argo olabilir ama belli şeyler sizde de netleşecektir.
 

kuranvesünnet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 May 2012
Mesajlar
16
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
“–Allâh’ın velî kulları kimlerdir?” diye sorduklarında, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “(Allâh’ın velî kulları) yüzlerine bakıldığında Allah Teâlâ’yı hatırlatan kimselerdir.” buyurmuştur. (Heysemî, X, 78; İbn-i Mâ*ce, Zühd, 4)

Kaynak vermeyi adet haline getir...Hadis zayıf hadisdir...

İnandığı gibi yaşamayanlar, Yaşadığı gibi inanırlar...

Yazın uzun olmuş Celaleddin Rumi hakkında tamamını okumadım hatta şöyle bir baktım diyebilirim, bunu okusam sabah olur cevap da bi o kadar uzar kimse yazılanları okumaz..

Kaynaklara ulaşmak zor değildir kaynakları da verelim


ne Mevlanayı tanıyorlar ne de eserleri hakkında bilgileri vardır. Kaldı ki Şems-i Tebrizinin sohbetleri olan Makalat adlı eseri incelendiğinde bu zatın Anadolu insanını Moğollara itaat etmeye ve Moğol yönetiminden razı olmaya çağırdığı rahatlıkla görülebilmektedir. Aslında bu fikri Mevlana nın torunu Ulu Arif Çelebi de dile getirmektedir. Eflaki şöyle bir anektod nakletmektedir.

Ulu Arif Çelebi Moğolları destekliyordu. Moğollarla mücadele halinde olan Karamanoğulları Ulu Arif Çelebiye niçin kendileriyle olmayıp Moğollardan yana olduğunu sorduklarında o şöyle cevap vermiştir: Biz dervişleriz. Bizim nazarımız ALLAH ın iradesine bağlıdır. O iktidarı kime verirse biz de onun tarafını tutarız demiştir

Fakat Mevlana savunuculuğunu yaptığını zannedenlerin bunu bilmeleri gerekirdi. Anlaşılıyor ki bu Mevlana savunucuları Mevlana ve eserlerini bilmedikleri gibi Mevlana hakkındaki görüş ve beyanlardan da habersizdirler. Çünkü Mevlana hakkındaki bu iddialar 80 seneden beri birçok tarihçi ve ilim adamı tarafından yazılmıştır. Rahmetli Fuat Köprülü, Şehabeddin Tekindağ Mustafa Akdağ bu yönde fikirler beyan eden tarihçilerden birkaçıdır
 

kuranvesünnet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 May 2012
Mesajlar
16
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Bir din adamının hele ki ayağı yerin yedi kat altında başı güğün yedi kat üstünde olduğu düşünülen bir din adamının kitaplarını eşinize ailenize, annenize, kız kardeşinize de okuyabilmelisiniz deği lmi...?

Alın bir mesnevide annenizi, kız kardeşinizi şöyle geçtim, eşinizle dahi okumak dan haya edeceğiniz müstehcen 100 lerce hikaye ile doludur...

Allah hidayet versin...
 

abdulvedud

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Mar 2009
Mesajlar
144
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Kaynak vermeyi adet haline getir...Hadis zayıf hadisdir...

İnandığı gibi yaşamayanlar, Yaşadığı gibi inanırlar...

Yazın uzun olmuş Celaleddin Rumi hakkında tamamını okumadım hatta şöyle bir baktım diyebilirim, bunu okusam sabah olur cevap da bi o kadar uzar kimse yazılanları okumaz..

Kaynaklara ulaşmak zor değildir kaynakları da verelim


ne Mevlanayı tanıyorlar ne de eserleri hakkında bilgileri vardır. Kaldı ki Şems-i Tebrizinin sohbetleri olan Makalat adlı eseri incelendiğinde bu zatın Anadolu insanını Moğollara itaat etmeye ve Moğol yönetiminden razı olmaya çağırdığı rahatlıkla görülebilmektedir. Aslında bu fikri Mevlana nın torunu Ulu Arif Çelebi de dile getirmektedir. Eflaki şöyle bir anektod nakletmektedir.

Ulu Arif Çelebi Moğolları destekliyordu. Moğollarla mücadele halinde olan Karamanoğulları Ulu Arif Çelebiye niçin kendileriyle olmayıp Moğollardan yana olduğunu sorduklarında o şöyle cevap vermiştir: Biz dervişleriz. Bizim nazarımız ALLAH ın iradesine bağlıdır. O iktidarı kime verirse biz de onun tarafını tutarız demiştir

Fakat Mevlana savunuculuğunu yaptığını zannedenlerin bunu bilmeleri gerekirdi. Anlaşılıyor ki bu Mevlana savunucuları Mevlana ve eserlerini bilmedikleri gibi Mevlana hakkındaki görüş ve beyanlardan da habersizdirler. Çünkü Mevlana hakkındaki bu iddialar 80 seneden beri birçok tarihçi ve ilim adamı tarafından yazılmıştır. Rahmetli Fuat Köprülü, Şehabeddin Tekindağ Mustafa Akdağ bu yönde fikirler beyan eden tarihçilerden birkaçıdır

selamün aleyküm kardeşim "Kaynak vermeyi adet haline getir...""
saf suresi 2. ayet Diyanet İşleri meali : Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
neden : Çünkü zayıf hadis deyip kestirip atmışsın..... ama bir çok kaynakta gördüm yetmedi aşağıdaki hadislere de bak benzeri bir sürü rivayet varmış

""""""Bize Allah’ı hatırlatan kişiye mümin mi yoksa veli mi diyeceğiz? Konuyla ilgili hadis var mıdır?
Bu konuda değişik hadis rivayetleri vardır. Bunlardan bazıları şöyledir: “Birlikte oturduğunuz dostlarınızın en hayırlısı, görünüşüyle size Allah’ı hatırlatan, sohbetiyle sizin güzel amellerinizi arttıran, salih ameliyle/güzel fiil ve davranışlarıyla size ahireti hatırlatan kimsedir”(Suyutî, Camiu’s-sağir, 2/14). Suyutî, İbn Abbas’tan rivayet edilen bu hadisin sahih olduğunu belirtmiştir(a.g.y). "Dostun hayırlısı; Allah'ı zikrettiğinde sana yardım eden, Onu unuttuğunda sana hatırlatandır”(Suyutî, Camiu’s-sağir, 2/11). İbn Ebî’d-dünya’nın Hasan-ı Basrî’den rivayet ettiği bu hadis mürseldir(bk. a.g.y). “Bazı insanlar Zikrullahın anahtarlarıdır. Bunlar görülünce, Allah zikredilir /hatırlanır /anılır.” (Mecmau’z-Zevaid, 10/78). Bu hadislerdeki ortak tema şudur: İnsanların en büyük görevi Allah’ı tanımak, ona kulluk etmek, onu sevmek onu saymaktır. Bunların yerine getirilmesi de için sık sık Allah’ı hatırlamakla mümkündür. Allah’ı hatırlatan, onu zikretmeye vesile olan şeyler güzel unsurlardır. O halde, Allah’ı hatırlatanlar da insanların en hayırlısıdır. Allah’ı hatırlatmak, tevhit inancını, onun azamet ve yüceliğini, manevi cemal ve kemalini, Allah’ın kitabını, emir ve yasaklarını hatırlatmakla olur. Buna göre, söz ve ifadeleriyle, fiil ve davranışlarıyla, emir ve yasaklara riayet ettiğini gösteren duruşuyla insanlara Allah’ı hatırlatan kimseler, gerçekten çok önemli insanlardır.
Hadislerde, sözlü, fiili-kavli, ameli olarak Allah’a kul olduğunu göstermenin değerine işaret edilmiştir. Bu özelliklere sahip olan bir kimse de, elbette hem hakiki bir mümin hem hakiki bir dost hem de Allah'ın sevgili kullarından bir velidir. """"""

Sorularla islamiyet sitesi haftalık bülten 14 ekim 2011 üstteki yazı burdan alıntıdır.

diğer yazına gelince evet

Kuran da fetih suresinde Allahın eli var diyor 10. ayet lütfen söyler misin Allahın eli var mı ???
 

abdulvedud

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Mar 2009
Mesajlar
144
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
kırmızıyla yazmış orda illahiyat fak. tasavvuf bölümü araştırma görevlisi makalesi diye. bakmamana şaşırmadım...... delinin biri kuyuya taş atar kırk akıllı çıkaramaz.... (sana demiyorum bu iddiayı ortaya atanlara kızıyorum başta mikail bayram) yıkmak kolay ama yapmak zordur... (adamlar o yüzden uzun uzun bilimsel makale yazmış okumaman senin tercihin. gözünün önüne elini koyunca bu alemi göremezsin öyle değilmi? sen görmüyosun diye bu alem yok değil ) tarihçilerin tasavvuf ilmine vakıf olmadığı açık adam tarihçi olanı nakleder anlama ve yorum hususunda tasavvuf ilmine sahib değil mecaz denilen kavramdan haberi yok... şimdi karnın ağrıyo hastasın bakkala mı gidersin doktora mı tabi ki doktora teşhis ilmini doktor bilir .

ilmi bilmeyenin söyleyip ortaya attığı iddialar bizi bağlamaz


maalesef aynısı hadis alimi olmayanların hadislere zayıf veya bunun senedi yalan dedikleri durum gibi.... (halkımız bunların kim olduklarını gayet net biliyorlar)
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
[h=2][/h]
m%25C5%259F.jpg


Bazen, uzaklaşmak gerekir yakınlaşmak için...
Bazen, hatırlamak gerekir hatırlanmak için...
Bazen, ağlamak gerekir açılmak için...
Bazen, anmak gerekir anılmak için...
Bazen de susmak gerekir duymak için...
Şems-i Tebrizi



Yüzde ısrar etme, "Doksan da olur".
İnsan dediğinde, "Noksan da olur"...
Sakın büyüklenme, "Elde neler var".
Bir ben varım deme, "Yoksan da olur".

---
Sen uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın...
Tutmayacak bir ele uzandığın için kendine mi ?

---

Eğer bir gün dünyaya ait çok büyük bir derdin olursa...
Rabbine dönüp "Benim büyük bir derdim var." deme.
Derdine dönüp "Benim çok büyük bir rabbim Var.' De....
Mevlâna
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt