Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tefsir dersleri (1 Kullanıcı)

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Nisa-12. “Karılarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının ettikleri vasiyetten veya borçtan arta­kalanın dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra bıraktıklarınızın dörtte biri karılarınızındır; çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir er­kek veya kadına kelale yolu (çocuğu ve babası olmadığı halde) varis olunuyor ve bunların ana bir erkek veya bir kız kardeşi bulunuyorsa, her birine edilen vasiyetten veya borçtan artakalanın altıda biri düşer; ikiden çoklarsa, üçte birine, zarara uğratılmaksızın ortak olurlar. Bun­lar ALLAH tarafından tavsiye edilmiştir. ALLAH bilendir, Halimdir.”


Elbette dünyada ALLAH’tan razı olan, ALLAH’ın yasalarından razı olan, ALLAH’ın hayat programından razı olan ve ALLAH için bir hayat yaşayan mü’minleri Rabbimiz da orada razı edecektir.
Ve onlar orada, o cennetlerde ebediyen kalıcıdırlar. Ve işte bu
dur en büyük başarı.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa- 16. “İçinizden zina eden iki kimseye eziyet edin, tevbe edip düzelirlerse onları bırakın. Doğrusu Allah tevbeleri daima kabul eder ve merhamet eder.”
Eğer sizin içinizdeki erkeklerden iki kişi bu suçu işlemişlerse, er­keklerden iki kişi kendi aralarında ya da kadınlardan iki kişi bu kötü fiili işlemişlerse veya âyetin bir başka mânâsı da sizden zina fiilini iş­leyen erkek ve kadından her ikisine de eziyet edin, onları sıkıştırıp ceza verin buyuruyor Rabbimiz. Selef âlimlerimizden kimileri 15. âye­tin evliler hakkında, bu âyetin de bekar olan erkek ve kadınlar hak­kında olduğunu söylemişlerdir.
Evet bunlara ceza verilecek, ama anlaşılan o ki bu ceza size kalmış gibi bir mânâ çıkıyor buradan. Ve onun içindir ki İslâm hukukunda bu tür kimselere nasıl bir ceza ve­rileceği konusunda farklı yorumlar vardır. Bazıları işte Lût (a.s) un toplumunun bu tür ahlâksızlarının üzerlerine taş yağdırılmasından ha­reketle bunların taşlanarak öldürülmesinden yana bir hüküm ileri sü­rerlerken, kimileri sürgüne tabi tutulmaları, kimileri farklı usullerle öldürülmeleri gerektiğini savunmuşlardır.
Ama erkeklerden ve kadınlardan her kim de tevbe ederler ve Allah’la da barışırlar, ıslah olup durumlarını düzeltirlerse, yâni biz bundan sonra artık ebediyen bu kötülüğü bir daha işlemeyeceğiz diyerek bu fuhşiyyattan vaz geçtiklerini ortaya koyarak samimi bir tevbeyle, samimi bir imanla Rablerine yönelirlerse artık onlardan vaz­geçin, onlardan yüz çevirin, onları serbest bırakın ve onların döne­cekleri Müslümanlıklarında, yaşayacakları Müslümanca bir hayatla­rında onları destekleyip yardımcı olun. Bilesiniz ki Allah tevbeleri çokça kabul eden, dönüşleri kabul eden, yönelişlere karşılık verendir. Allah size karşı çok merhametlidir acıyan ve affedendir. Allah tüm kullarına tevbe kapılarını açık tutandır, el verir ki insanlar hangi bo­yutta günah işlemiş, hangi yasayı çiğnemiş olurlarsa olsunlar o gü­nahlarının tümünü affedebilecek büyüklükte, merhametli bir Rableri olduğuna inanıp dönüş yapsınlar, tevbe etsinler, Rablerine sığınıp af dilemeyi bilsinler. Bakın bundan sonraki âyetinde Rabbimiz tevbenin ne oldu­ğunu, nasıl olduğunu ve tevbeleri kabul edilecek insanların kimler ol­duğunu şöylece açıklıyor:
17. “Allah, kötülüğü bilmeyerek yapıp da, hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların tevbesini kabul eder. Allah Bilendir, Hakîm olandır.”
Tevbeleri kabul edilecekler, bir cehalet sebebiyle, bilmeyerek bir kötülük işliyorlar, ama bilerek değil ve de bu kötülüğe devam da etmiyorlar, hemen arkasından, en kısa bir zamanda kötülükten dö­nenlerin bu dönüşlerini kabul ediyor Rabbimiz. İşte Rabbimizin kabul edeceği tevbe budur.
Herkim ki bir bilgisizlik, bir cehalet sonucu bir kötülük yapar, bir günah işleyecek olur da hemen arkasından tevbe eder ve duru­munu düzeltirse, cehaletle günaha gittiği bir anda hemen kıblesini değiştirir ve Allah’a dönerse bilesiniz ki ben böyle yapanlar hakkında rahmeti kendi üzerime yazdım, onu affederim buyuruyor Rabbimiz.
Mü'min bir günahı ancak bir bilgisizlik sonucu, bir gaflet sonucu işleyebilir. Yâni ya onun isyan olduğunu bilmeyerek, ya işleyeceği o isyanın sonucunda, o günahın sonucunda başına gelecekleri bir an unuttuğundan dolayı günah işler, ya da isyanı taate tercih ede­rek bir isyanda bulunabilir ki bu da ayrı bir cehalettir.
İşte bu durumda hemen kendine gelir gelmez tevbe eden, günahtan vazgeçen, yö­nünü, kıblesini değiştiren, ve bir daha bu duruma düşmeme konu­sunda kesin kararlı olan mü'minleri affedeceğini bildiriyor Rabbimiz.
Ama dikkat ediyorsanız âyet-i kerîmede "min gariyb" ifa­desi kullanılmaktadır. Yâni işlenen günahın hemen arkasından tevbe edilmelidir. Meselâ adam günahı işler işler de artık o kötülüğü işleyemeyecek bir çağa geldikten sonraya tevbesini geciktirmemelidir. Öyle yaşlanmış ki artık o amelleri işleme imkânı kalmamıştır. Ne zina edebilecek, ne içki içebilecek, ne de başka günahları işleyebilecek dermanının kalmadığı bir çağa gelince tevbe etmeye kalkıyor adam. Eh zaten istesen de yapamayacaksın onları. Kimi kandırıyorsun da? Öyleyse tevbelerimizi geciktirmemeliyiz, Rabbimizle aramızı açma­malıyız ve her an Rabbimizle diyalog halinde olmalıyız.
Evet, Sizden her kim ki bir bilgisizlik, bir cehalet sonucu bir kötülük yapar, bir günah işleyecek olur da hemen arkasından tevbe eder ve durumunu düzeltirse, cehaletle günaha gittiği bir anda hemen kıblesini değiştirir ve Allah dönerse bilesiniz ki ben böyle yapanlar hakkında rahmeti kendi üzerime yazdım buyuruyor Rabbimiz.
Demekki mü'min bir günahı ancak bir bilgisizlik sonucu, bir gaflet sonucu işleyebilir. Yâni ya onun isyan olduğunu bilmeyerek, ya işleyeceği o isyanın sonucunda, o günahın sonucunda başına gelecekleri bir an unuttuğundan dolayı günah işler, ya da isyanı taate tercih ederek bir isyanda bulunabilir ki bu da ayrı bir cehalettir. İşte bu durumda hemen kendine gelir gelmez tevbe eden, günahtan vazgeçen, yönünü, kıblesini değiştiren ve bir daha bu duruma düşmeme konusunda kesin kararlı olan mü’minleri affedeceğini bildiriyor, Rabbimiz.
Evet işlenen günahın akabinde hemen tevbe edilecek ve bir daha o günaha dönmeme kararı verilecek. Bu konuda Rasûlullah’ın pek çok hadisi vardır.
"İşlediği bir günahın akabinde tevbe eden (Pişmanlık duyarak, bir aha dönmeme azmi içinde olan, kişi günah işlememiş gibidir."
(İbni Mâce)
Bir adam gelip Rasûlullah’a: Ya Rasûlullah bir kul bir günah işlese sonra tevbe etse Allah affeder mi? dedi. Allah’ın Resûlü buyurur ki:
“Bir kul günah işledi, tevbe etti. Affedilir. Yine günah işledi yine tevbe etti, yine affedilir. Yine günah işledi, tevbe etti yine affedilir. En son Rasûlullah şöyle buyurdu. “Hattâ şeytan melül mahsur oluncaya, ümidini kesinceye kadar” (Hakim)
Anladınız değil mi? Hattâ bir başka hadislerinde de Resûl-i Ekrem Efendimiz samimi olarak, içiyle dışıyla Tevbe edip o günahla ilişkisini kestiği halde dayanamayarak aynı günahı günde yüz defa işlemiş olsa bile Rabbimizin affedeceğini haber vermektedir. Adam gerçekten samimi bir şekilde o günahla ilişkisini kesmiştir, Tevbe etmiştir ama bir saat sonra dayanamayarak aynı günahı işlemiş olsa bile, böylece aynı günahı günde yüz defa işlemiş olsa bile Rabbimiz onun tevbesini kabul edecektir. Ama samimiyetle o günahla ilişkisini kesip onu hayatından atması şartıyla.
Meselâ adam içki içiyor, her içişinin sonunda Tevbe ettim diyor, ama o günah unsuruyla tümden ilişkisini kesmiyor. Yani onu hayatından söküp atmıyor. Yani Tevbe bir daha içmeyeceğim diyor ama hâlâ içki şişeleri buzdolabında duruyor. Veya adam bir kadınla zina ediyor, her birleşmenin sonunda tevbe ya Rabbi, bir daha yapmayacağım diyor, ama o kadını evinden dışarıya atmıyor, onunla ilişkisini kesip atmıyor, yarın öbürsü gün tekrar yapacak. Böyle değil tabii. O günah unsurlarını hayatından söküp atacak, tümüyle ilişkisini kesecek, işte o zaman Allah onun tevbesini kabul edip affedecektir.
Bakın âyetin bundan sonraki bölümü o hususu anlatır:
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Nisa- 16. “İçinizden zina eden iki kimseye eziyet edin, tevbe edip düzelirlerse onları bırakın. Doğrusu ALLAH tevbeleri daima kabul eder ve merhamet eder.”


Bilesiniz ki ALLAH tevbeleri çokça kabul eden, dönüşleri kabul eden, yönelişlere karşılık verendir. ALLAH size karşı çok merhametlidir acıyan ve affedendir. ALLAH tüm kullarına tevbe kapılarını açık tutandır, el verir ki insanlar hangi boyutta günah işlemiş, hangi yasayı çiğnemiş olurlarsa olsunlar o günahlarının tümünü affedebilecek büyüklükte, merhametli bir Rableri olduğuna inanıp dönüş yapsınlar, tevbe etsinler, Rablerine sığınıp af dilemeyi bilsinler.

17. “ALLAH, kötülüğü bilmeyerek yapıp da, hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmeyi üzerine almıştır. ALLAH işte onların tevbesini kabul eder. ALLAH Bilendir, Hakîm olandır.”

Rasûlullah’ın pek çok hadisi vardır.

"İşlediği bir günahın akabinde tevbe eden (Pişmanlık duyarak, bir daha dönmeme azmi içinde olan, kişi günah işlememiş gibidir."
(İbni Mâce)
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa-18. “Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği za­man: "Şimdi tevbe ettim" diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır.”

Yoksa günahları işleyip işleyip de:
Kendilerine ölüm gelip çatınca da:
İşte şimdi ben tevbe ediyorum. Ben şimdi günahlardan dönüyorum diyen kişinin tevbesi kabul değildir. Ya da gençliğinde, zin­deliğinde, sağlığında günahlar peşinde koşup koşup da artık ihtiyarla­yıp, veya sağlığını kaybedip de bu günahları işleyemeyecek bir du­ruma gelen ve işte şimdi tevbe ettim diyen bir kimsenin tevbesi kabul görmeyecektir.
Evet ölüm kendisine geldiği bir zamana kadar tevbesini geciktiren bir kimsenin tevbesi kabul edilmeyecektir. Bir de:
Kendileri kâfir olarak ölenler için de tevbe yoktur. Demek ki
Günah işleyen, bu günahlarını sürdürür, mayın tarla­sında geziyormuş gibi günah işlemeyi alışkanlık haline getirir ve böyle günahlar peşinde bir hayat sürerken nihâyet kendisine ölüm gelip ça­tınca da tevbe etmeye kalkışan bir kişinin tevbesi kabul değildir diyor Rabbimiz. Ama can çekişme zamanı gelmeden tevbe edip dönenlerin tevbelerinin kabul edileceği ümit edilir. Yâni imandan sonra, tevbeden sonra salih ameller işleyebileceği bir zaman içinde iman eden, tevbe eden kişininki kabuldür diyoruz.
Tevbe yönelmek demektir. Tevbe kişinin hayat programını değiştirmesi demektir. Tevbe kişinin kıblesini değiştirmesi, küfürden, şirkten, isyandan Allah’a kulluğa yönelmesi demektir. Kim bunu gerçekleştirirse Allah da ona yönelir ve onun dönüşünü kabul buyurur. Kendisine yönelenin yönelişini dikkate alır ve ona mukabele eder. Onun için kendisine tevbe edene Allah da tevbe eder sözünün mânâsı işte budur. Zira böyle yanlıştan dönenler, bilinç tazelemesinde bulunanlar için Allah sınırsız bağış ve merhamet sahibidir. Allah karşısında böyle bir öz eleştiri yapanlara karşı Allah sınırsız örtücü ve affedicidir. Sanki onun yaptıklarının tümünü silici ve hiç yapmamış gibi kabul edicidir. İşte bunu vaadediyor Rabbimiz bu âyetinde.
Evet tevbe konusu da işte böyle. Bundan sonra Rabbimiz nikâh konularını anlatmaya başlayacak. Ba­kın 19. âyetinde Rabbimiz şöyle buyurur:
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Nisa-18. “Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman: "Şimdi tevbe ettim" diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır.”

Günah işleyen, bu günahlarını sürdürür, mayın tarlasında geziyormuş gibi günah işlemeyi alışkanlık haline getirir ve böyle günahlar peşinde bir hayat sürerken nihâyet kendisine ölüm gelip çatınca da tevbe etmeye kalkışan bir kişinin tevbesi kabul değildir diyor Rabbimiz. Ama can çekişme zamanı gelmeden tevbe edip dönenlerin tevbelerinin kabul edileceği ümit edilir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
19. “Ey İnananlar! Kadınlara zorla mîrasçı olmaya kalkmanız size helâl değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlarla güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyi Al­lah çok hayırlı kılmış olabilir.”
Ey iman edenler, kadınlara zorla varis olmaya kalkışmanız size helâl değildir. Cahiliye döneminde kadının durumu gerçekten yürekler acısıydı. Sıradan mîras olarak devralınan bir eşyadan, bir mal­dan farksızdı kadın. İnsanlar yakınlarından birisi vefat ettiği zaman onun geriye bıraktığı karısının üzerine bir örtü atarak, ölen bu akraba­mın malına varis olduğum gibi karısına da varis oluyorum diyerek o kadın üzerinde hak sahibi oluyordu. Dilediği takdirde ona mehir ver­meden evlendiği gibi, dilediği zaman da onu başkasıyla evlendirip mehrini kendisi alıyordu. İşte âyet-i kerîmede bu yasaklanıyor.
Veya yine adam karısından hoşlanmadığı halde, onunla doğru dürüst zevciyet ilişkisi kurmadığı halde sırf onun malına varis olabil­mek için onu zorla nikâhı altında tutardı. İşte âyet-i kerîme bunu da menediyor. Ey iman edenler sizler artık böyle yapmayın. O kadınlar istemedikleri halde zorla onların mallarına bu şekilde varis olmanız size helâl olmaz diyor Rabbimiz. Kendileri sizinle evlenmeyi isteme­dikleri halde bir eşya alır gibi onları zorla almaya kalkışmayın buyuruluyor.
Çirkin bir hayasızlık, bir fahşa, bir fuhuş işlemedikleri sürece onlara verdiklerinizin bir kısmını geri almak için onlara baskı yapma­nız da size helâl değildir.
Buradaki fahişeden, fuhuştan, hayasızlıktan kasıt zina olabile­ceği gibi, kocaya karşı itaatsizlik, serkeşlik, geçimsizlik veya kocanın anasına babasına karşı kötü davranmak, geçimsizlik yapmak, onları incitip rahatsız etmek gibi anlamlara da gelmektedir. İşte böyle zina etmiş yahut serkeşlikte bulunarak itaatten çıkmış bir kadına verdiğiniz mehri geri almak, yahut onu buna razı edene kadar sıkıştırmak, ya da hulu’ yoluyla boşanıncaya kadar onu sıkıştırmak hakkınızdır.
İslâm şerîatının yasakladığı çirkin iş, yüz kızartıcı söz veya davranış. Fahşâ; Dünyada had cezasını, ahirette ise azâbı gerektiren şeydir. Sınırı aşan her şey; söz ve cevapta taşkınlık etme; çok çirkin olan zina olayı. Allah'ın yasakladığı her şey, konuşurken ve cevap verirken haddi aşan erkek ve kadın ve alışılagelen ölçüyü aşan şeydir. Hakîkate ve normal ölçülere uymayan her işe fâhişe denilir. Bu kelime, cehâletin bir çeşidi olup, hilmin karşıtıdır.
Fâhişe kelimesi, Kur'an-ı Kerîm'de on üç yerde geçmektedir. Ayrıca dört yerde de çoğulu olan "fevâhiş" zikredilmektedir. Âl-i İmrân sûresi 135. ayette fena bir iş olarak nitelenmiştir. İbn Abbâs'tan gelen bilgiye göre, hurma satan birine güzel bir kadın geldi. Kadın, alışverişini yaptıktan sonra, adam onu kucaklayarak öptü. Ancak hemen bu davranışına pişman oldu ve Hz. Peygamber'e gelip durumu anlattı. Bu olay üzerine söz konusu ayet indi.
(Vahidi, Esbâbu'n-Nüzûl, 105).
Fahşâ ve fâhişe kelimesi, Nisâ sûresinin bu âyetinde zinadan kinaye olarak kullanılmıştır. Ayrıca buradaki fahşâ sözcüğünün ''Kadının serkeşlik etmesi, kocasına asi olması ve geçimsizlik yapması" anlamlarına geldiği; buna göre kocanın onu isterse evinde tutacağı, isterse kendisinden boşanabileceği ve bunun helâl bir davranış olduğu; İbn Abbâs'ın rivâyetine göre de "buğz ve serkeşlik etme" anlamlarına geldiği açıklanmıştır.
Diğer bir rivâyete göre de, söz dinlememek ve bununla birlikte isyan etmek anlamındadır. Yine âlimlerimizden pek çoğuna göre söz konusu ayette geçen fâhişe kelimesi, kadının kocasına ve onun yakınlarına, aba babasına eziyette bulunması anlamındadır. Ayrıca fahişe kelimesinin çoğul sekli olan "fevâhiş" ile had cezasını gerektiren şeylerin kastedildiği rivâyet edilmiştir (En'âm,151;A'râf,33;).
Evet, kadının kocasına karşı itaatsizliği, kocanın anne ve babasına karşı itaatsizliği sıkıştırma ve hattâ boşama sebebidir. Bir kadın kocasının anasına babasına bakmaz, onlara karşı itaatsiz bir tavır sergilerse kocası onu boşayabilir. İbrahim aleyhisselâm’ın eşiğini beğenmedim buyurarak oğlu İsmail’e karısını boşattığını, sahabe-i kiram efendilerimizden de böyle evlatlarına hanımlarını boşattıklarını biliyoruz.
Kimileri feminist bir yaklaşımla, batıdaki felsefelerden etkilenerek; efendim, bir kadın kocasının ailesine bakmakla yükümlü olmadığı gibi, çocuklarını emzirmekle bile mükellef değildir demeye çalışıyorlar. İnşallah bu konuda kısa bir açıklama yaparak inancımı ortaya koyayım.
Bir kadının iki tür görevi vardır. Bunlardan birincisi kazaen görevleridir ki bunları bizzat Allah belirlemiştir. Namaz, oruç, hacc, zekat, tesettür gibi görevleri. İkincisi de diyaneten görevleridir ki bunları belirleme yetkisini Allah kocasına vermiştir. Meselâ gece saat üçte evinize misafirleriniz geldi. Kadının durup dururken kalkıp onlar için yemek hazırlama görevi ve sorumluluğu yoktur. Ama onun kocası; hanım, kalk misafirlerime yemek hazırla demişse, ona böyle bir görev alanı belirlemişse, o misafirlerden dolayı değil de kocasının istemesinden dolayı yemek hazırlamak zorundadır kadın. İşte bu, onun diyaneten görevidir. Ama kocası gerek yok demişse sorumlu değildir.
Aynen bunun gibi bir kadının kocası; hanım sen benim anama babama bakmak, hizmet etmek zorunda değilsin, ben onlara bakacak birilerini bulurum demişse, görevsizlik çıkarmışsa o kadın onun anasına babasına bakmak zorunda değildir. Ama hanım, benim anama babama bakmak zorundasın demişse, ona böyle bir görev alanı açmışsa, o kadın kocasının babasına anasına bakmak zorundadır.
Veya koca; hanım, sen benim çocuklarımı emzirmek zorunda değilsin, ben onları emzirecek süt anne buldum demişse, kadının sorumluğu yoktur. Ama koca; hatun, benim çocuklarımı emzirmek zorundasın demişse onun çocuklarını emzirmek kadının diyaneten görevidir. Benim bildiğim din böyle der. Ama batı tipi bir aile yaşamadan yana olan, ana baba, dede nine ve akrabalardan ayrı bir hayat yaşamaya özenen, materyalistçe hayatını başkalarıyla paylaşmamayı arzu eden kadınlar için öteki anlayışlar daha kolay geliyor.
Bakara sûresinde de anlatıldığı gibi birbirleriyle geçinemedik­leri bir durumda kadının kendisini boşaması için kocasına bir şeyler vermesi de caizdir. Kadının isteğine dayanan bu tür boşanmalarda koca hem karısına verdiği mehri alabildiği gibi hem de daha fazlasını da al­ması mümkündür.
Sabit Bin Kaysın hanımı Allah’ın Resûlüne gelerek: “Ey Al­lah’ın Resûlü kocamla bir arada hayat sürmem mümkün değil! Allah’a yemin ederim ki onun ne ahlâkını ne de dinini beğenmiyor değilim. Fakat İslâm’dan sonra küfre dönmek ve kâfir olmak da istemiyorum! Evimin bahçesinden kocamın bir kaç kişiyle birlikte gelmekte oldu­ğunu gördüm! Onlar içinde kocamı rengi en siyah, boyu en kısa ve yüzünü de en çirkin olarak gördüm! Onu bir türlü sevemedim!” dedi. Bu sırada karısının bu sözlerini dinleyen Sabit Bin Kays: "Ya Rasulallah! ben malımın en iyisi olan bahçemi mehir olarak ona verdim! Eğer beni istemiyorsa bahçemi geri versin ben de onu boşaya­yım!" dedi. Bunun üzerine Allah’ın Resûlü o kadına şöyle buyurdu: " Kocanın dediklerine ne dersin? "Kadın evet daha fazlasını da veririm! deyince Allah’ın Resûlü ikisini birbirinden ayırdı." (Buhârî, Nesei)
Eğer böyle bir kadın kocasına belli bir fidye vererek onu ken­dini boşamaya ikna ederse bunun adına İslâm fıkhında hulu denir. Ve kocanın razı olması şartıyla bu boşanma geçerlidir.
Onlarla iyi geçinin, kadınlarınızla güzellikle geçinin. Onlara sevgi gösterin. Onlara iyi davranın. Muhabbet edin onlarla. Konuşurken hep yüzlerine bakın. Yüzlere tebessümle bakın. Çokça yanlarında, yakınlarında olmaya çalışın. Güzel söz söyleyerek onların gönüllerini hoş edip yüzlerini güldürün. Sürekli onların yanlarında bulunmaya, onlarla sohbet etmeye, latife yapmaya, ihtiyaçlarını en güzel biçimde temin etmeye çalışın. Onları insan görün. Onların size nasıl davranmalarını istiyorsanız siz de onlara öy­lece davranmaya çalışın. Kalplerini kırmayın. İzzet-i nefislerini incit­meyin, kırıp dökmeyin onları. Hanımı Hz. Ayşe’yi memnun edebilmek için onunla koşu yapan Rasulullah Efendimiz:
“Sizin en hayırlınız kadınlarına karşı hayırlı olanınızdır”Buyurmaktadır.
Yine Rasulullah Efendimiz başka bir hadislerinde:
“Dünyadaki hizmetçileri yüzünden cennetteki hiz­metçileri kaybedenlere yuh olsun!”
Dünyadaki hizmetçilerini adam yerine koymayarak, onları hay­van görerek, onlara zulmederek, burunlarından getirerek öbür taraf­taki hûrilerini kaybedenlere yuh olsun. Peki kimdir bizim dünyadaki hizmetçilerimiz? Kadınlarımız, çocuklarımız, işçilerimiz, memurlarımız vs.
Evet Allah’ın Resûlü diyor ki dünyada hizmetçileri, çocukları, işçi­leri ve kadınları sebebiyle cenneti kaybedenlere yuh olsun. Kadınla­rına zulmettikleri için, hizmetçilerine zulmettikleri için, kadınlarına, hizmetçilerine zemin hazırlamadıkları için, kadınlarını, hizmetçilerini insan görmedikleri için, onları hayvan gördükleri için, kadir kıymet bilmedikleri için cenneti kaybedenlere yuh olsun! Halbuki cennette nice hizmetçiler onları bekliyorlardı. Yuh olsun ki orayı onlar yüzün­den kaybettiler onlar. Öyleyse kadınlarımızı insan bilelim, onlara in­sanca muamele edelim ki onlar sebebiyle cenneti ve oradaki hizmet­çilerimizi kaybedenlerden olmayalım.
Evet kadınlarınızla iyi geçinin, onlara iyi davranın.
Eğer onlarda fuhşiyatın dışında, açık bir hayasızlığın dışında hoşlanmadığınız bir şey varsa, hoşunuza gitmeyen bir durum varsa, çirkinlikleri, fiziki güzelliklerinin olmaması, dış görünüşlerinin hoşunuza gitmemesi gibi veya bazı huylarının hoşunuza gitmemesi gibi bir durum olursa hemen onları boşamaya kalkışmayın. Belki Allah onu hakkınızda çok daha hayırlı kılar. Umulur ki kerih gördüğünüz, beğenmediğiniz şeyde Allah size pek çok hayır verir.
Yâni belki hanı­mınızın o durumundan hoşlanmazsınız da ona iyilik yapmanızdan, onun bu kusurunu görmezden gelmenizden, onu korumanızdan, onun yemesini, içmesini ve cinsel ihtiyaçlarını en güzel bir biçimde gider­menizden ötürü Allah size hem dünyada hem de âhirette pek çok hayırlar lütfedecektir bilir misiniz?
Eğer kadınlarınızın fizikleri, fiziki güzellikleri hoşunuza gitmiyorsa bile unutmayın ki her şey fiziki güzellikten ibaret değildir. Sonra bunun Allah’ın bir takdiri olduğunu bilmiyor musunuz? Yaratılış bizim elimizde olan bir şey değildir. O kadının size verebileceği fizik güzelliğinin dışında çok daha güzel şeyleri vardır. Din güzelliği, na­mus güzelliği, ahlâk güzelliği, itaat güzelliği, sizi haramlara gitmekten kurtarma, dininizin yarısını size bahşetme, size huzur ve sükun bah­şetme güzelliklerinin yanında, size salih evlâtlar verme güzellikleri de vardır.
Evet sizler kadınlarınızın bazı yönlerinden hoşlanmıyor olsanız bile ama Allah’ın rızasını kazanma konusunda onları sever, onlarla iyi geçimden yana olursanız bilesiniz ki Allah size başka yönlerden, başka yerlerden hesap edemeyeceğiniz boyutta bereketler, zenginli­kler, mükafatlar verecektir. Öyleyse Rabbinizin bu nasihatlerini iyi din­leyin. Kadınsanız kocalarınıza ihanet etmeden, kocaysanız kadınları­nıza insanca muamele ederek Rabbinizin size vaâdettiği mükafatları kaçırmamaya çalışın.
Ama buna rağmen, kadın da koca da Allah’ın yasalarına riâyet ettikleri halde, birbirlerine insanca davranmaya çalıştıkları, birbirlerinin hukukuna Allah’ın istediği şekilde azami riâyet etmeye gayret ettikleri halde her ikisi de anlamışlarsa ki bu hayat birlikte gitmeyecek. Kadın da koca da anlamışlar ki bu evlilik Allah’ın istediği biçimde devam et­meyecek. Bu beraberlik her iki tarafın da kulluklarını menfi yönde et­kileyecek bir duruma gelmişse o zaman elbette ayrılmak da Allah’ın bir yasası olacaktır. İşte böyle bir durumda kalıp da:
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
19. “Ey İnananlar! Kadınlara zorla mîrasçı olmaya kalkmanız size helâl değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlarla güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.”


Ey iman edenler, kadınlara zorla varis olmaya kalkışmanız size helâl değildir. Cahiliye döneminde kadının durumu gerçekten yürekler acısıydı. Sıradan mîras olarak devralınan bir eşyadan, bir mal*dan farksızdı kadın. İnsanlar yakınlarından birisi vefat ettiği zaman onun geriye bıraktığı karısının üzerine bir örtü atarak, ölen bu akrabamın malına varis olduğum gibi karısına da varis oluyorum diyerek o kadın üzerinde hak sahibi oluyordu. Dilediği takdirde ona mehir vermeden evlendiği gibi, dilediği zaman da onu başkasıyla evlendirip mehrini kendisi alıyordu. İşte âyet-i kerîmede bu yasaklanıyor.
 

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
46
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
ALLAH CC Razı olsun...
çapa ve gayretleriniz için ...

inşaALLAH vakit buldukça takip etmeye çalışıyorum ..çok gerideyim inşaALLAH yetişmek nasip olur ...

selam ve dua ile...
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa-20. “Bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, birincisine bir yük altın vermiş olsanız bile ondan bir şey almayın. İftira ederek ve apaçık günaha girerek ona verdiğinizi geri alır mısınız?”
Önceki eşinizi bir başka zevceyle değiştirmek isterseniz, bir eşi­nizin yerine bir başka eş almak isterseniz, yâni nikâhınız altındaki zevcenizi bir başka zevceyle değiştirmek isterseniz. Arkadaşlar, bu­rada anlatılan hitap evlenme sınırını sonuna kadar kullanmış, yâni dörde kadar evlenmiş erkekleredir. Değilse bir tek kadınla evli olan bir kimse ikinci bir hanım almak istediğinde elbette bu ilk hanımını boşa­mak zorunda değildir. Dört hanımı var adamın ve bunlardan birisiyle anlaşamadılar, onu boşayıp da onun yerine bir kadın daha almak isterse.
Veya tabii bir kadını var da onunla anlaşamamış, onu boşayıp da yerine yine bir kadınla evlenmek isterse. Bu hakkı da vardır adamın. Arkadaşlar, İslâm toplumunda evlenmek nasıl bir haksa boşan­mak ta Allah’ın izin verdiği bir haktır. Eğer karı koca anlaşamamış­larsa, kullukları ters yönde etkilenmeye başlamışsa o zaman elbette Allah’a kulluk önce geldiği için, en son düşünmeleri gerekse de bo­şanmaları haktır. Anlaşamamış insanların böyle birbirlerine işkence çektirerek kulluklarını tehlikeye atmaları da caiz değildir. Böyle bir du­rumda Allah yasalarıyla evlenen taraflar yine Allah yasalarıyla boşa­nacaklardır. Bakara, Nisâ ve diğer sûrelerde anlatıldığı gibi eğer bir kadınla bir erkeğin birlikte yaşamaları mümkün olmayacak bir duruma gelmişse her iki tarafın da boşanma hakları vardır.
Bunu kadın da talep edebilir, erkek de onu boşamak isteyebilir. Ama ne boşanmayı talep eden kadın bu talebini gerçekleştirirken, ne de boşamayı gerçekleştiren koca bu eylemi gerçekleştirirken asla birbirlerini kötülemeyeceklerdir. Çünkü her şeyden önce kardeştirler bunlar. Her iki taraf da birbirlerinin Müslüman kardeşidir. Kardeşler olarak, tamam geçinememiş olabilirler, birbirlerini anlayamamış olabi­lirler, karı koca olarak birbirlerine tahammül edememiş olabilirler, normaldir bu, ama bundan sonraki hayatlarında onlar kardeşler olarak bir hayat yaşayacaklar. Kâfirlerin karşısına birlikte çıkacaklar, Allah’ın emirlerini birlikte ikâme kavgası verecekler. Onun için kardeş oldukla­rını asla unutmayacaklar, birbirlerini kırıp geçirmeyecekler.
Bir hanımın yerini bir başka hanımla doldurmak istediğinizde ön­ceki hanımınıza, yâni boşadığınız hanımınıza kantar kantar mehir de vermiş olsanız sakın onları geri almaya kalkmayın. İftira ederek, olmadık iddialarda ve isnatlarda bulunarak, açıkça günaha girerek o hanımınıza verdiğini geri almak mı istiyorsunuz? Alır mısınız onu ondan geriye? Yakışır mı bu size? Allah’a karşı yapabilir misiniz böyle bir şeyi? Çünkü onlar sizden sağlam bir teminat aldılar. Kendilerini size teslim ederlerken sizden Allah adına sağlam bir nikâh akdi, sağ­lam bir evlilik bağı, sağlam bir mehir sözü ve garantisi almışlardı. Al­lah namı hesabına onları nikâhlayıp kendinize almıştınız. Allah adına nikâh kıymıştınız
Aslında bu bir araya gelmeniz nikâhsız olsaydı ölümle cezalandırılacak bir iş yapmış olacaktınız. Yâni eğer sizler bu cinsel arzularınızı böyle bir nikâh akdi olmadan gidermiş olsaydınız öldürülmüş olacaktınız. Öyle değil mi? Bir tek birleşmenizin bile sizi ölüme götürebileceği bir eylemi aylar yıllar birlikte serbestçe yaptınız. Bunu hiç düşünmüyor musunuz?
Evet boşanan tarafların aralarındaki karılık kocalık ilişkileri bitmiştir, ama İslâm kardeşlik ilişkileri hâlâ devam etmektedir. Öyleyse üç kuruşluk menfaat devşirebilmek için bu kardeşliğin zedelenmemesine azami dikkat etmek zorundayız. Bakın şu andaki kardeşlik anlayışıy ile Resûl-i Ekrem Efendimiz dönemindeki kardeşlik anlayışı arasında mukayese yapabilmek için burada o dönemden bir örnek vereyim.
Allah’ın Resûlü Medine’de kölelik anlayışını yıkmak için bir devrim gerçekleştirmeyi düşündü. Allah’ın Resûlü toplumda ciddi devrimler gerçekleştirirken kahramanları hep yakın akrabalarından seçmiştir. Meselâ faizi kaldırma devrimini önce amcası Abbas’ın faiz alacaklarını silerek gerçekleştirmiştir. Köleliği yıkma devrimini gerçekleştirirken de yine kahramanları yakın akrabalarından seçti. Halasının kızı Zeynep ile kölesi Zeyd efendimizi evlendirmeyi, böylece hür bir kadını bir köleyle evlendirerek kölelik müessesesine bir darbe vurmayı hedefledi. Durumu Zeynep annemize ve ailesine açınca önce onlar bunu çok garip karşıladılar. Nasıl olur? Asil ve hür bir kadın bir eşyadan farksız olan bir köleyle nasıl evlenebilir diye şaşırdılar. Çünkü o dönemde bu gerçekten çok garip bir şeydi. Hür bir kadının bırakın böyle bir köleyle evlenmesini, tükürüğünü bile o köleye reva görmezlerdi. Bu hadise üzerine Ahzâb sûresindeki âyet nzil oluyordu.
“Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygambere baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.” (Ahzâb 36)
Allah ve Resûlü bir konuda bir hüküm vermiş, bir hükümde bulunmuşsa o konuda, Allah ve Resûlünün karar verdiği o işte mü’min erkek ve kadınlara seçim hakkı yoktur. Allah ve Resûlü bir konuda hüküm vermişse artık inanmış erkek ve kadınların o konuda bir görüş belirtmeleri, bir tercihte bulunmaları söz konusu değildir.
Evet mü’min olduktan sonra hiç kimsenin hiç bir konuda seçim hakkı yoktur. Ama mü’min oluncaya kadar iki seçim hakkımız vardır. Allah ve Resûlünü de seçebiliriz, Allah ve Resûlü dışındaki bir dünyayı da seçebiliriz. Allah ve Resûlüne iman ve teslimiyeti, Allah ve Resûlünün istediği bir hayatı yaşamayı da seçebiliriz, keyfimize göre bir hayat yaşamayı da seçebiliriz. Mü’min olmayı da, kâfir olmayı da seçme hakkımız vardır. Ama iman ettikten sonra, ben mü’minim dedikten sonra, ben inandım dedikten sonra hiç bir mü’min erkek ve kadın için Allah ve Resûlünün seçtiği karar karşısında itiraz etme, görüş bildirme, yargılama, sorgulama hakkı kalmamıştır. Allah ve Resûlünün alternatifi bir karara, bir hükme, bir yola gitme hakları kalmamıştır
Evet anladık değil mi? Allah ve Resûlüne iman edinceye kadar, Allah ve Resûlünü seçinceye kadar bu irademiz elimizdedir. Dilediğimizi seçebiliriz. Ama tercihimizi Allah ve Resûlünden yana kullandıktan, müslüman olduktan sonra artık Allah ve Resûlünün bizim hakkımızda vermiş olduğu bir kararının dışında bir karar verme hakkımız da, yetkimiz de yoktur. Allah ve Resûlü ne diyorsa, bizim için neyi seçmişse olduğu gibi kabul edip teslim olmak zorundayız. Artık bu benim hoşuma gitmiyor, bunu benim mantığım almıyor, buna benim aklım yatmıyor deme hakkımız da yetkimiz de yoktur.
“Hiç birinizin gönlü, arzusu, hevesi benim getirip tebliğ ettiğim şeylere tabi olmadıkça mü’min olmuş olamazsınız.” (Buhârî
Yine bir başka hadislerinde Allah’ın Resûlü şöyle buyurur:
“Sizden biriniz beni nefsinden, ailesinden, çocuklarından ve tüm insanlardan çok sevmedikçe mü’min olamaz.” (Buhârî, İbni Mâce)
“Üç şey kimde bulunursa, o gerçek imanın tadına ermiştir. Allah ve Resûlünü her şeyden çok sevmesi, sevdiğini Allah için sevmesi, hidâyeti bulduktan sonra küfre dönmekten, ateşe düşmek kadar korkması” (Ahmed İbni Hanbel Müsnedi)
Hz. Ömer Efendimiz der ki; “Allah ve Resûlünün kötü gördüğü bir şeyi iyi gören mü’min değildir.” Hz. Ali Efendimiz de buyurur ki; “Her kim ki Allah ve Resûlüne muhabbet iddia ettiği halde, Allah ve Resûlüne muvafık hareket etmezse bu iddiası batıldır.
Kim ki Allah ve Resûlüne isyan eder, Allah ve Resûlünün seçimine alternatif seçimler arayışı içine girerse o kimse apaçık bir şekilde Allah yolundan sapmış ve sapıtmış demektir. Evet Allah ve Resûlüne inandığını iddia ettikten sonra, Allah ve Resûlünü tercih ettikten, müslüman olduktan sonra kim ki Allah ve Resûlüne isyan ederse artık onun Allah ve Resûlüyle hiçbir bağı kalmamış, net bir şekilde İslâm’dan uzaklaşmış demektir. İşte bunun pratik örneğini sahâbeden Zeyd ve Zeynep’te görüyoruz. Zeyd Rasûlullah efendimizin evlâtlığı, Zeynep te onun karısıdır. Rasûlullah efendimiz evlâtlığı olan Zeyd’le hâlâsının kızı olan Zeyneb’i evlendirmek ister.
Tabii bir köleyle asil, soylu bir kadını evlendirerek Allah’ın Resûlü toplumdaki kölelik anlayışına en büyük darbeyi indirmek istiyor. Onun içindir ki o günün geleneklerine göre gerçekten bu çok zor bir evlilikti. Ama İslâm gelenekleri yıkacak, kardeşliği pekiştirecek, İnsanlar arasındaki sınıf farklılığını bitirecekti. İşte böyle bir eylemi Allah’ın Resûlü ilk önce kendi akrabaları arasında gerçekleştiriyordu. Soylu kadın Zeynep bundan çekinir. Ben Zeyd’den daha soyluyum, onu kendime lâyık görmüyorum der. Rabbimiz işte bu âyetiyle uyarır onu ve velîsini. Ben müslümanım diyen hiçbir kimse Allah ve Resûlünün seçimine itiraz edemeyecektir. Rabbimizin bu âyetini duyar duymaz hemen Zeynep ve ailesi Rasûlullah’ın seçimine teslim olurlar ve bu evlilik gerçekleşir
Birkaç yıl evli kalırlar, ama bir türlü aralarında geçim olmaz ve boşanırlar. Belki de Resûlullah Efendimizin hatırına bir köleyle evlenmeye razı olması sebebiyle Rabbimiz Zeynep annemizi peygamberimizle evlendirerek ödüllendirmek ister. İşte benim asıl diyeceğim şuydu: Zeynep annemiz peygamberimizle evlenirken onu istemeye dünürcü olarak kim gidiyor biliyor musunuz? Zeyd efendimiz. Resûlullah efendimiz diyor ki; Zeyd git Zeynebi bana iste. Zeyd efendimiz boşadığı peygamberimize istemeye gidiyor. Zeyneb annemiz diyor ki, ben hamur yuğuruyordum, Zeyd geldi, bana arkasını dönerek selâm verdi ve dedi ki; Zeynep Resûl-i Ekrem seninle evlenmek için beni gönderdi, üç gün düşünmeni ve karar vermeni söyledi, rica ediyorum peygamberle evlenmeyi kabul edersen sevinirim dedi ve gitti diyor. Dikkat ediyor musunuz? Zeyd efendimiz boşadığı kadını bir başkasına istemeye dünürcü gidiyor. Şimdi içimizden birisi bunu yapabilir mi? Bırakın onu bir başkasına istemeye gitmeyi, onunla evlenmek isteyenleri öldürmeye kalkanları görüyoruz. Ne oluyor yahu? Karılığınız kocalığınız bitmiştir ama unutmayın ki kardeşliğiniz devam ediyor. Onu zedelemeye ve birbirinize düşman kesilmeye ne hakkınız var?
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Nisa-20. “Bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, birincisine bir yük altın vermiş olsanız bile ondan bir şey almayın. İftira ederek ve apaçık günaha girerek ona verdiğinizi geri alır mısınız?”

Bakara, Nisâ ve diğer sûrelerde anlatıldığı gibi eğer bir kadınla bir erkeğin birlikte yaşamaları mümkün olmayacak bir duruma gelmişse her iki tarafın da boşanma hakları vardır.
Bunu kadın da talep edebilir, erkek de onu boşamak isteyebilir. Ama ne boşanmayı talep eden kadın bu talebini gerçekleştirirken, ne de boşamayı gerçekleştiren koca bu eylemi gerçekleştirirken asla birbirlerini kötülemeyeceklerdir.Çünkü her şeyden önce kardeştirler bunlar. Her iki taraf da birbirlerinin Müslüman kardeşidir.
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
50
ALLAH ve Resûlü bir konuda bir hüküm vermiş, bir hükümde bulunmuşsa o konuda, ALLAH ve Resûlünün karar verdiği o işte mü’min erkek ve kadınlara seçim hakkı yoktur. ALLAH ve Resûlü bir konuda hüküm vermişse artık inanmış erkek ve kadınların o konuda bir görüş belirtmeleri, bir tercihte bulunmaları söz konusu değildir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa-21. “Nasıl alırsınız ki siz birbirinize katılmıştınız ve onlar siz­den sağlam bir teminat almışlardı.”
Düşünün, bir erkek bir kadınla evlendi, bir araya geldiler, birbirle­rine yakın oldular, birbirlerine katıp karıştılar, aralarında hiç bir engel kalmayacak biçimde birleştiler, yakınlaştılar, bir ruh tarafından idare edilen iki beden oldular, o onun kocası, o da onun karısı oldu, birlikte bir hayatı, birlikte soluklarını paylaştılar. Böylece sarmaş dolaş birlikte günler, geceler, aylar, yıllar geçti. Sevgilerinin meyvesi olarak çocukları oldu, ya da olmadı. Ama beraber oldular, beraber yaşadılar. Birbirleriyle böylesine içli dışlı oldular. Birlikte cinsel ihtiyaçlarını gide­rip güzel günler yaşadılar. Birlikte unutulmaz, silinmez hatıraları oldu
Ama işte nedense sonradan olmadı, anlaşamadılar, araya bir kısım tatsızlıklar girdi ki bu tatlılıklarına galebe çaldı. Olmasa iyiydi ama huzursuzlukları huzurlarından üstün geldi de birbirlerine daha fazla acı çektirmemek, birbirlerine hayatlarını zindan edip kan kus­turmamak için güzellikle ayrılmayı, boşanmayı kafalarına koydular. İşte bu durumda koca daha önce o kadınına mehir olarak kantar kantar altın ve gümüş vermiş de olsa artık onun zerresini bile ondan almaya çalışmamalıdır, hakkı yoktur buna. Onu o bir zamanlar birlikte geçirdiği güzel günler hatırına hanımına bırakacak ve o kadın da iste­diği gibi onu harcama imkânına sahip olacaktır.
Bakın Rabbimiz konunun önemine dikkatlerimizi çekmek üzere buyuruyor ki, ona iftira ederek ve kendiniz de apaçık bir günaha girerek verdiğinizi almaya mı çalışacaksınız? Bir Müslüman olarak yakışır mı bu size? Rabbimiz böyle diyerek biz kullarını uyarıyor ama gelin görün ki şu anda bizim toplumda gerek kadın, gerekse erkek olarak Rablerinin bu uyarılarını tanımadan, Rablerinin kitabından ha­bersiz bir hayat yaşayan insanlar Allah korusun maddeye tapınırca­sına tavırlar sergiliyorlar. Gerek kadın tarafı, gerekse erkek tarafı üç kuruşluk mal için birbirlerine olmadık zulümlerde bulunuyorlar. Mehiri vermemek için erkek tarafı kadına olmadık iftiralar, olmadık hakaretler yapıyorlar. Kadın tarafı da bu mehiri alabilmek için veya bazen fazla­dan bir şeyler koparabilmek için koca tarafına olmadık şeyler söylü­yorlar.
Halbuki Allah bu dedikoduların kökünden silinmesini murad ediyor. Her iki tarafa da emirlerde bulunarak birlikte yaşanan o güzel günlerin zehir edilmemesini emrediyor. Her iki tarafa da kardeş ol­duklarını hatırlatarak böyle yamukluklara tevessül etmemelerini öğüt­lüyor Rabbimiz. Sizler her şeyden önce kardeşsiniz, dünyada kar­deşler olarak komşu olabileceğiniz gibi yarın cennette yine komşular olarak birlikte bir hayatta yaşayacaksınız. Öyleyse niye bu ilişkilerinizi Allah’ın istemediği bir şekilde bozmaya çalışıyorsunuz? Tamam bu evliliği yürütemeyerek ayrıldınız, bu sizin hakkınızdır, bu suç değildir. Geçimsizlik de ayrılmak da suç değildir, ama boşanırken ve boşan­dıktan sonra birbirinize yaptığınız bu yamuklukların tamamı suçtur. Böyle birbirinize yaptığınız iftiralarla, bühtanlarla, dedikodular ve günahlarla İslâm toplumunu ve kardeşlik hukukunu zedeleme eylemleri­nizin yarın cezasını çekecek, bunun hesabını vereceksiniz buyuruyor Rabbimiz.
Demek ki koca karısının mehrini mutlaka vermek zorundadır. Ona daha önce kantar kantar mehir vermiş de olsa. Arkadaşlar, bu kantar kantar ifadesi gücü yetenlerin, malî imkânları iyi olanların ka­dınlara yüksek mehir vermelerinin cevazını anlatır deniyor. Gerçi Hz. Ömer Efendimiz bir ara bunu yasaklamayı düşünmüş. Toplumun ekonomik ve ahlâkî dengesini bozduğu, toplumda fakirlerin evlilikleri­nin zorlaştığı, zorlaştırıldığı endişesiyle kadınlara fazla mehir vermeyi yasaklamayı, ya da buna bir sınır getirmeyi düşünmüş, ama sonradan mescitte hutbe esnasında bir kadının işte bu âyeti hatırlatarak kendi­sini uyarması sonucunda bundan vazgeçmiştir.
22. “Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenme­yin, geçmişte olanlar artık geçmiştir çünkü bu bir fuhuş ve iğrenç bir şeydi, ne kötü bir yoldu!”
Cahili, şirk ve küfür toplumlarında insanlar babalarının hanımlarıyla evlenirlerdi. İslâm öncesi Mekke ve diğer tüm cahili toplum­larda bu yaygındı. Şu anda yeryüzündeki müşrik toplumlarda, vahye dayanmayan, vahiyden habersiz bir hayat yaşayan toplumlarda da bu tür cahili uygulamaların varlığını biliyoruz. Ama bu kitabın ve bu âyetlerin geldiği dönemde evlâtların üvey anneleriyle evlenmeleri yaygındı. Baba öldüğü anda hemen büyük evlât, küçük evlât hangisi güçlüyse, hangisi erken davranırsa anasının sahipliğini iddia eder ve onunla evlenirdi. İşte Rabbimiz bu âyetiyle böyle bir şeyin caiz olma­dığını ortaya koyuyor. Bu yasaktır. Babalarınızın nikâhladığı kadın­larla, yâni üvey annelerinizle evlenmeyin.
Ama geçen de geçmiştir, geçenler konusunda da sorumlu değilsiniz, Allah onu size affetmiştir. Ama şu andan itibaren, Rabbinizin bu yasasına muttali olduğunuz andan itibaren sakın böyle bir şeyi yapmaya kalkışmayınız.
Âyetin nüzûl sebebiyle alâkalı İbni Kesir şöyle bir hadîse nakle­der. Ensâr’dan bir zât vefat edince oğlu onun hanımıyla evlenmek istedi. Kadın dedi ki, ben seni oğlum yerinde görüyorum. Sen Kerîm bir zatın oğlu Kerîm bir kimsesin. Şimdi ben Rasulullah Efen­dimizin yanına gideceğim ve bu konuyu kendisine soracağım dedi. Ve Rasulullah’ın yanına gelerek durumu kendisine sordu. Ey Allah’ın Resûlü, kocam vefat etti ve onun oğlu benimle evlenmek istiyor. Halbuki ben onu kendi oğlum makamında gördüm ve durdum. Şimdi bu durumda bana ne dersin? Bu konuda hüküm nedir? dedi ve hemen arkasından âyet nâzil oldu. Rabbimiz babalarınızın nikâhladığı ka­dınlarla evlenmeyin, bu Allah’ın gazabını celbeden, Allah’ı kızdıran büyük bir fahşadır buyurdu.
Evet, bu gerçekten çok çirkin bir haya­sızlık ve de öfke duyulan bir iğrençliktir, çok kötü bir yoldur. Allah kullarına böyle ahlâk dışı yolları yasaklamıştır. Böyle bir evlenmeye yasak koymuştur. Çünkü bu büyük bir fahşadır.
Daha önceki âyeterde faşa ile fuhuş ile alakalı epey bir şeyler demeye çalışmıştım. Burada da biraz söz edelim. Fuhuş dediğimiz kötülükler günümüzde özellikle Allah bilgisinden, vahiyden uzak yaşayan toplumlarda oldukça yaygın hale gelmiştir. Bu gibi yerlerde İslâm’ın ‘fahşa-fuhuş’ dediği çirkinlikler kanıksanıyor, ayıp sayılmıyor; hattâ çok normal, sıradan davranışlar olarak kabul ediliyor.
Fuhuş özellikle batı toplumlarında geniş bir sektör haline gelmiştir. Bu sektörde mekanların yanında, bütün yazılı ve görsel basın ve en son teknoloji bile kullanılıyor. Bu konuda üretilen ürünler çok rahatlıkla kitlelere ulaştırılıyor. Evlilik dışı ilişkiler yaygın olduğu gibi, erkek ve kadının evlenmeksizin beraber yaşaması artık sosyal bir olgu olarak kabul görüyor. Bunun yanında aynı cinsler arasındaki ilişkiler, hatta evlilikler bile normal karşılanıyor. Bu ülkelerde fuhuş’un sergilendiği mekanlar ise sayılamayacak kadar çoktur.
Mü’minler izzet ve şereflerini, haysiyet ve insanlıklarını, aile ve nesillerini; çağımızın bu hayasız hastalığından ancak İslâm’ın getirdiği ölçülere uyarak, onları ahlâk haline getirerek koruyabilirler. Kişiyi bütün toplumlarda –bu kadar bozulmaya rağmen- küçülten, değerini düşüren, yüksek makamlara çıkmasına engel olan ve kötü tanınmasına sebep olan fuhuş olayı, aslında İblis’in bir çağrısıdır ve tuzağıdır. Aklı başında olan insanlar bu ezelí düşmanlarının böylesine kurnaz ve tehlikeli oyunu karşısında uyanık olmak, onun çirkin davranışları sevimli gösterme tuzağına düşmemek zorundadırlar
İslâm, evlilik dışı ilişkilere fuhuş dediği gibi, bütün çirkin, bayağı, adi, iffet ve haya dışı çirkinliklere de ‘fahşa’ demekte ve hepsini müslümanlara uygun görmeyerek yasaklamaktadır. Müslümanlar İslâm’ın getirdiği iffet ahlâk evlilik ve aile hayatı ölçülerine uyarak bu hayasızlıklardan korunabilirler. Önceki âyetlerinde de Rabbmiz mü’minleri temizlemeyi, onları Mekke cahiliye ortamından üzerlerinde taşıyıp getirdikleri cahiliye izlerinden, kalıntılarından temizlemey murat buyurduğunu haber vermişti. Müslümanları kendi emirleri ve yasaları doğrultusunda tertemiz bir hayata ulaştırmayı hedefediğini haber vermişti. Öyleyse bizler Rabbimizin bizim için, bizim temizlenmemiz için gönderdiği helâl haram yasarına riayet ederek, O’nun yasalarını çiğnemeden bir hayat yaşamak zorundayız. O zaman dünyamız da güzel olacak, âhiretimiz de güzel olcaktır. Bundan sonra öteki evlenme ya­saklarını anlatmaya başlıyor rabbimiz.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa-23. “Sizlere analarınız; kızlarınız, kız kardeşleriniz, halâlarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kız kar­deşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kar­deşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe gir­diğiniz kadınlarınızın yanınızda kalan üvey kızlarınız ki onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak sûretiyle evlenmek, geçmişte olanlar artık geçmiştir size ha­ram kılındı. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.”
Kendileriyle evlenilmeleri haram olanlar da bakın şunlardır. Muharremat olanlar şunlardır ki; bunların ilk yedisi neseben haram olanlar, sonrakiler de sebeben haram sayılanlardır. Rabbimiz önce neseben haram olanları, sonra da süt akrabalığı dolayısıyla ve sıhrî akrabalık sebebiyle haram olanları anlatıyor. İşte bu zikredilenlerin dı­şındakilerin bize helâl olduğu açıklanıyor. Ancak meşru yollarla, helâl yollarla olmak kaydu şartıyla. Mehirleri verilerek, nikâh akdi gerçek­leştirilerek ve de dörtten fazlaya taşmayarak, câriyelerle yetinerek, zi­naya gitmemek kaydu şartıyla. Rabbimizin haramlarını haram, helâl­lerini de helâl bilmek kaydu şartıyla.
1- Annelerinizle evlenmeniz size haram kılındı. Anneleriniz ve ila nihaye annelerinizin anneleriyle evlenmeniz haramdır. Nineleriniz, babalarınızın anneleri, annelerinizin anneleri. Bir de annelerin üvey ya da öz olması da durumu değiştirmeyecektir. Üvey anneler de aynen öz anneler gibi haramdır. Bir önceki âyette onu demeye çalışmıştım.
2- Kızlarınız size haram kılındı. Kızlarınız ve ila nihaye kızlarını­zın kızları da haramdır. Kendi kızlarınız haram olduğu gibi, oğullarınızın kızları, kızlarınızın kızları da haramdır
3 Kız kardeşlerinizle evlenmek haram kılındı. Kız kardeşeleriniz ve ila nihaye kız kardeşlerinizin kızları. İster ana baba bir, is­terse ana bir, veya baba bir kardeşiniz olsunlar fark etmez.
4- Halâlarınızla evlenmeniz size haram kılındı. Babalarınızın kardeşleri olan halâlarınız da size haramdır. Bunlar da ister ana baba bir, ister ana, ya da baba bir kardeşleri olsunlar size haramdırlar.
5- Teyzeleriniz size haram kılındı. Annelerinizin kardeşleri de size haramdır. Bunlar ister ana baba bir, isterse ana ya da baba bir kardeşleri olsunlar fark etmeyecektir.
6- Erkek kardeşlerinizin kızları haram kılındı. Bunlar da aynıdır­lar.
7- Kız kardeşlerinizin kızları haram kılındı. Bunlar da öyledir.
İşte buraya kadar anlatılanlar neseben haram olanlardır. Bundan sonrakiler de sebeben haram olanlardır.
8- Sizi emziren süt anneleriniz size haram kılındı. Çünkü bir er­kek yahut kız çocuğunu emziren kadın aynen onun öz annesi gibidir. O kadının kocası da emenin babası gibidir. O çocuğun öz babası, öz annesi ile alâkalı hükümlerin aynısı bunlar için de geçerlidir. Bina­enaleyh bir kişi nasıl ki öz babası ve annesiyle evlenemiyorsa süt an­nesi ve süt babasıyla da evlenmesi haramdır. Allah’ın Resûlü bir ha­dislerinde şöyle buyurur: “Kanın haram kıldığını süt de haram kılar.”
Burada detaya girmek istemiyorum, ama fıkıh kitaplarında bu haramlığın gerçekleşmesi için emilen süt miktarı ve emme çağıyla alâkalı farklı görüşler vardır. Meselâ İmam Ebu Hanife ve İmam Mâ­like göre orucu bozacak kadar bir miktar emmişse bu haramlığın ger­çekleşmesi için yeterlidir derlerken, imam Şâfiî de en az beş kez emme şartını getirir. Emme çağıyla alâkalı da kimileri sütten kesilme­den önceki emme geçerlidir, çünkü çocuğun sütten kesilmesinden sonraki emmeleri tıpkı su içmeye benzer ki bu haramlık gerçekleşmez derlerken, kimileri iki yaşına kadar ki emmelerin geçerli olduğunu, bu çağdan sonraki emişlerin geçerli olmadığını söylemişlerdir. İmam Ebu Hanife de iki buçuk yaşına kadarki emmelerin geçerli olduğunu söylemiştir. Hz. Ayşe annemiz de bu emme işinin herhangi bir yaşla sınırlandırılmasının olmadığını, ne zaman emerse emsin bu yasağın gerçekleşeceğini söyler
9: Süt kız kardeşleriniz size haram kılındı. Evet kişinin gerek kendisiyle birlikte aynı anda süt emdiği o kadının çocuğu, gerekse kendisinden önce yahut sonra o kadının süt emzirdiği tüm çocukları onun süt kardeşleridirler ve onlarla evlenmesi kendisine haram olur.
10: Hanımlarınızın anneleri haram kılındı. Evet kişinin hanımının annesi ona haramdır. Kişi hanımıyla nikâhlandığı andan itibaren, isterse onunla gerdeğe girmemiş, cinsel ilişkide bulunmamış da ol­sun, nikâh akdi gerçekleştirildiği andan itibaren o karısının annesi o kişiye haramdır.
11- Kendileriyle gerdeğe girip cinsel ilişki kurduğunuz kadınları­nızdan dünyaya gelmiş olup sizin elinizin altında, koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Çünkü an­neleriyle zifaf onları kişiye haram kılar. Bu kişinin karısının kızları ister kendi evinde büyümüş, korunma altına alınmış olsun, isterse başka yerlerde bulunsun fark etmeyecektir. Ama kendileriyle cinsel ilişkide bulunmadığınız kadınlarınızın kızlarıyla evlenmenizde bir sakınca yoktur. Yâni kendileriyle nikâh kıyılmış ama gerdeğe girilmemiş, cin­sel ilişkide bulunulmamış kadınların kızlarıyla evlenmenizde bir sa­kınca yoktur. Tabi bunlar o kadının başka kocalarından olma çocukla­rıdır. Rebaib o kadının başka kocasından olma çocuğunun adıdır.
12- Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları da size haram kılındı. Sizin kendi çocuklarınızın eşleri. Evlâtlıkların bundan ayrı tutulması için Rabbimiz kendi sulbünüzden olan çocuklarınız eş­leri ifadesini kullanmıştır. Evlâtlıkların eşleri bunun dışındadır. Nitekim Rabbimiz evlâtlığı Zeyd’in boşadığı karısı Zeynep’le Rasulullah Efen­dimizi evlendirmiştir. Ahzâb sûresi bunu anlatır.
13- İki kız kardeşi aynı anda nikâh altında birleştirmeniz de size haram kılındı. Eğer Rabbimizin bu yasası gelmeden önce böyle iki kız kardeş birlikte nikâhlanmışsa bunlardan birisi boşanacaktır. Ancak cahiliyede geçen geçmiştir. Allah’ın bu yasaları size ulaşmadan öncekileri Allah affedecektir.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
22. “Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenme*yin, geçmişte olanlar artık geçmiştir çünkü bu bir fuhuş ve iğrenç bir şeydi, ne kötü bir yoldu!”




ALLAH kullarına böyle ahlâk dışı yolları yasaklamıştır. Böyle bir evlenmeye yasak koymuştur. Çünkü bu büyük bir fahşadır.
Fuhuş dediğimiz kötülükler günümüzde özellikle ALLAH bilgisinden, vahiyden uzak yaşayan toplumlarda oldukça yaygın hale gelmiştir. Bu gibi yerlerde İslâm’ın ‘fahşa-fuhuş’ dediği çirkinlikler kanıksanıyor, ayıp sayılmıyor; hattâ çok normal, sıradan davranışlar olarak kabul ediliyor.


***

Mü’minler izzet ve şereflerini, haysiyet ve insanlıklarını, aile ve nesillerini; çağımızın bu hayasız hastalığından ancak İslâm’ın getirdiği ölçülere uyarak, onları ahlâk haline getirerek koruyabilirler. Kişiyi bütün toplumlarda bu kadar bozulmaya rağmen- küçülten, değerini düşüren, yüksek makamlara çıkmasına engel olan ve kötü tanınmasına sebep olan fuhuş olayı, aslında İblis’in bir çağrısıdır ve tuzağıdır. Aklı başında olan insanlar bu ezelí düşmanlarının böylesine kurnaz ve tehlikeli oyunu karşısında uyanık olmak, onun çirkin davranışları sevimli gösterme tuzağına düşmemek zorundadırlar
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa-24. “Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. Mâliki bulunduğunuz câriyeler müstesna, bunlar, Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp, iffetli olarak, mallarınızla istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalandığınıza mukabil karar­laştırılmış olan mehirlerini verin; kararlaştırılandan başka karşılıklı hoşnut olduğunuz hususta size bir sorumluluk yoktur. Allah Bilendir, Hakîm'dir.”
Sağ ellerinizin sahip olduğu câriyelerinizin dışında kadınlardan evli ve hür olanlarla evlenmek de yasaktır. Evet evli, muhsana kadın­larla evlenmek de yasaktır. Nikâh altındaki kadınları nikâhlamak ha­ramdır. Ancak savaş esiri olarak ele geçirdiğiniz evli kadınlardan ko­caları savaş alanının dışında olanlarla cinsel ilişkiye girmenizde size bir sakınca yoktur. Fakat savaşta esir alınan bu evli kadınların koca­ları da kendileriyle birlikte esir alınmışsa imam Ebu Hanife’ye göre bunların kocalarıyla evlilikleri devam ettiğinden cinsel ilişki yasaktır. İmam Mâlik ve Şâfiî’ye göre de bunların evlilikleri sona ermiştir ve o kadınlarla cinsel ilişki caizdir. İşte bunlar, bu anlatılanlar size haram olanlardır. Bu sayılanla­rın dışında kalanlar da size helâl kılınmıştır. Zinadan kaçınıp iffetli bir şekilde yaşamanız kayd u şartıyla, Rabbinizin bu yasalarına riâyet etmeniz kayd u şartıyla, diğer kadınlarla evlenmeniz size helâl kılın­mıştır. Mallarınızdan mehirlerini vererek bu helâl kadınlarla evlenebi­lirsiniz. Müslümanların giriştikleri cihat sırasında esir edilen kadın ve kızlar. Başkasının mülkü olan köle kadın. "Câriye" sözcüğü denizin üzerinde akıp giden gemiye denir. Câriyeler de efendilerinin emir ve hizmetleri çerçevesinde hareket etmeleri sebebiyle bu ismi almışlardır. Câriyeliğin kaynağı, savaş esiri kadınlardır. Savaş sonrasında tıpkı erkek esirler hakkında olduğu gibi kadın esirler de ya karşılıksız olarak, ya fidye karşılığı serbest bırakılırlar veya köle olarak gazilere dağıtılırlar. Hiç şüphesiz bu alternatiflerden biri tercih edilirken, karşı tarafın elindeki müslüman esirlerin durumu ve İslâm'ın maslahatı gözetilerek tercih yapılır.
Câriyelerin işgal ettikleri mevki ve tesir köle ve azatlıların mevki ve tesirlerinden aşağı değildir. Bu esirler kim olursa olsun cihada katılan müslüman askerler arasında paylaştırılacak ganimetlerdendir. Câriyelik, kölelik gibi, insanın yeryüzündeki mevcudiyeti kadar eskidir. Tarih boyunca kendisinde bir kuvvet ve kudret gören, bir başkasını hizmetinde kullanmış ve ona tahakküm etmiştir. Bunda kadınla erkeğin farkı yoktur. Köleler gibi câriyelerin de alınıp satılması tabii olarak insanlığın geçirdiği sayısız merhaleden sonra başlamış olması gerekir. Bir zamanlar câriyelerin talim ve terbiyesi pek kazançlı bir iş olduğundan, bu yolla para kazanmak isteyen kişi esir pazarına gider, zekâ ve istidat sahibi bir câriye satın alır, ona şiir ve edebiyat, şarkı ve çalgı, Kur'an okumak, ev idaresi gibi şeylerden birini öğrettikten sonra aldığı fiyatın birkaç katına satardı. Bu câriyelerden bazıları, hanendelik, şiir veya edebiyatta fevkalâde maharet sahibi olmalarından dolayı çok pahalı satılırlardı.Köleler gibi câriyeler de sahipleri tarafından azat edilirlerdi. Esir azat etmek, İslâm nazarında önemli bir sevap olarak kabul edildiği için, müslümanlar köle ve câriyelerini azat ederlerdi. Azat edilen câriye veyahut köleye, efendisi tarafından ıtıknâme yani özgür olduğuna dair bir belge verilirdi. İçlerinden bu ıtıknâmeleri muska gibi boyunlarına takanlar vardı. Câriyeler iyi muamele görürlerdi. Sert efendilere tesadüf eder ve memnun olmazlarsa, diğer birine satılmasını teklif eder; arzusu yerine getirilmediği takdirde kaçarak kendini sattırırdı. Bununla birlikte kıskançlık yüzünden hırpalananlar da olurdu. Ayrıca câriyelere "halâyık" denirdi.İslâm hukukunda câriyeler diğer kadınlardan farklı bir statüye tabidirler. Efendileri nafakalarını ödemek ve iffetlerini korumak mecburiyetindedirler. Onlara iyi davranılması da Kur'an'da emredilmektedir. Müslümanlar onların hukuklarına riayet edecekler, onlara yediklerinden yedirecekler, içtiklerinden içirecek, giydiklerinden giydirecek yani onları koruyup gözeteceklerdir. Onların yaralarını sarıp özgürleşmelerine, Allah’a kul olmalarına yardımcı olacaklardır. İşte Nisâ sûresinin bu âyeti ve bundan sonra gelecek âyetleri uzun uzun bu konuyu anlatacak. Efendileri, yediklerinden onlara yedirir, giydiklerinden giydirirler. Azat edilmeleri söz konusu edilmemiş olan câriyeler alınıp satılabilirler. Ancak azat edilmeleri efendilerinin ölümüne bağlı olanlar, azat edilmeleri karşılığında kendilerinden bir bedel talep edilmiş olanlar ya da efendilerinden çocuk getirmiş olup "Ümmü Veled" statüsünü kazanmış olanlar alınıp satılamazlar.İslâm gerek kölelerin, gerek câriyelerin hürriyetlerine kavuşturulmaları konusunda teşvikte bulunmuş, ayrıca bir çok suça kefaret olarak azâd edilmelerini öngörerek hürriyetlerine kavuşmaları için gerekli yolları çoğaltmıştır. Unutmayalım ki câriyelik ve kölelik, İslâm’ın çıkardığı bir hadise değildir. İslâm’ın yeryüzüne geldiği dönemde dünyanın her yerinde var olan bir hadiseydi. Tabii ki tüm dünyada yaygın olan böyle bir müesseseyi peygamber efendimizin dünyanın küçücük bir şehri olan Medine’de bir sözüyle kaldırması da mümkün olmayacaktı. Bir de savaşılan ve erkekleri öldürülmüş bu kadınların o haliyle salınıverilmesi toplum içinde ahlâksızlığın yayılmasına da sebep olacaktı. Ve İslâm köleliği ve cariyeliği ortadan kaldırmak için büyük mücadeleler vermiştir. Evet, İslâm adına müslüman olmayan toplumlarla yapılan savaşların ortaya çıkardığı bir kurum olup, bugün için kendiliğinden ortadan kalkmış bulunmaktadır. Bunun için bu konuda teferruata girmek gereksizdir.Onlardan hangi şeyle veya ne kadar istifade etmişseniz tespit ettiğiniz şekilde onların mehirlerini kendilerine veriniz. Dikkat ederseniz Rabbimiz ısrarla mehir konusunu gündeme ge­tirerek söz verip kararlaştırdığınız mehirlerini kadınlara verin buyu­ruyor. Bu miktarın belirlenmesi konusunda demin bir şeyler söylemiştik. Şüphesiz kadınların diledikleri kadar mehir isteme hakları var­dır. Ama elbette içinde yaşadığımız toplumun gerçeklerini ve az evvel söylediğim gibi Hz. Ömer Efendimizin döneminde de kadınlara verilen bu hakların hiçbirisini zayi etmeden şunu söyleyelim. Yaşadığımız toplumun ekonomik yapısını göz önünde bulundurarak evliliği zorlaş­tırmaya ve insanları zinaya itmeye hiçbir zaman hakkımız yoktur. Şu anda gerek yeni evlenmek durumunda olan kızlar ve erkekler, gerek kocası ölmüş olup da evlenmek isteyen dul kadınlar, ge­rek hanımı vefat etmiş ve evlenmek isteyen dul erkekler, böyle birta­kım zorluklar içinde bırakılarak, evlenebilme yolları kapatılarak, evle­nemedikleri için zinaya ve ahlaksızlıklara itilmemelidir. Hepimiz buna azami dikkat etmeliyiz. Ne yapıp yapıp toplumun tüm üyeleri olarak, bu tür insanları, sonunda ateşe gidecekleri, cehenneme gidecekleri bir ameli işlemekten, zinaya düşmekten korumak zorundayız. Bunun için de toplumumuzda evlenmek ne kadar kolaylaştırılabiliyorsa o ka­dar kolaylaştırmamız, evliliğin önünü o kadar açmamız lâzımdır. Zor­laştırmaktan ziyâde kolaylaştırmamız lâzımdır. Bu konuda toplumda herkese görevler düşmektedir. Bilhassa maddî durumu iyi olan zenginlerimiz oğlanlarını evlendirirlerken, kızlarını verirlerken benim nasıl olsa her şeye gücüm yeter diyerek büyük masraflar ederek, büyük meblağlara ulaşan har­camalar yaparak belki toplumda şu anda ekonomik güçleri olmadığı için evlenemeyen on tane gencin evlenebilecekleri paralar harcayarak düğün yapmamalıdırlar. On kişinin evlenebileceği bir meblağı bir kişi­nin evlenmesine harcamaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Hem öyle, hem de toplumda düğünleri böyle pahalılandırarak gücü olmayan ga­ribanların işini zorlaştırmaya da hakkımız yoktur. Kolaylaştırabildiği­miz kadar bunu kolaylaştırıp garibanların önünü açmalıyız. Kız babası mıyız? istemeye gelenlere elimizle buyurun diye­bilmeliyiz. Kız anası mıyız? Aman ha, ben dul mu evlendiriyorum? Ben kız gelin ediyorum. Ben kızımı bir kere evlendiririm, oğlumu bir kere evlendiriyorum, onun için anlı şanlı düğün yapmalıyım, şunlar şunlar olmadan ben kız çıkarmam. Şunlar şunlar olmadan ben oğlan evlendirmem diyerek toplumun ahlâkî dengesini, ekonomik dengesini bozmayalım.
Öyleyse düğünleri, evlilikleri zorlaştırmayalım. Kendimizin dışın­daki garibanları da düşünelim. Her şeyden önce çevreye hava at­maktan ziyâde Rabbimizin rızasını kazanmayı düşünelim. Unutmaya­lım ki oğlumuzun, kızımızın evlenmesine harcayacağımız çok fazla paralarla çevremize hava atmak yerine o paraları evlenemeyen gençlere harcamamız Rabbimizin rızasını kazanmamıza sebep ola­caktır.
Eğer imkânlarınız varsa bu imkânlarınızı başkalarının evlenmelerine harcayın ki Rabbiniz sizden razı olsun. Eğer iki yatağımız, iki yorganımız varsa, birtakım yastık alma imkânımız varsa nice gari­banlar var ki onlara bu bile yetmektedir. Gelin kendiniz kolaylıkla ev­lenmeden yana olduğunuz gibi başkalarının da kolaylıkla evlenmele­rini sağlayın. Hayatınız, yaptıklarınız Allah’ın rızasını kazanmadan yana olsun. Toplumda evlilikler kolaylaştırılsın, boşanma da kolay olsun. Mehir sebebiyle, düğünlerde harcanacak çok çok paralar sebebiyle, alınacak eşyaların çokluğu sebebiyle aileler parçalanmasın, gariban­lar yıllarca evsiz, barksız kalmasınlar. Erkekler ve kadınlar ıstırap ve sıkıntı içinde bir hayat yaşamasınlar inşallah.Mehir, evlenme sırasında kadına bu isimle ödenen meblağ; evlilikte kadının nikâh akdi veya cinsel temasla hak kazandığı mal veya meblağ anlamında bir terimdir. Kitap, Sünnet ve fıkıh literatüründe mehir kelimesi yerine, eş anlamda; "sadûk", "saduka","nıhle", "farîza", "ecr" "hıbâ" "ukr" "alâik" "tavl" ve "nikâh" kelimeleri de kullanılır. İslâm Hristiyanlıkta olduğu gibi kadının erkeğe verilmek üzere para biriktirilmesini (drahoma) değil de; aksine, erkeklerin kadınlara rağbetinin bir sembolü olsun diye hediye kabilinden bir meblağın ona verilmesini emretmiştir.
Mehir kadına değil, erkeğin üzerine vaciptir. Dâru'l-İslâm'da bir kadınla cinsel temas, ya had cezasını gerektirir, ya da mehir hakkını doğurur. Bu, kadına saygının bir sonucudur.Abdullah b. Abbas (r.a) tan rivayet edildiğine göre, Hz. Ali, Hz. Fâtıma ile evlenirken Rasulullah (s.a.s) kendisine; "O'na bir şey ver" dedi. Ali: "Bende bir şey yok" deyince de; "Hutamî zırhını verebilirsin" buyurdular.
Bir kadınla evlenmek isteyen bir sahabeye Allah'ın elçisi mehir vermesini bildirdi. Evinden de eli boş dönünce; "Demirden bir yüzük de olsa bak" deyip, yeniden eve gönderdi. Yine boş dönünce, ne miktar Kur'an-ı Kerîm bildiğini sordu ve sonunda şöyle buyurdu: "Haydi git, onu sana bildiğin Kur'an karşılığında verdim"
(Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI, 170).Bu konudaki ayet ve hadislerden şu sonuca varılmıştır. Resulullah (s.a.s), mehirsiz hiç bir evliliğe ruhsat vermemiştir. Eğer mehir vacip olmasaydı, bunu göstermek için arada bir onu terk ederdi. Diğer yandan, sahabe devrinden bu yana İslâm bilginleri mehir üzerinde icma etmişlerdir.Aile yuvasıyla ilgili görevlerin en güzel şekilde yerine getirilmesi için eski çağlardan beri kadınla erkek arasında bir görev bölümü yapılmıştır. Erkek, evin dışındaki işlerle uğraşır ve gerektiğinde ağır işlerde çalışarak geçim için kazanç sağlar. Kadın da evin yönetimi, yemeğin hazırlanması, çocukların bakım ve terbiyesiyle uğraşır. Bu yüzden bütün malî yükümlülükler kadının değil, erkeğin görevidir. Mehir ve bütün kapsamıyla nafaka bu yükümlülükler arasındadır. Bu görev bölümü erkekle kadının yaratılışına ve ilâhî sünnete de uygundur. Erkek daha güçlü olduğu için çalışıp kazanmaya daha yatkındır.
Mehir, nikâh akdinin rükün veya şartlarından değildir. Bu yüzden mehirsiz akdedilecek nikâh geçerli olur ve kadın emsal mehire hak kazanır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Kendileriyle cinsel temasta bulunmadığınız veya kendilerine bir mehir tayin etmediğiniz kadınları boşamışsanız, bunda üzerinize bir sakınca yoktur" (Bakara, 2/236). Bu ayette, cinsel birleşmeden veya mehir tespitinden önce kadını boşamanın geçerli olduğu belirtilmektedir. Boşama ancak sahih nikâhtan sonra mümkün olduğuna göre, ayet, akit sırasında mehirin konuşulmasının ne bir rükün ve ne de bir şart olmadığına delâlet eder.Ukbe b. Âmir (r.a)'ın naklettiği şu hadis de yukarıdaki anlamı destekler. Hz. Peygamber bir adama: "Seni filanca kadınla evlendireyim mi?" demiş; erkeğin; "evet" demesi üzerine, kadına hitaben; "Seni filanca erkekle evlendirmeme razı oluyor musun?" diye sormuştu. Kadının da "evet" demesi üzerine, onları evlendirdi. Herhangi bir mehir belirlenmeksizin evlilik gerçekleşti. Bu erkek vefatı sırasında şöyle dedi: "Rasulullah (s.a.s), beni filanca kadınla evlendirdi. Bir mehir konuşulmadı ve kadına bir şey de vermedim. Ona mehirim olarak Hayber'deki hissemi veriyorum". Kadın bu hisseyi almış ve yüz bin lira karşılığında satmıştır (Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî). Yalnız Malikîler mehiri, nikâhın bir rüknü olarak kabul ederler.Ebû Hanîfe'ye göre, mehirin en az miktarı on dirhem gümüş veya bunun karşılığıdır. Hz. Peygamber devrinde bu kadar para yaklaşık iki kurbanlık koyun bedelidir. Hırsızlıkta, had cezasının uygulanmasını gerektiren en az miktar bir dinar altın para olup, mehirde buna kıyas yapılmıştır. Çünkü bir dinar altın para, on dirhem gümüş paraya satın alma gücünde eşit durumda idi. İmam Malik'e göre mehirin en az miktarı üç dirhemdir. Bu mezhep de kendi hırsızlık nisabını ölçü olarak almıştır. İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel, en az miktar için bir sınır koymamışlardır. Delilleri; mehir ayetinde malın azına bir sınır konulmamasıdır (Buhârî, Nikâh, 34-51)
Satışı veya kullanılması yasak olmayan her şey mehir olarak verilebilir. Menkul ve gayrimenkul mallar, ziynet eşyası, hayvanlar, misli şeyler ve hatta menkul veya gayri menkul bir maldan yararlanma hakkı bunlar arasındadır. Ancak İslâm'ın yasak ettiği şeyler, meselâ; alkollü içkiler, domuz, ölmüş hayvan etleri mehir olamaz. Bu gibi şeyler mehir yapıldığı takdirde, nikâh akdi mehirsiz yapılmış sayılır ve kadın emsal mehire hak kazanır.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Nisa-24. “Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. Mâliki bulunduğunuz câriyeler müstesna, bunlar, ALLAH'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp, iffetli olarak, mallarınızla istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalandığınıza mukabil kararlaştırılmış olan mehirlerini verin; kararlaştırılandan başka karşılıklı hoşnut olduğunuz hususta size bir sorumluluk yoktur. ALLAH Bilendir, Hakîm'dir.”


İslâm gerek kölelerin, gerek câriyelerin hürriyetlerine kavuşturulmaları konusunda teşvikte bulunmuş, ayrıca bir çok suça kefaret olarak azâd edilmelerini öngörerek hürriyetlerine kavuşmaları için gerekli yolları çoğaltmıştır. Unutmayalım ki câriyelik ve kölelik, İslâm’ın çıkardığı bir hadise değildir. İslâm’ın yeryüzüne geldiği dönemde dünyanın her yerinde var olan bir hadiseydi. Tabii ki tüm dünyada yaygın olan böyle bir müesseseyi peygamber efendimizin dünyanın küçücük bir şehri olan Medine’de bir sözüyle kaldırması da mümkün olmayacaktı. Bir de savaşılan ve erkekleri öldürülmüş bu kadınların o haliyle salınıverilmesi toplum içinde ahlâksızlığın yayılmasına da sebep olacaktı. Ve İslâm köleliği ve cariyeliği ortadan kaldırmak için büyük mücadeleler vermiştir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa- 25. “Sizden, hür mü'min kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse, ellerinizdeki mü'min câriyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli ol­maları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velîlerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadın­lara edilen azabın yarısı edilir. Câriye ile evlenmedeki bu izin, içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sab­retmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve mer­hamet eder.”
Rabbimiz bundan önceki âyetlerinde bir Müslüman erkeğin ev­lenmesinin yasak olduğu kimseleri anlatmıştı. Evlenilmesi haram olanlar sayıldıktan sonra da işte bunların dışındakilerle meşru dairede mehirlerini verdikten ve kendileriyle nikâh akdini de gerçekleştirdikten sonra dilediklerinizle evlenebilirsiniz buyurulmuştu. İşte bakın bu âyette de Rabbimiz hür kadınlarla onlara onların istedikleri mehirlerini vererek evlenmeye güç yetiremeyenlerin de sağ ellerinin altında bu­lunan Müslüman câriyelerle evlenmelerini, onlarla yetinmelerini tav­siye ediyor.
Yâni anlıyoruz ki Rabbimiz İslâm toplumunda yaşayan insanların içinde nikâhsız bir tek kimsenin bile bulunmasını istemiyor bir, bir de savaşlarda esir alınan ve sonradan Müslüman olmuş câriyelerle evlenmeye teşvik ediyor. Savaşlarda esir alınmış, evlerinden, yurtla­rından uzak kalmış olsalar da ama fıtratları aynen yerinde duran, fıt­ratları gereği kendileri de evlenmeye mecbur olan, kendilerinin de mutlaka cinsel ihtiyaçları giderilecek olan bu câriyelerle evlenilerek sosyal hayatın dengesinin kurulmasını istiyor Rabbimiz.
Allah böyle istiyor. Rabbimiz istiyor ki toplumda hiçbir hür mü’mine kadın nikâhsız ve yalnız kalmayacak, mutlaka evlendirilecek. Böyle hür bir mü’mine ile evlenemeyecek durumda olanlar da mü’mine câriyelerle evlenecek. Hiç kimse ne yapayım benim evlen­meye gücüm yetmiyor diyemeyecek. Çünkü gerek kadın, gerek erkek böyle cinsel ihtiyacı giderilmeden toplumda yalnızlığa itilmemelidir. Böyle bir kimsenin bozulan ruh ve beden dengesinin toplumun den­gesini bozmasına asla izin verilemez.
Şunu unutmamak lâzımdır ki böyle cinsel ihtiyacı sağlanamayan erkek ve kadınların bulunduğu bir toplum bunalımlar toplumu ola­caktır. O topumda hiçbir zaman huzur ve sükun olmayacaktır. İşte bunun içindir ki Rabbimiz tarafından toplumda böyle bir tek insan kalmamacasına savaş esiri olup da mü’mine olan câriyelerle evlenil­meye teşvik edilirken, mü’mine olmayanların da efendilerine verildik­ten sonra onların mutlaka evlendirilmeleri emredilmektedir.
Bir kısmınız bir kısmınızdandır. Yemenizde, içmenizde, giyinmenizde kuşanmanızda, sosyal hayatı yaşamanızda, evlenmenizde, boşanmanızda, hukukunuzda, görevlerinizde, sorumlulukları­nızda birbirinize farklılığınız yoktur. Hepiniz eşitsiniz. Sadece aranız­da takva yönünden bir üstünlüğün ötesinde birbirinize bir üstünlüğü­nüz alçaklığınız yoktur. Onun içindir ki sakın Müslüman câriyeleri al­çak görmeye kalkmayın. Sonradan iman etmiş bir câriye takvası ve teslimiyeti gereği üst seviyeye mensup hür bir kadından üstün bir ko­numa gelebilir. Sizin imanlarınızı Allah bilmektedir. İman yönünden kimin üstün kimin alçak olduğunu en iyi bilen Allah’tır.
Öyleyse o câriyeleri küçük görmeyin de onları ehillerinin, sahip­lerinin izniyle nikâhlayın. Dikkat ederseniz burada câriyelerin ni­kâhlanmasında onların velîlerinin izni gündeme geliyor. Velîlerinin izni olmadan câriyelerle nikâhlanmanın caiz olmadığı konusunda âlimle­rimizin farklı görüşleri vardır. Kimi âlimlerimiz, velîlerinin izni olmadan da kızcağız kendi nikâhını akdeder derlerken âlimlerimizin ekseriyeti ise velînin izni olmadan mutlak mânâda nikâhın sahih olmayacağını iddia ederler. Kızın babası, anası, amcası, dayısı gibi velîsinin izni olmadan onunla nikâh akdi caiz değildir derler.
İffetli yaşamaları, gizlice dost tutmamaları, dost edinmemeleri, zinaya uzanmamaları kayd u şartıyla onlarla, o câriyelerle evlenin, ya da onları evlendirin. Onlar hakkındaki bu ifadeler genel mânâda bu­gün Müslümanların evlilik hayatlarına bir açıklık getirmemizi zorunlu kılıyor. Şu anda bizim toplumda ekonomik kaygılarımızdan dolayı, eğitim yapılanmalarımızdan dolayı ailelerin erkek ve kız çocukları ai­lelerinden ayrı ve uzakta bir hayatı yaşamak zorunda kalmışlardır. Baba, ana bir şehirde, kız ya da oğlan tahsil için gittiği başka bir şe­hirde. Veya baba ekonomik kaygılarla çocuklarını terk etmek, ya uzaklara gitmek ya da aynı şehirde ama çoluk çocuğundan habersiz bir durumu yaşamaktadır. Böylece velîlerinden uzakta kalan erkek ve kız çocukları velîlerinin haberleri bile olmadan evliliklerini kendileri ka­rarlaştırıyorlar. Ama çoğu zaman erkekler ve kızlar verdikleri bu kararı nikâhla yasallaştırmadan birbirleriyle gayri İslâmî görüşme ihtiyacı hissediyorlar. Yanlarında mahremleri olmadığı halde, yanlarında arkadaşları olsa da zaten onlar da aynen berikilerin işlediği yasağı çiğ­neyen kimseler olmaları hasebiyle aslında yok sayılırlar.
İşte bir pastahanede, kahvehanede buluşup görüşürlerken, nihâyet bu durumdan rahatsız olarak bir an evvel evlenelim diyorlar, ve fakat ne kızın, ne de oğlanın ana ve babalarının haberleri olmadan kendi kendilerine bir nikâh akdediyorlar. Gerçekten garip bir evlen­medir bu. Cinsel birleşmede de bulunamıyorlar, ayrı ayrı evlerde, ayrı ayrı yurtlarda kalıyorlar, sanki sadece görüşmek, buluşmak üzere kı­yılmış bir nikâhla devam ediyorlar. Sonra, taraflardan, bilhassa oğlan tarafının, oğlanın ailesinin bu adaya veya bazen da kız tarafının karşı çıkması sonucu veya uzun bir süre birlikte gezip tozduktan sonra oğ­lanın ben artık bu işten hoşlanmamaya başladım, benim hoşuma git­memeye başladı diyerek kızdan uzaklaşmaya çalışması veya erkek evet dediği halde, kız evet dediği halde ailelerinin baskıları sonucu bi­risinin bu işten vazgeçmesi, ya erkeğin kızı, ya da kızın erkeği terk etmesi gerçekten çok kötü bir durumdur.
Böyle durumda olanlara şunu tavsiye edelim. Sakın kendi kendinize nikâh kıymayın. Zaten siz istediğiniz kadar bu nikâha nikah de­yin, velîlerinizin haberi ve izni olmadığı sürece bu nikâh da nikâh değildir. Nikâhımız var diye beraber olduğunuz zaman içinde sürekli Al­lah’ın yasalarını çiğnemeye devam ediyorsunuz. Böyle kendilerine ni­kâh şahitleri de bulsalar, sözde nikâhlıyız da deseler fiili olarak bu kimseler nikâhsızdırlar. Böyle tarafların kendilerini hem nikâhlı, hem nikâhsız bir durumda bunalımlara atmalarının hiçbir anlamı yoktur. Evleneceklerse doğru dürüst ailelerini de bu işten haberdar ederek, ve de böyle ayrı ayrı yerlerde, yurtlarda yaşamaktan, toplumun gö­zünde ne evli ne bekar, utana utana, sıkıla sıkıla bir stres yaşamak­tan, rahat bir şekilde cinsel doyuma ulaşamamaktan da kurtulup bir araya gelerek, doğru dürüst karı koca olmaları doğrusudur.
Değilse sonuç çoğu kez kızın alacağı bir yara ile bu iş bitecek ve ömür boyu bunun mutsuzluğunu, bunalımını yaşamak zorunda kalacaktır. Şüphesiz her şeyin en güzelini, en doğrusunu Allah bildiği için onun emirlerine teslim olmak, sonunda bu tür tehlikelerden bizi emin kılacaktır.
Bir de şu anda bizim toplumda son zamanlarda yaygınlaş­ma­ya başlayan bir yanlış uygulamadan da söz edelim burada. Nişanla aralarında evlenme kararı alınmış kız ve erkek çocukları arasında mahremiyet kalksın da rahat görüşsünler diye düğünden önce nikâhları kıyılıyor. Bu da çoğu zaman tehlikeli olmaktadır. Çünkü eğer bu nişanlılık dönemi uzun sürecekse, uzun süren bu nişanlılık dönemle­rinde onların birlikte bir izdivaç hayatı yaşamaları lâzımdır. Yâni nor­mal olarak karı koca olmaları gerekecektir.
Yok eğer aralarında böyle bir birleşme olmayacak ve bu nikâh sadece birlikte gezmeleri için ya­pılıyorsa, gerçekten bu son derece yanlış bir şeydir. Çünkü hem oğ­lan hem de kız ne evli ne bekar, ne nikâhlı ne nikahsız bunalımlara gi­receklerdir. Bu bunalımlar sonucu eğer taraflar birbirlerinden ayrılmak durumuyla karşı karşıya kalırlarsa o zaman işler daha zor bir duruma gidecektir. Onun için bu tür tehlikeli işlerden sakınmak zorundayız.
Âyetin evvelinde Rabbimiz bizlere câriyelerle evlenmemizi tav­siye buyurmuştu. Burada da eğer muhsanat olduktan sonra, yâni bu câriyeler evlenip de muhsana durumuna geldikten sonra, yâni kocala­rının koruması altına girdikten sonra veya başından böyle bir nikâh geçtikten sonra eğer bir fuhuş yoluna girerler, zina ederlerse onlara da hür kadınlara verilen cezanın yarısı verilecektir. Böylece bu ceza onların sosyal hukuklarına da uygun olacaktır. Çünkü hür bir kadın, hem ailesi hem de kocası tarafından korunmuş olduğu halde, câriye bu korunma unsurlarından sadece bir tanesiyle korunmaktadır. Onun aile barınağı ve korunağı yoktur. İşte bu sebeple ona uygulanacak zina cezası hür bir kadına uygulanacak cezanın yarısıdır.
İşte bu câriyelerle evlenme izni içinizden şehvetinin galebe ça­lıp da günahlara düşme, zinaya gitme ve böylece bozulma tehlikesiyle karşı karşıya bulunanlar içindir. Değilse eğer sabrederseniz, yâni câ­riyelerle evlenmezseniz bu sizin hakkınızda daha hayırlı olacaktır. Eğer cinsel ihtiyaçlarınızın giderilmesi konusunda kendinizi tutar ve sabrederseniz bu sizin için hayırlara sebep olacaktır.
Nitekim Rasulullah Efendimiz evlenme çağına geldikleri halde evlenemeyen kimselere oruç tavsiye ediyordu. Biliyoruz ki oruç tüm günahlara karşı, tüm şehvetlere karşı bir vicadır, bir kalkandır. İster genç olsun, ister yaşlı, ister erkek olsun, isterse kadın bir Müslümanın hiçbir za­man Allah’ın gazabını celp edecek, Allah’ın yasalarını çiğneyecek bir duruma düşmemesi gerekmektedir. Bunun için de şehvetinin galebe çalması karşısında durumu müsait olanların haramlara düşmemek için hemen evlenmeleri tavsiye edilmektedir.
Böyle bir durumdaki mü’minlerin hemen evlenmeleri vaciptir. Eğer hür bir kadınla mehirini vererek evlenebilecek durumda değilse bir câriyeyle evlenmesi vaciptir. Çünkü daha önce de dediğimiz gibi toplumda câriyelerin de nikâh altına alınarak zinadan uzak tutulması gerekmektedir. Ama tabi mü’min câriyeler ötekilere tercih edilecektir. Ama bununla birlikte eğer sabreder ve zinaya düşmekten kendinizi alıkoymayı becerebilirseniz o câriyelerle evlenmenizden daha hayırlı­dır buyuruyor Rabbimiz. Kendimiz Rabbimizin bu emirlerine uygun hareket ettiğimiz gibi, gerek evlenmelerine yardımcı olarak, gerek evlenmelerinin önünü açarak, gerekse onlara haramlara düşmemesini tavsiye ederek yardımcı olmak zorundayız.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Nisa- 25. “Sizden, hür mü'min kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse, ellerinizdeki mü'min câriyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli ol­maları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velîlerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadın­lara edilen azabın yarısı edilir. Câriye ile evlenmedeki bu izin, içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sab­retmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve mer­hamet eder.”


Hepiniz eşitsiniz. Sadece aranızda takva yönünden bir üstünlüğün ötesinde birbirinize bir üstünlüğünüz alçaklığınız yoktur. Onun içindir ki sakın Müslüman câriyeleri alçak görmeye kalkmayın. Sonradan iman etmiş bir câriye takvası ve teslimiyeti gereği üst seviyeye mensup hür bir kadından üstün bir konuma gelebilir. Sizin imanlarınızı ALLAH bilmektedir. İman yönünden kimin üstün kimin alçak olduğunu en iyi bilen ALLAH’tır.

***

Nişanla aralarında evlenme kararı alınmış kız ve erkek çocukları arasında mahremiyet kalksın da rahat görüşsünler diye düğünden önce nikâhları kıyılıyor. Bu da çoğu zaman tehlikeli olmaktadır. Çünkü eğer bu nişanlılık dönemi uzun sürecekse, uzun süren bu nişanlılık dönemlerinde onların birlikte bir izdivaç hayatı yaşamaları lâzımdır. Yâni normal olarak karı koca olmaları gerekecektir.
Yok eğer aralarında böyle bir birleşme olmayacak ve bu nikâh sadece birlikte gezmeleri için yapılıyorsa, gerçekten bu son derece yanlış bir şeydir. Çünkü hem oğlan hem de kız ne evli ne bekar, ne nikâhlı ne nikahsız bunalımlara gireceklerdir. Bu bunalımlar sonucu eğer taraflar birbirlerinden ayrılmak durumuyla karşı karşıya kalırlarsa o zaman işler daha zor bir duruma gidecektir. Onun için bu tür tehlikeli işlerden sakınmak zorundayız.

****
Rasulullah Efendimiz evlenme çağına geldikleri halde evlenemeyen kimselere oruç tavsiye ediyordu. Biliyoruz ki oruç tüm günahlara karşı, tüm şehvetlere karşı bir vicadır, bir kalkandır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Nisa- 26. “Allah size açıklamak ve sizden öncekilerin yollarını göster­mek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah Bilendir, Hakîmdir.”
Allah sizi en güzel bir hayata sevk ederek, sizi size haram ve helâl yollarını göstererek en güzel bir evlilik hayatına, kendi koyduğu yasalarla, yasal yollarla erkek ve kadın olarak sizlerin en kolay ve en güzel bir biçimde cinsel ihtiyaçlarınızı giderme yolunu gösterecek. Allah size bunun genel kanunlarını açıklayacak. Rabbinizin size bu­rada beyan buyurduğu yasalar Hz. Adem’den ve Havva’dan bu yana sürüp gelen ve kıyamete kadar da değişmeyecek olan yasalardır.
Allah size bu yasalarını anlatarak daha önce içinde doğup büyüdüğünüz cahiliye pisliklerinden arındırıp sizden öncekilerin güzel yollarına, hoşnut olduğu şeriatlerine uymaya dâvet ederek yaptığınız yanlışlardan yapacağınız tevbelerinizi, dönüşlerinizi kabul etmek isti­yor. Sizi, sizden daha çok seven, sizi, sizden daha çok düşünen Rabbiniz, sizin adınıza belirlediği tüm yasalarında, yaptığı tüm işle­rinde, size ulaştırdığı tüm sözlerinde Alîmdir, Hakîmdir, hikmet sahibi­dir. Sizin bilmediğiniz menfaatlerinizi, zararlarınızı Rabbiniz size bil­dirmek ister. Rızasının nerede olduğunu, dünyada mutluluğa, âhirette de cennetine nasıl ulaşacağınızı bildirmek ister. Sizden önce sizin şu anda yaşadığınız kulluğu Allah kontrolünde en güzel biçimde yaşa­mış, size örneklemiş peygamberlerin izledikleri yolları, yöntemleri size göstererek, onların gittiği yere sizin de gitme imkânı bulmanızı ister.
27. “Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister, şehvetlerine uyan­lar ise sizin büyük bir sapıklığa girmenizi ister.”
Rabbiniz sizin tevbe etmenizi, yoluna girmenizi isterken beri ta­rafta şehvetlerine yanlar, şehvetlerinin peşinde Allah’a kulluktan çı­kan şehvetperestler, kendi şehvetlerini, kendi hevâ ve heveslerini Al­lah dini yerine, Allah yasaları yerine ikâme etmeye çalışanlar, yahudi ve hıristiyanlar, müşrik ve münâfıklar, dinsizler, zinacılar, Allah yasa­larını beğenmeyenler işte bu âyetleriyle Rabbinizin size beyan buyur­duğu gerek mîras yasalarını, gerek evlenme yasalarını reddederek tıpkı kendileri gibi sizin de Allah yolundan uzaklaşmanızı, büyük bir sapıklığa düşmenizi, kâfir olmanızı isterler. Unutmayın ki yeryüzünde kâfirler sizi kâfir yapana kadar uğraşacaklardır. Kâfirin yeryüzünde bir tek derdi var. O da ne yapıp, yapıp sizi kâfirleştirmektir. Sizi adâletten, Allah’a kulluktan uzaklaştırıp dalâlete, zulme ve sapıklığa düşürmek­tir.
Allah’ın arzusu sizin Müslüman olmanız, günahlarınızdan tevbe edip Rabbinize dönmeniz, Rabbinizin istediği biçimde evlene­rek cinsel arzularınızı tatmin etmeniz, Allah’ın istediği bir şekilde ha­yat yaşayarak cennete gitmenizdir. Allah sizin için bundan yanadır. Sizin için bunu dilemektedir. Ama şehvetlerine tabi olanlar ise Allah yasalarını kaldırıp yerine ikâme etmeye çalıştıkları yasalarıyla sizi saptırmak isterler.

Allah ne güzel yasa koyuyor. 18-20 yaşlarında ev­lenmek ne güzel bir nîmettir. İstedikleri bir çağda yeme içme ihtiyaçla­rını temin ettikleri gibi aynı kolaylıkta cinsel ihtiyaçlarını da temin etmeleri ne güzel bir yol. Ama düşünün 25-30 yaşlarına geldikleri halde Allah’ın belirlediği biçimde evlenmeyerek sapık yollarla bu arzularını tatmin eden ve kulluktan çıkan insanların durumları ne kadar da acı değil mi? Çünkü nikâhsız bir hayat insanları cehenneme sürükler. Dünyada da cehennemi bir hayat, âhirette de cehennemi bir hayat bu insanları beklemektedir. Allah yolunu, Allah yasalarını bırakıp ta iblisin yasalarına teslim olanların durumu budur.
28. “İnsan zayıf yaratılmış olduğundan Allah sizden yükü hafif­letmek ister.”
Allah sizin ağır yüklerinizi hafifletmek istiyor. Çünkü sizi yaratan Rabbiniz çok iyi biliyor ki sizler zayıf yaratılmışınızdır. Rabbiniz emir ve yasaklarında, sizin hayatınıza koyduğu yasalarında, sizin için belirlediği şeriatinde, hayat programında sizin yüklerinizi indirmeyi murad ediyor.
Öyle değil mi? Rabbimizin belirlediği yasalarında evlilik kolay, boşanmak kolay, mehir kolay, hayat kolay, yeme kolay, içme kolay, her şey kolay. İşte evlenemeyecek durumda olanlara tanınan câriye serbestisi de bu kolaylıklardan birisidir.
Allah biliyor ki insan kadınlar karşısında zayıftır. İnsan şehvetlerine karşı, şehevi arzularına karşı zayıftır. İnsanın bu durumunu bilen Rabbimiz ona uygun bir din göndererek yükünü hafifletmiştir. Öyleyse bizler de Rabbimizin bu dinini çok iyi değerlendirmek ve bu din istikâmetinde bir hayat yaşamak zorundayız.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Nisa- 26. “ALLAH size açıklamak ve sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. ALLAH Bilendir, Hakîmdir.”

Sizin bilmediğiniz menfaatlerinizi, zararlarınızı Rabbiniz size bildirmek ister. Rızasının nerede olduğunu, dünyada mutluluğa, âhirette de cennetine nasıl ulaşacağınızı bildirmek ister.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt