Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Senai Demirci'nin Kaleminden... (1 Kullanıcı)

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin

İman ettiğimi söyledim kardeşlerime… Hâşâ, Seni hiç inkâr etmedim Rabbim. Bir Bildim. Bir olduğunu söyledim. Her esman ile tefekkür ettim. Kur’ân’ına muhatap oldum. Kimi kardeşlerim beni Seni anlatmak için çağırdılar yanlarına… Kimileri beni Sana o kadar yakın bildiler ki, mübarek sanıp beni, dua bile istediler. Kâbe’nin eteğine geldim defalarca. Güzeller güzeli Elçi’nin ve seçilmiş kulunun (asm) huzurunda gözyaşı döktüm utançla, mahçubiyetle… Kelime-i Şehadetler getirdim. Hiçbir kardeşim, imansız olduğumu düşünemezdi.Ama ey Rabbim, Senin iğrenç dediğini bildiğim halde, Sen yokmuşsun gibi ulu orta gıybetler ettim. Hem de veçhine baka baka… Ki Senin “Yüzünü nereye dönersen dön, Allah’ın veçhini orada bulacaksın…” [Bakara, 115] dediğine iman etmiştim. Hayret, kullarından bir kulunun, yarattıklarından bir acizin yüzüne baka baka söylemekten korktuklarımı Senin veçhine dönerek söylemekten korkmamışım… Yoksa ben, Sen’den çok kulundan mı korkuyorum? Yoksa ben, Senden çok yarattığından mı çekiniyorum? Hani benim takvam? Hani benim Seninle birlikte yaşam duyarlılığım? Hani benim Allah’a karşı olan sorumluluk bilincim.

Sözyangını – Senai Demirci
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin


Rabbinin seni sevmesi için
Bir yüzün olması gerekmedi.
Rabbinin seni sevmesi için
Bir yüreğinin olması gerekmedi.
Rabbinin seni sevmesi için
O’nu hatırlaman gerekmedi.
Rabbin seni hiç koşulsuz sevdi.
Ve hala seviyor…
Farkında mısın?
Sen O’nu unutsan da
O seni unutmuyor.
Sen O’na isyan etsen de
O senden umut kesimiyor.
Seni yaradan senin cinsinden biri değil ki
En küçük bir sorunla yıkılsın,
Beklentileri gerçekleşmezse umutsuzluğa düşsün?
Umudun kaynağı olan, umudu yaradan nasıl umudunu keser?
Senin göklerde yazılı olan adın umuttur, bilesin…

Bilmem farkında mısın, sen sık sık umutsuzluğa düşüyorsun… Umudunu yitirip güneşin kavurucu sıcağında başın öne düşüp enseyi kararttığın zamanlar hiç de az olmadı, olmuyor. Peki neden? İsteklerinin senin arzularına göre, istediğin zamanda, istediğin şekilde, istediğin yerde gerçekleşmemesi… Haşa, sanki seni yaradan senin itaatkâr bir hizmetçin. Senin her istediğini her an hazır edecek. Yani sen nereye dönersen güneş de oraya dönecek öyle mi? Sen ne yönden istersen rüzgar o yönden esecek, öyle mi? Senin planlarına, kurgularına, hesaplamalarına göre hayat denilen hakikat biçim alacak, öyle mi?
Saçların karışmasın diye rüzgar sana göre bir saat sonra esmeli, yeni kıyafetin ıslanmasın diye yağmur akşam yağmalı, bir anda çok paraya kavuşacağın iş hemen kapına gelmeli, sevdiğin kız veya oğlan hemen sana varmalı sana göre… Umutsuzluklarının sebebini bir düşün… Her şey sana göre şekillensin istiyorsun, geleceğe ilişkin kimi kurgularda bulunuyor, bunları başaramayınca çöküyorsun… Ya tüm benzetmelerden yüce olan seni Yaradan, o karlı havada yavrusunu yitiren kalbi merhametli bir annenin gözlerindeki umut gibi, senden asla umudunu kesmiyor, hep O’na dönmeni bekliyor…B)B)B)

Senai Demirci & Yusuf Özkan Özburun
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
Kimi, niye bağışlayacağını Allah bilir. Ancak, kendimizi bağışlanmaz bilmek de haddimize düşmüş değil.
SIK SIK şu tür mektuplar alırım. “Ben bittim, mahvoldum. Bir günaha bulaştım.” Başkasından gelmesine de gerek yok aslında. İçimin içinden de gelir o mektup: “Hiç ummazdım kendimden. Oysa beni herkes güzel bir insan sanıyor. Ah, ben nasıl ettim!” Sonra sözler daha bir kanlanır. Ha kendi yüreğimden gelmiş, ha adını bile bilmediğim bir kardeşimden. O kadar tanıdık ve o kadar ortaktır ki: “Rabbimin yüzüne nasıl bakacağım bundan böyle. Yüzüm yok namaz kılmaya, oruç tutmaya… Beni Allah affeder mi ki…”

Hiçbirimize yabancı değil ki bu cümleler. İçimizin yangını. Pişmanlık nehrimizin yatağı. Sanırız ki hep günahsız kalacağız. Umarız ki hiç hatasız tamam eyleyeceğiz ömrü. Böyle olursa Rabbimize karşı bir iddiamız olacaktır: “Bak, ben günahsızım işte…” “Hiç hata etmedim ki…” Bu iddianın içinde Allah’a muhtaç olmama arayışı saklıdır. O’nun affına, merhametine ihtiyaç duymama tavrı.

Çok sık düştüğümüz hatadır: Sınanmadığımız günahlar konusunda kendimize güveniriz. “Ben kim, öyle işler kim!” “Ben o günahı işleyecek adam mıyım, hıh!”lar eksik olmaz içimizden. O kadar çok eminizdir ki düşmeyeceğimizden; düşenleri kınarız. Alay ederiz. Aşağılarız, dışlarız. Boş durmaz, derhal ona buna gammazlarız. Ayıplarız. Ama farkında değilizdir ki, başkasını ayıplamanın ardında şu varsayım saklıdır: “Ben o hataya düşmem!” Gıybetini ettiğimiz her kişi için şu cümleyi söyleriz zımnen: “Ben ondan üstünüm!”

Kendimizi günah işlemeyecek biri görmemiz, başlı başına bir günahtır oysa.

Günah işlediğimizde bağışlanmayı bekleyen bir aciz oluveririz. Kolumuz kanadımız kırılır. Çareyi Allah’tan bekleriz. Bizde bir şey yoktur. Bağışlanacak mıyız, bağışlanmayacak mıyız? Nefsimiz Rabbimizin merhametine rehindir artık.

Affedilecek miyiz gerçekten? Affedildiğimiz haberini kimden alacağız? Benden mi? Şeyhimizden mi? Abimizden ablamızdan mı? Elbette ki kimse kimsenin günah çıkartıcısı olamaz. Hiçbir kul için böyle bir makam yok.

Kimi, niye bağışlayacağını Allah bilir. Ancak, kendimizi bağışlanmaz bilmek de haddimize düşmüş değil. Allah affetmez demek, Allah’ın rahmetine sınır getirmek demeye gelir. Nasıl başkalarını O’na affettirme yetkimiz yoksa O’nu bizi affedemez saymak da, kendimizi O’nun tarafından affedilmez bilmek de haddimiz değil.

İnsanın kendine günahı yakıştıramaması, kibrinden kaynaklanır. Elbette ki ben de sen de onlar da hataya düşebiliriz. Rabbimiz bizden hatasızlık bekliyor değil. Asıl beklediği, hatamızı hata bilmek, hata edebilir olduğumuzu kabullenmektir. Böylesi daha bir “kulca”dır.

Kim bilir o ummadığın günaha kaymasaydın, nasıl da gururlanacaktın. “Ben öyle şeyler yapmam!” edası bir büyük günah olarak yutacaktı seni.

Peki, şimdi o büyük günah sonrası haline bir bak: Duadasın. Yakarıştasın. Gözün yaşlı. Mahcupsun. “Rabbim beni affeder mi ki?” diyorsun. İşte bu kulluk halidir. Rabbinin hoşlandığı haldir. Sınanmışsın o konuda ve daha bir kula yakışır şeyler söylüyorsun.

“Ben bu günahı yapacak adam mıydım?” sorgusu bile gurur içeriyor, farkında mısın? Demek ki yapabilirmişsin. Demek ki acizmişsin. Demek ki kendine güvenmek yerine Rabbine sığınmalıymışsın.

Demek ki sınanmadığın günahtan sınanıncaya kadar kendini o günahtan uzak bilmemeliymişsin. İşte bunlardır kulluk dersi. Gerçek şu ki, her birimizin dikişlerinin zayıfı bir yeri vardır. Hiç ummadığımız bir yerimizde açık yaramız vardır. Zorlanıncaya kadar dikişimizi sağlam sanırız, yaramızı kapanmış biliriz. Ama ne zaman ki bir rüzgâr eser, kırılır belimiz. Ne zaman ki bir yokuşa denk geliriz, patlar dikişlerimiz.

Kış görmeyen ağaçların baharda dik duruşu sınanmamış bir duruştur. Güze erişmemiş dalların yapraklı oluşu “şimdilik”tir. Şimdilik.

Senin sağlam duruşunun kırılma yeri düştüğün o günah işte… İşte şimdi aldın boyunun ölçüsünü. Kimmişsin şimdi öğrendin. Bundan böyle o yaranın acısıyla daha çok merhem olacaksın kendine ve kardeşlerine…

Biliyorsun: “Olanda hayır vardır.” Mademki oldu günahın; günahının oluşunda “hayır” ara… Günahın en kârlısı tövbe ve istiğfar üretenidir. Günahından ümitsizlik çıkarırsan, yeni günahlar için yol açılır ki, işte o zaman başlar zararın. Asıl “günahkâr” günahını derin bir pişmanlığa dönüştürüp kula yakışır mahcubiyet ve mahviyet çıkarandır. Günah, kâr olur o zaman.

Öyleyse kaldır başını ve Rabbinin mağfiretiyle yürümeye başla.

Seni bağışlayacak olan ben değilim elbette… Allah’ın bağışlayıp bağışlamayacağının haberini de ben veremem biliyorsun. Bildiğim şu: Bir günahın ardından gelen mahcubiyet bir sevabın ardından gelen gururdan hayırlıdır… Bu mahcubiyet, işte bu mahcubiyettir seni kul eyleyen.

Günaha düştüğün için ve günahından o eşsiz mahcubiyeti ve gözyaşını çıkardığın için, sen Rabbinin daha onurlu ve şerefli bir kulusun.
B)B)B)

Senai Demirci
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
Sözü süz de söyle, gönlü bulandırmasın. Sözü diz de söyle, kulağa inci diye takılsın. Sözü yüze söyle, gıybet olup utandırmasın.
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
Bir kere daha anladım ki;

İmanın bana kattığı kıymeti fark ettiğim ölçüde

Günahtan uzak tutabiliyorum kendimi…
.
Senai Demirci​
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
Duâ kaderi değiştirir mi ?

sorusuna cevabımdır: Değiştirir…

Duâ edersen, ‘Duâ etmeyen adam’ değil,

‘Duâ eden adam’ diye yazılırsın…

************
Senai Demirci
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
.
Dinle neyden ki hikâye etmede,

Hep ayrılıktan şikâyet etmede

Mevlâna’nın mesel dünyasında, ney insanı temsil eder.

İnsan da, tıpkı ney gibi, içinde nefes saklamaktadır.

İnsanın her sözü, bir özleyişin ve bir ayrılığın ifadesidir.

İnsanın iç çekişleri, aslından ayrı olmanın hüznünü, yuvadan uzak olmanın sancısını yansıtır.

Kamışlıktan kopardıklarından beri beni, Feryadım ağlatır her kadını ve erkeği.

Kamışlık neyin anayurdu ve evidir.

İnsan da tıpkı ney gibi cennetten, yani yuvasından ayrılmıştır.

Kalbinin ebedî muhabbetle doyduğu cennetten dünya gurbetine sürülmüştür.

İnsan kalbi, tıpkı ney gibi, fena ve zevalin, ayrılık ve yokluğun yaşandığı bu dünyada, inceden inceye feryad etmektedir.

İnsan ruhu olması gereken yerde değildir;

Geçmişe ait hüzünler ve geleceğe ait kaygılar,

Aslında hep bu uzaklığın sözsüz ve sessiz ağlayışından ibarettir.


**********
Senai Demirci
 

Çeşm-i Bülbül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2009
Mesajlar
13,384
Tepki puanı
6
Puanları
0

Hayret,
kullarından bir kulunun,
yarattıklarından bir acizin yüzüne baka baka söylemekten korktuklarımı
Senin veçhine dönerek söylemekten korkmamışım…
Yoksa ben, Sen’den çok kulundan mı korkuyorum?
Yoksa ben, Senden çok yarattığından mı çekiniyorum?

Peki neden?
İsteklerinin senin arzularına göre, istediğin zamanda,
istediğin şekilde, istediğin yerde gerçekleşmemesi…
Haşa,
sanki seni yaradan senin itaatkâr bir hizmetçin.
Senin her istediğini her an hazır edecek.



ALLAH Celle Celalühü razı olsun ablam.
Çok güzellerdi..
Okurken aklıma Senai Demirci'nin bu sözü geldi..


" H
iç kimse sınanmadığı bir günahın masumu değildir. "

Ve bu ;

Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor:

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:


"Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı."


[Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizî, Da'avât 105, (3533).]
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin

Hayret,
kullarından bir kulunun,
yarattıklarından bir acizin yüzüne baka baka söylemekten korktuklarımı
Senin veçhine dönerek söylemekten korkmamışım…
Yoksa ben, Sen’den çok kulundan mı korkuyorum?
Yoksa ben, Senden çok yarattığından mı çekiniyorum?

Peki neden?
İsteklerinin senin arzularına göre, istediğin zamanda,
istediğin şekilde, istediğin yerde gerçekleşmemesi…
Haşa,
sanki seni yaradan senin itaatkâr bir hizmetçin.
Senin her istediğini her an hazır edecek.



ALLAH Celle Celalühü razı olsun ablam.
Çok güzellerdi..
Okurken aklıma Senai Demirci'nin bu sözü geldi..


" H
iç kimse sınanmadığı bir günahın masumu değildir. "

Ve bu ;

Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor:

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:


"Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı."


[Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizî, Da'avât 105, (3533).]

sağol çeşmicim allah cümlemizden razı olsun inşaallah....
paylaşalım,paylaşalım da yüreğimiz ferahlasın istedim...
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin

“Vermeyene vereceksin!”

Karanlıkları dağıtan heceler O’nun (a.s.m.) dudağından akıp gelmişti:


“Gelmeyene gideceksin!”

Ben’ciliğin katı duvarlarını yıkan, bencilliğin soğuk küllerini
köz eyleyen sözler O’nun (a.s.m.) nefesinde alevlenmişti:




“Kötülük edene iyilik edeceksin!”

Dışarıdaki soğuk değil, içlerindeki soğukluk öldürmüştü onları.
Dirilmeye hazırlananlar asıl “ateş”i O’nun dudağında gördüler.

~
Senai Demirci​
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
“En büyük yetimlik Allah’tan kopuk yaşamak,

O’nu bilmeden yaşamaktır.

Şu kainata “Allah yokmuş” gibi baktığımızda

Bütün varlıklar yetim kalır, her şey yabancılaşır..”


***********

Senai Demirci​
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
Kalbimi boş sevdalardan kollayan Sensin
Tohumun kalbine ağaçlar yazan Sensin
Aklımı hiçlik korkularından koruyan Sensin
Benlik dağlarımın taşlarını celalinle yumuşat Ey Celil!


Senai Demirci/ Söz Yangını
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
“Benden sonra asın!”

Oğlundan söz ediyor bir baba.

“Önce beni asın, oğlumu sonra…”

Babanın adı: Seyyid Rıza.

Devrim kanunlarına hemen ve harfiyen itaat etmedikleri için havadan bombalanarak imha edilen, sığındıkları mağaralarda fareler gibi zehirlenerek yok edilen kadın-erkek, çocuk-yaşlı 50 bin Dersimli arasından adını en iyi bildiğimizdir Seyyid Rıza.

Dersim İsyanının elebaşıdır devletin gözünde.

Meseleyi “kökünden çözmek üzere” başlatılan Dersim Harekâtı’nda Seyyid Rıza’nın evi de havadan bombalanır. Diğer kadınlar gibi direnen eşi Besi’yi ‘dağ dilberi’ veya ‘dişi kaplan’ diye magazinleştirir devrin Türk basını. (“Cumhuriyet”, 26 Eylül 1937).

“Elli kiloluk bombanın ne şeysi olur ki!” diyen meşhur ilk Türk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen’in bombaladığı evden “garip eşyalar” çıktığına dair haberler de yapılır. Bu da ayrı bir itibar bombalamasıdır. Güya evde haçlar, Hz. İsa’nın parmağı ve Ermenice dinî kitaplar bulunmuştur.

Seyyid Rıza’nın evinde Gökçen’in bombasından nasiplenen “şeyler”den bazıları şunlardır aslında:

Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Şerif, En’am-ı Şerif, Muhammediye, Siyer-i Nebi, Yıldızname, Bektaşiliğe ait bir şiir kitabı…

Seyyid Rıza hükümet yetkilileri tarafından anlaşmak üzere Erzincan’a çağrılır.

Ancak 11 Eylül 1937′de Fırat Köprüsü üzerinde aynı hükümet yetkililerince tutuklanır.

Hizaya getirmek için Şeyh’e zorla fötr şapka ve ceket giydirilir ve böylece fotoğraflanır.

Seyyid Rıza, oğlu ve kardeşi, sadece 14 gün süren yargılamadan sonra idama mahkum edilir.

İnfaz günü gelir. Seyyid Rıza ve oğlunun asılacağı kesindir ama önce kim? Baba mı oğul mu?

Bütün vicdanlar bilir ki, babalar oğullarının ölümlerini görmektense ölmeyi tercih ederler.

Son bir insaf ricası gelir saçı sakalı ağarmış Seyyid Rıza’dan.

Razı olduğumuz o ölüm sırasını ister yetkililerden.

Öldürüleceğine değil, oğlunun gözleri önünde öldürülmesine yanar baba yüreği.

O gün, Seyyid Rıza’yı meydana çıkardılar.

Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Seyyid Rıza meydan insanla doluymuşçasına, Zazaca sessizliğe ve boşluğa haykırdı:

“Evladı Kerbelayme, Bé gunayime, Ayvo Zulumo, Cinayeto.”

(Evlad-ı Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir)

İhtiyardı. Hastaydı. Ancak son yürüyüşüne ayırdı bütün enerjisini. Başı dik, kararlı adımlarla, idam sehpasına doğru rap-rap yürüdü.

Boynuna ip geçirmek için bekleyen celladı kenara itti. İpi boynuna kendisi geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu. İnfazı yaptı.

Şeyh Seyyid Rıza’nın oğlu göremedi babasının bu asil yürüyüşünü. Bir babanın son insaf çağrısına kulak vermemişti yetkililer.

Sırf eziyet olsun diye oğlunun idamını babasına seyrettirmişlerdi.

Ne garip ki, bir babanın son andaki son insaf çığlığına kulak asmayan muktedirlerin boynuna takılan zamanın ipi çoktan çekildi. Hepsi toprak altında şimdi.



Senai Demirci​
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
Çocuğa verilen ismin bir kıblesi olmalı,

ya bir Peygamber’i gösteriyor olmalı

ya da Peygamber izinden yürüyen birinin hatırasını taşımalı.


Senai Demirci
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
Dua etmek, kırık kalbini avuçlarına koymandır; diline süslü sözler doldurmak değil…


~Senai Demirci ~
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
Ölen hep başkalarıydı…

"Yarın adının ne olacağını bilemezsin."

Hz. Muhammed Sallallahü aleyhi ve sellem
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
‘Kaldır ellerini ve bir gün nasılsa huzurunda hareketsiz kalacak bu bedeni,

Bütün hücreleriyle O’na teslim et..

B)B)B)

Senai Demirci
 

buket_zeynep

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2012
Mesajlar
2,757
Tepki puanı
180
Puanları
63
Yaş
39
önce tutuldum..
yazamadım bişey hicranım.. yüreğine sağlık.........
 

buket_zeynep

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2012
Mesajlar
2,757
Tepki puanı
180
Puanları
63
Yaş
39
Kimi, niye bağışlayacağını Allah bilir. Ancak, kendimizi bağışlanmaz bilmek de haddimize düşmüş değil.
SIK SIK şu tür mektuplar alırım. “Ben bittim, mahvoldum. Bir günaha bulaştım.” Başkasından gelmesine de gerek yok aslında. İçimin içinden de gelir o mektup: “Hiç ummazdım kendimden. Oysa beni herkes güzel bir insan sanıyor. Ah, ben nasıl ettim!” Sonra sözler daha bir kanlanır. Ha kendi yüreğimden gelmiş, ha adını bile bilmediğim bir kardeşimden. O kadar tanıdık ve o kadar ortaktır ki: “Rabbimin yüzüne nasıl bakacağım bundan böyle. Yüzüm yok namaz kılmaya, oruç tutmaya… Beni Allah affeder mi ki…”

Hiçbirimize yabancı değil ki bu cümleler. İçimizin yangını. Pişmanlık nehrimizin yatağı. Sanırız ki hep günahsız kalacağız. Umarız ki hiç hatasız tamam eyleyeceğiz ömrü. Böyle olursa Rabbimize karşı bir iddiamız olacaktır: “Bak, ben günahsızım işte…” “Hiç hata etmedim ki…” Bu iddianın içinde Allah’a muhtaç olmama arayışı saklıdır. O’nun affına, merhametine ihtiyaç duymama tavrı.

Çok sık düştüğümüz hatadır: Sınanmadığımız günahlar konusunda kendimize güveniriz. “Ben kim, öyle işler kim!” “Ben o günahı işleyecek adam mıyım, hıh!”lar eksik olmaz içimizden. O kadar çok eminizdir ki düşmeyeceğimizden; düşenleri kınarız. Alay ederiz. Aşağılarız, dışlarız. Boş durmaz, derhal ona buna gammazlarız. Ayıplarız. Ama farkında değilizdir ki, başkasını ayıplamanın ardında şu varsayım saklıdır: “Ben o hataya düşmem!” Gıybetini ettiğimiz her kişi için şu cümleyi söyleriz zımnen: “Ben ondan üstünüm!”

Kendimizi günah işlemeyecek biri görmemiz, başlı başına bir günahtır oysa.

Günah işlediğimizde bağışlanmayı bekleyen bir aciz oluveririz. Kolumuz kanadımız kırılır. Çareyi Allah’tan bekleriz. Bizde bir şey yoktur. Bağışlanacak mıyız, bağışlanmayacak mıyız? Nefsimiz Rabbimizin merhametine rehindir artık.

Affedilecek miyiz gerçekten? Affedildiğimiz haberini kimden alacağız? Benden mi? Şeyhimizden mi? Abimizden ablamızdan mı? Elbette ki kimse kimsenin günah çıkartıcısı olamaz. Hiçbir kul için böyle bir makam yok.

Kimi, niye bağışlayacağını Allah bilir. Ancak, kendimizi bağışlanmaz bilmek de haddimize düşmüş değil. Allah affetmez demek, Allah’ın rahmetine sınır getirmek demeye gelir. Nasıl başkalarını O’na affettirme yetkimiz yoksa O’nu bizi affedemez saymak da, kendimizi O’nun tarafından affedilmez bilmek de haddimiz değil.

İnsanın kendine günahı yakıştıramaması, kibrinden kaynaklanır. Elbette ki ben de sen de onlar da hataya düşebiliriz. Rabbimiz bizden hatasızlık bekliyor değil. Asıl beklediği, hatamızı hata bilmek, hata edebilir olduğumuzu kabullenmektir. Böylesi daha bir “kulca”dır.

Kim bilir o ummadığın günaha kaymasaydın, nasıl da gururlanacaktın. “Ben öyle şeyler yapmam!” edası bir büyük günah olarak yutacaktı seni.

Peki, şimdi o büyük günah sonrası haline bir bak: Duadasın. Yakarıştasın. Gözün yaşlı. Mahcupsun. “Rabbim beni affeder mi ki?” diyorsun. İşte bu kulluk halidir. Rabbinin hoşlandığı haldir. Sınanmışsın o konuda ve daha bir kula yakışır şeyler söylüyorsun.

“Ben bu günahı yapacak adam mıydım?” sorgusu bile gurur içeriyor, farkında mısın? Demek ki yapabilirmişsin. Demek ki acizmişsin. Demek ki kendine güvenmek yerine Rabbine sığınmalıymışsın.

Demek ki sınanmadığın günahtan sınanıncaya kadar kendini o günahtan uzak bilmemeliymişsin. İşte bunlardır kulluk dersi. Gerçek şu ki, her birimizin dikişlerinin zayıfı bir yeri vardır. Hiç ummadığımız bir yerimizde açık yaramız vardır. Zorlanıncaya kadar dikişimizi sağlam sanırız, yaramızı kapanmış biliriz. Ama ne zaman ki bir rüzgâr eser, kırılır belimiz. Ne zaman ki bir yokuşa denk geliriz, patlar dikişlerimiz.

Kış görmeyen ağaçların baharda dik duruşu sınanmamış bir duruştur. Güze erişmemiş dalların yapraklı oluşu “şimdilik”tir. Şimdilik.

Senin sağlam duruşunun kırılma yeri düştüğün o günah işte… İşte şimdi aldın boyunun ölçüsünü. Kimmişsin şimdi öğrendin. Bundan böyle o yaranın acısıyla daha çok merhem olacaksın kendine ve kardeşlerine…

Biliyorsun: “Olanda hayır vardır.” Mademki oldu günahın; günahının oluşunda “hayır” ara… Günahın en kârlısı tövbe ve istiğfar üretenidir. Günahından ümitsizlik çıkarırsan, yeni günahlar için yol açılır ki, işte o zaman başlar zararın. Asıl “günahkâr” günahını derin bir pişmanlığa dönüştürüp kula yakışır mahcubiyet ve mahviyet çıkarandır. Günah, kâr olur o zaman.

Öyleyse kaldır başını ve Rabbinin mağfiretiyle yürümeye başla.

Seni bağışlayacak olan ben değilim elbette… Allah’ın bağışlayıp bağışlamayacağının haberini de ben veremem biliyorsun. Bildiğim şu: Bir günahın ardından gelen mahcubiyet bir sevabın ardından gelen gururdan hayırlıdır… Bu mahcubiyet, işte bu mahcubiyettir seni kul eyleyen.

Günaha düştüğün için ve günahından o eşsiz mahcubiyeti ve gözyaşını çıkardığın için, sen Rabbinin daha onurlu ve şerefli bir kulusun.
B)B)B)

Senai Demirci

ağlattı beni bu yazı hicran.. sen biliyorsun....
en çok yapmam dediğim yerde düştüm hataya.... ben ve o hata benim hicretimmmmmmmmm
 

Hicran-ı Aşk

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
2,257
Tepki puanı
250
Puanları
63
Yaş
38
Konum
Adana, Mersin
Aşk mıdır ki, Hatice?yi dağlara Muhammed diye düşüren.

Aşk mıdır ki, ?Hatice (ra) kadınlarının en iyisidir?, dedirten.

Aşk mıdır ki, Hatice?nin dostlarını hatırına unutturmayan.

Aşk mıdır ki, Hatice?nin Hale?sinin sesine Aman Allah?ım dedirten.


-alıntı-
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt