Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurandan okuyalım (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İhlas suresi ayet 4
Onun hiçbir dengi yoktur.

"Denk" diye tercüme edilen kelimesi, Ebul Âliye, Ka'bul Ahbar ve Abdullah b. Abbas tarafından "Benzer ve emsal" diye izah edilmiş Mücahid tarafından ise "Eş" manasında izah edilmiştir. Taberi birinci görüşü tercih etmiştir.

Buradaki kelime 'küfüv'dür. Manası "benzer"dir. Aynı rütbeli, eşit anlamlarına da kullanılır. Kainatta hiç kimsenin Allah'ın benzeri olmadığı ve olamayacağıdır. Allah (c.c.) gibi ve aynı rütbede, özelliklerde, fiil ve kudretlerde O'nunla hiç kimse benzer olamaz.

Ebu Hureyre diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) Allah tealanın şöyle buyurduğunu söyledi. "Âdemoğlu beni yalanladı. O böyle yapmamalıydı. O bana sövdü. O, bunu yap*mamalıydı. Onun beni yalanlaması, benim onu ilk yarattığım gibi tekrar dirilte-meyeceğimi söylemesidir. Halbuki ilk yaratma, bana göre tekrar diriltmekten daha kolay değildir. Onun bana sövmesi ise "Allah çocuk edindi.. demesidır. Halbuki ben, doğurmayan ve doğurulmayan, kendisinin hiçbir dengi bulunma*yan Ehad ve Samed'im."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla.

Gaşiye suresi ayet 1
(Her yanı yaygın olarak kuşatacak olan) -Kıyametin haberi sana geldi mi?

Âyet-i kerimede "Kaplayan ve kuşatan" diye vasıflandırılan şeyden maksat, Abdullah b. Abbas ve Katade'ye göre kıyamet günüdür. O gün, dehşetiyle yaratıkları kuşatacaktır.

Said b. Cübeyr'e göre ise kaplayandan maksat, cehennem ateşidir. O, kâfirlerin yüzünü kuşatacaktır.

Taberi, âyet-i kerimenin genel ifadesinin her iki izahı da kapsar mahiyette olduğunu, bunlardan sadece birinin kasdedildiğine dair herhangi bir delilin bulunmadığını söylemektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gaşiye suresi ayet 2
O gün, öyle yüzler vardır ki, 'zillet içinde aşağılanmıştır.'

Vech ifadesi ile insanın kendisi kastedilmektedir. Çünkü insanların en önemli azalarından biri yüzleridir. İnsanlar yüzlerinden tanındığı gibi, ayrıca iyi ya da kötü bir durumda oldukları da yüzlerinden anlaşılır. Bu nedenden ötürü bazı insanlar yerine, bazı yüzler ifadesi kullanılmıştır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gaşiye suresi ayet 3
Amel etmişler, yorulmuşlardır.

ed-Dahhâk'ın rivayetine göre, İbn Abbas şöyle demiştir: Bunlar dünya hayatında yüce Allah'a isyan etmek ve küfre sapmak hususunda kendilerini yoran kimselerdir. Puta tapanlar, kitab ehlinden olan ruhban ve benzeri kâfirler bunlara örnektir. Yüce Allah.bunların, -kendisi için ihlas i!e yapılmış olanı müstesna- amellerini kabul etmeyecektir,
Said'in rivayetine göre; Katade, "amel etmişler, yorulmuşlardır" buyruğu hakkında şöyle demektedir: Bunlar dünya hayatındayken yüce Allah'a itaat etmeyi büyüklüklerine yedirmedikleri için yüce Allah, ateşte ağır zincirleri sürüklemek, bukağıları taşımak, süresi ellibin yıl kadar olan bir günde Arasat denilen mevkide çıplak ve ayakkabısız olarak durmak sureti ile amel ettirmiş ve yormuş olacaktır.
el-Hasen ve Said b. Cübeyr şöyle demişlerdir: Dünyada iken bunlar, Allah için amel etmemişler, Onun için yorulmamışlardır. Bu bakımdan onları cehennemde amel ettirmiş ve yormuş olacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gaşiye suresi ayet 4
Kızgın bîr ateşe gireceklerdir.

Yani, o ateşin kavurucu sıcağı onlara isabet edecektir.

el-Maverdî dedi ki: Ateş, zaten hep kızgın ve sıcak olur. Kızgın ve sıcak*lık da onun en asgari hali olmakla birlikte, o ateşi kızgınlık ve sıcaklıkla ni*telendirmenin manası nedir? Böyle eksik bir mana ifade eden bu sıfat ile, bu*nu mübalağalı ifade etmek istemek nasıl açıklanabilir? diye sorulursa, şu ce*vabı veririz: Evvela burada "kızgın"dan ne kastedildiği hususunda dört farklı görüş vardır:

1- Bundan kasıt, onun sürekli kızgın olacağıdır. O, sönmesi ile birlikte kız*gınlığı sona eren dünya ateşi gibi olmayacaktır.

2- "Kızgınlıktan kastedilen, onun yasakların işlenip, haramların çiğnenmesine karşı bir yasak bölge (himâ) oluşudur. Nitekim Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz herbir hükümdarın bir yasak bölgesi vardır ve şüphesiz Allah'ın yasak bölgesi O'nun haramlarıdır. Yasak bölge etrafında do*laşan bir kimsenin o bölgeye düşme ihtimali uzak değildir."

3- Bu ateş, el değme kudretine karşı yahut ona temas edilmesine karşı ken*disini -arslanın kendi inini himaye ettiği gibi- himaye eder.

4- Bu, kızgınlık ve öfkenin verdiği hararetten kızgın olduğu anlamında*dır ki; bu da intikamın ileri derecesini anlatmak için kullanılan bir müba*lağa ifadesidir. Yoksa burada maksat, muayyen olarak bir cismin harareti*ni kastetmiş değildir. Nitekim bir kimse intikam almak islediği vakit kızıp öfkelendiği zaman: "Filan kişi kızdı" denilir. Yüce Allah bu anlamı:
"Öfke*sinden neredeyse çatlayacak gibi olur"
(el-Mülk, 67/8)
buyruğunda dile getirmektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gaşiye suresi ayet 5
Son derece sıcak bir çeşmeden içirileceklerdir.

"Son derece sıcak bir çeşmeden" yani, harareti en ileri dereceye kadar gelmiş olan çeşmeden, diye açıklanmıştır. Eğer bundan bir nokta dünyadaki dağlar üzerine düşecek olursa, bu dağlar hiç şüphesiz eriyecektir.

el-Hasen dedi ki;
"Son derece sıcak", harareti alabildiğine yüksek, demektir. Yaratıldığı günden beri cehennem, o pınarın üzerinde tutuşturulup, durmaktadır. Onlar, alabildiğine susamış halleriyle o pınara doğru itileceklerdir.
İbn Ebi Necih'den nakledildiğine göre o, Mücahid'den şöyle dediğini rivayet etmiştin Bu çeşme alabildiğine ısınmış ve içilecek zamanı gelmiş bir çeşme, demektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gâşiye suresi ayet 8
Yüzler (vardır), o gün güzeldir;

Onların görünüşlerinin tavsifi ki bu, ayetteki, "naîme" kelimesiyle anlatılmıştır. Çünkü "naîme", güzel, hoş, neşeli, güleç, parlak manasınadır. Bu tıpkı, "Sen onların yüzlerinde, nimetlerin sağladığı parlaklığı görüp tanırsın" (Mutaffifm, 83/24) ayetinde anlatıldığı gibidir.

Onlar, sayesinde güzel neticelere ulaştıkları için, (dünyada iken) Allah uğrundaki çalışıp çabalamalarından dolayı, övgüye değer bulundular, hoşnut edildiler." Bu tıpkı, yaptığı bir iş yüzünden güzel bir şekilde mükafatlandırılan kimsenin haline benzer. Çünkü onun için, o işinden dolayı güzel bir netice zuhur etmiştir. Bundan dolayı, Cenâb-ı Hak sanki, "Yaptığını çok güzel yaptın, dolayısıyla da, yaptığından dolayı mükafat elde etmeye muvaffak oldun" deyip, yaptığı işi övmüş, ondan razı olmuş gibidir.


Gâşiye suresi ayet 9
Çalıştığından dolayı hoşnuttur"

Onların işlerinin, gönül dünyalarının tavsifi ki bu da, "(Dünyada taat ve ibadetle) çalıştığından dolayı hoşnuttur" ayetiyle anlatılmıştır.

Bununla, dünyadaki gayretlerinin sevabından dolayı, bu sevapları gördüğü zaman kulun "razı" (hoşnut) olması manası kastedilmiştir. Bu mana daha uygundur. Çünkü Hak Teâlâ´nın bu ifadeden muradı, büyük bir mükafat gören kimsenin razı (hoşnut) olacağını ve dahasını istemeyeceğidir
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gâşiye suresi ayet 10
Yüksek bir cennettedir.

"Yüksek bir cennettedirler." Yüceltilmiş, yükseltilmiş bir cennettedirler. Çünkü bu cennet, önceden de geçtiği üzere semâların üstündedir. "Değeri yüksek" diye de açıklanmıştır. Çünkü o, cennetlerde canların çektiği ve gözlerin zevk duyacağı herşey vardır ve onlar o cennetlerde ebedi kalıcıdırlar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gâşiye suresi ayet 11
Orda 'anlamsız ve saçma olan' bir söz işitmez.

Hoşlanılmayan, bayağı, aşağılık söz işitmezler demektir. Yüce Allah burada: "Lâğiyeh" "Boş söz" diye buyurmuştur. “El-lağv” “El-leğâ” ile “El-lâğiyeh” hep aynı anlamdadır.
el-Ferrâ ve el-Ahfeş dedi ki:
Orada, boş, tek bir kelime dahi işitmezler. Bundan neyin kastedildiği hususunda altı görüş vardır.
1- Yalan, iftira ve yüce Allah'ın inkârı ve küfür sözler. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır.
2- Batıl ve günah işitmezler. Bu açıklamayı Katade yapmıştır.
3- Kasıt sövmektir. Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır.
4- Masiyettir. Bu açıklamayı el-Hasen yapmıştır.
5- Orada herhangi bir kimsenin yalan yere yemin ettiği işitilmez. Bu açıklamayı el-Ferrâ yapmıştır. el-Kelbî dedi ki: İster doğru, ister yalan yere kimsenin yemin ettiği cennette işitilmeyecektir.
6- Onların konuşmaları arasında boş bir kelime dahi duyulmaz. Çünkü cennet ehli, ancak hikmet ile, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği sürekli nimetler dolayısıyla, Allah'a hamd ile konuşurlar. Bu açıklamayı da yine el-Ferrâ yapmıştır. Bu, sözü geçen bütün görüşleri de kapsayacak genellikte olduğundan ötürü en güzelleridir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gâşiye suresi ayet 12
Orda 'durmaksızın akan' bir kaynak vardır.


"Orada" kaynayıp coşan su, yerin üstünde yatakları bulunmaksızın, lezzetli çeşitli içeceklerden "akan bir pınar vardır." Daha önce el-İnsan Sûresi'nde (76/6. âyetin tefsirinde) orada birden çok pınarların bulunduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. O halde burada "bir pınar" birçok pınarlar anlamındadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.


Gâşiye suresi ayet 13
Orda "yükseklerde kurulmuş, tahtlar da vardır;


"Orada yüksek tahtlar vardır." Rivayet olunduğuna göre bu tahtların yüksekliği, yüce Allah dostunun sahib olduğu, etrafındaki mülkü görmesi için sema ile arz arası kadar olacaktır.


Gâşiye suresi ayet 14
Konulmuş (içecek dolu) kaplar,

"Yerleştirilmiş sürahiler" yani ibrikler ve kablar vardır. İbrik; kulpu ve emziği olana denilir, Sürahi ise; kulpu ve emziği olmayan su kabına denilir.

Gâşiye suresi ayet 15
Dizi dizi yastıklar,

"Dizilmiş" biri diğerinin yanında "yastıklar" vardır.
Bunun tekili "Numrukatun" dur. es-Sıhah'ta şöyle denilmektedir: "En-numreku" ile "En-numrekatu" "Küçük yastık" demektir. (Nun harfi) kesreli olarak; "En-nimrakatu" da bu anlamdadır ki; bu Yakub'un naklettiği bir söyleyiş tarzıdır. (Arapların) devenin eğeri üzerindeki küçük yastığa da bu ismi verdikleri olur. Bu açıklama Ebu Ubeyd'den nakledilmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gâşiye suresi ayet 16
Ve serilmiş yaygılar.


Ve etrafa yayılmış, son derece kıymetli yaygılar vardır." Ebu Ubeyde dedi ki: Ez-Zerâbiyy "Yaygılar"
"El-Mebsuse" "Etrafa yayılmış" yayılmış, serilmiş demektir. Bu açıklamayı Katade yapmıştır.
Biri diğerinin üstünde diye de açıklanmıştır ki, bu da İkrime'nin görüşüdür. Pek çok diye de açıklanmıştır. Bu da el-Ferra'nın görüşüdür. Meclislerde etrafa dağılmış diye de açıklanmıştır. Bu açıklama da el-Kutebî'ye aittir.

Ebu Bekr el-Enbari dedi ki: Bize Ahmed b. el-Huseyn anlattı, dedi ki: Bize Huseyn b. Arafe anlattı, dedi ki: Bize Ammar b. Muhammed anlattı, dedi ki: Ben Mansur b. el-Mutemir'in arkasında namaz kıldım. O: "Sana örtüp bürüyenin haberi geldi ya" sûresini okudu. Bu sûrede: "Ve etrafa yayılmış, son derece kıymetli yaygılar vardır." Orada nimetler içerisinde huzurla yaslanmış olacaklardır, diye okudu.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tarık suresi ayet 11
Dönüşlü olan göğe andolsun.

Andolsun dönüşlü olan yani yağmuru olan semaya. Çünkü her yıl se*madan ardı arkasına yağmur yağar. Genel olarak müfessirlcr böyle demişler*dir. Dilciler de Er-Rac "Dönüş" yağmur demektir, demişler ve suya benzet*tiği bir kılıcı nitelendiren el-Mütenahhil'in şu beyitini zikretmişlerdir:

Su gibi beyazdır o, içerilere kadar işler Kalabalıklar arasında (birisinin vücuduna) battı mı o yapayalnız kalır (görülmez olur.)

el-Halil dedi ki: "Er-Rac’ " "Bizzat yağmur" demektir. Aynı zamanda bahar bit*kisi anlamına da gelir.

"Dönüşlü", faydalı anlamındadır diye de açıklanmıştır. Yağmura; "Evben" "Dönüş" denildiği gibi, bazan: "Rac’an" "Dönüş" de denilebilir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tarık suresi ayet 12
Yarılan yere yemin olsun ki

Yerin yarılmasından maksat, bitkiler biterken toprağın-yarılması demek*tir. Bu, Allahın, kullarına olan büyük bir lütfudur. Şayet yeryüzü çok nazik olan filizlere karşı yarılmayacak olsaydı insanların nzık kaynaklan kesilmiş olurdu

Tarık suresi ayet 13
Muhakkak bu Kur'an, hak ile ba*tılı ayıran ilahi bir kelamdır.

bu Kur'an'ın şakayla karışık olmayan kesin bir söz olduğuna yemin etmektedir. Her sözü her tartışmayı her şüpheyi ve her terettüdü sona erdiren kesin söz. Gerisinde söylenecek söz bırakmayan kesin söz. İşte yağmurun sahibi gök ve yerin sahibi yerde bu gerçeğe tanıklık etmektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tarık suresi ayet 14
O, bir şaka değildir.

Yani yağmurun yağması ve bitkilerin yeryüzünü yararak çıkması nasıl bir oyun olmayıp, ciddi bir iş ise, Kur'an'daki haber (insanın Allah'a dönmesi) de bir oyun değildir. Bilâkis o kesin bir sözdür ve bu va'd yerine gelecektir.

Tarık suresi ayet 15
Doğrusu onlar, hileli bir düzen planlayıp-kuruyorlar;

Yani, kâfirler Kur'an mesajını yenilgiye uğratabilmek için her türlü yola başvurmaktadırlar. Bu ışığı önleyebilmek ve insanları şüpheye düşürebilmek için, peygambere karşı iftira kampanyası açmışlardır. Ancak bu takdirde küfr ve cehalet devam edebilecektir. Allah'ın Elçisi ise, bu karanlığı aydınlığa dönüştürmeye çalışmaktadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tarık suresi ayet 16
Ben de bir düzen kurup hazırlamaktayım.

Yani, Allah'ın tedbiri sayesinde, onların tüm hileleri boşa çıkacak ve önlemeye çalıştıkları aydınlık yayılacaktır.

Tarık suresi ayet 17
Sen şimdi küfretmekte olanlara bir mühlet ver, kendilerine az bir süre tanı.

Yani onlara bir zaman tanı, bırak ne yaparlarsa yapsınlar. Onlar çok geçmeden yaptıklarının karşılığını görecekler ve tedbirleri boşa çıkacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Rahman ve Rahim olan Allanın adıyla.

İnfitar suresi ayet 1
Gök yarıldığı zaman,

İnfitar suresi ayet 2
Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman,

İnfitar suresi ayet 3
Denizler fışkırtıldığı zaman,

Âyette geçen "Denizler fışkirtılacaktır." ifadesi Abdullah b. Abbas tara*fından "Birbirlerine karışacaklardır." Şeklinde, Katade tarafından "Suyu tatlı olan denizler suyu tuzlu olanlara karışacaktır." şeklinde, Hasan-ı Basri tarafın*dan "Birbirlerine karışıp suları yok olacaktır." şeklinde, Kelbî tarafından ise "Fışkırıp dolacaklardır." şeklinde izah edilmiştir.

İnfitar suresi ayet 4
Kabirlerin içinde olanlar dışına çıkarıldığı zaman,

İnfitar suresi ayet 5
Her nefis neyi yaptığını neyi de ertelediğini bilecektir.

Âyette geçen "Her nefis neyi yaptığını neyi de ertelediğini bilecektir." ifadesi Kurezi tarafından "Herkes kıyametin koptuğu günde o gün için kendisi*ne fayda verecek ne gibi salih amelleri işlediğini ve ölümünden sonra ne gibi amellerin yapılmasına sebep olduğunu bilecektir." şeklinde izah edilmiştir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

İkrime, Abdullah b. Abbas, Katade ve İbn-i Zeyd ise bu âyeti şu şekilde izah etmişlerdir: "İnsan, kıyametin koptuğu gün, kendisine farz kılınan hangi amelleri işlediğini ve hangi amelleri de işlemeyip terkettiğini bilmiş olacaktır."

Diğer bir kısım âlimler ise bu âyeti: "Her nefis işlediği hayır ve şerri ve işlemediği hayır ve şerri bilecektir." şeklinde izah etmişlerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla

Şems suresi ayet 1
Güneşe ve onun parıltısına andolsun.

Burada "duha" kelimesi kullanılmıştır. Kelime, aydınlık ve ısıya da delalet etmektedir. Arapça'da bunun genel anlamı, güneşin epeyce yükselmesini ifade eden kuşluk vaktidir. Ama güneş yükseldiği zaman sadece aydınlık değil ısı da verir. Onun için "duha" kelimesi güneş'e nispet edildiği zaman, "aydınlık" ve dolayısıyla gündüzün güneşli olması tam olarak ifade edilmiş olur.

Şems suresi ayet 2
Onu izlediği zaman aya,


Şems suresi ayet 3
Onu (güneş) parıldattığı zaman gündüze,


Şems suresi ayet 4
Onu sarıp örttüğü zaman geceye,

Yani, gece geldiğinde güneş örtülmüş olur. Gündüzün aydınlığı gece olunca kararır. Bu durum şöyle açıklanmıştır: Gece güneş'e ortaktır. Çünkü gece olduğu zaman güneş ufuktan aşağı batar. Dolayısıyla unun aydınlığı dünyanın gece olan kısmına ulaşmaz.

Şems suresi ayet 5
Göğe ve onu bina edene,

Yani, tavan gibi onu yeryüzüne astık. Bu ayette ve sonraki iki ayette "ma" kelimesi kullanılmıştır. Yani, "ma bennahâ", "ma tahahâ", "ma sevvaha" şeklinde kullanılmıştır. Müfessirler bu "ma"yı mastar olarak anlamışlardır. Buna göre ayetleri şöyle tefsir etmişlerdir: "Gökyüzünü kaim etmeye yemin olsun", "yeryüzünü beşik yapmaya yemin olsun", "nefsin düzenlenmesine yemin olsun". Bu üç cümleden sonraki ifade olan "nefse takva ve fücuru ilham etti" sözü, yukarıdaki tefsirlere uymamaktadır. Diğer müfessirler "ma"yı, "men" veya "ellezi" manasında anlamışlar ve bu cümlelerin anlamını şöyle vermişlerdir: "gökyüzüne asan", "yeryüzünü döşeyen" ve "nefsi düzenleyen".
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Şems suresi ayet 6
Yere ve onu yayıp döşeyene,

Şems suresi ayet 7
Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene,'

Düzenlemekten kasıt, insana doğru ve dik bir cisim verilmesi; el, ayak ve beyin itibariyle insanın uygun bir hayat yaşayabilmesi için bunların hepsinin uyumlu olmasıdır. İnsana görme, duyma, dokunma, tatma ve koklama hisleri verilmiştir. Bunların aracılığıyla en iyi şekilde ilim elde edebilir. Ona akıl, düşünce ve mantık, hayal gücü, hafıza, temyiz gücü, karar verme gücü, irade kuvveti ve diğer pek çok kuvvetler bağışlanmıştır. Bunlar dolayısıyla dünyada iş yapmaya muktedirdir. "Düzenleme" ifadesi, insanların kötü yaratılmadığı, iyi fıtrat üzere yaratıldığına da şamildir. Yapısında hiçbir eğrilik ve eksiklik bırakılmamıştır ki doğru yola gitmesine engel olsun. Aynı konu Rum suresinde şöyle belirtilmiştir: "Sen yüzünü Allah'a birleyici olarak doğruca din'e çevir. Allah'ın fıtrat kanununa ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler" (Rum 30) . Rasulullah (s.a) da şöyle açıklamıştır: "Her çocuk fıtrat üzere yaratılmıştır. Ancak ana ve babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar. Hayvan ana karnından sağlam olarak doğar. Onu, kulağı kesik olarak doğmuş gördün mü?" (Buharî, Müslim) . Yani müşrikler cahiliye hurafeleri dolayısıyla sonradan hayvanların kulaklarını keserler. Yoksa Allah (c.c.) hiçbir hayvanı ana karnından, kulağı kesik olarak dünyaya göndermez. Diğer bir hadiste Resulullah şöyle buyurdu: "Rabbim buyuruyor ki, ben bütün insanları hanif (salim fıtrat) olarak dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar gelerek onu din (onun fıtrî dini) 'den saptırdılar. Benim helal ettiklerimi onlara haram ettiler. İnsanlara bana ortak koşmalarını söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim." (Müsned-i Ahmed) Müslim'de de bunun benzeri bir rivayet vardır.

Şems suresi ayet 8
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun) .

"İlham", "lehm" kelimesinden türemiştir. "Yutmak" anlamına gelir. "Lahama şey'un ve tehemehû" yani, "filan şahıs o şeyi yuttu" ve "elhemtuhu eş-şey" yani "ona yutturduk". Bu anlam esas alınarak, anlam itibariyle "ilham", ıstılah olarak Allah (c.c.) tarafından insanlara şuur dışında, zihinlerinde yerleştirilmiş manasında kullanılmıştır.
İnsanın nefsine iyi ve kötü'yü ilham etmenin iki anlamı vardır. Birincisi, yaratıcısı ona iyi ve kötü eğilimi yerleştirmiştir ve bu his herkeste mevcuttur. ikincisi, herkeste şuursuz olarak şu tasavvurlar oluşmuştur: Ahlâk bakımından hangi şey iyi, hangi şey kötüdür ve iyi ahlâk ve amel ile kötü ahlâk ve amel birbirine eşit değildir, fücur (kötü ahlâk) çirkin bir şeydir, takva (kötülükten sakınmak) iyi bir şeydir. Bu düşünceler insan için yabancı değildir. İnsanın fıtratı buna aşinadır. Yaratıcısı ona doğuştan iyi ve kötüyü temyiz etme yeteneği vermiştir. Aynı nokta Beled suresinde şöyle ifade edilmiştir: "Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki yol gösterdik" (Beled 10) . Dehr suresinde ise "Biz ona yolu gösterdik. Ya şükredici veya nankör olur" (Dehr 3) denmiştir. Kıyamet suresinde de şöyle buyurulmuştur: "Kendini kınayan (nedamet çeken) nefse yemin ederim ki..." (Kıyamet 2) ve "Doğrusu insan kendisini kurtarmak gayesiyle delil gösterse bile (kendini kurtaramaz) . Çünkü gözü, dili ve ayağı gibi bütün uzuvları kendi aleyhinde şahitlik eder" (Kıyamet 14-15)
Burada şu iyice anlaşılmalıdır ki, Allah (c.c.) fıtrî ilhamı her mahlukatın mahiyetine göre vermiştir. Tâhâ suresinde şöyle ifade edilmiştir. "Rabbimiz, herşeye yaratılışını verip sonra onu doğru yola iletendir, dedi." (Tâhâ 50) . Örneğin hayvanların her çeşidine kendi ihtiyacına göre ilim ilhamı verilmiştir. Sözgelimi balık kendi kendine yüzmeye başlar, kuşlar uçar, arılar kendi kendine petek yapar. İnsanlara da çeşitli mahiyetlerine göre ilham yoluyla ilim verilmiştir. İnsanın bir yönü, hayvanî varlığa sahip olmasıdır. Bu açıdan ilham yoluyla ilme en iyi örnek, doğumdan hemen sonra çocuğun annesinden süt emmeye başlamasıdır. Eğer Allah (c.c.) fıtrî olarak ona bu ilmi vermeseydi dünyadaki hiçbir teknik bunu öğretemezdi. İnsanın diğer yönü, kendisine akıl verilmiş olmasıdır. Bu bakımdan insanlar ilham yoluyla verilen ilim işinde peş peşe keşif ve icatlarda bulunarak medeniyeti ileri götürmüşlerdir. İcat ve keşiflerin tarihine bakılırsa görülecektir ki, icat kişinin kafa yormasının sonucu değildir. Her icat, başlangıçta insanın zihninde birdenbire oluşan ilhama dayanarak gerçekleşmiş, sonra da yeni bir icat olmuştur. Bu iki mahiyet dışında kişinin bir de ahlâkî varlığı sözkonusudur. Bu bakımdan Allah (c.c.) ona hayır ve şerrin farkını; hayrın iyi, şerrin ise kötü bir şey olduğunu ilham olarak vermiştir. Bütün insan toplumlarının hayır ve şer tasavvurundan yoksun olmaması evrensel bir gerçektir. Bu nedenle tarihteki her nizamda iyiliğe mükafaat ve kötülüğe ceza tasavvuru vardır. Değişik şekilde de olsa bu vardır. Her devirde ve medeniyetin her seviyesinde bu tasavvurun mevcut olması, bunun insanın fıtratında mevcut olduğunun apaçık ispatıdır. Diğer bir delil de, bu tasavvuru insanın fıtratında Hakim yaratıcısının varetmesidir. Çünkü bu tasavvurun, insanın meydana geldiği maddi unsurlardan ve bu dünyanın maddî nizamını işleten kanunlardan kaynaklandığına dair bir iz yoktur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Şems suresi ayet 9
Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur.

Şems suresi ayet 10
Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp saran da elbette yıkıma uğramıştır.

Burada, yukarıdaki ayetlerde zikredilen şey üzerine yemin edilmiştir. Şimdi bu şeylerin nasıl delil olduğunu düşünelim. Kur'ân-ı Kerim'in üslubunda, insanın zihnine yerleştirilmek istenen gerçekler için, görülen şeyleri delil olarak ileri sürmek vardır. İnsan bu şeyleri ya görmekte ya da bu şeyler kendi içinde mevcut bulunmaktadır. Bu üsluba uyularak burada da birbirine zıt iki şey, alamet ve neticelerinin aynı olmadığı, birbirinin tersi olduğu şeklinde ileri sürülmüştür. Bir tarafta güneş çok parlak ve aynı zamanda sıcaktır. Onun karşısında ay'ın kendisi aydınlık değildir. Güneş varken o gökte olmasına rağmen görünmez. Ancak güneş battıktan sonra parlar. O zaman da geceyi gündüze çevirecek kadar aydınlık olmaz. Ayrıca onun parlaklığında, güneşin ısısı ile meydana gelen şeyleri oluşturacak kadar sıcaklık da yoktur. Ama ay'ın kendine has bazı özellikleri de güneşte yoktur. Aynı şekilde bir tarafta gündüz diğer tarafta gece olması birbirinin zıttıdır.
İkisinin tesir ve sonuçları da aynı değildir. hatta en ahmak insan bile gece ve gündüzün aynı olduğunu, aralarında fark bulunmadığını söyleyemez. Diğer taraftan, Allah (c.c.) göğü yükseğe asmış ve yeryüzünü gökyüzü altında yatak gibi döşemiştir. İkisi de kainata ve nizamına hizmet etmektedirler. Ama ikisinin tesir ve neticeleri gök ile yer kadar farklıdır. Bu deliller ileri sürüldükten sonra insanın nefsine işaret edilerek şöyle buyurulmuştur. İnsanın parçalarını, hislerini, zihnî kuvvetlerini tam bir uygunluk içinde düzenleyerek; yaratıcısı onun içine, birbirine zıt olan iyilik ve kötülüğü iki eğilim olarak yerleştirmiştir. Aynı zamanda ilham yoluyla ikisi arasındaki fark da anlatılmıştır. Buna göre birisi fücurdur ve kötü bir şeydir, öbürü ise takvadır ve iyi bir şeydir. Şimdiye dek güneş ve ay, gece ve gündüz, gök ve yeryüzü nasıl aynı şey olmadıysa, onların tesir ve neticeleri nasıl birbirinden farklı ise, fücur ve takva da birbirine zıttır. Buna rağmen ikisinin sonucu nasıl aynı olabilir? İnsan bu dünyada iyilik ve kötülüğü bir tutmaz. Hayır ve şer, iyi ve kötünün ölçüsü ne olursa olsun onun iyi kabul ettiği şey değerlidir, onu övmelidir. Karşılığında ayrıca mükafaat da vermelidir. Bunun tersine onlara göre kötü olan şey de kötülenmelidir ve onu işleyene ceza verilmelidir. Ama asıl karar insanın elinde değildir. Bu, insana fücur ve takvayı ilham eden yaratıcıya aittir. Aslında fücur, yaratıcı indinde fücurdur. Takva da O'nun kabul ettiği takvadır. Allah'ın indinde bu iki şeyin neticesi de ayrıdır. Birisi kendini tezkiye edenlerin kurtuluşa ve başarıya erişeceği sonuçtur. Diğeri ise, kendini nefsanî isteklere bağlayanların sonucudur. Onlar başırısızlığa ve hüsrana uğrayacaklardır.
"Tezkiye"nin manası temizlemek, yetişmektir. Siyak ve sibaktan da anlaşılıyor ki, kim nefsini fücurdan temizler, takvaya yükselir ve içinde iyilik geliştirirse o kişi kurtuluşa ulaşır. Bunun karşısında "dessâhâ" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelimenin mastarı "tedessiye"dir. Manası bastırmak, örtmek, kaçırmak ve saptırmaktır. Siyak ve sibakına göre anlamı şöyle olur: Nefsinin iyilik eğilimlerini bastıran ve nefsini kötülük eğilimlerine çeken kişi. Fücura o kadar destek verir ki, takvayı bastırır ve tıpkı toprağın ölüyü saklaması gibi takvayı saklar. Bu kişi hüsrana uğrayacaktır. Bazı müfessirler bu ayetin manasını şöyle vermişlerdir, "Hüsrana düşmüş o kişi ki, Allah (c.c.) onun nefsini bastırmıştır." Ancak bu tefsir dil bakımından yanlıştır. Çünkü Kur'an'ın beyan şekline aykırıdır. Burada failin Allah (c.c.) olduğu söylenmek istenseydi o zaman ayet şöyle olurdu: "Kurtulmuş o kimse ki Allah (c.c.) onun nefsini bastırmış". İkincisi, bu tefsir aynı konuyla ilgili olarak Kur'an'ın diğer yerlerinde geçen ifadeye terstir.
A'lâ suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: "Kendini tezkiye eden mutluluğa ermiştir." (A'lâ 14) Allah (c.c.) Abese suresinde Rasululüllah'ı muhatab alarak şöyle buyurmuştur: "Onun tezkiye olmamasından sana ne?" (Abese7) . Bu iki ayette kendini temizlemek kulun fiili olarak zikredilmiştir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerim'de yer yer bu dünyanın insan tipi için imtihan yeri olduğu belirtilmiştir. Mesela Dehr suresinde, "Doğrusu biz insanı, halden hale geçirdiğimiz karışık bir nutfeden yarattık. İmtihan için onu işitici, görücü yaptık" (Dehr 2) denmiştir. Mülk suresinde de şöyle buyurulmuştur: "O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O üstündür, bağışlayandır" (Mülk 2) . Buradan anlaşılıyor ki, eğer imtihan eden imtihan edilenleri önceden temizlemişse imtihanın bir anlamı yoktur. Onun için sahih tefsir, Katade, İkrime ve Said b. Cübeyr'den rivayet edilen tefsirdir. Buna göre "zekkâha" ve "dessâha"nın faili Allah (c.c.) değil, kuldur. İbn Abbas'tan Dahhak, ondan Cüveybir b. Said, ondan İbn Ebî Hatim'in rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a) bu ayetin anlamını şöyle açıklamıştır: "Kurtuluşa ulaşmış o nefs ki Allah (c.c.) onu temizlemiş". Bu Hadis Rasulullah'tan sabit değildir. Çünkü Hadis'in senedindeki Cüveybir, metruk-u hadis'tir. Dahhak ise İbn Abbas'ı görmemiştir. Fakat İmam Ahmed, Müslim, Neseî ve İbn Ebi Şeybe'nin Hz. Zeyd b. Erkam'dan rivayet ettiği hadis sahihtir. Rasulullah bu hadiste şöyle dua etmiştir: "Allah'ım nefsime takva bağışla ve onu temizle. Sen temizleyenlerin en iyisisin, velimsin, mevlamsın." Benzeri kelimelerle İmam Ahmed, Taberânî, İbn Merduye ve İbn Münzir; Abdullah b. Abbas ve Hz. Aişe'den rivayet etmişlerdir. Anlamı şudur: Kul tezkiye için istekte bulunabilir. Onu nasip ve tevfik etmek her hâlükârda Allah'a bağlıdır. Aynı şey "tedessiye" için de geçerlidir. Allah (c.c.) kimsenin nefsini zorla kötülüğe sevketmez. Ama bir insan kötülükte ısrar ederse Allah (c.c.) onu takva ve tezkiyeden mahrum eder. Onun nefsini bırakır ki pisliğe batarsa batsın.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla

Kevser suresi ayet 1
Şüphesiz, biz sana Kevser'i verdik.


Burada kullanılan "Kevser" kelimesinin tam karşılığı sadece lisanımızda değil, hiçbir lisanda bir tek kelime ile verilemez. Bu kelime, kesretin mübalağa sigasıdır. Lugat manası, "sınırsız bolluk"tur. Ama burada kullanılış biçimi ile sadece kesret değil, aynı zamanda hayr, iyilik ve nimette de bolluk anlamı taşır. Bu kesretten, ifrat ve çokluğun en aşırısı kasdedilmiştir. Bundan kasıt, bir hayr ve iyilik değil, sayısız iyilik ve nimetlerin çokluğudur. Surenin tarihi arka-planında açıkladığımız gibi, o zamanki şartlar gözönüne alınırsa, düşman, Hz. Muhammed'in (s.a.) her bakımdan kötü durumda olduğunu zannediyordu. Onlara göre Rasulullah kavminden kesilmekle çaresiz kalmış, ticareti mahvolmuş, ismini devam ettirebilecek erkek çocuğu ölmüş, yanında sayılı birkaç kişiden başkası yer almamış, değil Mekke'de, bütün Arabistan'da kulak asılmayan bir dava edinmişti. Onun için Kureyşlilere göre Rasulullah'ın kaderi, bu davada başarısız olacağı ve öldükten sonra da Onu hatırlayan kalmayacağıydı. Bu şartlarda Allah (c.c.) tarafından "Biz sana Kevser verdik" buyurulmuştur. Buradan kendiliğinden şu anlam çıkmaktadır: "Muhaliflerin zannediyorlar ki, sen mahvoldun. Sana daha önce verilen nimetlerden de mahrum olduğunu sanıyorlar. Ama gerçek şu ki, biz sana sınırsız iyilik ve sayısız nimetler bağışladık. Bu nimetler arasında Rasulullah'ın sahip olduğu sayısız ahlâkî faziletler de vardır. Bunun içine nübüvvet, Kur'an, ilim ve hikmet gibi büyük nimetler de girer. Bu, tevhid ve hayat nizamının nimetine de şamildir. Bu nimet, herkesin anlayacağı, akıl ve fıtrata uygun, bütün dünyaya yayılabilecek özellikteki evrensel usûlleri içerir ve sürekli yayılmaya devam edecektir.
Bu, "refea ez-zikr" (Rasulullah'ın zikrinin yükselmesine) de şamildir. Bundan dolayı Rasulullah'ın mübarek ismi 1400 seneden beri dünyanın her köşesinden yükselmektedir ve kıyamete kadar da yükselecektir. Bu, Rasulullah'ın davetinin daha sonra evrensel bir ümmet meydana getirmesine ve bu ümmetin, hak din İslam'ın bayraktarı olması nimetine de şamildir. O nimetin içinde, temiz ve yüksek ahlâkta insanların diğer ümmetlerden çok olması da vardır. O ümmet, bozuk halde iken bile diğer bütün ümmetlerden daha çok iyilik taşıyacaktır. Bunda, Rasulullah'ın, hayattayken davetin başarısını görmesi nimeti de vardır. O'nun meydana getirdiği cemaat bütün dünyaya hakim olmaya muktedirdi. Bunda, Rasulullah'ın erkek çocuktan mahrum olmasına rağmen düşmanın zannettiğinin tersine, bu dünyada izinin kalması nimeti de şamildir. Allah, Müslümanları O'nun manevi evlatları yaparak kıyamete kadar isminin yükselmesini sağlamıştır. Ayrıca kızı Fatıma'dan da cismanî evlat bağışlamış ve böylece neslinin bütün dünyaya yayılmasını sağlamıştır. Bu evlatların sahip olduğu şeref Rasulullah'a nispet edildiklerinden dolayıdır.
Allah'ın Rasulullah'a ne kadar bol nimet nasip ettiği bu dünyada da görülebilir. Bunun dışında "kevser"den murad, iki tane daha büyük nimettir. Allah (c.c.) bunları Rasulullah'a ahirette verecektir. Onların mahiyetini anlama imkanımız yoktur. Onun için Rasulullah bunları açıklamıştır. Buna göre Kevser'den murad, kıyamet günü haşr meydanında Rasulullah'a verilecek olan bir Kevser havuzudur. İkincisi, Rasulullah'a cennette verilecek olan Kevser nehridir. Bu ikisi hakkında çok hadis rivayet edilmiştir. Bu hadisler o kadar çok raviden nakledilmiştir ki sıhhati hakkında en ufak bir şüpheye bile mahal yoktur.
Kevser havuzu hakkında Rasulullah'ın açıklaması ayrıntısı ile şöyledir:

a) Bu havuz kıyamet günü Rasulullah'a verilecektir. Herkesin susadığı o zor şartlarda O'na bu havuz verilecektir. Rasulullah bu havuzdan ümmetine su verecektir. Oraya önce Rasulullah varacak ve havuzun arkasına gelecektir. Rasulullah buyurdu ki, "Ümmetim o havuz başında toplanacaktır." (Müslim, Kitabu's-Salat; Ebu Davud, Kitabu's-Sünne) "Ben o havuza sizden önce ulaşacağım." (Buharî, Kitabu'r-Rikak ve Kitabu'l-Fiten; Müslim, Kitabu'l-Fedail ve Kitabu't-Taharet; İbn Mace, Kitabu'l-Menasık, Kitabu'l-Zühd; Müsned-i Ahmed'de İbn Mesud, İbn Abbas ve Ebu Hureyre'den rivayet) "Ben sizden önce oraya varacağım ve sizin için şahitlik yapacağım.
Allah'a yemin ederim ki o havuzu şimdiden görmekteyim." (Buharî, Kitabu'l Cenaiz, Kitabu'l-Megazî, Kitabu'r-Rikak) Rasulullah bir defasında Ensar'a şöyle buyurdu: "Benden sonra siz bencillik ve akrabayı kayırma ile karşı karşıya kalacaksınız. Siz, Kevser havuzu başında benimle buşulana kadar sabredin" (Buharî, Kitabu'l-Menakıbu'l-Ensar ve Kitabu'l-Megazî; Müslim, Kitabu'l-İmare; Tirmizî Kitabu'l-Fiten) "Ben kıyamet günü havuzun ortasında olacağım." (Müslim, Fedail) Ebu Berza Eslemi'ye sorulmuştur: "Siz havuz hakkında Rasulullah'tan bir şey duydunuz mu?" O da cevap vermiş ve "Bir değil iki değil, üç değil, dört değil, beş değil pek çok defa duydum. Onu yalanlayanlara Allah (c.c.) O'nun suyunu nasip etmesin" demiştir. (Ebu Davud, Kitabu's-Sünne) Ubeydullah b. Ziyad, havuz hakkındaki rivayetleri yalan kabul ediyordu. Hatta o, Ebu Berza Eslemî, Bera b. Azib ve Aziz b. Amr'ın bütün rivayetlerini yalanlamıştı. Sonunda Ebu Sebre, üzerinde Resulullah'ın, "Bilin, benim ve sizin buluşmanız havuz başında olacak" sözünün yazılı olduğu ve Abdullah b. Amr bin As'tan duyarak naklettiği bir yazı göstermiştir.

b) O havuzun genişliği hakkında çeşitli rivayetler vardır. Ama pek çok rivayete göre uzunluğu, Eyle'den (İsrail'in bugünkü Eylat limanı) Yemen'in San'a şehrine kadar veya Eyle'den Aden'e kadar, ya da Amman'dan Aden'e kadardır. Genişliği ise Eyle'den Huafa'ya (Cidde ve Rabiğ arasında bir yer) kadar olacaktır. (Buharî Kitabu'r-Rikak, Ebu Davut et-Tayalisî hadis no: 995; Müsned-i Ahmed, Hz. Ebubekir ve İbn Ömer'den rivayet, Müslim, Kitabu't-Taharet ve Kitabu'l-Fedail; Tirmizî, Ebvabu'l Suffetu'l Kıyame; İbn Mace, Kitabu'z-Zühd) Bundan da anlaşılıyor ki, kıyamet günü bugünkü Kızıldeniz'in Kevser havuzuna çevrileceği sanılıyor. En doğrusunu Allah (c.c.) bilir.

c) Bu havuz hakkında Resulullah buyurdu ki, "Bunun içine bir cennet nehrinden su aktarılacaktır." (Bunu ileride anlatacağız.) Yani iki kanal aracılığıyla buraya cennetten su verilecektir. (Müslim, Kitabu'l Fedail) Diğer bir rivayette, "Cennetin Kevser nehrinden bir nehir, bu havuz tarafına akıtılacaktır" buyurulmuştur. (Müsned-i Ahmed, İbn Mesud'tan rivayet) .

d) Rasulullah bunun keyfiyetini şöyle açıklamıştır: Bu havuzun suyu sütten (Bazı rivayetlere göre gümüşten, bazılarına göre de kardan) daha beyaz olacaktır. Buzdan daha fazla serin ve baldan daha tatlı olacaktır. Suyun altındaki toprağın kokusu misk kokusu olacaktır.
Gökteki yıldızlar kadar ibrik orada hazır bulunacaktır. Bu havuzdan bir defa su içen hiçbir zaman susamayacaktır. Bundan mahrum kalan da hiç bir zaman susuzluğunu gideremeyecektir. Bütün bunlar lafzî farklılıklar ile pek çok hadiste nakledilmiştir. (Buharî, Kitabu'r-Rikak; Müslim, Kitabu't-Taharet ve Kitabu'l-Fedail; Müsned-i Ahmed, İbn Mesud'dan, İbn ömer b. As'tan rivayetler; Tirmizî, Ebvabu'l Suffetu'l Kıyame; İbn Mace, Kitabu'z Zühd; Ebu Davud, Tayalisî hadis no: 995 ve 2135) .

e) Rasulullah kendi devrindeki Müslümanları tekrar tekrar uyararak kendisinden sonra sünnetini değiştirenlerin bu havuzdan uzaklaştırılacağını ve bu havuza gelmelerine izin verilmeyeceğini bildirmiştir. Rasulullah şöyle demiştir: "Ben diyeceğim ki bunlar benim ashabımdır. Bana şöyle cevap verilecek; sen bilmiyorsun onlar senden sonra neler yaptılar. Ondan sonra ben de onları defederek uzaklaşmalarını söyleyeceğim." Bu konu pek çok rivayet ile açıklanmıştır. (Buharî, Kitabu'r Rikak, Kitabu'l Fiten; Müslim, Kitabu't Taharet, Kitabu'l Fedail; Müsned-i Ahmed, İbni Mesud ve Ebu Hureyre'den rivayet; İbn Mace, Kitabu'l Menasık, İbn Mace'nin bu konuda naklettiği hadislerde çok açık ifadeler vardır. Rasulullah buyurdu ki, "Ben sizlerden önce havuz başında olacağım. Sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğim. O zaman beni mahcup etmeyin. İyi bilin ki bazılarını kurtaracağım, bazıları ise benden uzaklaştırılacak. Ben, Ey Rabb'im bunlar benim ashabımdır, diyeceğim. Allah (c.c.) buyuracak ki, sen bilmezsin, onlar senden sonra ne gibi şeyler icad ettiler." (İbni Mace'nin bu rivayetini Rasulullah Arafat'ta hutbede söylemiştir.)

f) Rasulullah kendi döneminden sonra kıyamete kadar gelecek olan Müslümanları, onların aralarından da Rasulullah'ın yolundan sapanların bulunacağı ile uyarmıştır. Rasulullah, "sünnetimi değiştiren bu kişiler havuzdan uzaklaştırılacaklardır. Ben diyeceğim ki; Rabb'im bunlar benim ümmetimdendirler. Bana şöyle cevap verilecek: Sen bilmezsin bunlar senden sonra neleri değiştirerek sapıttılar. Ondan sonra ben de onları kovarak havuza yaklaştırmayacağım." Bu konuda pek çok rivayet bulunmaktadır. (Buharî, Kitabu'l Musakat, Kitabu'r Rikak, Kitabu'l Fiten; Müslim, Kitabu't Taharet, Kitabu's Salât, Kitabu'l Fedail; İbn Mace, Kitabu'z Zühd; Müsned-i Ahmed, İbn Abbas'tan rivayet) .
Havuz hakkındaki rivayetler, elliden fazla sahabeden mervidir. Genellikle bundan kasıt Kevser havuzudur. İmam Buharî, Kitabu'r Rikak'ın son babına, "bâbun fi'l havz ve kahe Allahu inne a'teynâ ke'l kevser" başlığını koymuştur. Hz. Enes'in rivayetinde bir açıklama vardır. Rasulullah Kevser hakkında şöyle buyurmuştur: "O havuz, ümmetimin, etrafında toplanacağı havuzdur."
Cennette Resulullah'a verilecek olan Kevser isimli nehirin zikri pek çok rivayette geçmiştir. Hz. Enes'ten, Miraç'ta Rasulullah'a cennetin gösterildiğine dair rivayetler nakledilmiştir. (Bazı rivayetlerde Rasulullah'ın kavli olarak belirtilmiştir.) O sırada Rasulullah, kenarında inci, elmas ve pırlanta taşlarından bir kubbe yapılmış bir nehir gördü. Altındaki toprak ise misk kokuyordu. Rasulullah Cebrail'e veya kendisini gezdiren meleğe, "bu nedir?" diye sordu O da, "bu Kevser nehridir ve Allah (c.c.) sana hediye etmiştir" dedi. (Müsned-i Ahmed, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Ebu Davud Tayalisî, İbn Cerir) Hz. Enes'ten rivayet edilmiştir ki, Rasulullah'a şöyle sorulmuştur veya bir şahıs sormuştur: "Kevser nedir?" Rasulullah, "Bu Allah'ın bana cennette verdiği bir nehirdir. Onun toprağı misktir. Suyu sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıdır" demiştir. Müslim, Ahmed, Tirmizî, İbn Cerir, Müsned-i Ahmed'deki başka bir rivayete göre Rasulullah Kevser'in özelliğini açıklayarak "içinde taş yerine inci olacaktır" buyurdu. İbn Ömer, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nakleder: "Kevser cennette bir nehirdir. Onun kenarı altındandır. Suyu, inci ve elmas üzerinden akmaktadır. (Yani taş yerine inci ve elmas vardır.) Onun toprağı miskten daha iyi kokacaktır. Suyu kardan daha beyaz olacaktır. Buzdan daha serin, baldan daha tatlıdır." (Müsned-i Ahmed, Tirmizî, İbn Mace, İbn Ebi Hatim, Darimî, Ebu Davud Tayalisî, İbn Münzir, İbn Merduye, İbn Ebi Şeybe) Usame b. Zeyd'den rivayet edilmiştir ki, Rasulullah bir defasında Hz. Hamza'ya gitmişti. O evde yoktu. Hz. Hamza'nın hanımı Rasulullah'ı ağırladı. Konuşması sırasında kadın, "kocam bana, size cennette Kevser isminde bir nehir verildiğini söyledi" dedi. Rasulullah, "evet" dedi ve ekledi, "onun altında yakut, mercan ve inciler olacak." (İbn Cerir ve İbn Merduye bunun senedinin zayıf olduğunu, ama bu konudaki pek çok rivayetin bunu desteklediğini söylerler.) Bu merfu rivayetler dışında, kevserden kastın nehir olduğuna dair Sahabe ve Tabiine ait pek çok kavil nakledilmiştir. Yukarıda zikredilen özellikler bu kavillerde de beyan edilmiştir. Meselâ, İbn Ömer, İbn Abbas, Enes b. Malik, Hz. Aişe, Mücâhid ve Ebu Aliye'nin kavilleri, Müsned-i Ahmed, Buhari, Tirmizi, Neseî, İbn Merduye, İbn Cerir ve İbn Ebi Şeybe gibi hadisçilerin kitaplarında rivayet edilmiştir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt