Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kıssa kısa dini hikayeler (1 Kullanıcı)

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimiz’in haber verdiğine göre, dünyada en muhteşem saltanata sahip kılınan Süleyman (as)’a annesi, seherlerin feyzinden mahrum kalmaması için şu nasihatte bulunmuştur:

“Yavrum, geceleri fazla uyuma! Zira geceleri fazla uyumak, kişiyi kıyâmet günü fakir bırakır.”

Şüphesiz ki geceleri tatlı uykuları bölerek Hakk’ın huzûruna durabilmek ve seherlerin feyzinden lâyıkıyla istifâde edebilmek için, gündüzleri de güzel değerlendirmek gerekir.

Hasan-ı Basrî der ki:

“Gece ibâdetine kalkmak, günahlar altında ezilen kişiye ağır gelir.”

İbrahim Edhem Hazretleri de seherleri ihyâ etmek isteyip de gece kalkamayanlara şu îkazda bulunur:

“Gündüzleri O’na isyân etme ki, geceleri O seni huzûrunda durdursun.”

Hakk’ın murâd ettiği arınmış bir kalbe sahip olmayı arzulayan mü’minler; gecelerini ibâdet ve tâat ile nurlandırarak, seherlerin rûhâniyetini gündüzlerine de aksettirme heyecanı içinde olurlar.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Peygamber Efendimiz (sav), hadîs-i şerîflerinde buyurmuşlardır:

“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi ne güzel yaptı.”

“Kıyâmet günü, mümin kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allâh Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.”

“Ben, güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.”

Târihte, hâyâtının tamamı en ince teferruâtına kadar tesbît edilebilen tek peygamber ve tek insan, Hz. Muhammed Mustafa (sav)’dir. Onun bütün söz, fiil ve duyguları anbean kaydedilerek târihe bir şeref levhası hâlinde geçmiştir. Hz. Peygamberdeki “üsve-i hasene”, yâni örnek şahsiyet, bütün bir beşeriyyet için zirve teşkîl etmiştir.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Sahâbe-i kirâm hazarâtının Allâh Rasûlü (sav)’e duydukları dâsitânî aşk ve muhabbetin yanık tezâhürleri sayısızdır:

Enes bin Malik (ra) anlatıyor:

Rasûlullâh (sav) Efendimiz’e bir adam geldi ve:

“–Yâ Rasûlallâh! Kıyâmet ne zamandır?” dedi.

Efendimiz (sav):

“–Kıyamet için ne hazırladın?” diye sorunca o da:

“–Allâh ve Rasûlü’nün muhabbetini…” cevabını verdi.

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimiz:

“–Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın.” buyurdular.

Enes (ra) bu rivâyetin devâmında der ki:

“İslâm’a girmekten başka hiçbir şey bizi Allâh’ın Nebîsi’nin “Muhakkak sen sevdiğinle berabersin.” sözü kadar sevindirmemiştir. İşte ben de Allâh’ı, O’nun Rasûlünü, Ebû Bekr’i ve Ömer’i seviyorum ve her ne kadar onların yaptıkları amelleri yapamadıysam da onlarla beraber olmayı umuyorum.”
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Cenâb-ı Hak, kullarını hidâyete ulaştırmak için onlara lutfettiği birtakım üstün vasıflara ilâveten, bir de aralarından müstesnâ yaratılışlı sâlih insanları rehber olarak vazîfelendirmiştir. Böyle sâlih kimselerin vahiyle ikrâm edilmiş olanları, peygamberlerdir.

Rabbimizin insanlığa müstesnâ bir yardımını ifâde eden peygamber gönderme keyfiyeti, bütün insanlığı şümûlüne alabilmesi için Hz. Âdem (as) ile başlamıştır. Hz. Âdem, hem ilk insan hem de ilk peygamberdir.
Zamanla insanlar tarafından bozulan ilâhî vahyin muhtevâsını, yeni bir peygamber gönderip ictimâî gelişmeye uygun birtakım hükümlerin ilâvesiyle tekrar teblîğ etmek, Cenâb-ı Hakk’ın âdetidir. Bu keyfiyet, Âdem (as)’dan son peygamber Hz.Muhammed Mustafâ (sav)’e kadar hep bu minvâl üzere devâm etmiştir.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Ebû Hüreyre (ra), Peygamber Efendimiz (sav) 'e hiç kimsenin sormaya cesaret edemediği şeyleri sormak husûsunda oğlu Derece cesur davranır, Hiç çekinmezdi. Birgün Fahr-i Kainat Efendimiz'e:

"-Yâ Rasulallah! Nübüvvetle alâkalı türden gördüğünüz Alâmetle nedir? "Diye sordu.

İki cihânın saadet rehberi Olan Allah Rasûlü (sav) söyle buyurdu:

"-Ey Ebû Hüreyre! Madem sordun, söyleyeyim. Yaşlarındayken birgün sahrâda idim üzerine ben. Başımın üstünden Gelen Bir Sesle irkildim. Bir adam diğerine sordu:

"-Bu, O mudur?"

Öteki Cevap verdi:

"-Evet, met O'dur."

O Zamana Kadar Hiç kimsede görmediğim yüzler, kimsede bulmadığım Ruhlar ve Hiç kimsede görmediğim elbiselerle karşıma çıktılar. Yürüyerek bana Doğru Gelen o Iki adamdan onu Biri, bir, kolumdan tuttu, But dokunduklarını Hiç hissetmedim.

Biri arkadaşına:

"-Haydi O'nu Yere yatır!" Dedi.

Beraberce beni Yere yatırdılar. Ben hicbir zorluk ve güçlükle karşılaşmadım. Yine Biri diğerine:

"-Haydi göğsünü Aç!" Dedi ve o da Açtı. But ne kan Gördüm, ne de bir acı hissettim. Ona yine söyle dedi:

"-Haydi, oradaki kin ve hasedi Çıkar!"

O da oradan kan pıhtısı Gibi bir sey çıkardı. SONRA Onu fırlatıp attı.

"-Haydi, simdi onun Yerine şefkat ve merhameti yerlestir!" Dedi. Çıkardıkları sey büyüklüğünde ve gümüşe benzeyen bir sey koyduklarını Gördüm. SONRA Sağ ayağımın başparmağını tutup oynattı ettik:

"-Haydi Selametle git!" Dedi.

Ben kalkıp giderken içim şefkat ve merhametle dolu sala. OnDaN SONRA da hep küçüklere karsı şefkat, büyüklere karsı da merhamet hissettim
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Abdullâh bin Hişâm’ın anlattığı şu rivâyet, Rasûlullâh’a muhabbetin hangi seviyede olması gerektiğini göstermesi bakımından çok mânidârdır:

“Bir defâsında Rasûlullah (sav) ile birlikte bulunuyorduk. Rasûl-i Ekrem, orada bulunanlardan Hz. Ömer’in elini avucunun içine almış oturuyordu. O sırada Ömer (ra):

“–Yâ Rasûlullah! Sen bana canımın dışında her şeyden daha sevgilisin!” diyerek Rasûlullah’a olan muhabbetini ifâde etti. Onun bu sözüne karşılık Rasûlullah (sav) Efendimiz:

“–Hayır, ben sana canından da sevgili olmalıyım!” buyurdu.

Hz. Ömer (ra) hemen:

“–O hâlde Sen’i canımdan da çok seviyorum yâ Rasûlullah!” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sav):

“–İşte şimdi oldu.” buyurdu.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Bir gün Rasûlullah (sav) mütebessim bir çehreyle ashâbının yanına gelmiş ve Hz. Cebrâil’in kendisine şu müjdeyi verdiğini bildirmiştir:

“Yâ Rasûlâllah! Ümmetinden biri Sana bir salât getirdiğinde, benim onun günahlarının bağışlanması için on defa istiğfâr etmem, o kimsenin Sana bir selâm göndermesi hâlinde, benim ona on selâm vermem Sen’i sevindirmez mi?”

Her salât ü selâm getirenin ismi, Peygamber (sav) Efendimiz’e arz edilir. Rasûlullah (sav) buyurur:

“Yeryüzünde Allâh’ın seyyah melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (ânında) bana ulaştırır.”

Habîb-i Ekrem (sav) Efendimiz, salât okuyana mukâbelede bulunur. Bu müjde Allah Rasûlü (sav) tarafından şöyle ifade edilmiştir:
“Bir kimse bana selâm gönderdiği zaman, onun selâmını almam için Allah Teâlâ rûhumu iâde eder.”
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Rasûlullah (sav), Uhud Harbi’nde amcası Hazret-i Hamza’nın ciğerini hırsla dişleyen Hind’i bile, îmânı mukâbilinde Mekke Fethi’nde affetmiştir.

Hind, bey’at etmek isteyen diğer kadınlarla birlikte Rasûlullah (sav) Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine geldi. Tanınmamak için yüzünü peçelemiş, kılık-kıyâfetini değiştirmişti. Öldürülmekten korkuyor, Peygamber Efendimiz’den uzak duruyordu. Diğer kadınlar konuşmayınca Hind:

“–Yâ Rasûlallâh! Allâh’a hamd olsun ki, kendisi için seçip beğendiği dînini üstün kıldı. Muhakkak ki, Sen’in rahmetin bana da dokunacaktır! Ey Muhammed! Ben şimdi Allâh’a inanmış ve O’nu tasdik etmiş bir kadınım!” dedi. Sonra yüzünden peçeyi açıp:

“–Ben Hind bint-i Utbe’yim! Allah geçmiş günahları affeder. Sen beni bağışla ki, Allah da Sen’i bağışlasın!” dedi.

Rasûlullah (sav) tebessüm etti, Hind’i yanına çağırdı ve:

“–Demek sen Hind bint-i Utbe’sin?!” buyurdu. Hind:

“–Evet!” dedi.

Allah Rasûlü (sav):

“–Merhabâ, hoş geldin!” buyurdu. Hind:

“–Vallâhi yâ Rasûlallâh! Dün, yeryüzünde Sen’in hâne halkın ve taraftarların kadar zillete ve hakârete uğramasını istediğim başka bir kimse yoktu! Bugün sabaha çıktığımda ise, Sen’in hâne halkın ve taraftarların kadar izzet ve şerefe nâil olmasını istediğim başka biri yok!” dedi.

Rasûlullah (sav):

“–Senin bu hâlin daha da artacaktır!” buyurdu.
Allah Rasûlü (sav), kelime-i tevhîdin şânı hürmetine Hind’i ve daha nicelerini bağışlamışlardır.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
images
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Safvân bin Süleym (r.a) anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e:

“–Mü’min korkak olabilir mi?” diye soruldu.

“–Evet, olabilir!” buyurdu.

“–Mü’min cimri olabilir mi?” diye soruldu.

Allah Rasûlü (s.a.v) yine:

“–Evet, olabilir!” buyurdu.

“–Pekâlâ mü’min yalancı olabilir mi?” diye soruldu.

Rasûlullah (s.a.v) bu sefer:
“–Hayır, aslâ!” buyurdu.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Peygamber Efendimiz’in faize yardımcı olan herkese lânet etmesi, İslâm toplumunda faizciliğe hiç yer olmadığını, kimsenin ona bulaşmaması gerektiğini en açık bir şekilde anlatmak ve bütün kötülük ve fesat kapılarını kapatmak içindir. Rasûlullah (sav) faiz konusunda o kadar titiz davranmıştır ki, en ufak bir boşluk bırakmamış ve bu konudaki ölçüleri son derece hassas bir şekilde ortaya koymuştur. Meselâ şu hadis-i şeriflere bakalım:

“Kim bir kimseye aracı olur, o da buna karşı bir hediye verirse, hediyeyi kabul ettiği taktirde, faiz kapılarından büyük bir kapıya girmiş olur (yaptığı hayrın ecrini zâyi eder).”

“Biriniz, kardeşine ödünç para verir de ödünç alan kimse, ona bir şey hediye ederse, kabûl etmesin veya bineğine bindirmek isterse ona binmesin. Ancak daha evvel aralarında hediyeleşmek ve yardımlaşmak cârî ise bu müstesna.”

Demek ki faiz konusunda son derece hassas davranarak şüpheli şeylerden bile uzak durmak îcâb eder. Nitekim Hz. Ömer (ra) şöyle der:
“Kur’ân’dan en son nâzil olan (âyetlerden biri), ribâ/faiz hakkındaki âyettir. Binaenaleyh siz, faizi de faiz şüphesi olanı şeyi de (ribâyı da rîbeyi) terk ediniz.”
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Hz. Âişe (ranhâ)’nın rivâyet ettiğine göre bir defasında Hz. Peygamber (sav), torunlarını severken ziyâretine İslâm’ın merhamet, şefkat, nezâket ve inceliğinden uzak bir bedevî geldi. Rasûlullah (sav)’in çocukları ziyâde sevmesine hayret ederek:

“–Yâ Rasûlallah! Siz çocuklarınızı öper (sever) misiniz? Biz çocuklarımızı öpüp okşamayız.” dedi.

(Allah’ın evlât nîmetine karşı bedevînin duygusuz ve duyarsızlığı, Allah Rasûlü (sav)’i müteessir etti.) Bedevîye:
“–Allah senin gönlünden merhamet ve şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim!..” buyurdu.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Bir defasında Peygamber Efendimiz’e içki içmiş birini getirdiler. Rasûlullah (sav) orada bulunanlara, adamın hak ettiği cezayı uygulamalarını söyledi. Bir müddet sonra oradakilerden biri suçluya:

“–Allah seni rezil etsin, kahretsin!” diye söylendi.

Bunun üzerine Rasûlullah (sav):

“–Hayır, öyle demeyiniz, onun aleyhinde böyle şeyler söyleyip de şeytana yardımcı olmayınız!” buyurdu.

Cezası verildikten sonra ashâb-ı kirâm, aklını başına alması için günahkârı:

“–Allah’tan sakınmadın mı? Allah’tan korkmadın mı? Peygamber Efendimiz’den utanmadın mı?” diye azarladıktan sonra gönderdiler. Merhamet ummânı Efendimiz (sav), o gittikten sonra ashâbına:

“-Allah’ım, onu mağfiret eyle, Allah’ım, ona rahmet ve merhamet eyle…» diye dua ediniz!” buyurdu.
Burada Allah Rasûlü’nün ümmetine olan merhametini müşâhade etmekteyiz. Zâten haramları yasaklaması da onlara olan merhametinden değil midir?
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Peygamber Efendimiz’in, günaha düşmek üzere olan bir gence, mantıkî telkinlerde bulunarak iffetli olmanın lüzûmunu anlattığı şu hâdise, ne kadar ibretlidir:

Ebû Ümâme (ra) anlatıyor:

“Bir genç Peygamber Efendimiz’e geldi ve:

“–Yâ Rasûlallah! Zina için bana izin verir misiniz?” dedi.

Oradakiler hemen gencin üzerine yürüdüler ve azarlayarak “Sus, sus!” dediler.

Peygamber Efendimiz:

“–Yaklaş!” buyurdu.

Genç Hz. Peygamber’in yanına varıp oturdu.

Rasûlullah (sav) ona:

“–Böyle bir şeyi annen için ister misin?” diye sordu.

Genç:

“–Allah beni senin yoluna kurban etsin, hayır, vallâhi istemem yâ Rasûlallah!” dedi.

Allah Rasûlü (sav):

“–Diğer insanlar da anneleri için böyle bir şeyi istemezler” buyurdu.

Daha sonra Rasûlullah (sav), aynı soruyu kızı, kız kardeşi, halası, teyzesi için de sordu. Genç hepsine:

“–Allah beni senin yoluna kurban etsin, hayır, vallâhi istemem yâ Rasûlallah!” cevabını verdi.

Rasûlullah (sav) her defasında “diğer insanların da yakınları için böyle bir şeyi istemeyeceklerini” hatırlattı. Konuşmanın sonunda mübârek elini gencin üzerine koydu ve:

“Allah’ım, bunun günahlarını affet, kalbini temizle ve iffetini muhâfaza eyle!” diye dua etti.
Genç bundan sonra böyle bir şeye hiç tenezzül etmedi.” (
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Hz. Câbir (ra) anlatıyor:

“Hudeybiye günü insanlar susadı ve Efendimiz’e geldiler. Rasûlullâh (sav)’in önünde deriden îmâl edilmiş bir su kabı vardı. Efendimiz abdest aldı. Halk ona doğru sokuldu. Bunun üzerine:

“-Neyiniz var?” diye sordu.

“-Abdest almak ve içmek için önünüzdekinden başka suyumuz kalmadı.” dediler.

Allâh Rasûlü derhâl ellerini kaba koydu. Derken parmaklarının arasından su kaynamaya başladı, tıpkı pınarların kaynaması gibiydi. Hepimiz ondan içtik ve abdest aldık.”

Hz. Câbir’e:

“-O gün kaç kişiydiniz?” diye soruldu:
“-Eğer yüz bin kişi de olsak su yetecekti, fakat biz, bin beş yüz kişi idik!” cevâbını verdi.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
“Mü’min” kelimesinin emniyet ve emânet kelimeleriyle alâkası olması münâsebetiyle, dünyanın en güvenilir insanları Allah’a iman eden müslümanlar olmalıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak mü’minlerin emîn kimseler olmasını istemektedir. Nitekim peygamberlerin en mühim sıfatlarından biri de “Emânet”tir. Bizim Peygamberimiz ise emînliğin sembolü olmuş, “Emîn” kelimesi onun ikinci ismi hâline gelmiştir. Dolayısıyla Muhammedü’l-Emîn’in ümmeti olan mü’minler için emîn ve güvenilir olmaktan daha tabiî bir şey olamaz. Böyle olmayıp hıyânete sapan insanların da zamanla hem mü’minlikle hem de Muhammedü’l-Emîn ile alâkası kesilir.
Münâfıklık alâmetlerinden biri olan hıyânet; emânet edilen şeyde, İslâm’a aykırı şekilde tasarrufta bulunmak, haksızlık yapmak ve güven hissi vermemektir. Bu durum maddî konularda olduğu gibi mânevî mevzûlarda da geçerlidir. Kişi Allah ve Rasûlü’nün emâneti olan Kitap ve Sünnet’in hükümlerini eğip büker ve terk ederse onlara ihânet etmiş olur. Diğer taraftan bir dosta verilen sır da emânet olduğundan, onu ifşâ etmek de ihânet çerçevesine girer.
 

KRMUS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2013
Mesajlar
1,794
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
52
Şeyh Sâdî bu konuda ibretli bir misâl verir:

Nizâmiye Medresesi’nde vazifem vardı. Gece gündüz ders müzâkere ederdim. Bir gün üstadıma:

“–Filân dostum bana haset ediyor. Ben hadis-i şerifin mânâsını güzelce verdiğim zaman o habîsin içi karmakarışık oluyor!..” dedim.

Çok edîb bir insan olan üstadım benden bu sözü işitince fenâ hâlde kızdı:
“–Çok kötü bir durum” dedi, “Dostunun haset etmesi hoşuna gitmedi. Pekâlâ! Gıybetin iyi bir şey olduğunu sana kim söyledi. Eğer o kıskançlık cihetinden cehennem yolunu tuttu ise, sen de başka bir yoldan ona yetişeceksin!..”
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt