_YUSUF_
Yönetici
- Katılım
- 26 Haz 2008
- Mesajlar
- 4,070
- Tepki puanı
- 1,042
- Puanları
- 113
- Yaş
- 42
Müslümanların önemli vasıflarından birisi, havf ve reca yani korku ve umud arasında olmalarıdır. Bilinçli bir müslüman, haklı nedenlere dayanan bir korku ve yine haklı nedenlere dayanan bir umud arasındadır. Fakat ne gariptir ki günümüzde haksız yere umudlanan batıl fırka, grup ve meşrep mensuplan olduğu gibi, haksız yere umudlannı yitiren müslümanlar da bulunmaktadır!.
Haksız yere umudlananlardan, batıl zanlar ile kendilerini ve çevresindekileri aldatanlardan tek tek örnek vermemize gerek yoktur. Çünkü bir gözümüzü hafifçe açmamız, hafifçe aralamamız dahi, bu örneklerden yüzlercesini görmemize yeterli olabilecektir. Uluslararası batıl değerlerle entegre olmalarına ve istikballerini demokrasinin yargısına teslim etmelerine rağmen “İstikbal İslam'ındır ve zafer inananlarındır” diyerek kendilerini aldatan insanlar ve bu insanların biraraya toplandıkian yapılar ne yazık ki görmek istemediğimiz kadar çoktur. Dünya müstekbirlerinin gözetimindeki uzlaşma meralannda taviz hormonlanyla geliştirilen bu yapılar, hormonlu bir dana gibi her geçen gün daha bir irileşmektedir!.
Oysa bu gibi yapılar ne kadar irileşirse irileşsin, bu yapılardaki insanların haksız umudları ne kadar büyütülürse büyütülsün müstekbirlerin şeytani tavizlerini Allah'ın yardımına tercih eden böylesi yapıların ve bu yapılarda bulunan insanların, İslam'ın istikbalinde söz sahibi olamayacakları açıktır. Yaşadığımız coğrafyada İslam'ın istikbali, hiçbir kuşkunuz olmasın ki bu coğrafyadaki muvahhid müslümanların yaptıklanyla bir anlam, bu muvahhidlerin yapacaklanyla bir aydınlık kazanacaktır. Dolayısıyla batıl umutlarla derin bir aldanışı yaşayan kimselerin içinde bulundukları durumdan ziyade, tevhid akidesine sahip olmakla beraber haklı nedenlere dayanmayan bazı endişeler ve yine haklı nedenlere dayanmayan bazı umudsuzluklar içinde olan kardeşlerimizin durumuna değinmek istiyoruz.
Mesela din olarak İslam'ı seçmelerine ve tevhidi bir akideye sahip olmalarına rağmen yaşadığımız dünyaya kendisinden kaynaklanan bir endişeyle bakan birçok kardeşimizin şu anlatımlarıyla sık sık karşılaşmaktayız.
Birkaç istisna dışında, emperyalizm bütün bir dünyaya hakim olmuş durumdadır, bilim, sanayi ve teknoloji, emperyalizme hizmet etmektedir, silah sanayi onla elindedir, kapital onların elindedir, siyasi dizginler onların elindedir, ekonomik güç onların elindedir, teknoloji onların elindedir, medya onların elindedir ve böylesi imkanlara sahip olamayan insanlar, toplumlar, kitleler onların elindedir!..
Bütün bu güçleri görmemezlikten gelmek, yok kabul etmek mümkün müdür? Bunlardan bir kısmını ele geçirmeden, bunîara karşı nasıl üstünlük sağlanabilir? Evet, bütün bu endişeli ifadeler hakkın değil, görülen realitenin bir ifadesidir. Dolayısıyla bu anlatım, hak ile yeterli ilişki kuramamış insanlar açısından reel yani gerçek bir anlatımdır. Nitekim yaşanan realiteyi sadece bu açıdan gözlemleyen insanlar, bu gerçekler karşısında umudsuz, bu gerçekler karşısında çaresizdirler.
Peki hakka ve hakkı esas alan müslümanlara göre durum böyle midir veya böyle mi olmalıdır?
Alemlerin Rabbi olan Allah (cc.) katında, emperyalistlerin sahip gözüktüğü bu gibi şeylerin ne önemi vardır?
Tüm medya onların elinde olsa dahi kalpler Allah'ın elinde değil midir?
Emperyalistlerin ellerinde bulunan atom bombalarının elektronik devrelerine küçük, küçücük bir böcek pislese, o bomba kendi helaklarına, kendi felaketlerine neden olmaz mı?
Dünyadaki bütün madenleri, bütün maddeleri birer silah haline getirseler, şanı yüce Rabbimizin kuvvet ve kudreti yanında bu nedir ki?
Bu sözlerimi duyan ve düşünen birçok kardeşim başlarını sallayarak bana hak verecekler fakat diğer yandan kalplerindeki kuşku ve endişeyi şu cümleyle ifade edeceklerdir; “Allah'a göre öyle, öyle ama, bize göre böyle!”
Evet, yersiz bir kuşkuyu ifade eden, yerli yerinde bir itiraftır bu!.
“Allah'a göre öyle, öyle ama, bize göre böyle!” “Ellerindeki güç ve silahlarla Allah'a hiçbir şey yapamazlar, hiçbir üstünlük sağlayamazlar, sağlayamazlar ama, bize gelince iş değişir!.”
Bu batıl korku sarhoşluğundan lütfen ayılahm, lütfen kendimize gelelim!.
Allah'ın dini söz konusu olduğu zaman, müslümanlar olarak kendimizi niye Allah'tan ayrı, Allah'tan gayrı düşünelim ki?
Allah (c.c.) bizlerin sahibi, Allah (c.c.) bizlerin yardımcısı, Allah (c.c.) bizlerin koruyucusu değil mi?
Rahman ve Rahim olan Rabbimizin izni olmadan, tüm müminlerin velisi olan Rabbimizin dilemesi olmadan, onlar bize ne yaparlar, ne yapabilirler ki!.
Saf ve temiz kalbli bir kardeşimle bu mevzuyu konuşurken, bu kardeşime de aynı mutmainlikle, aynı yaklaşımda bulunmuş ve “Allah'ın izni olmadan onlar bizlere hiçbir şey yapamazlar” demiştim. Bu kardeşim bir süre gözlerime endişeyle bakarak “İyi, iyi de, onlar bunu biliyor mu?” dedi. Hem gülümsedim ve hem de bu temiz yürekli kardeşime şu fıkrayı anlattım.
Akli dengesini kaybeden bir adam, kendisini mısır tanesi yani darı zannediyor ve tavukların kendisini yiyeceğinden korkuyormuş. Akıl hastanesinde uzun bir süre tedavi gördükten sonra artık iyileştiğini ifade ederek hastaneden taburcu edilmesini istemiş. Kendisiyle bu hususta görüşen doktorun “Sen dan mısın?” sorularına devamlı olarak “Ben darı değilim” cevabını verince, hastasının iyileştiğini kabul eden doktor, hastanın taburcu edilmesine karar vermiş. Eşyalarını toplayan hasta doktoruna veda edeceği zaman içini kemirmekte olan korkunç soruyu doktoruna sormadan edememiş.
“Doktor bey!. Ben darı değilim, değilim ama, (biran susmuş ve sesini kısarak devam etmiş) bunu tavuklar biliyor mu?”
Evet, yenilecek ve yutulacak bir mısır tanesi olmadığımızı tavukların bilmesine gerek olmadığı gibi, Allah'ın müslümanlara yardımcı olduğunu, Allah'ın izni olmadan hiçbir şeyin müslümanlara en ufak bir zarar veremeyeceğini dünya müstekbirlerinin bilmesine de gerek yoktur. Bu gerçeği müslümanların bilmesi ve bu gerçeğe müslümanların teslim olması yeterlidir.
İşte meseleye bu açıdan baktığımız zaman, dünya müstekbirlerinin sahip oldukları imkanlara ve bu müstekbirlerin müsiümanlar üzerine yaptıkları hesaplara bakarak, çaresizliğe veya umudsuzluğa düşmememiz gerekir. Çünkü meseleye bu bilinç ve bu imanla yaklaştığımız zaman, hiç kuşkunuz olmasın ki hem gerçek kimliğimize kavuşacak ve hem de müstekbirlerin tüm şeytani hesapları bozulacak, tüm şeytani düzenleri yıkılacaktır.
Diyeceksiniz ki nasıl, nasıl yıkılacak bu şeytani düzenler, nasıl bozulacak bu şeytani hesaplar?
Dünya müstekbirlerinin elinde olan bütün imkanlara, dünya müstekbirlerinin elinde olan bütün araçlara sahip olmadan, bu şeytani hesapların bozulması, bozulabilmesi mümkün müdür?
İşte, bu gibi soruları yanıma alarak tüm ilgimi Rabbime ve Rabbimin kelamı olan Kur'an'a yönelttiğim zaman, hiçbir kuşku duymadan “Vallahi de mümkündür, Billahi de mümkündür” diyorum!..
Yeter ki, yeter ki Kime kul olduğumuzu idrak edelim!..
Haksız yere umudlananlardan, batıl zanlar ile kendilerini ve çevresindekileri aldatanlardan tek tek örnek vermemize gerek yoktur. Çünkü bir gözümüzü hafifçe açmamız, hafifçe aralamamız dahi, bu örneklerden yüzlercesini görmemize yeterli olabilecektir. Uluslararası batıl değerlerle entegre olmalarına ve istikballerini demokrasinin yargısına teslim etmelerine rağmen “İstikbal İslam'ındır ve zafer inananlarındır” diyerek kendilerini aldatan insanlar ve bu insanların biraraya toplandıkian yapılar ne yazık ki görmek istemediğimiz kadar çoktur. Dünya müstekbirlerinin gözetimindeki uzlaşma meralannda taviz hormonlanyla geliştirilen bu yapılar, hormonlu bir dana gibi her geçen gün daha bir irileşmektedir!.
Oysa bu gibi yapılar ne kadar irileşirse irileşsin, bu yapılardaki insanların haksız umudları ne kadar büyütülürse büyütülsün müstekbirlerin şeytani tavizlerini Allah'ın yardımına tercih eden böylesi yapıların ve bu yapılarda bulunan insanların, İslam'ın istikbalinde söz sahibi olamayacakları açıktır. Yaşadığımız coğrafyada İslam'ın istikbali, hiçbir kuşkunuz olmasın ki bu coğrafyadaki muvahhid müslümanların yaptıklanyla bir anlam, bu muvahhidlerin yapacaklanyla bir aydınlık kazanacaktır. Dolayısıyla batıl umutlarla derin bir aldanışı yaşayan kimselerin içinde bulundukları durumdan ziyade, tevhid akidesine sahip olmakla beraber haklı nedenlere dayanmayan bazı endişeler ve yine haklı nedenlere dayanmayan bazı umudsuzluklar içinde olan kardeşlerimizin durumuna değinmek istiyoruz.
Mesela din olarak İslam'ı seçmelerine ve tevhidi bir akideye sahip olmalarına rağmen yaşadığımız dünyaya kendisinden kaynaklanan bir endişeyle bakan birçok kardeşimizin şu anlatımlarıyla sık sık karşılaşmaktayız.
Birkaç istisna dışında, emperyalizm bütün bir dünyaya hakim olmuş durumdadır, bilim, sanayi ve teknoloji, emperyalizme hizmet etmektedir, silah sanayi onla elindedir, kapital onların elindedir, siyasi dizginler onların elindedir, ekonomik güç onların elindedir, teknoloji onların elindedir, medya onların elindedir ve böylesi imkanlara sahip olamayan insanlar, toplumlar, kitleler onların elindedir!..
Bütün bu güçleri görmemezlikten gelmek, yok kabul etmek mümkün müdür? Bunlardan bir kısmını ele geçirmeden, bunîara karşı nasıl üstünlük sağlanabilir? Evet, bütün bu endişeli ifadeler hakkın değil, görülen realitenin bir ifadesidir. Dolayısıyla bu anlatım, hak ile yeterli ilişki kuramamış insanlar açısından reel yani gerçek bir anlatımdır. Nitekim yaşanan realiteyi sadece bu açıdan gözlemleyen insanlar, bu gerçekler karşısında umudsuz, bu gerçekler karşısında çaresizdirler.
Peki hakka ve hakkı esas alan müslümanlara göre durum böyle midir veya böyle mi olmalıdır?
Alemlerin Rabbi olan Allah (cc.) katında, emperyalistlerin sahip gözüktüğü bu gibi şeylerin ne önemi vardır?
Tüm medya onların elinde olsa dahi kalpler Allah'ın elinde değil midir?
Emperyalistlerin ellerinde bulunan atom bombalarının elektronik devrelerine küçük, küçücük bir böcek pislese, o bomba kendi helaklarına, kendi felaketlerine neden olmaz mı?
Dünyadaki bütün madenleri, bütün maddeleri birer silah haline getirseler, şanı yüce Rabbimizin kuvvet ve kudreti yanında bu nedir ki?
Bu sözlerimi duyan ve düşünen birçok kardeşim başlarını sallayarak bana hak verecekler fakat diğer yandan kalplerindeki kuşku ve endişeyi şu cümleyle ifade edeceklerdir; “Allah'a göre öyle, öyle ama, bize göre böyle!”
Evet, yersiz bir kuşkuyu ifade eden, yerli yerinde bir itiraftır bu!.
“Allah'a göre öyle, öyle ama, bize göre böyle!” “Ellerindeki güç ve silahlarla Allah'a hiçbir şey yapamazlar, hiçbir üstünlük sağlayamazlar, sağlayamazlar ama, bize gelince iş değişir!.”
Bu batıl korku sarhoşluğundan lütfen ayılahm, lütfen kendimize gelelim!.
Allah'ın dini söz konusu olduğu zaman, müslümanlar olarak kendimizi niye Allah'tan ayrı, Allah'tan gayrı düşünelim ki?
Allah (c.c.) bizlerin sahibi, Allah (c.c.) bizlerin yardımcısı, Allah (c.c.) bizlerin koruyucusu değil mi?
Rahman ve Rahim olan Rabbimizin izni olmadan, tüm müminlerin velisi olan Rabbimizin dilemesi olmadan, onlar bize ne yaparlar, ne yapabilirler ki!.
Saf ve temiz kalbli bir kardeşimle bu mevzuyu konuşurken, bu kardeşime de aynı mutmainlikle, aynı yaklaşımda bulunmuş ve “Allah'ın izni olmadan onlar bizlere hiçbir şey yapamazlar” demiştim. Bu kardeşim bir süre gözlerime endişeyle bakarak “İyi, iyi de, onlar bunu biliyor mu?” dedi. Hem gülümsedim ve hem de bu temiz yürekli kardeşime şu fıkrayı anlattım.
Akli dengesini kaybeden bir adam, kendisini mısır tanesi yani darı zannediyor ve tavukların kendisini yiyeceğinden korkuyormuş. Akıl hastanesinde uzun bir süre tedavi gördükten sonra artık iyileştiğini ifade ederek hastaneden taburcu edilmesini istemiş. Kendisiyle bu hususta görüşen doktorun “Sen dan mısın?” sorularına devamlı olarak “Ben darı değilim” cevabını verince, hastasının iyileştiğini kabul eden doktor, hastanın taburcu edilmesine karar vermiş. Eşyalarını toplayan hasta doktoruna veda edeceği zaman içini kemirmekte olan korkunç soruyu doktoruna sormadan edememiş.
“Doktor bey!. Ben darı değilim, değilim ama, (biran susmuş ve sesini kısarak devam etmiş) bunu tavuklar biliyor mu?”
Evet, yenilecek ve yutulacak bir mısır tanesi olmadığımızı tavukların bilmesine gerek olmadığı gibi, Allah'ın müslümanlara yardımcı olduğunu, Allah'ın izni olmadan hiçbir şeyin müslümanlara en ufak bir zarar veremeyeceğini dünya müstekbirlerinin bilmesine de gerek yoktur. Bu gerçeği müslümanların bilmesi ve bu gerçeğe müslümanların teslim olması yeterlidir.
İşte meseleye bu açıdan baktığımız zaman, dünya müstekbirlerinin sahip oldukları imkanlara ve bu müstekbirlerin müsiümanlar üzerine yaptıkları hesaplara bakarak, çaresizliğe veya umudsuzluğa düşmememiz gerekir. Çünkü meseleye bu bilinç ve bu imanla yaklaştığımız zaman, hiç kuşkunuz olmasın ki hem gerçek kimliğimize kavuşacak ve hem de müstekbirlerin tüm şeytani hesapları bozulacak, tüm şeytani düzenleri yıkılacaktır.
Diyeceksiniz ki nasıl, nasıl yıkılacak bu şeytani düzenler, nasıl bozulacak bu şeytani hesaplar?
Dünya müstekbirlerinin elinde olan bütün imkanlara, dünya müstekbirlerinin elinde olan bütün araçlara sahip olmadan, bu şeytani hesapların bozulması, bozulabilmesi mümkün müdür?
İşte, bu gibi soruları yanıma alarak tüm ilgimi Rabbime ve Rabbimin kelamı olan Kur'an'a yönelttiğim zaman, hiçbir kuşku duymadan “Vallahi de mümkündür, Billahi de mümkündür” diyorum!..
Yeter ki, yeter ki Kime kul olduğumuzu idrak edelim!..