Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tefsir dersleri (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa-6. “Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin; onlarda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine ve­rin; büyüyecekler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan, iffetli olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, yanlarında şahit bulundurun. Hesap sormak için Allah yeter.”
Nikâh çağına, evlenme çağına geldiklerinde yetimleri bir deneyin. Bulûğ çağına, namaz ve oruç gibi dinî mükellefiyetlerle sorumlu olma çağına, ya da evlenme çağına ulaştıkları zaman, evlenme du­rumuyla karşı karşıya geldikleri zaman onları bir imtihana tabi tutun. Namaz kılma, oruç tutma çağına ulaşmışlar mı ulaşmamışlar mı? Ev­lilik çağına gelmişler mi gelmemişler mi? Bu işin sorumluluğunu yük­lenebilecek duruma ulaşmışlar mı ulaşmamışlar mı? Veya onlar acaba kendi mallarına sahip olabilecek bir duruma, bir çağa gelmişler mi, gelmemişler mi? Durumlarına bir bakın, bir gözden geçirin onları.
Eğer onlarda bir rüşt, bir olgunluk, sorumluluk yüklenme kapa­sitesi görmüşseniz, kendilerinden emin olmuşsanız o zaman hemen kendilerine sizin emânetinizde olan mallarını verin. Onlar büyüyecek­ler de mallarına sahip olacaklar, mallarını bizim elimizden alacaklar diye sakın onlara ait olan malları israfla çarçabuk, alelacele yiyip bi­tirmeden yana olmayın. Böyle bir endişeyle onların mallarını boşa gi­dermeye kalkışmayın. Siz de Allah’ın emâneti olan o kardeşlerinizin mallarını koruyun, muhafaza edin. Böyle elinin altında yetim malı bu­lunan mü’minlerden kim ki:
Zenginse, durumu iyiyse yetimin malını hafif tutsun, ondan fazla harcamasın da kendi malından fazlaca harcasın. Ya da sizden böyle malî durumu iyi olanlar mahiyetindeki yetimlerin malları konusunda iffetli davransın. Mala düşkün bir tavır sergilemesin, tok dav­ransın, ihtiyaçsız davransın. Ama yanında yetim malı olup ta fakir olan, ihtiyaçlarını karşılama konusunda sıkıntı çeken kimse de:
Maruf ölçüler içinde, örfe uygun olarak o yetimin malından az biraz yiyebilir. Tabi mahiyetinde yetim malı bulunan o fakir kişi hem kendi ihtiyaçlarını, hem de mahiyetindeki yetimin bakımını üzerine al­dığı için onun malından az biraz yeme hakkına sahip oluyor. Lâkin durumu iyi olan zenginler o mallar konusunda afif davranmak zorun­dadırlar. Yetimin malına göz dikmemek zorundadırlar.
Evet onları imtihan edip de rüşte ulaştıklarını anladığınız takdirde hemen onların mallarını kendilerine verin. Ve mallarını kendile­rine verirken de:
Onlara karşı şahitler tutun, şahitler bulundurun. Mallarını kendi­lerine teslim ederken teslim ettiğinize dair şahitler bulundurun diyor Rabbimiz. Sakın ha bu benim yeğenimdir, bu benim kardeşimin çocuğudur, bu benim amcamın oğludur, dayımın çocuğudur. Onun bendeki mallarını kendisine teslim ederken şahide ne gerek var? Bir­birimize güvenimiz yok mu? diyerek gevşek iş yapmaya kalkışmayın. Sonunda her türlü dedikodulara, fitnelere fırsat vermeyin buyuruyor Rabbimiz. Çünkü siz ne kadar da samimi olursanız olun, ne kadar da yaptığınız iş konusunda kendinize güvenirseniz güvenin insanlar sizin yaptıklarınızı yanlış anlayabilirler. Onlara mallarını teslim ederken şa­hit tuttuğunuz zaman hem o şahitler, hem diğer insanlar hem de o ye­timler bilirler ki babalarından kendilerine intikal eden malları gerçek­ten emniyet altındaymış, koruma altındaymış, kendilerine hiçbir adâ­letsizlik yapılmamış, hiçbir haksızlığa uğratılmamışlar. Malları çarçur edilip kendileri fakir bir duruma düşürülmemişlerdir.
Unutmayın ki hesap görücünüz Allah’tır. Hesap görücü olarak Allah yeter. Kendi kendinize bir düzen dolap içine girerek yaptığınız haksızlıklar konusunda kılıflar hazırlayarak tüm çevreyi atlatmayı be­cermiş olsanız da unutmayın ki Allah sizi görmektedir. Allah tüm yap­tıklarınıza şahittir ve hesap görücü olarak yetmektedir. İşte tüm haya­tımızda, tüm yapıp ettiklerimizde Allah bu hesap görücülüğü ile top­lumu murakabesi altına alıyor. Gerek az evvel anlatılan evlilik konu­sunda, gerek mal mülk konusunda, gerek mehir konusunda, gerek yetimler konusunda her konuda kendisinin gözetimi ve kontrolü al­tında bir hayat yaşadığımızı unutmamamızı, bunu çok iyi anlamamızı, yaptıklarımızın tümünü kendisine lâyık bir şekilde muhsinler olarak yapmamızı istiyor Rabbimiz.
Bundan sonra ölen bir kimsenin arkasından uygulanması gereken sistemin ne olduğunu? Ya da ölmüş bir kimsenin geriye bıraktığı mîrasının nasıl paylaşılacağını? Varislerinin kimler olduğunu ve bu varislerin hisselerinin nasıl belirlenmiş olduğunu anlatmaya başlayacak Rabbimiz.
7. “Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, er­keklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıkla­rından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, be­lirli bir hissedir.”

Erkekler için, erkek çocuklar için ana ve babalarının ve akrabalarının bıraktıkları mîrasta, malda belli bir nasip, belli bir hak var­dır. Ve yine kadınlar için, kız çocuklar için ana ve babalarının ve ak­rabalarının bıraktıkları malda az ya da çok belli bir nasip vardır. Bu nasip az ya da çoktur, ama mutlaka bir pay vardır. Ölmüş ebeveyn­den ya da akrabalardan kendilerine intikal eden mal az da olsa çok da olsa fark etmiyor, çünkü Rabbimiz mutlaka aralarında belli bir pay, belli bir nasip vardır buyurarak az olduğu zaman da çok olduğu za­man da aynı yasanın uygulanmasını emrediyor Müslümanlara.
İşte bu farz kılınmış bir paydır, Allah tarafından yazılıp belirlen­miş bir nasiptir, bir taksimdir. Bu Allah’ın koyduğu bir yasadır, bir tak­diridir. Medine’de Allah egemenliği altında bir hayat yaşayan Müslü­manların bu yasaya riâyet etmelerini emrediyor Rabbimiz. Daha önce yaşadıkları cahiliye döneminde, cahili bir hayatın içinde, Mekke top­lumunda yaşanan hayatta insanlar güçsüz gördükleri kadınlara ve ço­cuklara hakları olan mîraslarını vermiyorlardı. Ancak savaşabilecek güce sahip olanlar, ya da ailenin ekonomik yükünü üslenebilecek du­rumda olan kimseler hakları olan mîrası alabilir diyorlardı. Mîras bun­ların hakkıdır diyorlardı. Meselâ ölmüş bir kişinin geriye bıraktığı mal­larına en yakın akrabaları, babaları, kardeşleri, dayıları, amcaları, veya dayı ve amca çocukları sahipleniyorlar, ölen kimsenin küçük yaştaki çocuklarını ve kadınlarını bu mîrastan mahrum bırakıyorlardı.
Nitekim İslâm’ın ilk yıllarında vuku bulan bir savaşta kocasını kaybetmiş bir kadın, bir şehid hanımı Rasulullah Efendimize gelerek şehid kocasının mallarına sahiplenen ve kendisini o mîrastan mahrum bırakan akrabalarını şikâyet etmiş ve bunun üzerine işte bu âyet nâzil olmuştur.
İşte bu âyetleriyle Rabbimiz mü’minlerin iman edip uygulamaları gereken mîras yasasını belirlemiştir. Artık bundan sonra ister er­kek ister kadın olsun mü’minler Allah’ın takdir buyurduğu bu yasaya göre hareket etmek zorundadırlar. Allah kendilerine mîrastan ne tak­dir buyurmuşsa, ne kadar bir pay vermişse ancak o kadarını almaya hakları vardır. Hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’mine kadın Allah’ın kendilerine tanıdığı hakkın ötesine bir hak arayışına gidemez.
Yâni ne erkek ne de kadın sahip olduğu siyasal ve ekonomik gücüne güvenerek Allah’ın kendisine takdir etmediği bir payı karşısındakinden zorla alma hakkına sahip değildir. Allah nasıl takdir bu­yurmuşsa öylece hareket etmek ve Allah’ın taksimine razı olmak zo­run-dadır herkes. Bu Allah’a imanın bir gereğidir. Çünkü Allah’a iman Allah’tan gelenlere imandır. Allah’a iman Allah’ın hayata karıştığına imandır. Allah’a iman Allah’ın bizim hayatımızı düzenlemek üzere gönderdiği yasalara imandır. Öyleyse ben Allah’a inandım dediği halde, ben Allah’a teslim olan Müslümanlardanım dediği halde Al­lah’ın yasalarına teslimiyet göstermeyen kişi, kendi hevâ ve hevesle­rine göre, ya da bir kısım tâğutların yasalarına göre hareket etmeye kalkışırsa o zaman bu kişi iman iddiasında kendi kendini kandıran bir kişidir ve bu yaptığının cezası da yarın Allah huzurunda çok şedit ola­caktır. Ama kim de bu konuda Allah’ın yasalarına teslim olur, Allah’ın istediği biçimde bir mîras yasası uygularsa onun mükafatı da elbette cennet olacaktır.
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
50
Unutmayın ki hesap görücünüz ALLAH’tır. Hesap görücü olarak ALLAH yeter.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Unutmayın ki hesap görücünüz ALLAH’tır. Hesap görücü olarak ALLAH yeter. Kendi kendinize bir düzen dolap içine girerek yaptığınız haksızlıklar konusunda kılıflar hazırlayarak tüm çevreyi atlatmayı becermiş olsanız da unutmayın ki ALLAH sizi görmektedir. ALLAH tüm yaptıklarınıza şahittir ve hesap görücü olarak yetmektedir.


****

ALLAH kendilerine mîrastan ne takdir buyurmuşsa, ne kadar bir pay vermişse ancak o kadarını almaya hakları vardır. Hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’mine kadın ALLAH’ın kendilerine tanıdığı hakkın ötesine bir hak arayışına gidemez.


Not:sizin çabalarınızdan faideleniyoruz...duanız için çok çok teşekkür ederim.Verdiğiniz linkten Fatiha nın tefsiriyle başladık biiznillah.Hoca efendinin uslubunu çok sevdim,insanı uyanık tutan bir tarafı var.
Allah celle celalüh okuyup,dinlediklerimizle amel etmek nasib etsin..
Allah razı olsun,hayırlara vesile etsin sizi..Selametle..
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
50
Unutmayın ki hesap görücünüz ALLAH’tır. Hesap görücü olarak ALLAH yeter. Kendi kendinize bir düzen dolap içine girerek yaptığınız haksızlıklar konusunda kılıflar hazırlayarak tüm çevreyi atlatmayı becermiş olsanız da unutmayın ki ALLAH sizi görmektedir. ALLAH tüm yaptıklarınıza şahittir ve hesap görücü olarak yetmektedir.


****

ALLAH kendilerine mîrastan ne takdir buyurmuşsa, ne kadar bir pay vermişse ancak o kadarını almaya hakları vardır. Hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’mine kadın ALLAH’ın kendilerine tanıdığı hakkın ötesine bir hak arayışına gidemez.


Not:sizin çabalarınızdan faideleniyoruz...duanız için çok çok teşekkür ederim.Verdiğiniz linkten Fatiha nın tefsiriyle başladık biiznillah.Hoca efendinin uslubunu çok sevdim,insanı uyanık tutan bir tarafı var.
Allah celle celalüh okuyup,dinlediklerimizle amel etmek nasib etsin..
Allah razı olsun,hayırlara vesile etsin sizi..Selametle..

selamün aleyküm kardeşim,o linki ben göremedim.bana da iletir misin?
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Unutmayın ki hesap görücünüz ALLAH’tır. Hesap görücü olarak ALLAH yeter. Kendi kendinize bir düzen dolap içine girerek yaptığınız haksızlıklar konusunda kılıflar hazırlayarak tüm çevreyi atlatmayı becermiş olsanız da unutmayın ki ALLAH sizi görmektedir. ALLAH tüm yaptıklarınıza şahittir ve hesap görücü olarak yetmektedir.




****

ALLAH kendilerine mîrastan ne takdir buyurmuşsa, ne kadar bir pay vermişse ancak o kadarını almaya hakları vardır. Hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’mine kadın ALLAH’ın kendilerine tanıdığı hakkın ötesine bir hak arayışına gidemez.


Not:sizin çabalarınızdan faideleniyoruz...duanız için çok çok teşekkür ederim.Verdiğiniz linkten Fatiha nın tefsiriyle başladık biiznillah.Hoca efendinin uslubunu çok sevdim,insanı uyanık tutan bir tarafı var.
Allah celle celalüh okuyup,dinlediklerimizle amel etmek nasib etsin..
Allah razı olsun,hayırlara vesile etsin sizi..Selametle..

Allah razı olsun kardeşim cümlemizden
Bizleride dualarınızdan eksik etmeyiniz inşaAllah
Gayemiz sadece vahyi tanımak tanıtmak yaşamak olsun inşaallah
Evet hoca efendinin uslubu cok hos kıza kıza anlatsada ona kızamıyoruz çünki gerçekleri anlatıyor.Rabbim mekanını cennet eylesin
Alllah'a ccemanet olun
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa-8. “Taksimde, yakınlar, yetimler ve düşkünler bulu­nursa, ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin.”

Eğer mîrasın taksim edildiği ortamda o mîrastan hak sahibi, pay sahibi olmayan yetimler, miskinler, garibanlar hazır bulunurlarsa, mîrastan pay sahibi olmadıkları halde böyle bir vacibin uygulandığı, böyle bir Allah yasasının yerine getirildiği, böyle Allah rızasının kaza­nılmaya çalışıldığı bir ibâdet eyleminin icra edildiği bir yerde, Allah adına paylaşılan bir malın, bir mîrasın yanı başında, orada, o or­tamda, o atmosferde böyle kimseler bulunurlarsa icra edilen o ibâdete şahit olmalarından ötürü onlara da bir şeyler verilerek gönülleri hoş edilirse bu gerçekten bu çok iyi olacaktır. Gerek ölenin akrabası ol­makla birlikte mîrastan hak sahibi olmayan fakirler, yetimler, miskin­ler, gerekse hiç akrabalığı olmayan garibanlar.
Demek ki ölen kişinin mîrasını taksim maksadıyla malları ortaya döküldüğü zaman o ortamda fakir akrabalar ve yetimler de bulu­nabilecektir. Ölen kimsenin yıllarca biriktirdiği, gözünün nûru, gönlü­nün süruru gibi baktığı, sakladığı o mallar ortaya dökülünce elbette fakir fukaraya da bir şeyler infak edilecektir.
Onları da o mallardan rızıklandırın. Rızıklandırıp bir şeyler vere­meyeceğiniz kimselere de maruf söz söylemeyi ihmâl etmeyin. Hiç olmazsa güzel sözlerle onların gönüllerini almayı ihmâl etmeyin buyuruyor Rabbimiz. Çünkü o ortamda bulunan bu insanların gerçekten ihtiyaçları olup ta sizden bir şeyler umabilirler. Meselâ top­lumda dede yetimi diye bilinen kimseler. Babaları daha önce ölmüş olduğu için dedelerinin, ninelerinin mallarından pay sahibi olma hakla­rını kaybetmiş kimseler. Babaları yahut anaları daha önce ölmemiş olsalardı şimdi onların da bu mallardan, bu mîrastan hakları olacaktı. Ama kendi ellerinde olmadan Allah’ın bir imtihanı gereği babaları ya­hut anaları erken öldüğünden dedelerinden yahut ninelerinden ken­dilerine intikal edecek o mîrastan mahrum olmuşlar. Başlarında ba­baları yahut anaları olmuş olsaydı belki de o yetim çocuklar şimdi zengin bir hayatın içinde olacaklardı. İşte bu tür kimselere de mîras­tan güzel bir pay ayırarak gönüllerini alabilirseniz sizin hakkınızda çok hayırlı olacaktır. Değilse hiç olmazsa güzel söz söyleyerek onların yüzlerini güldürmeye çalışın diyor Rabbimiz. Yâni bu işi insanların vicdanlarına havale ediyor, böyle bir mecburiyetlerinin olmadığını, ama yaparlarsa çok büyük bir mükafat kazanacaklarını anlatıyor Al­lah.
9. “Arkalarında cılız çocuklar bıraktıkları taktirde, bundan en­dişe edecek olanlar, haksızlık yapmaktan korksunlar ve Allah'tan sa­kınsınlar; dürüst söz söylesinler.”
Kendilerinden sonra arkalarında zayıf zürriyetler bırakanlar, güç­süz kuvvetsiz nesiller bırakanlar korksunlar. Onlardan gerçekten korkuyorlar. İnsanlar ölüp giderlerken eğer arkalarında küçük, zayıf, güçsüz yetimler bırakıp gitmekten korkuyorlar. Acaba şimdi ben bun­ları bu halde bırakıp giderken bu yavrularımın hali nice olur? Onlara benden sonra kim bakar? Kim kollar? diye korkuyorlar. İşte Allah bu­yuruyor ki sizler nasıl ki böyle küçük yaşta, güçsüz kuvvetsiz yetim çocuklar bırakıp giderken korkup onların üzerlerine titrediğiniz gibi kendileri küçük yaştayken babaları ölmüş o yetimler konusunda da Allah’tan korkun. Kendilerininkileri düşündükleri gibi akrabalarının, ya da başkalarının yetimlerini de düşünsünler de mal taksimi esnasında güçleri yettiği kadar onları da vererek sevindirsinler.
Allah’tan korksunlar, Allah’la yol bulsunlar, Allah’ın dediklerini yapsınlar, Allah’ın hatırını kazanmayı hedeflesinler de onlara doğru söz söylesinler. O yetimleri kendi yetimleri yerine koysunlar da doğru dürüst karar versinler. Çünkü hasbel kader o ölen kendisi ve o ço­cuklar da kendi çocukları olabilirdi. Veya yarın aynısının kendi ço­cuklarının da başına gelebileceğini asla unutmadan karar vermelidir. Hani Buhârî ve Müslim’in birlikte rivâyet ettikleri bir hadislerinde Al­lah’ın Resûlü şöyle buyuruyordu:
“Sizden biriniz kendisi için, kendi nefsi için sevip istediklerini mü’min kardeşleri için de sevip istemedikçe mü’min olamaz”
İşte Rabbimiz kulları adına razı olup gönderdiği bu sistemi otur­turken gönderdiği bu âyetleriyle, içimizle dışımızla bizi kuşatan bu talimatlarıyla, bir taraftan bizi vicdanlarımızla bir hesaplaşmaya çağı­rıyor, bir taraftan da sürekli kendisinin kontrolü atında bir hayat yaşa­dığımız bize hatırlatılıyor. Öyleyse anlıyoruz ki, bizler dünyada yalnız değiliz. Yaşadığımız hayatı yalnız yaşamıyoruz. Yetimlerle, fakirlerle birlikte yaşıyoruz bu hayatı. Kendimizi düşündüğümüz kadar, kendi ekonomik ve cinsel ihtiyaçlarımızı düşündüğümüz kadar dışımızdaki kardeşlerimizin ihtiyaçlarını da düşünerek Kur’an’ın bizden istediği bir hayatı yaşayalım inşallah. Birileri ağlarken biz gülmeden yana, birileri açken biz tok yatmadan yana, birileri sıkıntı içinde kıvranırken biz zevk ü safa içinde bir hayat yaşamadan yana olmayalım inşallah.
10. “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar çılgın aleve atılacaklardır.”
Rablerinin kendilerine yol göstermek üzere gönderdiği bunca âyetleri yok farz ederek, görmezden, duymazdan gelerek haksız yere yetimlerin mallarını yiyenler, Allah yasalarını çiğneyerek yetimlerin mallarına uzananlar, kendilerini güçlü, kuvvetli görerek toplumda sos­yal ve siyasal dayanağı olmayan garibanların mallarını yiyip, haklarını gasp edenler başka değil karınlarına ateş doldurmaktadırlar. Rabbim korusun yetimlerin, garibanların mallarını haksız yere yemek karınları ateşle doldurmakla eş değerdedir.
Evet haydi şimdi insanların mallarını yiyebilirseniz yiyin baka­lım. Bunlar garibandır, bunların toplumda haklarını koruyabilecek güçleri yoktur, ellerinde çekleri, senetleri yoktur, bunlar ticaretten an­lamazlar, bunlar mal mülkten anlamazlar diyerek insanların mallarını yemek, unutmayın ki karınları ateşle doldurmak anlamına geliyor. Da­yanabilecekseniz yarın bu ateşe buyurun yiyin.
Bakın böyle şedit bir tehditle karşı karşıya gelen sahâbe-i kirâm efendilerimiz yetimlerin malları konusunda o kadar korkup ürktüler ki hattâ yetimlerle birlikte oturup kalkmaktan bile çekinir hale geldiler. O kadar ki Müslümanlar onların mallarına el sürmekten bile korktular. Yetimlerle beraber ol­maktan, onlarla birlikte yaşamaktan yiyip içmekten, onların mallarıyla ve işleriyle ilgilenmekten çok korktular. Gelip Allah’ın Resûlüne bu konuda onlara karşı nasıl davranacaklarını sordular. Bunun üzerine Rabbimiz onlara Bakara sûresinin 220. âyetini indirdi.
"Peygamberim bir de sana yetimlerden soruyorlar. De ki onlar hakkında ıslahta bulunmak (mallarını korumak) sizin için daha hayırlı­dır. Eğer onlara karışırsanız onlar sizin din kardeşlerinizdir."
(Bakara 220)
Onlarla ilgilenmek, onların durumlarını düzeltmek, onların eğitimleriyle, ahlâklarıyla ilgilenmek, onları ıslah etmek daha iyidir. Çünkü yetimler toplumun yanında Allah’ın emânetleridirler. Müslümanların görevi bu emânete emânetin sahibi olan Allah’ın istediği bi­çimde davranmaktır. Onlarla yakın ilişki içine girmekten korkan Müs­lüman­lara Rabbimiz buyurdu ki onlar sizin din kardeşlerinizdir. On­larla ilişkiye girip onların dünya ve âhiret işlerini ayarlamanız sizin hakkınızda daha hayırlıdır buyurarak Müslümanları bu konuda teşvik ediyordu. Onları aranıza alır, onlarla birlikte yaşarsanız, onların malla­rını kendi mallarınızın içine katar ve onların da kazanmalarını sağlar­sanız, yâni onların işleriyle ilgilenirseniz sizin hakkınızda bu çok ha­yırlıdır, çünkü bilesiniz ki onlar sizin din kardeşlerinizdir buyuruyor Rabbimiz.
Ama yetimlerin mallarını yiyenler, yetimlere haksızlık yapanlar karınlarını ateşle doldurmakla birlikte bir de üstelik:
Yarın Saire, cehenneme de yaslanacaklardır. Cehenneme sallayıverecek Rabbimiz onları. Dayanabilecekseniz haydi yiyin insanların mallarını. Bundan sonra Rabbimiz mîras âyetlerini gündeme getirmeye başlıyor. Müslümanların uygulamaları gereken mîras yasalarını belir­leyecek Allah. Müslümanca bir hayatın, Allah egemenliğinde yaşana­cak bir hayatın tüm yasalarını belirleyen Rabbimizdir. İşte mîras ya­sasıyla alâkalı bakın Rabbimiz şöyle buyurur:
 

_ZÜMRA_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Eki 2007
Mesajlar
9,962
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
45
Selamün aleyküm kardeşim hayırlı bi işe adım atmışsınız Rabbim kabul etsin emeğinize sağlık takip edicem inşallah bugün başladım okumaya.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Selamün aleyküm kardeşim hayırlı bi işe adım atmışsınız Rabbim kabul etsin emeğinize sağlık takip edicem inşallah bugün başladım okumaya.

Ve Aleykum Selam kardeşim
Amin inşaAllah Allah'u teala razı olsun
Allah'u telaya emanet olun
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
“Arkalarında cılız çocuklar bıraktıkları taktirde, bundan en­dişe edecek olanlar, haksızlık yapmaktan korksunlar ve ALLAH'tan sa­kınsınlar; dürüst söz söylesinler.”

Kur’an’ın bizden istediği bir hayatı yaşayalım inşALLAH. Birileri ağlarken biz gülmeden yana, birileri açken biz tok yatmadan yana, birileri sıkıntı içinde kıvranırken biz zevk ü safa içinde bir hayat yaşamadan yana olmayalım inşALLAH.

“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar çılgın aleve atılacaklardır.”


yetimler toplumun yanında ALLAH’ın emânetleridirler. Müslümanların görevi bu emânete emânetin sahibi olan ALLAH’ın istediği bi­çimde davranmaktır. Onlarla yakın ilişki içine girmekten korkan Müs­lüman­lara Rabbimiz buyurdu ki onlar sizin din kardeşlerinizdir. On­larla ilişkiye girip onların dünya ve âhiret işlerini ayarlamanız sizin hakkınızda daha hayırlıdır buyurarak Müslümanları bu konuda teşvik ediyordu.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa- 11. “Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar ikinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şâyet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, öle­nin çocuğu varsa yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın al­tıda biri, çocuğu yoksa, anası babası ona varis olur, anasına üçte bir düşer. Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir; babalarınız ve oğulla­rınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsi­niz. Bunlar Allah tarafından tespit edilmiştir. Doğrusu Allah bilendir, Hakîm olandır.”
Allah size vefatınızdan sonra geriye bıraktığınız mallar konusunda hak sahiplerine haklarını ulaştırmanız gereken paylarını açıklayarak şöylece emrediyor, şöylece söz veriyor: Erkekler için iki dişi hissesi vardır. Çocuklarınız konusunda Rabbiniz erkeğe iki dişi hissesi takdir etmiştir. Evet demek ki mîrasta erkek çocuğu iki kız ço­cuğu payı alacaktır. Ve işte mîrasın bölüşümünde ilk önemli yasasını Rabbimiz böylece belirliyor. İlk yasa budur.
Erkek çocukların iki kız hissesi almasıdır. Rabbimizin bu konu-da ilk bildirdiği farz hüküm budur. Bir ana, ya da baba vefat ettiği zaman geriye bıraktığı çocuklardan erkekler ve kızlar varsa kız ço­cukları bu terekeden bir hisse alırlarken erkek çocukları iki hisse ala­caklardır.
Eğer geride sadece bir tek erkek evlât olup başka hiçbir kar­deşi yoksa o zaman mîrasın tamamını bu erkek evlât alır. Sadece iki kız çocuğu varsa mîrasın üçte ikisi bunlarındır.
Şâyet o kadınlar, yâni ölen ana veya babanın geriye bıraktıkları kız çocukları ikiden fazla ise o zaman onlar için terekenin üçte ikisi vardır. Mîrasın üçte ikisi onlarındır. Tabi bu durum erkek çocuğu olmadığı zaman geçerlidir. Ölen kişinin arkasına bıraktığı erkek ço­cukları yoksa sadece kız çocukları varsa ve de bu kız çocukları iki ya da ikiden fazlaysa onlara terekenin tamamının üçte ikisi verilecektir. Ve onların hisseleri kendilerine verildikten sora geriye kalan üçte birlik hisse de öteki varisler arasında paylaştırılacaktır.
Ama geriye sadece bir tek kız çocuğu kalmış ise o zaman da mîrasın yarısı onundur. Bu durumda geriye kalan terekenin kimlere nasıl paylaştırılacağı gerek bu âyetlerde gerekse başka âyetlerde açıklanacaktır.
Eğer ölen kimsenin geriye bıraktığı erkek ve kız çocukları varsa ve ölen kimsenin anne ve babası da sağsa o zaman o ölen ki­şinin anne ve babasından her birisine altıda bir hisse vardır. Eğer ölen kimsenin geriye bıraktığı sadece bir tek kız çocuğu varsa tereke­nin yarısını bu kız çocuğu alır, altıda birini anne, altıda birini de baba alır. Geriye kalanı ise asabe olarak baba alır.
Ama ölen kişinin erkek ve kız çocukları olmayıp ta ana ve babası varsa, ana ve babası kendisine varis olmuşsa o zaman malının üçte biri anasınındır. Bu durumda ölen kişinin geriye bıraktığı başka mîrasçısı, başka varisi yoksa geriye kalan üçte iki de babasına ait olacaktır. Bunun yasası da ayrıca belirlenmiştir. Evet ölen kimsenin çocukları yok da varis olarak sadece anne ve babası varsa terekenin üçte biri ananın üçte ikisi de babanındır.
Eğer ölen kimsenin kardeşleri varsa o zaman annesine altı da bir verilir. Evet ölen kimsenin erkek ve kız kardeşleri varsa o zaman dikkat ederseniz annesinin mîrastan payı biraz azalıyor. Kardeşler yokken üçte bir alırken bu defa kardeşler olunca altı da bire düştü. Aslında bu kardeşleri kendilerine bir şey alamazlar ama onlara bak­makla sorumlu olması hasebiyle kalanı babaya geçirirler. Eğer ölenin erkek kardeşleri birden fazlaysa durum böyledir. Yok eğer kardeşi bir taneyse o zaman annenin payı üçte birden altı da bire düşmez. Yine anne üçte bir alır. Neden sonra?
Bütün bu mîrasla ilgili haklar yine Allah yasalarına göre yapabileceği, yapması uygun olan bir vasiyetten veya borçtan sonra sa­bit olacaktır. Evet ölen kimse eğer meşru bir vasiyette bulunmuş veya borçlu olarak vefat etmişse o zaman borcu ödendikten ve vasiyeti ye­rine getirildikten sonra erkek evlâdın, kız evlâdın, bir kızın, iki ve iki­den fazla kızın, ananın, babanın mîrası böylece taksim edilecektir. Ölen kimsenin vasiyetleri yerine getirilip, borçları ödenmedikçe mîrası paylaşılamaz.
Yine âyetin tertip sırasından anlaşıldığından ziyade Resûlullah efendimizin uygulamasına göre önce borç geliyor. Borçları ödenecek, sonra vasiyetleri yerine getirilecek, daha sonra da mîras paylaştırılacaktır.
Hz Ali Efendimizin beyanına göre Rasulullah Efendimiz ölen kişinin borçlarının ödenmesini vasiyetinin önüne geçirmiştir. Onun için biz de borcu vasiyetin önüne aldık. Tabi vasiyet konusunda da Rasulullah Efendimizin sınırlandırması vardır. Vasiyet malın üçte birini geçmeyecek ve de varislere vasiyette bulunulmayacaktır.
Buhârî ve Müslim’de Ebu Hureyre’den rivâyet edilen bir hadislerinde şöyle buyurulur: Sahâbeden Hz. Sa’d Rasulullah’a gelerek: Ya Rasulallah malımın üçte ikisini vasiyet edeyim mi? Buyurdu. Al­lah’ın Resûlü: Hayır! Buyurdu. Bu defa Sad: O halde yarısını vasiyet edeyim mi? deyince Rasulullah: Hayır! Buyurdu. Peki üçte birine ne dersin ey Allah’ın Resûlü? Evet üçte birini, ama o da fazladır. Senin varislerini varlıklı bırakman, onları başkalarına avuç açar bırakman­dan daha hayırlıdır buyurdu. Bir de artık Nisâ sûresindeki mîras âyetinin gelişinden sonra ölenin varislerine bir şeyler vasiyet etmesine gerek kalmamıştır, çünkü mîras âyetiyle varislerden kimin ne kadar alacağı belirtilmiştir. Artık varislere vasiyet yoktur. Bunun için Allah’ın Resûlü Veda Hutbe­sinde şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak biliniz ki! Cenâb-ı Hak her bir hak sa­hibine hakkını vermiştir. Artık bundan sonra varise vasiyet yoktur(Tirmizi: Vesaya, 5)
Yine İbni Mâce’de rivâyet edilen başka bir hadislerinde Allah’ın Resûlü:
"Diğer varisler izin verip razı olmadıkça hiçbir varis için vasiyet caiz olmaz."
(İbni Mâce: Vesaya, 6)
Demek ki bir vasiyetin yerine getirilebilmesi için üç şart vardır. Birincisi, bu vasiyet geriye bıraktığı malın üçte birini geçmeyecek, ikincisi varislere yapılmış olmayacak, üçüncüsü de vasiyet meşru yerlere yapılmış olacaktır. Vasiyet gayri meşru yerlere yapılmışsa Bakara sûresinin beyanıyla bu vasiyet yerine getirilmez. Kendisi vasi tayin edilmiş kişi bunu düzeltmekle mükelleftir. Meselâ adam ölmeden önce birisini vasi tayin etmiş ve benim malımdan şu kadarını filan meyhaneye verin demiş. Veya İslâmi duyarlılığı olmayan filan müesseseye verin demiş. Vasi bunu yerine getirmek zorunda değildir. Bırakın yerine getirerek böyle bir günaha ortak olmayı bilakis onu engellemekle mükellaftir.
Bir de burada ölen kişinin arkasında borç bırakıp gitmesi konusunda da bir şeyler söylemek isterim. Borçlanmaktan ve borçlu ölmekten çok sakınmalıyız. Bu konuda Resûli Ekrem efendimizin çok şedit hadisleri vardır. Meselâ Buhâri’de rivayet edilen bir hadislerinde buyurur ki; “Borçtan ve günahtan Allah’a sığınırım”. Bir başka hadislerinde de; “Küfürden ve borçtan Allah’a sığınırım” buyurmaktadır. Dikkat ederseniz günahla borç, küfürle borç özdeşleştiriliyor. Allah’ın Resûlü böyle buyuruyor, ama bizim toplumda sanki bu hadislere nazire atasözleri uydurulmuştur. Meselâ; “borç yiğidin kamçısıdır” gibi sözlerle bu hadisler kamufle edilmeye çalışılıyor. Kim ne derse desin, borçtan ve borçlanmaktan azami derece kaçınmak zorundayız. Çünkü yine Buhâri’de beyan edildiğine göre Allah’ın Resûlü borçlu kimselerin cenaze namazlarını kıldırmamıştır.
Bu konuda üç uygulama görüyoruz. Bir defasında peygamberimizin huzuruna bir caneze getirildi ve; “ey Allah’ın Resûlü şu akrabamızın cenaze namazını kıldırırmısınız” dendi. Allah’ın Resûlü; “Bunun borcu varmıydı” buyurdu, dediler ki; “evet, borcu var ya Resûlallah”. Bunun üzerine buyurdu ki; “Peki borcunu ödeyecek kadar arkasında bıraktığı malı var mı?” Dediler ki; “hayır, yok. Bunun üzerine buyurdu ki; “Arkadaşınızın namazını kılın, ben borcu olan bir kişinin namazını kılmam” dedi. Eh haydi buyurun, borçlanın öyleyse. Borçlanın da cenaze namazınız Resûlullah tarafından kıldırılmasın. Borçlanın da peygamberin salatından, duasından, rahmet okumasından mahrum kalın.
Bir başka uygulama da şöyledir: Yine bir defasında Resûl-i Ekrem’in huzuruna bir cenaze getirildi ve namazını kıldırmasını istediler. Allah’ın Resûlü onun borcunun olup olmadığını sordu. Borcu var dediler. Geriye borcunu ödeyecek kadar bir malının olup olmadığını sordu, yok dediler. Peki içinizde onun borcunu tekeffül edecek birisi var mı şeklindeki sorusuna da akrabalarından birisinin; evet, onu ben üstleniyorum demesi üzerine onun namazını kıldırmıştır.
Yine Buhâri’de anlatılan bir başka uygulamada da borçlu ölüp geriye borcunu ödeyecek miktar mal bırakan bir mü’minin cenazesini kıldırdığı anlatılmaktadır.
Öyleyse bütün bu uygulamalardan anlıyoruz ki borçlanmaktan sakınacağız, borçlu ölmekten kaçınacağız. Bir de bundan şunu anlıyoruz ki ölen kişinin cenaze namazını kılmadan önce cemaate, orada bulunanlara, onu tanıyanlara bunu soracağız. Ey cemaat, bu adamı tanıyormuydunuz? Müslümanmıydı? Namaz kılarmıydı? Müslümanlarla berabermiydi? Borcu varmıydı? İçinizde bu adamdan alacağı olan varmıydı? Bütün bunlar sorulup hakkında iyi şehadetler alındıktan sonra onun cenazesini kılmalı ve ona rahmet okumalıyız. Sünnette uygulama böyledir.
Ama bizde, nereden girdi, nasıl girdi bilmiyorum da, adamın namazı kılındıktan, hakkında salâvat okunduktan sonra soruluyor. Ey cemaat bunu nasıl bilirsiniz diye. Geçmiş olsun. Namazı kılınmış, işi bitmiş ondan sonra soruyoruz. Önce ne idiği, nasıl olduğu bilinmeden kendisine rahmet okunuyor, namazı kılınıyor, sonra da deniliyor ki; “ey cemaat bu adamı nasıl bilirsiniz?” Bir ara bir cenaze için demişler ki iyi biliriz. O arada onun cenaze namazını kıldıran imam o kalabalığın arasından geçerken birisi demiş ki; ya bu adam o kadar iyi, o kadar hoş bir insandı ki hiç kimseyle küs değil di, herkesle barışıktı deyince, eyvah diyor hoca efendi. Ne var, ne oldu diyorlar. Eğer ben bu adamın böyle olduğunu önceden bilmiş olsaydım vallahi cenaze namazını kıldırmazdım diyor. Çünkü bir insanın dostu da olmalı elbette düşmanı da. Bir adamın herkesle arası iyi olamaz.
Evet, zinhar borçlanmamaya çalışacağız. Pekiyi hiç mi borçlanmayacağız? Hiç mi istisnası yoktur bunun? Bu sözlerin sahibi olan peygamber efendimiz hiç mi borçlanmamış? Evet, bir defasında ailesini doyurabilmek için bir yahudiden ekmeklik arpa unu ödünç almış, ama karşılığında ona zırhını rehin bırakmıştır. Tamam, biz de eğer ailemizin karnını doyurcak bir şey bulamamışsak karşılığında bir şeyimizi rein bırakmak şartıyla borçlanalım. Ama ben bugün bu şekilde ciddi bir ihtiyaçtan dolayı borçlanan kimseleri göremiyorum. Bugün insanlar açlıktan dolayı değil de köşe dönme arzusundan dolayı borçlanıyorlar. Ve maalesef insanlar bugün ellerine geçirdikleri kartlarla henüz kazanmadıkları, henüz ellerine geçirmedikleri maaşlarını harcamaya ve borçlanmaya çalışıyor.
Ben bu hadisleri okuyunca da diyorlar ki; eh ne yapalım, bu hayat böyledir, bu toplumun ticari yapılanması böyledir, bu piyasa böyle yürüyüyor, borçlanmadan ticaret yapamayız. Böyle diyenlere ben de diyorum ki; arkadaş, eğer piyasa İslâm’a yön verecekse benim diyecek bir sözüm yoktur, çünkü ben piyasayı bilmem, ama eğer İslâm piyasayı düzenleyecekse, İslâm piyasaya yön verecekse işte ben biliyorum ki İslâm böyle diyor.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa-11 Devamı...
Babalarınız ve oğullarınız, bunların hangisinin size menfaati daha yakındır bunu sizler bilmezsiniz. Bunlardan hangisinin size fayda açısından daha yakın olduğunu sizler bilemezsiniz. Yâni babaların da oğullar gibi, oğulların da babalar gibi ölen kişinin mîrasında hakkı vardır. Öyleyse varislerden kimilerini kimilerinden üstün tutma gibi, bir kısmını kayırıp, bir kısmını mahrum bırakma gibi bir yanlışa düşülmemelidir. Yâni arkanızda bıraktıklarınızın hangisinin sizin için hayırlı, hangisinin hayırsız olduğunu bilmediğiniz için varislerinizden kimilerine vasiyette bulunarak kimilerini mallarınızdan mahrum bırak­mayı düşünmeyin. Ne bilirsiniz? Belki de sizin o mahrum bıraktığınız sizin için yarın daha hayırlı olacaktır.
Veya Allah’ın bu yasalarına göre meselâ babaya anaya oğullardan daha az mîras takdir edildi diye onlar daha az saygı göste­rilecek, daha az sevilecek bir konumda görülmemelidir. Yâni ana baba ve çocuklarınızın derini mirastan paylarına göre takdir etmeye kalkışmayın. Mirastan çok alanlara çok değer vermeye, az alanlara da az değer vermeye kalkışmayın buyuruyor.
Veya vasi­yette bulunarak malının bir kısmından siz varislerini mahrum bırakan kimseler mi, yoksa vasiyette bulunmayarak malının tamamını size mî­ras bırakanlar mı sizin hakkınızda daha hayırlıdır bunu siz bilemezsi­niz diyor Rabbimiz. Böylece sanki bunu sizden çok daha iyi bilen Rabbiniz babalarınızın vasiyetlerini güzel bir şekilde yerine getirin tavsiyesinde bulunmaktadır.
İşte bunlar Allah’ın farizalarıdır. Bunlar Allah’ın belirlediği yasa­lardır ve Allah ezelden beri Alîm ve Hakîmdir. Allah ilim ve hik­met sahibidir. Bilgisi ve hikmeti tam olandır. Öyleyse Allah niçin böyle hükmetmiştir? Erkeğe mîrastan niye kadının iki hissesini takdir bu­yurmuş? Babanın hissesi, ananın hissesi neden böyle olmuş? Evliliği niye böyle belirlemiş? Mîrası niye böyle tespit etmiş? Yetimlerin mal­ları konusunda niye böyle hükümler indirerek onları koruma altına al­mış? Bu yetimler niye var hayatta? Çocukları böyle küçük yaştayken bu babalar niye erken ölüyorlar? Toplumda neden fakirler var? Neden kadınlar var? Neden erkekler var? Neden bir erkeğin dörde kadar ka­dınlarla evlenmesine müsaade ediliyor da kadınlara aynı hak tanın­mamış? Neden kadınlar erkeklerden mehir alıyorlar da erkekler ka­dınlardan alamıyorlar? Neden? Neden? Neden?
Hiç kimse hiçbir konuda Allah’ı sorgulama hakkına sahip değildir. Her konuda Müslümanın diyeceği bir tek söz vardır, o da: “Semi’na ve eta’na” Sözüdür. Ya Rabbi işittik ve itaat ettik. Duyduk ve uyduk ya Rabbi. Duyduk senin yasalarını ve aynen kabul edip uygulamaya koyulduk, gereğini yerine getirmeye koyulduk. Ama bizim bu tavrımıza karşılık sen de bizim ufak tefek kusurlarımızı falsoları­mızı görmeyiver ya Rabbi. Bizi bağışlayıver ya Rabbi. İşte Müslümanın tavrı budur bu Allah yasaları karşısında. Çünkü Allah en bilendir, bilgisi tam oladır ve yaptığı her şeyi biz kimilerini anlayama­sak ta belli bir hikmetle yapandır.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Ölen kimsenin vasiyetleri yerine getirilip, borçları ödenmedikçe mîrası paylaşılamaz.

*****

Borçlanmaktan ve borçlu ölmekten çok sakınmalıyız. Bu konuda Resûli Ekrem efendimizin çok şedit hadisleri vardır. Meselâ Buhâri’de rivayet edilen bir hadislerinde buyurur ki; “Borçtan ve günahtan ALLAH’a sığınırım”. Bir başka hadislerinde de; “Küfürden ve borçtan ALLAH’a sığınırım” buyurmaktadır. Dikkat ederseniz günahla borç, küfürle borç özdeşleştiriliyor.

*****

Ölen kişinin cenaze namazını kılmadan önce cemaate, orada bulunanlara, onu tanıyanlara bunu soracağız. Ey cemaat, bu adamı tanıyormuydunuz? Müslümanmıydı? Namaz kılarmıydı? Müslümanlarla berabermiydi? Borcu varmıydı? İçinizde bu adamdan alacağı olan varmıydı? Bütün bunlar sorulup hakkında iyi şehadetler alındıktan sonra onun cenazesini kılmalı ve ona rahmet okumalıyız. Sünnette uygulama böyledir.

*****

ALLAH en bilendir, bilgisi tam olandır ve yaptığı her şeyi biz kimilerini anlayamasak ta belli bir hikmetle yapandır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa-12. “Karılarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının ettikleri vasiyetten veya borçtan arta­kalanın dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra bıraktıklarınızın dörtte biri karılarınızındır; çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir er­kek veya kadına kelale yolu (çocuğu ve babası olmadığı halde) varis olunuyor ve bunların ana bir erkek veya bir kız kardeşi bulunuyorsa, her birine edilen vasiyetten veya borçtan artakalanın altıda biri düşer; ikiden çoklarsa, üçte birine, zarara uğratılmaksızın ortak olurlar. Bun­lar Allah tarafından tavsiye edilmiştir. Allah bilendir, Halimdir.”
Eğer sizin hanımlarınız ölmüşler de geriye çocuk bırakmamışlarsa o zaman hanımlarınızın geriye bıraktıkları terekelerinin yarısı si­zindir.
Eğer onların geriye bıraktıkları çocukları varsa vasiyetleri ve borçları ödendikten sonra terekelerinin dörtte biri sizindir. Evet ölen bir kadının eğer çocukları yoksa onun malından kocası iki de bir ala­cak, ama eğer ölen kadının çocukları varsa o zaman da dörtte birini alacaktır.
Sizin terk ettiğiniz mallarınızda da kadınlarınızın dörtte bir hak­ları vardır. Eğer sizin arkaya bıraktığınız çocuklarınız yoksa. Evet ölen erkeklerin eğer çocukları yoksa o zaman hanımları kaç tane olursa olsun, bir, iki, üç, dört fark etmez onların hepsine dörtte bir hisse var­dır. Eğer ölen erkeğin arkada bıraktığı karısı bir tane ise o malın dörtte birini alır, eğer kadın iki ise o zaman o dörtte biri ikisi arasında paylaşılır, üç ise üçe, dört ise dörde bölünür.
Eğer sizin arkanıza bıraktığınız çocuklarınız varsa o zaman te­rekelerinizde vasiyetleriniz yerine getirildikten ve borçlarınızda öden­dikten sonra hanımlarınızın sekizde bir hisseleri vardır.
Eğer bir erkek ve kadın ölür de ona “Kelale” olursa. Kelale geriye ne çocuk ne de ana baba bırakmadan ölen kimseye denir. Yâni eğer mîras bırakan erkek ya da kadın, çocuğu, ana babası ol­mayan bir kimse olursa. Yâni eğer ölen bir erkek veya bir kadının usul ve furûu olmayıp da, yâni babası anası, ila nihaye babasının babası, anasının anası ve oğlu kızı, oğlunun oğulları, kızının kızları yok da kendisine zayıf bir derece ile bir erkek veya kız kardeşi varis bulu­nursa o zaman bunlardan her birisine mîrastan altı da bir hisse vardır. Ama eğer böyle ölene varis olan kardeşler ikiden fazla iseler malın üçte birinde ortaktırlar bunlar.
Tabi bu kardeşler anne payı aldıklarından erkek kız farklılığı olmayarak aralarında eşit olarak paylaşacaklardır. Ama yine ölenin vasiyeti yerine getirilip borçları ödendikten sonra bu iş geçerli olacak­tır. Zarara uğratılmaksızın onlara hakları verilmelidir. Buradaki zarara uğratılmaksızın ifadesinden şunu anlıyoruz. Vasiyet varislerin hakla­rına tecavüz etmemelidir ve de hiç kimse ölen kimsede gerçekten bir alacağı olmadığı halde alacak iddiasında bulunarak varislere haksız­lık yapmamalıdır.
Veya ölen kişi ölmeden önce çocuklarım yoktur, malım böyle uzak akrabalarıma kalmasın diye fazlaca vasiyette bulunup onlara za­rar vermeye kalkmasın. Allah Alîm ve halimdir. Allah yaptığınız her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır. Allah merhametlidir. Sizin adınıza aldığı kararları da, bilgisi de rahmetinin eseridir.
13. “Bunlar Allah'ın yasalarıdır. Allah'a ve Pey­gam­berine kim itaat ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada temellidirler, büyük kurtuluş budur.”
İşte bunlar Allah’ın hudududur. İşte bunlar, bu mîras âyetleri Al­lah’ın hudududur. Rabbimiz işte böylece mîras taksimini bize arz ederken bu konudaki hududunu da çizmiş oluyor. Haram helâl hu­dudunu, aile hukukunun hududunu, kılık kıyafetin hududunu, ka­zanma ve harcama hududunu, kadın erkek ilişkileri hududunu, tüm hayatın hududunu tespit etme hakkı sadece Allah’a aittir. Bu konuda Rabbimiz hiç kimseye yetki vermemiştir. Sadece kitabında açıklama­dığı ve açıklanmasını kendisine bıraktığı konularda Rasulullah Efen­dimiz söz söyleme yetkisine sahiptir. O zaman Rabbimizin verdiği yetkiyle onu da dinlemek zorunda olacağız elbette. Resulsüz bir kitap, Resulsüz bir din kabul edemeyeceğimize göre onun direk Allah’tan aktardıklarına evet dediğimiz gibi, kendisinden söylediklerine de evet diyeceğiz.
Öyleyse hem bu konuyu gündeme getiren, bu konunun yasa­sını koyan Kur’an âyetlerini, hem de bu âyetlerin vermediği detayı, veya bu âyetlerin uygulamasını, pratiğini, yahut da bu âyetlerde gün­deme getirilmeyip de Rabbimizin bir tür vahiyle Rasulullah Efendimize açtığı, bildirdiği ve bize de öylece bildirmesini istediği Rasulullah Efendimizin beyanlarını, sünnetini, uygulamasını da içine almak kayd u şartıyla Allah’ın hududu kabul ediyor ve öylece iman ediyoruz.
Evet hudûdullah deyince hem bu âyetler, hem de bu âyetlerin tamamlayı­cısı, açıklayıcısı olarak Rasulullah Efendimizin bildirdiği, uyguladığı yasalar da gündeme gelecektir. Çünkü Rabbimiz genel yasaları be­lirler ama onun detaylarını, iç tüzüklerini peygamberine bırakır. Evet işte bunlar Allah’ın hudutlarıdır ve:
Kim de bu konuda, her konuda Allah ve Resûlüne itaat edip gönülden bağlanırsa, Allah ve Resûlünün bu yasalarına riâyet ederse, Allah ve Resûlünün mîras hukukuyla amel ederse, mîrasını böylece taksim ederse:
Rabbi onu zemininden ırmaklar akan cennetlerine idhal buyurur. Evet Allah ve Resûlüne iman eden, Allah ve Resûlünün hayatına karıştığına inanan, Allah ve Resûlünün belirlediği bir hayat programını yaşayan, malı konusunda, hayatı konusunda Allah ve Resûlünü söz sahibi kabul eden, Allah ve Resûlünün kendisi adına seçimini seçim kabul eden kimseler için Rabbimiz altlarından bal ırmakları, süt ır­makları, şarap ve su ırmakları akan cennetler hazırlamıştır. Gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, akıl ve hayallerin bile ihata edeme­yeceği güzellikte razı olacakları, razı edilecekleri cennetler onları beklemektedir. Elbette dünyada Allah’tan razı olan, Allah’ın yasala­rından razı olan, Allah’ın hayat programından razı olan ve Allah için bir hayat yaşayan mü’minleri Rabbimiz da orada razı edecektir.
Ve onlar orada, o cennetlerde ebediyen kalıcıdırlar. Ve işte bu­dur en büyük başarı. İşte budur en büyük kurtuluş. Evet kim ki Nisâ sûresinin bu âyetlerinde Rabbimizin belirlediği mîras hukuku, mîras yasaları doğrultusunda, Rasulullah Efendimizin uyguladığı bir mîras taksimi doğrultusunda hareket eder de anası, babası, karısı, kocası, oğlu, kızı, gelini, kayınpederi, kayınvalidesi vefat ettiğinde sadece Al­lah yasalarına baş vurur ve öylece mîrasını taksim ederse bilesiniz ki cennet onu beklemektedir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa-14. “Kim Allah'a ve Peygamberine baş kaldırır ve ya­salarını aşarsa, onu, temelli kılacağı cehenneme sokar. Alçaltıcı azab onadır.”
Ama kim de Allah ve resûlüne isyan ederse, hayatını Allah ve Resûlüne sormadan yaşarsa, Allah ve Resûlüne rağmen, Allah’ın kitabı ve Resûlünün sünnetine rağmen kendi hevâ ve heveslerine uyarsa, ya da hayatta Allah ve Resûlünden başka yasa belirleyiciler kabul ederek onların yasalarını uygulamaya kalkışırsa, ben mîras konusunda Allah ve Resûlünü dinlemiyorum derse, Allah ve Resûlünün hatırını bir dünya menfaatine satarsa, üç kuruşluk bir dünya menfaati için Allah ve Resûlünün kendisine takdir ettiğine razı olmayıp hududu aşarsa, azgınlık yaparsa:
Allah onu da öyle bir nara, öyle dayanılmaz, öyle çılgın bir ateşe sokar ki o da ebediyen, hiç çıkmamacasına orada kalıverir. Ve onun için orada mühiyn bir azap, alçaltıcı, aşağılayıcı, onu insanlıktan çıkarıcı bir azap vardır unutmayalım. Evet Rabbimiz bir mîras yasa­sını anlattıktan sora burada bir değerlendirmede bulunuyor. Cenneti ve cehennemiyle bir uyarıda bulunuyor. Rabbimizin belirlediği tüm hayat kuralları için geçerli bir uyarıdır bu. Genelde tüm hayat prog­ramı, özelde de burada gündeme getirilen mîras yasasıyla alâkalı bir değerlendirme yapıp öteki âyetlere geçelim inşallah.
Siz bilirsiniz diyor Allah. Ben sizi cennet ve cehennemimle uyardım. İsterseniz kul olduğunuzu, benim tarafımdan yaratıldığınızı, varlığınızı ve varlığınızın devamını bana borçlu olduğunuzu unutma­dan yaratıcınızın yasalarını uygulayarak bir hayat yaşayıp cennete gidersiniz, dilerseniz de kendinizin tanrılığınızı iddia ederek, kendi hevâ ve heveslerinize göre, ya da hayatın yasalarını Allah’tan daha iyi bildiğine inandığınız bir kısım azgın tâğutların istedikleri biçimde bir hayat yaşayarak cehenneme gidersiniz. Dilediğinizi tercih edebilirsi­niz. Ama unutmayın ki yaşadığınız hayatın hesabını bana ödeyecek­siniz diyor Rabbimiz. İtaat edene ebedî cennet, isyan edene de ebedî cehennem vardır. Bu konuda hiçbir mâzeret de geçerli değildir. Çünkü insanlar her konuda sadece Rablerine karşı sorumludurlar.
Toplum şöyle istiyor diye, âdetler böyledir diye, yasalar bunu gerektiriyor diye insanın şu veya bu şekilde Allah yasalarını çiğneye­rek birilerinin hakkını yemesi, birilerine zulmetmesi, birilerinin malını çalıp çırpması asla ona mâzeret hakkı tanımaz. Çünkü işte Allah her şeyi âyetleriyle açıklıyor. Ne yapalım toplum düzeni böyledir. Ne ya­palım bu yönetim biçiminde böyle düzenlemişler. Ne yapalım yöneti­cilerimiz böyle karar vermişler. Bu kararın suçluları da onlardır diyerek hiç kimse bir mâzeretin arkasına saklanamaz. Suçu hiçbir zaman başkalarının üzerine atıp bu işten kurtulamaz. Biz hesabımızı Allah’a yalnız başımıza vereceğiz. İşte şu anda ölmüş bir yakınımızın, tek başına Allah’ın huzuruna gitmiş bir akrabamızın mîrasının başındayız. Bu bize ibret olmalı değil mi? O değil de biz olamaz mıydık mîrası paylaşılan? Ya da yarın biz olmayacak mıyız?
Öyleyse niye yamukluk yapmaya çalışıyoruz? Niye bir kısım sudan mâzeretlerin arkasına saklanarak Allah yasalarını diskalifiye yolları arıyoruz? Halbuki Allah ne demişse, Rasulullah nasıl buyurmuşsa bir Müslüman ona teslim olup boyun bükmek zorundadır. Allah ve Resûlünün hükmüne karşı inandım diyen insanların muhayyerlik hakkı yoktur. Bu konuda birbirimizi uyaralım da dünyamızı da âhiretimizi de berbat etmeyelim inşallah. İşte dünyanın yasası belli. Şu anda uğrunda kavga verdiğimiz bu mülk dün bir başkasının elin­deydi. Bugün bizdedir. Ama unutmayın ki yarın bizler de bir başkala­rına devredip gideceğiz. Bundan sonraki âyetlerinde Rabbimiz aile içindeki kadın erkek ilişkilerinden, kadın erkek hukukundan söz edecek. Aile içinde Allah yasalarına göre hareket etmeyen, Allah yasalarını çiğneyen, Allah’ın istemediği bir hayatı yaşayan kimselerle alâkalı kararlarını, hükümle­rini, yasalarını anlatmaya başlayacak. Aile bireylerinin bu yasalar isti­kâmetinde bir hayat yaşayarak Rablerine kulluk ortamı içinde bir aile yapısı oluşturmalarını isteyecek.
15. “Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu ispat edecek aranızdan dört şahit getirin, şahâdet ederlerse, ölünceye veya Allah onlara bir yol açana kadar evlerde tutun.”
Kadınlarınızdan Allah’ın çizdiği hududu aşıp fuhşiyyat yapan, aşırılık yapan, kötülük yapanlar olursa onların aleyhinde dört şahit tutun. Buradaki fuhşiyyat Allahu âlem zina anlamınadır. Bir kadının yapabileceği aşırılığın en kötüsü, kocasından başka birisiyle gayri meşru cinsel ilişki kurmasıdır. Evet kadınlarınızdan bu kötülüğü yapanlar olursa, onun aleyhinde dört şahit tutun diyor Rabbimiz. Yâni kadının böyle bir şey yaptığını dört şahitle belgeleyin. Kadının böyle bir şey yapıp yapmadığı konusunda onu bizzat gören dört şahit olma­dıkça karar vermeyin. Eğer bu dört şahit onun hakkında zaman aşımı olmadan hemen derhal, sıcağı sıcağına şahitlik ederlerse, o zaman:
Ölüm kendilerine gelene kadar veya Allah kendilerine bir yol açana kadar evlerinizde hapsedin, evlerinizde tutun. Evet böyle kadınlar evlerde hapsedilecekler. Tabi bir baskıyla birlikte bu kötü fiili tekrar işlemesine izin vermeyerek eve hapsedilmelidirler. Çünkü zina gerçekten çok kötü bir suçtur. Zina bir toplumun temel direği olan, belkemiği olan ailelerini mahveden bir fiildir. Ailelerde, ailelerden meydana gelen toplumlarda huzur ve güven namına hiç bir şey bı­rakmaz zina.
Şu anda istediği kadar birileri toplumda zinayı suç olmaktan çıkarıp toplumu zinacı yapmaya gayret etse de, zina nesli telef eden çok kötü bir pisliktir. Düşünün, bir kadın bir erkekle bir yerlerde tesadüfen buluşacaklar. Belki ömür boyu o kadın o erkeği bir daha göremeyecektir. Şimdi böyle bir kadın o erkekten çocuk yapmayı düşünebilir mi? Hangi kadın böyle tesadüfen buluştuğu bir erkekten çocuk yapma riskine atar kendisini? Hiç tanımadığı o erkeğin çocuğunu karnında taşıyacak dokuz ay, meşakkatle doğuracak, emzirecek, büyütecek, eğitecek. Bu mümkün değildir. Kedisinin de, çocuğunun da sorumluluğunu üslenecek, nikahla meşru bir şekilde üzerine sorumluluk alacak bir kocadan ancak böyle çocuklar düşünebilir.Onun içindir ki evliliklerin azaldığı, zinanın yaygınlaştığı kâfir toplumlarda nesil de bitmiştir.
Evet, işte böyle kadınların işledikleri bu kötülüğü devam ettire­rek toplumun salâhını dinamitlemelerine izin vermemek için evlerinize hapsedin buyuruyor Rabbimiz. Onları evlerinizde tutun ve hiç kim­seyle karşı karşıya getirmeyin. Kimseyle görüştürmeyin. Ta ki Allah onlar hakkında bir hüküm gönderene, bir yol açana kadar.
Bu âyetlerden sonra inen âyetlerinde Rabbimiz yeni hükümler indirerek onlar hakkında yolunu açmıştır. Nûr sûresinin 2. âyeti ve zina suçunu işleyen evli erkeklerle evli kadınların taşlanarak recm edilmeleri yasası belirlenmiş oldu. Eğer zina eden erkek ve kadın be­kar kimselerse onlara da yüz değnek vurulması emredilmiştir.
Evet Rabbimizin bu konuda indirdiği âyetler ve bu âyetlerin nasıl anlaşıla­cağı konusundaki Rasulullah Efendimizin pratikteki uygulamalarıyla Allah’ın onlar için açtığı yol da beyan edilmiş oldu. Böylece İslâm’ın ilk yıllarında zinakâr kadınlara uygulanacak cezayı ihtiva eden bu âyet de sonraki âyetlerle neshedilmiştir diyoruz.
Eğer tabi bu çirkin suçu işleyenler câriye ya da kölelerden olursa onlara da 50. değnek vurulacağı konusunda Rasulullah efendimizin pratik uygulamalarıyla yasallaşmıştır.
Şu anda olduğu gibi dünya üzerinde zinakârlar hakkında Allah’ın belirlediği bu yasaların uygulanma ortamının bulunmadığı zamanlarda böyle suç işleyenler evlerde hapsedilecek ve bu eylemi tek­rar tekrar işleyerek toplumun ahlâkî dengesini sarsmasına izin veril­meyecek. Daha sonra bakalım Rabbimiz bu konuda nasıl yollar aça­caksa, o yollara tabi olup gideceğiz.
(Bir soru soruldu. Pekiyi koca karısının zina ettiğini gördü, ama o anda dört şahit çağırıp bunu belgeleyemedi. Şahitleri çağırmaya gidince berikiler de o ortamı değiştirip kamufle etmeyi becermişlerse durum ne olacak? Adam bunu nasıl belgelecek? Böyle bir kadından nasıl ayrılacak?)
Arkadaşlar, böyle bir durumda da lian âyeti, lanetleşme usulü gündeme gelecektir. Koca mahkemede, kadı huzurunda karısının zina ettiğini, bunu gözleriyle gördüğünü yeminle iddia ettikten sonra, eğer ben yalan söylüyorsam Allah bana lânet etsin der. Bu sefer kadı hanıma döner ve; bak kocan böyle diyor, ne dersin bu konuda der. Kadın eğer bu isnadı kabul etmişse mesele kalmaz. Kadın recmedilir ve bu evlilik sona erdirilir. Ama eğer kadın bu isnadı reddetmişse, o zaman ona da lanetleşme yemini ettirilir. Vallahi ben böyle bir şey yapmadım, bu bana yapılmış bir iftiradır der ve en sonunda da; eğer ben yalan söylüyorsam Allah benim belamı versin der. Bu durumda kadın recimden kurtulmuş olur ama kadı bu evliliği sona erdirir. Çünkü eğer koca karısından kurtulmak için böyle bir iftiraya baş vurmuşsa, zaten bu evlilikte bir hayır kalmamıştır. Karısına bu büyük iftirayı yapabilecek bir noktaya gelmiş koca karı arasında hiçbir şey kalmamıştır. Yok eğer gerçekten onun zinasına gözleriyle şahit olmuşsa, artık böyle bir kadınla beraberliği mümkün olmayacaktır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt